30 Mart 2018 Cuma

KIBRIS ULUSAL DAVAMIZ, ULUSLAR ARASI ÇIKMAZ, BÖLÜM 3

KIBRIS ULUSAL DAVAMIZ, ULUSLAR ARASI ÇIKMAZ, BÖLÜM 3


II) Kıbrıs Dolaysız Görüşmelerinin Başlaması

2001 yılı, GKRY’in en yakın zamanda AB’ye tam üye olmasının artık
engellenemez bir süreç olduğunun Ankara tarafından da anlaşıldığı bir yıldır.
2001 yılının sonunda Dışişleri Bakanı İsmail Cem, TBMM Plan Bütçe
Komisyonunda Dışişleri Bakanlığı’nın bütçesinin sunumunda “Rum Kesimi’ne
AB üyeliği verilirse, Türkiye çok kesin bir karar almak zorundadır. Bunun
bedeli AB’ye üyelik hedefinden vazgeçmemiz olabilir”63 diyerek gelinen
durumu özetlemişti. Mesaj biraz da Brüksel’e verilmişti.
İsmail Cem’in söz konusu beyanından sonra Başbakan Ecevit de, Rum
Kesiminin üyeliği durumunda Türkiye'nin KKTC ile bedeli ne olursa olsun
entegrasyona gideceğini, oldubittiye izin verilmeyeceğini ilan etti. Bu esnada
TÜSİAD Başkanı Tuncay Özilhan, AB üyeliği yolunda Hükümete altı
maddeden oluşan bir mektup sundu. Mektupta Kıbrıs’ın “Türkiye'nin AB
üyeliği önünde engel oluşturmayacak şekilde ele alınması ve bu alanda
izlenecek politikaların AB ile derin krizler yaratmayacak şekilde
belirlenmesi…”64 İsteniyordu. TÜSİAD’a göre; GKRY’nin AB’ye tam üye
olması ve Türkiye ile KKTC’nin entegrasyona gitmesi Türkiye’yi AB sürecinin
dışında bırakacaktı. Bu durumda Türkiye Afganistan’a dönecekti. Sorunun
çözümü için özellikle BM’nin geliştirdiği çözüm önerileri, Türk Toplumunu

1960 Antlaşmasının da gerisine götürmekteydi. İş dünyası ise, AB ile ilişkilerin
Kıbrıs’a feda edilmemesini istiyor fakat bu görüşünü açıktan ilan edemiyordu.
Türkiye’de bu gelişmeler olurken Kıbrıs’ta süreç devam ediyordu. AB
temsilcileri Kasım ayının sonuna doğru temaslarda bulunmak üzere Kıbrıs’a
gelmiş fakat Türk tarafına geçmemişlerdi. Sırf bu durum bile AB’nin
Kıbrıs’taki durumu değerlendirme ve olayı ele alma şeklini ortaya koymaya
yetiyordu. Arkasında, bu şekilde kayıtsız şartsız destek bulan GKRY’nin kendi
egemenliğinin altını oyacak ya da Kıbrıs idaresine Türk Toplumunu da ortak
edecek bir çözümü kabul etmesini beklemek hiçbir olasılık içinde yer
almıyordu. Hem Ankara hem de Lefkoşa durumun farkındaydı fakat
Toplumlararası Görüşmelerde ilerleme sağlamak artık olanaksızdı. GKRY,
zamana oynayarak Brüksel’e görüşmelerde masadan kalkan taraf olmadığını
gösterme politikasını benimsemişti ve bazen Rauf Denktaş’ın milliyetçi
politikalarını bu amacı doğrultusunda sonuna kadar kullanıyordu.
Çözümsüzlük sorununa çare bulabilmek gerekiyordu. Bu amaçla 2001
yılı sonu Aralık ayında, uzlaşmazlık pozisyonundan kurtulmak ve çözüm
yolunda mesafe alabilmek için Denktaş, GKRY lideri Klerides’e sorunun
çözümü yolunda doğrudan görüşme yapma önerisini getirdi. Rum lider
Klerides, Denktaş’ın önkoşulsuz görüşme isteği ile ilgili gönderdiği üç mektuba
cevap vermek zorunda kaldı. İki lider 4 Aralık’ta görüşmeyi kararlaştırdılar. 4
ve 29 Aralık tarihlerinde iki lider birbirlerine karşılıklı nezaket ziyaretlerinde
bulundular.65 Denktaş’ın bu girişimi, KKTC üzerindeki uluslararası baskıyı
azaltmış, Rumlar öneriyi kabul etmek zorunda kalmışlardı. Nezaket
ziyaretlerindeki olumlu hava çözüm yolunda ümitleri artırdı. Böylece 2001
yılında, dolaysız görüşmeler için zemin oluşturulmuş, dolaysız görüşmeler için
ön çalışmalar tamamlanmıştı. Aralık ayında gerçekleştirilen ön görüşmelerden
sonra iki lider 2002 yılında yoğun bir görüşme trafiğine girecektir.

3) Kıbrıs Sorunundaki En Uzun Son iki Yıl ve Zamanın Türk Tarafının Aleyhinde İşlemesi

a) 2002 Yılındaki Gelişmeler

KKTC Cumhurbaşkanı Denktaş ile GKRY temsilcisi Klerides arasında
yürütülen dolaysız görüşmeler en imkânsız göründüğü zamanda, şartların
zorlaması ile başlamıştı. Görüşmelerin başlamasında, sorunun çözülememesi
durumunda en büyük zarara Ada’nın iki kesiminde yaşayan halkın göğüs
germek zorunda kalacağı gerçeği etkili olmuştu.66 Çözümsüzlük durumunda,
AB’nin GKRY’i Yeşil Hattan Güney’i ayırarak üyeliğe kabul etmesi ihtimali
Kıbrıs’taki durumu daha da içinden çıkılmaz hale getirecekti. GKRY’nin
üyeliği ile, Türkiye'nin AB üyeliği de zora girerken, Rumlar acısından Adanın
bölünmüşlüğü nihai hale gelecekti. Her iki durumda da çözümsüzlüğün
kazananı olmayacaktı.

Fakat kum saati GKRY’ye tam üyelik yolunu açacak adaylık statüsünün
verildiği 1994 yılından buyana Türk tarafının aleyhine akmaya devam ediyor,
zaman aralığı Rumların lehine daralıyordu. Bu esnada Kara Kuvvetleri
Komutanı Hilmi Özkök, Kıbrıs’a gerçekleştirdiği ziyaretinde, “Kıbrıs’ın ancak
Türkiye ile birlikte AB’ye girebileceğini, görüşmelerin sonuçsuz kalması ile
GKRY’nin AB üyesi olmasının bölgeyi istikrarsızlığa sürükleyeceğini”
söyledi.67 Hükümetten sonra askeri kanat da GKRY’i tam üye olarak kabul
etmemesi için Brüksel’e mesaj vermek zorunda kalmıştı. Oysa, Brüksel, bir
sonraki genişlemede GKRY’i üye olarak kabul etmek için kararını çoktan
vermişti.

Özkök’ün konuşmasına Rum tarafında yayınlanan Fileleftheros
gazetesinde geniş yer verildi. Bu esnada AB’nin Genişlemeden Sorumlu
Komiseri Günter Verheugen, demeçleriyle Türk tarafını zor durumda bırakıyor
ve Rum tarafının anlaşma sağlanamasa da AB’ye tam üye olacağını beyan
ediyordu.68 Bu açıkça Rumların tarafını tutan bir politikaydı ve Rumların
görüşmelerden anlaşma sağlamak için hiçbir şey yapmalarına gerek yoktu.
Verheugen’nin söz konusu tutumuna KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş
tepki gösteriyordu fakat Verheugen tutumunu değiştirmeye gerek görmüyordu.
Denktaş’ın ön şartsız görüşme önerisi ile Ocak ayının ortasında başlayan
Denktaş, Klerides arasındaki dolaysız görüşmelerin ilk turu 2002 yılı Şubat
ayında sona erdi. İlk turda, Rum tarafının temel stratejisi kendi istekleri
doğrultusunda bir uzlaşı sağlamak ya da uzlaşmaz duruma Türk tarafını
düşürmekti. Bunu teminat atına alabilmek için de aslında gizli geçmesi gereken
görüşmelerde masaya konulan tüm belgelerin bir kopyasını konuyla birinci
derecede ilgili olan, AB, ABD ve BM yetkililerine göndermişlerdi.69
Görüşmelerde Türk tarafının tezleri, AB’nin tek devlet çatısı oluşturulması
isteminden çok uzak kalıyordu. İlk tur görüşmelerde Türk tarafı; Ada’da zayıf
yetkilerle donatılmış federal devlet çatısı altında iki ayrı egemen devlet
kurulması ve uluslararası ilişkilerde federal devletin söz sahibi olması tezini
savunmayı sürdürüyordu. Rum tarafı ise, federal devlet yetkilerinin güçlü
olması, iki egemen devletin yetkilerinin zayıf olması tezinde ısrar ediyordu.70
Mart ayına kadar geçen sürede Denktaş ve Klerides 14 kez bir araya
gelerek bir çeşit shuttle diplomasisi yürütmüşlerdi. Görüşmelerin ikinci
bölümüne Denktaş, bu zamana kadar savunduğu KKTC’nin Bağımsız
(sovereign) Devlet (state) olması tezini, Bağımsız (sovereign) Birim (entity)
tanımlamasına döndürerek devam etmek zorunda kaldı. Federal çatının
merkezileşmesi yolunda da belli oranda tavizler verilmiş, Türk ve Rum
Birimlerinin iç işlerinde serbest dış ilişkilerde birlikte hareket etmesi
öngörülmüştü. Bağımsız Birim ile zengin Rum tarafının KKTC’ye nüfuz
etmesinin önüne geçilmek isteniyordu. Denktaş’ın, uzlaşma yönündeki bu tezi
Rum tarafında kabul görmedi. Dışişleri Bakanı İsmail Cem, ABD’de yayınlanan
Herald Tribune Gazetesine 14 Mart’ta yazdığı makalede; “İki toplumun
hassasiyetlerini dikkate alan bir çözüm için içişlerinde serbest, dışişlerinde tek
kimlikli bir model önererek” Denktaş’a destek verdi. AB Komiseri Verheugen
Mart ayının ortasında gerçekleştirdiği iki günlük Atina ziyaretinde Türkiye’ye
karşı sert ifadeler kullanarak, çözüm yolunda Rum tezlerini destekler nitelikte,
tek devletli bir çözüme taraftar olduklarını ilan etti. Verheugen, “Kıbrıs
sorununun çözümlenmemesi ve GKRY’nin üyeliği sonrasına yönelik tehditlerin
Türkiye'nin üyelik sürecinin önünü keseceğini” de sözlerine ekleyerek
Türkiye’ye tehditte bulunmayı ihmal etmemişti.71
Doğrudan görüşmelerin Nisan ayında yapılan üçüncü bölümünde, Türk
tarafı içte zayıf konfederal yapı, Rum tarafı da güçlendirilmiş konfederal yapı
tezini savunmaya devam etti. Rumlar, Denktaş’ın içte zayıf konfederal yapı
önerisini Türk tarafı istediği zaman konfederasyondan ayrılacak endişesiyle,
Türkler de güçlü yapıyı Rum tahakkümünden çekindikleri için kabule
yanaşmıyorlardı. Görüşmelerin bir sonraki bölümünün sonbaharda yapılması
konusunda mutabık kalınmıştı. 14 Nisan’daki görüşme sonrasında Denktaş,
“Karadağ ve Sırbistan arasında yapılan Avrupa destekli yeni birleşme
antlaşmasının Kıbrıs için model olabileceğini, bu modelin Türk tarafının
isteklerine yakın olduğunu” söyledi. Bu esnada GKRY’de yayımlanan Alithia
Gazetesi; AB ile müzakere takviminin 2002 yazında tamamlanarak AB’nin
kabul etmesi halinde üye olunabileceğini yazmıştı.72 Bu yazıdan da anlaşıldığı
gibi Rumlar görüşmelerde çözümden ziyade, AB üyeliği yolunda çalışma
yapmayı tercih ediyor ve üyeliği önceliklerin birinci sırasına koyuyordu. Tüm
bu çabalar sonunda 2002 yılında doğrudan görüşmeler yapılmış, çözüm yolunda
mesafe alınmaya çalışılmış, fakat ilerleme kaydedilememişti.

i) Rumların Dolaysız Görüşmelerdeki Tutumu ve Annan’ın Adayı Ziyareti

2002 yılına kadar sürdürülen görüşmelerden Kıbrıs Rum Yönetimi’nin
açıkça AB’ye tam üye olarak Türkiye ve KKTC’yi tamamen köşeye
sıkıştırmayı, kendi başına halledemeyeceği bir sorunu, AB vasıtasıyla
çıkarlarına göre çözmeyi planladığı anlaşılmıştı.73 Rumların bu tutumu
nedeniyle toplumlararası temaslardan sonuç alınamadığı gibi dolaysız
görüşmelerden de sonuç alınabileceği ümidi hemen hemen yok denecek kadar azdı.
Rumların uzlaşmaz tavrını değiştirebilmek amacıyla görüşmeler devam
ederken, KKTC Başbakanı Derviş Eroğlu, “Türkiye ve KKTC’nin kader birliği
ettiğini, Rumların tek başına AB’ye üye alınması durumunda Türkiye ile
birleşmenin kaçınılmaz olacağını” söyledi. Bu tür söylemler artık Rumları
etkilemekten çok uzaktı çünkü önceki sayfalarda da görüldüğü gibi AB
Organları her şartta Rumları destekliyor ve her fırsatta GKRY’nin tam üye
olacağını söylüyordu.

Bu esnada Rum Hükümet sözcüsü Mihailis Papapetru; “Denktaş’ın iki
devletli çözüm tezinden vazgeçmediğini, toprak tavizine ve Rum göçmenlerin
geri dönüşüne yanaşmadığını” belirterek, Denktaş’ın sunduğu kapsamlı çözüm
önerilerini reddetmişti.74 Aynı zamanda görüşmelerde Haziran ayına kadar
sonuç alınması için AB ve BM temsilcilerinin baskılarını artırdığı görülür.
AB’nin baskısı tamamen göstermelikti ve dışarıya müzakere ediyor havası
vermeye yönelikti. Baskıların daha çok Türk tarafı üzerinde yoğunlaşması
üzerine Kıbrıs Türk Ticaret Odası Başkanı Ali Erel, “AB ile KKTC arasında
güven bunalımı olduğunu, AB’nin açıkça Rum tarafından yana pozisyon
aldığını” söylemek zorunda kaldı. Mayıs ayında başlayan görüşmelerden de
Rum tarafının Denktaş’ın önerilerini reddetmesi ile sonuç alınamadı. Tarafların,
uzlaşıya yaklaşamamaları üzerine BM Genel Sekreteri Kofi Annan 23 yıl
aradan sonra 15 Mayıs’ta Adaya giderek Denktaş ve Klerides ile ayrı ayrı
görüştü.75

Annan’nın ziyaretinden hemen önce Denktaş ve Klerides tarafsız bölgede
31. görüşmelerini gerçekleştirmişlerdi. Annan’ın ziyaretinde her iki liderden de
Haziran sonuna kadar mutlaka temel sorunlar üzerinde anlaşmaları istendi.
Devam eden görüşmelerde ilerleme kaydedilememesi, Hazirana kadar çözüm
yolunda ilerleme sağlanabileceği doğrultusundaki beklentileri boşa çıkarmıştı.
Bu esnada görüşmeleri sabote edecek yeni bir krizle karşı karşıya gelindi.
Mayıs ayı sonunda Rum tarafının karasularını 12 mile çıkarması üzerine, KKTC
Cumhuriyet Meclisi karasularının 12 mile çıkarılması kararını aldı.76 Tüm bu
gelişmeler sonrasında Mayıs ayı sonunda yapılan Türkiye Milli Güvenlik
Kurulu toplantısının ana gündem maddesi kaçınılmaz olarak Kıbrıs’tı.
MGK’nın sonuç bildirgesinde; “Kıbrıs’ta ödün verilemeyeceğinin altı”
çizilmişti.77

Gerçekleşen görüşme dizisi içinde, dördüncü bölüm müzakerelerine
kadar gelinen süreçte Denktaş, “çözüm yolunda Belçika modelinden
yararlanılabileceğini” söylemişti. Modele göre, bir “Kıbrıs Ortaklık Devleti”
(Partnership State of Cyprus) kurulacak, iki toplum bu devlette eşit statüye
sahip olacak, Ortaklık Devletinin etkin yasama, yürütme ve yargı işlevleri
olacak ve 1960 garanti antlaşmaları yürürlükte kalacaktı.78 Önemli olanın
Kıbrıs’ta bir gelişim süreci (evolutionary process) başlatılabilmesiydi. Rum
lideri Klerides ise, 1960 Londra Antlaşması temelinde bir çözümü savunuyordu.
Buna göre, KKTC, GKRY’e katılacak, Türk toprakları %10 azaltılarak %25’e
düşürülecek, en az 60 bin Rum Kuzeye göç edebilecek ve federasyonun
yetkileri geniş tutulacaktı. Klerides’in talepleri KKTC için uzlaşılabilir optimal
noktaların çok uzağındaydı. Bu esnada beklenmedik bir durum ortaya çıktı.
GKRY’nin AB üyesi olması ile elde edilecek AB avantajlarından
yararlanabilmek için, Kıbrıs Türk vatandaşlarının bazıları Rum kesimine
giderek Kıbrıs Cumhuriyeti pasaportu almaya başladılar.79 Bu girişim Rumların
elini güçlendirici bir statükonun ortaya çıkmasına neden olmuştur.
Kıbrıs’ta görüşmeler devam ederken Türkiye’de hükümet krizine doğru
gidilen bir sürece girilmişti. 28 Şubat 1998 örtülü darbesi sonrasında ordunun
siyaseti yeniden dizayn etme girişimi bir kez daha başarısızlık sonuçlanmak
üzereydi. Bu bağlamda 2002 yılı Haziran ayında koalisyonun bozulması ve
erken seçime gidilmesi tartışılmaya başlanmıştı. Ayrıca AB uyum yolunda
Koalisyon ortakları ve dış politikanın karar alıcıları arasında var olan
uyumsuzluklar birer ikişer gün yüzüne çıkıyordu. Belirtilen tüm bu sorunlara
çözüm bulmak amacıyla Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in talebiyle
Cumhurbaşkanlığı konutunda, Hükümet üyeleri ve Mecliste grubu bulunan
siyasi parti liderlerinin katıldığı AB zirvesi toplandı. Başbakan Ecevit hastalığı
dolayısıyla zirveye katılamamıştı.80

Türk dış politikasının karar alıcıları Garantörlük Antlaşmalarına
dayanarak aksini iddia etseler de, Kıbrıs’ta çözüm yolunda ilerleme
kaydedilememiş olması, Aralık ayında yapılacak olan Kopenhag Zirvesi’nde
müzakere tarihi almayı bekleyen Türkiye'nin önündeki en önemli engeldi.
Gelinen durumda, Dışişleri Bakanı Şükrü Sina Gürel, “Kıbrıs’ın AB’ye feda
edilemeyeceğini” söylemek zorunda kalmıştı. Haziran ayı ortalarında Denktaş
ile Klerides’in görüşme sayısı 50 olmasına rağmen hiçbir sonuç alınamamıştı.
21-22 Haziran’da yapılan AB Sevilla Zirvesi’nden de Türkiye'nin beklentileri
yönünde herhangi bir karar çıkmamış, ümitler Kopenhag Zirvesine kalmıştı.
Yunanistan, tüm dostluk mesajlarına rağmen Türkiye'nin beklentilerine yönelik
olumlu bir karar çıkmasını engelliyordu.81 Zirvede, GKRY’nin 2004’teki AB
tam üyeliğine kabul edileceği bir kez daha tekrarlanarak teyit edilmişti. Tüm bu
gelişmeler yaşanırken Ankara siyasi krizle çalkalanıyordu. DSP, MHP ve
ANAP Koalisyon Hükümeti biraz da 28 Şubat aktörlerinin etkisi altında askeri
vesayetle kurulmuştu. Fakat bu zorlama Hükümetin artık ayakta kalamayacağı
belli olmuştu. Bu nedenle Temmuz ayının sonuna gelindiğinde Türkiye’deki
hükümet krizi de aşılamaz bir hale gelince TBMM 3 Kasımda erken seçim
yapılması kararını aldı. Ağustos ayında ise, Ulusal Program (UP) kapsamında
gerçekleştirilmesi gerekli reformlar TBMM tarafından kabul edildi.

ii) Dolaysız Görüşmelerden Sonuç Çıkmaması ve KKTC’nin Türkiye ile Entegrasyona Gitmeye Yönelmesi
Bu esnada Kıbrıs’ta da işler iyi gitmiyordu. Sevilla Zirvesi’nde AB’nin
kayıtsız şartsız desteğini bir kez daha garanti altına almış olan Ada Rumları
artık hiçbir uzlaşmaya yaklaşmıyorlardı. Çünkü uzlaşmazlık durumunda
kaybedecekleri çok fazla bir şey yoktu. Gelinen son durum üzerine KKTC

Dışişleri ve Savunma Bakanı Tahsin Ertuğrul gazetecilere; “görüşmelerden
sonuç çıkmamasının nedeninin AB’nin GKRY’i desteklemesi” olduğunu
söyledi. Ertuğrul, AB idari organlarının Ada’da barış ve uzlaşı istiyorlarsa
Rumları desteklemekten vazgeçmeleri gerektiğini gazeteciler vasıtasıyla ilan
etmişti. Fakat bu yıllarda Brüksel’in bu tür söylemleri duymaya niyeti yoktu.
Ayrıca, Kıbrıs Türklerinin pasaport almak için akın akın güneye gitmeleri de
KKTC Hükümet katlarında rahatsızlık yaratmış, aleyhte bir statükonun ortaya
çıkmasına neden olmuşlardı. Söz konusu nedenle Tahsin Ertuğrul sözlerine şu
şekilde devam etmişti; “AB’nin temsil ettiği evrensel değerler kâğıt üzerinde
güzeldir. Oysa uygulamada, bu değerlerden ziyade çıkarlar öne çıkmaktadır.
Amaç Kıbrıs’ı yeni bir Girit yapmaktır. Bu yolda ne yazık ki AB kullanılıyor ve
bizim içimizden bir takım insanlar da buna alet oluyor”.82
Tüm bu gelişmeler yaşanırken, Rum tarafının en yüksek trajlı gazetesi
Fileleftheros; “İngiltere’nin, iki egemen devlet temeline dayanan bir çözüm
planı hazırladığını” duyurmuştu. Plan, BM Genel Sekreteri Kofi Annan’ın “yeni
ortaklık” demecine dayandırılmıştı. Plana göre; merkezi hükümetin yetki
dağılımı eşit olacak ve Türk tarafında % 27.5-28 oranında toprak kalacaktı.83
Tüm bu çabalardan bir sonuç alınabilmesi mümkün görünmüyordu. Rumların
tavrını değiştirebileceğini düşünerek, Ağustos ayının sonuna doğru Denktaş,
“Rum Kesiminin AB’ye girmesi durumunda, KKTC’nin dışişleri, savunma ve
mali yetkilerini- Türkiye AB üyesi oluncaya kadar- imzalanacak bir protokol
ile- Ankara’ya devredileceğini”84 ilan etti. Birkaç yıl önce söylenmiş olsaydı
GKRY’de kriz çıkartabilecek bu sözler artık Rumları etkilemekten uzaktı.
Çünkü Rumlar, AB tam üyeliği için gün sayıyorlardı ve bir kez AB
organlarında temsil edilmeye başladıklarında Türkiye’ye ve Türk Toplumuna
istedikleri şartları dayatabileceklerine inanıyorlardı.
Çözüm elde edilemese de iki lider arasında bundan önce hiç olmadığı
şekilde yoğun ve sık bir görüşme trafiği mevcuttu. Ağustos’un son haftasında,
üç hafta aradan sonra başlayan 6. tur görüşmelerinde uzlaşma çıkması için,
İngiltere’nin Kıbrıs özel temsilcisi Lord D. Hannay ve ABD’nin Kıbrıs
Temsilcisi Thomas Weston Kıbrıs’a gelmişti. Bu esnada Türkiye’deki
Koalisyon Hükümeti krizi tırmanmış, Koalisyon ortakları Kıbrıs konusunda
farklı tezler ileri sürmeye başlamışlardı. Bu durum hükümet etme erkinde ve dış
politikada ikiliğe neden oluyordu. 6 Eylülde Paris’te yapılacak görüşmelerde,

Annan’ın muhataplara “belge olmayan belge” sunacağı, bunda da çözüm için
bir “fikirler dizisi” bulanacağı söylentisi üzerine Ankara, “BM’nin görevinin iki
lideri izlemek olduğunu, dışarıdan müdahalenin kabul edilemeyeceğini”
bildirdi.

Bu esnada Türkiye’nin AB Tam üyeliği için müzakere tarihi alma süreci
devam ediyordu fakat Ekim ayında yayınlanan 2002 ilerleme raporu da
Türkiye'nin beklentilerinin çok gerisinde kalmıştı. Rapor, Aralık ayındaki
Kopenhag Zirvesi’nde Türkiye’ye müzakere tarihi verilmesi beklentilerini de
olumsuz etkilemişti. Bu esnada Türkiye’deki gündem 3 Kasım’da yapılacak
erken genel seçimlere odaklanmıştı. Yunanistan’da ve Rum kesiminde
yayınlanan gazeteler, Kıbrıs’ın Türkiye ile entegrasyona gitme söylemlerine
karşı; ABD, AB ve İngiltere’nin devreye girmesini isteyen yayınlara ağırlık
vermişlerdi. Entegrasyon söylemleri Rumların uzlaşmaz tavrını ortadan
kaldırmak için bilinçli olarak tekrarlanıyordu ve Rumlar bu tür bir gelişme
riskine karşı tedbir alma ihtiyacı hissetmişlerdi. Fakat bu tedbir beklentilerin
aksine uzlaşmaz tavrı değiştirmek şeklinde değildi.

Tüm bu yoğun trafik içinde Yunan basını “Yunanistan’ın Kıbrıs
sorununda Türkiye’ye karşı diplomatik zafer kazandığını” yazıyor, bu zaferi,
“Helenizm yolunda ileri bir adım olarak” değerlendiriyordu. Buna göre,
GKRY’nin AB üyesi olması ile Helenizm AB içerisinde ikinci bir sese sahip
olacaktı. Yunan basınına göre; “AB Komisyonu’nun, GKRY’e tam üyelik
yolunda yeşil ışık yakması, Türkiye’ye ise kırmızı kart göstermesi çifte kazanç
olmuştu”.85 Rumlara göre; “Türkiye'nin KKTC ile entegrasyona gitmesi,
Osmanlı Devleti’nin yıkılmasından sonra Türklerin batıya doğru ilk genişlemesi
olacaktı”. Bu durum engellenmeliydi. Çözüm yolunda Rumlar için en iyi
seçenek; merkezi hükümetin olabildiğince geniş yetkilere sahip olması,
başbakanın nüfus oranına göre belirlenmesi, (640 bin nüfuslu GKRY,
KKTC’nin yaklaşık dört katıydı), cumhurbaşkanının iki dönem Rum bir dönem
Türk olması, Güzelyurt ve Maraş’ın Rumlara verilmesi ve Türk askerinin
önemli bir bölümünün adadan çekilmesiydi. Rumların kabul edebileceği en kötü
çözüm ise; Türk ve Rumların nüfusa bakılmaksızın eşit temsili, zayıf merkezi
hükümet, dönüşümlü cumhurbaşkanlığıydı.

1975 harekâtından sonra Türk dış politikasının karar alıcıları, Kıbrıs
diplomasisini uzun süre “çözümsüzlük en iyi çözümdür” yaklaşımı üzerine
oturtmuşlardı. 2000’li yıllara gelindiğinde, rollerin değişerek söz konusu
yaklaşımın bu sefer Kıbrıs Rumları tarafından ustalıkla kullanıldığı görülür.
2002 yılı sonuna kadar yapılan görüşmeler sonuçsuz temaslar dışında bir anlam
ifade etmiyordu. Belirtilen şartlar altında BM Genel Sekreteri Kofi Annan;
tarihe “Annan Planı” olarak geçecek olan planının Plan’ın uygulanması için
girişimde bulunmaya karar verdi.


4 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder