14 Ocak 2016 Perşembe



TÜRKİYE NABUCCO  DAN ÇEKİLİRMİ


Başbakan Recep Tayyip Erdoğan Avrupa Birliği (AB)  üyelik sürecinde kritik öneme sahip 2009 yılında AB perspektifinin güçlendirilmesi amacıyla 4 yıl aradan sonra  Brüksel’e bir ziyarette bulunmuştur. Ziyaret Türkiye’nin 2009 yılında AB sürecine vime kazandırma yönünde atılmış bir adım olarak görülmektedir. Ancak ziyaret sırasında  yapılan Nabucco projesine dair açıklamalar, görüşmelerde ön plana çıkmıştır.

Son dönemde Türkiye’nin AB üyelik sürecinin ve reformlarının sekteye uğradığına dair eleştiriler giderek artmaktadır. AB nezdinde Türkiye’nin özellikle “ Askeri Darbe  tehditleri, cinayetler ile liberaller, yazarlar ve gazeteciler hakkındaki davalar ve Kürt azınlığın baskılar ile sarsıldığına” dair bir kanaat oluşmuştur. Bu kanaat ve eleştirilere cevaben Türkiye Cumhuriyeti AB üyeliği müzakerelerine ivme kazandırmak amacıyla 2009 yılında daha aktif bir müzakere süreci yürütülmesini amaçlamaktadır. 

Nitekim Avrupa Birliği içerisinde Türkiye’nin üyeliği konusunda ayrılıklar yaşanmaktadır. Fransa ve Almanya gibi başat ülkeler de dâhil olmak üzere Türkiye’nin üyeliğine karşı çıkanların sesi giderek yükselmektedir. Burada temel hassasiyet, Türkiye’de 2000’li yıllardan bu yana süren radikal reformların durduğu, hatta geriye dönüşün yaşandığına yönelik eleştirilerde hissedilmektedir. Türk dış politikasında AB ile ilişkilerin yoğunluğunda bir azalmanın yaşandığı aşikârdır. Ancak bu karşılıklı bir süreçtir. 

Türkiye’nin dış politika öncelikleri, coğrafi olarak konumlandığı bölgedeki krizler ve bunlara verilen tepkiler temelinde AB’den farklılaşmaktadır. Bu durum, AB üyelik 
sürecinde yaşanan bazı sıkıntılarda kendisini göstermektedir.

Benzer sıkıntılar AB nezdinde Türkiye’ye bakış açısı ve AB içi sorunlarda da görülebilir. AB, özellikle Ağustos ayındaki Kafkasya krizi ve ardından Rusya-Ukrayna enerji krizinden ciddi biçimde etkilenmiştir. Temel hassasiyet, daha agresif bir Rusya’nın, AB sınırlarında yeniden ortaya çıkmasıdır. Bunun en ciddi hissedildiği alan ise enerji güvenliği olmuştur.

Böyle bir dönemde Başbakan Erdoğan’ın AB ile müzakere sürecinde yaşanan sıkıntıları, AB enerji güvenliği ve Nabucco projesi ile ilişkilendiren açıklamaları, AB tarafından tepki ile karşılansa da kritik bazı sorunların varlığına da işaret etmektedir. Gerçekten de Türkiye’nin Nabucco projesine verdiği desteği, bugüne kadar bu projeye Türkiye’den daha çok ihtiyacı bulunan AB ülkeleri dahi gösterememiştir. Ancak proje halen AB ve Türkiye için büyük öneme sahiptir.

Nabucco Projesi

Nabucco projesinin hazırlıklarına ilke defa 2002 yılında BOTAŞ ve Avusturya’nın en büyük enerji şirketi OMV arasında yapılan görüşmeler ile başlanmıştır. Avusturya, Macaristan, Bulgaristan, Romanya ve Türkiye’nin ortaklığında yürütülen Nabucco müzakereleri, 2005 yılında Ortaklık Anlaşması’nın imzalanması ile sonuçlanmış, 2008 yılında Alman RWE şirketinin de katılımıyla proje büyük ivme kazanmıştır. 11 Haziran’da Nabucco projesi kapsamında Azeri doğal gazının Bulgaristan’a satılması ile ilgili ilk anlaşma yapılmıştır.

Projenin başlangıç noktası Erzurum olarak belirlenmiştir. 3300 kilometre uzunluğunda ve 45 milyar metreküp kapasiteye sahip olması planlanan boru hattı, Tebriz-Erzurum boru hattı, Güney Kafkasya boru hattı ve gelecekte yapılması planlanan Trans-Hazar boru hattını birleştirmeyi öngörmektedir. Böylece Orta Asya ve Hazar kaynakları ile İran doğal gazının da Nabucco projesi için kaynak bölgeler olarak belirlenmiştir. Gelecekte Irak doğal gazının da projeye eklemlenmesi gündemdedir.

Nabucco projesi, tamamlanması halinde Avrupa Birliği enerji güvenliği için önemli enerji koridorlarından birisini oluşturacaktır. Rusya’ya bağımlılığın kırılabilmesi için alternatif kaynak ve geçiş yollarından istifade edilmesi büyük önem taşımaktadır. AB’nin yakın zamanda Rusya kaynaklı enerji kesintileri ile karşı karşıya kalması sonucunda Nabucco projesi hem AB enerji güvenliği hem de Türkiye’nin AB nezdinde stratejik önemi açısından kritik bir proje olarak karşımıza çıkmaktadır.  

Başbakan’ın Açıklaması ve Nabucco’nun Geleceği Erdoğan’ın ziyareti Avrupa basınında büyük yankı bulmuştur. Başbakan’ın Avrupa Politika Merkezi’ndeki konuşmasında Nabucco projesine yönelik açıklaması ise farklı tepkiler almıştır. Bir soru üzerine Başbakan Erdoğan, AB ile müzakerelerde enerji başlığının açılmaması halinde Türkiye’nin Nabucco’daki rolünü gözden geçirebileceğinin 
sinyallerini vermiştir. Erdoğan’ın açıklaması, 27 Ocak tarihinde Budapeşte’de yapılacak olan Nabucco zirvesi öncesinde AB yetkililerine müzakere sürecindeki sorunlara ilişkin verilmiş bir mesaj niteliğindedir.

Avrupa Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barroso ile görüştü. Barroso, enerji güvenliği konusunun AB-Türkiye müzakerelerinin belirli başlıklarına bağlanamayacak kadar önemli bir konu olduğunu açıklamıştır. Komisyon’un enerji başlığındaki tıkanmanın giderilmesi için elinden geleni yapacağını ifade etmiştir. Barroso ayrıca Nabucco projesinin çok önemli olduğunu ve AB’nin sorumluluklarının farkında olduğunu da belirtmiştir.

Başbakan Erdoğan, Ankara’ya dönüşünde Nabucco projesine tam ve tutarlı destek verildiğini açıklamıştır. Bu açıklama Batılı yorumcular tarafından önceki açıklamalardan bir dönüş olarak görülmektedir. Fakat asıl vurgulanması gereken nokta, yapılan açıklamanın AB ile müzakere sürecinde karşılaşılan sorunlar ve Türkiye’nin bu süreçten beklentileri ile ilgili olmasıdır. Türkiye, AB tarafından ve siyasi çekişmeler yüzünden tıkanmış bir müzakere sürecine sıcak bakmamakta dır. Özellikle Kıbrıs konusundaki hassasiyet, AB üyesi ülkelerin Türkiye’ye siyasi dayatmalar yapabilmek için AB’yi bir araç olarak kullanmaya çalışmalarından kaynaklanmaktadır.

Brüksel’deki görüşmelerde Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin, AB-Türkiye müzakere sürecine yaptığı bu türden bir müdahale en kritik konulardan birisi olarak karşımıza çıkmaktadır. Güney Kıbrıs Rum Yönetiminin (GKRY) Şubat 2003 tarihinde Mısır, Ocak 2007 tarihinde ise Lübnan ile Doğu Akdeniz’de ‘deniz yetki alanlarının sınırlandırılması’ anlaşmaları yapması ve ardından 15 Şubat 2007 tarihinde bu anlaşmalarla belirlediği alanlarda uluslararası hidrokarbon arama ve işletme ihalesi açmasıyla, Doğu Akdeniz’de petrol krizi gündeme gelmişti. Türkiye bu anlaşmalara tepki göstermiş, yapılan arama çalışmalarını bloke etmiş ve Türk Petrol Anonim Ortaklığı’na arama izni verilmiştir. Kriz, AB üyesi olan Kıbrıs Rum Yönetimi’nin Avrupa Birliği nezdinde Türkiye aleyhine girişimlerde bulunması ve enerji başlığının bloke edilmesi ile sonuçlanmıştır. Başbakan Erdoğan’ın konuşmasında öne çıkan bu tepkinin temelinde Kıbrıs Rum Yönetimi’nin müzakereleri sekteye uğratma girişimi bulunmaktadır.

Türkiye ise AB’nin Rum Yönetimi’nin bu siyasi tavrı sebebiyle müzakerelerde bir tıkanma yaşanmasını hoş karşılamamaktadır. Nitekim, özellikle enerji başlığının 
görüşüldüğü müzakere sürecinde yaşanan bir tıkanma, Türkiye’nin kabul edemeyeceği bir durumdur. Türkiye, Nabucco projesinin hayata geçirilmesi için büyük çaba harcamaktadır. Türkiye’nin de proje kapsamında bazı özel talepleri bulunmakta, hem daha çok etkinlik hem de daha çok kar istemektedir. Ancak AB ülkeleri Nabucco’nun önemine dikkat çekerken, Türkiye’nin bu projeye verdiği desteği AB üyeliği yolunda bir çaba olarak da görmektedirler. Türkiye Avrupa enerji güvenliğine katkıda bulunacak böyle bir projenin öncülüğünü yaparken AB içerisinde ne Türkiye’nin rolü, ne Nabucco’nun AB enerji güvenliğine etkisi konusunda bir perspektif geliştirilememiş olup, çelişkili bir tavır ortaya konmaktadır.

AB-Türkiye ilişkilerinde enerji güvenliği konusu Türkiye’nin müzakere gücünü arttıran bir konu olmuştur. Bu konuda AB’nin çelişkili bir tavır ortaya koyması, AB üyesi ülkelerin Türkiye ile müzakerelerde Türkiye’nin bu rolüne karşın müdahalelerde bulunması, Erdoğan’ın açıklamasına zemin oluşturmuştur. 

Türkiye’nin projeden desteğini çekme gibi bir niyeti yoktur. Ancak bu konunun önemi ortadayken Türkiye’nin karşısına çıkarılmak istenen sorunlar karşısında da tepki gösterilmektedir.

Sonuç Yerine: Kısır Döngü ve Türkiye’nin TavrıBu döngü tekrarlanacaktır. Kıbrıs Rum Yönetimi Türkiye ile müzakerelere müdahil olmaya çalışacak, Türkiye ise AB ile ilişkilerde Rumların ortaya çıkardığı engellere cevap vermek durumunda kalacaktır. Burada önemli olan Türkiye’nin buna vereceği cevabın stratejisi ve prensibinin ortaya konmasının gerekliliğidir. Türkiye müzakereler 
boyunca Rum yönetimi ya da herhangi bir AB ülkesi karşısında stratejik konumuna vurgu mu yapacaktır? Bu yöntem, Rum Yönetimi ve Türkiye karşıtı grupların, müzakere sürecinin siyasi baskı aracı haline getirilmesi ile aynı değil midir? Böylece müzakere süreci başlıkların açılıp kapanması sürecinde Türkiye ile Türkiye-karşıtı gruplar arasındaki siyasi mücadeleye zemin oluşturacak, her siyasi sorunda tıkanma riski ile karşı karşıya kalacaktır. Türkiye’nin tutumu, Rum Yönetimi’nin haklı çıkarılmasını değil, AB içerisinde yalnızlaştırılmasını amaçlamaktadır. Bu ise Rum Yönetimi’nin veya AB ülkelerinin Türkiye karşıtı tutumlarını doğru çıkartacak söylemler ile değil, tam tersine AB sürecine bağlı kalarak, diplomasinin hareket geçirilmesi, stratejik konum ve Türkiye’yi avantajlı konuma getirebilecek diğer özelliklere sahip çıkılarak yapılabilecektir. 

Nabucco projesi Türkiye’nin inisiyatifiyle harekete geçirilmiş önemli bir projedir. Türkiye’nin bu projedeki öncü konumunu veya desteğine şüphe düşürecek söylemlerden kaçınılması, bizi AB üyelik sürecinde güçlendirecektir.


http://www.orsam.org.tr/tr/yazigoster.aspx?ID=22


..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder