25 Mart 2020 Çarşamba

AŞKENAZ YAHUDİLERİ

AŞKENAZ  YAHUDİLERİ





Askenaz

             Aşkenaz Yahudileri .,

             Aralarında Türkiyeli sabataycıların da bulunduğu 
                        Saferad Yahudileri´nin soyadları listesini okumak için 
                        lûtfen aşağıdaki linki tıklayınız:

                        Saferadlar


      Museviler, İstanbul’a yerleşmelerinin kronolojik sıralamasına göre dört 
      ana grupta toplanıyor: Romanyot, Karay, Aşkenaz ve Seferad... Romanyotlar, 
      Roma ve Bizans döneminden beri var olanlar, diğerleri ise sonradan 
      gelenlerdir. 

      ‘Bir kültürler mozaiğidir Anadolu.’ Bu tanıma uygun, sihir dolu, şiir dolu 
      ülkenin başkenti de İstanbul... 500 küsur yıl önce İspanya’dan, 
      engizisyonun zulmünden kaçıp Osmanlı’ya sığınan Yahudiler’den söz edilir. 
      Genel olarak bilinen bu gerçeği, kamuoyunun ortalama aklında ve bilincinde 
      daha sahici biçimde kalıcı kılan da, özellikle son zamanlarda yapılan 
      müzik çalışmaları olmuştur. Folklörik bir çalışma örneği olarak Janet-Jak 
      Esim’in yaptığı çalışmalar ve etnomüzikoloji örneği olarak Seferad müziği 
      yapan Yavuz Hubeş ve arkadaşlarından bahsedilir. Doğu orijinli Aşkenaz 
      Yahudileri’nden daha az haberliyizdir ve yazımız aslolarak onlarla ilgili 
      olacak. 

      Museviler, İstanbul’a yerleşmelerinin kronolojik sıralamasına göre dört 
      ana grupta toplanıyor: Romanyot, Karay, Aşkenaz ve Seferad... Romanyotlar, 
      Roma ve Bizans döneminden beri var olanlar, yani yerliler. Diğerleri ise, 
      ‘sürgün’ veya ‘kendiliğinden gelenler’dir. Karaylar 11. ve 15. yüzyıllarda 
      Rusya’dan, Aşkenazlar 16. yüzyıl ortalarından başlayarak Balkanlar, Orta 
      ve Doğu Avrupa’dan, Seferadlar ise, 1492 sonrasında İspanya ve 
      Portekiz’den gelip yerleşenlerdir. Gerek konuştukları diller, gerekse de 
      dini inanç, yönelim ve tapınma biçimleri birbirinden farklı olan bu 
      cemaatlerden Romanyot ve Karaylar, yüzyıllar boyu Rumca; Aşkenazlar 
      Ortaçağ Almancası-İbranice karışımı olan ‘Yidiş’çe; Seferadlar ise Katalan 
      İspanyolcası ile İbranice karışımı olan ‘Ladino’ dilini konuşagelmiştir. 
      İstanbul’da Seferadlar nüfusça çoğunluktayken, Aşkenazlar yüzde beşler 
      dolaylarında imiş. 1831’de ilk olarak Büyük Hendek’te yapılıp, 1866’da 
      Yüksekkaldırım’a taşınıp, daha sonra da 1900’de büyütülerek kâgir olarak 
      yapılan ve Yidiş diliyle ibadet edilen bir ahşap sinagog kurarlar. 
      Aşkenazlar, bugün konu edeceğimiz binayı da ‘elit’ cemaatten (onların 
      psikolojik baskısından) ayrılmak için yapar. ‘Schil fun di Schneider’ adı 
      verilen ve terzilere ait bir Aşkenaz sinagogu kurarlar. 1894’te hizmete 
      açılan sinagog 1960 başlarına kadar faal kalır. Süreç içinde sayıları 
      1000’in de altına düşünce, burası harap olmaya başlar. 1999’da ise 
      onarılarak kültürevi olarak hizmet görmeye başlar. 

      Galata’da, Bankalar Caddesi üzerindeki Kamondo Merdivenleri’nden çıkınca 
      sağdaki Banker ve Felek sokaklarına açılan bir yapı, Schneidertempel Sanat 
      Merkezi... Aşkenaz Vakfı’nın yöneticisi, karikatürcü İzel Rozental bilgi 
      veriyor: ”Vakfın üst katlarında aile büyüklerimin gittiği bir sinagogun 
      bulunduğunu öğrenmiş olmam, beni zaten çok heyecanlandırmıştı. Çıkıp 
      binayı görünce burada neler yapılabileceği hemen gözümde canlandı. Başta 
      Aykut Köksal olmak üzere mimar dostlarımız hemen işe koyuldu. Restore 
      etmek yerine onarmak fikriyle hızla finansman temin etmeye çalıştık. 
      Aslında işletmesi için de para gerekliydi. Cemaat içi kadar dışından da 
      katkılar oldu. Bu yıl ve 2001 için planlar yaptık. Sanat danışmanımız Tan 
      Oral’ın ve benim karikatürcü olmamız nedeniyle, galiba biraz karikatür 
      ağırlıklı işlere yer verdik. İlk etkinliğimiz, ‘Yeni Bir Binyılın Eşiğinde 
      İnançlar’ başlıklı sergimiz oldu. 14 Aralık’ta ‘Osmanlı’da Yahudi 
      Kıyafetleri’ sergisi yaptık. 

      2001 programı da belirlendi: Eskişehir Anadolu Üniversitesi’nden ‘21. 
      yy’da Eğitim Sorunları’ başlıklı başka bir karikatür sergisi... Kültür 
      Bakanlığı’nın katkılarıyla Ali Ulvi Ersoy’dan retrospektif sergi. Nisan 
      ayında ise bir soykırım (holokost) sergisi var. Fransızlar’ın ciddi ve 
      çeşitli belgelerden oluşan bu sergisini, Çapkınof’un mizahî heykel sergisi 
      izleyecek. Gene Ferruh Doğan’dan bir retrospektif ve Latin Amerikan’dan 
      bir karma karikatür sergisi daha...” Çok kültürlü, çok kimlikli 
      Türkiye’nin seçkin ve değerli unsurları Aşkenaz Yahudileri’nin söz konusu 
      sanat merkezlerine gidin, sergileri izleyin. Balkon katlarından birinde 
      satılan kitaplara göz atın. Mutlaka ilginizi çekecek bir yayın vardır. 

      Adnan Genç
        
      ******************************

      Yahudi Beşeri ve Teolojik tarihine dair*

      Kaynaklar:

      Ahd-i Kadim, Kitab-ı Mukaddes içerisinde, İstanbul:93
      El-Kitabu’l-Mukaddes, Mısır, ty.
      Tora, Nebiim, Ketubim; Jerusalem: 97
      E. Judaica I-XX, Samuel Brandon, Menahem Mansoor, Jerusalem: 72-78 
      El-Fasl fi’l-Milel ve’l-Ehvai ve’n-Nihal I-V, İbn Hazm, Beyrut
      Mevsuatu’l-Yehud ve’l-Yehudiyye ve’s-Suhyuniyye I-VIII, 
      Prof. Dr. Abdulvahhab el-Mesiri, Kahire:99
      Yahudi Tarihi, Will Durant; İstanbul:92
      Dinler Tarihi, Mircea Eliade; İnsan:99
      Yahudileşme Temayülü, Mustafa İslamoğlu, İstanbul:94
      Musa I, II, Gerald Messadie; İstanbul: 99
       
      Başta Kur’an olmak üzere Mukaddes Kitaplar, İsrailoğulları soyunu, 
      ”Allah’ın kulu” ya da ”seçilmiş: Mustafa” anlamına gelen ve Tevrat’ta 
      Allah tarafından verildiği dile getirilen (Tekvin, 32/28) ”İsrail” lakaplı 
      Hz. Yakub’la başlatırlar. Yine, mukaddes metinler Yakub’u babası hz. İshak 
      kanalıyla Hz. İbrahim’e bağlarlar.

      M. Esed’e göre Hz. İbrahim’in atalarının MÖ 3000 yılın başlarında, 
      Arabistan savanalarında başgösteren yaygın kuraklık sonucunda 
      Mezopotamya’ya göç eden kabilelere mensuptur. Aynı isim İbranileri 
      Arapların bir kolu, İbraniceyi de arkaik Arapçanın bir diyalekti olarak 
      görür. Martin Bernal de Black Atena’sında bu görüşü destekler. Eliad’a 
      göre, ”belki kısmen Amoritler ve Hapiru (ya da Apiru)’larla 
      özdeşleştirilebilir. Gerald Messadie’ye göre bu isim Mısırlıların 
      İsrailoğulları için kullandığı isimdir. (Asurlurarın Araplar için 
      kullandığı Arap sözcüğünün ilk kullanım zamanını veren Aribu ismiyle 
      yakınlığı dikkat çekici) MÖ üçüncü bin yılın sonlarında, Kalde’nin Ur 
      şehrinden göç eden İbrahim ve kabilesi, Musa’dan yaklaşık 1000 yıl önce 
      Filistin’e yerleşir. 

      Yarı göçebe bir halde hayvancılık yapan İsrailoğulları, anayurtları 
      Filistin’den, yine bir kuraklık nedeniyle göç ederek Mısır’a yerleşirler. 
      Bu göçün başlangıcını teşkil eden Yusuf Peygamber kıssası, 
      İsrailoğullarının Mısır’a geliş sorununu da aydınlatan dramatik bir 
      öyküdür. Tarih olarak MÖ 1770-1580 arasında hüküm süren kolonyalist Hiksos 
      (eski Mısırca hik şasu, ya da heku şovset: Çoban Krallar) hanedanı 
      dönemine denk gelmektedir. (Esed)
      Önceleri, kendileri de bölgeye kolonyalist olarak dışardan gelmiş olan 
      Hiksos Hanedanı’nın himayesinde özgür bir toplum olarak Mısır’da yaşayan 
      İsrailoğulları, bu hanedanın yönetimine Mısır milliyetçilerince son 
      verilmesiyle birlikte artık zor bir döneme girerler. Kur’an’ın da tasik 
      ettiği gibi başından beri ehl-i tevhid olan İsrailoğulları, çok tanrılı 
      bir inanç sistemine mensup olan Mısırlılar tarafından, biraz da Hiksos 
      Hanedanı’na olan intikam hisleri nedeniyle dışlanırlar ve sistematik bir 
      biçimde köleleşirilirler.

      Messadie’ye göre MÖ 1307, Eliad’a göre 1260 yıllarında, ismi Mısır kökenli 
      olan Mos olan Musa Peygamber, İsrailoğulları’nı jenoside tabi tutan Mısır 
      yönetiminin elinden kurtarır. Hz. Musa Kur’an’a göre firavunun sarayında 
      büyümüş bir prenstir. Tora (ilk beş kitap) da bunu destekler. Bir görüşe 
      göre Musa’yı sarayda büyüten kraliçe Haçepsut’tur. Messadi, bu firavunun 
      I. Seti olduğunu söyler. Öyle anlaşılıyor ki, o ölüp yerine muhalifi III. 
      Tutmes geçince Musa saraydan kaçmıştır. (Leiden İsl. Ans.) 
      Sina’da vahyi alan Hz. Musa, bir yandan da İsrailoğullarının Kur’an’ın 
      ”maymunlaşma” (2:65, 7:166) olarak nitelendirdiği yabancılaşmasının önüne 
      geçmek için çırpınır. Bu dönemde, Mısırlıların Hotor (İnek) tanrısına 
      tapmadan tutun da, özgürlüğü soğan ve sarımsakla takas etmek istemeye, 
      bahşedilen nimetlere nankörlükten tutun da ”Allah’ı açıkça görmedikçe sana 
      iman etmeyeceğiz” demeye kadar, bir dizi azgınlık ve sapkınlık örnekleri 
      sergilerler. (İslamoğlu)

      40 yıl yeni bir neslin doğmasının yanında eski neslin ikiye kadar 
      kırılmasını da bekleyen Hz. Musa, ilahi talimatların klavuzluğunda 
      İsrailoğulları’nın vahyi yeryüzünde temsil ve tebliğ misyonunu gereği gibi 
      ifa edebilmesi için terbiye eder.

      Kenan’a yerleşen İsrailoğulları 3’ü yönetici 9’u etba kabile olmak üzere 
      12 kabileden oluşur. MÖ 1050’lerde peygamber Samuel Saul’u (Kur’an’daki 
      adıyla Talut’u) kral olarak atar ve ünlü Krallar Dönemi, böyle başlar. Hz. 
      Musa’nın vefatıyla Kral Talut dönemi arasında İsrailoğulları tam 7 kez 
      tevhid akidesinden inhiraf edip yeniden ihtida etmişlerdir. (İbn Hazm)
      İsrailoğulları’nın altın çağı Davud ve oğlu Süleyman (961-922) 
      dönemleridir. Kaybolan Ahit Sandığı (Tabut) bulunur, Kudüs dini merkez 
      olarak inşa edilir. Mukaddes Mabed inşa edilir. Hz. Süleyman’ın ölümünden 
      sonra devlet Kuzey Krallığı (İsrail) ve Güney Krallığı (Yahuda) olarak 
      ikiye bölünür İsrail, Yahuda’nın da lojistik desteğiyle MÖ 722’de Asur 
      tarafından yerle bir edilir. MÖ 587’de sıra Yahuda’ya gelmiştir. Babil 
      kralı II. Nabukadenossor Kudüs Mabedi’ni yerle bir ederek tüm Yahudileri 
      Babil’e sürgün olarak götürür. Bu döneme Apokaliptik dönem adı verilir. Bu 
      dönemde Ezra (Uzeyr) tamamen ortadan kaybolmuş olan Tevrat’ı, insanların 
      hafızasından yeniden derler. Ezra II. Musa olarak lakaplandırılmayı hak 
      etmiştir. Tevrat tomarlarına bir zeyl olarak daha sonra gelen 
      peygamberlerin hayatını ve mesajlarını da ekleyen Ezra’nın bu 
      biyografileri, daha sonra Kitab-ı Mukaddes metinleri arasında yerini 
      alacaktır.

      539’da Mezopotamya’yı işgal eden Pers imparatoru Kirus, Yahudileri Babil 
      esaretinden kurtarır. Kirus’un yardımıyla Mukaddes Mabed yeniden inşa 
      edilir. MÖ 339’da İskender’in Afrika’ya çıkışıyla, Yahudiler arasında 
      Helen kültürü hakim olur. Birkaç kuşakta, dil İbraniceden Yunancaya döner, 
      Tevrat’ın ilk Yunanca tercümesi bu dönemde yapılır. Yunan felsefesinin 
      etkisiyle, Torah (Şeriat) te’vile açılır. Bu işi daha sonra Filon 
      tamamlayacaktır. Bu dönemde, Yunan işgaline karşı milliyetçi duygularla 
      ayaklanmalar olur.

      İskender’in MÖ 323’de ölümünden sonra, Yahudi, Mısır’a hakim olan 
      Ptolemiler’in, önemli bir Yahudi nüfusu barındıran İskenderiye’yi başkent 
      yapmalarından itibaren topraklarının bir parçası haline gelir MÖ 198’de 
      Yahuda, Selevkoslar’ın eline geçer. MÖ 167’de Roma imparatoru IV Antiokhus 
      Yahudi Şeriatı’nı yürürlükten kaldırır ve Mabed’e tanrı Zeus’un heykelini 
      yaptırır. Buna tepki olarak Makkabe isyanları başlar. Mabed isyancılar 
      tarafından 164’te geri alınır ve heykellerden temizlenir. Hanukkah’ın 
      sekizgün bayramı bu isyanın anısına hala kutlanmaktadır. 

      İşgaller karşısında Yahudiler Bu tavırlar geliştirirler. Bu farklı 
      tavırlar farklı mezhepler olarak kemikleşir: Ferisiler, Sadukiler, 
      Zealotlar ve Esseniler bunların belli başlılarıdır.

      MÖ 40’da Romalılar adına Yahuda’nın yöneticisi olan Herod, Roma tarafından 
      Yahudilerin Kralı ilan edilir.. MS 6’dan itibaren yarı sömürge durumuna 
      son verilerek resmen Roma mandası altına giren Yahuda, doğrudan bir Roma 
      valisi tarafından idare edilir fakat iç işlerinde nisbeten özerk bir 
      yapıya da izin verilir. MS 66’da Romalı vali Florus’un şiddete varan 
      uygulamalarına isyan eden Yahuda halkı, Romalılaşmış Yahudileri de 
      cezalandırma noktasına gelir. Bunu yapan Zelotlar (Sicarii)’a mensup 
      milliyetçi güçlerdir. Bu isyanı bastırma görevi 69’da imparator ilan 
      edilen Vespasien tarafından oğlu Titus’a verilir. 28 Ağustos 70’te mabed 
      yakılarak yok edilir, Ekim’de tüm Kudüs yerle bir edilir. 74’te son kale 
      olan Masada da düşer. Bu tarih yaklaşık 2000 yıl sürecek bir diaspora 
      (gurbet)’in başlangıcıdır. 

      Arabistan Yahudilerinin bölgeye göçünün bu olayın akabinde gerçekleşmiş 
      olması kuvvetle muhtemeldir. Önce Necran’a yerleşen Yahidiler daha onra 
      Medine, Hayber, Fedek vs. gibi yerlere dağılmışlardır. (İslamoğlu)
      133’te Mesih’lik idiasıyla ayaklanan Bar Kohba ve taraftarları, Romalılar 
      tarafından korkunç bir şekilde cezalandırılır. Yine de MS III. Yüzyıla 
      kadar yerli bir haham tarafından sözde özerk bir biçimde sürdürülen Yahuda 
      yönetimi, bu yüzyılda Hıristiyanlığın Roma tarafından resmi din olarak 
      kabul edilmesiyle birlikte Yahuda, şeklen de ortadan kalkar.
      Yahudiler 70 yılındaki bu büyük soykırımdan kaçarak Güney Arabistan, Kuzey 
      Afrika, Güney, Batı ve Doğu Avrupa, Suriye, İran’a kadar geniş bir 
      coğrafyaya dağılırlar. 1492’de Hıristiyan egemenliğine geçen İspanya 
      tarafından kovulan Sefarad Yahudileri Fas’a, Hollanda’ya ve Osmanlı 
      topraklarına sığınırlar. Sonrası malum. 
      Şeriat anlamına gelen Torah, Hz. Musa’ya gelen 5 kitaptan oluşur: Bereşit 
      (Tekvin), Şemot (Çıkış), Vayikra (Levililer), Be-Midbar (Sayılar), Devarim 
      (Tesniye) Eldeki Eski Ahid’de, Torah dışında peygamberlerin hikayelerinden 
      oluşan Nebiim ve azizlerin biyografilerinden oluşan Ketubim 
      (Hajiyograflar) bölümleri yer alır. Bu üç bölümden oluşan Eski Ahid 
      ”tanah” diye kısaltılır. 
      Tevrat’ın aslının kaybolduğunu, yine kendisinden öğreniyoruz. II. 
      Krallar’da, kaybolan Tevrat’ı mabedin restorasyonu sırasında Hilkiya adlı 
      bir görevlinin bulduğu dile getirilmektedir. (22/8) Bu kayboluş tek 
      değildir. Babil sürgünü sırasında, Babillilerin sistematik takibi sonucu 
      elde hiçbir nüshası kalmayan Tevrat’ı, daha sonra hafızadan ve eldeki 
      verilerden yola çıkarak derleyen Ezra’dır (Uzeyir). Bu hizmetinden dolayı 
      Ezra II. Musa lakabını kazanmışır. 

      Tevrat’ın, bugün elde bulunan metninin asıl metinden değil de hafızadan 
      derlendiğinin göstergesi, Tevrat’ta anlatılan olayların hep iki varyantla 
      anlatılmış olmasıdır. Bu iki metinden biri Yahvist (J) metindir ki, bu 
      varyantta Tanrı’nın adından Yhvh olarak söz edilir (MÖ X yy). İkincisi 
      Elohist Metin’dir ki, bu varyant da Tanrı için Elohim çoğul ismini 
      kullanır ve birinciye göre daha sonra kaleme alınmış (MÖ VII yy) bir 
      varyanttır. Bunlardan ayrı olarak D ile simgelenen Dötoronomist metindir 
      ki, Tesniye’nin bir kısmının redaksiyonundan ibarettir ve MÖ 622’ye 
      tekabül eder. P ile simgelenen Rahipler Metni ki, kaynağı Levililer olan 
      bir gurup haham tarafından kaleme alınmıştır.

      Nebiim (Peygamberler) ”eskiler” ve ”yeniler” olarak ikiye ayrılır. 
      Eskiler, tarihi kıssalar içeren altı kitaptan müteşekkildir: Yeşu, 
      Hakimler, I. Samuel, II. Samuel, I. Krallar, II. Krallar isimli kitapların 
      biyografisini verdiği isimler Hz. Musa’nın halefleri olan Yeşu, Samuel, 
      Saul Talut), Davud, İlyas, Elyesa peygamberlerdir. Yeniler’de ise İşaya, 
      Yeremya, Hezekiel, ve 12’ler diye anılan peygamberlerin vahiyleri ve hayat 
      hikayeleri vardır. Ketuvim (Kitaplar)’de ise 150 ilahi ve duadan oluşan 
      Davud’un Mezmurlar’ı (Zebur), Meseller, Eyüb gibi değişik çağlara ait 
      değişik kitaplardan müteşekkildir. 

      Daha sonraları farklı versiyonları ortaya çıkan Tevrat’ın toplam kaç 
      farklı nüshası olduğunu bilmiyoruz. Ancak, el-Fasl’ında, An’anilerin, 
      Rabbanilerin, İsevilerin Tevratı ve Filistin’den çıkarılması yasak olan 
      Samirilerin Tevratı diye 4 ayrı nüshadan söz eden İbn Hazm, dördüncüsünü 
      göremediğini, fakat ilk üçünü görüp incelediğini ve bazı bölümlerinin 
      edisyon kritiğini yaptığını söyler. Bu konuya eserinde bir tam cilt 
      ayırarak bu alandaki derin bilgisini kanıtlar.
      Kitab-ı Mukaddes’in, yukarda verdiğimiz bölümlerine ek olarak ortaya çıkan 
      ilk eksiksiz versiyonu MÖ II. Yüzyılda tamamlanmış olan Yetmişler adı 
      verilen Grekçe versiyondur. Bu versiyonda, Apokrifler adı verilip Kutsal 
      Kitab’a dahil edilmeyen materyaller vardır.MÖ III. Yüzyıldan itibaren 
      Kitab-ı Mukaddes’e Apokaliptik metinler ilave edilir. Yahudi mistisizminin 
      ilk yazılı kaynaklarına MS 1. Yüzyılda rastlanır. Birincisi Tekvin’in 
      mistik yorumu (ma’aseh bereshit), ikincisi Hezekiel Peygamber’in Arş’ı 
      taşıyan semavi araçı tasvir eden ”Merkabah”sıdır.

      Filon, Kitab-ı Mukaddes’i Eflatun’un Sudur Nazariyesi’ne uyarlayarak 
      te’vil eder. Ona göre beden ruhun hapisanesidir. MÖ 150’den itibaren 
      Ölüdeniz yakınlarındaki Yahuda çölünde Çileci bir hayat süren Esseniler'e 
      ait literatür 1947’de Kumran’daki 11 mağarada bulunur.
      Yahudi literatürü Mişna ve ona ilave edilen iki Talmud (Kudüs ve Babil 
      Talmudu) ile genişler. Mişna, ”halakah” yani hukuki bir yorumdur. MS 
      200’de tamamlanan altı bölümde tasnif edilen 63 kitaptan müteşekkildir. MS 
      V. Yüzyılda tamamlanan Filistin Talmudu Babil Talmud’una göre daha eski 
      fakat üç kez kısa bir hukuki tefsirdir. Amoraların çalışması Gemara isimli 
      uzun bir tefsire sahip iki derlemedir.

      Talmud’un halakaik (hukuki) tefsiri, Rabbinik literatürün sadece bir 
      kısmıdır. Diğer kısmı ise hem halakaik hem de haggadik (kelami ve tarihi) 
      metinlerden oluşan midraş (tefsir)’lardan oluşmuştur. Hemen hatırlamak 
      gerekir ki, medine’deki Yahudi mabedinin adı da Beytu’l-Midras(ş)’tır. 
      Buradan, Medine Yahudilerinin üçüncül kaynaklardan beslenen bir geleneğe 
      sahip olduğunu çıkarsamakta bir mahzur olmasa gerek.
      Haggadik (kelami ve tarihi) midraşlar külliyatı MS 13. Yüzyıla kadar gelip 
      dayanır. Bunlar arasında Tekvin tefsiri olan Midraş Rabbah, Rav Kahana’nın 
      vaazlarından oluşan Pesikta’sı, 6. Yüzyılda yaşamış Filistinli bir hahama 
      ait olan Midraş Tanhuma bunlardan belirgin olanları.
      Bu tefsirler, yazıldıkları dönemin tipik özelliklerini taşırlar. Babil 
      sürgününde yazılanlar Babil dininin özelliklerini ve gizemini Yahudiliğe 
      taşırken, Helenist dönemde kaleme alınanlar Yunan Çoktanrıcılığını 
      içselleştirir. Diaspora döneminde ortaya çıkan tefsirler, bir kurtarıcının 
      (maşiah) gelip Yahudileri tekrar eski altın çağlarına döndüreceklerini 
      işler. Bütün bu geleneksel tefsirler, gittikçe aslın yerini alacak ve 
      Yahudi dini geleneği ”im kabbalah na kabbal” (gelenek değilse kabul 
      etmeyiz) aforizmasında ifadesini bulan bir mantık üzerine inşa 
      edilecektir. Kur’an’da Ehl-i Kitab’la ilgili eleştiriler sırasında 
      ”atalar” eleştirisi, işte bu mantığın reddidir.
      Bizim burada özel bir önem vermemiz gereken gelenek Kabbala diye 
      adlandırılan, hurufi (gramatolojik), rakamcı (nümerik), teosofik mistik ve 
      gizemci Yahudi geleneğidir. 

      Kabbala geleneğinin çıkış noktası Sefer Yetzirah (Yaratılış Kitabı)’dır: 
      10 sephirot muhtemelen 10 Emir’e tekabül eder. Bunları bir araya getiren 
      22 yol ise İbrani alfabesinin 22 harfine denk düşer. Böylece Yaradılış bu 
      32 unsurdan hareketle vuku bulur. (İlginçtir; Bahailiğin kurucusu 
      Bahaullah da 32 rakamı üzerine oturtmuştu öğretisini.) Sefer Yetsirah’ın 
      bu hekhalotik (hurufi) yorumu, Alman Hasidim Eşkenaz’ların (Alman ve diğer 
      Batı Yahudileri) düşüncelerinin merkezinde yer alır. Kabalist geleneği 
      zirvesine taşıyan Zohar’ın ilk habercileri Kastilyalı Yakub ve İshak Kohen 
      kardeşler olur. Bunlar helenistik gibi görünen alfabe harflerinin yer 
      değişikliği ve uyuşumu ile (bir metnin harflerini değiştirerek elde edilen 
      kombinezonlardan anlamlı kelimeler üretmek ve bunlardan yola çıkarak 
      yorumlar yapmak) mistik nümeroloji tekniklerini ortaya koyarlar.
      Josef ben Abraham Gikatilla (1248-1305) ve Leonlu Moise (1250-1305) Simon 
      bar Yohai’ye atfedilen ”sahteyazı” metin olan Sefer ha-Zohar’ın (İhtişamın 
      Kitabı) yazarıdır. Kabbalistin bütün faaliyetleri, tasarlanan üç amaçtan 
      birini gerçekleştirir: 1 Tikun: Zahidin kişiliğinde ve dünyada vahdet-i 
      vücudun ve uyumun yeniden canlandırılması, 2 Kavvanah: Kendi iç dünyasına 
      doğru gerçekleştirilen deruni seyahat, 3 Devekut: Ruhlarla vecd halinde 
      birliktelik. Zohar kitabı, bazı yorumlara göre, 1648 yılında beklenen 
      Mesih’in geleceğini haber vermektedir. (el-Mesiri) Bu Kabbalist hurufi 
      panteizmi, devrimci bir zemine taşıyan ve Yahudi tarihinde bizce dönüm 
      noktası sayılması gereken bir isim Polonya Yahudisi İshak Luria’dır.
      Burada bir nokta koyup, 32 yılını bir Yahudi, Yahudilik ve Siyonizm 
      ansiklopedisi hazırlamaya vakfederek Jaques Derrida’nın yapıçözüm 
      yöntemini kullanarak mevcut tüm Judaik kavramları tamamen bozup-dağıtarak 
      yeniden inşa eden Abdulvahhab el-Mesiri şöyle der: Konu üzerinde 12 yıl 
      çalıştıktan sonra 1984 yılına geldiğimde, akademik kariyerimin ve ilim 
      hayatımın en önemli gerçeklerinden biriyle karşılaştım. Polonya tarihi 
      bilinmeden modern Yahudi tarihi ne bilinebilir, ne yazılabilir.” Buna, 
      el-Mesiri’den esinlenerek şunu da ekleyebiliriz ki: İshak Luria bilinmeden 
      de Polonya yahudiliği ve dolayısıyla Sabataycılık ve Siyonizm bilinemez. 
      El-Mesiri İshak Loria’nın Kabalistlerin el kitabı Zohar’ı devrimci bir 
      yoruma tabi tutmasının sosyal ve siyasal nedenlere dayandığını söyler. 
      Bunlardan birincisi Mesih’in geleceği yıla tekabül eden Ukrayna’daki 
      Çiftçi Ayaklanması, ikincisi ise 1655’te gerçekleşen Rusya İsveç 
      savaşıdır. Ona göre, bu ve buna benzer olaylar Polonya Yahudilerini 
      derinden sarsar. (el-Mesiri)

         Aşkenazi Rabbi İshak, bu isimlerin baş harflerinden oluşan (ARİ) bir 
      sentezi temsil eden ”ARİ ha-Kadoş (Safed’in Kutsal Aslanı) felsefesini 
      ortaya atar. Bu felsefe, yaratılışı Tanrının bizzat kendi içindeki 
      karşıt/zıt faaliyetler süreci olarak tanımlar ve kötülüğü de bir takım 
      şeyleri içinde bulunduran ”vazonun kımıldamasıyla” düşen manevi parçaların 
      aktif bir varlığı olarak düşünür. Bu kozmik bir dramdır ve negativite 
      pozitif enerjiyi ortaya çıkartacaktır. Luria Kabbalacılığı 1630-1640 
      yılları arasında tüm Yahudi muhitlerini bir yangın gibi sarar ve topyekün 
      kurtuluş düşüncesini onlarda uyandırır.

      M. Eliade’a göre, bu teorinin kendisinde gerçekleşeceğini düşünerek, 
      kötülük eğilimlerini farkettiği İzmirli Sabatay Zvi’yi ilk farkeden 
      (keşfeden) Luriacı Kabbalist Gazzeli Nathan’dır (1643-1680). El-Mesiri de 
      aynı görüştedir. Yalnız o 1664 yılını gösterir. El-Mesiri’ye göre tam da 
      bu sırada İngiltere Yahudileri arasında, ”anavatana dönüş” düşüncesi 
      Hıristiyanlar arasında dahi Yahudiler tarafından yayılmaktadır: 1666 yılı, 
      Yahudilerin Filistin’e dönüşlerinin gerçekleşeceği iki bininci yılının 
      başlangıcını teşkil edecektir. 

      Sabatay Zvi, Sara isimli, Ukrayna’da bir bölgenin mali işlerinden sorumlu 
      olan birinin kızıyla evlenir. Bu kötü şöhreti olan bir kadındır ve o bu 
      evliliği de Luriacı Kabbalacılığın yorumuna uygun bir biçimde ”dışardan 
      kötü görünüp içerde yücelmek” (Melami tarzı) öğretisine uygun olsun diye 
      yapmıştır. Dahası şeriatın tüm formel emirlerini alenen çiğnemeyi, 
      yasakları işlemeyi özendirecek sözler söylemeye başlamıştır. (1648) Bu 
      tavrından dolayı İzmir’den Hahamlar tarafından kovulur. Selanik’e gider, 
      orada ve mücavir kentlerde tüm haramları helal eden, tüm helalleri haram 
      eden öğretisini Yahudileri çağırır. Birkaç ay İstanbul’da kalır. Kahire’ye 
      gider ve Kabbala öğretimi halkasına katılır. O halkanın üyelerinden biri 
      de Devlet Hazine Müdürü Yahudi Cemaati liderlerinden Rufail Yusuf 
      Çelebi’dir. Sonra Filistin’e gider.

      Gazzeli Nathan tarafından beklenen Mesih olduğu ilan edilen Sabatay Zvi, 
      hüzün bayramlarını sevinç bayramları olarak kutlanmasını söyler. Mesih 
      Sultan’ın tacını da ele geçirecektir. El-Mesiri’ye göre Luria 
      Kabbalası’nın temel fikirlerinden birine dayanmaktadır bu talep. 1665 
      yılının Mayıs ayında Kudüs’e giren Sabatay Zvi, tüm evrende tek yönetici 
      kudretin kendi olduğunu ilan eder. Bir ata binerek Kudüs’e 7 kez tavaf 
      eder. Şiddetli saldırılarla karşılaşır ve şehirden çıkarılır. Zvi, 1666 
      yılında İstanbul’a giderek Sultan’ı tahtından indireceğini ilan eder. 
      Şubat 66’da İstanbul’a varır ve yakayı ele verir. Gelibolu Kalesi’nde 
      mahkum edilir. Yavaş yavaş mahkumiyet gevşetilir. Bu sırada her taraftan 
      ”hacılar” gelmektedir ziyaretine. Bu yılın Eylül ayında Kabbalacı 
      Polonyalı Haham Nehemya ziyaretine gelir. Onun uçuk iddialarını 
      reddetmekle kalmaz, Sultan’a etkin bir şikayet dilekçesiyle başvurur. 
      Mahkeme edilir ve ölüm cezasına çarptırılır. Tek kurtuluş yolu vardır 
      müslüman olmak. O da sureta müslüman olarak, ölümden kurtulur ve Kabalist 
      gelenekte Mesih’in vasıflarından biri olan sureta dinden çıkma yorumuna da 
      uygun hareket etmiş olur. Kapıcıbaşı payesi verilerek Arnavutluk’ta 
      mecburi ikamete tabi tutulur. 1676’da koleradan ölür.

      Adamlarından bir kısmı onu terkidir. Fakat çoğunluğu ona sadık kalır. 
      Tevrat’ın Mesihçi bir yorumla reddi, Sabatay Zvi’nin ruhunun kendisine 
      girdiğini savunan Jakop Frank (1726-1791) tarafından Polonya’da 
      Sabataycılık yayılmasını hızlı bir biçimde sürdürür. Polonya Hasidizmi, 
      Zvi’nin fikirleri etrafında bir senteze gider. Sabataycı Hasidîler, cinsel 
      birleşme sırasında, yemek ve ayak yoluna çıkmak gibi aktiviteler sıraında 
      da ibadet etme tarzını övünerek uygularlar.

      El-Mesiri, Sabatay Sevi’yi ortaya çıkaran krizin, Hahamlar tarafından 
      Yahudiliğin sokulduğu kimlik krizi olduğunu söyler. Ona göre ortaçağın 
      tipik bir özelliği olan skolastik yönelişlere karşı gelişen akılcı ve 
      yorumcu atak Yahudilik içerisinde de ses getirmiştir. Klasik Hahamlık 
      kurumu’nun sonunu getirmiştir bu yöneliş. Aynı isim der ki: ”Sabatay Sevi, 
      bu konuda çağdaşı Spinoza’ya benzemektedir. İkisi de aynı krizden 
      sözetmektedir, ikisi de Kutsal Yasalara (halakah: şeriat) karşı meydan 
      okumakta, ikisi de tüm dikkatleri bu dünya üzerinde yoğunlaştırarak 
      laik/seküler bir özden yola çıkmaktadır. Ne var ki, Zvi içerden meydan 
      okurken Spinoza dışardan meydan okumaktadır. İkisi de, hululidir, yani 
      tabiatçı panteisttir. Tabiatla Tanrı’yı aynileştiren bir düşünceye 
      sahiptir. Varlık birdir ve mükemmeldir. Varlıklar bir olan’dan derece 
      derece inmekle çeşitlenirler. Bu yönelik, Zvi’de dini bir kimliğe 
      bürünürken, Spinoza’da laik ve felsefi bir kimliğe bürünmüştür.” 
      (el-Mesiri 5/20)

      İsrailiyyat adı verilen Yahudi geleneğinin hadise etkisi araştırılmışır 
      da, Kabbalist Yahudiliğin İslam Teosofik sufizmi üzerindeki etkileri hala 
      araştırılmayı bekleyen bakir bir alandır. Tıpkı, Yunan düşüncesinin 
      teosofik sufizm üzerindeki etkisinin araştırılmayı beklediği gibi.

      *NOT: Bu çalışma, İslami Araştırmalar Vakfı başkanı Prof. Dr. Ali Özek ve 
      arkadaşlarının talebi üzerine İSAV’da sunulmuş bir tebliğdir. 
     
      Mİ.
      MUSTAFA İSLÂMOĞLU..,
      Yazarın diğer makalelerini okumak için TIKLAYINIZ !

     
http://www.angelfire.com/wy/yaw/Askenaz/askenaz.html

Türk Musevileri Karaimler hakkındaki sayfayı okumak için 
TIKLAYINIZ.. 


http://www.angelfire.com/wy/yaw/Karaimler/karaimler.html


***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder