3 Aralık 2018 Pazartesi

AKP’nin “Can Simidi” Annan Planı: Kıbrıs’ın 20 Yıl İçinde Rumlara Teslimi Üzerine Düşünceler


AKP’nin “Can Simidi” Annan Planı: Kıbrıs’ın 20 Yıl İçinde Rumlara Teslimi Üzerine Düşünceler




Bülent Şener 
21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü 
Milli Güvenlik ve Dış Politika Araştırmaları Merkezi
17 Şubat 2014 Pazartesi
AKP’nin “Can Simidi” Annan Planı: Kıbrıs’ın 20 Yıl İçinde Rumlara Teslimi Üzerine Düşünceler


İç ve dış politikada yaşadığı “güç zehirlenmesi” sonucu yanlış adımlar atarak 
gittikçe açmazlara sürüklenen AKP Hükümeti, Türkiye’yi içerisine soktuğu 
sorunları kamufle edebilmek ve parti olarak içinde bulunduğu sıkıntılı durumu 
aşabilmek için on yıl sonra tekrardan Annan Planı’na sarılarak Kıbrıs’ta yeni 
tavizlere hazırlanıyor. Bir yandan ABD ve AB ile çatışarak, bir yandan da içerde 
cemaat ve büyük sermaye gruplarıyla çatışarak iktidarını sürdürmesinin mümkün olmadığını düşünen AKP Hükümeti, ABD ve AB’yi memnun edecek adımlar atarak kendi iktidarının sürmesine yönelik aradığı dış desteği bu yolla sağlamayı hedefliyor.

Ancak buna yönelik kamuoyu baskısını aşabilmek için AKP Hükümeti, Doğu Akdeniz bölgesindeki enerji kaynaklarının Türkiye üzerinden dünyaya eklemlenmesi gerekçesini bir yanıltma/yönlendirme aracı olarak devreye sokmaya hazırlanmaktadır. Nitekim, AKP Hükümeti’ne yakın Star ve Akşam gazetelerinde çıkan 12 Şubat 2014 tarihli bir haber bu durumu açık bir şekilde yansıtırken, söz konusu durumu adeta bir başarı gibi lanse etmektedir. Habere göre, ekonomik krizle boğuşan Rum tarafının bir buçuk yıllık “direnişin” ardından KKTC ile yeniden masaya oturarak, görüşmelerin hedefini iki kesimli, iki toplumlu ve siyasal eşitliğe dayalı bir “federal Kıbrıs” oluşturan kritik “ortak metin”i açıklaması bir başarıdır. Yine aynı habere göre, 2004’ten bu yana “en iyi çözüm çözümsüzlüktür” politikasını yürüten Rum kesimini müzakere masasına oturtan ise Türkiye’nin İsrail ve Rumlara çektiği doğalgaz resti olmuştur. Dahası, Mavi Marmara saldırısından bu yana Türkiye’nin Akdeniz'de güç politikası yürüttüğünü iddia eden habere göre Türkiye bu politikayla hem İsrail’e hem Rum Kesimi’ne diz çöktürmüştür. Rum Kesimi’nin 2011’de Güney Kıbrıs Rum Kesimi (GKRY) açıklarında “Afrodit” adı verilen doğalgaz yatağını bulmasıyla başlayan Türkiye-İsrail-Rum “soğuk savaşı”, ABD’nin bu yatakların İsrail ve Rum Kesimi için kritik öneme sahip olduğunu açıklayan bir rapor yayınlaması ve aynı yerde petrol da bulunabileceği anlaşılınca Avrupa şirketlerinin de sürece dahil olmasıyla paylaşım yarışı Türkiye engeline takılmıştır. Diğer alternatiflerin maliyeti hem İsrail hem Rumlar için tek karlı ve kestirme yol olan Türkiye seçeneğini gündeme taşıdığı belirten habere göre bu durum hem İsrail’in Mavi Marmara için Türkiye’den özür dilemesini hem Kıbrıs’ta çözümün sağlanmasını gerekli kılmıştır. Habere göre, neticede Rumlar Batı’nın da baskısıyla krizin 
derinleştiği süreçte Türk tarafıyla masaya oturmuş, ABD, Almanya ve Fransa 
gelinen durumdan ve süreçten memnuniyet duyduğunu açıklamıştır.[1]

Bu şekilde haberler ve bilgilendirmelerle, yeniden devreye sokulacak olan Annan Planı’na karşı bugünlerde Türkiye ve KKTC egemen çevrelerindeki yaklaşımları yumuşatmayı hedefleyen AKP Hükümeti, adeta sessiz sedasız bir şekilde planda Rumların istediği değişiklikleri gerçekleştirerek, plana on yıl önce “hayır” diyen Rumlara çözüm yolunda yeni tavizlere hazırlanmaktadır.Nitekim, 13 Aralık 2013’teki Atina ziyaretinde Yunanistan Dışişleri Bakanı Venizelos’la biraraya gelen Davutoğlu’nun görüşme sonrasında gerçekleştirilen ortak basın 
toplantısında Kıbrıs’ın geleceğiyle ilgili olarak “Adada Annan Planı ile ortaya 
çıkan bir müktesebat var. Yeni şartlar öne çıkarmak yerine önceden mutabakata 
varılmış metinler üzerinden sonuca gidilmesi gerek”[2] şeklindeki sözleri, 
siyasal, hukuksal ve reelpolitik açıdan dengesiz bir plan olan Annan Planı’nın 
AKP hükümeti tarafından hala desteklendiğini ve 2004 Nisan’ında yapılan 
referandumda % 75.8 gibi yüksek bir oranla plana “hayır” diyen Rum tarafını[3] 
“evet”e ikna etmek için planda yapılacak değişiklikler çerçevesinde tavizler 
verileceğini göstermektedir. Keza, Hürriyet gazetesinde yayınlanan Kıbrıs 
kaynaklı bir habere göre, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi 2004’te reddettikleri Annan Planı’ndaki haritadan farklı olarak, KKTC’nin iç kesimlerinden ve stratejik 
Karpaz yarımadasından da pay istemektedirler. Bu çerçevede Rumlar tarafından, KKTC’nin iç kesimleri ile Karpaz’da Türkiye kökenli KKTC vatandaşlarının çoğunlukta olduğu Yeni Erenköy ve Dipkarpaz köylerini kapsayan haritaların BM’ye sunulduğu iddiasını ileri süren habere göre, Rumların yeni haritası kabul edilirse, adanın en verimli topraklarının yanı sıra Türkiye’den gelecek suyun da kullanılacağı geniş araziler Kıbrıslı Türklerin elinden çıkacaktır.[4]

Bütün bu gelişmeleri daha iyi anlayabilmek için, öncelikle Annan Planı’nın 
dayandığı esaslara bakmakta fayda vardır:

2004’teki Annan Planı’na[5] göre:

a) 2011 yılına kadar 6000, 2018’e kadar 3000 Türk ve Yunan askeri adada kalacak, bu tarihten sonra da aynen 1960 antlaşmalarında olduğu gibi sembolik bir anlam taşıyacak olan 650 Türk ve 950 Yunan askeri adada bulunacak, her üç yılda bir bu askerlerin durumu sıfırlamak amacıyla gözden geçirilecekti.

b) Türk tarafının % 36 olan toprak oranı %29’a düşürülüyor, Güzelyurt ve çevresi Rum yönetimine bırakılırken Karpaz Türklerde kalıyordu.  Türklere kalan 
topraklara Rum göçmenler aşamalı olarak yerleşebilecek, bir süre için Rumların 
kuzeye geçişi konusunda bazı kısıtlamalar bulunacaktı. Kuzeydeki evlerine 
dönebilecek Rumların oranı 19 yıla kadar, Türk nüfusunun %18’ini aşmayacak, bu dönemden sonra ise kısıtlamalar kalkacaktı.

c) Rumlara bırakılacak topraklar, 42 aylık süreçte 6 aşamalı olarak Rum 
yönetimine devredilecek, mal-mülk edinme konusunda da geçici kısıtlamalar söz konusu olacaktı. Rumların, Türk kurucu devletinden mal-mülk alması konusundaki kısıtlamalar, Kıbrıslı Türklerin kişi başına düşen gelirinin Rumların gelirinin % 85’ine ulaşması ve aradan 15 yıl geçmesinden sonra tamamen kalkacaktı.

d) Senatodaki 24 Türk 24 Rum dengesinin bozulmaması için, senatörlük seçimi 
vatandaşlık değil etnik kökene göre düzenlenecekti. Buna karşın, Başkanlık 
Konseyi’nde etnik köken değil, vatandaşlık esas alınıyordu. Federal hükümet 3 
Türk 3 Rum bakandan oluşurken, Avrupa Parlamentosu’nda 4 Rum 2 Türk milletvekili olacaktı. Başkanlık Konseyi’nde başkan ve başkan yardımcılığı ilk dönemde 10 ayda bir değişimli olacak, daha sonra Rumlar 40 ay, Türkler 20 ay başkanlık yapacak ve bir konuda karar alınabilmesi için en az bir Türk üyenin de onayı gerekecekti.

Planla ilgili olarak söylenebilecek ilk şey planın siyasal, hukuksal ve 
reelpolitik açıdan dengesiz bir yapıda oluşudur. Planda, iki kutuplu sistemin 
şartlarını yansıtan “tek Kıbrıs devleti ve halkı” olduğu ve her ne pahasına 
olursa olsun böyle olmaya devam edeceği, adadaki mevcut durumun dikkate 
alınamayacağı varsayımı devam etmiştir. Öte yandan, planla ilgili süreçte gerek 
Türkiye gerekse KKTC’deki kamu odaklarının AB üyeliği konusunda aşırı istekli 
oluşu ve Kıbrıs’ı bu yönde bir engel olarak görmeleri ve bu çerçevede Denktaş’ı 
“uzlaşmaz bir lider” olarak göstermeleri, daha başlangıçta Annan Planı’nın Yunan tarafının tezlerine yakınlaşmasını kolaylaştırmıştır. Zira, Yunanistan Güney Kıbrıs’ta kamuoyu odakları süreç boyunca yekpare bir görünüm arz etmişlerdi.[6]

İkinci olarak, plan “egemenlik” ve “garantörlük” konularında Türk tarafının 
tezlerine yakın değilken; “toprak” ve “mülteciler” konularında Rum tarafının 
tezlerine yakın durarak dengesiz bir yapı oluşturmuştur. Özellikle, “egemenlik” 
konusunda bir “siyasi eşitlik” söz konusu olmakla birlikte, bu hiçbir şekilde 
bir hukuki mekanizma ile takviye edilmemiş olması ciddi bir handikaptır. Keza, 
planda, federe devletlerin egemenliklerinden ziyade, “bölünemez, ayrıştırılamaz” tek bir egemen devlete vurgu yapılması, Rum tarafının üniter devlet tezine özü itibariyle yaklaşmaktadır.[7]

Üçüncü olarak, planda var olan şekliyle, Rumların kuzeye göçmeleri ve toprak 
almaları belirli kısıtlamalara tabi tutulmuşsa da, gelecek açısından bu durum 
Türk tarafı açısından geri dönülemez sakıncaların doğmasına yol açacaktır. Zira, 
ekonomik olarak güçlü olan Rumların, AB hukukuna aykırılıkları ileri sürerek bu 
kısıtlamaları gerekli hukuk mercilerine yapacakları bireysel başvurularla 
etkisiz kılabilmelerinin önünde engel olduğu söylenemez.[8] Bu haliyle Annan 
Planı, 20 yıla yayılan bir zaman diliminde Rumların, Türklerin elindeki %29’luk 
toprak parçasının önemli bir kısmını ele geçirmeleri anlamına gelmektedir ki bu 
da Türk tarafı açısından ciddi bir handikaptır. Daha önce 1964’te Acheson 
Planı’yla Yunanistan’ın ve Kıbrıs Rumlarının ayağına gelen ve onları “enosis”e 
en çok yaklaştıran bu tarihi fırsat, ikinci kez Rumların ayağına gelmiş olmasına 
rağmen AB üyeliğinin garantisiyle 2004’te reddedilmiş olsa da, şimdi AKP eliyle 
tekrar canlandırılan Annan Planı’yla bir kez daha Rumların önüne tarihi bir 
fırsat olarak gelmektedir.

Son olarak “garantörlük” konusunda planda Türkiye’nin garantörlüğü ikincil 
bırakılarak –yani bir anlamda yok sayılarak–, ada kağıt üstünde esas olarak 
uluslararası garanti altına alınmaya çalışılmıştır. Oysa ki, biraz tarih bilgisi 
olanlar da bilirler ki 1963 yılından sonra Türk tarafı saldırılara uğradığında 
adada bir BM Barış Gücü vardı ve hiçbir şey yapmamıştır. Yine, Avrupa’nın 
merkezinde, 1990’lı yıllarda Bosna’da olup bitenlere karşı BM barış güçlerinin 
seyirci kaldığı insanlığın acı hatıraları arasındadır.

Hal böyleyken, sırf çözüm adına AKP Hükümeti tarafından Kıbrıs’ta özellikle 
“egemenlik” ve “garantörlük” konularında girilen bu anlamsız risklerin 
faturasının gelecek nesiller tarafından ödenmesi içten bile değildir. Bugün dahi 
BM Güvenlik Konseyi’nin ve BM barış güçlerinin uluslararası barış ve güvenliğin 
korunması yönünden etkinliği tartışılan konumu düşünüldüğünde, insan yaşamı 
açısından “aciliyet”in ve “zorunluluğun” söz konusu olduğu durumlarda bunun 
nelere mal olduğu tarihin sayfalarında yer almaktadır. Dolayısıyla, bir bütün 
olarak bakıldığında, adayı 20 yıl içinde fiilen Rumlara teslim eden ve 
Türkiye’nin hukukla kazanılmış “garantörlük” haklarını yok sayan bir plana 
“evet” demek millet ve tarih karşısında büyük vebal demektir. Bugün itibariyle 
adada 40 yıldır süren “barışçı çözümsüzlük” durumu şiddet sarmalına evrilmediği sürece, fiili garantilerin kağıt üstünde kaldığı ya da bu konuda tereddütlerin var olduğu Annan Planı gibi “garantisiz hukuki çözüm(ler)”den herhalde daha iyidir.

DİPNOTLAR;

[1]“Türkiye, İsrail ve Rumlara Diz Çöktürdü”, Star Gazetesi, 12 Şubat 2014, 
http://haber.stargazete.com/ekonomi/turkiye-israil-ve-rumlara-diz-cokturdu/haber-842098

[2]“Davutoğlu-Venizelos Ortak Basın Toplantısı: Kıbrıs Sorunuyla İlgili Önemli 
Gelişmeler”, 14 Aralık 2013,
http://www.abhaber.com/index.php?option=com_content&view=article&id=54168:davuto%C4%9Flu-ven
izelos-ortak-bas%C4%B1n-toplant%C4%B1s%C4%B1-k%C4%B1br%C4%B1s-sorunuyla-ilgili-%C3%B6ne
mli-geli%C5%9Fmeler&catid=214:manset-haber&Itemid=915
[3]Söz konusu referandumda AKP hükümetinin içerde ve dışarda oluşturduğu 
“statüko ve Denktaş karşıtlığı” propagandaları sonucu Türk tarafı %64.9 oranıyla plana “evet” demişti.
[4]“Annan’dan Daha Fazla Toprak İstiyorlar”, Hürriyet Gazetesi, 17 Aralık 2013, 
http://www.hurriyet.com.tr/dunya/25377492.asp
[5]Planın metni için bkz. http://www.hri.org/docs/annan/
[6]Faruk Sönmezoğlu, İkinci Dünya Savaşı’ndan Günümüze Türk Dış Politikası, Der Yayınları, İstanbul, 2006, s. 643.
[7]Sönmezoğlu, İkinci Dünya Savaşı’ndan Günümüze Türk Dış Politikası, s. 643.
[8]Sönmezoğlu, İkinci Dünya Savaşı’ndan Günümüze Türk Dış Politikası, s. 643.


Uzman Hakkında
Bülent Şener
Milli Güvenlik ve Dış Politika Araştırmaları Merkezi

Uzmanın Diğer Yazıları

  “Çözü(l)m(e) Süreci”: Türkiye’nin Araf’taki Son Tangosu ve Kürt Hegemonyasının 
  Yayılışı 
  Askeri Güç Kullanımı Bağlamında Dış Politikada TBMM’nin Görev ve Yetkileri 
  Üzerine Bir Değerlendirme 
  “Medeniyetler Çatışması” ve Erdoğan’ın Sahte İsrail Karşıtlığı 
  Türkiye’nin “Köprüden Önce Son Çıkış”ı: 2014 Cumhurbaşkanlığı Seçimi 
  Süleymaniye Baskını’ndan IŞİD Tutsaklığına: Türk Dış Politikasında 
  Caydırıcılık Yitimi Üzerine 
  Diyarbakır’da Sona Eren Bağımsızlık ve Egemenlik 
  Soma, Takdir-i İlahi, Erdoğan ve AKP: Sekülerleş(e)meyen Bir Politik Toplumun 
  İzdüşümleri… 
  Loizidu Davası’ndan AİHM’nin 12 Mayıs 2014 Kararına: AKP’nin Dış Politika 
  Romantizmi ve Kıbrıs 
  Fiili Başkanlık Sistemi Artık Kapıda: Çanlar Türkiye İçin Çalarken... 
  AKP (Erdoğan) Peronist Hegemonya Kuruyor: Türkiye’nin Yeni “Tarihsel Blok”u 
  Yeni Berlin Duvarı Ukrayna’dan Geçecek… 
  Türk Dış Politikasında Kriz Yönetiminde Sivil ve Askeri Bürokrasinin Rolü 
  “Bölünmüş ve Kararsız Ülke”: Huntington’un Türkiye Paradigması ve Erdoğan 
  Catonizmi Üzerine Düşünceler 
  AKP’nin “Can Simidi” Annan Planı: Kıbrıs’ın 20 Yıl İçinde Rumlara Teslimi 
  Üzerine Düşünceler 
  Dış Politikada Yumuşak Güç Olgusu 
  Türkiye’nin Ortadoğu’daki Diplomatik Kapasitesinin Sınırları Üzerine Bir 
  Değerlendirme 
  Unutulan Bir Krizin Anatomisi ve Perde Arkası: Kardak Kayalıkları Krizi 
  Ege Denizi’nde Egemenliği Tartışmalı Ada, Adacık, Kayalıklar Sorunu ve Son 
  Durum: Kardak Kayalıkları Kimin? 
  Türk Dış Politikası “Quo Vadis”? : Dış Politikada Bir “Reset” Mümkün Mü? 
  Dış Politikada “Reset” mi Yoksa Yeni Tavizler mi?: AKP Hükümeti’nin Son Dönem 
  Kıbrıs ve Ermenistan Açılımları 
  Türkiye Ortadoğu’da “Dengeleyici Güç” Olabilir mi? 
  Türk Dış Politikasını Etkileyen Bir Unsur: Askeri Kapasite 
  TSK’nın 1983–2010 Yılları Arasında Kuzey Irak’ta PKK Unsurlarına Karşı 
  Yürüttüğü Sınır Ötesi Operasyonlardaki Başarısı Üzerine Bir Değerlendirme 
  “Demokratikleşme Paketi”nin Seçim Sistemi Üzerinden Bir Değerlendirmesi: 
  “Türkiye Cumhuriyeti’nin Zaman Ayarları”yla Oynamak 
  Dış Politikada “Değerli yalnızlık” ya da “Yanlış Hesabın Şam’dan Dönmesi”  
  İnsanlığın Olağan Durumu “Savaş” ve Bir Medeniyet Hâli “Barış” Üzerine  
  Kürt Sorunu’nda “Federalizm” Tartışmaları Üzerine 
  “Arap Baharı” Sürecinde Türk Dış Politikasında Proaktiflik Yitimi 
  Asker Neden Darbe Yapar? 
  Taksim Gezi Parkı Olayları ve Yeni Rejim Kodları  
  Araftaki Suriye Politikası 
  Reyhanlı’daki Patlamalar: Dış Politikada Deli Dumrulluğun Artan Faturası 
  Aziz Babuşçu’nun Sözleri Üzerinden Türkiye’nin Gelecek On Yılı 
  Demokratik Açılım ve Terörle Mücadele Süreci:Yanlış Bilinenler ve Temel 
  Açmazlar 
  Türk Dış Politikasının Akdeniz’de Batışının Hikayesi: AKP’nin Dış Politikadaki 
  Pirus Zaferleri 
  Demokrasi Ve Siyasal İktidarın Sınırlandırılması: Doğu Toplumlarında ve Türk 
  Siyaset Geleneğinde Bir “Doku Uyuşmazlığı” mı? 
  Türk Dış Politikasında AKP Romantizmi ya da “Stratejik Derinlik”te 
  Yuvarlanmalar: Türk Dış Politikası “İslam”ileşiyor mu? 

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder