Suriye krizi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Suriye krizi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

4 Kasım 2021 Perşembe

Suriye krizi Türkiyeye toprak kaybettirecek

 Suriye krizi Türkiyeye toprak kaybettirecek 


    
Türkiyeye toprak kaybettirecek süreç başlattı mı?
Mehmet Efe Çaman
31 Ağustos 2019


ANALİZ | MEHMET EFE ÇAMAN.,

Suriye'de Arap Baharı denen isyan dalgasının etkisinde olduğu bir halk hareketini kontrol ediyor alan alan islamcı fanatikler, ülkelerini kısa bir iç savaşla yüzyüze bıraktılar. Türkiye en başından beri Suriye'deki merkezi yönetim karşıtı İslamcı-cihatçı fanatik grupları orada bir numara aktör oldu. Suriye'nin toprak bütünlüğünü formel olarak deklare etse de, Ankara'nın bu tutumu Suriye'nin yerini parçaya bölünmekte yol açtı. Türkiye'nin doğu sınırlarında yanan, korunaklılık yapan, İslamcı terörist grupların bulunduğu ve rahatça çakışıyor Türkiye-Suriye sınırından giriş çıkış yapabiliyor. Türkiye toprakları, Erdoğan'ın hükümetinin bilgisi altında cihatçı bölgesindeâhı haline geldi.


Türkiye ortadoğu dersini almak için Türkiye’de ortanca kıdemdarlık’ı Erdoğan ve İslamcılar, sünnici dış politika izlenmesiyle ilgili bir başat güç olması hayali kuran Erdoğan ve İslamcılar, el altından Suriye'deki cihatçı teröristlere silah, mühimmat, sağlık malzemesi, gıda, motorize araç, hatta para koymakler. El Kaide ve IŞİD türevi gruplara sempati duydu, onları savunuculuyor üstlendi. Bu gruplarla aynı ideoloji ve ideallere inanan daha küçük gruplar resmen hedeflenmiştir. Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) denen oluşumumu demokrasi isteyen bir güç olarak meşrulaştırmaya çalışmak beyhudeydi. Tüm dünya Suriye'de demokrasi değil,
Beklentiler neydi? Kimse bilmiyor! İslamcılar böyle somut yanıtlayarak sorulardan hoşlanmaz zaten. Onlar için daha afakî, muğlâk laf kalabalıkları daha çekicidir! Şam Emevi Camii'nde namaz kılmak falan gibi İslamcı kitlelerin kulağına hoş gelen “hedeflerin” makarası burada, orduyu yöneten Erdoğan ve adamlarını rahatsız etmedi. Esad Nusayri, biz Sünni'yiz türü düşük zekâ kokan korelasyonlarla Suriye'de battıkça battılar. Oysa gerçekler çok acıydı. Türkiye hedefleri ve gücü arasında denge kurmadan, tanımadığı, bilmediği, önü-sonu belli olmayan bir karmaşaya balıklama daldı. ABD ve Rusya dışında bir müstakil güç olarak varlığın sürdürebileceği sanr yönünde hareket ettiler. İslam ve İslami aidiyet gibi uluslararası siyasette hiçbir anlam taşımayan kavramlar ve bir strateji geliştirdiler.




Burada Türkiye, dört milyona yakın Suriyeli mülteciyi sınırlarından geçirdi. Bugün bu insanlar Türkiye'deler. Türkiye'nin gerçekliği eski. Büyük bir şeyi de bundan böyle yapabilirsiniz. Türkiye demografisinin bir parçası haline geldiler. Milyonlarca çocuk Türkiye'de okula gidiyor. Yüz binlercesi Türkiye'de dünyaya geldi. Suriyeli iş piyasasının parçası oldu. Suriyelilerin oranı büyük; Türkiye'nin eğitimi, sağlık, ekonomik, teknolojik altyapılarına büyük bir yüktür bu. Kendi ülkesinde vatandaşlarının bazı ülkelerinde ortalamasının çok altında olması durumunda sunabilen orta geliriniz bir ülke için azımsanmayacak ve geçiştirilemeyecek kadar majör bir sorundur!

Videosu;


https://youtu.be/_fn5vPxFMg4

Israrla yapılan hataların telafi edilmediği, bilakis hataların üzerine devam ederek devam edilen bir durumla karşı karşıya Türkiye. Bugüne kadarki Suriye politikasının ciddi bedelleri oldu. Bunların önemlilerini saymak zorunlu: 




1) Yasa'nın dış göçün tetiklenmesi, 
2) Suriye'de büyük güçlerin bulunduğumesi, 
3) Suriye'de merkezi hükümetin ülke topraklarını kontrol edememesi (devlet olmanın en önemli koşulunu yapabilmesi), 
4) uzak kalkması, 
5) İslamcı-cihatçı fanatizmin Suriye'de yaygınlaşması, terör örgütlerinin bölgeye yerleşmesi, 6) Suriye'nin Kürtçe grubu gruplarının Türkiye sınırına kadar olan bölgeyi kontrol etmeye başlıyor, 
7) Türkiye topraklarının cihatçı bölgesinde gelmesi, 
8) Türkiye'nin güney sınırının geçişken ve kontrol edilemez hale gelmesi,

Bu yazı yazılırken İdlib'de Rus / Suriye bombardımanları sonunda yüz binlerce Suriyeli Türkiye sınırına doğru hareketlendiler. Buradaki büyük bir bölümü masum sivil halk, kalanları bölgeyi terk eden cihatçı teröristler. Bölgede milyonlarca insan var ve bu konuda önemli bir bölüm. Bu göç dalgası önümüzdeki haftalarda daha da yoğunlaşabilir.


Suriyeli eklenebilir. Bu zaten dramatik olan durumun tümüyle kontrolden çıkması sonucunu beraberinde getirecek. Çok ciddi bir rakam ve orandan bahsediyoruz. Türkiye'de bu yeni göç dalgasını absorbe ederek kapasite var mı? Dahası, Türkiye halen kuzey Suriye'deki Kürt kökenliyla sorun yaşıyor. Irak ve Suriye Kürtleri ile Türkiye Kürtleri arasında aidiyet duyguları Biz duygusu artıyor. Bu durumda körükle gidercesine, Türkiye demokrasi ve insan haklarından tümüyle koparak Kürtlerin meşru siyaset kanallarını tıkamış bulunuyor. Kürtçe halkı bir aradaheit rejimi içinde, köşeye sıkıştırılmış olarak hissediyor. PKK ile Suriye Kürtleri'nin öz özdeşliği kabul ediliyor, bu çok çok büyük bir bilgisayarda. Oysa Ankara'nın elinde Suriye'deki durumsuzlaşmaya başladığında Kürtlere odaklanmak önemlidir. Seküler Kürtlerle daha yakın siyaset izlenerek, Türkiye'de de çözümde devamine devam edilir, Suriye'nin kuzeyi Türkiye ile dost bir Kürtçe ayarlanabiliyor, Türkiye Kürtlerin demokratik açılığını kabul etmeyi bekliyoruz. Federal bir Suriye, tıpkı federal bir türkiye gibi, bölgesel ve etnik aidiyetleri baskilari alindigi müddetçe toprak bütünlüğünü güçlendirebilirdi. Oysa Ankara'daki İslamcı şarlatanlar bir avuç oy için cihatçı manyaklara destek verip, diğer tarafta Avrasyacı derinlere yemekte Kürtlerle sistemimizin çözümünü içeride sonlandırıp, ülkemizdeki Kürtlerin da hedefine getirilmesi seçti. Yaparak kendi bindiği dalı kesti.

Ortadoğu siyaseti, dengeleri gözetmeyi ve sırtını ayarla. Yoksa Dimyat'a pirince giderken seçtiğiniz eldeki bulgurdan olmuş orada! Yaşanan budur. Türkiye rejimi ısrarla hatalardan öğrenmiyor; dahası bunu “dik durmak” olarak algılıyor. Diklenmekle ve ona buna değmekle birlikte durmak arasında ciddi fark bulunduğunu öğrenmemek, ciddi bir akıl tutulması, dahası ölümcül bir hatadır. Ruslara güvenerek NATO şemsiyesinin dışına yaklaşıyor, kendileri tartarıyor ve buralarda da aynısını gören Erdoğan rejimi, Türkiye'nin petrol ve gazze bağımlı, silahını ve mühimmatını arıyordan satın alan, ekonomisi kırılgan ve dış pazarcıların yeni paralinin, sofistike dünyanın onuruna yakın, içindekiler etnik kırılganlığı içerisinde barındıran bir aktör olduğu gerçeğini kabullenemiyor. İçerideki cahil kitleleri hilafet, fetih, Osmanlı, küresel güç vs. bomboş retoriklerle hipnotize ediyor. Bu coğrafyanın güçsüzlüğün aptallıkla liderliğini kabul edemeyeceğini görmüyor!

Türkiye'den çıkan politikalar ana konu Türkiye'nin izlediği yanlış politikalardır. Ödenen bedel, akıl ve izan yoksunluğunun faturasıdır. Bu bedel Osmanlı'nın 1910–1920 arası 10 yıllık şehirde hatalarından birinde bedele benzeyen sonuçlara gebe! Suriye'de Fransızlar yok, ama Ruslar ve Amerikalılar var. Suriye ve Türkiye bu krizde organik olarak arada bağlandı. Suriye'yi hasta eden mikroorganizma Türkiye'yi aynı şekilde enfekte edebilir. Dahası Rusya'nın NATO'nun yumuşak karnına dönüştürdüğü ABD'yi ABD şemsiyesinden sonra tümüyle çıkartmış durumda. Akdeniz'e yerleşen Rusya, Türkiye'yi kendine bağlayarak güdümüne soktu. ABD ile tampon bölge anlaşmasının akabinde İdlib Türkiye'yi cezalandırıyor. Türkiye’de kremlin'in politikalarına bağlı! Gerisini siz hesaplayın!

Şaka değil: Türkiye krizi Türkiye'ye toprak kaybettirecek süreci başlatmış olabilir.
Orijinal olarak 31 Ağustos 2019 tarihinde https://www.tr724.com adresinde yayınlanmıştır .

***

8 Şubat 2020 Cumartesi

Suriye Krizinde Bölgesel ve Küresel Aktörler BÖLÜM 10

Suriye Krizinde Bölgesel ve Küresel Aktörler  BÖLÜM 10




Türk Dış Politikasında Suriye Dönüşümü: Güvenliğe Geri Dönüş 


Doç. Dr. Murat ÇEMREK 

Başlıktan da anlaşılacağı üzere bu mütevazı çalışma, Türk Dış Politikasının 
(TDP) Suriye’ye dair dönüşümünü kısaca incelemeye matuftur. Burada 
“dönüşüm” kavramı hem kavramın en vulgar, basit ve sözlükteki etimolojik 
karşılığıyla var olan formunun ötesine geçmesi yani bir önceki formunu 
aşmasıyla ulaştığı yeni formu ve değişikliği kastetmektedir. Diğer anlamda 
ise, döngüsel tarih anlayışının bidayetten nihayete eren çizgisi bağlamında 
1998 Adana Mutabakatı ile başlayan Türkiye-Suriye ilişkilerindeki pozitif 
ilerlemenin Suriye yönetimi protestoculara “sniper” dâhil olmak üzere orantısız 
güç kullanması sonrasında artan ölüm olaylarının artık katliama varması 
sonrası geri döndürülemez bir noktaya gelmiştir. Burada da ilginç olan, 
Türkiye, Arap Baharı başladığında veya Suriye’de protestolar başladığında 
değil ölüm olayları artık katlanılmaz bir düzeye ulaştığında bu adımı atmıştır. 
TDP, on yılı aşkın bir süredir “örnek” gösterilen ilişkilerini elbette bir anda 
çöpe atması beklenemeyeceği için geliştirilen iyi ilişkilerden elde edilen 
bakiyeyi Suriye rejimi üzerinde “nush ile uslandırma” ve ikinci aşamada 
da “tekdir” noktasına getirmiştir. Bu aşamalardan sonuç alınamadığı için 
TDP yapıcıları uluslararası toplumla beraber hareket etmenin ötesinde sivil 
ölümleri önleme amacıyla öncü bir rol oynama girişimine yönelmiştir. İşte 
dönüşümden kastımız olarak form değişikliği, birinci altı ayında tedricen 
değişen üslubun artık formu değiştirmesidir. 

< TDP, on yılı aşkın bir süredir “örnek” gösterilen ilişkilerini elbette bir anda 
çöpe atması beklenemeyeceği için geliştirilen iyi ilişkilerden elde edilen bakiyeyi 
Suriye rejimi üzerinde “nush ile uslandırma” ve ikinci aşamada da “tekdir” noktasına getirmiştir. SDE Analiz >

Suriye’de yaşananlar artık hiç kimsenin yadsıyamayacağı ve gözlerini 
kapayamayacağı sadece bölgesele değil küresel bir güvenlik sorununa 
dönüşmektedir. En son Esed yönetiminin bile kınadığı Hula’da 32’si çocuk 
olmak üzere kadın-erkek demeden 108 masum insanın hunharca öldürülmesi 
on üç Avrupa Birliği (AB) üyesi ülkenin ve Türkiye’nin ülkelerindeki Suriye 
büyükelçilerini personanongrata (istenmeyen adam) ilan etmesiyle zirveye 
ulaştı. Bu şartlar altında başta ABD ve büyük ölçüde hegemonik bir şekilde 
tanzim ettiği uluslararası kamuoyunun önündeki diplomatik seçenekler yerini 
hızla askerî tercihlere bırakma eğilimi göstermektedir. Kimse söylemese de 
Suriye’de adı konmamış bir “iç savaş” yaşanmaktadır. 

< Türkiye’nin AK Parti iktidarında başta askerî ve oligarşik vesayeti aşma girişimleri bağlamında Cumhurbaşkanını halkın seçmesi ve Anayasa değişikliğine dair referandumlar katılımcı demokrasiyi de pekiştiren örnekler olarak bölgenin 
demokratikleşmesiyle sağlam bir zemin kazanacaktır. SDE Analiz  >

Elbette “iç savaş” dediğimizde Ortadoğu’da en iyi bilinen haliyle din ya da 
mezhep üzerinden silahlanan grupların devletin Weberyen anlamda şiddet 
üzerindeki monopol otoritesini aşarak birbirlerini yok etmesinden ziyade, 
içinde belirgin miktarda devlet terörü barındıran ve ülke içinde Hobbesian 
anlamda bir doğal durumun oluşmasını kastediyoruz. Zaten devlet otoritesi 
çözüldükçe devlet bu çözülmeyi önlediğini gösterebilmek için daha çok 
şiddete başvurmakta ve bu da diğer tarafın karşı koyma şiddetini arttırdıkça 
şiddet sarmalı büyümektedir. Nihayetinde şiddet sarmalı devletin şiddet 
üzerindeki tekel konumunu daha fazla aşındırdığı bir kısır döngüye doğru 
evirilmektedir. Şiddet diyalog kapılarını kapattıkça sivil siyasetin varlık 
sebebi olan meseleleri konuşarak çözmek rafa kaldırılmaktadır ve artık 
silahlar konuşmaktadır. İşte Türkiye’nin Suriye konusundaki kilit konumu 
sadece 910 km’lik uzun sınırı, ortak tarih, akrabalık bağları, Türkiye’nin 
bölgesel etkinliği değil ülkesindeki iç siyasetini özellikle askerî bürokrasinin 
vesayetinden kurtararak sivilleştirdikçe bölgede siyasetini şiddetten 
arındırma girişimleridir. Bu bağlamda, Türkiye’nin bölge halklarının 
sandığa yansıması anlamında bile Arap Baharı’nı desteklemesi demokratik 
standartlarını pekiştiren bir ülke olmanın ontolojik ve yapısal gerekliliğidir. 

Türkiye’nin AK Parti iktidarında başta askerî ve oligarşik vesayeti aşma 
girişimleri bağlamında Cumhurbaşkanını halkın seçmesi ve Anayasa 
değişikliğine dair referandumlar katılımcı demokrasiyi de pekiştiren örnekler 
olarak bölgenin demokratikleşmesiyle sağlam bir zemin kazanacaktır. İşin 
özü, Türkiye demokratikleştikçe bu konudaki ivmesi bulunduğu coğrafyadaki 
diğer demokrasilerle mümkün olacağı için en azından bölgesel anlamda 
demokratik barış kuramını imar etmek durumundadır. 

Arap Baharı, Tunus ve Mısır’dan sonra 2011 Mart’ında Suriye’ye ulaştığında 
protestoların başlamasıyla projeksiyonlar bu ülke üzerine çevrildikçe 
Türkiye’nin de bu konuda takınacağı tutum bir odak noktası haline geldi. 
1998 Adana Mutabakatı öncesinde Suriye’nin PKK’ya ve lideri Abdullah 
Öcalan’a lojistik ve barınma desteği sağlamasından dolayı savaşmalarına 
ramak kalan iki ülke arasındaki ilişkiler, Hafız Esed’in ölümü sonrasında 
koltuğunu devralan oğlu Beşşar Esed’in ziyareti -ve özellikle AK Parti’nin 
2002 Kasım’ında iktidara gelişiyle-tarihinin hiçbir döneminde olmadığı 
kadar çeşitlenmiş ve her geçen gün derinleşmişti. 

11 Eylül saldırıları sonrasında Afganistan ve Irak işgalinin yarattığı 
kasvetli ortam ve uluslararası izolasyonu aşmak için Suriye, Türkiye’ye 
güçlü bir motivasyonla yaklaşırken Türkiye de Ortadoğu’da pekiştirmek 
istediği nüfuzunu bir ölçüde Suriye’yi küresel sisteme entegre ederek 
gerçekleştireceğini fark etti. Türkiye de bu konuda Suriye’ye hocalık 
vazifesini şevkle üstlendi. 2007’de Serbest Ticaret Antlaşması’nın yürürlüğe 
girmesine aynı yıl imzalanan “Türkiye ile Suriye Arasında İşbirliği Mutabakat 
Zaptı” eşlik etmiş ve Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi Anlaşması’nın 
imzalanmasıyla da stratejik ortaklık düzeyine çıkan işbirliği, ortak Bakanlar 
Kurulu toplantısı, vizelerin kaldırılması ve Ürdün ile Lübnan’ın da parçası 
kılındığı Şamgen Antlaşması ile taçlandırıldı. Atılan bu adımların hem iki 
ülke arasında hem de bölgede taşları yerinden oynatıp kartları yeniden 
belirleyecek ve kimsenin daha önce düşünmeye bile cesaret edemediği 
devrimsel bir ivme kazandırdığı ortadaydı. 

Türkiye-Suriye ilişkileri bugün yeniden Adana Mutabakatı öncesine hatta 
daha kötü bir döneme girmiştir. İki ülke arasındaki ilişkilerin geliştirilmesinde 
kat edilen onca mesafeye rağmen bu denli kötüleşmesinde elbette gelişi 
ve sonuçları öngörülemeyen Arap Baharı kadar Türkiye’nin Suriye’deki 
dönüşümü uzun zamana yayan ıslahatçı bir yaklaşımın gerçekliğini yitirmesi 
büyük rol oynamıştır. Türkiye, Suriye’yi küresel sisteme entegre etmeyi 
üstlendiğinde bunun bir gecede olmayacağı için hem Suriye’nin dönüşüm 
imkanlarını hem de sistemin Suriye’yi hazmetme kapasitesi arasındaki ince 
hassas dengeyi yakalamak zorundaydı. Bundan dolayı zaman “en iyi ilaç” 
gibi duruyordu. 

< Türkiye, Arap Baharı Kuzey Afrika’da ilerlerken Suriye’ye hızlı bir şekilde yenilenen konjonktür karşısında bir yol haritası sunmuş ve Esed yönetiminden 
de aldığı taahhüt bağlamında talep edilen değişimi itidalle kabullenmesini 
beklemiştir. SDE Analiz  >

Türkiye’deki dış politika yapımının hükümet kanadı, “eksen kayması” 
tartışmaları bir yana, Ortadoğu diktatörleri ve monarşileriyle başta ekonomik 
merkezli olmak üzere ilişkileri derinleştirmeyi benimsemişti. Aslında AK 
Parti’ye kronik muhalefetleri ve iktidarda bulunmasından duydukları 
rahatsızlıklarını Türkiye’nin Batı kampından koptuğu vehmini dillendirmekle 
kendilerini görevlendiren ülkedeki laikçi çevreler, Türkiye’nin Ortadoğu’ya 
yakınlaştıkça ekseninin ve şaftının kaydığını ifade ediyorlardı. Dünyayı ve 
zamanı hala Soğuk Savaş refleksleriyle okuyan bu güruha göre Türkiye, 
Batı’nın azat istemez bir kölesi olmalı ve Türkiye’nin belki de coğrafî 
yakınlığından dolayı en çok etkili olabileceği Ortadoğu bölgesini unutmaya 
devam etmeliydi. Türkiye, Ortadoğu ülkelerin demokratikleşmesinde 
doğrudan bir rol oynamak yerine karşılıklı vize muafiyetiyle bu ülke 
halklarının Türkiye’deki demokratik dönüşümü yerinde görerek zamanla 
içselleştireceklerini umuyordu. Fakat Arap Baharı evdeki hesabı altüst 
edercesine çok hızlı bir şekilde diktatörlükleri sel misali önüne katarken 
Ortadoğu monarşileri petrol gelirleri ve/ya toplumlarındaki hegemonik 
altyapılarıyla ömürlerini şimdilik biraz daha uzatmış gözükmektedir. 


<  Siyasetin ekonomi ayağını yadsımadan Türkiye’nin bütün yapmak istedikleri ulusal, bölgesel ve küresel piyasalardan bağımsız değildir. Türkiye elbette 
büyüyen ekonomisi için genel anlamda tüketim kalıpları modernleşmese 
de nüfusu genç Ortadoğu pazarlarını kaptırmaması gereğinin farkındadır. SDE Analiz >


Türkiye, Arap Baharı Kuzey Afrika’da ilerlerken Suriye’ye hızlı bir şekilde 
yenilenen konjonktür karşısında bir yol haritası sunmuş ve Esed yönetiminden 
de aldığı taahhüt bağlamında talep edilen değişimi itidalle kabullenmesini 
beklemiştir. Öte yandan Suriye ise yönetim, Esed ailesi, Baas Partisi, el-
Muhaberat, Nusayri kliği hatta ve hatta toplumun seküler unsurlarının 
etkinliği protestolarının kanlı bir şekilde bastırılmasının önünü açmıştır. Bu 
şartlar altında Türkiye’nin başta Suriye’de değişimin mümkün olacağına dair 
umut dolu beklentisi yerini derin bir hayal kırıklığına ve sivil protestoculara 
uygulanan orantısız güç sonucunda katliama varan ölümlerin artmasıyla 
öfkeye bırakmıştır. 

Öte yandan, Fuat Keyman’ın AK Parti’nin TDP anlayışını “realist proaktivizm” 
olarak nitelendirmesinden hareketle, 1 Mart 1848’deki Avam Kamarası 
konuşmasında “Bundan dolayı bu ülke ya da şunun İngiltere’nin ezeli 
müttefiki ya da ebedi düşmanı olarak yaftalanması dar bir siyasadır. Ezeli 
müttefiklerimiz ve ebedi düşmanlarımız yoktur. Çıkarlarımız ezeli ve ebedidir 
ve görevimiz bu çıkarları takip etmektir” (”Therefore I say that it is a narrow 
policy to suppose that this country or that is to be marked out as the eternal 
ally or the perpetual enemy of England. We have no eternal allies, and we 
have no perpetual enemies. Our interests are eternal and perpetual, and 
those interests it is our duty to follow.” Speech to the House of Commons, 
1 March 1848, Hansard’s Parliamentary Debates. 3rd series, vol. 97, col. 

122) diyen siyasî kariyerine Muhafazakâr Parti’de başlayıp Liberal Parti’de 
tamamlayan dönemin Britanya Dışişleri Bakanı Lord Palmerston’un sözlerini 
en azından hatırda tutmasını beklenirdi. Bu minvalde, AK Parti iktidarının 
daha önce “eksen kayması” tartışmalarında eleştiri konusu yapılan 
politikalarının yerini Arap Baharı eşliğinde gelen zikzaklar, tutarsızlıklar hatta 
Başbakan Erdoğan’ın “NATO’nun Libya’da ne işi var” deyip sonra NATO 
komutasında en büyük deniz muhrip gücünü göndermesindeki savrulma ön 
plana çıktı. Eğer bu dönüşümler realizmin gerekleriyse hükümetin Suriye 
konusunda insan yaşamını merkeze alan söylemi giderek ahlâkîliğini ve 
gerçekliğini yitirmektedir. Yok eğer bu yapılanlar proaktivizmin gerekleriyse 
yani herkesten önce adım atmak gerekliliğine dair bir tavır ise, Türkiye en 
son Hula’daki katliam sonrasında ancak on üç AB ülkesi gibi Suriye’nin 
büyükelçisini “personanongrata” ilan edebilmiştir. Bu anlamda proaktivizm 
değil ancak arkada kalmak söz konusudur. 

Siyasetin ekonomi ayağını yadsımadan Türkiye’nin bütün yapmak istedikleri 
ulusal, bölgesel ve küresel piyasalardan bağımsız değildir. Türkiye elbette 
büyüyen ekonomisi için genel anlamda tüketim kalıpları modernleşmese 
de nüfusu genç Ortadoğu pazarlarını kaptırmaması gereğinin farkındadır. 
Aslında bu eleştirileri yaparken Türkiye’nin dış politika yapımına hadi 
kuruluşundan beri değilse bile Soğuk Savaş boyunca sirayet etmiş “akmaz, 
kokmaz ve bulaşmaz” bir dış politika yapımının en azından önce çeperini 
sonra da cevherini kırma gayretlerinin yaşadığı sancılı süreç olarak da 
okumak gerekir. Türkiye, Cumhuriyetin kuruluşuyla unuttuğu bir coğrafyayı 
ve politika yapma usulünü hatırlamaya çalışmaktadır ve seksen-doksan yıllık 
unutması sistemli bir şekilde becerilmiş bir hafızayı tazeleme çabaları kolay 
olmazken oluşan yoğun atalet yerini hemen proaktivizme bırakmamaktadır. 

AK Parti politikalarını destekleyen yayınlarıyla bilinen Zaman’daki 02 Kasım 
2011 tarihindeki “Sıfır Sorunsuz Komşu” başlıklı köşe yazısında -daha 
önce AB Karma Parlamento Komisyonun da Eşbaşkanlık da yapan- Joost 
Lagendjik, TDP’yi inceleyen yabancı analistlerin büyük çoğunluğunun 
özel görüşmelerinde Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ve mimarı olduğu 
“komşularla sıfır sorun” politikasıyla ile ilgili şakalarında en çok “sıfır sorun” 
kavramını ti’ye aldıklarını belirtiyor. Lagendjik’e göre, Türkiye’nin bırakın 
komşularıyla sorunlarını sıfırlamasını, azaltamadığı gibi sınırları daha 
sorunlu hale gelmiştir. Lagendjik, “Davutoğlu’nun fikirlerini gerçekleştirmek 
için yorulmak bilmez çabalar, komşularla sıfır sorun değil, sorunsuz sıfır 
komşu yaratmış durumda. Buna dair kanıt listesi de cesaret kıracak raddede 
uzun” derken AB ile tıkanan üyelik müzakerelerini, Kıbrıs’la hâlâ çok kötü 
olan ilişkileri, Ermenistan’la ilişkileri iyileştirme çabalarının başarısızlığını ve 
buna rağmen Azerilerde yol açtığı rahatsızlığı, İran ile NATO füze savunma 
kalkanına ev sahipliği ve Suriye’ye dair farklı tutumların arayı açmasını, 
Türkiye-İsrail arasındaki “keskin söylemleri ve kopan diplomatik ilişkileri,” ve 
en önemlisi Şam rejimine yönelik değişikliği saymaktadır. 

Lagendjik, German Marshall Fonu (GMF) tarafından hazırlanan Arap 
Baharı’nın Türk dış politikası üzerindeki etkilerini inceleyen bir rapora 
verdiği referansla; Mısır, Libya ve Suriye’deki isyanların “[TDP’]deki bir dizi 
tutarsızlığı açığa vurdu[ğunu] ve Davutoğlu’nun stratejisine ‘içkin normatif 
ve reelpolitik boyutlar arasındaki gerilimi’ ön plana çıkardı[ğını] belirtiyor. 
Aynı yazar 15 Nisan 2012’deki adı geçen gazetedeki “Annan’ın Suriye 
Planı Ortadaki Tek Seçenek” başlıklı köşe yazısında Türkiye’nin Suriye’ye 
olası bir tek taraflı askerî müdahalede bulunmayacağına dair umudunu 
belirtirken Suriye askerlerinin sınır ihlâli içeren Türkiye topraklarına ateş 

< Suriye konusunda Türkiye’deki özellikle liberal entelektüellerden gelen eleştiriler, Davutoğlu’nun vurgu yaptığı güvenlik özgürlük dengesinde 
Türkiye’nin dış politikasını “desecuritize” ettikçe özgürlükler lehine ekonomik 
alanda işbirliğine vurguyla örtüşüyordu. SDE Analiz >

< Başbakan Erdoğan’ın “Suriye iç meselemiz” ifadesinden bu yana her geçen  gün militer çözüme doğru evirilen ve gittikçe sertleşen söylemler, 
Türkiye’nin “soft power” olmaktan vazgeçip “hard power” olmaya mı gittiğinin 
sorgulanmasına da sebebiyet vermektedir. SDE Analiz >


açmasına Başbakan Erdoğan’ın NATO anlaşmasının 5. maddesine atıfta 
bulunarak karşılık vermesini hatalı buluyor. Lagendjik Türk hükümetine 
Suriye ile savaş bahsini kapatıp ortada başka seçenek olmadığından 
hareketle Annan Planı’nın işlemesi için çaba göstermesini tavsiye ediyor. 
Elbette Nisan ortasındaki tavsiyeler, zaten ölü doğan Annan Planı’nı daha 
da işlevsizleştirirken diplomasinin önü giderek tıkanmakta ve Suriye’deki 
hem iktidar hem de muhalif unsurlar adeta tüm dünyayı kıyamete icbar 
etmek için uğraşmaktadırlar. 

Davutoğlu’nun çeşitli vesilelerle Türkiye’nin artık Soğuk Savaş’ın ‘kanat 
ülke’si değil bölgesinin ‘merkez ülke’si ve ‘akîl ülke’si olduğundan dem 
vurmasından hareketle Türkiye’nin TDP’de yaşadığı söylem ve pratik 
düzeyde yaşadığı dönüşüm, hem ontolojik olarak teori ve pratik arasındaki 
sosyal bilimlerde eşyanın tabiatı gereği ahlâk ve reelpolitik arasındaki 
uçurum hem bu bölgede politika üretmenin zorluklarını içermektedir. 
Aslında şu an TDP’de yaşanan, var olan tansiyonun su yüzüne çıkmasından 
başka bir şey değildir. Suriye konusunda Türkiye’deki özellikle liberal 
entelektüellerden gelen eleştiriler, Davutoğlu’nun vurgu yaptığı güvenlik-
özgürlük dengesinde Türkiye’nin dış politikasını “desecuritize” ettikçe 
özgürlükler lehine ekonomik alanda işbirliğine vurguyla örtüşüyordu. Fakat 
bugün gelinen noktada tam tersine TDP’nin eski “güvenlikçi” algısı daha 
ön plana geçmiş gözükmektedir. Yazının başlığında da ifade ettiğimiz 
güvenliğe geri dönüş TDP’nin güvenlikçi reflekslerinin ön plana çıkmasını 
ifade ettiği gibi bu güvenlik endişelerinin sadece ulusal sınırları içermediğini 
bölgeye dair de endişelerle şekillendiği ifade etmek gerekir. Güvenli 
boğucu etkisiyle dozajı arttıkça özgürlüklere ket vurmasından hareketle 
siyasetin sivil unsurlarını yok ederek militerleşmekte ve böylece de diplomasi 
giderek sakıt kalmakta. Hatta bu haliyle Suriye’ye askeri müdahale ihtimali 
belirginleştikçe “komşularla sıfır problem”den “sırf sorun” ve “sıfır komşu” 
anlayışına doğru irredentist bir algı toplum nezdinde beslenmektedir. 

Başbakan Erdoğan’ın Iraklı mevkidaşı Maliki ile girdiği mezhep polemiği, 
İran ile iyiden iyiye su yüzüne çıkan Soğuk Savaş, Suriye konusunda Rusya 
ile farklı kamplarda yer alınmasının getirdiği gerilim ne demek istediğimizi 
anlatmaktadır. Başbakan Erdoğan’ın “Suriye iç meselemiz” ifadesinden 
bu yana her geçen gün militer çözüme doğru evirilen ve gittikçe sertleşen 
söylemler, Türkiye’nin “soft power” olmaktan vazgeçip “hard power” olmaya 
mı gittiğinin sorgulanmasına da sebebiyet vermektedir. Bu konuda belki 
dikkate değer bir teselli, 23-30 Aralık 2011 tarihleri arasında dördüncüsü 
yapılan Büyükelçiler Konferansı’nın temasının “Türk Dış Politikasının Temel 
Dayanakları: 

Demokratik Değerler ve Ulusal Çıkarlar” olarak belirlenmesinin 
TDP’nin hedeflerini perçinlemesi açısından önemli olduğudur. Bugün zaten 
tartışılan bu değerlerin bölgede nasıl hayata geçirileceğidir. Üsluba gölge 
düşüren ise Başbakan Erdoğan’ın kısa süre önce yaptığı Suudi Arabistan 
ve Katar ziyaretlerinde Arap Baharı’nı boğan ve manipüle eden iki ülkenin 
liderleriyle aynı görüşte olduklarını açıklamasıdır. Türkiye’nin bölgenin 
demokratikleşmesinde demokrasi düşmanı arkaik monarşilerden medet 
umması, Türkiye’nin “ileri demokrasi” çıtasına da gölge düşürmektedir. 

< AK Parti’nin yaklaşık on yıllık iktidarındaki TDP yaklaşımını özetleyen 
“komşularla sıfır sorun” politikası Suriye özelinde yakaladığı başarıyla TDP’nin “amiral gemisi” iken bugün gelinen nokta itibariyle “yumuşak karnı”/ 
“Aşil topuğu” haline gelmiştir. SDE Analiz >

Sonuç olarak, AK Parti’nin yaklaşık on yıllık iktidarındaki TDP yaklaşımını 
özetleyen “komşularla sıfır sorun” politikası Suriye özelinde yakaladığı 
başarıyla TDP’nin “amiral gemisi” iken bugün gelinen nokta itibariyle 
“yumuşak karnı”/ “Aşil topuğu” haline gelmiştir. Bu geriye ket vurma basit bir 
epistemolojik dönüşüm olmayıp ontolojik olarak en güçlü noktanın bağımsız 
değişkenlerin etkisiyle nasıl da en zayıf halka haline gelebileceğinin en 
billur örneğidir. Bir savaş çeşitli rıza üretim teknikleriyle elbette rasyonize 
edilebilir ve böylece de meşrulaştırılabilir fakat hangi yol benimsenirse 
benimsensin Türkiye yanı başındaki ABD’nin Irak’ı işgaline ve sonrasında 
bugün Suriye’den daha fazla sivilin ölmesiyle sonuçlanmasına dair tutumunu 
sorgulamadıkça yapacağı hamle ister tek başına ister bir koalisyonun parçası 
olarak olsun bu tasarrufun ahlâkîliğine gölge düşürecektir. Bu bağlamda, 
Suriye farklı bir düzlemde TDP’nin motoru olmaya devam etmektedir. 
Türkiye, Suriye konusunda nasıl bir çözüm bulursa bulsun bundan sonra 
TDP’nin hangi yönde, hangi üslup ve mekanizmalarla ilerleyeceğine ışık 
tutacaktır. 

(Bu yazının daha önceki bir versiyonu Stratejik Düşünce 2012 Mayıs 
sayısında yayınlanmıştır.) 

...

Suriye Misak-ı Millîsi 

Suriyeli muhalefet grupları 1 Nisan 2012’de İstanbul’da gerçekleşen 
Suriye’nin Dostları Toplantısı’ndan sonra Suriye Misak-ı Millîsi’ni açıkladılar. 

-Suriye medeni, demokratik, çoğulcu, bağımsız ve özgür bir devlettir. 
Bu devletin egemenliği demokratik süreçle halk tarafından belirlenir. 
-Bugünkü gayrı meşru yönetimin devrilmesinden sonra kurulacak geçici 
geçiş hükümeti özgür ve nezih bir seçim düzenlenmesini taahhüt eder. 
Seçimler sonucunda kurucu meclis oluşur ve bu meclis bu sözleşmede 
yeralan ilkeleri içeren yeni bir anayasayı oluşturur ve özgür referandum 
çerçevesinde halka sunar. 
-Yeni Suriye, demokratik bir cumhuriyet olacak ve düşünce, etnik ve din 
aidiyetine bakmaksızın vatandaşlarını hukukun egemenliği çerçevesinde 
eşit gören anayasal düzene dayalı olacaktır. 
-Doğacak yeni demokraside devlet ve toplum içerisinde insan haklarına 
saygı temel ilke olacaktır. 
-Suriye halkı içinde barındırdığı farklı kültür, İslami, Hıristiyan veya 
herhangi bir dini inanca mensup olmaktan kaynaklanan inanç 
çeşitliliğinden iftihar duymaktadır. Tüm katmanlara mensup şahıslar, 
dışlanmadan, ayrımcılığa uğramadan bu birliktelikteki yerini alır. 
-Anayasa, Suriye toplumunun katmanları arasında dine, mezhebe dayalı; 
Arap, Kürt, Asuri-Süryani, Türkmen ve diğer etnik unsurlar arasında ayrım 
yapılmayacağını vurgular. Suriye’nin toprak ve halk birliği çerçevesinde
bunların haklarını tanır. 

-Ülkede özgür, nezih ve periyodik seçimler düzenlenir. Çok partili sistem 
kurulur. Suriye’de demokratik, siyasi hayata katılma yönünde isteği 
bulunan bir vatandaşın önüne herhangi bir engel konulamaz. 

-Özgür seçimle gelen parlamento meclisi halkın iradesini ve çıkarlarını 
yansıtır. Parlamento, içinden çıkacak olan hükümetlere de meşruiyet 
kazandırır. Suriye Başkanı halk veya parlamento tarafından özgürce 
seçilir. Birey veya herhangi bir konseye yönetim verilmez. 

-Seçilecek hükümet, yargı ve kurumlarının bağımsızlığını 
şüpheye mahal vermeyecek şekilde tamamen güvence altına alır. 
-Vatandaşların uluslararası anlaşmalar çerçevesinde görüş ve ifade 
özgürlüğü, tercih ve inanç özgürlükleri dahil genel ve özel özgürlüklerini 
korur. 
-Devlet, kadın hak ve özgürlüklerine riayet eder. 
-Yeni devlet, dini katmanların haklarını en üst düzeyde korur, din, inanç 
ve fikir özgürlüğünün fiiliyata dönük veçhelerini güvence altına alır. 
-Resmi otoritenin tümü, devlet kurumları ve kurumlardaki çalışanlar, 
halkın hizmetinde olur; aksi olmaz. 
-Kimseye, cezadan kaçmaya müsaade edilemez. Ceza ilkeleri yasalara 
göre ve adil bir yargı yoluyla yine adil bir şekilde pekiştirilir. 
-Suriye silahlı kuvvetleri siyasi otoriteye tabi olur. Bugünden sonra 
siyasi hayata ve rejimin çıkarlarını muhafaza etmek için müdahalede 
bulunmasına izin verilemez. 
-Güvenlik teşkilatları, yasama otoritesinin gözetiminde olabilmeleri, 
vatandaş ve vatanın hizmetinde bulunabilmeleri amacıyla yasal ve 
anayasa temelleri üzerine yeniden yapılandırılır. 
-Yeni Suriye, ülkeler arasındaki hak ettiği yere kavuşacaktır. Bölgesel 
ve uluslararası ilişkilerin de ise karşılıklı çıkar, işbirliği ve ortak çalışma 
ilkeleri esasa alınacaktır. 
-Suriye, bölgede istikrar faktörü olmak için Arap Ligi kapsamında 
çevresindeki Araplar içerisindeki aktif rolünü geri kazanacaktır. 
-Suriye tüm meşru yöntemlerle Golan Tepelerini geri almaya çalışır. 
Haklarını geri alma konusunda yaptıkları mücadelede Filistin halkına 
destek verecek, hedeflerine ulaşabilmeleri için Filistinliler arasındaki 
birliğin muhafazasına katkıda bulunacaktır. 
-Suriye ekonomisi ve çalınan kamu malları kanlı rejim ve soyguncu 
SDE Analiz 

grupların elinden alınarak halkın hizmetine sunulacaktır. Devlet, 
dürüst rekabet ve piyasa yasaları çerçevesinde ekonomik özgürlüğün 
perçinleşmesine çalışır. Ayrıca devlet, ulusal zenginliğin adil dağılımını 
sağlamakla yükümlüdür. 

Suriye İçin Annan Barış Planı SDE Analiz 

1. Suriye halkının istek ve endişelerine yanıt sunacak Suriye öncülüğünde 
bir siyasi süreç 
2. Sivillerin korunması için BM gözetiminde her tür silahlı şiddete son verilmesi 
a) Hükümet meskun alanlara asker sevkini ve silah kullanımını durdurup 
buralarda bulunan askerleri çekecek 
b) Muhalefet çatışmalara son verme taahhüdünde bulunacak 
3. Tüm taraflar çatışma yaşanan bölgelere insani yardım sevkini sağlayacak 
ve insani amaçlarla her gün iki saatlik sükunet dönemleri sağlanacak 
4. Yetkililer keyfi şekilde tutuklanmış kişilerin serbest bırakılması sürecinin 
hızını ve kapsamını artıracak 
5. Yetkililer ülkede gazeteciler için hareket serbestîsi temin edecek 
6. Yetkililer toplanma ve barışçı şekilde gösteri yapma hakkına saygı 
gösterecek. Suriye Krizi’nde Bölgesel ve Küresel Aktörler AVRUPA BİRLİĞİ’NİN SURİYE POLİTİKASI 
Doç. Dr. M. Murat ERDOĞAN 


Son Notlar ;

1. Bu konuyla ilgili son derece ayrıntılı bir derleme ve analiz için 
Bkz.: Dr. Dilek Yiğit, “Avrupa Birliği’nin Suriye’deki Olaylara Karşı 
Tutumu” <http://www.sde.org.tr/tr/haberler/1611/avrupa-birligininsuriyedeki-
olaylara-karsi-tutumu.aspx> FRANSA’NIN SURİYE POLİTİKASI Zeynep SONGÜLEN İNANÇ 
2. Bkz. O. Sander, Siyasi Tarih, 1918-1994, Ankara, İmge Kitabevi, 
2005; F. Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi, 1914-1995, İstanbul, Alkım 
Yayınevi, 2005; M. A. Okur, “Emperyalizmin Ortadoğu Tecrübesinden 
Bir Kesit: Suriye’de Fransız Mandası”, Bilig, Sayı 48, 2009, s. 137-156. 
3. P. Larrouturou, “Trente ans de relations complexes entre les présidents 
syriens et français”, Le Monde, 29.04.2011. 
4. R. H. Harboun, “La Politique française avec la Syrie”, http://www. 
mandelmike.fr/harboun//index.php ?option=com_content&task=vie 
w&id=939&Itemid=151. 
5. Fransa’nın Suriye Büyükelçiliği, http://www.ambafrance-sy.org/ 
Presentation,22. SDE Analiz
6. “Daha Fazla Gözlemci mi, İnsani Koridor Mu?” Radikal, 19.04.2012, 
http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetayV3&Arti 
cleID=1085414&CategoryID=81. 
Suriye Krizi’nde Bölgesel 
ve Küresel Aktörler 
7. “Fransa Suriye’ye Müdahale Şartını Açıkladı”, Radikal, 18.11.2011, 
http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=HaberYazdir&ArticleI
70D=1069951. 
8. “La France prête à intervenir en Syrie?” Le Point, 30.11.2011, 
http://www.lepoint.fr/monde/la-france-prete-a-intervenir-ensyrie-
29-11-2011-1402017_24.php. SURİYE KRİZİ VE İSLÂM DÜNYASI 
Doç. Dr. Ahmet UYSAL 
9. http://www.thenational.ae/news/world/asia-pacific/malaysiancrackdown-
ahead-of-mass-rally-planned-by bersih 
RUSYA’NIN SURİYE POLİTİKASI Amine YAZICI 
10. ARMAOĞLU Fahir, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi 1914- 1995, İstanbul 2004 
11. Çevreleme Politikası, Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD), Soğuk 
Savaş döneminde Sovyetler Birliği’nin (SSCB) yayılmacı politikasına 
karşı izlediği askeri, ekonomik ve diplomatik unsurlar içeren dış politika 
stratejisidir. Dışişleri Bakanlığı’nın SSCB danışmanı George F. Kennan, 
SSCB’deki rejimin yumuşayacağı ya da çökeceği beklentisiyle «Rusların 
yayılmacı eğilimlerinin, uzun dönemli, ama sarsılmaz ve uyanık 
bir politikayla çevrelenerek denetim altına alınmasını» gerektiğini 
söylemiştir.1947’deki Truman Doktrini çevreleme politikasının ilk 
yansımasıydı. Amacı komünizmin yayılmasını engellemek, ABD’nin 
güvenliği ile yurtdışındaki etkisini geliştirmek ve bir domino 
etkisini engellemek olan çevreleme politikası Sovyetler Birliği’nin Doğu 
Avrupa, Çin, Kore ve Vietnam’da giriştiği genişleme politikasına karşı 
oluşturulmuştu. 
12. KARABULUT Bilal, “Karadeniz’den Ortadoğu’ya Uzanan Bir Dış Politika 
Geçmişten Günümüze Suriye-Rusya İlişkileri”, Karadeniz Araştırmaları, 
Sayı: 15, Güz 2007, s.67-88 
13. A.g.e. s.73 SDE Analiz 
14. A.g.e. s.75 
15. Yakın çevre doktrini ile Rusya Federasyonu eski Sovyet topraklarını 
nüfuz alanı olarak kabul etmiştir. 
16. Renkli Devrimler, Soğuk Savaş sonrası dönemde Orta ve Doğu Avrupa 
ile Kafkaslar ve Ortadoğu’da bir dizi yönetim değişikliği meydana 
gelmiştir. Sırasıyla Sırbistan (Eylül 2000), Gürcistan (Kasım 2003), 
Kıbrıs (Aralık 2003), Ukrayna (Kasım 2004), Romanya (Kasım ve Aralık 
2004), Lübnan (Şubat 2005) ve Kırgızistan (Mart 2005)’da meydana 
gelen yönetim değişiklerine verilen isimdir. 
17. Sami Mobayad, “Syria’s One True Friend-Iran,” Asia Times, 12 Temmuz 
2006. 
18. Konuyla ilgili detaylı bilgi için bkz.: Çavuşî, Meryem, Ber-resi-yé 
Revâbét-é Îrân ve Sûriye Be’d ez Énghelab-é Éslâmî-yé Îrân (19792001), 
yüksek lisans tezi, Allame Tabatabai Üniversitesi, Hukuk ve 
Siyasal Bilimler Fakültesi, Uluslararası 
İlişkiler Bölümü, Tahran-İran. 
19. Altı dönemi kapsayan bu tasnif,United States Institute of PeaceThe Iran 
Primer’ın resmi sitesinde yer alan http://iranprimer.usip.org/resource/ 
iran-and-syria adresindeki Goodarzi, Jubing’in Iran and Syriaadlı 
makalesinde yapılmıştır. 
20. Sinkaya, Bayram, Ortadoğu Analiz, Cilt: 3, Sayı: 33, s. 40, Eylül 2011, 
Ankara. 
21. Tüm alıntılar İran İslam Cumhuriyeti lideri Ayetullah Seyyid Ali 
Hamanei’nin resmi internet sitesinden yapılmıştır; http://www. 
khamenei.ir 
22. İran İslam Cumhuriyeti Resmi Devlet Sitesi www.dolat.ir 
23. www.dolat.ir İRAN’IN SURİYE POLİTİKASI Uğur KÖROĞLU SDE Analiz 
24. 8 Eylül 2011 tarihli Aftab News haber ajansının haberi. 
25. Suriye özel temsilcisi Faysal Mikdad ile Ahmedinejad’ın görüşmelerinden, 
Asr-ı İmruz Haber Ajansı, 28 Mart 2012 
26. www.dolat.ir, 
27. www.dolat.ir, 
28. İran ve Suriye, kurdukları ittifaka son zamanlarda Mukavemet/Direniş 
Hattı adını vermektedirler. 
29. www.dolat.ir 72 
30. “U.S. secretly backed Syrian opposition groups,” The Washington Post, 
18 April 2011. 
31 “Iran calls Syrian protests a Western plot,” Reuters, 12 Nisan 2011. 
32 Fatih Altaylı, Habertürk Gazetesi, 22 Şubat 2012. 
33. Bu yazı hakkında incelemeler yaparken konuyla ilgili medyamızda 
da çıkan ve İranlı yetkililere dayandırılan “Mehdi geliyor” şeklindeki 
haberlerin kaynakları araştırılmasına rağmen bu tarz bir ifadelere 
rastlanılmadı. 
34. Talhamy,Yvette, The Syrian Muslim Brothers and the Syrian-Iranian 
Relationship, The Middle East Journal, Volume 63, Number 4, p. 563 
Autumn 2009, Washington-USA. 



***

Suriye Krizinde Bölgesel ve Küresel Aktörler BÖLÜM 9

Suriye Krizinde Bölgesel ve Küresel Aktörler  BÖLÜM 9



Suriye’de Kriz ve Uluslararası Hukuk 

Doç. Dr. Cenap ÇAKMAK 

Suriye’de merkezi yönetime karşı başlayan isyanın üzerinden bir yıldan fazla 
bir zaman geçmesine rağmen ülkede çatışma durumunu sona erdirecek bir 
çözüm henüz ufukta görünmüyor. Esed rejimi katliam yapmak ve isyancılara 
karşı aşırı güç kullanmakla suçlanırken gerek uluslararası toplum ve gerekse 
de konu ile yakından ilgilenmesi beklenen İslam dünyası veya bölge 
ülkeleri sorunu ve ihtilafı sonlandıracak bir yol haritası çizemiyor. İçinde 
askeri seçeneklerin de dahil olduğu uç öneriler veya zorlayıcı önlemler ise 
şimdiye değin siyasi öncelik ve hesaplar nedeniyle de masa dışında tutuldu. 
Bu süreçte ise uluslararası hukukun kriz konusunda ne gibi önerilerinin veya 
çözümlerinin olabileceği tartışıldı. 

< Esed rejimi katliam yapmak ve isyancılara karşı aşırı güç kullanmakla 
suçlanırken gerek uluslararası toplum ve gerekse de konu ile yakından 
ilgilenmesi beklenen İslam dünyası veya bölge ülkeleri sorunu ve ihtilafı 
sonlandıracak bir yol haritası çizemiyor. SDE Analiz  >

Kimilerine göre uluslararası hukukun ilgili mekanizma ve kuralları 
Suriye’deki insanlık dramına müdahale etmek ve Esed rejimine karşı etkili 
önlemler almak için elverişli iken kimilerine göre ise uluslararası hukuk 
kuvvet kullanmayı öngören çözümleri dışlayıcı bir işlev görüyor. Bu görüşe 
göre, zorlayıcı önlemlerde ısrar etmek uluslararası hukuku kötüye kullanmak 
anlamına geleceği gibi meşru bir dayanak ve zeminden de mahrumiyete 
de işaret ediyor. Büyük ölçüde hangi siyasi tutumun benimsendiğine bağlı 
olarak farklı bir rol atfedilen uluslararası hukuk bu yönüyle bakıldığında 
ilginç bir ikilem sunuyor. Bir yönüyle siyasi kaygılardan bağımsız normatif 
bir çerçeve sunması beklenen uluslararası hukuk kurum ve mekanizmaları, 
bir taraftan da aslında sahici ve kalıcı çözümler için siyasi realiteleri de 
dikkate almak zorunda kalıyor. 

Bu açıdan bakıldığında aslında Suriye ilginç bir örnek teşkil ediyor. Bir 
taraftan Suriye’ye yönelik etkin tedbirler alınmasını isteyenler uluslararası 
hukuka atıfta bulunurken, bir taraftan da Suriye’deki rejime karşı eylemsizliği 
savunanlar da bunun uluslararası hukukun bir gereği olduğunu ifade ediyor. 

< İnsancıl hukukun en önemli kaynağı olan Cenevre Sözleşmeleri’nin 
ortak üçüncü maddesi “uluslar arası nitelikli olmayan silahlı çatışma” (armed 
conflict not of an international character) durumunda da devletin sorumlu 
olduğu bazı noktaların altını çiziyor. SDE Analiz  >

Buna ilave olarak, durum ne olursa olsun, uluslararası hukuk şu 
veya bu şekilde siyasi gidişatı ve konjonktürü dikkate almak zorunda. Diğer 
bir ifadeyle, bir yönüyle uluslararası hukuk mekanizmalarının devreye 
girmesini ve dikkate alınmasını siyasi tercihler ve gelişmeler belirleyebiliyor. 
Uluslararası hukukun uluslararası politika ile bu yakından ilişkisini 
netleştirdikten sonra Suriye örneğinde uluslararası hukukun imkânlarının 
anlaşılması biraz daha kolaylaşabilir. 

Bu noktada ama Suriye’deki kriz ile ilgili olarak uygulanabilecek hukukun 
tespit edilmesi önem kazanıyor. Krizde işlenen bireysel suçlar ile ilgili 
sorumluluk ve buna bağlı olarak yapılacak kovuşturmalar mesela uluslararası 
ceza hukukunun konusu iken Suriye devletinin veya merkezi hükümetinin 
sorumlu tutulabilmesi veya işlenen kitlesel suçlara yönelik etkin tedbirler 
alınabilmesi genel uluslararası hukukun ilgi alanına giriyor. Ve yine mesela 
insancıl hukukun tatbik edilebilmesi ise bir çatışmanın varlığını gerektiriyor. 
Dolayısıyla uluslararası hukukun Suriye krizinde hangi imkanlara sahip 
olduğu, spesifik olarak hangi soruna odaklanıldığına göre değişiklik arz 
edebilmekte. Bu nedenle de özellikle devlet sorumluluğu ile bireysel cezai 
sorumluluğu birbirinden ayırt etmek gerekiyor. 

Bireysel sorumluluk bağlamında bakıldığında Suriye’deki olaylara veya 
ihlallere tatbik edilebilecek iki tür hukukun olduğu söylenebilir. Bunlar 
uluslararası insancıl hukuk ile uluslararası ceza hukukudur. Gerek insancıl 
hukuk ve gerekse de uluslararası ceza hukuku sadece devletlerarasındaki 
değil devlet dışı aktörlerin de müdahil olduğu silahlı çatışmalara bu hukuk 
kurallarının tatbik edilebileceğini öngörüyor. İnsancıl hukukun en önemli 
kaynağı olan Cenevre Sözleşmeleri’nin ortak üçüncü maddesi “uluslararası 
nitelikli olmayan silahlı çatışma” (armed conflict not of an international 
character) durumunda da devletin sorumlu olduğu bazı noktaların altını 
çiziyor. Benzer şekilde uluslararası suçlar bağlamında bireysel sorumluluğu 
düzenleyen Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) Roma Statüsü de 
“uluslararası nitelikli olmayan silahlı çatışmalar”a tatbik edilebilen bu 
3. maddenin ihlalini de savaş suçu olarak tanımlıyor. 

İnsancıl Hukuk ve Silahlı Çatışma Hukuku 

Ancak burada tabi konu açısından önemli olan nokta neyin “uluslararası 
nitelikli olmayan silahlı çatışma” olarak tanımlanabileceği. Zira bu şekilde 
tanımlanmayan çatışmaların veya diğer durumların insancıl hukuk 
bağlamında devlet adına yükümlülük doğurması mümkün olmadığı gibi 
uluslararası ceza hukuku bağlamında da bireysel sorumluluk kaynağı olması 
söz konusu değil. Nitekim Roma Statüsü’nün savaş suçlarını düzenleyen 8. 
maddesi yukarıda bahsi geçen 3. maddenin ihlali ile ilgili düzenlemenin 
ayaklanma, kargaşa, izole şiddet olayları ve buna benzer durumları 
kapsamadığını ifade ediyor. 

Belirtmek gerekir ki Suriye’de devam eden çatışmaların taraflarından biri 
olan isyancıların “silahlı çatışmalar hukuku”nun tanıdığı taraf olup olmadığı 
tartışılabilir. Tam da bu hassasiyet nedeniyle Suriye merkezi yönetimi 
isyancıları ısrarla terörist olarak tanımlıyor. Bu bir devletin yargı yetkisi 
iddia edebilmesi bakımından önem arz ediyor. Zira koruma prensibine 
göre herhangi bir ülke kendi egemenliğine yönelik eylemler konusunda 
yargı yetkisi iddia edebiliyor. Bu prensibe göre mesela egemenliğe yönelik 
eylemin söz konusu devletin ülkesinde meydana gelmesi veya söz konusu 
devletin vatandaşı tarafından gerçekleştirilmiş olması gerekmiyor. Diğer 
bir ifade ile böyle bir durumda kişisellik ve ülkesellik prensiplerini aşan bir 
yargı yetkisi iddia edilebilmesi söz konusu. Ama bundan daha önemlisi de 
aşağıda biraz daha detaylı açıklanacak olan “muharip ayrıcalığı”nın sadece 
insancıl hukukun tatbik edilebildiği silahlı çatışmalarda geçerli olması. 

< Suriyeli muhaliflerin isyancı ve bu kategoriye uygun bir grup teşkil ettiği 
iddia edilebilir. Ve “uluslararası nitelikli olmayan silahlı çatışma”nın tarafı olduğu 
için de yürüttüğü çatışmaya insancıl hukukun tatbik edilebileceği iddia edilebilir. 
SDE Analiz >

Elbette Suriyeli muhaliflerin isyancı ve bu kategoriye uygun bir grup teşkil 
ettiği iddia edilebilir. Ve “uluslar arası nitelikli olmayan silahlı çatışma”nın tarafı 
olduğu için de yürüttüğü çatışmaya insancıl hukukun tatbik edilebileceği 
iddia edilebilir. Ancak bir çatışmanın bu kategoride değerlendirilebilmesi 
için çok temel birkaç şartı sağlaması gerekiyor. 

Birincisi, 

Hukuki hükümete karşı isyan eden tarafın organize bir silahlı gücü ve eylemlerinden sorumlu bir otoritesinin olması şart. Söz konusu tarafın ayrıca kontrol ettiği belirli bir bölgede hareket etmesi ve Cenevre Sözleşmeleri hükümlerine uyma araçlarına da sahip olması bekleniyor. 

İkincisi, 

Yasal hükümetin bu örgüt veya gruba karşı askeri yöntemlere başvurmak zorunda kalması. Ancak bu grubun askeri bir biçimde örgütlenmiş olması ve yasal hükümetin yetkili olduğu ülke içinde belirgin bir bölgeyi kontrol ediyor olması da aranan şartlardan bir diğeri. 

Üçüncüsü, 

(a) yasal hükümet isyancıları düşman olarak tanımış olmalı, ya da 

(b) Kendisinde düşman olmakla ilişkili hakların varlığını iddia etmeli, ya da 

(c) ilgili ihtilaf BM Genel Kurulu veya BM Güvenlik Konseyi gündeminde uluslararası barışa bir tehdit veya saldırı eylemi olarak tartışılıyor olmalı. 

Dördüncüsü, 

(a) isyancıların, bir devletin niteliklerine sahip olmayı hedefleyen bir örgütünün olması, 
(b) isyancıların sivil otoritesinin ülke sınırları içinde belli bir bölgede halk üzerinde fiili yetki kullanabilmesi (KCK meselesi işte bunun için son derece önemli), 

(c) isyancı örgütün silahlı güçlerinin organize bir otoritenin yönetiminde 
olması ve savaş hukuku kurallarına uymaya hazır olması ve 

(d) isyancı sivil otoritenin Sözleşme hükümleri ile bağlı olmaya rıza göstermesi gerekiyor. 

< Uluslararası ceza hukuku bağlamında sorumluluğa atıfta bulunabilmek için 
ortada insancıl hukukun tatbik edilebileceği bir çatışmanın varlığı gerekmez. 
Diğer bir ifade ile uluslararası ceza hukuku çerçevesinde çatışmasız bir ortamda işlenen suçlar açısından da kovuşturma mümkün olabilmekte. SDE Analiz >

Buradan hareketle sadece sokak gösterilerinden müteşekkil bir isyan veya 
ayaklanmanın silahlı çatışmalar hukukunun konusu olacağını söylemek pek 
mümkün değil. Ancak Özgür Suriye Ordusu gibi ayırıcı işaretleri ve silahlı 
bir gücü olan bir grup ve bununla ilişkilendirilebilecek siyasi bir otorite 
merkezi bu şartı pekala sağlayabilir. Dolayısıyla en azından Özgür Suriye 
Ordusu’nun belli bir güce erişmesi ve kumanda sınırları ve çerçevesinin 
belirmesinin ardından insancıl hukuk bağlamında sorumluluktan söz 
edilebilir duruma gelinebilecektir. 

Uluslararası ceza hukuku bağlamında sorumluluğa atıfta bulunabilmek 
için ise ortada insancıl hukukun tatbik edilebileceği bir çatışmanın varlığı 
gerekmez. Diğer bir ifade ile uluslararası ceza hukuku çerçevesinde 
çatışmasız bir ortamda işlenen suçlar açısından da kovuşturma mümkün 
olabilmekte. Evrensel yargı kapsamında değerlendirilen uluslararası suçların 
işlenmesi halinde bireysel sorumluluk doğabilmekte ve bu sorumluluk 
neticesinde uluslararası yargılama gerçekleştirilebilmekte. Nitekim BM 
İnsan Hakları Konseyi’nin Suriye ile ilgili hazırladığı raporda insanlığa karşı 
suçlardan bahsederken savaş suçlarından söz etmemesi çatışmasız ortamda 
işlenen suçların varlığını göstermekte. 

Burada önemli olan nokta insanlığa karşı suçlar ve savaş suçları gibi ihlallerin 
bireyler eliyle gerçekleşmiş olması. Diğer bir deyişle bu suçlardan dolayı 
doğrudan bir devleti veya hükümeti teknik anlamda suçlamak söz konusu 
değildir. Yani mesela Esed’i insanlığa karşı suçlardan yargılamak mümkün 
olsa bile bu, Suriye’deki hadiselere müdahale için yeterli bir gerekçe 
olmayabilir. Bu noktada önemli olan mesela bu suçların işlenmesinde devlet 
sorumluluğunun olup olmadığının tespit edilmesidir. 

Modern uluslararası sistemin üzerinde oturduğu iki temel ilkeden söz 
etmek mümkündür. Bu iki ilke aslında uluslararası hukuk açısından da ihlal 
edilemeyecek sınırları çizmesi bakımından önem taşır. Bunlardan birincisi 
devletlerin eşit ve egemen olduğu, diğeri ise bu devletlerin iç işlerine 
müdahale edilmemesi ilkesidir. Bu iki temel ilkenin birçok pratik yansıması 
ve sonucu olmuştur. Bunlardan bir tanesi mesela sınırların dokunulmazlığı, 
diğeri ise devlet başkanlarının bağışıklığıdır. 

Ancak zaman içerisinde özellikle iç işlerine karışmama ilkesinin istisnalarının 
gelişmeye başladığını görüyoruz. Bunun ilk önemli örnekleri insan hakları 
hukukunda kendini gösterirken daha yakın dönemlerde uluslararası ceza 
hukuku da bu konuda önemli açılımlar sağladı. Bunun bir sonucu olarak 
bugün mesela devlet başkanları, uluslararası suçlar nedeniyle sorumlu 
tutulabilmekte ve yargılanabilmekte. 

Ancak daha da önemlisi, egemenlik, iç işlerine karışmama ve sınırların 
dokunulmazlığı hala genel ilke ve kurallar olmakla birlikte bazı özel 
durumlarda bunlara istisnalar getirilebilmekte. İkinci Dünya Savaşı sonrası 
yeniden kurulan siyasi düzende bu istisnaların temel gerekçesi olarak 
uluslararası güvenlik ve istikrar gösterilmiştir. Diğer bir ifadeyle, devletlerin 
savaş açma hakkı ellerinden alınmış ve kuvvet kullanma dahil zorlayıcı 
tedbirlere başvurma yetkisi BM Güvenlik Konseyi’ne verilmiştir. Ve bu 
çerçevede küresel siyasi sistemin güvenlik ve istikrarına tehdit olabilecek 
durumlarda Konsey’in tedbir alabileceği belirtilmiştir. Dolayısıyla Konsey 
kararı ile devletlerin iç işlerine müdahalenin yolu bu şekilde açılabilmiştir. 

< Suriye örneği için konuşacak olursak, bu kadar kaba bir şekilde tarif edilen kavram çerçevesinde Suriye’ye kolayca müdahale edilebileceği sonucu na 
varılmamalı. Her şeyden evvel tartışmalı ve aydınlanmaya muhtaç çok sayıda 
sorun bulunmakta. SDE Analiz >

Ancak daha yakın tarihlere bakıldığında ise devletlerin iç işlerine müdahale 
etme gerekçesinin farklı bir forma büründüğü söylenebilir. Artık bir 
devletin iç işlerine müdahale edilmesinin temel gerekçesi olarak devletin 
uluslararası hukuktan kaynaklanan sorumluluklarının yerine getirmemesi 
veya getirememesine atıfta bulunuluyor. Koruma sorumluluğu denilen 
bu sorumluluk temelde, bir devletin ana unsurlarından biri olan halkın 
korunmasına işaret ediyor. Dolayısıyla, bir devlet, koruma sorumluluğunu 
yerine getiremediği takdirde iç işlerine müdahale edilmeme ilkesinin ardına 
sığınamamakta. 

Peki bir devletin bu sorumluluğunu yerine getirmediğinin tespiti nasıl 
yapılabilir? İşte insancıl hukuk veya uluslararası ceza hukuku burada önemli 
bir rol oynuyor. Yeni yeni ortaya çıkan koruma sorumluluğu kavramına göre 
bir devletin sorumluluğunu ihlal ettiği, işlenen uluslararası suçlardaki payı 
veya katkısı ile belirlenebiliyor. Diğer bir ifade ile bir çatışma veya karmaşada 
işlenen ve normalde bireysel sorumluluk gerektiren soykırım, insanlığa karşı 
suçlar veya savaş suçlarının işlenmesinde merkezi otoritenin katkısı veya 
teşviki sorumluluğun yerine getirilmediği şeklinde değerlendirilebilir. Ve bu 
da uluslararası ilişkilerin temel ilkelerinden biri olan iç işlerine karışmama 
ilkesinin bir istisnası haline gelebilir. 

< Amaç her durumda, devletin korumadığı halkı korumak olmak durumunda. 
Bununla ilgili dengeyi sağlamanın zorluğu ise ortadadır. Bu nedenle de 
müdahale olsa bile bunun sonuçları uzunca bir süre tartışılmaya devam  edecektir SDE Analiz >

Ancak Suriye örneği için konuşacak olursak, bu kadar kaba bir şekilde tarif 
edilen kavram çerçevesinde Suriye’ye kolayca müdahale edilebileceği 
sonucuca varılmamalı. Her şeyden evvel tartışmalı ve aydınlanmaya muhtaç 
çok sayıda sorun bulunmakta. Bunlardan en önemlisi BM Güvenlik Konseyi 
onayı olmaksızın, sorumluluğun yerine getirilmemesi durumunda yine de 
müdahale imkanı var mı? Diğer bir ifade ile acaba Konsey kararı olmadan 
Suriye’ye koruma sorumluluğuna atıfla müdahale etmek mümkün mü? 
İkinci önemli sorun da böylesi bir müdahale yapılsa ve meşruiyet sağlansa 
bile bu müdahalenin amacı ne olmalı? Normalde yapılacak müdahalenin 
yine de iç işlerinden bağımsız olması beklenmelidir. Yani mesela Suriye 
muhaliflerini iktidara getirmek ve Esed rejimini devirmek böylesi bir 
müdahalenin amacı olamaz. Amaç her durumda, devletin korumadığı halkı 
korumak olmak durumunda. Bununla ilgili dengeyi sağlamanın zorluğu ise 
ortadadır. Bu nedenle de müdahale olsa bile bunun sonuçları uzunca bir 
süre tartışılmaya devam edecektir. 


31 Ocak 2020 Cuma

Latin Amerika'da Sonbahar.,

Latin Amerika'da Sonbahar.,




Yazar: Kubilayhan ERMAN 

Giriş 

   Türkiye iç gündeminin hızla değişmesi ve dış politikada genel olarak Ortadoğu ile yakın çevrenin öne çıkması nedeniyle geçtiğimiz sonbaharda Latin Amerika merkezli birçok gelişme Türk basınında çok az yer buldu. Ancak bu gelişmelerin en azından bir kısmı kısa ve uzun vadede küresel etkiler yapabilme potansiyelini barındıran gelişmelerdi. Latin Amerika Kıtası’nın dünyadaki öneminin arttığına dair alışılmış söylemler son süreçteki gelişmeleri yansıtmakta yetersiz kalmakta dır. Zira günümüzde, yeni siyasi ve ekonomik birlikteliklerin ortaya çıkması, kıtalar arası entegrasyon politikaları ve tek merkezli küresel politikalara karşı alternatif projelerin ele alınması gibi Latin Amerika’yı da kapsayan politik yaklaşımların arttığını görüyoruz.

    Latin Amerika dışında ABD, Çin ve Rusya ise başat aktörler olarak yeni sürece etki etme çabalarını sürdürmektedirler. Bu bağlamda değerlendirildiğinde, Brezilya-ABD ilişkilerinde dinleme krizine bağlı olarak ortaya çıkan ani değişim ile Venezuela ve Çin arasında bazı yeni anlaşmaların imzalanması geçtiğimiz sonbaharın iki önemli gelişmesi olarak dikkat çekmektedir. 


    Dinleme Krizi ve Brezilya-ABD İlişkilerinde Gerilim Brezilya Devlet Başkanı Dilma Rousseff ve bazı üst düzey devlet görevlilerinin telefon görüşmeleri ile elektronik posta iletişimlerinin ABD Ulusal Güvenlik Servisi 
tarafından izlendiği bilgileri eylül ayının başında ortaya çıkmıştır. Ardından Brezilya milli petrol şirketi Petrobras’ın da benzer şekilde takip edildiğine dair kanıtların elde edilmesi üzerine Başkan Dilma Rousseff ABD’den konuya ilişkin bir açıklama istemiştir. Rousseff ayrıca ABD Ulusal Güvenlik Servisi’nin bu tür faaliyetlerini durduracağına dair garanti verilmesini ve ülkesinden özür dilenmesini de talep etmiştir.[1] 

    ABD Merkezi Haberalma Teşkilatı (CIA)’nın eski çalışanı Edward Snowden tarafından dünyanın diğer birçok ülkesinde yürütülen benzer dinleme-izleme faaliyetlerinin ifşa edildiği bir dönemde Brezilya’daki örneği özgün kılan ise Başkan Rousseff’in Ekim ayında ABD’ye yapacağı resmi ziyareti iptal etmesi olmuştur. 

Rousseff’in telefonla görüştüğü Obama tarafından ziyaretin yapılması konusunda ikna edilmeye çalışılması, ABD Dışişleri Bakanı John Kerry’nin meseleyi görüşmek için Brezilya’ya gitmesi sonuç vermemiş, ABD’nin konuya ilişkin yaptığı resmi açıklama ise Brezilya yönetimi tarafından tatminkâr bulunmamıştır. Rousseff yönetiminin gösterdiği bu tepkinin, özellikle gelişmekte olan ülkelerde 
Brezilya’nın yükselişini kullanarak Çin’in nüfuzunu sınırlandırmaya çalışan ABD açısından olumsuz sonuçlar doğurması söz konusudur.[2] 

   Zira Rusya’nın Edward Snowden’e kapılarını açması ve Suriye krizinin çözümünde belirleyici aktör olarak öne çıkması gibi ABD aleyhine gelişen sürece Brezilya’daki dinleme iddialarının neden olduğu gelişmelerin eklenmesi ABD’nin dünya genelindeki nüfuzunun değişmeye başladığına dair yeni bir işaret olmuştur.[3] 

   Bir Devlet başkanının başka bir ülkeye yapacağı resmi ziyaretin iptal edilmesi nin devletler arası ilişkilerde sembolik anlamları vardır. Ancak tepkinin sembolik olması onun öneminin düşük ve yansımalarının az olacağı anlamına gelmemekte dir. Aksine Brezilya örneğinde, iptal edilen ziyaretin 1995 yılından beri 
ABD’ye yapılacak ilk devlet başkanı ziyareti olması, Dilma Roussef yönetimi tarafından gösterilen tepkinin ciddiyetine işaret etmektedir. Belki de ABD’de ilk defa bir devlet başkanı ziyaretinin resmi akşam yemeği ilan edilmesinin ardından iptal edilmiştir. Rousseff döneminin başladığı 2011 yılından beri iyileşme
kaydeden Brezilya-ABD ilişkilerinin içinde bulunulan süreçte ciddi yara aldığı ortadadır. Bu gelişme iki ülke arasındaki yakınlaşmayı olumsuz etkileyecektir. ABD Ulusal Güvenlik Servisi odaklı dinleme iddialarından kaynaklanan etkilerin sadece Brezilya ile sınırlı kalmayacağı da açıktır. Bu gelişme, Latin Amerika’da geçmişten bugüne ABD’ye karşı beslenen güvensizlik hislerinin artmasına da neden olacaktır.[4] 

   Dolayısıyla önümüzdeki süreçte ABD’nin kıta ile ilişkilerini düzeltmek için daha fazla diplomatik çaba göstermesi gerekecektir. 

Öte yandan, ABD ziyaretinin dinleme skandalı nedeniyle iptal edilmesi Dilma Rousseff’in siyasi geleceğine olumlu katkı yapan bir adım olmuştur. Rousseff bu aşamada hem bölgesel bir lider olarak öne çıkarken hem de ülkesinde kendisine yönelik destek artmıştır.[5] Rousseff’in böyle bir kararı almış olmasının yanı 
sıra ABD’ye karşı benimsediği politik tutumu sürdürmesi durumunda 2015 yılında yapılacak başkanlık seçimlerinde Brezilya’da artan orta sınıftan daha fazla destek alacağı değerlendirilmeye başlamıştır. Orta sınıfın Brezilya’da gelecek seçim sonuçlarını belirleyeceği dikkate alındığında[6] Dilma Roussef’in daha 
şimdiden ülkesindeki siyasi rakiplerine karşı önemli bir üstünlük elde ettiğini söylemek mümkündür. 

Brezilya ve ABD arasında dinleme iddiaları nedeniyle ortaya çıkan diplomatik krizin, sadece Brezilya tarafının kararına bağlı olarak resmi devlet ziyaretinin iptal edilmesi ile bitmeyeceği aşikârdır. Bu süreçte iki ülke arasındaki ekonomik-ticari ilişkilerin de ciddi şekilde etkileneceği beklenmektedir. Zira bunun ilk 
işareti Brezilya hükümeti tarafından yine eylül ayı içerinde verilmiştir. Dinleme iddialarının ortaya çıkmasından önce Brezilya Hava Kuvvetleri uçak filosunun yenilenmesi kapsamında ABD merkezli faaliyet gösteren Boeing firması tarafından 36 adet dördüncü nesil FX-2 savaş uçağının 4 milyar ABD doları 
karşılığında Brezilya’ya satılmasına neredeyse kesin gözüyle bakılıyordu. 

   Ancak Dilma Rousseff eylül ayında FX-2 uçakları alımının 2015 yılında yapılacak başkanlık seçimleri sonrasına bırakıldığını açıklamıştır. Bu karar ise başta Rusya olmak üzere diğer bazı ülkeleri Brezilya’ya uçak satışı konusunda 
cesaretlendirmiştir.[7] 

Dilma Rousseff yönetiminin ABD Ulusal Güvenlik Servisi’nin izleme faaliyetlerine karşı diğer bir tepkisi de başta Google, Facebook ve Twitter olmak üzere internet şirketlerinin Brezilya’daki kullanıcılardan elde ettikleri bilgilerin bu ülkede depolanmasını sağlayacak bir yasa çıkarılması yönünde çalışmalara 
başlaması olmuştur. Brezilya’nın internet güvenliği konusundaki diğer bir girişimi de 2014 yılı Nisan ayında Rio’da “casusluğa karşı internet gizliliği” konulu bir konferansa ev sahipliği yapacak olmasıdır.[8] 

Brezilya ayrıca Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika ile birlikte BRICS yapısı bünyesinde sürdürülen ABD’den bağımsız alternatif bir internet ağı oluşturulması projesi içerisinde de yer almaktadır. Saniyede 12,8 terabit kapasiteye sahip 34.000 km uzunluğundaki fiber optik kablo vasıtasıyla BRICS ülkelerini 
birbirine bağlamayı amaçlayan bu alternatif iletişim projesinin 2015 yılının ikinci yarısında bitirilmesi amaçlanmıştır.[9] 

Venezuela Devlet Başkanı’nın Çin Ziyareti., 

Latin Amerika’da bu dönemde öne çıkan diğer bir gelişme ise Venezuela Devlet Başkanı Nicolás Maduro’nun Çin’e yaptığı resmi ziyarettir. Özellikle Venezuela’da muhalefetin eleştirileri ve Maduro yönetiminin Çin’e gidişte kullanılacak uçuş güzergahı üzerindeki Porto Rico hava sahasının kullanılması konusunda ABD ile yaşadığı polemik ardından başlayan ziyaret Venezuela ve Çin arasında bazı önemli anlaşmaların imzalanmasıyla sonuçlanmıştır. 

Devlet Başkanı ve heyetini Çin’e götürecek uçağın Porto Rico hava sahasından geçişinin ABD tarafından engellendiği iddiaları çerçevesinde Venezuela ve ABD arasında yaşanan diplomatik çekişmenin ardından Nicolás Maduro 20 Eylül sabahı Pekin’e gelmişti. Ancak Venezuela’daki muhalefet bir yandan Maduro’nun “dolarları bitirdiği için Çin’e gittiği” söylemini kullanarak hem ülke ekonomisinin içinde bulunduğu kötü durumu hem de bu ziyareti eleştirirken diğer yandan Venezuela devlet başkanlığına ait Airbus tipi uçak yerine Cubana Hava Yollarına ait bir uçakla ve daha fazla masrafla Çin’e gidilmesi çerçevesinde yeni bir tartışma başlatmıştı.[10]

Pekin’de 21-22 Eylül 2013’te gerçekleştirilen görüşmeler ve 12. Üst Düzey Karma Komisyonu çalışmaları sonucunda Venezuela ve Çin arasında finans sağlanması, eğitim ve kültür, vize süreleri, bilim ve teknoloji, inovasyon, uydu sistemlerinde kullanılacak bilgi ve parça değişimi, telekomünikasyon, madencilik ve petrol, her iki ülkede fakirliğin azaltılması, tarım, inşaat ve altyapı gibi alanlarda yirmi yedi yeni anlaşma imzalanmıştır.[11] 

Böylelikle Venezuela yönetiminin konut, tarım sektörü, sanayi, ulaştırma, elektrik ve madencilik, bilim, sağlık ve teknoloji alanlarında kullanmak üzere Çin Kredi Bankası’ndan 5 milyar dolar kredi alabilmesinin yolu açılmıştır. İki ülke arasındaki stratejik ittifakın güçlendirilmesine yönelik açıklamalara fırsat olan bu ziyaret sonucunda Çin’in Venezuela’da 20 milyar dolarlık yatırım yapması da 
karara bağlanmıştır.[12]

Venezuela Devlet Başkanı’nın Çin ziyareti farklı kesimlerde değişik değerlen dirmelere yol açmıştır. Venezuela’nın artan ekonomik sorunlarına kaynak sağlamak amacıyla sadece Çin’e başvurabileceği, bu ülkenin Venezuela için tek finans kaynağı olduğu kabulünden yola çıkarak yapılan değerlendirmelere göre bahsekonu anlaşmalar sürpriz değildir.[13] 

   Bu ziyaret ve yapılan anlaşmalar her iki taraf için de kazançlı sonuçlar içermektedir. Genel olarak bakıldığında, Venezuela’da sosyal projeler için acil hale gelen kredi ve ekonominin yabancı sermaye ihtiyacı Çin sayesinde önemli ölçüde giderilirken Venezuela da daha fazla petrol sağlayarak Çin’in enerji ihtiyacına çare olacaktır.[14] 

Ancak iki ülke arasında yapılan anlaşmaların Çin’e daha fazla kazanç sağlayacağı değerlendirilmektedir. Venezuela Çin tarafından sağlanan kaynak ile alt yapı ve temel tüketim maddesi ihtiyaçlarını Çin pazarından karşılarken bir yandan da bu ülkeye petrol göndermeye devam edecektir. Çin hem üretimini paraya dönüştürecek hem de enerji sorununa iyi bir çözüm bulacaktır. Böylelikle Venezuela ile gelişen ekonomik ilişkiler Çin’in ülke ekonomisini canlandırmaya katkı sağlayacaktır.[15] 

   Öte yandan Çin’in Latin Amerika’daki her yeni ekonomik girişimi aynı zamanda bu kıtada nüfuzunun artması anlamına gelmektedir. Çin özellikle 2005 yılından sonra bu konuda ciddi mesafeler kaydetmiştir.

Sonuç 

Brezilya ve Venezuela uluslararası alanda izledikleri politikalar nedeniyle Latin Amerika’da öne çıkan iki ülkedir. Yükselen ekonomisi sayesinde uluslararası ekonomik ve politik meselelerde söz sahibi olmaya başlayan Brezilya, ABD Ulusal Güvenlik Servisi merkezli dinleme iddialarına beklenenden daha sert bir 
tepki vermiştir. ABD tarafından etkili ve tatminkâr bir girişimde bulunulmadıkça krizin etkilerinin 2015 yılına kadar süreceği değerlendirilmektedir. Brezilya’nın bu bağlamda ABD ile ekonomik ve politik bakımdan gerilimli bir sürece girmesi Rusya ve Çin gibi diğer küresel aktörlerin kıtadaki girişimlerini cesaretlen direbilecektir. Bu açıdan son olarak Venezuela ile yaptığı anlaşmalarda da olduğu gibi Çin’in gittikçe daha avantajlı bir konuma geldiğini söylemek mümkündür. 
Venezuela Devlet Başkanı Nicolás Maduro’nun Çin’e yaptığı ilk resmi ziyarette imzalanan kredi ve yatırım anlaşmalarının getirileri, ekonomik sorunlar nedeniyle zor günler geçiren Venezuela’nın kısa vadede nefes almasını sağlayacaktır. Öte yandan Venezuela ile yaptığı anlaşmalar Çin’e ticaret ve enerji alanında önemli ekonomik kazançlar getirecektir. Dahası Çin Latin Amerika’daki nüfuzunu artırma anlamında iyi bir adım daha atmış durumdadır. 

KAYNAKLAR;

[1]Brazil and the United States, More in sorrow than anger, 18.09.2013, The Economist, 
http://www.economist.com/blogs/americasview/2013/09/brazil-and-united-states, Erişim Tarihi: 22.11.2013 
[2]Simon ROMERO, Brazil’s Leader Postpones State Visit to Washington Over Spying, 17.09.2013, 
http://www.nytimes.com/2013/09/18/world/americas/brazils-leader-postpones-state-visit-to-us.html?_r=0,   Erişim Tarihi: 22.11.2013 
[3]Carl MeachamWhat Does President Rousseff’s Postponement Mean for the United States? 
http://csis.org/publication/what-does-president-rousseffs-postponement-mean-united-states, Erişim Tarihi: 
23.11.2013 
[4]Dilma Rousseff Cancels U.S. Trips Over Claims Of NSA Spying On Brazil's President, 
18.09.2013, http://www.huffingtonpost.com/2013/09/17/rouseff-cancels-us-trip_n_3941973.html; 
B r a z i l S p u r n s U . S . S t a t e V i s i t I n v i t a t i o n O v e r N S A S p y i n g , 
http://world.time.com/2013/09/17/brazil-spurns-u-s-state-visit-invitation-over-nsa-spying/; 
Taylor Barnes, Guess who's (not) coming to state dinner: Brazil could cancel over NSA, 06. 09. 2013, 
http://www.csmonitor.com/layout/set/r14/World/Americas/2013/0906/Guess-who-s-not-coming-to-state-din 
ner-Brazil-could-cancel-over-NSA, Erişim Tarihi: 23.11.2013 
[5]Carl Meacham, The Non-State Visit: What's Next for U.S.-Brazil Relations?, 22.10.2013, 
http://csis.org/publication/non-state-visit-what-next-us-brazil-relations, Erişim Tarihi: 23.11.2013 
[6]Paulo Sotero, While only a postponement, Dilma can come out winning twice, 09/18/2013, 
http://brazilportal.wordpress.com/2013/09/18/while-only-a-postponement-dilma-can-come-out-winning-twice/, 23.11.2013 
[7]Carl Meacham, The Non-State Visit: What's Next for U.S.-Brazil Relations?, 22.10.2013, 
http://csis.org/publication/non-state-visit-what-next-us-brazil-relations, Erişim Tarihi: 23.11.2013 
[8]Estaban Israel, Anthony Boadle, Brazil to insist on local Internet data storage after U.S. spying, 
28.10.2013, http://www.reuters.com/article/2013/10/28/net-us-brazil-internet-idUSBRE99R10Q20131028,   Erişim tarihi: 24.11.2013 
[9] www.bricscable.com/network/; BRICS crea su propia Internet alternativa, 23.09.2013, 
http://www.urgente24.com/219008-brics-crea-su-propia-internet-alternativa, 23.11.2013 
[10]Alejandro Rodríguez Rodríguez, Visita de Maduro a China: Una nueva victoria de la diplomacia 
v e n e z o l a n a , 2 4 . 0 9 . 2 0 1 3 , 
http://www.cubadebate.cu/opinion/2013/09/24/visita-de-maduro-a-china-una-nueva-victoria-de-la-diplomacia-venezolana/;   
Jairo Márquez Lugo (Redactor), Maduro a China en Cubana de Aviación: ¿dónde está el avión presidencial ? 20.09.2013, 
http://entresocios.net/ciudadanos/maduro-a-china-en-cubana-de-aviacion-donde-esta-el-avion-presidencial, Erişim Tarihleri: 21.11.2013 
[ 1 1 ] V e n e z u e l a y C h i n a a f i a n z a n c o o p e r a c i ó n e s t r a t é g i c a , 
http://www.mre.gov.ve/index.php?option=com_content&view=category&layout=blog&id=387&Itemid=5 
51, Erişim Tarihi: 22.11.2013. 
[12]Venezuela y China firman acuerdos por más de 20.000 millones de dólares, 22.11.2013, 
http://www.eluniversal.com/nacional-y-politica/130922/venezuela-y-china-firman-acuerdos-pormas-
de-20000-millones-de-dolares, Erişim Tarihi: 22.11.2013 
[ 1 3 ] J u a n N a g e l , V e n e z u e l a ' s M a n c h u r i a n P r e s i d e n t , 2 6 . 0 9 . 2 0 1 3 , 
http://transitions.foreignpolicy.com/posts/2013/09/26/venezuelas_manchurian_president, Erişim Tarihi: 
22.11.2013 
[14]Riordan Roett Vd., Was Maduro's Recent Trip to China a Success?, 30.09.2013, 
http://www.thedialogue.org/page.cfm?pageID=32&pubID=3394, 22.11.2013 
[ 1 5 ] J u a n N a g e l , V e n e z u e l a ' s M a n c h u r i a n P r e s i d e n t , 2 6 . 0 9 . 2 0 1 3 , 
http://transitions.foreignpolicy.com/posts/2013/09/26/venezuelas_manchurian_president, Erişim Tarihi: 22.11.2013 


06.12.2013 18:10 Tarihinde indirilmiştir


https://21yyte.org/tr/merkezler/bolgesel-arastirma-merkezleri/amerika-arastirmalari-merkezi/latin-amerikada-sonbahar