31 Ocak 2020 Cuma

21. YÜZYIL DÜNYA ENERJİ DENGESİNDE PETROL VE DOĞAL GAZIN YERİ VE ÖNEMİ BÖLÜM 1

21. YÜZYIL DÜNYA ENERJİ DENGESİNDE PETROL VE DOĞAL GAZIN YERİ VE ÖNEMİ BÖLÜM 1



21. YÜZYIL DÜNYA ENERJİ DENGESİNDE PETROL VE DOĞAL GAZIN YERİ VE ÖNEMİ: 
‘HAZAR BORU HATLARININ KESİŞME NOKTASINDA TÜRKİYE’ * 


Dr. Cenk PALA** 
* Bu makale, TÜSİAD Görüş Dergisi’nde Mart 2003’de yayınlanan yazımızın, Avrasya Dosyas› Enerji Özel 
Sayısı için kapsamı yaklaşık % 50 oranında genişletilmiş halidir. 
** BOTAŞ, Dış İlişkiler ve Strateji Geliştirme Daire Başkanı (cenk.pala@botas.gov.tr) 
AVRASYA DOSYASI 


I. Dünya Enerji Dengesi ve Geleceğine Genel Bakış: 
‘Dünya Ekonomisi-Fosil Yakıt Evliliği’ Katolik Bir Evlilik midir? 


Bu başlık, Orta Asya’ya, yani bu coğrafi tanımlamaya asıl anlamını veren, kapitalist dünya iktisadî sisteminin yeni hidrokarbon deposu Hazar Denizi’ni mercek altına almadan önce, bir parçası olunacak dünya dengelerinin gözden geçirilmesi amacıyla atılmış bir başlıktır. Başlıkta sorduğumuz soruya kısaca cevap verelim: Evet, bu evlilik Katolik bir evliliktir, en azından gözle görülür 
bir gelecek için böyle de kalacağı düşünülmektedir. Çevre duyarlılığını ve dünyayı ‘kötü adam’ fosil yakıtlardan kurtarma çabalarını küçümsememekle 
birlikte, hiç bir yenilenebilir enerji kaynağının ticarî ölçekte petrol ve doğal gazla en azından önümüzdeki 60 ve belki de 100 yıl içinde gerçek anlamda rekabet edemeyeceği ortadadır. 

Dünyanın gözü önünde cereyan eden Kyoto görüşmeleri, bunun en önemli kanıtlarından biridir. Gelişmiş ülkeler, en azından dünya iktisadî ve malî sistemi ile bunun teknolojik alt yapısı ‘fosil yakıt’lara dayalı olmaktan vazgeçemediği müddetçe sadece Kyoto sürecini sulandırmakla yetineceklerdir. Emisyonlara gerçek bir çözüm bulamadıkları gibi Sanayi Devrimi’nden bu yana üzerlerine yapışan tarihsel sorumlulukları da gelişen ülkelerin sırtına yüklemek için, ‘emisyon ticareti’ benzeri post-modern çözümler üreterek ve böylece daha az kirletenlere ‘rüşvet’ vererek fosil yakıt tüketmeye devam edeceklerdir. 

Bugün 6 milyarı çoktan aşmış olan dünya nüfusunun, 2020 yılına kadar yılda %1.4’lük bir artışla 8 milyarın üzerine çıkması ve 2050 yılına kadar da 10 milyara ulaşması beklenmektedir. Bu artışın ana kaynağı gelişmekte olan ülkelerdir. 2020’lerde dünyadaki her 5 kişiden 4’ü bu ülkelerden olacaktır. Söz konusu nüfus patlaması ve artan gelir düzeyinin etkisi, dünya toplam enerji tüketimine doğrudan yansıyacaktır: 2001 yılı sonu itibarıyla 9.1 milyar ton petrol eşdeğerine (TPE) ulaşan dünya enerji tüketiminin, nüfus artışının üzerinde bir trend izleyerek % 1.7’lik yıllık bir artış kaydetmesi ve 2010’da 11.3 milyar TPE’ye, 2020’de ise 13.4 milyar TPE’ye ulaşması beklenmektedir.1 

Bu hızlı talep artışı, özellikle çevreyi tehdit eden pek çok olumsuzluğu da beraberinde getirecektir: Bu süreçte, bugün 23 milyar tonun biraz üzerinde seyreden enerji kaynaklı dünya toplam CO2 emisyonunun, enerji tüketiminde mevcut trendin sürmesi durumunda katlanarak artacağı ve bunun sonucunda 2010’da 29 milyar ton ve 2020’de ise 36 milyar ton karbondioksitin atmosfere salınacağı tahmin edilmektedir. 

Halihazırda % 35 civarında olan gelişen ülkelerin toplam emisyondaki payının, % 3.5 gibi dünya ve gelişmiş ülkeler ortalamasının üzerinde seyredecek bir yıllık emisyon artış hızıyla, 2010’da ilk önce gelişmiş ülkelerin payı ile eşitlenmesi (% 44) ve ardından 2020 yılında ise % 50’ye çıkması beklenmektedir. 

Özetle, gelişen ülkeler, 2020’de, hem dünya enerjisinin yaklaşık yarısını tüketecekler hem de enerji kaynaklı CO2 emisyonunun yarısından sorumlu olacaklardır. Türkiye’nin ise global toplamdaki payı, tıpkı global enerji tüketimindeki payı gibi, % 1’in altındadır. 

   Gerek genel enerji tüketiminde gerekse elektrik üretiminde temel yakıt olarak ‘kömürü’ tercih eden sadece Çin ve Hindistan ise global toplamdan, birlikte % 26 oranında (Batı Avrupa payına eşit) pay alacaklardır. İşte, gelişmiş ülkeleri endişelendiren, kendileri fosil yakıtları bırakamayacakları için gelişen ülkeleri Kyoto Protokolu ile taahhüt altına almaya yönelten karamsar tablo budur. 

Petrol krizleri sonrasında dünya genelindeki resmi görmek için hazırlanan Tablo 1’den, özellikle gelişmiş ülkelerin petrol krizleri sonrasında uyguladıkları sanayileşme, enerji ve teknoloji politikalarının yansıması olarak, 1973’de % 53 ile dünya birincil enerji tüketiminde en üst düzeye ulaşan petrol payının, 2000 yılı sonu itibarıyla % 40’a gerilediği anlaşılıyor. Fosil yakıtlararası ikamede ise kömür ve doğal gaz paylarının önemli ölçüde arttığı ve global enerji tüketimin den yaklaşık aynı oranda pay aldıkları gözleniyor. Fosil yakıt dışı enerji kaynakları arasında ise en büyük katkının nükleer enerji tarafından yapıldığı ortaya çıkıyor. Bu süreçte değişmeyen tek şey fosil yakıt bağımlılığıdır: 1973 
yılında global enerji tüketiminin % 87’sini sağlayan fosil yakıtların payı, 2000 yılında % 89 düzeyine çıkmıştır. 



Tablo 1. Dünya Birincil Enerji Tüketiminde Yakıt Payları 2 

< Önümüzdeki 20 yıl ve pek çok ciddi çalışmaya göre 50, hatta 100 yıl içinde, dünya ülkelerinin, ne fosil yakıt ne de kömür tüketiminden kolayca vazgeçemeyeceklerini söylemek mümkündür. >

Aynı tablodan, fosil yakıtların, 2020 yılı dünya enerji tüketiminin de en az % 92’sinden sorumlu olacakları anlaşılmaktadır. 
Önümüzdeki 20 yıl ve pek çok ciddi çalışmaya göre 50, hatta 100 yıl içinde, dünya ülkelerinin, ne fosil yakıt ne de kömür tüketiminden kolayca vaz geçemeyeceklerini söylemek mümkündür. Üstelik, diğer fosil yakıtların ‘düşme’ eğilimine girip, giderek daha pahalı hale gelecekleri 2050’lerden sonra, tıpkı petrol krizlerinin ardından yaşanan gelişmeler gibi yine kömürün ‘dengeleyici kaynak’ olarak stratejik önemini arttırması beklenebilir. 

Uluslararası Enerji Ajansı’nın 2020’ye kadar dünya enerji dengelerini inceleyen kapsamlı bir raporuna göre4 hem gelişmiş hem gelişen ülkelerde kömür, üretim alanlarının yakınında kullanılmasından kaynaklanan düşük maliyet nedeniyle, özellikle elektrik üretimindeki önemini koruyacaktır.5 Boru hattı sistemlerinin mevcut olduğu ya da kurulabileceği yerlerde, yeni elektrik santralleri gibi pek çok uygulamada yakıt seçeneği olarak daha çok doğal gazın tercih edileceği anlaşılmaktadır. Bir anlamda doğal gaz, bugün bir duraklama dönemi geçiren nükleer enerji tekrar büyük oranda devreye girene kadar, yani 2050’ler sonrasına kadar, özellikle çevresel açıdan bir ‘geçiş yakıtı’ görevi üstlenecektir. Doğal gaza, ‘21. yüzyılın yakıtı’ denilmesinin asıl nedeni budur. 

Tablo 1’den, 20. yüzyıla damgasını vuran petrolün, dünya enerji dengesinde en büyük paya sahip yakıt olma özelliğini önümüzdeki 20 yıllık dönemde de koruyacağı anlaşılmaktadır: Bugün global enerji tüketiminin % 40’ından sorumlu olan petrolün toplamdaki payı, 2020’de çok az gerileyerek % 38 gibi hala yüksek bir oranda seyredecektir. İşte, genel olarak ‘petrolü’ ve özelde ise ‘Hazar petrolünü’ dünya iktisadî sistemi açısından önemini kanıtlayan da, bizzat bu rakamlardır. 

Ajans da, bu nedenle, Avrupa ve Asya pazarlarının artan ihtiyaçlarını karşılamak üzere, yeni yüzyılın gözdesi Hazar Bölgesi’nde yer alan ham petrol ve doğal gaz rezervlerinin hızla geliştirilmesinin Batı açısından öneminden söz etmektedir.6 

Ajans Raporu’nda, bunun temel nedeni olarak, petrolün, 2020’ye kadar, özellikle kara ve hava taşımacılığı alt sektörlerinin hızla büyüyen enerji talebinin karşılanmasında artan oranda kullanılacağına işaret edilmektedir. Yapılan projeksiyonlara göre, önümüzdeki 20 yıl içinde, dünya petrol tüketiminde gerçekleşecek yaklaşık 2 milyar tonluk (15 milyar varil) ilave artışın % 59’u ‘ulaştırma’ sektöründen kaynaklanacaktır. 

Burada yeri gelmişken, ulaştırma sektöründen hareketle, petrolün, dünya enerji dengesindeki ağırlığı ile ilgili önemli bir saptama daha yapmakta fayda vardır. Petrol krizlerini takip eden dönemde, sek-törel bazda, petrol kullanımında en büyük pay ve artış ulaştırma sektöründe yaşanmıştır. Rakamlarla ifade edersek, 1973-1999 döneminde, ulaştırma sektörünün dünya toplam petrol tüketimindeki payı % 42’den % 58’e sıçramıştır.7 

Günümüzde, ulaştırma sektörünün dünya genel enerji tüketimindeki payının % 20 olduğu, bunun da 3/4’ünün karayolu taşımacılığına gittiği ve karayollarında seyahat eden taşıtların temel yakıt olarak hâlâ petrol kullandığı dikkate alındığında; hidrojen, elektrik ya da metanol/ etanol gibi araçlarda petrolü ikame edecek ekonomik bir alternatif yakıt bulunamadığı veya bu alternatiflere dayalı yakıt hücreleri benzeri bir teknolojik devrim yaşanmadığı sürece, bu yüzyılın en azından ilk yarısında petrolün öneminin azalacağını ileri sürmek mümkün değildir. 

Kaldı ki, nispi olarak önemi azalacak olmakla birlikte, petrol, büyük otomotiv ve inşaat şirketlerinin hatta ilgili yan sanayilerin iştahını kabartan, Asya ve özellikle Çin’in katlanarak artan enerji açlığı devam ettiği sürece siyah altın, dünya enerji dengesinin en önemli bileşenlerinden biri olmaya devam edecektir. Dünyanın ‘petrol açlığı’, yeni bir kaynağın, Hazar Petrolleri’nin dünya pazarlarına sunulmasının arkasında yer alan en önemli motiflerden biridir. 

Yeni yüzyılın tüm stratejik denklemlerinde baş parametre olacağı sezilen Çin meselesini biraz daha açarsak, otomobil satışlarının daha bugünden yılda 1 milyonu aştığı Çin, her 10.000 kişiye sadece 3 otomobilin düşmesi özelliğiyle dünya kapitalist sisteminin önde gelen ekonomilerinin iştahını kabartmaktadır. Üstelik, Çin, sadece otomotiv sanayii için değil, yapılması planlanan 35.000 km’lik süper otoyolların ve en az 5 kat artacağı tahmin edilen park ihtiyacı nedeniyle kapalı otopark yapımından pay alacak inşaat şirketleri açısından da çok önemli bir pazardır.8 

Son dönemde yaşanan ABD-Çin yakınlaşmasını, bu açıdan da değerlendirmek gerekir. ABD’nin Şangay Beşlisi (Altılısı oldu, ABD sayının daha da artmaması için uğraşıyor) benzeri organizasyonlara karşı çıkmasının, hatta Afganistan müdahalesiyle9 Rusya ve Çin’e gönderdiği bir mesajla ‘benim iznim olmadan enerjiden hareketle bölgesel bir çekim merkezi yaratılmasına asla izin vermeyeceğim’ demesinin gerisinde yatan neden ve Çin’in cazibesini arttıran da, bu büyük potansiyelidir. 

Önümüzdeki yirmi yılda doğal gaz tüketiminde meydana gelecek artışın kilit sektörü ise ‘elektrik’ olacaktır. Günümüz global gaz tüketiminde % 35 ile en büyük pay ‘elektrik sektörüne’ aittir. Özellikle Kombine Çevrimli Doğal Gaz Türbinleri’nin ısıl verimliliğinde beklenen sürekli iyileştirmeler ve çevre dostu bir yakıt olması nedeniyle 2020’ye kadar, yeni elektrik santrallerinde daha çok doğal gazın tercih edileceği, buna bağlı olarak santrallerden kaynaklanacak doğal gaz talebinin % 4’lük bir yıllık ortalama artış hızıyla büyüyeceği tahmin edilmektedir.10 

Ajans, önümüzdeki yıllarda CO2 emisyonlarının, Kyoto’da ülkelerce taahhüt edilen oranlarda azaltılması için, yeni politikaların belirlenerek uygulamaya konulmasının gerekliliğinden söz etmektedir. Bu politikalar, CO2 başta olmak üzere sera gazı emisyonlarının ve fosil yakıt kullanımının azaltılması amacıyla ‘nükleer enerji’ ve ‘hidrolik dışı yenilenebilir enerji kaynaklarının’ geliştirilmesine destek verilmesidir. Yenilenebilir ya da alternatif enerji kaynaklarının dünya genelinde daha geniş bir kabul görebilmesi içinse, fosil yakıtlar başta olmak üzere diğer enerji kaynakları ile rekabet edebilecek düzeyde birim maliyetlerin azaltılması ve bazılarının yol açtığı çevresel problemlerin çözümlenmesi 
gerekmektedir. Bugünkü haliyle yerine getirilmesi mümkün görünmeyen Kyoto taahhütleri, dünya enerji talebinin gelecekteki yapısını ve büyüme trendini değiştirecek en önemli etken olacaktır. Bugün, bu yönde umut veren hiçbir kıvılcım bulunmamakla birlikte, tüm diğer batılı bloklardan daha ciddi hedefler koymuş olan Avrupa Birliği (AB) ülkelerinin, Kyoto taahhütlerinin karşılanmasın da başvurabilecekleri en önemli ve belki de tek yakıt türünün ‘doğal gaz’ olacağı gayet açıktır. 

<  Bugün, bu yönde umut veren hiçbir kıvılcım bulunmamakla birlikte, tüm diğer batılı bloklardan daha ciddi hedefler koymuş olan Avrupa Birliği (AB) ülkelerinin, Kyoto taahhütlerinin karşılanmasında başvurabilecekleri en önemli ve belki de tek yakıt türünün ‘doğal gaz’ olacağı gayet açıktır.  >

Petrol ithal eden ülkelerin 2020’ye kadar temel arz kaynağı olarak Orta Doğu’ya bağımlılıklarını sürdürmeleri beklenmektedir. 
Fiyatların 2010’a kadar önemli bir değişiklik göstermeyeceği, 2010’dan sonra konvansiyonel olmayan kaynaklardan sıvılaştırılmış yakıtın (petrollü şist, petrollü kum ile kömür, biyokütle veya biyogazdan dönüştürülen kaynaklar vb.) 
önem kazanmasıyla 2010-2015 döneminde fiyatların yükseleceği tahmin edilmektedir. Orta Doğu petrolüne bağımlılık ve konvansiyonel olmayan sıvı yakıtların kullanımına yönelim, söz konusu dönemde arz darboğazları ve petrol fiyat şoklarını gündeme getirebilecektir. Ancak, 11 Eylül’de ikiz kulelere çakılan uçaklar, sadece kuleleri değil Orta Doğu’nun ‘Doğu’sunu da yerle bir etmiş; Orta’nın yanına artık ‘Asya’yı eklemiştir. Yeni yüzyılda, Orta Doğu kaynaklı arz ve fiyat krizleri yaşanmamasının teminatı Hazar Bölgesi olacaktır! 

Kalkınmanın vazgeçilmez enerjisi olan elektrik, dünya genelinde fosil yakıtlardan hidroliğe, nükleerden jeotermale uzanan geniş bir portföyden elde edilmektedir. Ancak, en büyük pay, başta kömür olmak üzere fosil yakıtlara aittir. Tablo 2, 1973-1999 döneminde, dünya elektrik üretiminde % 38 olan kömür payının, 2020’ye dek değişmeden kalacağını göstermektedir. 


Tablo 2. Dünya Elektrik Üretiminde Yakıt Payları11 

Elektrik üretiminde, 2020 yılına kadar dünya çapında doğal gaza büyük bir yönelim beklenmekle birlikte; hidroliğin sınırlarına gelinmesi, nükleer durgunluk dönemine girilmesi ve ekonomikliği tartışmalı yenilenebilir kaynakların oldukça sınırlı katkısı nedeniyle, kömür başlıca kaynak olmayı sürdürecektir. Önümüzdeki 20 yıl ve hatta 50 yıl içinde dünya ülkelerinin, ne fosil yakıt ne de kömür tüketiminden kolayca vazgeçemeyecekleri anlaşılmaktadır. Kömürü, iklim değişikliği meselesinin odağına getiren de, dünya genelinde elektrik üretiminde 
son 30 yıldır süregelen bu ağırlığıdır. 

1973-1999 döneminde özellikle nükleer enerjinin devreye girmesiyle beklenen sıçramayı yapamayan doğal gazın ise, nükleer duraklama sürecinin devam edeceği önümüzdeki yirmi yıl içinde payını sürekli arttıracağı ve 2020’de bu temiz, ucuz, verimi yüksek modern yakıtın dünya elektrik üretiminin % 30 gibi bir oranını karşılayacağı anlaşılmaktadır. Doğal gazda tümüyle ithalata bağımlı olan Türkiye’de, bugün % 23 civarında seyreden elektrik üretiminde doğal gaz payının, OECD bölgesinden çok daha önce, 2010 yılında % 30’lara çıkacağı tahmin edilmektedir.12 İşte özellikle Hazar gazı için Türkiye’yi hem en uygun piyasa haline getiren hem de bu gazın ileride Avrupa’ya taşınmasında en uygun güzergâh seçeneği olarak öne çıkartan ana tablonun bir parçası budur. 

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,


***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder