25 Aralık 2018 Salı

TERÖRLE MÜCADELEDE YENİ SAFHA ZEYTİN DALI HAREKATI BÖLÜM 4

TERÖRLE MÜCADELEDE YENİ SAFHA ZEYTİN DALI HAREKATI BÖLÜM 4



ESED REJİMİ VE İRAN 

ZDH de daha önce Suriye’nin kuzeyinde icra edilen FKH’de olduğu gibi birçok 
meydan okumayla karşılaştı. Sahanın getirdiği zorlukların yanı sıra ZDH diğer 
aktörlerin hamlelerine maruz kaldı. Türkiye’nin başarısız olması adına üçüncü 
aktörler birçok siyasi ve askeri hamle gerçekleştirdi. Bu bağlamda harekatın askeri arenada olduğu kadar diplomatik ve siyasi arenada da büyük dikkat ve hassasiyetle yürütülmesi gerekti. ZDH’nin başlamasıyla birlikte Esed rejimi Türkiye’nin Afrin bölgesine askeri olarak girmesini “işgal” olarak nitelendirdiklerini ve bölgeyi Türkiye’ye karşı koruyacaklarını açıkladı. Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar ve MİT Müsteşarı Hakan Fidan Rusya’da muhataplarıyla görüşme yaparken Esed rejimi Suriye hava sahasına giren Türk uçaklarını düşürmekle tehdit etti. Fakat Türkiye’nin Rusya ile ortak zeminde buluşmuş olması ve caydırıcı askeri gücü rejimin tehditlerinin havada kalmasını sağladı. 



GÖRSEL 1

Zeytin Dalı Harekatı ’nın Siyasi ve Jeopolitik Cephesi 

İran da Esed rejimiyle paralel şekilde daha ilk günlerden itibaren ZDH’yi hedef 
alan bir tavır takınmış ve birçok platformda harekatın başarısız olması için 
adımlar atmıştır. İran Dışişleri Sözcüsü Behram Kasımi harekatın hemen başında verdiği bir demeçte Türkiye’nin Afrin’de gerçekleştirdiği harekatı endişe ile takip ettiklerini ve derhal sonlandırmasını temenni ettiklerini açıklamıştır. Akabinde İranlı yetkililerden harekatın Suriye’nin egemenliğini ihlal ettiğine yönelik açıklamalar gelmiştir. İran ayrıca ZDH’ye dair büyük bir medya kampanyası da başlatmış, PKK’nın iddiaları üzerinden kara propaganda yapmıştır. Bu bağlamda İran ZDH’ye karşı Esed rejimiyle birlikte hareket etmiştir. 

ZDH’nin karşılaşabileceği en olası senaryolarından biri İran’ın arabuluculuğunda 
PKK/PYD’nin Esed rejimi ile anlaşması ve Afrin’in önemli bir kısmını, 
özellikle merkezini Esed rejimine devretmesi olarak tezahür etmiştir. Nitekim 
FKH’de bu iş birliğine Münbiç konusunda şahit olunmuştur. Ayrıca Esed rejimi 
ile YPG Haseke’de bir arada var olma deneyimi yaşamaktadır. Bu senaryoyu güçlendiren emare ise iki taraf arasında Halep’te devam eden görüşmeler neticesinde Esed rejimine bağlı milislerin Afrin bölgesine girmeye başlamasıdır.30 PKK/PYD Şeyh Maksud ve Bostan Başa gibi mahalleleri rejime devrederek buradaki güçlerini Afrin’e kaydırmıştır. 

Bu süreçte Esed rejimi YPG ile birçok müzakere gerçekleştirmiştir. Görüşmelerde Afrin’in rejime devredilmesi müzakere edilmiş fakat taraflar Türkiye’nin tehdidi, rejimin maksimalist talepleri ve Rusya’nın olumsuz tavrı sonucu anlaşamamıştır. 

Rejim ve PKK arasında tam bir mutabakat sağlanamasa da görüşmeler 
devam ederken rejime resmi bağlı ve İran tarafından desteklenen Halk Koruma 
Güçleri Afrin bölgesine girerek PKK saflarında TSK ve muhaliflere karşı savaşmaya başlamışlardır. PKK beklemediği ölçekte çok kayıp vermeye başlamasıyla birlikte rejime verdiği tavizleri artırmış, bu bağlamda bir anlaşma zemini oluşması ihtimali güçlenmiştir. 

Ancak tüm bu hamleler askeri ve siyasi açından Afrin denklemini değiştirmeyi 
başaramamıştır. Rejimle birlikte hareket eden mezkur paramiliter güçler ve 
İran Devrim Muhafızları’nın organize ettiği Şii milisler Afrin’e intikal ettiyse de 
ne PKK Afrin’i rejime bırakmış ne de rejim Afrin’de yönetimi devralmıştır. Bunun 
bir sebebi PKK ile rejim arasındaki anlaşmazlıklar, diğer bir sebebi ise rejimin Afrin’de düzenli ordusuyla gerçek manada Türk ordusu ve muhalifler ile çatışmaya girecek bir askeri mobilizasyon lüksüne sahip olmamasıdır. An itibarıyla birden fazla cephede çatışma içerisinde olan rejim her ne kadar Türkiye’nin Afrin operasyonundan rahatsızsa da buna karşı koyabilecek bir kapasiteye sahip değildir. Sonuçta TSK Afrin’e giren milis unsurları hedef almış ve ciddi zayiat verdirerek geri çekilmelerini sağlamıştır. Kaldı ki rejim Türkiye’nin PKK’yı teslim olma noktasına getirmesinin uzun vadede kendisi için de birtakım faydalar getirebileceğini de hesap etmektedir. Şu an mücadeleye girme kapasitesine sahip olmadığı bir ülkenin toprak bütünlüğünü tehdit eden örgütü zayıflatmasının, ileriki aşamalarda PKK’yı rejime karşı daha tavizkar bir pozisyona sokacağını düşünmektedir. 

Nihayetinde Esed rejimi PKK’nın Afrin’i kendisine devretmesini istemektedir. 
Diğer bir deyişle 2012’de çatışmadan PKK’ya bıraktığı toprakları yine çatışmadan geri alma amacındadır. Fakat 2012’den bu yana PKK’nın geçirdiği 
dönüşüm, kazanımlarını kaybetmeme isteği ve ABD ile kurduğu ilişki örgütü 
bu yönde bir anlaşmadan alıkoymuştur.31 Ayrıca rejimin Suriye’deki tehdit algısında Suriyeli muhalifler hala birinci sıradadır. Nitekim PKK/PYD Suriye’nin 
toprak bütünlüğünü tehdit etse de rejimin kendisini doğrudan hedef almamaktadır. Özellikle DEAŞ ve El-Kaide gibi radikal unsurların bulunmadığı ve 
Suriyeli muhaliflerin kontrol ettiği bölgeler ülke içerisinde Esed rejimine bir 
alternatif oluşturmaktadır. Yıllarca ılımlı muhalefeti birincil hedef olarak gören 
rejimin penceresinden Suriyeli muhaliflerin FKH ile Kuzey Halep’in ardından 
Afrin bölgesini de kontrol altına alması büyük bir stratejik yenilgi anlamına 
gelmektedir. Rejimin Suriye toplumunu “temizleme ve arındırma” politikasına 
mukabil yurt dışında mülteci konumunda yaşayan Suriyelilerin ülkeye geri 
dönme imkanını bulması da diğer bir sorunsaldır. 

Askeri ve jeostratejik konum açısından ZDH ile beraber Cerablus-el-Bab 
Afrin-İdlib hattı oluşmaktadır. Halep merkezinin kuzeydoğusundan güneybatısına kadar olan tüm bölgeler Suriyeli muhaliflerin eline geçmiş ve İdlib ile FKH arasında bağlantı kurulmuştur. 

TERÖRLE MÜCADELEDE YENİ SAFHA: ZEYTİN DALI HAREKATI ABD-PKK/PYD ANGAJMANI 

Arap Baharı’nın etkisiyle 2011’de başlayan Suriye devriminin ilk dönemlerinde 
ABD muhalif grupları askeri-siyasi yardımlarla destekliyor, uluslararası bir koalisyon ile birlikte Esed rejiminin meşruiyetini yitirdiğini ve devrilmesi gerektiğini öne sürüyordu. Ancak söz konusu politikasını değiştirmeye başlayan ABD DEAŞ’ın Irak’ta neşet edip Suriye’nin içlerine kadar uzanmasıyla muhaliflere desteğini keserek Esed rejimini ayakta tutacak adımlar attı. Ayn el-Arab (Kobani) kuşatması sırasında PKK’nın Suriye örgütlenmesi olan PYD/YPG’yi DEAŞ’a karşı desteklemeye başladı ve söz konusu örgütü adım adım Suriye siyasetinin merkezine yerleştirdi. Mezkur strateji gereği –aksi yönde çok açık deliller olmasına rağmen– PYD/YPG’yi terör örgütü olarak tanınan PKK’dan ayrı bir yapılanma olarak sundu ve Suriye Kürtlerini temsil ettiği tezini savundu.32 ABD Suriye krizinin başından itibaren muhalif gruplara şüpheyle yaklaştı. Bazı grupları sakıncalı görerek destek vermediği gibi onları desteklemek isteyen aktörlere de aktif bir şekilde engel olmaya çalıştı. Ancak PKK’nın Suriye örgütlenmesi PYD/YPG’ye sınırsız bir destek sunmakta tereddüt göstermedi.33 
Ayn el-Arab’ın tamamen düşeceği bir noktada ABD, PYD’nin yardım çağrısına 
yanıt vererek DEAŞ hedeflerine yoğun bir hava saldırısı başlattı ardından 
silah ve mühimmat yardımı yapmaya başladı.34 ABD’nin müdahalesiyle birlikte 
sahadaki askeri durum DEAŞ aleyhine dönerken bir süre sonra örgüt Ayn el-Arab civarından tamamen çıkartıldı. “Kobani” deneyimi ABD’nin YPG güçlerini 
Suriye’de DEAŞ ile mücadelede kara gücü haline getirebileceğini gösterirken örgüt için ise Washington desteğinin önemini ortaya koydu. Bu askeri angajman 
adım adım artarak Tel Abyad ve diğer bölgelerde kendini göstermeye başladı.35 
Ancak PYD/YPG terör örgütünün DEAŞ’a benzer şekilde ele geçirdiği bölgeleri 
terörize etmesi uzun sürmedi. PYD/YPG, ABD ve Esed rejimiyle kurduğu askeri 
angajmanlarla elde ettiği üstünlüğü kullanarak Suriye’nin Haseke ve Rakka vilayetlerinde Tel Abyad dahil olmak üzere ele geçirdiği bölgelerde muhalif Arap ve Türkmenlere yönelik tehcir politikası uyguladı. Örgüt demografik mühendislik 
çabasına girişti. Köy yakma, ürün ve mallara el koyma, yargısız infaz ve toplu 
cezalandırma gibi savaş suçu olarak kabul edilecek eylemleriyle bölgenin demografik yapısını değiştiren PYD/YPG bölgeyi kendisi için yönetilebilir kılmak istedi. ABD, YPG ile kurduğu angajman üzerinden başta Türkiye olmak üzere yoğun eleştirilere muhatap olunca PKK/PYD’yi perdeleyebilmek adına 11 Ekim 2015’te “Suriye Demokratik Güçleri” (SDG) isimli bir ittifak oluşturdu.36 
Bu dönemde Başkan Obama’nın talimatıyla ABD ordusuna bağlı özel kuvvetler 
SDG/YPG’yi doğrudan eğitmeleri için sahaya gönderilmeye başlandı. Yine 
Başkan Obama’nın DEAŞ ile Mücadele Özel Temsilcisi Brett McGurk birçok kez 
bölgeyi ziyaret ederek SDG/YPG’liler ile temas kurdu. ABD, PYD’nin kontrol ettiği bölgelerde bu süreçte askeri üsler inşa etmeye başladı.37 Bu dönemde SDG/YPG’ye sağlanan silahların ölçeği ve niteliği de artıyordu. Türkiye’nin tüm itirazlarına rağmen 31 Mayıs 2016’da Fırat Nehri’nin batı yakasındaki stratejik Münbiç bölgesi, ABD-SDG/YPG ittifakı tarafından ele geçirildi. 

Münbiç sonrasında YPG’nin askeri açından temel hedefi Cerablus-el-Bab 
bölgesini de ele geçirerek Afrin kantonu ile toprak bütünlüğünü sağlayacak 
şekilde genişletmek oldu. Ancak Türkiye’nin FKH’yi başlatması bu hamleyi 
boşa çıkartırken ABD’de Obama yerine Trump döneminin başlaması hem Türkiye-ABD hem de ABD-PKK/PYD ilişkisi açısından yeni bir dönemi beraberinde getirdi. Fakat Türkiye’nin beklentilerinin aksine Trump Suriye siyasetine ilişkin karar mekanizmasını tamamen Pentagon ve CENTCOM’a devretmiş, bu kurumların önceliği ise YPG ile inşa ettikleri askeri angajmana devam etmek olmuştu. ABD, YPG/SDG’yi doğrudan ağır silahlarla donatarak Rakka’ya yönelik büyük bir hamle başlatırken bölge hava ve karadan ağır şekilde vurulduktan sonra YPG eliyle kontrol altına alındı. ABD Rakka hamlesine eş zamanlı olarak Deyrizor’da Suriye’nin önemli petrol ve doğal gaz yataklarını el geçirecek ve ülkenin Irak sınır hattını tutacak şekilde YPG/SDG’nin Fırat’ın doğusunda ilerlemesini sağlamaya çalıştı. 

Takip eden süreçte ABD’nin Suriye stratejisinde PYD/YPG’nin konumu 
daha da tahkim edildi. Temelde bir terör örgütüne karşı diğer terör örgütünü 
kullanma stratejisi benimseyen ABD, Suriye’deki tüm yatırımlarını anılan örgüte 
yaptı. Böylece doğu-batı ekseninde Suriye-Irak sınır hattından Münbiç’e kadar 
uzanan bir hatta, güneyde ise Rakka ve Deyrizor’un Fırat’ın doğusuna uzanan 
alanlarda etkinliğini artırmaya çalıştı. ABD bu bağlamda hem Türkiye’nin ulusal 
güvenliğini hem de Suriye’nin toprak bütünlüğünü tehdit eden PYD/YPG terör 
örgütüne destek vermeye devam ederken Türkiye ise önce FKH’nin ardından 
hem Astana süreci hem de ZDH ile ABD’nin attığı adımlara yanıt verdi. ABD, 
Türkiye’nin Afrin dahil PKK’nın Suriye örgütlenmesi YPG’ye hiçbir şekilde bir 
askeri harekat yapmasını arzu etmedi ve engellemek istedi. ABD özellikle DEAŞ’a karşı Rakka operasyonu devam ederken “dikkat dağıtıcı” olacağını iddia ettiği bir harekatın yapılmasına karşıydı ve bu muhalefetini söz konusu operasyon bitmesine rağmen devam ettirdi.38 

Türkiye’ye PKK’nın Münbiç’ten çıkarılacağı ve Rakka sonrasında örgüte desteğin 
kesileceği sözünü tutmayan ABD ZDH’nin arefesinde YPG’den müteşekkil 
bir sınır ordusu kuracağını açıkladı. ABD’nin CENTCOM merkezli Suriye ve PKK 
stratejisi Washington-Ankara arasında en önemli gerilim noktası olmaya devam 
etti. Türkiye’de ABD’nin PKK’ya olan desteğini kesmeyeceği, Suriye’nin kuzeyinde Türkiye sınır hattı boyunca terör örgütünün kontrol ettiği bir devletçik oluşturacağı düşüncesinin kuvvetlenmesiyle ZDH hazırlıkları hızlandı. Rusya, ABD’nin aksine PKK’ya doğrudan silah yardımı yapmadıysa da Afrin’deki askeri varlığıyla terör örgütü için bir kalkan görevi gördü. 
Türkiye’nin ZDH ile coğrafi izolasyonu ve yerel angajmanları dolayısıyla doğrudan ABD’nin nüfuz alanında olmasa da PKK/PYD’nin Afrin “kantonu”nu hedef alması Washington’ın Suriye’nin kuzeyinde inşa etmeye çalıştığı kuşağa ciddi anlamda zarar verdi. Her şeyden öte PKK’nın Akdeniz’e ulaşmak için zıplama tahtası olarak gördüğü ve yıllarca yatırım yaptığı bir bölge kaybedilmiş oldu. Askeri olarak YPG üzerinden algı mühendisliği ile yaratılmış olan mit çökerken ABD’nin hava desteği olmadan YPG’nin anlamlı bir askeri güç karşısında hiçbir şansı olmadığı ortaya konuldu. Yine harekat boyunca Suriye rejimine ve İran’a bağlı Şii milisler ile Afrin PKK’sı arasında bir ittifak görüntüsünün oluşması ve milislerin Afrin’de PKK ile birlikte savaşması ABD’nin YPG’yi DEAŞ’la mücadelenin yanı sıra İran’ın Suriye’de artan nüfuzuna yönelik de kullanacağına dair iddiaları ciddi anlamda sorgulanır kıldı. 
Ayrıca Türkiye’nin kısa sürede muhaliflerle birlikte Afrin’i PKK’dan temizlemesi 
adeta bir domino etkisiyle Münbiç ve Fırat’ın doğu yakasında örgütün 
tahakküm kurduğu bölgeleri de etkilemeye başladı. ABD desteğiyle PKK’nın 
kontrolünde yaşamak zorunda kalan Arap unsurların mobilize olup PKK’ya karşı 
harekete geçtiği göründü. Münbiç, Haseki, Rakka ve Deyrizor’da terör örgütü tarafından sindirilmiş bölge halkı direnç göstermeye başladı. ZDH, ABD’nin PKK’ya yaptığı yatırım ve elde ettiği nüfuz alanının sürdürebilirliğine yönelik ciddi bir meydan okumaya dönüşürken terör örgütü sayesinde elde edilen çıkarların yeni dönemde üretmeye başladığı maliyet karşısında sorgulanacağı bir gerçeklik ortaya çıktı. ABD ise ZDH bağlamında karşı karşıya kaldığı meydan okumayla birlikte yeni gerçekliğe adapte olabilmek ve süreci yönetebilmek için Türkiye ile müzakereler başlatma kararı aldı. Türkiye’nin Münbiç ve Fırat’ın doğusuna yönelik taleplerinin karşılanmasına ilişkin daha olumlu işaretler vermeye başladı. 

ZDH VE RUSYA 

Suriye devriminin başından beri Esed’i destekleyen Rusya, Suriye rejiminin savaşı kaybetme ihtimalinin çok güçlendiği Eylül 2015’te doğrudan savaşa dahil oldu ve Suriyeli muhalifleri hedef almaya başladı. Türkiye-Rusya ilişkileri adım adım gerginleşirken Türkiye’nin sınır hattında bir Rus jetini düşürmesiyle ciddi bir kriz yaşandı. Rusya bu dönemde Afrin’deki PKK/PYD unsurlarını havadan askeri olarak desteklemeye başladı. Örgüt Rusya ve rejimden aldığı destekle muhaliflerin elindeki Tel Rıfat bölgesini ele geçirmeye başlarken Moskova ilerleyen dönemlerde Afrin’de askeri noktalar kurdu. Böylelikle Türkiye’ye PKK üzerinden yanıt verirken Tel Rıfat ve Şehba bölgesinin PKK tarafından ele geçirilmesiyle rejimin Halep’e düzenleyeceği nihai taarruz için stratejik bir derinliğin oluşmasını sağlamaya çalıştı. Afrin bölgesinin coğrafi izolasyonu, Münbiç ve Fırat’ın doğusundaki PKK bölgeleriyle toprak bütünlüğünün olmayışı bu bölgeyi ABD nüfuz alanından ziyade Rus nüfuz alanının içinde tuttu. 
Ancak Türkiye-Rusya ilişkilerinin normalleşmeye başlaması ve Suriye sathında 
ortaya çıkan yeni gerçeklikler iki ülkeyi daha fazla yakınlaştıran bir etki 
yarattı. Böylece Rusya’nın PKK/PYD ile olan ilişkisi de sarsılmaya başladı. 

Özellikle ABD-PKK angajmanının gittikçe güçlenmesi ve ABD’nin PKK eliyle Rakka ve Deyrizor’daki enerji kaynaklarını ele geçirmesi Rusya’nın da Suriye’deki çıkarlarını tehdit eder hale geldi. Bu bağlamda oluşan yeni konjonktür tarafların yürüttüğü askeri diplomasiyle birlikte FKH’de olduğu gibi ZDH’de de önemli bir rol oynadı. Afrin ve çevresindeki Rus askeri varlığı sembolik olsa da Türkiye açısından bölgeye düzenlenecek kapsamlı askeri harekat için bir engel teşkil etmekteydi. Müzakereler sonrası Rus askerlerinin bölgeden çekilmesi harekatın önünü açtı. Öte yandan ZDH’nin gerçekleşmesinde önemli bir rol oynayan Türk savaş uçaklarının Suriye hava sahasına girmeleri konusunda da Rusya belirleyici oldu. Rusya, Esed rejimi hava unsurlarının da hiçbir şekilde Türkiye’yi hedef almasına izin vermedi. Esasında Rusya ZDH başlamadan önce bölgedeki PKK unsurları ile rejimi bir araya getirmiş ve bölgenin rejime devredilmesi için terör örgütüne baskı yapmıştı. Ancak PKK ile rejimin anlaşamaması Rusya için en olumlu senaryonun hayata geçmesini engelledi ve Türkiye’nin ZDH’yi gerçekleştirmesine yeşil ışık yakmak durumunda kaldı. 
Türkiye-Rusya yakınlaşmasının sahadaki ilk somut yansıması FKH olurken 
süreç bununla sınırlı kalmayarak Suriye’nin diğer bölgelerinde de tezahür 
etti. Türkiye ve Rusya’nın beraber yürüttüğü müzakereler sonucunda 30 Aralık 
2016’da Suriye genelinde geçici ateşkes sağlandığı duyuruldu. Bunun ardından 
ise Astana süreci başladı. 2017’de Astana süreci kapsamında yapılan görüşmeler neticesinde Suriye genelinde dört deeskalasyon/çatışmazlık bölgesi ilan edildi.39 
Türkiye ile Rusya arasında Suriye’deki gelişmelere ilişkin hala çok ciddi ayrışmalar ve pozisyon farklılıkları olsa da ülkenin toprak bütünlüğü konusundaki ortak tutum üzerinden bir siyaset inşa edildi. Bu bağlamda tamamen ABD’nin nüfuz alanına girerek Suriye’nin kuzeyinde bağımsız bir kuşak oluşturma çabası içerisindeki PKK/PYD’nin görece zayıflatılması Rusya’nın da çıkarına hizmet etmekte. 

Esasında Rusya pragmatik bir ülke olarak PKK/PYD tamamen ABD’nin güdümüne girmeden önce onunla her fırsatta angajman kurma çabasında oldu. Rusya’nın PKK stratejisi örgütü tamamen ABD’ye teslim etmeme üzerine kuruluydu ancak bunda başarılı olamadı. Rusya’nın PKK ile ilişkisi kendine özgü olageldi ve ABD-PKK ilişkisinden farklılık gösterdi. Rusya örgütle doğrudan bir ittifak ilişkisine girmese de PKK kartını tamamen ABD’ye bırakmak istemedi. Rejimle anlaşması karşılığında PKK’ya siyasi bir alan açma sinyali verdi. Fakat iki gelişme Rusya’nın PKK politikasında bazı dönüşümlere sebep oldu: Birincisi PKK’nın Afrin’i rejime bırakmaması ve Rus arabuluculuğunu boşa çıkarmasıydı. Rusya’nın nüfuzunun güçlü olduğu Afrin’de bile PKK’yı rejimle uzlaşmaya ikna edememesi örgüte karşı pozisyonunu değiştirmesine sebep oldu. İkincisi ise PKK’nın ABD ile ilişkisinin derinleşmesi ve Suriye’nin geleceğine ilişkin planlarını müttefiklik üzerine kurmasıydı. Diğer bir deyişle ABD’nin PKK üzerindeki güçlü nüfuzunun zayıflamadığı aksine güçlendiğini gören Rusya, örgütün Washington’ın biçtiği rolü oynayacağına kani oldu. Daha sonra Dışişleri Bakanı Sergei Lavrov’un da dillendirdiği gibi ABD’nin PKK yapılanması üzerinden Suriye’nin toprak bütünlüğünü bozmak istediği sonucuna vardı. Ancak PYD hala Moskova’da temsilcilik bulundurmakta ve Rusya, Türkiye ile olan ilişkilerinde bu terör örgütünü adeta bir sigorta olarak görmeye devam etmektedir. Nihayetinde ABD-PKK angajmanı bozulduğunda örgüt ile ilişkisini yeniden canlandırma potansiyeline sahip olduğu da görülmektedir. Ancak ZDH ile birlikte özellikle PKK/PYD’nin çok sert şekilde Rusya’yı hedef alan açıklamalar yaptığını da değerlendirdiğimizde bu ilişkinin yeniden tesisi eskisi kadar kolay olmayacağı anlaşılmaktadır.40 

5 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder