26 Ocak 2020 Pazar

BÜTÜN BOYUTLARIYLA SURİYE KRİZİ VE TÜRKİYE, BÖLÜM 1

BÜTÜN BOYUTLARIYLA SURİYE KRİZİ VE TÜRKİYE,  BÖLÜM 1





BÜTÜN BOYUTLARIYLA SURİYE KRİZİ VE TÜRKİYE*
Atilla SANDIKLI** 
Ali SEMİN***
* Bu makale BİLGESAM tarafından 2012 yılında aynı başlıkla Bilge Adamlar Kurulu Raporu olarak yayımlanan çalışmanın gözden geçirilmiş şeklidir.
** Doç. Dr., BİLGESAM Başkanı, Haliç Üniversitesi Öğretim Üyesi
*** BİLGESAM Orta Doğu Araştırmaları Uzmanı


Arap dünyası, 2011 yılından itibaren otoriter iktidar yapılarına karşı gelişen 
halk hareketleriyle birlikte siyasi bir dönüşüm sürecine girmiştir. Arap halkları, 
demokratik ve ekonomik hak ve özgürlük taleplerini sokak yürüyüşleriyle 
dile getirmeye, otoriter iktidar yapılarına itiraz etmeye başlamıştır. Tek adam 
ve aile yönetimlerinin tahakkümüne, sıkıyönetim uygulamalarına başkaldıran 
Arap toplumları insan haklarının korunması, siyasi özgürlüklerin sağlanması, 
gelirlerin adil paylaşılması ve işsizliğin giderilmesi için değişim istemektedir. 
Reform taleplerinin seslendirildiği gösteri yürüyüşleri ile başlayan ve bazı ülkelerde silahlı isyan hareketlerine dönüşen Arap uyanışı Tunus, Mısır, Libya 
ve Yemen’de iktidarların devrilmesine yol açmıştır. Yönetimin değişmediği 
Arap ülkelerinde ise halkın taleplerinin ayaklanmaya dönüşmesini engellemek 
maksadıyla iktidarlar, siyasi reformlara ve ekonomik destek seçeneklerine 
yönelmiştir.

Arap uyanışı sürecinin 17 Aralık 2010 tarihinde Tunus’ta üniversite mezunu 
seyyar satıcı Muhammed El-Buazizi’in kendini yakmasıyla başlayan gösteri 
yürüyüşleriyle ortaya çıktığı kabul edilmektedir. Tunus’ta başlayan gösteriler 
neticesinde Devlet Başkanı Zeynel Abidin Bin Ali 14 Ocak 2011 tarihinde 
23 yıllık iktidarını bırakmak zorunda kalmıştır. Mısır halkının Kahire’de 

Tahrir Meydanı’ndaki gösterileriyle 30 sene Mısır’ı yöneten Hüsnü Mübarek, 
11 Şubat 2011’de istifa etmiştir. Libya’da Muammer Kaddafi iktidarına karşı 
başlayan halk hareketi silahlı isyana dönüşmüş, NATO öncülüğündeki uluslararası koalisyon güçlerinin müdahalesi neticesinde Kaddafi Ekim 2011’de 
devrilmiştir. Yemen’deki halk hareketi Devlet Başkanı Ali Abdullah Salih’i, 
23 Kasım 2011 tarihinde Körfez İşbirliği Konseyi’nin (KİK) barış planı çerçevesinde Riyad’da yetkilerini devretmeye mecbur bırakmıştır.

Demokratikleşme istikametinde müspet bir gelişme olarak değerlendirildiği 
için çoğunlukla “Arap baharı” ifadesiyle isimlendirilen süreç, Orta Doğu’da 
aynı zamanda istikrarsız bir döneme yol açabilecek dinamikler ortaya çıkarmıştır. 
Dini, mezhepsel ve etnik farklılıklar temelinde beliren bu dinamikler, 
bölgede yeni çatışma alanlarına zemin hazırlarken bölge dışı aktörlerin de 
Orta Doğu’daki gelişmeleri yönlendirebileceği bir konjonktür meydana getirmiştir. 

Tunus ve Mısır’daki olumlu süreçlerin aksine Arap devriminin çıkmaza 
girdiği Suriye krizi bu açıdan kritik bir örnektir. Rusya’nın Akdeniz’deki tek 
askeri üssüne ev sahipliği yapan, İran’ın Arap dünyasındaki tek müttefiki olan 
Suriye’deki süreç Türkiye’yi de yakından ilgilendirmektedir.

Suriye’de Baas rejimine karşı gelişen halk hareketi, reform talepleri ve kitlesel 
yürüyüşlerle başlamış, iktidarın muhalefeti şiddetle bastırma yoluna gitmesiyle 
silahlı isyana dönüşmüştür. Beşşar Esed iktidarının muhalefet gösterilerini 
bastırma hedefiyle halka karşı şiddete başvurması, yerleşim yerlerini bombalaması 10 binlerce Suriye vatandaşının ölümüne, 100 binlerce vatandaşın 
ise ülkeyi terk etmesine yol açmıştır. Özgür Suriye Ordusu’nun kurulması ve 
Esed’e bağlı güvenlik güçlerinin mukavemetini nispeten koruması ile de kriz 
bir iç savaş halini almıştır. Dış aktörlerin gerek Esed rejimi gerekse muhalefet 
tarafında müdahil oldukları kriz ülke çapında bir sıcak çatışma alanı doğururken, 
Suriye üzerinde bölgesel ve küresel düzeyde bir nüfuz mücadelesi 
başlatmıştır.

Bu makalede; Suriye krizinin seyri, diğer Arap devletlerindeki değişim süreçlerinden ayrılan yönleri ve sonuçları değerlendirilmekte, Esed rejimine karşı gelişen muhalefet hareketi silahlı gücü ile birlikte incelenmektedir. Raporda 
kriz, bölgesel ve küresel ölçekte ele alınmakta, krizin Türkiye’ye etkileri değerlendirilmekte ve krizin seyrine ilişkin senaryolar geliştirilmektedir.

1. Suriye Krizi

Türkiye, Irak, Ürdün, İsrail ve Lübnan’la sınırı, Doğu Akdeniz’e kıyısı bulunan 
Suriye, Orta Doğu bölgesinde ve Arap dünyasında stratejik bir konuma 
sahiptir. İsrail-Filistin çatışma alanına yakınlığı, Şii jeopolitiği hattında İran-
Irak-Hizbullah irtibatındaki işlevi ve Türkiye ile oldukça uzun bir sınıra sahip 
olması Suriye’yi Tel Aviv, Tahran ve Ankara için önemli kılmaktadır. Türkiye 
ve İsrail’in güvenliği ve İran’ın dış politika hedefleri için hassas bir coğrafi 
konumda yer alan Suriye, Lübnan’daki istikrarı da doğrudan etkileyebilecek 
bir aktör statüsündedir.

Esed yönetimi Arap ülkelerindeki halk hareketlerinin ortaya çıktığı ilk dönemde 
bu değişim rüzgârının Suriye’yi etkileyeceğini hesap etmemiştir. Beşşar 
Esed, 31 Ocak 2011 tarihinde Wall Street Journal gazetesine verdiği röportajda 
Mısır, Tunus ve Yemen’deki protesto gösterilerinin, Orta Doğu’da “yeni 
bir çağa öncülük ettiğini” ve Arap yöneticilerin halkın siyasi ve ekonomik 
isteklerini yerine getirmek için daha fazlasını yapması gerekeceğini ifade etmiştir.

Ancak gösteri ve yürüyüşlerin 2011 yılının Şubat ayında Der’a şehrinde 
başlaması ve 15 Mart’tan itibaren ülkenin diğer bölgelerine yayılması 
Arap uyanışı sürecinin Suriye’yi de etkisi altına aldığını göstermiştir. Esed 
iktidarına bağlı güvenlik güçleri, ilk etapta silahsız kitle gösterileri şeklinde 
ortaya çıkan muhalefet hareketini bastırmak için ateş açmaya başlamış, böylece 
kriz büyümüştür. Güvenlik güçlerinin muhalif gösterileri şiddet ve baskı ile 
engelleme teşebbüsü, ülkedeki halk hareketinin Şam, Halep, Hama ve Humus 
gibi Suriye’nin diğer kentlerine yayılmasına yol açmıştır.

Suriye’de halkı sokaklarda kitlesel yürüyüş eylemleri yapmaya sevk eden temel 
neden, Esed iktidarının reform yapması yönündeki taleplerdi. Suriye halkının 
talep ettiği reformlar dört başlık altında değerlendirilebilir:

• 8 Mart 1963 tarihinden beri ülkede uygulanan olağanüstü halin kaldırılması,
• İçişleri Bakanlığı başta olmak üzere, çeşitli hükümet kurumlarının sivilleştirilmesi, güvenlik birimlerinin görev alanlarının yeniden tanımlanması, yasama, yürütme ve yargı organlarının yapılandırılması ve yargının bağımsızlaştırılması,

• Bireysel hakların tanımlanması (Suriye kimliği olmayan Kürtlere vatandaşlık 
hakkı tanınması) ve ülkedeki gelir dağılımında adaletin tesis edilmesi,
• Siyasi partiler yasasında değişiklik yapılması ve iktidardaki Baas Partisi’nin 
gücünün sınırlandırılması.2 

Bu talepler karşısında Esed iktidarı, ağırdan alarak da olsa bazı reformlar yapmaya başlamıştır. 29 Mart 2011 tarihinde görevdeki hükümet istifa etmiş, 14 Nisan 2011 tarihinde bir önceki hükümette Tarım Bakanı olan Adil Safer başkanlığında yeni bir hükümet kurulmuştur.3 Şam’da kurulan yeni hükümette 
Dışişleri Bakanı Velid Muallim ve Savunma Bakanı Ali Habib yerini korumuştur. 
Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed, 16 Nisan’da kurulan yeni hükümetten, 
ülkede 48 yıldan beri uygulanan “olağanüstü hal” durumunun bir hafta içinde kaldırılmasını talep etmiştir.4 Suriye’deki olağanüstü hal durumu Esed’in isteği doğrultusunda yeni hükümet tarafından kaldırılmıştır. Yurttaşlık hakkına sahip olmayan ve büyük çoğunluğu ülkenin kuzeydoğusunda yaşayan yaklaşık 300 bin Kürt kökenli Suriyeliye kimlik verilmiştir.

Esed yönetimi, muhalefetin reform talepleri üzerine yasal çerçevede bazı düzenlemeler gerçekleştirdiyse de bu reformları hayata geçirmemiş, iktidarının 
devamını sağlayacak tedbirlere yönelmiş ve gösteri yürüyüşlerine şiddetle 
mukabele etmeye devam etmiştir. Mesela, 2014 yılındaki devlet başkanlığı 
seçimleri için adil ve serbest bir seçim vaat eden Esed, diğer taraftan reform 
adı altında gerçekleştirdiği anayasa değişikliği ile iktidarda kalabileceği süreyi 
2028’e kadar uzatmıştır. Esed rejimi, olağanüstü hal uygulamasına son 
verdikten sonra “toplu cezalandırma” yaklaşımıyla muhalefetin güçlü olduğu 
yerleşim yerlerine dönük saldırıları artırmış, 10 binlerce sivilin ölümüne yol 
açmıştır. Vatandaşlık kimliği verilen Kürtler ardından askere alınmış, Kürt 
kökenli Suriyelilerin muhalefet saflarına katılmasını engellemek maksadıyla 
ülkenin kuzey ve kuzeydoğusunda PKK/KCK terör örgütü ve PYD ile işbirliğine 
gidilmiştir. Suriye’de halk hareketi bu nedenle süreç içinde hem hedef 
değiştirmiş hem de farklı bir nitelik kazanmıştır.

Başlangıçta reform isteyen halk kitleleri, iktidarın baskısına maruz kalınca 
Esed iktidarının devrilmesini talep etmeye başlamıştır. Esed iktidarına bağlı 
güvenlik güçlerinin gösterilerin sona ermesi ve muhalefetin bastırılması amacıyla halka karşı silahlı güç kullanması, Suriye’deki Baas rejimi ile halk arasındaki ilişkilerin kopmasına yol açmıştır. Nitekim gelinen aşamada Suriye halkı Beşşar Esed’in devrilmesini yeterli görmemekte, Esed’in ve katliamlardan sorumlu Baas mensuplarının cezalandırılmasını istemektedir.

Esed iktidarının reform taleplerini dikkate almaması, halk kitlelerinin muhalefetine şiddetle karşılık vermesi Suriye’deki sürecin niteliğini de değiştirmiştir. Esed yönetimine bağlı güvenlik güçlerinin (polis, ordu ve istihbarat) gösterilere şiddetle mukabelede bulunmasıyla muhalif unsurlar silahlı mücadeleye yönelmiştir. 

Kitle yürüyüşleri biçiminde ortaya çıkan muhalefet hareketi böylece 
Baas rejimine karşı silahlı bir ayaklanmaya dönüşmüş ve taraflar arasındaki 
çatışma süreç içinde ülke geneline yayılarak iç savaş halini almıştır. Güvenlik 
güçlerinin muhalefet hareketini bastırmak için uyguladığı şiddet ve müteakiben 
başlayan çatışmalar sonucunda 10 binlerce Suriyeli hayatını kaybetmiş 
ve yaralanmış, 10 milyondan fazla vatandaş yurtiçinde yerlerinden edilmiş ve 
100 binlerce kişi ülkeyi terk etmiştir.

Suriye’de iç savaşa dönüşen kriz ülke sınırlarının ötesinde sonuçlar ortaya 
çıkarmıştır. Kriz; bölgesel ve küresel bir anlaşmazlığa sebep olmuş, Orta 
Doğu’da Şii-Sünni gerilimine zemin hazırlamış, Suriyeli sığınmacılar sorununu 
doğurmuş, PKK/KCK terör örgütüne farklı bir hareket alanı sağlamış 
ve böylece Türkiye’yi güneyde meşgul edecek bir istikrarsızlık meydana getirmiştir. 

Ulusal ölçekteki çatışmanın bölgesel ve küresel bir anlaşmazlık halini aldığı 
Suriye krizi üç düzeyde değerlendirilebilir. Ulusal düzeyde otoriter Baas yönetimiyle ayaklanan ve silahlanan halk arasında iç savaşa dönüşen bir çatışma vardır. Bölgesel düzeyde, ayaklanan halk lehinde tutum geliştiren ülkelerle Şam’da yönetim değişikliğine karşı çıkarak Esed rejimini destekleyen İran arasında bir nüfuz mücadelesi söz konusudur. Türkiye ve genel olarak Arap 
dünyası, Suriye halkının demokratik ve ekonomik hak ve özgürlük taleplerini 
desteklemekte, Baas iktidarı tekelinin son bulması gerektiğini beyan etmektedir. 
Tahran ise Suriye’de Nusayri azınlığın etkili olduğu mevcut iktidarın varlığını sürdürmesi gerektiğini savunmaktadır. İran, Suriye’de Esed iktidarı çözülürse kendi rejiminin tehlikeye girebileceğini, bölgedeki rejim değişikliği dalgasında sıranın kendisine gelebileceğini değerlendirmektedir. Tahran, Esed iktidarının devrilmesiyle Orta Doğu’da gerçekleştirmeye çalıştığı Şii hilali projesinin de akamete uğrayacağını hesap etmektedir. 

Küresel düzeyde ise demokratikleşme hareketlerini destekleyen aktörlerle 
otoriter yönetimleri destekleyen aktörler arasında bir mücadeleden bahsedilebilir. 
Suriye krizi, Rusya ve Çin’i yakın gelecekte kendi iç işlerine karışılabileceği 
yönünde endişelendirmektedir. Rus ve Çinli karar mercileri, Suriye’de 
bir dış müdahale ile Esed rejiminin devrilmesinden sonra sıranın gelecekte 
kendilerine de gelebileceği ihtimalini göz önünde bulundurmaktadır. 
BM Güvenlik Konseyi daimi üyesi bu iki ülkenin Suriye’ye uluslararası müdahaleye mesnet teşkil edebilecek kararları engellemesi ve Rusya’nın iktidar değişimini önlemek için Esed rejimine sağladığı destek böyle bir mücadelenin yansıması olarak değerlendirilebilir. Nitekim otoriter yönetimleri destekleyen aktörlerle demokratik dinamikleri destekleyen aktörler arasındaki ayrışma Suriye’deki krizle sınırlı değildir. Irak’ta otoriterleşme eğilimleri göstermeye başlayan Maliki iktidarının Rusya’ya yaklaşması da küresel düzeydeki bu ayrışmaya örnek verilebilir.

Uluslararası ilişkilerde ülkelere dış müdahale konusunda iki farklı trendin 
ön plana çıktığı, bu trendlerin Suriye krizinin küresel düzeyde bir anlaşmazlık 
haline gelmesinde etkili olduğu ifade edilebilir. Rusya ve Çin gibi ülkeler 
tarafından benimsenen birinci trend, Vestfalyan egemenliği savunmakta, 
devletlerin iç işlerine müdahaleye itiraz etmektedir. Batılı ülkeler tarafından 
geliştirilen ikinci trend ise devletlerin egemenlik ilkesini tanımakla birlikte, 
planlı insan hakları ihlallerinin büyük boyutlara ulaşması durumunda dış müdahalenin gerçekleştirilebileceği görüşünü savunmaktadır Soğuk Savaş sonrası dönemde BM sistemi ve NATO vasıtasıyla Batılı devletlerin öncülüğünde 
çeşitli kriz bölgelerinde gerçekleştirilen dış müdahaleler iki farklı trendin belirginleşmesine yol açmıştır. Suriye krizinde ise iki trend karşı karşıya gelmiş, 
krizi çözüme kavuşturabilecek adımlar konusunda küresel düzeyde tesis 
edilebilecek bir mutabakatı imkânsız kılmıştır. Nitekim bu konu halen Devlet 
Hukukunun tartışmalı konuları arasında yer almaya devam etmektedir.

Kriz nedeniyle Suriyeliler evini terk ederek yurtiçinde farklı bölgelere ve 
yurtdışına (Türkiye, Lübnan, Ürdün ve Irak’a) göç etmek zorunda kalmaktadır. 
Türkiye’ye giriş yapan sığınmacı sayısı 2012 Ekim ayı içinde Ankara’nın 
“psikolojik sınır” olarak belirlediği 100 bini geçmiş ve katlanarak artmıştır. 
Türkiye’ye giriş yapan sığınmacı sayısındaki artışa bağlı olarak Suriye’nin 
kuzeyinde bir tampon bölge kurulması böylece daha sık gündeme gelebilir. 
Suriye’deki iç savaşın hâlihazırdaki seyri devam ederse yurtiçinde yerinden 
edilmiş ve yurtdışına çıkan toplam sığınmacıların sayısının yakın zamanda 4 
milyonu geçebileceği tahmin edilmektedir.

Suriye krizinde Esed rejiminin, kuzey ve kuzeydoğudaki Kürt nüfusun muhalefete katılmasını engellemek amacıyla PKK/KCK terör örgütü ve aynı çizgideki PYD ile birlikte hareket etmeye başladığı yönünde basın yayın organlarında haberler yer almaktadır. Kriz başlayınca Esed rejiminin Kürtleri kendi tarafına çekmek maksadıyla PYD’yi kullanmaya başladığı ve PKK/KCK’yı 
kullanarak Türkiye’ye karşı komplo içinde olduğu yönünde duyumlar vardır. 
Türkiye PKK/KCK terör örgütü ve PYD’nin bölgedeki faaliyetlerini teyakkuzla 
takip etmelidir. Ancak Suriye Kürtleri arasında birlik olmadığı, bölünmeler 
ortaya çıktığı ve bütün Kürtlerin PYD’ye sempati duymadığı dikkate alınmalıdır. Türkiye ve Suriye’de sınıra yakın yerleşim birimlerinde yaşayan Kürtler arasında akrabalık bağlarının da olduğu bilinmektedir. Türkiye, bu nedenle PYD konusundaki hassasiyetinin bölgedeki Kürtlerde kaygılara neden olmasına fırsat vermemeli, Suriye Kürtleri ile iyi ilişkiler içinde olmalıdır.

Suriye krizi, krizin sebep olduğu bölgesel ve küresel anlaşmazlık, bölgede 
Şii-Sünni geriliminin belirginleşmesi, sığınmacılar sorunu ve PKK/KCK terör 
örgütünün Orta Doğu’da yeni bir hareket alanına kavuşması Türkiye’nin güneyinde istikrarsızlığa yol açmaktadır. Suriye krizi bu bağlamda Ankara’nın 
Orta Doğu’daki girişimlerini kesintiye uğratabilecek, Türkiye’nin bölgedeki 
artan nüfuzunu sınırlandırabilecek bir çatışma zemini doğurmaktadır.

Suriye’deki halk hareketi, diğer Arap ülkelerindeki başarılı süreçlere nazaran 
kısa sürede olumlu bir sonuca gidememiştir. Tunus ve Mısır’da iktidardaki 
liderlerin devrildiği aylarda Suriye’de kitlesel gösteriler başlamış ancak yaklaşık 
üç yıl geçmesine rağmen Esed rejimi varlığını korumaya devam etmiştir. 
İktidar değişikliğinin gerçekleştiği Arap ülkelerinden farklı olarak Suriye’de 
Esed rejiminin varlığını sürdürmesine imkân tanıyan ve muhalefet hareketinin 
muvaffak olmasını engelleyen bazı şartlar belirleyici olmuştur.

Suriye’de nüfus Tunus, Mısır ve Libya’dan farklı olarak homojen değildir ve 
iktidar büyük bölümünü Nusayri azınlığın oluşturduğu Baas ideolojisine sahip 
geniş bir çıkar grubunun denetimindedir. Suriye’de muhalefet hareketi başlayınca Esed rejimi Bin Ali, Kaddafi ve Mübarek iktidarlarının aksine güçlü bir dış destek almıştır. Suriye’de ortaya çıkan muhalefet zayıf kalmış, kendi içinde birlik sağlayamamış ve silahlanma aşamasına erken geçerek Esed rejiminin elini güçlendirmiştir. Batılı ülkeler Suriye krizinde Libya’dakinden farklı bir tutum sergilemiş, Türkiye krize müdahil oldukça geri çekilmiş, söylemde halk hareketini desteklerken eylemde çekimser kalmıştır.

Suriye’de Beşşar Esed’in mensubu olduğu Nusayriler devletin bütün kurumlarında etkilidir. Ülke nüfusunun %12’sini oluşturduğu tahmin edilen Nusayri azınlık, Baas Partisi aracılığıyla siyasi iktidarı ve bürokrasiyi farklı etnik ve dini unsurlar arasında kurduğu çıkar ilişkileri üzerinden kontrol etmektedir. 
Suriye’de Esed rejiminden çıkar sağlayan geniş bir kitlenin varlığı rejimin 
devrilmesini zorlaştırmış, bu kitle bir varoluş mücadelesi vererek iktidar değişimine karşı direnç göstermiştir.

Suriye’de Nusayri azınlık aynı zamanda ordunun komuta kademesini ve üst 
düzey subay sınıfını oluşturmaktadır. Bu nedenle Suriye’de muhalefet hareketi 
ortaya çıktığında askeri bürokrasideki üst düzey yetkililerin çoğunluğu 
Esed iktidarından ayrılmamıştır. Bazı politikacı, diplomat ve askerler muhalif 
saflarda yer alsa da, muhalefet cephesine katılım düzeyi Esed rejiminin gücünü 
ve etkisini büyük ölçüde kıramamıştır. Ordu komutasının Nusayri subayların 
elinde olması, Esed iktidarına muhalefet hareketine silahlı kuvvetle 
karşılık verme imkânını tanımış ve ordunun saf değiştirme ihtimalini ortadan 
kaldırmıştır. Nusayrilerin Suriye silahlı kuvvetleri üzerindeki hâkimiyeti Şebbihaların (Esed ailesine yakın korumalık yapan silahlı askerler) kısa sürede 
devreye girmesini kolaylaştırmış, Esed rejiminin göstericilere müdahalesini 
hızlandırmıştır.

Esed rejiminin muhalefet hareketine karşı aldığı dış destek, rejimin bugüne 
kadar ayakta kalmasına önemli katkı sağlamıştır. BM Güvenlik Konseyi daimi 
üyesi Rusya, Suriye’de rejim değişikliğine karşı çıkmış, Esed rejimini 
kınayan karar tasarılarını Çin ile birlikte veto etmiştir. Suriye’ye yaptırım ve 
uluslararası müdahaleyi mümkün kılabilecek karar tasarılarının Konsey tarafından kabul edilmesini engelleyen Moskova, Esed rejimine silah ve mühimmat temin etmektedir. 

Rus Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, Mısır’da bir gazeteye verdiği röportajda 
konu ile ilgili olarak Moskova-Şam arasındaki silah ticareti anlaşmalarının Sovyet dönemine dayandığını, Rusya’nın bu çerçevede Suriye’ye silah ihraç etmeye devam ettiğini ifade etmiştir. Suriye’ye sadece 2011 yılında 1 milyar dolar değerinde silah satan Rusya, bu satışı Suriye’yi dış tehditlere karşı koruma amacıyla gerçekleştirdiğini beyan etmiştir.5

Rusya’nın yanı sıra Esed rejimine sağlanan dış desteğin önemli kısmının 
İran’dan geldiği gözlemlenmiştir. İran, Suriye’de halk hareketi kitlesel gösteriler  şeklinde ortaya çıktıktan sonra Esed rejiminin yıkılmasını önlemek 
amacıyla tüm imkânlarını seferber etmiştir. Tahran, uluslararası platformlarda 
Suriye’ye dış müdahaleye karşı çıkmış, Suriye krizinin Güvenlik Konseyi’ne 
taşınmasına itiraz etmiştir. Esed iktidarına gösterilerin bastırılmasına yönelik 
profesyonel danışmanlık desteği veren ve istihbarat sistemleri tedarik eden 
İran, Suriye’de çatışmalar başlayınca bu ülkeye askeri teçhizat ve mühimmat 
sağlamaya başlamış, Devrim Muhafızları’nı göndermiştir. İran Devrim 
Muhafızları Komutanı Muhammed Ali Caferi 16 Eylül 2012 tarihinde yaptığı 
açıklamada Devrim Muhafızlarının ve Kudüs Tugaylarının Esed rejiminin 
ayaklanmayı bastırmasına destek olmak için Suriye’de bulunduğunu teyit etmiştir.
Irak’ta Maliki iktidarı da Esed rejiminin varlığını sürdürmesine destek 
sağlamış, Arap Birliği’nin Suriye aleyhinde aldığı yaptırım kararlarını uygulamamıştır.


Muhalefetin zayıf kalması, muhalif unsurlar arasındaki birlik sorunu ve Özgür 
Suriye Ordusu’nun (ÖSO) erken kurulması, Suriye’deki halk hareketinin 
muvaffak olmasını engellemiştir. Suriye muhalefeti gerek ülke içinde gerekse 
uluslararası düzeyde Esed rejiminin ardından iktidarı devralabilecek kabiliyette 
olduğunu göstermekte yetersiz kalmıştır. Suriye Ulusal Konseyi bünyesinde 
devam eden görüş ayrılıkları Konsey’in temsil niteliğinin nispeten zayıf  kalması na neden olmuştur. Suriye Kürtleri Konsey’e tamamen dâhil edilememiştir. 

Diğer taraftan Özgür Suriye Ordusu’nun erken kurulması ironik biçimde 
Esed rejiminin elini güçlendirmiş, rejim muhalefet aleyhinde propaganda 
malzemesine kavuşmuştur. Muhalif unsurların silahlı mücadele aşamasına 
birlik ve koordinasyon tesis etmeden ve gerekli ağır silahları tedarik etmeden 
geçmesi dağınık ve birbirinden kopuk silahlı gruplar ortaya çıkarmış, Esed rejimine karşı hedeflenen askeri üstünlük sağlanamamıştır. Diğer taraftan Özgür Suriye Ordusu’nun kurulması uluslararası toplumun sorumluluğunu azaltmış, Esed rejimine karşı insani müdahalenin önünü dolaylı olarak tıkamıştır.

Batılı ülkelerin tutumu da Suriye’deki halk hareketinin netice alamamasında 
etkilidir. Süreç içinde Türkiye Suriye krizine müdahil oldukça Batı geri çekilmiştir. Libya’daki krizde halkına ateş açan Kaddafi iktidarına müdahalede oldukça hızlı hareket eden bazı batılı devletler Suriye krizinde sadece Esed rejimi aleyhindeki söylemlerle yetinmiştir. Bu devletlerin Suriye krizinin sürüncemede 
bırakılması yönünde irade gösterdiği gözlemlenmiştir. Özellikle Türkiye’nin Orta Doğu’da artan etkinliğinden rahatsız olan bazı batılı devletlerin Suriye krizinin uzamasını hedeflediği, böylece krizin Türkiye’yi yıpratmaya devam etmesini istediği değerlendirilebilir.

2. Suriye Muhalefetinin Yapısı

Suriye krizinde Esed rejiminin gösteri yürüyüşlerini silahlı kuvvet kullanarak 
bastırmaya çalışması, muhalefet hareketinin uluslararası düzeyde tanınmasına 
zemin hazırlamıştır. Uluslararası destek sayesinde muhalefet hareketi Suriye’nin meşru temsilcisi olarak tanınmaya, muhalif unsurlar da tek çatı altında birleşmeye başlamıştır.

Suriyeli muhalif grupların bir araya getirilmesine dönük sürdürülen çalışmalar 
kapsamında “Suriye Halkının Dostları” ismi ile uluslararası bir grup teşkil 
edilmiştir. Grup, Beşşar Esed’in iktidardan ayrılmasını sağlamak için uluslararası 
kamuoyunu harekete geçirebilmek amacıyla kurulmuştur. Seksenden fazla ülkeden oluşan Suriye Halkının Dostları grubu bugüne dek dört kez toplanmıştır.

Grubun ilk toplantısı 24 Şubat 2012 tarihinde Tunus’ta gerçekleştirilmiştir. 

Toplantıdan “İnsani Yardım Forumu” oluşturulması yönünde bir karar çıkmıştır. 
Grubun ikinci toplantısı 1 Nisan 2012’de İstanbul’da yapılmıştır. İstanbul 
toplantısının ardından açıklanan bildirinin 10. maddesinde Suriye Halkının 
Dostları grubu, Suriye Ulusal Konseyi’ni bütün Suriyelilerin meşru temsilcisi 
ve Suriyeli muhalif grupların altında toplandığı çatı örgüt olarak tanıdığını 
beyan etmiştir. Grubun üçüncü toplantısı 19 Nisan 2012 tarihinde Paris’te 
gerçekleştirilmiştir. 6 Temmuz 2012 tarihinde dördüncü kez tekrar Paris’te 
toplanan grup, beşinci toplantısını 2013 yılının Şubat ayında Roma’da düzenlemiştir. 

Suriye Halkının Dostları toplantıları Suriye krizinde küresel düzeyde devam 
eden anlaşmazlığı göstermiştir. Rusya ve Çin toplantılara katılmamıştır. 6 
Temmuz 2012’de Paris’te gerçekleştirilen dördüncü toplantıda dönemin ABD 
Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, Suriye’ye yaptırım kararı alınması için BM 
Güvenlik Konseyi’ne çağrı yapmış, Esed rejimine destek vermeye devam 
eden Rusya ve Çin’in üzerinde baskı kurulması gerektiğini ifade etmiştir. 
Clinton, Suriye krizindeki sorumluluklarından dolayı Rusya ve Çin’in bedel 
ödemesi gerektiğini beyan etmiştir.7

2.1. Siyasi Yapılanma

Suriye krizinde muhalefet ilk kez 1 Haziran 2011 tarihinde Antalya’da 
“Suriye’de Değişim Konferansı”nda bir araya gelmiştir. Daha sonra 23 Ağustos 
2011 tarihinde Suriye Ulusal Konseyi’nin (SUK) ilk çekirdeği İstanbul’da 
teşkil edilmiştir. 310 üyeli olarak tasarlanan Konsey, Suriye halkının isteklerini 
yerine getirerek Esed rejimini devirmek, daha sonra tüm Suriye halkını 
temsil eden bir yönetim kurma hedefiyle çalışmalarına başlamıştır. 2 Ekim 
2011 tarihinde tekrar İstanbul’da bir araya gelen Suriye muhalefeti Konsey’in 
kuruluşunu ilan etmiştir. Bu toplantı Esed iktidarı aleyhinde gösterilerin başlamasından ancak yedi ay sonra gerçekleştiği için geç kalmış bir girişim olarak görülmüşse de Konsey kısa süre içinde uluslararası ölçekte Suriye’nin meşru temsilcisi olarak tanınmaya başlamıştır. Konsey’in ilk Başkanı Burhan Galyon, 17 Mayıs 2012 tarihinde istifa edince yerine Abdulbasit Seyda seçilmiştir. 

Suriye Ulusal Konseyi’nin çatısı altında yer alan muhalif oluşumlar:

• Müslüman Kardeşler ve Destekçileri
• Şam Deklarasyonu
• Suriye Yerel Koordinasyon Komiteleri
• Suriye Yüksek Devrim Konseyi
• Bağımsız Liberaller Kitlesi
• Seküler ve Demokratik Suriyeliler Koalisyonu
• Suriye Devrim Genel Komisyonu
• Şam Baharı (Rabii El-Demaşk)
• Ulusalcı Şahsiyetler8

2. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder