8 Ocak 2016 Cuma

BİR İHANET, BİR SÖMÜRGELEŞTİRME BELGESELİ “ TRONA ” BÖLÜM 3






          BİR İHANET, BİR SÖMÜRGELEŞTİRME                                 BELGESELİ  “ TRONA ” BÖLÜM 3


MALİYE BAKANLIĞI’NDAN  SÖMÜRGECİ RİO TİNTO’YA TOKAT GİBİ CEVAP 


“Rio Tinto Türkiye  Ekonomisi ve Ödemeler Dengesi açısından zararlıdır.”

Rio Tinto’nun Ülkemizdeki faaliyetlerinin ülkemiz ekonomisine zararlı olduğunu sermaye artırım talebinin ardından hazırlanan Maliye Bakanlığı’nın 9 Kasım 1963 tarih ve Sermaye Hareketleri Şb. 593545-23/441999 Sayılı Yazısına Ek Rapor bakın nasıl açıklıyor;

“Bugün bor cevherlerinin ortalama ihraç maliyeti  f.o.b. 14$ civarında olmasına rağmen, ihraç fiyatları çok yukarıdadır. 1950 yılında 60$, 1958 de 40 $’a bugün (1963 yılı) 27 $’a düşmüş olmasına rağmen, yabancı teşebbüse ton başına 13$ bırakmaktadır. Yabancı şirket bunu 27$’a ihraç etmek suretiyle buna tekabül eden dövizi önce getirse bile bunun 13 $ lık kısmını yabancı sermayeye göre kar transferi yoluyla tekrar götürecektir. Tekel tesisi için fiyatları düşürdüğü takdirde, diğer müstahsillerin de buna uyması mecburiyeti hasıl olur. Bu maksatlı düşürme, firma için kârdan feragat sureti ile 17$’a kadar kolayca yapılabilir. Bu mücadelede de başarılı olmak için bor ihraç fiyatının 17 $ /ton dan daha aşağı fiyatlara  düşürülmesi de ihtimal dahilindedir...

 Borax consolidated şirketinin  yabancı sermaye yatırım talebinin bor cevheri ihracat imkanlarımıza yeni bir güç kazandırmayacak ve ham cevher istihraç ve ihraç eden  yerli firmaların imkanlarının daraltılması pahasına , Türk Boraks Madencilik A.Ş. nin ihracat payının artmasını sağlamaktan başka bir fayda getirmeyecektir. Bu itibarla yabancı sermayenin bor madeni işletmeciliği konusunda ödemeler dengesine olumlu bir etkisi beklenmemektedir. Bilakis, bor cevherinin  ton maliyeti 14$, satış fiyatları ise ton başına 27$ olduğu dikkate alınırsa, bu günkü durumda, yerli teşebbüslerin ihracatında net döviz geliri olarak memlekete giren 27$,  Türk Boraks Şirketinin ihraç payının artmasıyla 14$’a inecektir. Gerçekte Türk Boraks şirketinin yaptığı ihracat üzerine, ton başına, önce 27$ girecekse de, bilahare, yabancı sermaye kar transferleri yoluyla ( 27$ -14$ )  = 13$  ödemeler dengesinden Londra’daki Borax Consolidated (Rio Tinto) Limited Şirketi’ne ödeneceğinden Türkiye’nin her ton bor madeni ihracatında fiilen 13$’ lık döviz kaybı olacaktır.

 Sonuç olarak; Londra merkezli Borax Consolidated Limited Şirketi’nin Türk Boraks Madencilik A.Ş.’nin sermayesini arttırmak suretiyle yapmış olduğu yabancı sermaye yatırım talebi, memleket ekonomisi ve ödemeler dengesi bakımından mahzurludur.” 

Rio Tinto Türkiye Cumhuriyeti’nin yabancı sermayeyi teşvik kanunlarıyla yabancı sermayeye sağladığı hakları sistematik bir şekilde kötüye kullanarak,  bor ihraç fiyatlarının sürekli aşağıya çekilmesinde aktif bir şekilde rol almış,Türk ekonomisinin zararına ancak ait olduğu tröst’ün faydasına faaliyetlerini yürütürken her yolu mübah saymıştır.   

 RİOTUR/RİO TİNTO TÜRK MİLLETİNİN VARLIĞINI İNKAR EDEREK  BÖLÜCÜLÜK YAPIYOR “ TÜRK MİLLETİ  ‘ YEREL TOPLUM ’  MUŞ ! ”

Rio Tinto/Riotur tarafından hazırlanan “Kazan Trona Projesi – Sosyal ve Çevresel Etkileşim Raporu” nda Riotur Genel Müdürü Yönetimden Mesaj başlığı altında; …Projenin bu erken aşamasında, bir değer oluşturmaya çalışmanın yanı sıra, güçlü bir iş sağlığı ve güvenliği kültürünün yerel toplumlarda karşılıklı fayda sağlayan bir ortaklığın ve şeffaf bir yönetim sisteminin temellerini de atıyoruz…”  demektedir. Anlaşılan Genel Müdür Türkiye sınırları içinde yaşayan  Türk milletinin bir parçası olan Kazan ve civarı köylerinde yaşan köylülerimizi yerel toplum olarak nitelendirmektedir.  Şirket bu yaklaşımıyla Türk milletinin şerefli bir parçası olan köylülerimizi; yerel toplum ifadesiyle “bir kabile” “bir aşiret” olarak değerlendirmekte ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütün olduğunu, dilinin Türkçe olduğunu, şekli kanunla belirtilmiş beyaz ay yıldızlı bir bayrağı olduğunu “İstiklal Marşı” adı altında kanla canla yazılmış bir milli marşı olduğu gerçeğini görmezden gelmektedir. 

 Yerel toplum; aynı topraklar üzerinde yaşayan aralarında dil, duygu, ülkü, gelenek ve görenek birliği olmayan insan topluluklarına verilen addır. Bu tür toplumlar İngiliz emperyalizmin etkisiyle Afrika ve Amerika kıtasında  belirgin hale getirilmiş, aynı zamanda İngiliz emperyalizmi bu toplumlar arasındaki inanç, dil, kültür farklılıklarından kaynaklanan düşmanlıkları körükleyerek, bu kabile ve aşiretleri birbiriyle savaştırmış, bu arada bu insanların zenginliklerine de el koymuştur. KONGO’DA (ZAİRE) BUNUN İNSANLIK TARİHİ AÇISINDAN EN AĞIR SONUÇLARIYLA BUNDAN BİR KAÇ YIL ÖNCESİ KARŞILAŞILMIŞTIR. Afrika’da SAHRA’NIN ALTINDA YER ALAN topraklarda HUTU’lar ile TUTSİLER birbiriyle savaştırılmış bir buçuk milyonu aşkın (bazı kaynaklar 2,5 milyon olarak veriyor) zenci, baltalarla, bıçaklarla, şislerle bir birine kırdırılmıştır. Tarihe “Maden Savaşları” olarak kazınan bu savaş sonucunda Afrika’nın madence en zengin ülkesi KONGO parçalanarak maden kaynaklarına İngiliz şirketlerince el konulmuştur. 

 Ankara’nın ilçesi Kazan’da ve onun civarında (Fethiye köyünde, Kınık’ta Bayat’ta, Mülk köyünde, İncirlik köyünde, İlyakut’ta, Ayaş’ta, Yenikent’te, Güdül’de, Beypazarı’nda, Çubuk’ta, Akyurt’ta ,Çankırı’da, Kızılcahamam’da, Polatlı’da ...”   Yerel Toplum YOKTUR.  Bu topraklar aralarında dil, duygu,ülkü, gelenek ve görenek birliği olan insanlardan müteşekkil, TÜRK MİLLETİNİN yaşadığı topraklardır.

 KAZAN TRONA YATAĞININ  EKONOMİSİ

Riotur adlı şirket, dökümanlarında yapılan sondaj çalışmalarının değerlendirilmesi sonucu yaklaşık %31 ortalama tenörlü 607 milyon ton ekonomik trona cevheri tespit edildiğini ifade etmektedir. Aslında şirketin deklare ettiği rezerv miktarına, ve tenöre, şirketin bağlı olduğu ana şirket Rio Tinto/ Boraks Consalidated ve Türk Boraks Şirketi ve onun ülkemizdeki geçmiş faaliyetleri dikkate alındığında İHTİYATLA yaklaşmak gerekmektedir. Nitekim Riotur’un sahibi RİOTİNTO’nun Kırka’da başlangıçta 10 milyon ton olarak ifade ettiği rezerv biraz sıkıştırılınca  40 milyon tona çıktığını ve şirket elemanlarının kendi aralarında ki konuşmalarında 400 milyon ton rezervden bahsettiklerini söylemiştik. Oysa Kırka’daki MTA ve Etibank çalışmaları sonucunda 1 milyar tonun üzerinde bor rezervi olduğu ortaya çıkmıştı. Halen bu sahada 1 milyar tonun üzerinde bor olduğu ve arama çalışmaları detaylandıkça bu rakamın arttığı bilinmektedir. Bu halde Kazan havzasındaki rezerv, şirketin ifade ettiği gibi 607 milyon ton mu yoksa daha mı fazladır. Rio Tinto’nun Kırka’daki yaklaşımı esas alındığında  (şirket kendi bulgularına göre 400 milyon tonluk rezervi kırkta bir nispetinde azaltarak bildirmişti) Kazan havzasındaki rezervin deklere edildiğinin 40 katı  fazlası yani 24 milyar ton  trona  rezervi söz konusu olabilir mi? Hiç kuşkusuz bu sorunun cevabı zamanla ortaya çıkacak. Ancak kişisel öngörümüz aynı jeolojik formasyonun bir ucunda yer alan Beypazarın’da trona bulunması ve Beypazarı ve Kazan’ın harita üzerinde aynı doğrultu ve jeolojik formasyon üzerinde yer alması nedeniyle, Beypazarı ve Kazan arasında belki’de Çubuk ovasına kadar uzanan hatta AYAŞ’a ANKARA’nın SİNCAN, YENİMAHALLE, ERYAMAN gibi ilçe ve semtlerine  kadar uzanan geniş bir coğrafya’da  tıpkı ABD Wyoming’de  olduğu gibi (2.253 km2) ye yakın belki de daha fazla bir alanda dünyanın en büyük doğal soda rezervleri olduğu. 

 Bölge ile ilgili Jeoloji haritalarına bakıldığında bu haritaların hazırlanmasında Türk Jeologlardan ziyade yabancı jeologların çalıştığı görülüyor. Örneğin değerlendirmelerimize esas 1:100.0000 ÖLÇEKLİ  haritada  çalışan 24 teknik elemandan çoğu yabancı (M. Blumenthal, E. Chaput, W. Th.Fratschner, W. Grancy, R.Patijn, G.Ralli, J.Rondot, W.Weingart bu yabancı teknik elemanlardan bazıları.)  Bu jeologların bölge hakkındaki bilgileri Türkiye’den daha ziyade çokuluslu şirketlere aktardıkları açık.

 Ancak Şirket dökümanlarında yazılı hesaplamalardan yola çıktığımızda açtığımız sorunun ne kadar anlamlı olduğu ortaya çıkmaktadır. Şirket raporlarında; “projenin tamamının gerçekleştirilmesi için 595 milyon ABD Doları sabit ön yatırım, 593 milyon ABD doları işletme süresince sabit yatırım ve 23 milyon ABD Doları çalışma sermayesi olmak üzere, toplam 1 milyar 211  milyon dolar yatırım planlamaktadır. Projenin hayata geçirilmesiyle 5,765 milyar ABD Doları (FOB, Derince Limanı) ihracat geliri ve yaklaşık 1,1 milyar dolar vergi kaynağı oluşturacaktır…”   denilmektedir.  Sadece 607 milyon ton rezerv varlığı ve 2 ton tronadan 1 ton soda külü elde edildiği hesabından yola çıkarsak, muhtemel soda külü üretimi 303.500.000 bin ton olacaktır. Bir ton soda külünün 100 ABD doları fiyatla satıldığı varsayımı altında aslında projenin 30 milyar 350 milyon dolar üzerinde satış hasılatı yaratacağı ortaya çıkacaktır ki bu rakamlarla şirketin rakamları arasında ciddi bir uyumsuzluk vardır.  Biz bu uyumsuzlukla değil kazan trona yatağının bir çok uluslu yabancı şirket tarafından işletilmesinin çok zor dönemlerden geçen ve gayri safi milli hasılası 200 milyar doları bile bulmayan ülkemizin neleri ve hangi fırsatları kaybettiği ile ilgileneceğiz.

 KARTELE TESLİM EDİLEN ULUSAL  TRONA KAYNAKLARIMIZ BUHARLAŞTIRILAN  MİLYARLARCA DOLAR “ TÜRKİYE’NİN GELECEĞİ YOK EDİLİYOR ”

Başlangıçta da trona’dan elde edilen soda külünün cam sanayiinde kullanıldığını Avrupa kıtasında üretilen soda külünün kaya tuzundan sentetik yoldan üretildiğini ve tronadan üretilen soda külünün sentetik sodaya göre daha ucuz maliyetli olduğunu ve rekabet üstünlüğüne sahip olduğunu ifade etmiştik. 

 Ülkemizde  trona madenciliği  ulusal işletim altında olsaydı, ülkemiz; cam sanayi ve soda külü üretiminde inanılmaz bir rekabet üstünlüğüne sahip olacaktı. Şöyle ki Ankara/Kazan’da üretilen soda külü Avrupa’ya, Avrupa sentetik soda külünden daha  daha ucuz bir şekilde ihraç edilecekti. Bu şartlar altında Avrupa’da sentetik soda külü üreticileri bu fiyatlarla rekabet edebilme şansına sahip olamayacaklarından piyasaya Türk soda külü hakim olacak ve sanayiler Türk soda külünü kullanmaya başlayacaklardı.  Rekabetin ilk sonucu Avrupa’da sentetik soda külü üreticilerinin piyasadan çekilmesi olacaktı. Dolayısıyle Avrupa soda külü piyasası Türkiye tarafından ele geçirilecekti. Bunun anlamı  Türkiye Cumhuriyeti’nin her yıl sadece Avrupa’ya bir kaç  milyar dolar ihracat yapmasıdır.

Şimdi olaya sadece cam ve deterjan piyasası açısından bakalım;

 Avrupa soda külü piyasası ele geçirildiğinde Türkiye’nin bir taraftan akıllı kapasitelerle cam ve deterjan üretimini arttırdığını, bir taraftan da daha yüksek katma değer yaratan bu yatırımlara ait  üretim işletmelerine ihraç fiyatlarının altında soda ve soda külü verdiğini düşünelim. Bu takdirde dünyanın en ucuz maliyetli deterjan ve cam üretimi Türkiye’de olacaktır. Bu ucuz üretim ve uygun fiyatla  dünya pazarlarına giren işletmelerimizin önünde kim durabilir ? Elbette hiç kimse ve elbette hiçbir yabancı cam ve deterjan üreticisi Türkiye kaynaklı cam ve deterjan üreticisiyle rekabet edebilecek esnekliğe sahip olamayacaktır. Bu takdirde Avrupa cam ve deterjan piyasası yavaş yavaş Türkiye merkezli cam ve deterjan üreticisi firmalar tarafından ele geçirilmeye başlanacaktır. Avrupa cam ve deterjan piyasasının birkaç yüz milyar doların üzerinde bir büyüklüğe sahip olduğu düşünüldüğünde Türkiye’nin ne kadar büyük bir pazara hükmetmeye başlayacağı kendiliğinden ortaya çıkar.

 Peki geldiğimiz nokta da ne olmuştur ?

 Türkiye’yi 19. yüzyıl İngiliz politikalarıyla aldatan, bu nedenle 1970’li yıllarda elindeki maden ruhsatları devletleştirilerek ülkemizden kovulan sömürgeci İngiliz şirketi RİO TİNTO’ya Beypazarı’ndan Kazan’a kadar olan bir havza’da bulunan ve rezervi ve tenörü konusunda gerçek bir bilgiye sahip olmadığımız ve bu şirket Türkiye’de kaldığı müddetçe de bilgi sahibi olamayacağımız ancak dünyanın en büyük belki de en kaliteli milyarlarca ton trona (doğal soda) rezervi bilabedel hediye (peşkeş)  edilmiştir. Gayri Safi Milli  hasılası 200 milyar doları bulmayan ülkemize bu peşkeşin maliyetinin en az Gayri Safi Milli hasıla kadar olduğunu ifade etmeliyiz. Ayrıca Rio Tinto’nun ülkemizde trona madenciliği ve endüstrisi konusunda yürüteceği politikalar sonucu ulusal cam ve deterjan sanayimizi en kısa süre içinde çökerteceğini de ifade etmeliyiz. Bu çöküş sadece cam ve deterjan sanayini kapsamayacak aynı zamanda kimya sanayimizde önemli ölçüde çökertilecek.


 BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI  VE İSTİKLAL SAVAŞINDA ANADOLU’DA İŞGALE DESTEK VEREN  BİR ANGLO-HELEN 

 YIKIM İSTASYONU:   “ RİO TİNTO ”

Rio Tinto, o zamanki adıyla Borax Consolidated 1. Dünya Savaşı’nın devamı süresince Balıkesir/Susurluk civarında ki bor madenlerinde Yunan ve Ermenileri kilit görevlere getirmiş, Yunan işgali sırasında ve İSTİKLAL savaşımız müddetince, İngiliz şirket ve çalışanları bölgedeki Yunan kuvvetleriyle çok yakın dostane ilişkiler kurarak bu ilişkileri sürdürmüştür. Şirketin (Rio Tinto/ Borax Consolidated) bölgedeki Rum ve Ermenileri işe aldığı çalışan Rum ve Ermeni gençlerin bazılarının Yunan ordusuna katıldıkları şirketin müdürü Faulkner’in İngiltere/Londra’ya gönderdiği raporlardan anlaşılmaktadır. Yunan ordusu bölgeden çekilmeye başladığını ilk kez şirketin Maden Müdürü Faulkner’e bildirmiştir. Yunan ordusunun bölgedeki garnizon komutanı şirkette çalışan İngiliz, Ermeni ve Rumların bir an önce Yunan askerleri korumasında bölgeyi terk etmesini Faulkner’e söyler. Ancak bozguna uğrayan Yunan ordusu şirkette çalışan İngiliz,Ermeni ve Rumları toplayamadan kaçmak zorunda kalır. Şirket Balıkesir’den bir tren temin eder, Rum ve Ermeniler bu trenle Türkiye’den kaçmak için gittikleri Bandırma’da mahsur kalırlar. (Bandırma, kaçan Yunan birlikleri tarafından yakılıp yıkılmıştır. Limanda Rum ve Ermenileri Türkiye’den kaçıracak bir tek gemi yoktur.) Yunan Ordusu Kahraman Türk Ordusu’nun önünde can havli ile bozguna uğramış bir halde kaçarken, Türkiye’de kendisine yardımcı olan Rum ve Ermeni işbirlikçilerini yüz üstü bırakmıştır. Türkiye’den kaçmak için Bandırma’ya gelen Rum ve Ermeniler tekrar Susurluk’a dönmek zorunda kalırlar. İngilizler, Rum ve Ermeniler, Yunan ordusunun tekrar geleceği inancı içindedir. Bu beyhude bekleyiş içinde Rio Tinto/Borax Consolidated,  Susurluk’a dönen Rum ve Ermenileri uzun süre bor madeni yeraltı galerilerinde saklar. Balıkesir’den gelen Türk askeri birliği bor madenlerinde karargah kurmuştur. Türk birliğinin komutanı Borax consolidated’in müdürü Faulkner’e “biz şu an sizin misafiriniziz ancak unutmayın ki sizde ülkemizde misafirsiniz” der. Bu misafirlik sürecinde yer altı galerilerinde saklanan Rum ve Ermenilere Faulkner yemek ve su gönderemez. Yer altı galerilerinde aç susuz kalan Rum ve Ermeniler teker teker ortaya çıkarak 4. Kolordu’ya ait Türk Birliğine teslim olmak durumunda kalır. İnsan düşünmeden edemiyor bu insanlar suçsuzsa Türk Ordusu tarafından neden tutuklandılar ve neden Borax Consolidated tarafından saklandılar. Tutuklama olayının ardından 4. Kolordu  Komutanı Kemaleddin Sami Paşa başta şirketin müdürü Faulkner olmak üzere, tüm İngiliz yetkililerin ülkeden ayrılmalarını isteyerek bu misafirliğe son noktayı koyar. Şirket müdürü Faulkner ülkeyi terk ederken bile Anadolu’yu işgal eden Yunan ve İngilizlere ve özellikle İngiltere’ye ve İngiliz emperyalizmine karşı Türkiye’de yükselen tepkiyi  anlamazdan gelmektedir.

 Faulkner; anlatımlarında Rum ve Ermenilerin sütten çıkmış ak kaşık gibi suçsuz ve günahsız olduğunu söylerken, Türk askerini aşağılamakta ve İngiliz emperyalizminin Anadolu’daki piyonu Yunan ordusunun ve dolayısıyle İngiltere’nin yenilmesini içine de sindirememektedir. Faulkner,Yunan ordusunun İzmir’den denize dökülüşünü ve Türk zaferini Anadolu’nun ikinci kez Türkler tarafından istila edilmesi olarak değerlendirmektedir.

 Cumhuriyetin İlanından sonra Türkiye’ye gelen Rio Tinto/ Borax Consolidated  Hükümete müracaatla ellerinde Osmanlı’nın verdiği imtiyazlar olduğunu söylemek ve Sevr Antlaşması’nı bahane etmek suretiyle bor madenlerinin tekrar kendilerine verilmesini istemiştir. Ekonomi Bakanı Mahmut Esat Bey, İngiliz şirketin temsilcilerine Sevr Anlaşması’nın yürürlüğe girmediğini ve Lozan Anlaşması çerçevesinde imtiyazların tekrar gözden geçirileceğini söylemiş, İngilizlerin ısrarı karşısında kendilerine %51’i devletin olmak üzere yeni bir ortaklık önerilmiştir. Ancak İngiliz şirket yetkilileri bu teklifi şiddetle reddetmişlerdir. 

 Yabancı şirketlerin ve madencilerin madence zengin bölgelerde dolaşması ve hükümeti eski imtiyazlarla sıkıştırmaya çalışmaları, hatta madenlerin bulunduğu bölgelerde yabancı şirketlerin arazi alma girişimleri karşısında Lozan Antlaşması’nın hemen ardından 1924 yılında Köy Kanununa bir madde eklenerek yabancı gerçek ve tüzel kişilerin arazi almaları engellenmiştir. Böylece yeni kurulan TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİ’nde, devlet denetiminin istenilen etkinlikte götürülemediği yörelerin yabancı unsurlara açık tutulmasının yaratabileceği sakıncalar ortadan kaldırılmıştır.

İngiliz kraliyet ailesi ile sermaye ilişkisi bulunan şirkette İngiliz İstihbarat teşkilatı olan MI6 ve Amerikan Haberalma servisi CIA, İsrail haberalma Teşkilatı MOSSAD elemanları çalıştığı konusunda internet üzerinde bir çok yazı bulunmaktadır. Bu yazılanlar doğruysa, şirket aynı zamanda bugün, küresel bir Anglo-Amerikan istihbarat ve operasyon istasyonu vazifesi görmektedir.  

4 CÜ  BÖLÜMLE DEVAM EDECEKTİR


...


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder