12 Ocak 2016 Salı

FETHULLAH GÜLEN VE GÜLENİZM, BÖLÜM 2





FETHULLAH GÜLEN VE GÜLENİZM, 
BÖLÜM 2


CEMAATİN CEMAZİYEL EVVELİ

AKP ve Cemaatin arası Ergenekon-Balyoz-Islak İmza vb. süreçte birileri tarafından açıldığı iddia ediliyor.

Hayır efendim. Bu iddia, iyi niyetli cemaatçilerin, cemaate sempati duymaya devam edenlerin ve cemaatin cemaziyel evvelini yani kirli ve gizli yüzünü yakînen tanıma fırsatı bulamayanların zanlarıdır.

Bir kaç olay anlatayım da merak edenler okusun...

12 EYLÜL 1980 SÜRECİ

Her cemaate baskı yapılıyor, hakaret ediliyor, İslâmi değerlere saldırılıyor... ve bu arada Fetullah GÜLEN de askeri cunta tarafından fellik fellik aranıyor ama bir türlü bulunamıyor. Şakirtler boş durmuyor bir yandan habire sempatizan topluyor.

PARALEL KERAMET

Üniversite yıllarımda Milliyetçi Ülkücü harekette Yazıcıoğlu rüzgârıyla tasavvufa yönelmişlerdenim. Bu hassasiyetimi iyi bilen görevli bir şakirt bana geldi; 
“ Bir hain Hocaefendi’nin yerini ispiyonlamış. Polisler tutuklamak için baskın yapmışlar fakat gözlerine perde çekilmiş önlerinde duran Hocaefendi’yi görmemişler ve burada yok deyip gitmişler ” dedi. Ben yirmili yaşların saflığında olduğumdan neden yalan söyleyeyim ki o zaman bu keramete inandım. Nereden bileyim ki o polislerin tâ o zamanın paralel polisleri olduğunu ve Fetullah’ı gördükleri halde göremedik deyip dönüp gideceklerini.

HALİD BAĞDADÎ’NİN CÜPPESİ

(Mevlânâ Halid-i Bağdadî (1779-1827), Nakşibendi Halidiye yolunun öncüsü ünlü âlim ve mutasavvıftır.)

Her hafta İstanbul Beyazıt Hilâl Apartmandaki Risale-i Nur derslerine misafir öğrenci kategorisinde katılıyorum. Dersler, çay, muhabbet, dostluk nefis. 
Fırıncı ve Üstad Said Nursi’nin diğer yaşayan talebelerini dinliyoruz.

Yine peşimdeki görevli şakirt, beni başka bir Nurcu grubuna kaptırmamak için hemen bir keramet daha anlatıyor: Halid-i Bağdadi Afyonlu bir hanıma cüppesini ve takkesini hediye etmiş ve bunları saklamasını ve Afyona bir İslâm kahramanı âlim gelince emaneti ona teslim etmesini söylemiş. Ve o âlim Afyona gelmiş. 
Kadın emaneti teslim etmiş. Hiç bir hediye kabul etmeyen Bediüzzaman (Said Nursî  1878-1960), cüppeyi ve hırkayı almış. Sonra Bediüzzaman da bunları birisine vermiş ve kendisinin hakiki talebesine ulaştırmasını söylemiş. Bir gün Hocaefendi’ye o emanet gelmiş ve hemen giymiş ve elhamdulillah emanet bu fakire ulaştı demiş. (Hoca Pensilvanya’ya sıvışmadan önce).

Buna da inanmıştım. Çünkü Mevlâna Halid Bağdadi’ye atfedilen Halidiyye Kolu sufilerindendim. Şakirt beni Fetullah’a doğru yönlendiriyordu.

TÜRKİYE EMANETİ

Bir gün bir yerde duydum ki Peygamber Fetullah Hoca’ya görünmüş ve Türkiye’nin sorunlarını halletmek üzere emanet etmiş. (Dileyen bağlantıdan dinlesin). Pek aklıma yatmadı ama yine de inanasım gelmişti. Çünkü daha önceki duyduğum şeyler beynimde haşhaş (eroin) etkisi yapmaya başlamıştı.

https://www.youtube.com/watch?v=-oxBZgVdlQ8  


2. ABDULHAMİD’İN HÂFİYELERİ

Şakirtlerle dertleşiyoruz. Öğrencilik yıllarımız. Adrenalin tepemizde tavan yapmış. İslâm ve Müslümanlar basında yayında eğitimde öğretimde askeri vesayete sığınanlar tarafından aşağılanıyor. İslama karşı açıktan saldırı var. Allah’ın dini ile alay ediliyor ve biz ne yapıyoruz? Hiç bir şey. Ne yapabiliriz? 
Bu tağutlarla nasıl mücadele edebiliriz?

Şakirt başı derdimize derman olacak bir hikâye anlattı:

2. Abdulhamid’in Avrupa saraylarına soktuğu ajanlar şikâyete gelmişler. Padişah Şeyhülislam’ı çağırmış ve derdinizi ona anlatın demiş. Anlatmışlar... 
Efendim biz istihbarat uğruna gâvur kılığına giriyoruz ve gâvur olduğumuza inandırmak için Avrupalı saray kadınlarıyla yatıp kalkıyoruz, içki kullanıyoruz, dans ediyoruz ve bu sebeble bunalıma giriyoruz. Bu işi bırakmak istiyoruz lâkin hünkârımız müsade etmiyor, devam diyor. Siz ne buyurursunuz? Şeyhülislam sakallarını sıvazladıktan sonra; “evlatlarım Allah indinde sizin girdiğiniz günahlar bizim sevaplarımızdan üstündür, vazifeye devam” diyerek cevaz vermiş.

Hikâyeyi dinledim ve beynimde şüphe çanları çalmaya başladı. Bu hikâye 2. Abdulhamid gibi bir padişaha iftiradan başka bir şey olamazdı ama iyi niyetle uydurulmuş bir hikâye diye önce fazla önemsemedim.

LÂĞIM BORUSUNDAN SÜT İÇİLMEZ

Sonra… Mensubu olduğum Halidiyye sûfiliğinin İslâmi hassasiyetine baktım bir de cemaatin İslâmî hassasiyetine baktım. Cemaatte hizmet, gizlilik, ve devletin kılcal damarlarına sızma uğruna her türlü melânete izin var. Sufilikte ise asla ve kat’a İslâm’a gayrı meşru yoldan hizmet verilemez kuralı işliyor.

Hafiye hikâyesi beynimde yeniden depreşti ve şakirtlerle tartıştık. Bir sufi dostuma meseleyi anlattım. O dostum bu tür konulara bir âlimin şöyle cevap verdiğini söyledi; “ Lâğım akan borudan süt içilmez ”.

UYANIŞ

Âlimin muazzam cevabıyla yavaş yavaş girmekte olduğum haşhaşın etkisinden kurtuldum elhamdulillah. Fakat yine de cemaate karşı uzaktan sempatim devam etti.

2. HAMLE

Öğrencilik bitti. 1986 yılı sonuna doğru mesleğe başlangıç eğitim ve kurslarındayız. Bir caminin üst katında beş-altı kadar sufi grubuyla hatme-i hâcegân muhabbetindeyiz. 

O gruptan bir sufi benimle sıkı fıkı olmaya başladı. Önce küçük Risale-i Nur kitapçıklarıyla yaklaştı sonra Fetullah hocadan bahsetmeye başladı. 
Yabancı olmadığım alanda ben de bu yapay yakınlaşmaya cevaz verdim. Ne de olsa İslâm düşmanlarına karşı müttefiktik.

Öğrencilik yıllarımdaki durumum cemaatin (FİT/Fetullah İstihbarat Teşkilatı) istihbaratı tarafından bu şakirde ulaşmış demek ki... 
Sufî gruba sufi takiyyesiyle SIZINTI yapmış olan şakirt de beni tekrar kazanmak için 2. hamleyle görevlendirilmişti, bu belliydi.

Fiskoslaştık ve hafta sonu bir ışık evinde buluşmak üzere program yaptık.

DEVE KUŞU

Cuma mesaisi bitince Gebze-Haydarpaşa banliyö trenine ayrı ayrı bindik. Birbirimize yakın durmuyorduk. Pardesümüzün yakalarını kaldırdık ve etrafı dikizledik. 
Şakirt bu hafiye davranışlarını zevkle yapıyordu bana da hafakanlar basıyordu ama dostluk adına ses çıkarmıyordum.

Buluşma evine beşer dakika ara ile girdik. Evdekilerle selamlaştık. Oturduk. Uyduruktan bir risale dersi yaptık ve ardından tanıştık. Benim arkadaş kendisini başka bir isimle beni de başka bir isimle tanıttı. Oradakiler de kendini tanıttı ama onların da isimleri bizim gibi uydurma olmalıydı. Herkes deve kuşu gibi gizlenmeye çalışıyordu.

Komediye başka bir eve hafiye taktiklerle intikal ederek devam ettik. Hocaefendilerinin ağlamaklı bir kaç kasetini dinledik. Tanışma faslında yine uydur kaydır isimler, yapay muhabbetler falan filan.

Toplantıdan sonra beni getiren şakirtlere bu tür hafiyelik oyunlarını sevmediğimi, o toplantıda MİT ajanları olabileceğini ve bu tür komediyi bırakmalarını söyledim.

AFOROZ

“ CEMAATE UZAKTAN SEMPATİZANLIK ” makamından bir müddet sonra aforoz edildim. Bir kişi hariç bana bir daha yaklaşmadılar. O kişinin de cemaati kontrol eden devlet ajanı olduğunu tahmin ettiğim için ondan ve bu pis oyunlardan bugüne kadar uzak durdum.

CEVAPSIZ SORULAR

Aforozdan sonraki on yıl zarfında yaşadığım olayları şimdilik es geçiyorum. 1995 yılının dini bayramında bir şehirdeki anımı anlatacağım.

Bir dostun evinde şehrin büyük abilerinden (imamlarından) olan birisiyle karşılaştık. Söz döndü dolaştı cemaat ve tarikat arasındaki farklara geldi. Tarikatları pasiflikle suçladı cemaati aktiflikle öve öve yere göğe sığdıramadı. Benim sigortalar attı.

Yukarıda kısaca yazmaya çalıştığım olayları daha detaylı anlattım. İmam renkten renge giriyordu. Çünkü anlattıklarım cemaatin tabanlarından sakladıkları gizli 
stratejileriydi. İnkâr ve ret edemedi. Sadece “bazı arkadaşlar hizmette bu tür abartılara kaçabiliyorlar” diyerek savunma yaptı.

Konuyu değiştirmek istedi ama ben inatlaştım ve kendisine sordum:

1-Bu stratejiden Hocaefendinizin haberi var mı?

2-Bu stratejiyi Hocaefendiniz mi planladı yoksa siz mi planladınız?

3-Bu stratejinizi tabanınız biliyor mu?

4-Bu stratejinizin MİT tarafından hem de içinizden takip edildiğini biliyor musunuz?

5-Her cemaate, her partiye takiyyecilerinizi sızdırma planını hocaefendiniz mi emretti siz mi planladınız?

6- Devletin kılcal damarlarına sızarken size de sızıldığını biliyor musunuz? Vs...

Sorularıma nasıl cevap verirseniz verin

sizin stratejiniz sakat.

Bu stratejiyi Hocaefendiniz kurduysa

hocanız da siz de yanlış yoldasınız.

Eğer siz yapıyor da

Hocaefendinize haber vermiyorsanız

yine tümden sakat bir iş yapıyorsunuz

diyerek sustum.

Cevap bekledim.

Benim sorularıma cevap vermedi ve başka bir konuya geçtik.

UZAKTAN BU KADARSA

Bu cemaatle ucundan kıyısından girdiğim ilişkilerde bu kadar problem tespit ettiysem, Latif ERDOĞAN gibi cemaatin özünden gelenlerin anlattıklarına hiç şaşırmamak gerekir. Ben yaşadıklarımın tamamını gizlemeden anlatıyorum ama Latif ERDOĞAN’ın bildiklerinin binde birini anlatıp gerisini anlatmaktan hayâ ettiğini tahmin ediyorum.

BENİM TEORİLERİM

Buradan sonra anlattıklarım görünen olayları tahlilimden ibarettir.

SİYASİ DEHÂ

Benim gibi sıradan bir vatandaş Fetullah’ın sakat stratejisini kabaca çözdüyse, Erdoğan gibi usta bir siyasi dehâ hayda hayda en ince ayrıntısına kadar çözmüştür, bunda şüphem yoktur.

DEVLET VE DEMOKRASİ PROBLEMİ

Askeri vesayet bu devletin ve milletin en büyük problemiydi. Acilen çözülmesi gerekiyordu fakat nasıl?

DİNSİZİN HAKKINDAN İMANSIZ GELİRMİŞ

Devletin, milletin, inanç özgürlüğünün ve demokrasinin en büyük engeli olan askeri ve Kemalist bürokratik vesayetin şer gücünün hakkından ancak başka bir şer güç gelebilirdi.  Öyle de oldu.

Otuz yıldan beri devletin kılcal damarlarına her yol meşrudur diyerek sızan kripto şakirtler Ergenekon ve Balyoz davalarında yaşa kuruya bakmadan asker ve Kemalist bürokratik vesayetin belini hukuk, bilim ve basındaki örgütlenmeleri sayesinde kırdılar. Cemaat zannetti ki asker ve Kemalist vesayetin yerine kendi vesayetlerini koyacaklar. Ancak umdukları gibi olmadı. İki şer güç birbiriyle kapıştı ve birbirini törpüledi ve kazanan DEVLET ve MİLLÎ İRADE oldu.

CİĞERİNE OTURDU

Türkiye’nin tapusuna kırk yıl önce göz koymuş olan Fetullah Stratejisi, Türkiye tarihinin en büyük siyaset ustası karşısında ofsayta düştüklerini, açığa çıktıklarını fark ettiler ama iş işten geçmişti. Ergenekon ve Balyoz sürecinde zafer sarhoşluğu nedeniyle deşifre olmuşlardı.

Asker ve Kemalist bürokratik vesayet güç zehirlenmesi nedeniyle
Erdoğan’ın milli iradeye dayalı meşru siyaseti karşısında nasıl ki kendi kendini bitirdiyse,

Fetullah stratejisi de kendi güçlerinin zehirlenmesine uğradılar ve yok olma sürecine girdiler.

Meşru siyasetin bu ustalığı karşısında Fetullah çıldırdı, Ergenekon-Balyoz sürecinin sonucu ciğerine oturdu ve o meşhur BEDDUA seansını yaptı.


3.CÜ  BÖLÜMLE DEVAM EDECEKTİR,


..




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder