13 Ekim 2018 Cumartesi

YENİ TÜRKİYENİN İLİŞKİSEL BİLEŞENLERİ

YENİ  TÜRKİYENİN  İLİŞKİSEL BİLEŞENLERİ



Fuat Ercan 


Dolar Lobisi, Faiz Lobisi, Türkiye Varlık Fonu ve Başkanlık Sistemi –I 

 <   “Bunlar İstese de İstemese de bu ülkede [...] Öğrenilecek ve Öğretilecektir.” 
  (R.T.Erdoğan, Yeni Akit Gazetesi, 2014). 

“Her şeyi sinsice ve gizli kapaklı bir mücadele neticesinde elde ettiklerinden her şeyin ayarını bozmuş durumdalar. Çünkü neye dokunurlarsa... ki dokunuyorlar, anında kurutuyorlar.’ (B.Tarr, Turin Horse) 
“Yok Başka bir Cehennem yaşıyorsunuz işte ...”(B.Aysan) >

I- Süreç-Müdahale/içsel-Dışsal dinamiklerin yarattığı/ yaratacağı cehennem 

Ard arda çıkan KHK’lar, Ortadoğu çıkmazı, Patlayan canlı bombalar, Yolsuzluklar, her gün ekrandan büyük birader(ler)in parmak sallaması, yaşam ortamını-ekolojiyi yok eden çılgın projeler, Varlık Fonu, faiz lobisi, döviz lobisi, Trump’ın en Büyük birader benim diye sahneye çıkışı, Davos’da Dünya Sosyal Forumu’nun bir şeylerin artık aynı şekilde gitmeyeceğine dair uyarıları ve daha fazla yetki donatımı istemenin sonucu olan Başkanlık Sistemine geçiş yönündeki gelişmeler. 
Bu gelişmelerin toplumsal ve bireysel olarak yaşattığı gerilimlerin analizini nasıl yapmalıyız? Yeteri kadar yapabiliyor muyuz? 

B.Aysan’ın şiirini biraz değiştirerek “Başka bir Cehennem yok; yaşıyoruz, Yaşatıyorlar” deyip başımız önümüze mi eğeceğiz? 
Cehennem derinleşip yaygınlaşıyor, baskı ve şiddet sarmalı tüm yaşam alanlarını etkisi altına alıyor. Gerginlik-dolu bekleyişlerin kaynağı dünyanın ve Türkiye’nin hızla değişiyor/değiştiriliyor olması. Bu kısa yazımızda ilk elden bu iki ifade arasındaki bağlantılar üzerinde duracağız; değişim ile değiştirme. Bu iki ifade iki kavramla bağlantılı: süreç ve müdahale. Değişim ifadesi diğer yandan bir de dünya ölçeğinde yani dışsal dinamikler ve Türkiye’ye özgü içsel dinamikleri içeriyor. 

Değişimin hızlandığı dönemler de müdahaleler çok belirgin bir hal alır. 
Verili olan bir durumu değiştirmeğe yönelik tüm yol ve yöntemleri müdahale olarak tanımlayabiliriz. 

Müdahale doğrudan devlet makinesi ve bu makineyi harekete geçiren siyasal iktidar olarak algılansa bile, sermaye birikimi ve onu harekete
geçiren farklı işlevlere sahip sermayedarları da müdahalenin temel değişkenleri olarak ele almalıyız.  
    Yeni Türkiye’de devlet makinesini harekete geçiren siyasi iktidar müdahalenin en belirgin biçimini almış durumda. Devlet ve siyasi iktidarınmekanı ile sermayenin mekanı çelişkili bir içiçe geçişi yaşıyor. Değişime yönelik sermayenin talep ve taleplerin yerine getirilme hızı iledevletin talep ve taleplerin hızla yerine getirilmesi ittifak ve çatışmalı bir sürecin başlamasına neden oluyor.

Her durumda döviz lobisi, faiz lobisi ya da başkanlık sistemi ya da Varlık Fon’u ulus-devletin dünya ölçeğindeki işleyişle bağlantı kurma,kurulan bağlantılarda açığa çıkan çelişkileri yönetmekle ilgili.        

   Sadece Aceleci bir ifade ile sıkça tartışılan Türkiye Varlık Fon’unun Türkiye gibi geç kapitalist ülkelerin işleyişe ait döviz biçiminde sermayeihtiyacının artan tehdidinin ürünü olduğunu söyleyebiliriz. Bir yandan döviz lobisi diye eleştiriler yapılırken dünya ölçeğinde döviz biçimdesermaye elde edebilmek için devletin sahip olduğu varlıkları yasama, yargı gibi “zaman kaybedici” mekanizmaları devreden çıkartarakdoğrudan karar alabilme yetkisi ile donatılması. Siyasi iktidarın manevra yeteneği arttıkça daha önce sermaye birikim sürecine giren, yenigiren ve girmek isteyenler arasındaki ilişkilerin yoğunluğu toplumsal yaşam için gerekli tüm değişkenler üzerinde etkili olmuştur.

   B.Tarr’ın filminde bir diyaloga konu olan durum Türkiye için daha belirgin bir hal aldı. Her şeye dokunmaya başladılar, çalışanlar, kamuhizmeti ve dahası kaynak ihtiyacı için doğa. Her birine dokundukça ayarları bozup yaşamları cehenneme çeviriyorlar. Bu basit örnek bilefarklı düzlemlerde ele alınan değişkenlerin nasıl iç içe geçtiğini bizlere gösteriyor. Bu sadece bilme hali ile sınırlı değil, içine bizi alan cehennemdenkurtulma pratiklerine ait bilgilere ulaşma olanağı sağlayacaktır.

   2014 Yılında tüm vatandaşları temsil etmesi gereken R.T.Erdoğan yukarıdaki ifadeyi rahatlıkla kullanabiliyor; “Bunlar istese de istemese de bu ülkede[...] Öğrenilecek ve Öğretilecektir.”

Bir zamandır bunlar diye ifade edilen toplumun önemli bir kesimi ve bu kesimin bir şeyler öğrenmesi isteniyor,İstemediklerinde ise zorla öğretilecek.

Türkiye’de otoriter-faşizan iktidarları besleyen bir dizi işleyişin açığa çıktığı en önemli vurgu bunlar, yani öteki, bir adım daha atacak olursak “iç ve dış düşman” kavramı.

Bunların dışında kalan biz ifadesi tüm olanakları tüketecek şekilde iktidara oy veren % 50'yi harekete geçirecek provakatif bir dizi çağrışıma yöneliyor;   

    <  “Erdoğan, “Şu anda evlerinde bizim zorla tuttuğumuz bu ülkenin en az yüzde 50’si var. Biz onlara ‘Aman sabırlı olun sakın bu Oyunlara gelmeyin’ diyoruz” diye konuştu. (www.milliyet.com.tr/basbakan-4-gun-yok/siyaset / detay / 1717873/ default.htm, 25 Ekim 2014 tarihinde giriş yapıldı.)  >

    Pragmatizm burada devreye giriyor.

Çelişkilerin çözümlenmesi için yürütmenin güçlenmesi gerekiyor. Bizin yerini kısa sürede millet alıyor. Çelişkileri aşmak için millet adına daha fazla güç isteniyor. Böylece süreç ile müdahale arasındaki ilişkikangren bir hal almış durumda.

   Varlık Fonu, döviz ihtiyacı ve faiz çok farklı düzeylerde yaşanan krizin sadece bir kaçı. Değişimin sancıları verili iktidarın geleceğini tehdit ettiği ölçüde Türkiye’ye özgü başkanlık sistemi bu kesimler için daha bir acil ihtiyaca dönüşüyor. Bu ihtiyacı hisseden sadece iktidar değil, sermayenin farklı kesimleri de güçlü yürütmeye ihtiyaç duyuyor.

   Tartışmalarımızda sıkça ifade edilen alt-yapı ve üst yapı, ya da siyasal olanla ekonomik olanın içiçe geçtiği, yoğunlaştığı günlerden geçiyoruz. 
Yok başka bir cehennem derken, yeni cehennemler için siyasi iktidar harekete geçmiş durumda, Yukarıdan aşağı baskı-şiddet ile geçişi kolaylaştırmaya çalışıyor.

Müdahale sadece baskı-şiddet olarak yukarıdan aşağıya değil, bir dizi dil-söylem üzerinden kitlelerin kültürel bilinç dışı harekete geçiriliyor.
Yani mahalle baskısı yaratılıyor; bir şeyler öğrenmek istemeyenler üzerinde. Bu cehenneme hayır, yeni cehennemlere hayır diyenler için mahalle baskısı oluşturuluyor.

Cumhurbaşkanı başkanlık sistemini referanduma götürecek yasayı imzaladığı gün Aksaray’da yaptığı açılış konuşmasında(10 Şubat 2017);
“Biz dertliyiz be! Biz bu millete aşığız! Onun için koşacağız. Kim ne derse desin, bu sistem var ya bu sistem. 

Bu bizim bileklerimizde prangaydı...

Biz hiçbir beşeri gücün önünde eğilmeyiz. Biz sadece Rabbimizin huzurunda rükuda, secdede eğiliriz. Kimse bizi eğemedi, eğdirtemedi. Şimdi şu millet
Allah’ın izniyle elele verdiği sürece biz ülkemizi de muasır medeniyetler seviyesinin üstüne çıkaracağız. Türkiye yönetim sistemini değiştirme yolunda
önemli bir kavşağa geldi. Buraya gelirken imzayı attım.

Şimdi süre başladı. İnşallah 16 Nisan’da benim aziz milletim sandığa gidiyor. ...Siyasi hayatımızın her döneminde, her adımında olduğu gibi bu konuda
da milletimizin iradesinin, tercihinin, talebinin başımızın üzerinde yeri vardır.”


<  “Bunlar istese de istemese de bu ülkede[...] öğrenilecek ve öğretilecektir.” Bir zamandır bunlar diye ifade edilen toplumun önemli bir kesimi ve bu kesimin bir şeyler öğrenmesi isteniyor, İstemediklerinde ise zorla öğretilecek. Türkiye’de otoriter-faşizan iktidarları besleyen bir dizi işleyişin açığa çıktığı en önemli vurgu bunlar, yani öteki bir adım daha atacak olursak “iç ve dış düşman” kavramı.  >  

Evet, işaret edilen bir sistem ve bu sistemin artık prangaya dönüşmüş olması. Pranga ifadesi siyasi iktidarın ve sermayenin kendi kendini yeniden
üretemediği bir aşamayı işaret ediyor. Çelişkilerin zaman içinde yoğunlaşarak artık sürdürülemez bir aşamaya gelmiş olduğunu işaret ediyor. 

  Yani süreç ve onun ulaştığı aşamadaki müdahalelerden bahsediyoruz.

O zaman sorumuz önemli. Sürece mi bakmalıyız, müdahalelere mi? İçinden geçtiğimiz günlerde süreç ve müdahale kavramının içini dolduracak iki değişken daha var;
   Süreç ve müdahalenin ülkeye özgü içsel dinamiklerden mi kaynaklandığı, yoksa dışsal dinamiklerden mi kaynaklandığı? Döviz lobisi ile ifade edilen sorun içsel dinamiklerin mi?
   Döviz ihtiyacı sürece içkin bir sorun mu yoksa şu ana ait müdahalelerin mi ürünü? Israrla inatla işaret edilen bir şekilde 1923’e atfen inşa edildiği düşünülen Yeni Türkiye’nin bileşenlerini nasıl analiz etmeliyiz?

Yeni Türkiye sürecin değil de siyasi iktidarın tüm iç ve dış düşmanlara karşı onlara rağmen gerçekleştirdiği bir Türkiye mi? Başkanlık sistemi tam da bu istek ve bu zorunluluğun AKP iktidarı ve Cumhurbaşkanı’nın istekleri üzerinden mi biçimleniyor?

   Bilgi içeriği olan onlarca soru.

Ama değişimin hızlandığı dönemler devletin baskı-ideolojik aygıtlarının yoğunlaştığı dönemlerde yaşananların bilgisini üretmek çok mu çok zorlaşır?
Zorluk bir yandan korku-şiddet sarmalının yarattığı şimdinin egemenliğine ait yöntem-psikoloji ile ilişkili. Gergin ve belirsiz ortamda ayakta kalma kaygısından dolayı, analizleri en yakında olana, olgusal ve dolayısıyla müdahalenin yapıldığı yer/ yöne bakmamıza neden oluyor.

   Sürecin aşılabilmesi, bu tarz yöntem- psikolojiden uzaklaşılmasını gerektiriyor.

Diğer yandan ise siyasi iktidarın ve onun bileşenlerinin, bilim insanlarına ve bilgi-haberi dolaşıma sokanlara yönelik direkt baskıları da çok önemli. Zorunlu okuldan uzaklaşmış biri olarak ve her KHK ile onlarca bilim insanın sadece okuldan uzaklaştırıldığı, gazetecilerin hapse atıldığı dönemde bilgiye ulaşmak daha zor. Başkanlık Sisteminin tartışıldığı bir ortamda, KHK ile kamu mesleğinden ihraç edilen Anayasa Hukuku öğretim üyesi Prof.Dr. Bülent Kaboğlu durumu/ortamı ne güzel anlatmış;

   “Bir rektör, bir vali, bir kaymakam, bir cami imamı, anayasa değişikliği üzerinde görüş açıklıyor; ama anayasa hukuku uzmanları açıklayamıyor.’ (http://ilerihaber.org/icerik/profesor-ibrahim-kaboglu-imam-konusabiliyor-anayasa-hukukcusu-konusamiyor-67858.html)

Cehennem de ve cehennemden çıkmak için analiz sonucu elde edilen bilgi de stratejik bir öneme sahiptir. Tabi ki müdahalenin işleyişi ve işleyişi harekete geçirenlere bakmak önemli, ama bence bu yöntem-psikolojinin hatalarından uzaklaşmak için yukarıda işaret ettiğimiz değişkenleri analizimize katmamız gerekiyor.

Müdahaleleri ortaya çıkaran süreci analize katmamız gerekiyor. 
İlk ayrımımız bu anlamda önemli, süreç ve müdahale. Müdahaleyi sürecin içine yerleştirmediğimiz de, müdahale yapanlara muazzam bir güç-donanım atfetmiş oluruz. Görünen, kurucu özne onlar oluyor.

Siyasi iktidar ya da iktidarda olan en yüksek karar vericisi öne çıkıyor. Bu öne çıkma ve güç atfetme korkularımızın kaynağının yanı sıra, işleyi-şi-mekanizmayı göz ardı etmiş oluyoruz.

   Bir zamanlar sıkça eleştirdiğim mekanik altyapı-üstyapı üzerinden bile analizler yapılamıyor. Artık üstyapıya yoğunlaşmış durumdayız, üst yapıya da değil siyasi iktidara da değil, siyasi iktidarda bir kişiye. Ama gerçeklikte üstyapı ve siyasi iktidar ve yoğunlaşılan kişi gündelik hayatta önemli değil mi? Önemli tabi. Ama bugünlerde niçin önemli oldular sorusu ile birlikte önemli. Goethe’nin Faust’undan bir alıntı; “Bütün bu kütle yukarı çıkmak istiyor, sen ittiğini sanıyorsun, hâlbuki itiliyorsun” (1973: 132). Nedensel bağlantıları zaman üzerinden kurmamız gerekiyor.

   Cumhurbaşkanı R.T.Erdoğan üzerinden kurulan analizlerin eksikliği nasıl ampirisizm ise bir başka ampirik değil ama ampirisist analiz, sermaye
birikiminin işleyişinde açığa çıkan fiyatlar üzerinden değerlendirmek.

   Dolar yükseldi, değer kaybetti, ABD Merkez Bankası faizleri yükseltti, ücretler düştü. Süreç ve süreç içinde içsel bağlantıları kurulamayan fiyatlar üzerinden analizler yapılıyor.

   Döviz seferberliği siyasi iktidarın bir müdahalesi, ama bu geç kapitalist toplumun, dünya kapitalist haydi emperyalist sistemle kurduğu ve zaman içinde yer yer açığa çıkan işleyişe ait bir sorun. Faiz lobisi Türkiye’de sermaye birikiminin en önemli sorunu. Para biçiminde sermayeye ulaşmak önemli. Ama bu sermayeler arasında farklı öneme sahip.

   Büyük ölçekli üretime yönelik sermaye için nitelikli ithal girdi gerekli.

Bu gerekliliğin yerine getirilmesi için de döviz biçimde sermayeye ihtiyaç duyulacak. Bunun iki yolu var; ihracatı artırmak ya da döviz biçimde sermaye girişini sağlamak. Bu ikinci yöntem için ise faiz oranın yüksek tutulması gerekiyor. Küçük ölçekliler için faiz oranları üretim için büyük maliyet, büyük sermayeler için ise ihtiyaç duyduğu döviz biçimde sermayeye ulaşma yolu. O zaman siyasi iktidar nasıl bir politika izleyecek?

   Küçük üreticilerin çıkarlarına uygun mu, yoksa büyük sermayenin çıkarlarınamı uygun davranacak?

    1990’lardan itibaren değerli ile yüksek faiz oranı üzerinden bir politika uygulanıyor idi. Siyasi iktidar ile sermayenin bir kesiminin tercihi bu yönde idi. Ama artık bu sınıfsal düzeneğin devam etmesi olası değil. Değil çünkü özellikle son Dünya Sosyal Forumu’nda işaret edildiği üzere siyasal iktidarlar, dünya ölçeğindeki sermayenin talepleri ile ülke içindeki sermayeler arasındaki gerilimi dengede tutmaya çalışıyorlar. Trump’ın politikaları, tam da bu gerilimin artmasının ifadesi olsa gerek. İlginç olan ve bizde Türkiye tarzı başkanlık sisteminin önünü açan, değişim için yürütmenin önündeki engellerin kaldırılması ile başlıyor. Siyasi iktidara gelen parti ve yöneticiler sahip olduğu olanakları hızla kendi güç ve kaynak yaratmak için kullanması.

Siyasi iktidar ve iktidarda karar alıcı kişi/kişiler, doğal olarak yaşanan tüm çelişkilerden yararlandıkları gibi, var olan tüm çelişkiler karşısında varlıklarını
sürdürmek için daha fazla yetki istiyorlar, bu yüzden başkanlık sistemi bu kadar acil bir konu olarak gündeme geldi, getiriliyor. Böyle yapmadığımızda yine kısa erimli sonuçlarla sürece bakan iktidarın, kendinde gördüğü, kendisi için istediği gücü ona atfetmiş oluruz. Yazımızda yeri geldiği ölçüde üzerinde  duracağımız faiz lobisi, döviz seferberliği, Türkiye Varlık Fonu tam da geç kapitalizme içkin bir dizi çelişkinin olgunlaşmasının ürünü. İlginç olan siyasi iktidar, biriken çelişkileri aşmaya/yönetmeğe çalıştığı ölçüde çelişkiler derinleşip / genişliyor. Tekrar edecek olursak çelişkilerin yoğunlaştığı ortamda  bilme halleri daha   konjonktürel  analizlere yöneldiği ölçüde atı arabanın arkasına bağlama eğilimi öne çıkar, belirleyici olur. 

<  Sürece mi bakmalıyız,  müdahalelere mi?  İçinden geçtiğimiz  günlerde süreç ve  müdahale kavramının  içini dolduracak iki  değişken daha var; süreç ve müdahalenin ülkeye  özgü içsel dinamiklerden  mi kaynaklandığı, yoksa  dışsal dinamiklerden mi  kaynaklandığı? Döviz  lobisi ile ifade edilen  sorun içsel dinamiklerin  mi? Döviz ihtiyacı sürece  içkin bir sorun mu yoksa  şu ana ait müdahalelerin  mi ürünü?  >


II- Çelişkilerin AKP’si, AKP’nin Çelişkileri 

    Türkiye’de çelişkilerin sürdürülemez  olduğu dönemlerde değişim hızlanır.  Ve krizle birlikte bir konumdan diğerine  geçiş aşamalarında yeni kurulan 
siyasi partiler, siyasi iktidara taşınır. 

   
<   Kriz koşularında  geleneksel zanaatkâr ve  küçük işletmelere yönelik kalkınma ve toplumun ihtiyaç duyduğu adalet ve kayırma ve yolsuzluklara karşı AK söylemi ile seçmenler ve sermaye üzerinde etkili olmuştur. Kriz karşısında ulus-devletin açmazları ile yeni yeni serpilen ve daha önce serpilip gelişen sermayelerin çıkmazları iktidarın kapılarını AKP’ye açmıştır. Diğer yandan AKP iktidara yönelmede kitlelerin sahip olduğu kültüreldinsel değerleri sonuna kadar kullanmıştır.  >

 1980 Askeri darbesi ülke içinde hem  sermaye ve hem de devletin ve dolayısıyla verili siyasi iktidarın açmazları sonucu ama bu sonuç ANAP’ın (Ana-vatan Partisi) Turgut Özal üzerinden iktidara geçmesine neden olmuştur. 

Askeri darbe ve ordunun sağladığı manevra alanları ile ANAP ve dolayısıyla Turgut Özal verili çelişkileri aşmak için bir dizi müdahaleyi gün demine almıştır. 1980’leri önceleyen döviz kısıtı yani o ünlü siyasi ifade ile 70 sente muhtaç olmanın ürünüdür ANAP. Geç kapitalist bir toplum olarak Türkiye içe yönelik sermaye birikim sürecinin gereği olan sermayenin farklı işlevlerinin ülke içinde inşa edildiği 1950-1980 sürecinin artık bir aşamaya geldiği ve bu aşamada sermayenin ve siyasi iktidarın kendini üretemediği bir or tamın ürünüdür. 

Döviz ihtiyacı ve ama buna bağlı olarak nitelikli girdi ihtiyacı ve bununla işleyişin tam de taşıyıcısı olan daha fazla görece artı-değer üretememenin krizi ANAP’ı iktidara taşımıştır. ANAP kendini önceleyen bu çelişkiler için bir dizi güncel müdahale gerçekleştirmiş ve birçok kurucu-özne sahneye çıkmıştır. Ama süreç içinde bu aktörlerin çıkardığı tüm gürültüden daha önemlisi, sermaye ve ulus-devletin dünya ölçeğinde istediği işleyişe entegre olmada belirli bir yol kat etmesidir. Bu yol kat etme 1990’ların sonunda yine dünya ölçeğinde işleyen mekanizma ile yeni bir aşamaya taşınmıştır. 

    Gerek ANAP ve gerekse CHP 1990’ların sonundaki krize çözüm bulamadıkları ölçüde, bu süreç AKP’yi iktidara taşımıştır. Temel amaç, dünya ölçeğinde 
işleyen birikim mekanizmasına eklemlenmek için istikrarlı fiyat mekanizmaları ve bu mekanizmaları destekleyecek kurumların inşa edilmesidir. 

15 Günde 15 Yasa bu dönüşü-mün zorunluluğu ve sonucudur. Ve dönüşüm krizle birleştiği ölçüde toplumda/kitlelerde yarattığı gerilimler AKP’yi bu sefer iktidara taşımıştır. 

Kriz koşularında geleneksel zanaat-kâr ve küçük işletmelere yönelik kalkınma ve toplumun ihtiyaç duyduğu adalet ve kayırma ve yolsuzluklara 
karşı AK söylemi ile seçmenler ve sermaye üzerinde etkili olmuştur. 

Kriz karşısında ulus-devletin açmazları ile yeni yeni serpilen ve daha önce serpilip gelişen sermayelerin çıkmazları iktidarın kapılarını AKP’ye 
açmıştır. Diğer yandan AKP iktidara yönelmede kitlelerin sahip olduğu kültürel-dinsel değerleri sonuna kadar kullanmıştır. Kullanması için de 28 Şubat müdahalesi, başör tü baskıları AKP’ye manevra olanağı sağladı. 

İktidara gelen AKP ile ulus-devletin işleyişinde stratejik konumda olan bürokrasi-ordu arasındaki gerilim, sermayeler ile devlet arasındaki gerilim zaman içinde farklılaşmış, farklı biçimler almış, ama hiçbir gerilim hiç azalmamıştır. Ve siyasal iktidar devlet aygıtını deneyimledikten ve devlet aygıtları içinde güç kazandıktan 
sonra, seçmen kitlesinin de desteğini alarak yaşam tarzları arasındaki gerilimi derinleştirip artırarak seçmen kitlesinin desteğini kazanma yoluna gitmiştir. 

Fakat 2001 krizi sonrası üç değişken AKP iktidarının önündeki çakıl taşlarının kaldırılmasına neden oldu; 

- İlk olarak krizin yarattığı ortamda sermayeler emek üzerinde işsizlik ve benzeri disipline edici araçları hızla yaşama geçirdiler, her kriz dönemi sonrasında olduğu gibi. 
- İkinci olarak krizin dünya ölçeğinde yaşanmasına bağlı olarak dünya ölçeğinde yeniden-değerlenme (re-volarizasyon) krizi yaşayan para ve üretken sermayeler için uygun bir iklim yaratılmıştır. Tam bu dönemde doğrudan yabancı sermaye yasası çıkartıldı. Dönemin başbakanı konuşmasında “Ahmetler Mehmetler değil Hanslar da yatırım yapmaya gelecek” diye yasayı tanıtmıştır. Yine aynı dönem de değerlenme krizi içinde olan uluslararası sermayeler için yüksek faiz oranı ve değerli döviz kuru uygulaması devam ettirilmiştir. Faiz lobisi üzerinden yapılan tüm suçlamalar bu anlamda ilginçtir. Siyasi iktidarın faiz ve döviz lobisine karşı dertlenişi ya zaman-işleyişe karşı çıkış ama bu yönde başarılı olamaması anlamına geliyor. Diğer bir seçenek ise bu uygulamalardan etkilenenlerin tepkisini mobilize etmeye yöneliktir. 

Yüksek Faiz oranları, Değerli döviz kuru dörtlü İttifak Üzerinden gerçekleşmiştir. 

- Değerlenme ihtiyacı olan uluslararası sermaye (yüksek faiz oranları), 
- Üretim faaliyetinin devamlılığını sağlamak için nitelikli ithal girdi ihtiyacı olan özellikle büyük ölçekli üretim yapan sermayeler (değerli Türk Lirası), 
- Dışarıdan borçlandıkları dövizi ülke içine sunmada aracılık yapan bankalar (değerli Türk Lirası ile yüksek faiz oranı arasındaki farktan yararlanma) ve, 
- Devlet. Devlet ise bu ittifakla sadece sermayenin toplam yeniden üretim koşullarının sağlamakla kalmıyor, yıllar içinde ar tan kamu finansmanını da iç piyasadan sağlama olanağı buluyordu. İç piyasa dediğimiz ise aslında uluslararası sermayeden dolaylı olarak borçlanma anlamına geliyordu. 

Bu işleyiş gerek sermayenin ve gerekse devletin varlığı için gerekli girdilere yönelik çelişkilerin zaman içinde ötelemesine yol açması anlamında 
başarılıydı. Ama çözüm değil öteleme konusunda başarılı. 

III- Devlet Yeniden Sahaya İnsin - Başkanlık Sistemine Geçişin Öncülleri 

   Devlet aygıtı ile ilişkiye giren yeni siyasi iktidarın elini kolaylaştıran bir kaç uygulama daha vardı; 

Kamu varlıklarının özellikle büyük getirisi olan kurum ve varlıklarını özelleştirmek, doğal kaynakların hızla metalaşma süreci içine çekilmesi, 
kamu hizmetlerinin ticarileştirmenin yanı sıra metalaştırılması. 

Tüm bu işleyişin hızlandırılması için sadece uluslararası sermayenin uygun zamanı yakalanmamıştı, dünya ölçeğinde işleyen sermayelerin akıl 
hocası olan iktisatçıların çağrıları ile örtüşüyordu. 

Çağrı; Kurumsalcı olarak kendini tanımlayan bu iktisatçılar (D.Rodrik, D.Acemoğlu) tarafından yapılıyordu. 

Çağrı ise fiyat mekanizmasının tek başına yeterli olmadığını, fiyat mekanizması nın etkin işleyişi için güçlü kurumsal yapıların inşa edilmesinin gerekli olduğu yönünde idi. Bu sadece kalkınma teorisi değil, her zaman olduğu gibi kalkınma adına verili gerçeğe müdahale için detaylandırılmış yeni kalkınma stratejilerinin genel çerçevesi çıkartılıyordu. 

Kriz bu stratejilerin hızla hayata sokulmasına olanak sağladı. Stratejilerin hayata geçirilmesi için devlet yeniden sahaya inecekti. 
K.Derviş’in kriz sonrası devletin mimari yapısını dönüştürmek için işaret ettiği gibi “biz (siyasi iktidar) sahayı hazırlayacağız, siz (sermaye) golü atacak-sınız.
” Sermayenin dünya ölçeğinde ortak aklının dili/strateji bu yönde idi. Bir zamanlar tarihin sonunu ilan eden liberal Fukuyama bile “devleti yeniden inşa etmenin” gerekliliği üzerine yazıp çizmeye başladı. Devletin sahaya inmesi, ya da inmesi için inşası, sahanın yeniden düzenlenmesi, 
oyunun kurallarının yeniden tanımlanmasının önünü açtı. 

    Bugün önümüze getirilen Başkanlık Sisteminin ilk taşları da bu süreçte atılmıştır. Tüm bu yeni stratejinin uygulanması için yasal-kurumsal 
düzenlemelerin hızla gerçekleşmesi gerekiyor. Bu gereklilik/zorunluluk yasama-yürütme ve yargının yaratacağı engellerden kurtulmanın yol ve yöntemini bulma sürecini de başlattı. 

    Sermayenin kurumsalcı olarak tanımlanan aydınlarının ve Dünya Bankası gibi uluslararası kurumların da desteklediği bu strateji AKP’nin iktidara gelişi ile zamansal olarak örtüştü. AKP dolayısıyla siyasi iktidar yasama-yargı ve sıkça dert yanılan bürokratik oligarşi karşısında muazzam manevra olanağı kazandı. 

Seçimlerde alınan oylar bu manevra yeteneğini artırdı. Bugünler de herkesin korkulu rüyası olan KHK’ler, Torba Yasalar devreye girdi. 

Fakat tüm bu uygulamalar çelişkileri azaltacağına artırdı. Devlet içinde, sermayeler arasında ve sermaye ile devlet arasında gerilimler yoğunlaştıkça, toplumsal işleyişin yeniden üretilememesi aynı zamanda siyasi iktidar ve Cumhurbaşkanı'nın manevra alanını daraltmaya başladı. İşleyişe ait her çelişki-daralma siyasi iktidarın daha fazla yetki-güç arayışına yol açmaya başladı. Buraya kadar analize katmadığımız Kürt hareketi ve Ortadoğu’daki 
yeni dinamikler siyasi iktidarın daha fazla güçle donanmasına olanak sağladı. Siyasi iktidarın yürütme üzerinden talepleri muhalefet partilerinin (CHP ve MHP) de desteğini almaya kadar vardı. 

< Süreç olağanüstü halin ilanına kadar  vardığında ar tık başkanlık sistemine geçiş için sadece bir adım kalmıştı. Ve bu adım da atılmış oldu. 

   Başkanlık sistemine adım atma ile Türkiye Varlık Fonu’nun kurulması arasındaki bağlantıyı artık kurabiliriz. 
   Bu bağlantıyı kurarken iki önemli değişken döviz lobisi ile faiz lobisinin değişim sürecinde hangi sınıfsal yapılarla bağlantısı olduğunu bir sonraki yazımızda analiz edeceğiz. >



***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder