SÖMÜRGELEŞTİRME etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
SÖMÜRGELEŞTİRME etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

8 Ocak 2016 Cuma

BİR İHANET, BİR SÖMÜRGELEŞTİRME BELGESELİ “ TRONA ” BÖLÜM 4

BİR İHANET, BİR SÖMÜRGELEŞTİRME BELGESELİ “TRONA” BÖLÜM 4



 OYUNUN İKİNCİ PERDESİ (İSTİKLAL SAVAŞIMIZIN RÖVANŞI) 

 ULUSAL MADEN KAYNAKLARIMIZ  VE ÜLKE TOPRAKLARI  NASIL YABANCI MÜLKÜ HALİNE  GETİRİLİYOR.

“Tek Kurşun Sıkılmadan”

Son yıllarda siyaset  inanılmaz bir biçimde İngiltere merkezli sömürgeci maden şirketlerinin güdümü altına girmiştir. Küreselleşme adı altında Türk tarihinin eşine ve benzerine rastlanmadık bir şekilde Türkiye toprakları ve onun altında yatan maden hazineleri  İngiliz şirketlerine teslim edilmektedir. RİO TİNTO, Anatolia Minerals, Riotur,  Anglo American/Newmont(Bergama altın yataklarını İngiltere’ye aktarmaktadır), Cominco, Odyssey Reseurces, Eldorado Gold, KNAUF, Dardanel, Omya, Geomar…gibi şirketler. Ankara’da, Ordu’da, Sinop’ta, Kayseri’de, Gümüşhane’de Artvin’de, Balıkesir’de, Tunceli’de, Elazığ’da, Diyarbakır’da, Uşak’ta, Çanakkale’de, Hakkari’de, Şırnak’ta, Manisa’da… ulusal kaynaklarımızı kendi mülkleri haline getirmektedir. Bu çokuluslu şirketler siyasetle kurdukları yakın ilişkiler sayesinde önlerindeki her türlü engeli birer birer aşmakta, bir anlamda Türkiye’yi işgal etmektedir. Türk köylüsüne “gözünü toprak doyursun” diyenler, İngiliz sömürgeci güçlerine (İngiliz madenci şirketleri)  ülke topraklarını hiçbir sınırlamaya tabi olmaksızın açmaktadırlar.

İngiliz ve Amerikan güdümündeki bölücü terörist örgüt PKK/KADEK’in yayın organı olan Özgür Politika gazetesinin 23 Eylül 2003 tarihli nüshasında; Hükümetin   bu şirketler aracılığıyla PKK’yi terörist ilan etmek için uluslar arası alanda lobi faaliyetleri yürütmesi karşılığında büyük  maden tavizleri verdiği yazılı.(daha geniş bilgi için, internette yahoo arama motoruna “Yabanci sirketler Kurdistan yoluna dustu” yazıp motoru çalıştırın, verdiğimiz anahtar cümle çıktıktan sonra sıra altında yer alan  Cached yazısının üstüne tıklayın)

 Bu haber tipik bir İngiliz oyunuyla karşı karşıya kaldığımızın önemli bir göstergesi, Önce PKK/KADEK’in eline silah verilip Türkiye’ye sokuluyor. Yıllarca insan ve para kaynaklarımız bu terörist çeteye karşı harcanıyor,  teröristler Türk Ordusu karşısında kuyruklarını kıstırıp kaçarken, Amerikan Helikopterleri teröristlere havadan yardım ve lojistik destek sağlıyor. Hatta bu güçler gerekirse İncirlik’ten kalkan uçaklarla ya da teröristlere verdikleri füzelerle  Türk helikopterlerini vurabiliyor. Arkasından İngiliz şirketleri  hükümete gelip kendilerine verilecek maden ruhsatları ve yine kendi arzuları doğrultusunda çıkarılacak yasalar karşısında PKK’yı terörist listesine aldırabilecekleri vaadinde bulunuyor. Hükümette bu şirketlere lobi faaliyetleri karşılığında sınırsız maden ruhsatı veriyor. Sonuçta PKK terörist listesine alınıyor ancak bu arada PKK ismini KADEK olarak değiştiriyor. KADEK ise terörist listesinde yer almıyor.

 TAŞINMAZ MALI TAŞINIR HALE  GETİREN YASAL DÜZENLEMELER

 Anayasamızın 168. maddesi tabii servetler ve kaynakların  devletin hüküm ve tasarrufu altında olduğunu, ayrıca Maden Kanunu’nun 4. maddesi; Madenlerin Devletin hüküm ve tasarrufu altında olup, içinde bulundukları arzın mülkiyetine tabi olmadığını hüküm altına almıştır. Maden Kanunu’nda yer alan kamulaştırma hükümleri Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmiştir. Yeni maden yasası tasarısıyla  daha önce Anayasa Mahkemesince iptal edilen hükme benzer bir kamulaştırma hükmü getirilmeye çalışılmaktadır.

 Ülkemizde yabancıların taşınmaz mal edinmeleri konusunda Anayasada özel bir hüküm bulunmamaktadır. 2003 yılı Haziran ve Temmuz aylarına kadar, Tapu Yasası’nın 35 ve 36 ile Köy Yasası’nın 87. maddesinde yabancıların taşınmaz mal edinmelerini kısıtlayıcı yönden bazı hükümler bulunmaktaydı. Köy Kanunu’nun 87. maddesi ile yabancı gerçek ve tüzel kişilerin köy sınırları içerisinde taşınmaz edinimi kesinlikle yasaklanmıştı.  Tapu Kanunu’nun 35. maddesi; yasal sınırlayıcı hükümlere uymak (Askeri yasak bölge ve güvenlik bölgeleri dışında olmak) ve karşılıklı olmak koşulu ile gerçek kişilerin taşınmaz edinimine izin vermekte. Ancak yasanın 36. maddesi, yabancıların ülkede taşınmaz mal edinmelerine olabildiğince sınırlama getirmek doğrultusunda, belediye sınırları içinde olmak koşuluyla 30 ha. dan fazla arazi edinimine izin vermemekteydi.

 3.7.2003 tarihinde kabul edilen,  4916 sayılı    Çeşitli  Kanunlarda  ve  Maliye Bakanlığı’nın Teşkilât ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un 38 maddesiyle Köy Kanunu’nun 87. maddesi ve Tapu Kanununun 36. maddesi yürürlükten kaldırıldı.

05.06.2003 tarihinde TBMM’de çokuluslu şirketlere hizmet veren Doğrudan Yabancı Sermaye Danışma Servisi adlı bir yabancı kuruluş tarafından hazırlanan  “Doğrudan Yabancı Yatırımlar Kanunu” kabul edildi. Kanunun tanımlar başlıklı 2. maddesi; yabancı yatırımcıların yurt içinden sağladıkları doğal kaynakların aranması ve çıkarılmasına ilişkin haklarını  doğrudan yabancı yatırım kapsamına almış, ayrıca takip eden maddelerinde ise; 

-Yabancı yatırımcıların yerli yatırımcılarla eşit muameleye tabi oldukları,

-Doğrudan yabancı yatırımların, yürürlükteki mevzuat gereğince; kamu yararı   gerektirmedikçe ve karşılıkları ödenmedikçe kamulaştırılamayacağı veya   devletleştirilemeyeceği,

-Yabancı yatırımcıların Türkiye’deki faaliyet ve işlemlerinden doğan net kâr, temettü, satış, tasfiye ve tazminat bedelleri, lisans, yönetim ve benzeri  anlaşmalar karşılığında   ödenecek meblağlar ile dış kredi ana para ve faiz   ödemelerini, bankalar veya özel finans kurumları aracılığıyla yurt dışına serbestçe transfer edebileceklerini, Yabancı yatırımcıların Türkiye’de kurdukları veya iştirak ettikleri tüzel kişiliğe   sahip   şirketlerin, Türk vatandaşlarının edinimine açık olan bölgelerde taşınmaz   mülkiyeti veya   sınırlı aynî hak edinmelerinin serbest olduğu,   

- Özel hukuka tabi olan yatırım sözleşmelerinden kaynaklanan çözümü ile yabancı  yatırımcıların idare ile yaptıkları kamu hizmeti imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden kaynaklanan yatırım uyuşmazlıklarının çözümlenmesi için; görevli ve  yetkili mahkemelerin yanı sıra, ilgili mevzuatta yer alan koşulların oluşması ve tarafların  anlaşması kaydıyla, milli veya milletlerarası tahkim ya da diğer uyuşmazlık çözüm  yollarına başvurulabileceği,   hüküm altına alınmıştır.

 Sonuç olarak 2003 Haziran ve Temmuz aylarında TBMM’den geçirilen yasal düzenlemeler ;Madenlerin Devletin hüküm ve tasarrufunda olduğunu vaz eden Anayasamızın 168. maddesi hükümlerini geçersiz kılarak, Ulusal maden kaynaklarımızı Uluslar arası tahkimin insafına bırakmıştır. Ayrıca Yabancı şirketlere sınırsız taşınmaz edinme hakkı verilerek, özellikle köy hudutları içinde kalan maden kaynakları üzerinde özel mülkiyet tesis edilmesine olanak sağlanmış, bu suretle maden kaynakları üzerinde Devletin egemenlik hakkı tamamen yok edilmiştir. Diğer taraftan yabancıların ellerindeki madenlerin kamulaştırılmasını neredeyse imkansız hale getirmiştir.  

 Dün İstiklal Savaşımızla püskürttüğümüz  İngiliz Emperyalizminin Yunanlılar vasıtasıyla Ankara önlerine kadar dayanan İşgali, bugün ayniyle vakidir. Dün başarılı olmuş olsalardı, Anadolu’da millet olmaktan alıkonulmuş YEREL TOPLUM’lar olacak ve tüm yer altı kaynakları İngilizlerin işletimi altında olacaktı.  Bugün İngiliz şirketler Türk Milletine YEREL TOPLUM nitelemesi yapıyor. Ve dün silahla, isyanlarla, kışkırtmalarla alamadıkları topraklarımız ve  yer altı kaynaklarımıza  işbirlikçileri sayesinde rahatça el koyabiliyorlar. İzmir’de, Uşak’ta, Kütahya’da, Eskişehir’de Ordu’da, Artvin’de, Tunceli’de… onlar var. İşin garip tarafı da son günlerde milletimizin onlarca yerel topluma bölünmesi, bu yerel toplumların Ulus Devleti koruyacağına ilişkin absürd bir fikrin yaygınlaştırılmaya çalışılması.  Başta ABD Büyükelçisi Edelman olmak üzere birçok yabancı misyon  şefleri adeta kendilerini bu konuya adamış ve hummalı bir çalışma içindeler. 


M2 Sİ  2 DOLARA ALINMAYA  ÇALIŞILAN, M2 BİNLERCE DOLARLIK  KIYMET “TRONA”   “ALDATILAN  TÜRK KÖYLÜSÜ VE ULUSU”


Riotur adlı şirketin dökümanlarından Kazan/ İncirlik ve Fethiye köylerini kapsayan 30 km2  lik   bir arazinin altında  100 metreyi aşkın kalınlıkta yataklanmış trona cevheri bulunduğu anlaşılmaktadır. Trona cevherinin yoğunluğu 2,17 gr/cm3’dür Dolayısıyle 1m3 tronanın ağırlığı 2 ton 170 kg dır.  Kaba bir hesapla 30 km2lik alanın her metre karesinin altında (100X2,17 ton) 217 ton trona bulunmaktadır. 2 ton trona’dan 1 ton soda külü üretildiğini ve ayırım gözetmeksizin 1 ton soda külü fiyatını 100$ olarak varsaydığımızda (bu fiyat gerçekte 200 dolara kadar çıkmaktadır)  1m2 toprağın altında bulunan trona cevherinden yaklaşık (217ton / 2 = 108 ton)  soda külü üretilebilir. Bunun ise asgari piyasa değeri (108 ton X 100)  10.800 $ etmektedir. Bu şartlarda 1000m2 toprağın altında bulunan trona cevherinden 1.000 X 10.800 = 10.800.000$ lık soda külü üretilebilir. (hesaplamalarda 106 metre olan trona kalınlığı 100 metre, 200 dolara kadar çıkan soda külü fiyatı 100 dolar/ton alınmıştır.)

Şimdi sıkı durun (!)  İngiliz şirketi kendisine 1m2 de 10.800$, dönümünde 10.800.000$ kazandıracak Türk köylüsünün elinde bulunan toprakların metre karesine yaklaşık 3 milyon Türk lirası (2$), dönümüne, 2.000$ yaklaşık 3 milyar Türk Lirası  teklif ederek,  korumasız kalmış, bırakılmış ,  “Milletin Efendisi Türk köylüsünü “aptal” yerine koymakta, aynı zamanda Türk köylüsü’ne yerel toplum diyerek onun Milli kimliğini yok etmeye çalışmaktadır. Bu şirketler kendi aralarında maden sahalarını alıp satarlarken milyonlarca dolar ödemektedirler. Örneğin; Rio Tinto Türkiye’de Cominco adlı şirketin elinde bulunan bir çinko sahasının sadece  altın işletme hakkına matuf joint-venture bir ortaklık için 6 milyon dolar ödemiştir.


 MÜSLÜMAN MAHALLESİNDE SALYANGOZ SATANLAR

“Kaz gelecek yerden tavuk esirgenmez”

İngiliz şirketinin Fethiye, İncirlik ve diğer köylerde kendisini şirin göstermek ve ne kadar  yardım sever olduğunu kanıtlamak istercesine köylüleri etkileme ve bu suretle köylülerin arazilerini almaya çalıştığı görülmektedir. Bu amaçla Rio Tinto/Riotur İncirli, Kınık, Fethiye, Bayat, İlyakut, Mülk köylerinde Ramazan ayında sözde iftarlık, vb adlarla ayni yardımlar yapmıştır. İngiliz şirketi “kaz gelecek yerden tavuk esirgenmez” sözünü doğru çıkarırcasına yaptığı bu yardımlarla köylülerimizin gönlünü fethetmeye çalışmaktadır. 

 Dış destekli misyoner faaliyetlerinin çok yoğunlaştığı ülkemizde İngiliz şirketin (Rio Tinto/Riotur) İncirlik köyünde camiye yardım yapmasını hangi çerçevede değerlendirmek gerekir? Bu şirket daha işin başında köylümüzün samimi din duygularını para kazanma, sömürme amaçları doğrultusunda kullanmaya başlamıştır. Rio Tinto,  belki de iyimser bir ihtimalle camilere doldurulup erkek kadın çocuk demeden savunmasız Türk köylülerini  bombalarla tüfeklerle katlettikten sonra  kaçacak delik arayan Kirkor’ları saklayan Borax Consalidated’in  işlediği günahları “bir anlamda çıkarmaktadır  kimbilir (!)

 Rio Tinto’nun Kınık köyüne içme suyu götürmek için başlattığı çalışmalar çevrede su kaynağı bulunamadığı için sonuçsuz kalmıştır. Rio Tinto/Riotur saydığımız bu köylerde köy misafirhanelerine, köy konaklarına yardım etmektedir. Rio Tinto/Riotur babasının hayrı için mi  Kınık köyünün su problemini çözmeye çalışmakta, fakir köylüye gıda yardımı yapmaktadır ? Elbette hayır. Rio Tinto bu işi hayır için yapmış olsaydı örneğin Kızılcahamam’ın, Çamlıdere’nin Bala’nın köylerine  nihayetinde bürosunun bulunduğu Ankara’nın fakirlerine yardım etmesi gerekmezmiydi ?   

 Peki Rio Tinto’nun köylere doktor getirip pasta, börek ve kola’lı   doğum kontrol ve cinsellik üzerine konferanslar tertip etmesine ne demeli. Bu arada bir gerçeği hatırlatmamızda fayda var. AFRİKA’DA, GÜNEY AMERİKA’DA HIV/AIDS virüsü ve hastalığının ilk görüldüğü yerlerin İngilizlerin işlettiği madenler ve civarı olması.  Ve bu gün Afrika’da AIDS hastalığının en yaygın olduğu yerler İngiltere merkezli sömürgeci  madenci şirketlerin çalıştığı yerler. İngiliz madenci şirketler madenlerde %20-%40 arasında HIV/AIDS’li zenci çalıştırıyor. Bu şirketler İngiliz ilaç şirketleriyle yakın ilişki içerisinde. AIDS’li işçiler şirketten maaş yerine uyduruk HIV ilaçları alıyor. Sonuçta, İngiliz maden kartelleri ve ilaç kartelleri kazanıyor. Katmerli sömürgecilik bu olsa gerek.

 Köylümüzü, Türk insanını kandırmaya bu suretle uyutmaya çalışarak elini kolunu sallaya sallaya Türkiye’nin Başkenti Ankara’da dolaşan İngiliz madencilik şirketlerinin  yaptıklarını,yapacaklarını ve bunların  sonuçlarını en iyi bir Afrikalı’nın söylediği şu sözler açıklamaktadır. 

“Beyazlar Afrika’ya  geldiklerinde bizim topraklarımız, onların İncilleri vardı. Bize gözlerimizi kapatarak dua etmeyi öğrettiler. Uyandığımızda gördük ki, onların toprakları bizim İncillerimiz vardı.”           

Afrika’ya gelen beyazlar İngiliz’di. Üstelik hepsi de madenciydi. Zencilerin ellerine İncil tutuşturarak onların topraklarını aldılar ve o topraklardan çıkan madenlerden de hiçbir suretle ne zencilere ne de onlar bağımsızlıklarını kazandıktan sonra devletlerine bir pay vermediler. Afrika’nın maden kaynaklarını sömürürken Hristiyanlaştırılmış zenciler ve çocukları maden ocaklarında köle olarak çalıştırıldılar. Çalıştırılmakla kalmadılar bir mal gibi alınıp satıldılar.  

 Bugün ülkemizin hemen hemen her bölgesinde Tıpkı Kazan ve civarında olduğu gibi,  İngiliz madenciler, İngiliz maden şirketleri cirit atmakta, köylülerimizi ve ülkemizi uyutarak yeraltında şehit kanıyla sulanmış milyarlarca dolarlık madenlerimizin üstündeki arazileri, uyutulmuş Türk insanından alarak araziler altındaki madenleri mülkleri haline getirerek, ülkemizi daha da fakirleştirmeye çalışıyorlar. Üstelik Türk insanına da “sizi madende çalıştıracağız” demek suretiyle, milyarlarca dolarlık hazineye sahip TÜRK MİLLETİNE  “asgari ücret” “afyonu” sunarak. 

 Aslında bu afyonculuk işi  Rio Tinto’nun kanında, GENETİK YAPISINDA VAR. Çünkü RİO TİNTO, afyon (uyuşturucu), ticaretinden kazanılan parayla  1873 yılında  Jardine Matheson firması tarafından kuruldu. Jardine Matheson firması İngiliz kraliçesinden aldığı imtiyazla  Hong Kong Shangai Bank Corporation (HSBC)  nin finansal desteğinde Çin’e uzun yıllar AFYON satmıştı. Tarihe de AFYON SAVAŞLARI olarak kazınan bu gerçek, afyon müptelası haline getirilen ve savaşma yeteneğini kaybeden  Çinlilerin yenilmesiyle sonuçlanmış, savaşın sonunda Nanking Anlaşması imzalanmış, Çinliler tazminat ödemeye mahkum olmuşlar ve Hong Kong İngiltere’nin olmuştu. Afyon Hindistan’da ekiliyor ve Çin’de pazarlanıyordu. Afyon borsası İngiliz sömürgecilerin Hindistan’daki ilk yerleşim yeri Kalküta’daydı. OSMANLI DEVLETİNE BASRA KÖRFEZİ’NDEN, YÖNELEN İLK SALDIRILARDA HİNDİSTAN’DA BULUNAN İNGİLİZ SÖMÜRGE GÜÇLERİ KULLANILDI.  

Şimdi Afrikalı’nın söylediği sözü Türk köylüsü için uyarlayalım; “İngiliz madenci şirketleri geldiğinde Türk köylüsünün ekilecek arazisi, toprağı, toprağın altında milyarlarca dolarlık madeni vardı. İngiliz şirketler hükümetlerle girdikleri yakın ilişkiler sayesinde köylünün toprağını ekmesini engelleyici yasalar çıkarttırdılar, toprağını ekenin topladığı mahsul masraflarını karşılamaz hale getirildi, toprağını ekemeyen köylü fakirleşti. İngiliz şirket fakir köylüye birkaç öğünlük gıda yardımı yaptı. Camiye yardım yaptı. Köy odasına yardım yaptı. Onu işe alacağını söyleyerek umut sattı. Bu hayali güzelliğe kapılarak uyutulan köylü toprağını İngiliz şirketlere sattı. Köylü uyandığında ne elinde toprağı, ne toprağın üstünde  bir yapı, ne de Ulusunun milyarlarca dolarlık maden kaynağı kalmıştı.”  …     

  

STRETEJİK TESİSLERİMİZİN  HEMEN YANI BAŞINDA  İNGİLİZ ŞİRKETİN KONUMLANDIĞI  ARAZİ ve SORULAR         

 Tapu Kanunu’nun 35. maddesinin ; yasal sınırlayıcı hükümlere uymak (Askeri yasak bölge ve güvenlik bölgeleri dışında olmak) ve karşılıklı olmak koşulu ile yabancı gerçek kişilerin taşınmaz edinimine izin verdiğini söylemiştik. Ancak bu iznin tüzel kişileri (şirketleri) kapsamadığı açık. Aşağıda İngiltere Merkezli Rio Tinto/Riotur’un uhdesinde bulunan trona ruhsat alanı görülmektedir.  Söz konusu ruhsat alanının içinde biri Türk Silahlı Kuvvetlerimize ait olmak üzere Akıncılar Askeri Hava Üssü (4. Ana Jet Üssü) ve TAİ Türk Havacılık ve Uzay Sanayi gibi ülkemizin staretejik iki ünitesi bulunmaktadır.  Kazan havzasında yer alan bu tesisler, yurt savunması bakımından hayati önemi haiz askeri tesislerdir.  Bu anlamda kazan havzası da yurt savunmasında hayati önemi haiz tesislerin yer aldığı bir bölgedir.

 Ruhsat alanı içinde yaptığımız gezi esnasında köylülerimize hava ölçüm istasyonu olduğu söylenen ancak görünümü itibariyle kuşkulu bulunan daha ziyade bazı muhtelif amaçlar için kullanılabilecek bir baz istasyonu   görünümünde,  yapı ile karşılaşmamız doğrusu aklımızda çeşitli şüphelerin doğmasına yol açtı. Bu yapıların Akıncılar Askeri Hava Üssü (4. Ana Jet Üssü) ve TAİ’ye  doğu istikameti doğrultusunda  tamamen hakim durumda olması ve önünde herhangi bir engel bulunmaması şüphemizi  bir kat daha arttırdı

Rio Tinto’nun Kazan projesiyle ilgili sosyal ve çevresel etkileşim raporunda, bölgenin uydu fotoğraflarının yer alması şüphelerimizi daha da derinleştirmektedir. Ayrıca yurdumuzda faaliyet gösteren çokuluslu şirketlerin faaliyet raporlarında, özel belgelerinde  inanılmaz detaylı uydu görüntüleri yer almaktadır.  Bu şirketlerin bazıları doğrudan Rio Tinto ile para ve sermaye ilişkileri içindedir. 

 Diğer taraftan Kazan havzasına giren çıkan yabancıları denetleme imkanının bulunmadığı bu anlamda bir çok yabancı şirketin yabancı uyruklu  elemanlarının geçici de olsa havzada farklı görevlerle bulunması,  Kazan havzasındaki Trona maden kaynakları üzerinde, ruhsat alan Rio Tinto/Riotur ve bu şirketle iş ilişkisi kuran şirketlerin hiç birisinin milli kuruluşlarımızın denetimi altında bulunmaması dikkat çekicidir. Dikkat çekici diğer hususlar  Şirketin  bölgenin fotoğrafını, filmini çekmesi, harita, resim ve krokileri stratejik tesislere uzaklığı ile birlikte yayınlaması, bölgenin haritasını çıkarması ve hatta bu konuda uydu imkanlarından da geniş ölçüde faydalanması sayılabilir.  Bu dikkat çekici hususların varlığı karşısında hemen aklımıza bir soru takılıyor. Kazan havzası içinde Rio Tinto/Riotur’un  faaliyet göstermeye başlamasından sonra askeri uçak kazalarının görülmesi bir tesadüf olarak değerlendirilebilir mi ?  Bir başka soru; Şirketin bu işleri yaparken kullandığı cihazların, ve teknolojilerin ulusal güvenliğimizi tehdit edebileceği ihtimalini gözden ırak tutabilir miyiz ?.  

 Geçtiğimiz yıl içinde yapılan yasal değişikliklerin verdiği imkanlarla Şirket (Rio Tinto/Riotur) bu stratejik tesislerimizin hemen yakınında taşınmaz mal edinimine başlamıştır. Şirket  bu amaçla köylüleri ikna toplantıları düzenlemektedir. Bölgenin ve ülkemizin savunma gücü ve stratejik tesislerimizin gizliliği şirketin geçmişi  dikkate alındığında bu faaliyetleri ne ölçüde kabullenip hangi çerçevede değerlendirmek gerekir.

Şirket madencilik faaliyetine başladıktan sonra en iyimser ihtimalle arazinin 400 metre altında 100 metreyi aşkın tavan yüksekliğinde herhangi bir tahkimat yapılmamış birkaç kilometre boyunda galeriler oluşacaktır. Bölge, yakınında zaman zaman aktif olabilecek fay hatları varlığı karşısında, gelecekte arazi çökme yoluyla deforme olma riski ile karşı karşıyadır. Ülkemizde daha küçük ölçekli yapılan madencilik faaliyetleri sonucunda, Zonguldak’ta, Bigadiç’te, Emet’te benzeri arazi hareketleri olmuştur. Bu tür arazi hareketlerine dünyada bir çok örnek vardır. Böylesi bir sonuç ve bunun yol açacağı zararlar göz ardı edilebilir mi?


RİOTUR’UN 1 MİLYAR DOLARIN  ÜZERİNDE VERGİ ÖDEYECEĞİ YALANI

 Rio Tinto gerek “Kazan Projesi Sosyal ve Çevresel Etkileşim Raporu” nda  ve gerekse muhtelif dökümanlarında, Kazan’da yapacağı yatırımla yaklaşık 5-8 milyar ABD doları ihracat geliri sağlanacağı ve 1 milyar doları aşkın vergi ödeyeceğini, 300 kişilik sürekli ve doğrudan istihdam sağlayacağını yazıp çizmekte, sanki söz konusu parasal tutarların Türkiye ekonomisi içinde kalacağı izlenimini vererek ülkemizi geri ülkelerin içine itildiği “kalkınacaksınız” yanılsaması içine sokmaktadır.  Şirket bu konuda da samimi olmayan bir söylem içindedir. Gerçekte Rio Tinto’nun da arkasında olduğu maden yasasında yapılacak değişiklikleri içeren yasa tasarısının ve buna bağlı yasa tasarılarının  TBMM’den geçmesiyle birlikte Rio Tinto;

• 5 yıl vergiden muaf tutulacaktır. 5’nci yılın sonunda çalıştırdığı işçi sayısı nedeniyle vergi matrahından %60 indirim yapılacaktır.  Ayrıca; ihracat için yaptığı navlun (nakliye-taşıma) harcamalarının  %5’i, ödeyeceği vergiden düşülecektir,

• Çalışan işçilerden stopaj yoluyla kesilen beyan edilerek tahakkuk ettirilen gelir ve  damga vergileri beyanname verme süresini izleyen ikinci yılın aynı döneminde ödenecektir, işlemlerde vergi resim ve harç istisnası uygulanacaktır. (çalışanlardan kestiği ve sorumlu olduğu vergiyi iki yıl bedava hiç bir faiz ödemeksizin kullanacak) 

• Damga vergisi, banka ve sigorta muameleleri vergisi, emlak vergisi ve harçlar ile 2464 sayılı Belediye Gelirleri Kanunu’na göre alınan vergi, resim ve harçlardan müstesna olacak, KDV’den muaf tutulacaktır,

• Rio Tinto’nun çalıştırdığı  işçilerin Sosyal Sigortalar Kanunu’nun 72 ve 73. maddeleri uyarınca prime esas kazançları üzerinden tahakkuk ettirilecek primlerin işveren hissesi Hazinece karşılanacaktır.

• Kazan havzasında bulunan  Hazineye ait arazi ve arsaların mülkiyeti bedelsiz olarak Rio Tinto’ya devredilebilecektir.

• Rio Tinto kullandığı elektriğin bedelini Devlet Demir Yolları navlun ve yolcu ücretlerini %50 indirimli olarak ödeyecektir. 

 Sonuçta; Rio Tinto, T.C. Hazinesine vergi vermediği gibi, çalışan işçilerin SSK işveren paylarını, kullandığı elektriğin yarısını, taşıma giderlerinin yarısını, Türk milletine ödetecek. İlave olarak, Rio Tinto yukarıda anlattığımız  “Doğrudan Yabancı Yatırımlar Kanunu” çerçevesinde Kazan trona havzasından sağladığı milyarlarca dolarlık ihracat geliri ve buna ek olarak Türkiye içinde yarattığı geliri hiçbir sınırlamaya tabi olmaksızın ülkesine götürecek.

YANİ RİO TİNTO ULUSAL TRONA KAYNAKLARIMIZI VE ONDAN YARATILAN DEĞERİ İNGİLTERE’YE AKTARIRKEN ÜSTÜNE TÜRK DEVLETİ PARA ÖDEYECEK. 

 OYUNUN SON PERDESİ

Trona nerede ?

 Suya düştü.

 Su nerde ?

 Riotur içti.

 Riotur nerede ?

 Rio Tinto içinde

 Rio Tinto nerde ?.

 Harmana kaçtı

Harman nerede?

Yandı bitti kül oldu ?

Vay Doğal Servetlerimiz, Vay Benim Ülkem, Vay Benim Milletim…



  

ALKIŞLAR…

SALONU DOLDURAN  KÜRESELLEŞMECİ, SİYASETÇİ VE İŞBİRLİKÇİ SEYİRCİLERDEN ESERLERİNE…

  

          KAYNAKÇA

 1-      Rio Tinto/Riotur dökümanları.

2-      Rio Tinto Kazan Trona Projesi Sosyal ve Çevresel Etkileşim Raporu.

 3-      İş Yatırım Araştırma Müdürlüğü, Soda Sanayii şirket raporu, Zeynel Çağlar, 5 Ekim 2001.

 4-      Burhan Ulutan, Etibank 1935-1985, sayfa;150.

 5-      Suat Türker, Boraks Macerası, 4 Mayıs 1971, Milliyet Gazetesi.

 6-      Burhan Ulutan, Etibank 1935-1985, sayfa;202.   

 7-      MMO Dergisi, cilt IX, Özel sayı;2-3, Mayıs 1970, sayfa; 58.

 8-      MMO Dergisi, cilt IX, Özel sayı; 2-3, Mayıs 1970, sayfa; 61.

 9-      MMO Dergisi, cilt IX, Özel sayı; 2-3, Mayıs 1970, sayfa; 48.

 10-     Maliye Bakanlığı’nın 9.11.1963 tarih, ve Sermaye Hareketleri Şubesi’nin 593545-  23/44199 sayılı yazısına ek rapor.     

 11-     Avrupa Birliği’ne Uyum Sürecinde Yabancı Uyrukluların Türkiye’de Taşınmaz Mal Edinimi. Bayram UZUN, Ayşe YAVUZ.   

 12-     Göknar, H., “Kat Mülkiyeti, Devre Mülk ve Yabancıların Tasarrufu”, 3. Baskı, Ankara,1996.      

 13-     Mustafa Çınkı Ulusal Maden Varlığımız ve Bor Gerçeği,  ATO Yayınları .          

14-     The Tincal Trail, A History of Borax, “Tinkal’in İzinde, Boraks’ın Tarihi” N.J. Travis and E.J.Cocks Harrap London, 1984 Copyright R.T.Z. Borax Ltd. 1984 sayfa: 276-282.  

 15-     Raimondo Luraghi, Ascesa E Tramonto Del Colonialismo “Sömürgecilik Tarihi”, E yayınları.

16-     Fotoğraflar, Mustafa ÇINKI


 http://mudafaai-hukuk.com.tr/arsiv/subat04_05.htm 


..

BİR İHANET, BİR SÖMÜRGELEŞTİRME BELGESELİ “ TRONA ” BÖLÜM 3






          BİR İHANET, BİR SÖMÜRGELEŞTİRME                                 BELGESELİ  “ TRONA ” BÖLÜM 3


MALİYE BAKANLIĞI’NDAN  SÖMÜRGECİ RİO TİNTO’YA TOKAT GİBİ CEVAP 


“Rio Tinto Türkiye  Ekonomisi ve Ödemeler Dengesi açısından zararlıdır.”

Rio Tinto’nun Ülkemizdeki faaliyetlerinin ülkemiz ekonomisine zararlı olduğunu sermaye artırım talebinin ardından hazırlanan Maliye Bakanlığı’nın 9 Kasım 1963 tarih ve Sermaye Hareketleri Şb. 593545-23/441999 Sayılı Yazısına Ek Rapor bakın nasıl açıklıyor;

“Bugün bor cevherlerinin ortalama ihraç maliyeti  f.o.b. 14$ civarında olmasına rağmen, ihraç fiyatları çok yukarıdadır. 1950 yılında 60$, 1958 de 40 $’a bugün (1963 yılı) 27 $’a düşmüş olmasına rağmen, yabancı teşebbüse ton başına 13$ bırakmaktadır. Yabancı şirket bunu 27$’a ihraç etmek suretiyle buna tekabül eden dövizi önce getirse bile bunun 13 $ lık kısmını yabancı sermayeye göre kar transferi yoluyla tekrar götürecektir. Tekel tesisi için fiyatları düşürdüğü takdirde, diğer müstahsillerin de buna uyması mecburiyeti hasıl olur. Bu maksatlı düşürme, firma için kârdan feragat sureti ile 17$’a kadar kolayca yapılabilir. Bu mücadelede de başarılı olmak için bor ihraç fiyatının 17 $ /ton dan daha aşağı fiyatlara  düşürülmesi de ihtimal dahilindedir...

 Borax consolidated şirketinin  yabancı sermaye yatırım talebinin bor cevheri ihracat imkanlarımıza yeni bir güç kazandırmayacak ve ham cevher istihraç ve ihraç eden  yerli firmaların imkanlarının daraltılması pahasına , Türk Boraks Madencilik A.Ş. nin ihracat payının artmasını sağlamaktan başka bir fayda getirmeyecektir. Bu itibarla yabancı sermayenin bor madeni işletmeciliği konusunda ödemeler dengesine olumlu bir etkisi beklenmemektedir. Bilakis, bor cevherinin  ton maliyeti 14$, satış fiyatları ise ton başına 27$ olduğu dikkate alınırsa, bu günkü durumda, yerli teşebbüslerin ihracatında net döviz geliri olarak memlekete giren 27$,  Türk Boraks Şirketinin ihraç payının artmasıyla 14$’a inecektir. Gerçekte Türk Boraks şirketinin yaptığı ihracat üzerine, ton başına, önce 27$ girecekse de, bilahare, yabancı sermaye kar transferleri yoluyla ( 27$ -14$ )  = 13$  ödemeler dengesinden Londra’daki Borax Consolidated (Rio Tinto) Limited Şirketi’ne ödeneceğinden Türkiye’nin her ton bor madeni ihracatında fiilen 13$’ lık döviz kaybı olacaktır.

 Sonuç olarak; Londra merkezli Borax Consolidated Limited Şirketi’nin Türk Boraks Madencilik A.Ş.’nin sermayesini arttırmak suretiyle yapmış olduğu yabancı sermaye yatırım talebi, memleket ekonomisi ve ödemeler dengesi bakımından mahzurludur.” 

Rio Tinto Türkiye Cumhuriyeti’nin yabancı sermayeyi teşvik kanunlarıyla yabancı sermayeye sağladığı hakları sistematik bir şekilde kötüye kullanarak,  bor ihraç fiyatlarının sürekli aşağıya çekilmesinde aktif bir şekilde rol almış,Türk ekonomisinin zararına ancak ait olduğu tröst’ün faydasına faaliyetlerini yürütürken her yolu mübah saymıştır.   

 RİOTUR/RİO TİNTO TÜRK MİLLETİNİN VARLIĞINI İNKAR EDEREK  BÖLÜCÜLÜK YAPIYOR “ TÜRK MİLLETİ  ‘ YEREL TOPLUM ’  MUŞ ! ”

Rio Tinto/Riotur tarafından hazırlanan “Kazan Trona Projesi – Sosyal ve Çevresel Etkileşim Raporu” nda Riotur Genel Müdürü Yönetimden Mesaj başlığı altında; …Projenin bu erken aşamasında, bir değer oluşturmaya çalışmanın yanı sıra, güçlü bir iş sağlığı ve güvenliği kültürünün yerel toplumlarda karşılıklı fayda sağlayan bir ortaklığın ve şeffaf bir yönetim sisteminin temellerini de atıyoruz…”  demektedir. Anlaşılan Genel Müdür Türkiye sınırları içinde yaşayan  Türk milletinin bir parçası olan Kazan ve civarı köylerinde yaşan köylülerimizi yerel toplum olarak nitelendirmektedir.  Şirket bu yaklaşımıyla Türk milletinin şerefli bir parçası olan köylülerimizi; yerel toplum ifadesiyle “bir kabile” “bir aşiret” olarak değerlendirmekte ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütün olduğunu, dilinin Türkçe olduğunu, şekli kanunla belirtilmiş beyaz ay yıldızlı bir bayrağı olduğunu “İstiklal Marşı” adı altında kanla canla yazılmış bir milli marşı olduğu gerçeğini görmezden gelmektedir. 

 Yerel toplum; aynı topraklar üzerinde yaşayan aralarında dil, duygu, ülkü, gelenek ve görenek birliği olmayan insan topluluklarına verilen addır. Bu tür toplumlar İngiliz emperyalizmin etkisiyle Afrika ve Amerika kıtasında  belirgin hale getirilmiş, aynı zamanda İngiliz emperyalizmi bu toplumlar arasındaki inanç, dil, kültür farklılıklarından kaynaklanan düşmanlıkları körükleyerek, bu kabile ve aşiretleri birbiriyle savaştırmış, bu arada bu insanların zenginliklerine de el koymuştur. KONGO’DA (ZAİRE) BUNUN İNSANLIK TARİHİ AÇISINDAN EN AĞIR SONUÇLARIYLA BUNDAN BİR KAÇ YIL ÖNCESİ KARŞILAŞILMIŞTIR. Afrika’da SAHRA’NIN ALTINDA YER ALAN topraklarda HUTU’lar ile TUTSİLER birbiriyle savaştırılmış bir buçuk milyonu aşkın (bazı kaynaklar 2,5 milyon olarak veriyor) zenci, baltalarla, bıçaklarla, şislerle bir birine kırdırılmıştır. Tarihe “Maden Savaşları” olarak kazınan bu savaş sonucunda Afrika’nın madence en zengin ülkesi KONGO parçalanarak maden kaynaklarına İngiliz şirketlerince el konulmuştur. 

 Ankara’nın ilçesi Kazan’da ve onun civarında (Fethiye köyünde, Kınık’ta Bayat’ta, Mülk köyünde, İncirlik köyünde, İlyakut’ta, Ayaş’ta, Yenikent’te, Güdül’de, Beypazarı’nda, Çubuk’ta, Akyurt’ta ,Çankırı’da, Kızılcahamam’da, Polatlı’da ...”   Yerel Toplum YOKTUR.  Bu topraklar aralarında dil, duygu,ülkü, gelenek ve görenek birliği olan insanlardan müteşekkil, TÜRK MİLLETİNİN yaşadığı topraklardır.

 KAZAN TRONA YATAĞININ  EKONOMİSİ

Riotur adlı şirket, dökümanlarında yapılan sondaj çalışmalarının değerlendirilmesi sonucu yaklaşık %31 ortalama tenörlü 607 milyon ton ekonomik trona cevheri tespit edildiğini ifade etmektedir. Aslında şirketin deklare ettiği rezerv miktarına, ve tenöre, şirketin bağlı olduğu ana şirket Rio Tinto/ Boraks Consalidated ve Türk Boraks Şirketi ve onun ülkemizdeki geçmiş faaliyetleri dikkate alındığında İHTİYATLA yaklaşmak gerekmektedir. Nitekim Riotur’un sahibi RİOTİNTO’nun Kırka’da başlangıçta 10 milyon ton olarak ifade ettiği rezerv biraz sıkıştırılınca  40 milyon tona çıktığını ve şirket elemanlarının kendi aralarında ki konuşmalarında 400 milyon ton rezervden bahsettiklerini söylemiştik. Oysa Kırka’daki MTA ve Etibank çalışmaları sonucunda 1 milyar tonun üzerinde bor rezervi olduğu ortaya çıkmıştı. Halen bu sahada 1 milyar tonun üzerinde bor olduğu ve arama çalışmaları detaylandıkça bu rakamın arttığı bilinmektedir. Bu halde Kazan havzasındaki rezerv, şirketin ifade ettiği gibi 607 milyon ton mu yoksa daha mı fazladır. Rio Tinto’nun Kırka’daki yaklaşımı esas alındığında  (şirket kendi bulgularına göre 400 milyon tonluk rezervi kırkta bir nispetinde azaltarak bildirmişti) Kazan havzasındaki rezervin deklere edildiğinin 40 katı  fazlası yani 24 milyar ton  trona  rezervi söz konusu olabilir mi? Hiç kuşkusuz bu sorunun cevabı zamanla ortaya çıkacak. Ancak kişisel öngörümüz aynı jeolojik formasyonun bir ucunda yer alan Beypazarın’da trona bulunması ve Beypazarı ve Kazan’ın harita üzerinde aynı doğrultu ve jeolojik formasyon üzerinde yer alması nedeniyle, Beypazarı ve Kazan arasında belki’de Çubuk ovasına kadar uzanan hatta AYAŞ’a ANKARA’nın SİNCAN, YENİMAHALLE, ERYAMAN gibi ilçe ve semtlerine  kadar uzanan geniş bir coğrafya’da  tıpkı ABD Wyoming’de  olduğu gibi (2.253 km2) ye yakın belki de daha fazla bir alanda dünyanın en büyük doğal soda rezervleri olduğu. 

 Bölge ile ilgili Jeoloji haritalarına bakıldığında bu haritaların hazırlanmasında Türk Jeologlardan ziyade yabancı jeologların çalıştığı görülüyor. Örneğin değerlendirmelerimize esas 1:100.0000 ÖLÇEKLİ  haritada  çalışan 24 teknik elemandan çoğu yabancı (M. Blumenthal, E. Chaput, W. Th.Fratschner, W. Grancy, R.Patijn, G.Ralli, J.Rondot, W.Weingart bu yabancı teknik elemanlardan bazıları.)  Bu jeologların bölge hakkındaki bilgileri Türkiye’den daha ziyade çokuluslu şirketlere aktardıkları açık.

 Ancak Şirket dökümanlarında yazılı hesaplamalardan yola çıktığımızda açtığımız sorunun ne kadar anlamlı olduğu ortaya çıkmaktadır. Şirket raporlarında; “projenin tamamının gerçekleştirilmesi için 595 milyon ABD Doları sabit ön yatırım, 593 milyon ABD doları işletme süresince sabit yatırım ve 23 milyon ABD Doları çalışma sermayesi olmak üzere, toplam 1 milyar 211  milyon dolar yatırım planlamaktadır. Projenin hayata geçirilmesiyle 5,765 milyar ABD Doları (FOB, Derince Limanı) ihracat geliri ve yaklaşık 1,1 milyar dolar vergi kaynağı oluşturacaktır…”   denilmektedir.  Sadece 607 milyon ton rezerv varlığı ve 2 ton tronadan 1 ton soda külü elde edildiği hesabından yola çıkarsak, muhtemel soda külü üretimi 303.500.000 bin ton olacaktır. Bir ton soda külünün 100 ABD doları fiyatla satıldığı varsayımı altında aslında projenin 30 milyar 350 milyon dolar üzerinde satış hasılatı yaratacağı ortaya çıkacaktır ki bu rakamlarla şirketin rakamları arasında ciddi bir uyumsuzluk vardır.  Biz bu uyumsuzlukla değil kazan trona yatağının bir çok uluslu yabancı şirket tarafından işletilmesinin çok zor dönemlerden geçen ve gayri safi milli hasılası 200 milyar doları bile bulmayan ülkemizin neleri ve hangi fırsatları kaybettiği ile ilgileneceğiz.

 KARTELE TESLİM EDİLEN ULUSAL  TRONA KAYNAKLARIMIZ BUHARLAŞTIRILAN  MİLYARLARCA DOLAR “ TÜRKİYE’NİN GELECEĞİ YOK EDİLİYOR ”

Başlangıçta da trona’dan elde edilen soda külünün cam sanayiinde kullanıldığını Avrupa kıtasında üretilen soda külünün kaya tuzundan sentetik yoldan üretildiğini ve tronadan üretilen soda külünün sentetik sodaya göre daha ucuz maliyetli olduğunu ve rekabet üstünlüğüne sahip olduğunu ifade etmiştik. 

 Ülkemizde  trona madenciliği  ulusal işletim altında olsaydı, ülkemiz; cam sanayi ve soda külü üretiminde inanılmaz bir rekabet üstünlüğüne sahip olacaktı. Şöyle ki Ankara/Kazan’da üretilen soda külü Avrupa’ya, Avrupa sentetik soda külünden daha  daha ucuz bir şekilde ihraç edilecekti. Bu şartlar altında Avrupa’da sentetik soda külü üreticileri bu fiyatlarla rekabet edebilme şansına sahip olamayacaklarından piyasaya Türk soda külü hakim olacak ve sanayiler Türk soda külünü kullanmaya başlayacaklardı.  Rekabetin ilk sonucu Avrupa’da sentetik soda külü üreticilerinin piyasadan çekilmesi olacaktı. Dolayısıyle Avrupa soda külü piyasası Türkiye tarafından ele geçirilecekti. Bunun anlamı  Türkiye Cumhuriyeti’nin her yıl sadece Avrupa’ya bir kaç  milyar dolar ihracat yapmasıdır.

Şimdi olaya sadece cam ve deterjan piyasası açısından bakalım;

 Avrupa soda külü piyasası ele geçirildiğinde Türkiye’nin bir taraftan akıllı kapasitelerle cam ve deterjan üretimini arttırdığını, bir taraftan da daha yüksek katma değer yaratan bu yatırımlara ait  üretim işletmelerine ihraç fiyatlarının altında soda ve soda külü verdiğini düşünelim. Bu takdirde dünyanın en ucuz maliyetli deterjan ve cam üretimi Türkiye’de olacaktır. Bu ucuz üretim ve uygun fiyatla  dünya pazarlarına giren işletmelerimizin önünde kim durabilir ? Elbette hiç kimse ve elbette hiçbir yabancı cam ve deterjan üreticisi Türkiye kaynaklı cam ve deterjan üreticisiyle rekabet edebilecek esnekliğe sahip olamayacaktır. Bu takdirde Avrupa cam ve deterjan piyasası yavaş yavaş Türkiye merkezli cam ve deterjan üreticisi firmalar tarafından ele geçirilmeye başlanacaktır. Avrupa cam ve deterjan piyasasının birkaç yüz milyar doların üzerinde bir büyüklüğe sahip olduğu düşünüldüğünde Türkiye’nin ne kadar büyük bir pazara hükmetmeye başlayacağı kendiliğinden ortaya çıkar.

 Peki geldiğimiz nokta da ne olmuştur ?

 Türkiye’yi 19. yüzyıl İngiliz politikalarıyla aldatan, bu nedenle 1970’li yıllarda elindeki maden ruhsatları devletleştirilerek ülkemizden kovulan sömürgeci İngiliz şirketi RİO TİNTO’ya Beypazarı’ndan Kazan’a kadar olan bir havza’da bulunan ve rezervi ve tenörü konusunda gerçek bir bilgiye sahip olmadığımız ve bu şirket Türkiye’de kaldığı müddetçe de bilgi sahibi olamayacağımız ancak dünyanın en büyük belki de en kaliteli milyarlarca ton trona (doğal soda) rezervi bilabedel hediye (peşkeş)  edilmiştir. Gayri Safi Milli  hasılası 200 milyar doları bulmayan ülkemize bu peşkeşin maliyetinin en az Gayri Safi Milli hasıla kadar olduğunu ifade etmeliyiz. Ayrıca Rio Tinto’nun ülkemizde trona madenciliği ve endüstrisi konusunda yürüteceği politikalar sonucu ulusal cam ve deterjan sanayimizi en kısa süre içinde çökerteceğini de ifade etmeliyiz. Bu çöküş sadece cam ve deterjan sanayini kapsamayacak aynı zamanda kimya sanayimizde önemli ölçüde çökertilecek.


 BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI  VE İSTİKLAL SAVAŞINDA ANADOLU’DA İŞGALE DESTEK VEREN  BİR ANGLO-HELEN 

 YIKIM İSTASYONU:   “ RİO TİNTO ”

Rio Tinto, o zamanki adıyla Borax Consolidated 1. Dünya Savaşı’nın devamı süresince Balıkesir/Susurluk civarında ki bor madenlerinde Yunan ve Ermenileri kilit görevlere getirmiş, Yunan işgali sırasında ve İSTİKLAL savaşımız müddetince, İngiliz şirket ve çalışanları bölgedeki Yunan kuvvetleriyle çok yakın dostane ilişkiler kurarak bu ilişkileri sürdürmüştür. Şirketin (Rio Tinto/ Borax Consolidated) bölgedeki Rum ve Ermenileri işe aldığı çalışan Rum ve Ermeni gençlerin bazılarının Yunan ordusuna katıldıkları şirketin müdürü Faulkner’in İngiltere/Londra’ya gönderdiği raporlardan anlaşılmaktadır. Yunan ordusu bölgeden çekilmeye başladığını ilk kez şirketin Maden Müdürü Faulkner’e bildirmiştir. Yunan ordusunun bölgedeki garnizon komutanı şirkette çalışan İngiliz, Ermeni ve Rumların bir an önce Yunan askerleri korumasında bölgeyi terk etmesini Faulkner’e söyler. Ancak bozguna uğrayan Yunan ordusu şirkette çalışan İngiliz,Ermeni ve Rumları toplayamadan kaçmak zorunda kalır. Şirket Balıkesir’den bir tren temin eder, Rum ve Ermeniler bu trenle Türkiye’den kaçmak için gittikleri Bandırma’da mahsur kalırlar. (Bandırma, kaçan Yunan birlikleri tarafından yakılıp yıkılmıştır. Limanda Rum ve Ermenileri Türkiye’den kaçıracak bir tek gemi yoktur.) Yunan Ordusu Kahraman Türk Ordusu’nun önünde can havli ile bozguna uğramış bir halde kaçarken, Türkiye’de kendisine yardımcı olan Rum ve Ermeni işbirlikçilerini yüz üstü bırakmıştır. Türkiye’den kaçmak için Bandırma’ya gelen Rum ve Ermeniler tekrar Susurluk’a dönmek zorunda kalırlar. İngilizler, Rum ve Ermeniler, Yunan ordusunun tekrar geleceği inancı içindedir. Bu beyhude bekleyiş içinde Rio Tinto/Borax Consolidated,  Susurluk’a dönen Rum ve Ermenileri uzun süre bor madeni yeraltı galerilerinde saklar. Balıkesir’den gelen Türk askeri birliği bor madenlerinde karargah kurmuştur. Türk birliğinin komutanı Borax consolidated’in müdürü Faulkner’e “biz şu an sizin misafiriniziz ancak unutmayın ki sizde ülkemizde misafirsiniz” der. Bu misafirlik sürecinde yer altı galerilerinde saklanan Rum ve Ermenilere Faulkner yemek ve su gönderemez. Yer altı galerilerinde aç susuz kalan Rum ve Ermeniler teker teker ortaya çıkarak 4. Kolordu’ya ait Türk Birliğine teslim olmak durumunda kalır. İnsan düşünmeden edemiyor bu insanlar suçsuzsa Türk Ordusu tarafından neden tutuklandılar ve neden Borax Consolidated tarafından saklandılar. Tutuklama olayının ardından 4. Kolordu  Komutanı Kemaleddin Sami Paşa başta şirketin müdürü Faulkner olmak üzere, tüm İngiliz yetkililerin ülkeden ayrılmalarını isteyerek bu misafirliğe son noktayı koyar. Şirket müdürü Faulkner ülkeyi terk ederken bile Anadolu’yu işgal eden Yunan ve İngilizlere ve özellikle İngiltere’ye ve İngiliz emperyalizmine karşı Türkiye’de yükselen tepkiyi  anlamazdan gelmektedir.

 Faulkner; anlatımlarında Rum ve Ermenilerin sütten çıkmış ak kaşık gibi suçsuz ve günahsız olduğunu söylerken, Türk askerini aşağılamakta ve İngiliz emperyalizminin Anadolu’daki piyonu Yunan ordusunun ve dolayısıyle İngiltere’nin yenilmesini içine de sindirememektedir. Faulkner,Yunan ordusunun İzmir’den denize dökülüşünü ve Türk zaferini Anadolu’nun ikinci kez Türkler tarafından istila edilmesi olarak değerlendirmektedir.

 Cumhuriyetin İlanından sonra Türkiye’ye gelen Rio Tinto/ Borax Consolidated  Hükümete müracaatla ellerinde Osmanlı’nın verdiği imtiyazlar olduğunu söylemek ve Sevr Antlaşması’nı bahane etmek suretiyle bor madenlerinin tekrar kendilerine verilmesini istemiştir. Ekonomi Bakanı Mahmut Esat Bey, İngiliz şirketin temsilcilerine Sevr Anlaşması’nın yürürlüğe girmediğini ve Lozan Anlaşması çerçevesinde imtiyazların tekrar gözden geçirileceğini söylemiş, İngilizlerin ısrarı karşısında kendilerine %51’i devletin olmak üzere yeni bir ortaklık önerilmiştir. Ancak İngiliz şirket yetkilileri bu teklifi şiddetle reddetmişlerdir. 

 Yabancı şirketlerin ve madencilerin madence zengin bölgelerde dolaşması ve hükümeti eski imtiyazlarla sıkıştırmaya çalışmaları, hatta madenlerin bulunduğu bölgelerde yabancı şirketlerin arazi alma girişimleri karşısında Lozan Antlaşması’nın hemen ardından 1924 yılında Köy Kanununa bir madde eklenerek yabancı gerçek ve tüzel kişilerin arazi almaları engellenmiştir. Böylece yeni kurulan TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİ’nde, devlet denetiminin istenilen etkinlikte götürülemediği yörelerin yabancı unsurlara açık tutulmasının yaratabileceği sakıncalar ortadan kaldırılmıştır.

İngiliz kraliyet ailesi ile sermaye ilişkisi bulunan şirkette İngiliz İstihbarat teşkilatı olan MI6 ve Amerikan Haberalma servisi CIA, İsrail haberalma Teşkilatı MOSSAD elemanları çalıştığı konusunda internet üzerinde bir çok yazı bulunmaktadır. Bu yazılanlar doğruysa, şirket aynı zamanda bugün, küresel bir Anglo-Amerikan istihbarat ve operasyon istasyonu vazifesi görmektedir.  

4 CÜ  BÖLÜMLE DEVAM EDECEKTİR


...


BİR İHANET, BİR SÖMÜRGELEŞTİRME BELGESELİ “ TRONA ” BÖLÜM 2





            BİR İHANET, BİR SÖMÜRGELEŞTİRME                                BELGESELİ  “ TRONA ” BÖLÜM 2


 OYUNUN 1. PERDESİ  ÇOK ULUSLU KARTELLERE  BOYUN EĞEN SİYASET

 3971 sayılı yasanın yürürlüğe girdiği 1994 yılına kadar, ülkemizde trona konusunda bir devletleştirme yapılmamış, bu bağlamda özel sektör elinde bulunan  bir trona madeni işletme  hakkının devletçe iptali de söz konusu olmamıştır. Tam tersine trona devletçe işletilecek madenler kapsamında iken, Beypazarı trona madenlerini elinde tutan  ETİBANK, 1985 yılı ve sonrasında BHP-Utah FMC, CANADİAN OXY ve SOLVAY firmalarıyla 1.000.000 ton/yıl kapasiteli ve 200 milyon dolar/yıl döviz girdisi yaratacak proje üzerinde uzun görüşmelerde bulunmuş ancak  yapılan görüşmeler sonuçsuz kalmış, bilahare FMC ve SOLVAY firmaları ile yürütülen proje görüşmeleri de aynı akıbete uğramıştır. Ardından Etibank Beypazarı trona madeninden soda külü üretme ve pazarlama amacıyla CdF-MDPA-SOFREMİNES-TEKNOMAD ortaklığı ile 1992 yılı Ağustos ayında tamamlanacak bir sözleşme imzalamış, ancak  bu sözleşmede bir türlü gerçekleşme imkanı bulamamıştır. Bu tarihten sonra görüşmelere RİO TİNTO’da eklenmiştir. Sonuçta, 1983 yılından 1997 yılına kadar geçen sürede yukarıda ifade edilen kartel ve Solvay grubu Türkiye’nin Soda külü üretimi projesini görüşmeler yoluyla erteleme ve oyalama yolunu benimsemiştir. Ellerinde soda külü üretme teknolojisini bulunduranlar ortaklık yoluyla bile bu teknolojiyi Türkiye’ye vermekten  kaçınmışlardır.  Her şeye rağmen, 1997 yılında hükümet kararıyla Etibank Soda külü üretme ve trona yer altı maden işletmeciliğini tek başına yapma kararı almış, ancak daha sonra siyasi bir kararla bu projeden vaz geçilmiştir. (Bu süreç daha sonra meclis araştırma komisyonuna konu olmuştur)

 Çokuluslu şirketler niçin Türkiye’nin Soda külü üretimi projesini görüşmeler yoluyla erteleme ve oyalama yolunu benimsemiş , ellerindeki soda külü üretme teknolojisini ortaklık yoluyla olsa bile  Türkiye’ye vermekten  kaçınmışlar, ve niçin  trona devletçe işletilecek madenler kapsamından çıkarılmıştır ?

 Bu soruya verilecek bazı cevaplar vardır. O da 5 milyar doları aşan bir soda külü pazarı ve bu hammaddeye bağlı dünya cam ve deterjan sanayiinin maliyetleri üzerinde oynamak suretiyle üstünlük sağlayıcı ya da yıkıcı işletme davranışlarından dışlananların (A.B.D.-ANSAC karteli) tekrar pazara girebilmesi yada pazardaki boşluğu görenlerin yeni kaynaklarla pazara girebilme fırsatını yakalayarak pazarı  ele geçirmek yada bu pazarda pay sahibi olabilme arzusudur.  Buna trona ve soda külü  pazarında oluşan kartel dengelerini korumak, pazara yeni bir üreticiyi sokmamak stratejisi de eklenebilir.  Ancak temel amaç Türkiye’nin kendi kaynakları üzerinde  kalkınmasını ve zenginleşmesini engellemektir. 

 Nitekim trona madeninin devletçe işletilecek madenler kapsamından çıkarılmasının teknoloji yokluğu karşısında TÜRKİYE için en önemli ancak OLUMSUZ sonucu, dünyanın en çok ticareti yapılan maden kaynakları arasında 3. sırada sayılan, trona ve bu madene dayalı  ulusal kaynaklarımızın çokuluslu bir şirket (RİO TİNTO) tarafından ele geçirilmesi olmuştur. Aslında bu sonuç İngiliz emperyalizminin öncül ideologlarından biri olan Pitt’in “sömürgelerde tek bir çivi üretilse oraları askerle dolduracağım” sözüne paralel bir gelişme gösteren İngiliz dış politikasının; 

• Bedava hammadde sağlanılacak ülkeler üzerinde önemle dur.

• Yeraltı zenginliklerine kolayca el koymak için, kendi yer altı zenginliklerini kullanacak sanayiden ve teknolojik olanaklardan yoksun ülkeleri elde et.

• Bedava elde edilen hammaddeyi işle, tekrar eski sahiplerine sat ve böyle bir ticari ilişkiye öncelik tanı.

• Pazar olarak elde edilen, hammaddesine el konulan  ülkede İngiliz ihracat maddelerini üreten sanayiyi en kısa zamanda çökert ve buna ilişkin tedbirleri  al.

Şeklinde özetlenebilecek ruhuna da uygundur.

 Trona madenini devletçe işletilecek madenler kapsamından çıkaran 3971 sayılı yasanın ABD soda külü üreticilerinin Batı Avrupa piyasasına girmelerinin yasaklanmasının hemen ardından çıkarılmış olması, soda külü piyasası açısından son derece anlamlıdır. Bu anlamı daha da derinleştiren ise değişikliğin Dünya bankasının bir alt kuruluşu olan Uluslararası Finans Şirketi’nin (IFC) nin önerileri doğrultusunda yapılmış olmasıdır. IFC Türkiye’de trona madeninin bulunduğu günden bu yana bu madenle ve yapılacak yatırımla çok yakından ilgilenmiş ve her projenin içinde bir kreditör olarak yer almaya çalışmıştır. Ayrıca IFC Beypazarı trona madeni için uzun zaman Etibank’a danışmanlık yapmış, sözde kreditör olan bu kuruluş yaptığı bu danışmanlık hizmetleri karşılığı 1 milyon dolar civarında bir para da kazanmıştır. Bu süreçte IFC uzmanları Beypazarı trona madeni ve bölgenin jeolojisi konusunda o güne kadar üretilmiş tüm bilgilere de vakıf olmuş kendilerini yönlendiren maden kartellerine aktarabilecekleri bir veri tabanı yaratmışlardır. 

 Dünya Bankası sözde zengin ülkelerin kaynaklarını yoksul ülkelerin kalkınmasına dönüştürmeye çalışmaktadır. Bu bağlamda dünyadaki kalkınma yardımı konusundaki en büyük kaynaklardan birisi olarak tanımlanan Dünya Bankası; gelişmekte olan ülkelerin hükümetlerine okullar ve sağlık merkezleri inşa edilmesi, su ve elektrik sağlanması, hastalıklarla mücadele edilmesi ve çevrenin korunması için destek sağlamaktadır. Ancak henüz Dünya Bankası kanalıyla geri kalmış ya da gelişmekte olan bir ülkenin gelişmiş ülkeler sınıfına atladığı, kalkındığı da görülmemiştir. Tam tersine Dünya Bankasının yoksulluğu azaltmak, kalkındırmak bahanesiyle sızdığı ülkeler daha yoksul, gerileyen ve gelişmeyi sağlayacak ekonomik kaynaklarına el konulan ülkeler olmuşlardır. Birleşmiş Milletler çatısı altında yer alan Dünya Bankası, yine Birleşmiş Milletlerde danışman statüsünde olan Dünya Ekonomik Formu ile sıkı fıkı ilişkiler içerisindedir. Dünya Ekonomik formunun üyelerinin tamamını Madencilik, Enerji, Gıda ve benzeri sektörleri paylaşarak ellerinde tutan çokuluslu şirketlerden oluşmaktadır. RİO TİNTO’da DÜNYA EKONOMİK FORUMU ÜYESİDİR. Dünya Bankası yoksulluğu azaltmak, kalkınmayı sağlamak gibi bir amaçla aslında çokuluslu şirketlere yeni iş ve sömürü alanları açmaktadır.  Dünya Bankası Alt kuruluşları olan Uluslararası İmar ve Kalkınma Bankası (IBRD) ve Uluslararası Kalkınma Birliği (IDA) aracılığıyla gelişmekte olan ülkelere sağladığı düşük faizli, faizsiz ve hibeler şeklindeki kredileri yine Dünya Bankasının diğer  kuruluşları olan; Uluslararası Finans Kurumu (IFC), Çok Taraflı Yatırım Garanti Ajansı (MIGA), Uluslararası Yatırım Anlaşmazlıkları Çözüm Merkezi (ICSID) ile geri aldığı gibi, bu kuruluşlar sayesinde gelişmekte olan ülkenin kaynaklarına çokuluslu şirketlerin ve dolayısıyle İngiltere ve ABD’nin el koymasını sağlar. Nitekim IFC’nin tanımlanan görevi, yüksek riskli sektörlerin ve ülkelerin yaptıkları özel sektör yatırımlarını desteklemek ve geliştirmek, MİGA’nın görevi; gelişmekte olan ülkelerdeki yatırımcılara ve kredi verenlere politik risk sigortası (garantisi) sağlamak, ICSID’ın görevi çokuluslu şirketler ve geri kalmış ülkeler arasındaki yatırım (sömürü) uyuşmazlıklarında uzlaşma sağlamaktır.  

 Dünya Bankasının ve onun alt kuruluşlarının işlevini kolay anlaşılabilir olması açısından kabaca hepimizin bildiği “havuz ve kuş” oyunuyla açıklayabiliriz.  “Havuza gelişmekte olan bir devlet kuşu konmuş, IBRD yakalamış, IDA kesmiş, MIGA tüylerini yolmuş, ISCID tütsülemiş, IFC pişirmiş ve Çokuluslu şirket (RİO TİNTO) yemiş, Millet uykudan uyanıp sormuş.  hani bana, hani bana?” Hikayenin sonrasını biliyorsunuz. ( gerçekte hikaye; inek, anahtar, göl,harman, yangın ve kül illizyonu ile devam ederek sonlanır) 

 ANKARA’NIN KAZAN İLÇESİNDE TRONA BULUNUYOR   “ TESADÜFE BAKIN ” 

Trona madeninin devletçe işletilecek madenler kapsamından çıkarılmasının hemen ardından İngiltere merkezli  bir çok uluslu şirket, endüstriyel hammadde karteli olan RİO TİNTO  Türkiye’ye gelerek, bir taraftan Beypazarı trona madenleri ile ilgili görüşmelerde bulunurken (bu görüşmelerde İngiltere büyük elçiliğinin engin desteklerini almıştır) diğer taraftan da, sözde trona arama faaliyetlerine başlamıştır(!). Çabuk eridiği için tabiatta asla mostra vermeyen Trona,  çok geçmeden anılan şirket tarafından 1998 yılında Ankara’nın Kazan ilçesi hudutlarında elleriyle konulmuş gibi bulunmuştur. Şirket Kazan havzasında bulduğu trona yatağını dünyada arama yoluyla bulunan ilk trona yatağı olarak tanımlamaktadır. Cevherin 420-850 metre derinlikte bulunması, cevherin yüzey etüdleri ile kolay kolay bulunamayacağının bir işaretidir.  Ayrıca Kazan’da “bor” bulunduğu konusunda duyumlarda alınmaktadır Ancak Kazan ilçesi’nin önemli bir özelliği bulunmaktadır. Kazan ülkemizde ilk bulunan trona yatağının yer aldığı Beypazarı’nın bulunduğu aynı jeolojik formasyon üzerinde yer almaktadır. Böyle bir jeolojik yapı içerisinde Türk maden aramacılarının ya da MTA’nın arama yapmamış olması affedilir bir hata değildir. Nitekim MTA’nın internet sitesinde yer alan Ankara ili maden haritasında Beypazarı trona madenleri gösterilirken, Kazan havzasında bulunan trona madeni halen gösterilmemektedir. (Bkz: http:// www. mta. gov. tr/ mtaweb/maden/ankara.asp)

 Rio Tinto’nun Kazan’da sözde trona bulduğunu ilan ettiği yıl,  Beypazarı trona madeni de kamu uhde ve tasarrufundan çıkarılmıştır. (Buna ilişkin süreç TBMM soruşturma komisyonu tarafından incelenmiş ve görülen usulsüzlük ve yolsuzluklar hakkında Cumhuriyet Savcılığına suç duyurusunda bulunulmuş ve sorumlular hakkında davalar açılmıştır.) 

 Kazan ve civarına yaptığımız bir gezi sırasında köy sakinleriyle yaptığımız  sohbetlerde 1970’li yıllarda  kazan havzasında MTA’ya bağlı ekiplerin çalışmalarda bulunduğunu ve hatta sondajlar yaptığını  öğrendiğimiz de, doğrusu aklımıza takılan; havzadaki trona yataklanması tespit edilmiş olabilir miydi ?  sorusunu ve bu sorunun zihinlerde yarattığı zincirleme soru reaksiyonlarını  bir türlü yok edemedik.

 RİOTUR KİMDİR ?

Şirketin dökümanlarında Riotur, Türk Ticaret Kanunu kapsamında kurulmuş %100 yabancı sermayeli bir anonim şirket olup, Merkezi İngiltere olan Rio Tinto Mineral Development Şirketi’nin bir iştiraki olarak tanımlanmaktadır.  Rio Tinto ismi aslında Türk insanının hafızasına  pek de güzel olmayan  anılar ve olaylarla  kazınmıştır. Rio Tinto aynı zamanda Dünyanın en büyük bor üreticisi olup bor piyasasının karteli hüviyetini taşımaktadır. Bu bağlamda şirketin genişleme ve dikey enteğrasyon (tekelleşme) sürecinde Türk bor kaynaklarını hedefleri arasına aldığı öteden (20.yüzyılın başından)  beri bilinmektedir. Şirket Türkiye’nin bor kaynaklarını hedefe almış olmakla birlikte TÜRKİYENİN  BAKIR-ÇİNKO-KURŞUN-ALTIN-GÜMÜŞ gibi maden varlığının neredeyse tamamını ele geçirmiştir. RİO TİNTO TÜRKİYE’DE FAALİYETTE BULUNAN COMİNCO, ANATOLİA MİNERALS, NEWMOUNT ile çok yakın sermaye ve ORTAKLIK ilişkileri içine girmiştir.

 Rio Tinto Türkiye’de Bor madenciliği konusunda (bor tuzları işletme hakları devletleştirilmeden önce) Boraks Consolidated ve Türk Boraks Madencilik Şirketi adı altında faaliyet göstermiştir. Boraks Consolidated’in sermayesinin tamamı Rio Tinto’ya aittir. Bu şirketin Türkiye’ de daha sonra kurduğu Türk Boraks Madencilik Şirketinin sermayesinin %80’ni de Rio Tinto’ya aittir.


 RİOTUR’UN SAHİBİ, RİO TİNTO   ÜLKEMİZE SÖMÜRGE  MUAMELESİ YAPIYOR,

 Gelin şimdi Rio Tinto’nun bir yüzyılı aşkın süredir Türkiye’de yürüttüğü, yukarıda saydığımız “İngiliz dış politika ilkeleriyle bire bir örtüşen”  faaliyetlerine   kısaca bir göz atalım.

 Rio Tinto’nun bir alt şirketi olan Borax Consolidated 1950 yılından itibaren Balıkesir/ Bigadiç yöresinde bor madenciliği yapan Ali Şayakçı, Borasit, Mortaş, Rasih ve İhsan Şirketlerinin zarar etmesine ve bu suretle ocakların kapatılmasına çalışmıştır. Türk Şirketlerin kapanmasını sağlayamayan İngiliz şirket ancak bor ihraç fiyatlarının düşmesinde büyük başarı sağlamıştır.

 Borax Consolidated Ltd, 1955 yılında yabancı sermayeyi teşvik kanunlarından yararlanmak için Türk Boraks Madencilik Anonim şirketini kurar. Bu tarihten sonra Türkiye’de bu yeni şirket vasıtasıyla madencilik faaliyetlerini yürütecektir. Şirket Kuruluşunda hisse senetlerinin %94’ü Borax Consolidated, %2’si Türk hissedarlar, %4’üde İngiliz hissedarlara verilmiştir.. 

 M.T.A. Enstitüsü bir taraftan Kütahya/Emet’te sürdürdü aramaların yanı sıra, diğer taraftan da Eskişehir/Kırka da arama faaliyetlerini sürdürmektedir.Kırka’da ki bor tuzu aramaları 1950’li yılların sonlarına doğru maden arama ruhsatı sahibi yerli madenciler adına M.T.A. uzmanlarından Dr. J. Gaulick ve Dr. K. Ruppicht tarafından başlatılmıştı.

İngiliz Borax Consolidated Ltd’ne bağlı Türk Boraks Madencilik A.Ş’nin Kırka’daki çalışmaları sırasında bu şirkette çalışan devletleştirme sonrası Etibank’a geçen ve yaş haddinden emekli olan İşçi Hüseyin Zeren’in Etibank Eski Genel Müdürü Burhan Ulutan’a anlattıklarına ve Müessese Müdürlüğü’nce hazırlanan raporlara göre; Kırka’da 1967 yılında bor madeni bulunmasını müteakip 1959 yılında bir miktar üretim yapılır. Bu üretimle bölgeye olan ilgi artar. 1961 yılı Ağustos ayında önce MTA’nın başlattığı aramalar sürerken, Borax Consolidated Ltd. de Maden Dairesinden kendi adına bir arama ruhsatı alarak Kırka’ya gelir ve ruhsatını sermayesinin hemen hemen tamamının kendisine ait olduğu Türk Boraks Madencilik A.Ş.’ne devir ederek aramaları başlatır.

 Türk Boraks büyük bir gizlilik içinde sürdürdüğü aramaları birkaç kuyu açarak yavaş bir tempoda yürütür. Açtığı iki kuyudan 4.000 ton civarında üretim yapar. Maksadı ciddi anlamda bir madencilik faaliyeti yürütmek  değil, sahayı başkalarının üretimine kapatarak, kendilerinin ABD ve öteki yerlerdeki sahalarına rakip çıkmasını ve dünya düzeyinde sahip oldukları Endüstriyel hammadde tekellerinin kırılmasını önlemektir. 

 Türk Boraks Madencilik Anonim Şirketi sahada 8-9 milyon ton Sodyumlu bor olduğu iddiasındadır. Ancak Maden Dairesi Mühendisleri sahadaki bor cevheri rezervlerinin yüzlerce milyon ton olduğu iddiasındadır. Borax Consolidated’in yavru şirketinde çalışan teknisyenleri Türk mühendislerin iddiasını reddeder.  

 Sahada bor üretimine başlayan Türk Boraks’ın Genel Müdürü, ambar memuru olarak çalışan Hüseyin Zeren’e  “sahaya İngilizlerden başka kimseyi sokmaması, Türkleri hiç yanaştırmaması “ talimatını verir. Hüseyin  Zeren kendisine verilen talimatın aksini yapmaktadır. Çevrede Etibank adına arama yapan Türk Mühendislere devamlı yardım etmektedir. İngilizlerin açtığı maden kuyularına Türk Mühendisleri indirerek inceleme yapmalarını sağlar. Matkap ve benzeri aletlerindeki noksanlarını verir. 

 Ancak diğer taraftan Hüseyin Zeren’in ortaya koyduğu bu vatansever, ulusal çıkarları kendi ve İngiliz çıkarlarından önde tutan  onurlu tavrı, Türk Boraks’ın çalıştırdığı Türk mühendislerinden bazıları göstermemektedir. Hatta bu arada firmanın bir yerli mühendisi; “firmam siz üretimi arttıracaksınız diye Kaliforniya’daki tesislerini mi durdursun!” diyebilecek kadar İngiliz çıkarlarını benimsemiştir.  

 Hüseyin Zeren’e göre, 1961 yılından itibaren MTA tarafından Kırka’ya gönderilen yabancı uzmanlar aramalarını maden bulunması mümkün olmayan alanlarda sürdürerek   vakit  geçirmektedirler. Bu uzmanlardan Dr.K.Rupppicht bir müddet sonra Türk Boraks’da çalışmaya başlamıştır. Hüseyin Zeren’in anlattıkları MTA ve Etibank tarafından Kırka’da yürütülen bor tuzu aramalarının, Borax Consolidated tarafından sabote edildiğine ilişkin ciddi ip uçları vermektedir. 

 Rio Tinto’nun Türk Boraks Şirketi’nin Kırka’da faaliyet gösterdiği 1960-1971  yılları arasında civar köylülerden bir miktar arazi satın alır. Birkaç baraka kurar. Maden Dairesine müracaat ederek sahada bulduğunu bildirdiği 10 milyon ton rezerv için 45 yıllık  İşletme Ruhsatı istemesi şüphe çeker. (Rio Tinto aynı tavrı Kazan havzası trona yatağı için göstermektedir) Rio Tinto’nun adında Türk bulunan ancak safkan bir İngiliz olan yavru şirketi Türk Boraks   biraz sıkıştırılınca, rezerv miktarı 40 milyon tona çıkar.  Oysa, şirket  sahipleri kendi aralarında konuşurlarken 400 milyon ton rezervden bahsetmektedirler. Şirketin bu şüpheli tutumu İşletme Ruhsatı almasını engeller. Ancak her şeye rağmen Rio Tinto/Borax Consolidated’in yavru şirketi olan Türk Boraks’ın Kırka’da 6 adet bor sahası vardır. Her işleminde hileli davranışlarda bulunan şirketin, bu sahaların elde edilmesinde de bir sıra yolsuz işler yaptığı için elindeki ruhsatların 5’i iptal edilir. 

 1963 yılında Rio Tinto/Borax Consolidated Ticaret Bakanlığı’na Türkiye’de sahip olduğu Türk Boraks Madencilik Anonim Şirketi’nin 2,5 milyon sermayesini 25 milyona arttırmak için müracaat eder, aynı zamanda 6224 sayılı Yabancı Sermayeyi Teşvik Kanunu’ndan yararlanmak ister. Ticaret Bakanlığı, Türk Boraks’ın sermaye artışı talebi ile ilgili olarak alınan Yabancı Sermayeyi Teşvik Komitesi’nin kararı ile söz konusu Türk Boraks ve Borax Consolidated şirketlerinin ülkemiz ekonomisine ve ödemeler dengesine yapacağı etkiler ile aynı konuda çalışan yerli teşebbüslerin de durumu dikkate alınarak, konunun bir defada Maliye Bakanlığı, Devlet Planlama Teşkilatı, Türkiye Odalar Birliği’nce tetkik edilerek sonucun kendilerine bildirilmesini Maliye Bakanlığı’ndan ister.  Maliye Bakanlığı’nca hazırlanan rapora göre;  

 1950 yılına kadar Türkiye’nin tek bor üreticisi olan bu şirket, Türk bor rezervleri üzerinde hiç meşgul olmamış ve 1950 yılında rezervlerin tükendiğini yazılı olarak beyan etmiş, söz konusu belge resmi dosyasına konulmuştur. Bu tarihten sonra Türk madencileri yaptıkları aramalarda 150 milyon ton bor rezervi tespit etmişler. Bu miktarın daha büyük rakamlara ulaşacağını belirlemişlerdir. 

 Rio Tinto/Borax Consolidated (Türk Boraks Madencilik Anonim Şirketi) Maliye Bakanlığı’ndaki dosyalarında mevcut rapor ve beyanları ile, Türk bor minerallerinin endüstri alanında rekabet imkanından mahrum bulunduğunu ileri sürerek, Türkiye’nin yalnız ham cevher ihracından ancak küçük bir kapasite ile istifade edebileceğini tavsiye etmiştir.  Bu ticari etikten yoksun görüşlerini Türk yetkililere tavsiyeler halinde açıklayan şirketin;Türkiye’de duraksatmış olduğu faaliyetlerini her ne hikmetse 1955 yılının şubat ayında 6224 sayılı Yabancı Sermaye Kanunu çerçevesinde tamamı kendisine ait Türk Boraks Madencilik A.Ş.ni kurması ve sermayesini geliştirmek kararını alarak, hali hazırda ham bor madeni üretimi alanına 25 milyon liralık bir sermaye ile girmek istemesi, Maliye Bakanlığı’nca düşündürücü bulunmaktadır. Türkiye’de yüz yıldan beri faaliyette bulunan Londra merkezli İngiliz Rio Tinto/Borax Consolidated, Türk bor cevherlerinin fiyat ve kalite bakımlarından diğer  cevherlerle rekabet imkanı bulunmadığını yakın zamana kadar savunduğu halde, daha önce 15 milyon lira sermaye ile rafine tesisi kurmak talebinde bulunmuş, 9.2.1963 tarih ve 6/1398 sayılı kararname ile faaliyeti yalnız rafine tesisine münhasır kalmak kayıt ve şartı ile yerli (Türk) bir grupla birlikte 15 milyon sermaye ile bir Anonim Ortaklık kurulmasına  izin verildiği halde,  bu izine rağmen bor rafine tesisi kurulmamış ve Türkiye ekonomisi için faydalı olacağı kesin olan teşebbüsün gerçekleştirilmesi yönünde hiçbir adım atılmamıştır.

 Borax Consolidated adlı, esasen bugünkü dünyanın en büyük maden tröstlerinden biri olan İngiliz orijinli sömürgeci yaklaşımları benimsemiş Rio Tinto’ya  göre; 1963 yılı itibariyle; Türkiye’de bor mineralleri tükenmiştir, Türkiye’nin en çok 20 bin ton satış şansı vardır, Türkiye’de ancak 3 firma 60 bin ton üretim yapabilir, Türkiye Avrupa piyasasına yalnız borik asit üretimi için bor cevheri  verebilir, Avrupa piyasasının borik asit üretimi 45 bin ton cevhere karşılık  gelen 30 bin ton bor cevheri ile sabittir. Türkiye ancak zararına bor endüstrisi kurabilir. 3 bin tonluk  rafineri ancak sübvansiyonla yaşar, Türkiye’nin Bor rezervlerine Borax consolidated ortak edilirse bor endüstrisi kurulacaktır. Avrupa endüstrisinden Türk cevheri kullananlar, fiyat rekabeti ile Amerikan cevherine dönerlerse Türkiye bu sahayı kaybeder, Türkiye Amerikan rekabetini üstüne çekmemelidir,Amerikan bor cevherleri sodyumludur, Türk bor cevherleri kalsiyumludur bu da Türkiye’nin rekabet imkanını ortadan kaldırır. Bu gün itibariyle Rio Tinto’nun bu iddialarının tamamının YALAN ve hatta KUYRUKLU YALAN olduğu kanıtlanmıştır.

3 CÜ  BÖLÜMLE DEVAM EDECEKTİR,


..

BİR İHANET, BİR SÖMÜRGELEŞTİRME BELĞESELİ “ TRONA ” BÖLÜM 1








 BİR İHANET, BİR SÖMÜRGELEŞTİRME BELGESELİ  “ TRONA ” BÖLÜM 1





 BEYPAZARI - KAZAN HATTINDA HER YIL MİLYARLARCA DOLARA MAL OLAN


M. MUSTAFA ÇINKI

ŞUBAT 2004 - SAYI 66  


 Sömürgecilik tarihi boyunca Batılı tarihçiler bu aşağılık faaliyeti sömürülen ülkeye uygarlık taşıma olarak nitelediler. Dün Avrupa kral ve kraliçeleri yeni güç ve iktidar alanları yaratmak için sadık adamlarına bilinmeyene yolculuk yaptırırlardı. Bu yolculuklar inanılmaz hazineler, değerli madenlerle süslenmiş masallar, efsaneler ile motive edilirdi. Başlangıçta her şey insan gücüne dayanmaktaydı. Bu yolculuklar sonunda bilinmeyen kıtalar ve masalımsı zenginlikler, keşfedildi. Sonraları İnsan gücü yerini, krallardan, kraliçelerden alınan imtiyazlarla güçlendirilmiş maceracıların kurduğu kumpanyalara terk etti. Para kazanma, el koyma hırsı bir çok uygarlığın yok edilmesi, kültürlerin yıkımı ve soykırımı beraberinde getirdi. Ve Batı uygarlığı yıkılmış kültürler, soykırımlar, çalınan hazineler sömürülen yer altı kaynakları üzerinde inşa edildi. Biraz tarih kitabı karıştıranlar sözde bu uygarlığın taşları arasına konan harç içinde,  Afrikalı köleleri, Zenci kanını, Amerikalı yerlileri ve Kızılderili kanını, katledilen, zevk için vurulan insanları, çocukları görürler. Bu gün çağdaş sömürgecilik kendisini özgürlük olarak pazarlıyor ve kumpanyalar yerlerini çokuluslu ya da ulusötesi olarak tanımlanan şirketlere devretti. Artık emperyalist tarih yapıcılar sömürgeciliği halkı özgürleştirmek, demokratikleştirmek olarak tanımlıyor. Dün sözde uygarlaştırılarak zenginliklerine el konulan milletlerin yerini bu gün özgürleştirilerek zenginliklerine el konulan milletler aldı. Ve 21. yüzyıl stratejik bir coğrafyaya, dünya petrol rezervlerinin yarısından fazlasına sahip  Irak’a özgürlük(!) sunularak başladı.  

Ülkemizde, sözde reformlarla demokratikleştirilen ve bu suretle özgürleştirilen ülkeler arasında.  Bir taraftan çokuluslu şirketlerin ve emperyal güçlerin hak ve menfaatlerini korumak üzere şekillendirilmiş Dünya Bankası, IMF, Dünya Ticaret Örgütü, AB ve benzeri kurum ve birliklerin suflesinde demokratikleşme, özgürleşme adına reform yasaları çıkarılırken, yer altı kaynaklarımız hızla sömürgeci güçlerin ellerine geçiyor.  

İşte ele aldığımız  trona konusu  tipik bir sömürgeleştirmeyi  tüm aşamalarıyla ortaya koyan aynı zamanda yarı sömürge Osmanlı’nın yıkılmasının ardından TAM BAĞIMSIZLIK ülküsüyle kurulan Cumhuriyetimizin getirildiği noktayı algılamak açısından da yürek yakan  bir örnek. 

 Eminim ki büyük çoğunluğumuz trona’nın ne olduğunu bilmiyor. Bu yüzden yazımıza tronayı ve trona piyasasını anlatmakla başladık ve ardından ülkemizde çokuluslu güç merkezlerince on yıl gibi bir zaman dilimine yayılan süreçte sergilenen oyunun perdelerini kronolojiye bağlı kalarak kısmen de olsa araladık. Çokuluslu şirketler karşısında tek başına çaresiz ve tarihi bir seçimle karşı karşıya bırakılmış Kazan ve civarı köylerin (Fethiye, İncirlik, Mühye,..) güzelim insanlarının nasıl aldatılmaya çalışıldığını Ankara’nın göbeğinde Başkent’te  yok edilen milyarlarca dolarlık doğal servetimizin ihanetle soluk soluğa, yalanlarla dolu bir fotoğrafını çektik.

 TRONA (DOĞAL SODA) NEDİR ?  NEREDE KULLANILIR ?

 Trona, tabiatta doğal olarak bulunan soda minerallerinden en yaygın olarak bulunanıdır. Trona çok kolay eriyen bir mineral olduğu için tabiatta mostra vermemektedir. Oluşumu çok özel şartlar gerektiren trona yataklanmaları, başka amaçla yapılan arama çalışmalarında tesadüfen ortaya çıkmaktadır. Genellikle “ trona ” yataklarında “ Bor ” ve “Lityum” tuzlarına da rastlanmaktadır.  Trona’nın Cevherin içerdiği organik maddeye bağlı olarak rengi kahverengiden koyu sarıya kadar değişir. Saf numunelerinde ise renk beyazdan şeffafa kadar değişmektedir. Trona(tabii soda) Soda külü’ne dönüştürülerek, farklı iki yoğunlukta, hafif soda külü ve ağır soda külü olarak satılır.

 Cam endüstrisi dünya soda külü tüketiminde % 46’lık bir payla en önemli kullanım alanı durumundadır. Bunu %21 gibi bir payla kimya sanayii takip etmektedir.  Soda külünün pek çok kullanım alanı mevcut olmakla beraber, bazı önemli kullanım alanları şu şekilde sıralanabilir. Kimya sanayiinde çeşitli maddelerin üretiminde, deterjan sanayiinde, su tasfiyesinde Selüloz ve kağıt sanayiinde, alümina üretiminde, Galvaniz kaplama banyolarında, Kurşun rafinasyonunda, bakır konsantrelerinden telleryum’un geri kazanılmasında, Döküm kumlarında, Tekstil sanayiinde…

Dünyada trona minerallerinin bilinen en geniş yatakları ABD’de bulunan Güneybatı Wyoming’in Gren River havzasında 1938 yılında Westvaco’daki petrol/gaz aramaları sırasında bulunmuş olup, buradaki rezervlerin Dünya rezervlerinin %95’ini temsil ettiği  bilinmektedir (Kazan havzası trona yatağı bu durumu değiştirmiştir). 1990 yılı verilerine göre, Wyoming’teki trona yatağında 2.253 km2’lik bir alanda 56 milyar ton’un üzerinde yataklanmış trona bulunmaktadır. ABD’deki bir başka trona kaynağı da Kaliforniya eyaletinde bulunan Searles ve Owens gölleridir. Göllerde tuz ile birlikte trona, hanksit ve bor bulunmaktadır. Bu göllerde yaklaşık 815 milyon ton soda külü rezervi olduğu tahmin edilmektedir. Bir başka trona rezervi de Kenya’nın Magadi gölündedir. Trona, halit, çeşitli sodyum tuzları ve organik maddelerden oluşan trona yatağının kalınlığı yer yer 30 m’yi bulmaktadır. Çin’in Hunan eyaletinde ve İç Moğolistan’da Wyoming tronasına benzer,  220 milyon ton trona rezervleri olduğu bilinmektedir. Avrupa’da trona madeni yoktur.

 TRONA MADENİ / SODA KÜLÜ  VE TÜRKİYE

 Ülkemizde Beypazarı’nda 1979 yılında MTA Genel Müdürlüğünce yürütülen kömür aramaları sırasında tesadüfen bulunan trona madeni 1983 yılında Etibank’a devredilmiştir. Beypazarı trona yatağında %87 tenörlü, 235 milyon ton rezerv bulunmaktadır. Ayrıca Van Gölü ortalama %1,6 tenörlü 340 milyonluk bir soda rezervine sahiptir. Bu bölgede Van gölünü besleyen geniş bir trona yataklanması olması ihtimali oldukça yüksektir. Bölgede bu yönde aramalar yapıldığı da bilinmektedir.  Türkiye’de soda külü (sodyum karbonat) Mersin Soda Sanayii A.Ş. tarafından kaya tuzundan sentetik olarak üretilmektedir. Mersin yöresindeki kaya tuzu rezervleri işletmenin yaklaşık 100 yıl ihtiyacını karşılayacak kapasitededir.  Mersin Soda Sanayii A.Ş Türkiye’nin tek soda ve krom türevleri üreticisi olduğu gibi, üretim kapasitesiyle dünyada 7. sırada yer almaktadır. 

 DÜNYANIN EN BÜYÜK  “ TRONA ” OYUNU BAŞLIYOR

 Ülkemizde Trona madeni  1994 yılına kadar bor madeni gibi 2840 sayılı yasa kapsamında devletin işletebileceği madenler arasında yer alıyordu. 1994 yılında Dünya Bankasının bir alt kuruluşu olan IFC’nin önerileri doğrultusunda, 3971 sayılı yasayla yapılan bir değişiklik sonucu trona devletçe işletilecek maden kapsamından çıkarıldı. 3971 sayılı yasanın çıktığı ana kadar ülkemizde trona, işletmeciliği yapılan bir madencilik değildi. Buna rağmen niçin trona, devletçe işletilecek maden kapsamından çıkarılıyordu? Bu soruyu bu güne kadar kimse sormadı.  En azından bu soru akıllara takılsaydı ya da tronayı devletçe işletilecek madenler kapsamından çıkaran siyasiler ‘neden’ sorusunu sorsalardı. Muhtemeldi ki ülkemiz endüstriyel kalkınma, zenginleşme yolunda sağlam bir kaynağı hala elinde tutuyor olacaktı. Yine muhtemeldir ki bu yasayı çıkaran siyasilere “ne kadar büyük bir yanlış yaptınız” deseydik  alacağımız cevap, son yıllarda sık sık karşılaştığımız; “katma değer yaratılacak” “kalkınacağız” “istihdam yaratılacak” “yabancı sermaye gelecek” “madenleri esaretten kurtarıyoruz” …türünden abuk sabuk küresel  yalanlar şeklinde olacaktı. Ancak, trona madenini devletçe işletilecek madenler kapsamından çıkaran 3971 sayılı yasanın yürürlüğe girdiği tarihten bu yana geçen yaklaşık 10 yılda, trona madenciliğinde ve buna dayalı  soda külü üretiminde  ne yaratılan katma değerden , ne istihdam artışından, nede kalkınmadan söz etmek mümkün değil. 1994 yılında da ülkemizde soda külü üreten tek işletme Mersin Soda Sanayii A.Ş idi. Bu günde öyle, üstelik bu işletme soda külünü “trona” dan değil, “kaya tuzu” ndan sentetik olarak üretiyor.   

  

 YILLIK 5 MİLYAR DOLAR OLAN  KULLANILDIĞI SEKTÖRLER İTİBARİYLE BİRKAÇ YÜZ  MİLYAR DOLARI BULAN İNANILMAZ PAZAR “ SODA KÜLÜ ”

Avrupa kıtasında bilinen trona (doğal soda) kaynağı yoktur. Avrupa sanayii ihtiyaç duyduğu soda külünü sentetik olarak kaya tuzundan üretmektedir. Avrupa’nın soda külü üretim kapasitesinin neredeyse tamamı SOLVAY adlı Belçika merkezli çokuluslu şirkete aittir. Batı Avrupa, ABD ve Çin, Dünya Soda külü üretiminin %85’ini gerçekleştirmektedir. Dünya soda külü üretiminin (40 milyon ton) yaklaşık %70’i sentetik yoldan (kaya tuzundan sentez edilerek) üretilmektedir.

 Amerika’da  Wyoming trona havzasında faaliyet gösteren ABD’li soda külü üreticileri, doğal soda külünün sentetik soda külünden daha düşük maliyetlerle üretilmesi nedeniyle, doğal soda külünün sağladığı maliyet ve fiyat avantajını kullanarak yıkıcı bir rekabetin içine girmişler ve 30  yıl içerisinde  rekabet nedeniyle ABD’de 17 sentetik soda külü şirketi ya iflas ederek ya da üretimden çekilerek kapanmak durumunda kalmıştır. Sadece 10 tesis 1986 yılında kapanmıştır. Amerikan iç piyasasında yaşanan yıkıcı rekabetin ihracatta da yaşanmaması için 1983 yılında 6 üretici bir araya gelerek,  Webb-Pomerenc Yasası olarak ta bilinen 1918 tarihli ABD ihracat yasası kapsamında ANSAC’ı kurmuşlardır. ANSAC  (American Natural Soda Ash Coorparation) bir karteldir. Yaratılan bu  kartel sayesinde 4 milyon ton’a ulaşan ihracatta rekabet, fiyat kırma önlenmiştir.

 Dünya soda külü üretiminin yaklaşık %30’u A.B.D.’de doğal kaynaklardan üretilmektedir. 2001 yılında, A.B.D.’de 4 milyon ton soda külü ihraç edilmesine rağmen, bunun çok az bir kısmı Batı Avrupa’ya yapılmıştır. Bunun temel iki nedeni vardır. Bunlar; 1- Amerikan üreticilerinin Batı Avrupa pazarına olan uzaklıkları, 2- Amerika’lı üreticilerin İhracatlarını   ANSAC karteli üzerinden yapmaları, bunun karşısında Avrupa Birliği’nin ANSAC’ın bir kartel  ve bir ihracat tekeli olması niteliği nedeniyle  Batı Avrupa’da ürün satışını yasaklamasıdır. 

 Avrupa’da 1992 sonunda tek pazara geçişle birlikte, AT ülkeleri arasındaki ticareti olumsuz yönde etkileyici her türlü engelin kalkması sonucu, SOLVAY’ın tüm Batı Avrupa’ya yayılmış olan pazarlama/dağıtım sistemi şirketin tekel  konumunu daha da güçlendirmektedir. SOLVAY Batı Avrupa ihtiyacının yaklaşık %60-65’ini, İngiltere merkezli BRUNNER MOND ise, yaklaşık %20-25’ini karşılamaktadır. Diğer  soda külü üreticilerinin piyasa payları toplamı, %10-20 arasında değişmektedir.  

 Aşağıda bazı soda külü üreticilerinin 2000 yılı satışları görülmektedir.

  

ŞİRKET       ÜLKE    SODA KAP.   SATIŞLAR  (MİLYON TON)       (MİLYON$)

              Solvay Belçika    7.4                     8.108                             
FMC           ABD               4.8                         905     

General Chemical  ABD     2.63                        296     

Soda Sanayi  Türkiye        1.1                          162

  

 Kaynak: İş Yatırım Araştırma Müdürlüğü, Soda Sanayi şirket raporu, Zeynel Çağlar, 5 Ekim 2001.

  
2 Cİ BÖLÜMLE DEVAM EDECEK

..