11 Ocak 2016 Pazartesi

FARK ETTİKLERİMİZİ FARK ETMENİZ İÇİN.., 1989 DAN SEÇMELER





 FARK ETTİKLERİMİZİ FARK ETMENİZ İÇİN.., 

1989 DAN  SEÇMELER - BİR YIL DAHA BÖYLE GEÇTİ -  >

Sovyetlere bir Azerî bakışı 

Türk asıllı, gazeteci Mihriban Vezirova, geçtiğimiz ay Türkiye'ye iltica etti ve sonra da "çocuklarımı özledim" diyerek Azerbaycan'a döndü. Mihriban Vezirova, Türkiye'de kaldığı süre içinde bir gazeteciye içini döktü. Söyledikleriyle bir Sovyet Rusya tablosu çıkıyordu ki oldukça enteresan. Vezirova'nın sözlerinden kısa alıntılar yapalım buraya: 

" Sovyetlerde adam gibi yemek yemek, giyinmek, eğlenmek, yaşamak için mutlaka insanın " Bir eli devletin cebinde " olmalıdır." 

" Devleti soyanlar, yakalanırlarsa tabii ki cezalandırılırlar. Ama çok yerde olduğu gibi, " Büyük hırsızlar, küçük hırsızları asarlar! " Sovyetler Birliği'nde de..." 

" Bir rüşvet alma olimpiyatı düzenlenseydi. Sovyetler Birliği birincilik kürsüsüne çıkmasa da, mutlaka, ikinciliği alırdı." 


Gerasimov ve Haydar Kutlu 

Sovyetler Birliği Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Gennadi Gerasimov'la TKP Genel Sekreteri Haydar Kutlu hiç karşılaştı mı, bilmiyoruz. Ya da İlhan Selçuk, ne bileyim, Dev-Yol'cu bir militan vs... Bir karşılaşıp, Gorbaçov yoldaşın nereye gittiğini sordular mı? " Hey Gorbi, ne iş, marksizm-leninizmi berbat ettiniz? Ne olacak bizim halimiz?" gibisinden sorsalar hiç de fena olmazdı. Çünkü, olan bitenin peşinden yetişenleri için hapisten çıktıktan sonra 100 kilometre hızla koşsalar yine kafi gelmeyecek. Özal'ın sık kullandığı bir deyimle, öyle bir "transformasyon" geçiriyor ki Sovyetler, değme komünist, hızına yetişemeyecek gibi. 

Cumhuriyet'ten Ergun Balcı'ya neler demiş Gerasimov neler... 

İsveç modelini incelediklerini, gerekirse karma ekonomi uygulayacaklarını, Gorbaçov'u revizyonizmle suçlayanların kitaplara göre konuştuklarını, oysa kendileri iktidarda bulunduğu için gerçeklerle içice olduklarını, kendilerini suçlayanlar da iktidara gelirse farklı davranmayacaklarını, üçüncü dünya ülkelerinde "afiş sosyalizmi" bulunduğunu, Avrupa'da ise sınıflar arası uzlaşma sağlandığı için devrim yapılamayacağını, ülkede özel sektörün de parti kurup siyasî mücadeleye girebileceğini vs. anlatıyor Gerasimov. Yani kapitalist bir ülkede ne varsa onları. Ya da, kapitalist ülke komünistlerinin yıllardan beri söve geldikleri şeyleri... 

Gerçekten Haydar Kutlu ve Nihat Sargın Gerasimov'la tanışmalı. Kimbilir belki onlar da görüşlerini "revize" ederler. Nasıl olsa Gorbaçov, revizyonizmin adını "iktidarda bulunmanın gerçekçiliği" yaptı ve yolu açtı. Sovyet modeline takılanlar da böylece kısa yoldan dönüş yapabilirler. 


İnanç Hürriyeti için sınav günü: 

7 Mart 

Anayasa Mahkemesi, Cumhurbaşkanı Evren'in, başörtüsü yasağını kaldıran kanunun iptali için yaptığı başvuruyu 7 Martta görüşecek. Konu ile ilgili olarak, Raportör Utkan Araslı tarafından hazırlanıp, basına sızdırılan rapor "olumsuz." Yani Raportör, başörtüsü yasağını kaldıran kanunun Anayasanın laiklik ilkesiyle çeliştiğini belirtiyor ve Evren'in talebi istikametinde iptalini istiyor. Şimdi merak edilen konu, Anayasa Mahkemesi'nin, raportörün isteğine uyup uymayacağı... Yani "başörtüsü yasağına devam" ya da "bitsin artık üç-beş kız çocuğunun başörtüsü ile uğraşmak" diyecek Anayasa Mahkemesi... Peki beklenen ne? Evren'e rağmen, Anayasa Mahkemesi, inanç hürriyetini savunur mu? 

"Bu, kişinin dokunulmaz haklarındandır. Türkiye, kendi halkının giyinme özgürlüğünü kısıtlayan bir ülke durumuna düşürülemez." der mi? "Türkiye Cumhuriyeti, kendi halkının, inançları istikametinde yaşama özgürlüğünü kısıtlayan bir ülke durumuna düşürülemez" der mi? Bilemiyoruz. Hep beraber bekleyeceğiz. 7 Mart, demek ki, TC hukuk düzeni için bir "inanç hürriyeti sınav tarihi"dir. Bekleyip göreceğiz. 

Yalnız Türkiye'de kimi çevrelerin, Anayasa Mahkemesinden olumsuz karar bekledikleri de bir vakıa. Hatta onlar için, başörtüsü yasağı bile yeterli değil. Onlara göre İslâm'ın gönüllerden bile kazınması gerekli. Ne yazık ki bunlar arasında en yetkili makamları işgal eden kişiler de var. Onlara göre üç-beş kız çocuğunun başlarını, inançları gereği örtmeleri engellenirse... 

Doğu'daki PKK saldırıları sona erecek. 

Türkiye'nin 40 milyar dolarlık dış borçları silinecek 

Babalar manşetlerden inecek. 

Memleketi kasıp kavuran vurguncular, soygunlar, üç kağıtçılıklar, devlet yağmacılığı bitiverecek. 

Amerika, İsrail'e yaptığı gibi, kesenin ağzım açıp, "Hadi ne gerekiyorsa al" diyecek. 

Ortak Pazar, bugüne kadar ki direnişini bırakıp, bağrını Türkiye'ye açacak. 

Sovyetler, Türkiye üzerindeki kadîm arzularını terkedip, kardeş kardeş yaşama teklifinde bulunacak. 

Müzminleşen Kıbrıs meselesi halledilecek. Yunanistan, Kuzey Kıbrıs'tan olduğu gibi, Güney'den bile vazgeçip, "Alın burası da sizin olsun, madem siz başörtüsü konusunda böylesine cömert davrandınız" diyecek. 

Memlekette aç ve açıkta kimse kalmayacak. Türkiye birdenbire acayip bir nimet yağmuru ile karşılaşacak ve ülkenin "makus talihi" yenilecek... 

Kimileri böyle asılıyor kız çocuklarının saçlarına... Onun bir teli meydana çıkarılabilirse, memleket büyülü bir değişim geçirecek sanki... Her şey, Müslüman kız çocuğunun başını açmasına bağlı sanki... 

Ne diyelim, dileriz ülkemiz inanç hürriyetlerini kısıtlamak gibi utanç verici bir yükü taşımak zorunda kalmaz. Devlet adamları da, ülkenin daha ciddî meseleleri ile uğraşırlar... Çünkü yukarıdaki işler, genç kızların başlarındaki örtüyü çekip almakla halledilmiyor. 


SİYASİ MİLİTARİZM 

"Türkiye siyasal anlamda militarizmden kurtulamadı. Türkiye'de bir kesim var ki ikide bir Orduya davetiye çıkarmayı marifet bilir. . (Bülent Ecevit, Türkiye, 7 Şubat 1989) 


SOVYETLERDEKİ MÜSLÜMANLAR ÎÇÎN 


Ocak sayımızda, "Sovyetler'de İnanç Hürriyeti" ve Acı Benzeyişleri" başlıklı bir yazımız yayınlanmıştı. Burada, Kur'an-ı Kerîm okuttuğu, çocuklara dinî bilgiler öğrettiği, dinî kitaplar sattığı gerekçesiyle çeşitli hapis cezalarına çarptırılan müslümanların adı veriliyordu. Nizameddin Ahmedov, İmam Aziz Hocayev, Ahmet Bekirov, A.Ahmedova gibi kadın-erkek 20 kadar müslümanın adı geçiyordu. 

İşte şimdi, Yeni Düşünce gazetesi, bu müslümanlar üzerindeki baskıların kaldırılması için Sovyet Lideri Gorbaçov'a yönelik bir "Af kampanyası" başlattı. Avrupa'daki müslümanlar arasında da yürütülen af kampanyasında toplanan imzalar, Sovyet Büyükelçiliği kanalıyla Gorbaçov'a gönderilecek. 

Evet, dünyanın bir yerinde, bir müslümanın ayağına diken batarsa bundan sorumlu hissedecek Müslüman kendisini. Eritre'den, Filistin'den, Bulgaristan'dan, Afganistan'dan ve Sovyet hakimiyetindeki Türkistan'dan... Şimdi onlar yardıma çağırıyorlar ferd ferd her müslümanı. Bu sesi duymak gerekli. 

İşte Gorbaçov'a gönderilen mektubun örneği. Okuyun ve elinizi vicdanınıza koyun: 

Sayın Mihail Gorbaçov 

Sovyetler Birliği Devlet Başkanı SSCB Komünist Partisi Merkez Komitesi Genel Sekreteri Moskova / Sovyetler Birliği 

İşbaşına geldiğinizden bu yana izlediğiniz politika bütün dünyada olduğu gibi ülkemizde de yakından takib edilmektedir. Özellikle insan hakları konusundaki olumlu sayılabilecek yaklaşımlarınızın bir göstergesi olarak dış dünyaya yansıtılan örnekleri de biliyoruz. İnsan Hakları savunucusu vatandaşlarınızdan dünyaca tanınmış fizikçi Andrei Saharov'a sağlanan kolaylıklar bu konuda en önde gelen örneklerden öte yandan inanç hürriyetine olan saygınızı göstermek üzere restorasyon izni sağlanan Hristiyan dini merkezleri kiliseleri de biliyoruz: 

Hristiyan Ortodoks Kilisesi'nin 1000. kuruluş yıldönümü kutlamalarına da sanırız yine inanç ve ibadet hakkına olan saygınızı göstermek üzere katılmıştınız. 

Bütün bunlar bilinmekteyken ülkenizin müslüman vatandaşlarından bir kısmının sadece ve sadece inanç ve ibadetleri yüzünden mahkum edildiklerini Uluslararası Af Örgütü'nün açıklamalarından öğrenmemiz bizi müslümanlara karşı "çifte standart" uyguladığınızı düşünmeğe yöneltmektedir. Aşağıda adları ve işledikleri iddia edilen "Suçlar (!)" gösterilen ülkenizin Müslüman insanların "İnsan Hakları"na göstereceğiniz ilgi, bizim için insan hakları konusundaki samimiyetinizin en açık göstergesi olacaktır. 

Ülkenizdeki benzeri yüzlerce olduğu iddia edilen ve açıkça 'fikir suçlusu' oldukları anlaşılan müslüman vatandaşlarınızın kapatılmış bulundukları cezaevi, akıl hastanesi, çalışma kampı gibi yerlerden serbest bırakılmalarını sağlama yolunda çaba göstermenizi taleb ve temenni eder; resmen herhangi bir dini tanımamış olan ülkenizde İslâm ve Müslümanların da en az Hristiyanlık ve Hrıstiyanlar kadar inanç ve ibadet hürriyetlerine sahip olmaları gerektiğini hatırlatırız. 


Türk sanayii nereye? 

Yabancılarla evlenme modası 

Önce Filiz Akın bir Fransız koca buldu. Sonra Emel Sayın Amerikalı Musevi David'le evlendi. Ardından başka bir sanatçı bayan, bir Ermeni ile izdivaç yaptı. 

Acaba yabancılarla evlenme modası böyle mi başladı? Şimdi memleketin iş aleminde " Gelen bir gelin götürüyor " gibi bir panik var. " Kızlarımız ucuza gidiyor " paniği... 

İngiliz tebaalı, Kıbrıs'lı Türk işadamı Asil Nadir, cebine bir miktar para koyup geldi ve bir tomar gazetenin tapusunu alıp gitti. Bunların içinde küçük Simavi'nin Günaydın grubu var. Gelişim Yayınları grubu var. Güneş Gazetesi var. Hani Asil Nadir biraz daha sıksa, Hürriyet'i, Cumhuriyet'i, Milliyet'i, Tercüman'ı, velhasıl bütün bir Türkiye basınını alıp gidecek. Geriye birkaç İslâmî yayın organı kalacak belki... 

Devlet fabrikaları var yabancılara satılan... Özel sektörde şirket evlilikleri var. Amerikalısı, İtalyan'ı, Alman'ı, Fransız'ı ile. Yerli sanayi kuruluşlarının hisseleri haraç mezat gidiyor yabancılara.Sanayiciler gelin-damat ilişkisine benzetiyorlar bu ortaklıkları ve satışları. Damat onlar, gelin bizimkiler. 

GÖNÜLLÜLER 

Bu satış ve ortaklıklar konusunda iki türlü tepki var. Bir kesim, yabancılarla ortaklığı ve şirket satışını olumlu ve gerekli buluyor. Bunlar olaya, ülkeye yabancı sermayenin gelişi yönüyle bakıyorlar. Yabancı sermaye ile birlikte teknoloji ithalinin, dış pazarlara açılmanın ve kaynak zenginleşmesinin mümkün olacağını, böylece ülke ekonomisinin gelişeceğini, yeni iş imkanlarının açılacağını belirtiyorlar. Hatta Alarko Holding'in Yönetim Kurulu Başkanı, Musevi asıllı işadamı İshak Alaton müthiş bir hayal kuruyor. Alaton, "Savunma sanayii ve basın dışında Türkiye'de mevcut bütün üretim araçlarını, bütün fabrikaları, barajları, her şeyi yabancılara sattığımızda, Türkiye'de kaba bir hesapla 300 milyar dolar gireceğini, bunun 50 milyar doları ile dış borçları ödeyeceğimizi, kalan 250 milyar dolarla da dev yatırımlara gideceğimizi,böylece 21.yüzyıla Türkiye'nin Japonya ve İsveç'le yarışarak gireceğini" hayal ediyor. Sonra da "Dediğim gibi hayal, ama kabul edin ki güzel bir hayal" diyor. 

Yabancı Sermaye Derneği Başkanı Atilla Midilli de İshak Alaton gibi düşünüyor. Ona göre de yabancı sermaye ile evliliklere olumlu bakmak gerekiyor. Hatta sayın Midilli, damat gibi gördüğü yabancı sermayenin, Türkiye'de istediği gelini seçmesini de normal buluyor. Diyor ki: 

"Tercih yabancı sermayenin. Yabancı sermaye kendisi için uygun olacak gelini seçecektir. Zaten damat ortaya çıkınca, gelin adayı da artıyor." 

Midilli, yabancı sermaye evliliklerine karşı çıkanları da sert biçimde eleştiriyor: 

"Yıllardır kendi kabuklarından çıkamayan sanayicilerimiz, yabancı sermaye konusunda veryansın ediyorlar. Evlenmenin nimetlerini bilmiyorlar. " 

KAYGILILAR 

Diğer grup ise olumlu bakmıyor bu evliliklere ve satılışlara. Onlar, olayı millî sanayinin yabancıların eline geçmesi olarak değerlendiriyorlar. Bunların içinde sanayiciler var, bilim adamları var. Kaygıları gerçekten ciddi. Onlardan da küçük alıntılar yapalım. 

İbrahim Bodur: Uygulanan ekonomik politika sonucu yabancı sermayenin millî karakterli, verimli ve memleket kaynaklarına dayanarak kurduğumuz sanayi kuruluşlarına belli bir program içinde sahip olmaya çalıştığını üzülerek müşahede etmekteyiz. Böyle bir planın başarıya ulaşması halinde, sadece ekonomimizin değil, hürriyetlerimizin de yok olacağının bilincindeyiz. Ancak ne sanayiciler olarak bizlerin ne de çalışkan Türk işçisinin bu kuruluşlarımızı Hans'lara ve Cons'lara teslim etmeyeceklerine yürekten inanmaktayız." 

Ersin Faralyalı: Bizim gücümüzün tüketildiği böyle bir dönemde millî değerlerimizi yabancılara pazarlamada ülke yararı göremiyoruz. Türk sanayii ne yazık ki yavaş yavaş yabancıların eline geçiyor." 

Ertuğrul Doğuç: Yabancı sermaye getirmek demek, işletmenizi satmak değildir. Bu gidişle yarın Hans'lar, Covani'ler gelecek, bizim elimizdeki tesisleri alacak." 

Prof. EROL Manisalı: Çok uluslu şirketlerle ortaklık kurulunca, sakalı onlara kaptırma tehlikesi de çok yüksek. " Ortak olalım " derken, bir bakarsınız onların oluvermişsiniz. '' Batı Avrupa aynı durumu, İkinci Dünya Savaşı sonrasında otomotiv sanayiinde Amerikan firmalarıyla yaşadı." 

Prof. Gülten Kazgan: Türk parası, alım gücü olarak o kadar değer yitirdi ki, yabancı sermaye, aylık karı ile Türkiye'de pırıl pırıl bir fabrikayı satın alabiliyor... "1923 yılında kurtuluş mücadelesini sonuçlandırdık, 1993'te de yurt dışına satışımız tamamlanacak, hem de çok ucuza." 

Nurullah Gezgin: Yabancı sermaye yeni teknoloji getirmiyor. Kargalar gibi üşüşüp küçük ve orta büyüklükteki işletmeleri kapatmak istiyorlar." 

Tepkiler böyle... Taraftar olanların ve satışa karşı çıkanların tepkileri... Hangileri daha ciddî sizce? Dünya patronlarına gelin versek mi yer vermesek mi Türkiye sanayiini? 

Galiba Türkiye, döndü dolaştı, 60 küsür yıl sonra yeniden yabancı mandasını tartışmaya başladı. Dünya patronlarında Türkiye'deki bütün sanayi kuruluşlarını salın alacak para var. Satılmak isteyenleri uyarsak, ülke yabancıların çiftliği haline gelecek, -biz de o çiftliğin hizmetkarları... Mandacılar, bu çiftlikte gül gibi geçinip gideceğimizi söylüyorlar patronlarımızla... Seçmesek serbest. Damatlar sıra sıra bekliyor. Ya da, satılmak isteyene seçilmek serbest... 


KASTELLİ VE VATANDAŞ 

12 Eylül sonrasında girdiği bankerlik işinde iflas edip yurt dışına kaçan, sonra yurda dönüp yeniden iş alemine giren Kastelli (Cevher Özden) bir kere daha, çöküşün eşiğine geldi. Kastelli, mahkemeye başvurarak konkordato istedi. Kastelli, konkordato talebinde, borçlarının tümünü kabul ettiklerini bildiriyor, ancak ödeme güçlüğü içinde bulunduğu için bunların dolduracakları belirli bir ödeme planına sokulmasını teklif ediyor. Kastelli'nin teklif ettiği ödeme planı şöyle: 

10 ayı ödemesiz, ondan sonra da faizsiz ve teminatsız olarak, her biri altı ayda olmak üzere 60 aylık bir taksitlendirme. Bu plana göre borçların ödenmesi 7 yıllık bir süreye yayılacak. 

Kastelli mahkemeye, " ya bu konkordato planı kabul edilir, ya da iflasa giderim " diyor. 

Kastelli, bankerlik çöküşünden sonra iş alemine alayı ile dönmüştü. Bu çöküşten sonra nasıl dönecek, hep birlikte göreceğiz. 

Göreceğiz de, bütün bu işleri, memlekette ekmeğini taştan çıkaran milyonlarca insanın görmesi doğru mu değil mi bilmiyoruz. 


ŞEYTAN  HİZBİ 

Dünya, Hind asıllı bir yazarın " Şeytan Ayetleri " isimli kitabını tartışıyor. Kitap, Kur'an ve Hazreti Peygamber üzerinde şüphe uyandırma amacına yönelik yayınların bir devamı mahiyetindedir. 

Müslümanlar, haklı olarak kitaba tepki gösteriyorlar. Şeytanın askerleri ise, her zamanki gibi "fikir hürriyeti-sanat hürriyeti" gibi kavramların arkasına sığınıp şeytan'ın yaygarasını meşrulaştırmaya çalışıyorlar. İslâm, insanlığın gündemine her gün biraz daha diri, biraz daha ümit yıldızı halinde girdikçe, İslâm aleyhindeki, " Şeytan güdümlü " saldırılar çoğalacağa benziyor. Çoğalsın. 

Bunlar İslâm'ın gelişini etkilemeyecek. Yalnız müslümanların "Şeytan"ın entrikalarını iyi tanımasında yarar var. Kur'an, bunları açık seçik belirtiyor. Şeytan'ın piyonu Selman Rüşdi ondan söz açmışken.... Kur'an'ın, Şeytan'ı ve hizbini belirleyen ayetlerini bir kere daha okumalı deriz. 

Kitaplarına uygun 

Doğuş Grubu, Genoto' dan 14 milyar liraya aldığı E-5 Kara yolu üzerindeki bir arsayı, aradan 13 ay geçtikten sonra Türkiye Emlak Bankasına 70 milyar liraya satmış. 

Şimdi iş alemi, bir yıl içinde elde edilen yüzde 350'lik karın nasıl oluştuğunu konuşuyor. Kimileri, Doğuş Holdingin patronları ile birlikte "Bu iş ticaret, arsa ile borsada fiyatlara karışılamaz" diyorlar. Kimileri de işin içindeki bit yeniğini arıyorlar. " Acaba Bülent Şemiler'in Doğuş grubuna bir iyiliği mi " diye soruyorlar. 

Memlekette bir şeyler alınıyor, veriliyor. Tabiî bu arada vatandaşa pek söz düşmediğini biliyorsunuz. Çünkü her şey kitaplarına uygun. 


Küçük Sahtekarlıklar 

Türkiye ilgi çekici bir ülke haline geldi. Gün geçmiyor ki, şatafatlı hayat yaşayan kimi şahısların altından Çapanoğlu çıkmasın. Yolsuzluklar, hayalî ihracatlar, mafya-eroin ilişkileri, dolandırıcılıklar, daha neler neler... Gazetelerde manşetler 
"Babalar"ın işgalinde... 

Bir Mürşit Yolgeçen varmış. Zaman olmuş soyadını "Jolker" diye değiştirmiş. Sosyetede hızlı geçinirmiş. Yaşarken, bir 
hayli itibarlı imiş. Bir gün, Ömerli Barajı yakınında, bir bavul içinde, karısı ve kendisinin cesetleri bulundu. Katiller, maktulleri 
işkence ederek öldürmüşler. Cesetlerin kimliği anlaşılır anlaşılmaz, aman ne senaryolar çıktı ortaya öyle. Sağken, o 
cicili-bicili hayat içinde, bu kadar kirli çamaşırın nasıl olup da bohçalandığına şaşırıp kaldı millet. Günlerce, Mürşit Jolker 
dosyası yankılandı gazetelerde. Haftalık Nokta dergisi de, Jolker'in küçük sahtekarlıklarına örnekler verdi. Bizim büyük 
sahtekarlıklarını verecek yerimiz olmadığı için, iki küçük sahtekarlığını sunarak, Jolker olayına bir not düşelim dedik: 

" Ailesinin anımsadığı ufak-tefek sahtekarlıkları servetini nasıl yaptığının ipuçlarını da veriyordu: İşte birkaç neşeli örnek: " Yazlığa giderken arabanın bagajını karpuzla doldururdu. Bütün gün yenildi, içildi, tabiî karpuzlar da... Sonra dönüşte aynı karpuzcunun önünde durup doldur şu bagajı yeniden, karpuzlar kelek çıktı diye bağırdı." 

"Yazıhanesini boyatıyordu. İş bitince boyacı parasını istemeye geldi. Atatürk portresinin kenarına da boya damlamıştı. 

Para falan alamazsın, seni Atatürk'e hakaretten tutuklattırırım diye tehditkar bir tavırla yerinden fırlayınca artık boyacının yapabileceği hiçbir şey kalmamıştı.'" 


O FORUM  

TV'de, geçen ay düzenlenen Forum programı bir hayli tartışmalara konu oldu. Programı yöneten Uğur Dündar, cinsel özgürlük mesajı vermek için uygun bir ortam hazırlamıştı kendince. Konuşturduğu genç kızlar hep aile baskısından 
yakınıyor ve cinsel özgürlük istiyorlardı. Bu arada konuşturulan bir kadın bütün saçmalıkların üzerine tüy dikti. 

"Kızının gece 9-10'da erkek arkadaşları tarafından alınıp, diskoya götürülmesinden büyük mutluluk duyan" bir kadındı bu. 

Tabii program büyük tepki gördü. Çünkü toplumun küçük bir azınlık dışında tamamı, namus konusunda belirli ölçülere  bağlıydı. Uğur Dündar'ın " Ama toplumda böyleleri de var " diye savunması düşünülemezdi. Toplum içinde öyleleri vardı ki,  TV kamera ve mikrofonlarını onlara da yönelttiğinizde ekranı şehvet marketine dönüştürmeniz gerekirdi. Yoksa Duna  TRT'sinin temel ilkesi bu muydu? 

NİCE  SAĞLIKLI YILLARA..

DUATEPE  POLATLI,,

http://dergi.altinoluk.com/index2.php#sayfa=arama&aranan_ifade=EROL MANİSALI&aranmayan_ifade=&yazarlar_reg=*&koseler_reg=*&dergiler_reg=*&baslik=1&metin=1&arama_yontemi=1&siralama=3&MakaleNo=d037s044m1&limit=0-15




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder