1 Ekim 2018 Pazartesi

Türkiye’nin AB Üyeliği: Endişe Veren Tavsiyeler

Türkiye’nin AB Üyeliği: Endişe Veren Tavsiyeler 


Doç. Dr. Necmettin AYGÜN 

“Türklerin Avrupa’dan çıkarılması haksız bir gasptan çok adaletin yerine getirilmesi anlamına gelecektir” sözü, 1794-1801 yılları arasında İngiltere’nin Savaş Bakanlığı’na Doğu Uzmanı olarak hizmet etmiş olan diplomat W. Eton’a aittir. Bu söz, Devrin Batılı Aydın Tipinin özelde Osmanlı, genelde ise Asya milletleri hakkındaki Oryantalist temelli düşüncelerini özetlemektedir. Bu yargıya sahip Avrupa’nın azınlıkları (Sırp, Yunan, Ermeni vb) peyder pey ayaklanmaya teşvik ederek Osmanlının yıkılışını sağladıkları ve böylece Avrupa’nın Türklerden/Müslümanlardan temizlenmesi sürecini gerçekleştirdikleri 
bilinmektedir. 

1923’te kurulan Türkiye Cumhuriyeti bir müddet Balkan Paktı (1934) ve Sadabat Paktı (1938) gibi dostluk antlaşmaları ile sınırlarının güvenliğini sağlama alarak,  1683 Viyana bozgunundan beri kendisini yıkmak için her türlü hile ve iş birliği içerisinde olan Avrupa’ya bağımlı kalmadan varlığını devam ettirme mücadelesi  vermiştir. 

Ancak, Stalin Rusyasının toprak talebi ve artan tehditleri karşısında Türkiye, yeniden Avrupa’ya yaklaşmak zorunda kalmıştır. 1952’de NATO’ya girilmiş; 1959’da ise Avrupa Birliğine katılmak için başvuruda bulunulmuştur. Buna rağmen Avrupa, başvurudan tam 45 yıl sonra, 2004’de müzâkerelere 
başlama kararı alarak gerçek yüzünü bir kez daha göstermiştir. 

AB, İlerleme Raporu gibi raporlar ile Türkiye’den bazı yapısal değişiklikleri gerçekleştirmeyi istemektedir. AB akla-mantığa hitap eden bir çok değişikliği talep ederken, devletin varlığı ve birliği ile uyuşmayan bazı talepleri istemekten de geri durmamıştır. Buna mukabil müzâkerelerin ciddiyetini bozan bir konu öncelikle belirtilmelidir. Bu durum üyelik müzâkere sürecinin kesin bir tarihe bağlanmayarak müzâkerelerin önünün açık bırakılması anlayışı ile ilgilidir. Bu anlayış, Türkiye mümkün olduğu kadar uzunca bir süre aday olarak, tam üye olabilmek ümidi ile kapıda bekletilmeli ve böylece sürekli olarak Avrupa ekseninde kalması sağlanmalıdır eğilimini yansıtmaktadır. 

Bu düşüncenin arkasında hiç şüphesiz Türkiye’nin Kafkasya ve Hazar havzası petrol ve doğal gazı ile Basra Körfezi enerji kaynaklarının üzerinde 
konumlanmasının yanı sıra NATO’nun Ortadoğu’daki en önemli askerî gücü olması ile bağlantılıdır. 

Kısacası NATO üzerinden Türkiye’nin AB çıkarları  doğrultusunda yönlendirilmesi ve sürekli AB’nin etki alanı içinde kalması istenmekte dir. Bu vesile ile, son zamanlarda Türkiye’nin İran dâhil Orta doğu’daki komşuları ile ilişkilerini geliştirme siyaseti karşısında ülkemizdeki bazı yazar-çizerlerin Ülkenin ekseni kayıyor! ne oluyoruz? me’âlindeki hezeyânları ile gerçekte AB’nin çıkarlarına hizmet ettikleri ortaya çıkmaktadır. Tarihe mal olmuş bir takım meselelerin raporlara sokulmaya çalışılması ise kaygı ve endişe veren tavsiyeler olarak yorumlanmaktadır. 

Bu bağlamda: 

    -AB’ye girmeden önce Türkiye’nin tüm komşuları ile (Bunlar Müslüman olmayan Yunanistan ve Ermenistan’dır) ve özellikle de Kafkasya’daki komşuları ile (:Erm) mutlaka barışmalı ve uzlaşmalıdır. Başka bir Tavsiye Raporunda aynı konu ile ilgili olarak; Türkiye’nin (sözde) Ermeni soykırımını kabul etmesi, özür dilemesi ve tazminat vermesi beklenilmektedir denilerek, güyâ tarihinle barışmak düstûru temelinde Türkiye’nin açıkça 1915 Ermeni tehcirini soykırım olarak kabul etmesi ve buna dayalı olarak Ermenistan’ın toprak talebi gibi taleplerine Türkiye’nin karşılık vermesi istenmektedir. Bu talebin arkasında, Ermeni lobisinin güçlü olduğu Fransa’nın olduğunu belirtmeye gerek yok sanırım. İnsanın ar damarını çatlatan diğer bir tavsiye/beklenti ise şu şekildedir: 

-GAP Bölgesinde bulunan barajların (22 adet) ve su kaynakları olan Fırat ve Dicle nehirlerinin uluslararası bir idâre altına alınması tavsiye edilmekte ve bunun AB için önemli bir husus olduğu (:to become a major issue for the EU) vurgulanmaktadır. Şüphesiz bu tavsiye ile bölgede İsrail’in çıkarları gözetilmektedir. 
Burada Fırat ve Dicle nere Avrupa nere? diye bir soru sorulabilir. 
Ancak, Avrupa ve Amerika’da etkili olan Yahudi lobisinin baskısıyla bu maddenin ilgili raporlara eklendiğini tahmin etmek zor değildir. 

Neticede, İlerleme ve Tavsiye Raporlarında yer alan pek çok husustan sadece bir kaçı burada zikredilerek gidişatın vahameti ortaya konulmaya çalışılmıştır. Örf, 
âdet ve inançlardan taviz vermenin beklenildiği ifadesinin dahi Raporlara eklenmiş olması, AB’nin toplumsal yapımızı soysuzlaştırma gayreti içerisinde olduğunun göstergesi olmalıdır. Burada belirtildiği üzere AB ülkelerinin müzâkere sürecinde sıklıkla tarihe atıfta bulunarak soydaş ve dindaşlarını gözetir biçimde hareket etmeleri Avrupa’nın kendi siyasî ve kültürel yapısı/oluşumu ile uyumludur. Anlaşılan burada uyum sorunu yaşayan Türkiye’dir. Türkiye, AB’nin bu tür istekleri karşısındaki tavrını net olarak ortaya koyamamaktadır. Bu bağlamda yukarıda bahsi geçen hayatî mes’elelerin TV veya diğer basın organlarında acilen tartışmaya açılıp vatandaşın bilinçlendirilmesi, uygun tartışma ortamı oluşturulması; AB Raporlarında yer alan bu kabil tavsiyelerin neye karşılık geldiğinin açığa çıkarılması ve böylece zihinlerdeki tedirginliğin, bulanıklığın âcilen giderilmesi gerekmektedir1. 

1 İlgili konuda ayrıca Prof. Akgönenç’in Türk Yurdu (Kasım 2011) Dergisinde kaleme aldığı yazıya bakılabilir. 

(Bu yazı, 3 Şubat 2013’te serander.net’te yayımlanmıştır, bkz. 
http://www.serander.net/yazarlar/necmettin-aygun/1372-turkiyenin-ab-uyeligi-
endise-veren-tavsiyeler.html


***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder