16 Ocak 2021 Cumartesi

COVID-19 SONRASI, DEPRESYON, RESESYON VE KÜRESEL, YENİDEN YAPILANMA

COVID-19 SONRASI, DEPRESYON, RESESYON VE KÜRESEL, YENİDEN YAPILANMA 



Depresyon, Resesyon ve Küresel Yeniden Yapılanma, Dr. George FRIEDMAN, Jeopolitik, Ekonomi, Çin, Türkiye,




Dr. George FRIEDMAN, Geopolitical Futures Kurucusu ve Başkanı, ABD 
2019 Aralık ayı sonunda yayımlanan 2020 Tahmin Raporumuzda yılın çerçevesini üç büyük gücün çizeceğini öngörmüştük. İlk olarak, özellikle ağırlıklı şekilde ihracata bağımlı ülkeler olmak üzere, tüm ulusları etkileyecek bir döngüsel resesyon bekliyorduk. İkinci olarak ise, milliyetçiliğin ve uluslararası örgütlere karşı güvensizliğin artacağını tahmin ediyorduk. Bunun, resesyonun özellikle münferit uluslar ve bölgeler arasında farklı çıkarlar ve farklılıklar meydana getireceği Avrupa’da belirgin olmasını bekliyorduk. Brexit, bu anlamda Avrupa Birliği’nde ortaya çıkan tiyatronun sonuncu değil, sadece ilk perdesiydi. Üçüncü olarak, ABD’nin ulusal güvenlik odağını Çin ve Rusya’ya kaydırma sürecini 
hızlandıracağını ve diğer bölgelerde askeri varlığını azaltacağını tahmin ediyorduk. Buna ek olarak ABD’nin küresel çevreyi şekillendirmek için askeri gücü yerine ekonomik gücünü giderek daha fazla kullanacağını öngörmüştük. Birçok ülke 
ABD’ye sermaye ve ticaret bakımından bağımlı olduğu için bu, halihazırda Çin, İran ve Rusya'da olduğu gibi önemli bir araç haline gelecekti. Önde gelen ekonomik ve askeri güçte meydana gelen kaymalar, küresel sistemi diğer uluslardaki kaymalardan daima daha fazla etkiler. 
Sözkonusu tahminler temelde hatalı olmamakla birlikte, Çin’de ortaya çıkan küçük bir salgının daha sonra Koronavirüs pandemisine dönüşeceğini öngörmekte başarısız olmuştur. Pandemi resesyonu derinleştirdi, Avrupa gibi bölgelerdeki mevcut gerilimleri alevlendirdi ve ABD’nin askeri stratejisindeki değişiklikleri hızlandırdı. 
Salgınla ilişkili en önemli mesele, sözkonusu durumun sadece kötü bir resesyon mu yoksa bir depresyon mu olduğudur. 
Depresyonlar temel olarak resesyonlardan farklıdır. Resesyon konjonktür devrinin işleyişi için gerekli olan döngüsel bir olaydır. Öncelikli olarak zayıf işletmeleri başarısızlığa zorlayarak ekonomiye verimlilik dayatan ve sermayenin yeniden tahsis edilmesine imkan sağlayan finansal bir sınamadır. 

Depresyon ise finansal olmaktan ötedir. Ekonominin temel unsurlarının, sadece uzun vadede onarılabilecek şekilde tahrip edilmesine yol açar. Ekonomiyi önemli ölçüde küçültür ve işsizliği de aynı ölçüde artırır. Dolayısıyla depresyonun önemli siyasi sonuçları vardır. Resesyon ekonomi çerçevesinde kaymalara yol açabilir. 
Depresyon ise rejimin değişmesine sebep olabilir. Bu nedenle depresyon tamamen farklı bir olaydır ve kökeni ekonomi olmakla birlikte jeopolitik bir olaya dönüşen bir meseledir. 
Dünya 1920’den beri iki büyük depresyon geçirmiştir. İlki Birinci Dünya Savaşı’nın bitişiyle meydana gelmiştir ve Avrupa’nın genelini ve belirli bir zaman sonra ABD’yi etkisi altına almıştır. İlk depresyona neden olan unsurlar, Avrupa’nın 
fiziksel ekonomisinin yok edilmesi, iş gücünün tahrip edilerek kesintiye uğraması, Avrupa sanayisinin sivil kullanımdan askeri kullanıma geçişi ve eski hale dönmek için gerekli olan sermaye ve insan gücünün eksikliğiydi. Bu durum, özellikle terhis 
edilen askerleri kapsayan çok büyük bir işsizlikle sonuçlandı. 

İki savaş arasındaki kriz hem yenilgiye uğramış olan hem de galip gelen ülkeleri istikrarsızlaştırarak radikal siyasi güçlerin ortaya çıkmasına sebep oldu. Galip gelen ülkelerde bu kuvvetler kontrol altına alındı. Almanya ve Rusya gibi yenilgiye uğrayan ülkelerde veya İspanya ve İtalya gibi diğer ülkelerde depresyon, diğer ülkelerin suçlanması yoluyla destek kazanmaya odaklanılmasına neden olarak iç rejimde kaymalar oluşturdu. Avrupa’da savaşın neden olduğu derin ekonomik 
yıkımdan Hitler ve Lenin ortaya çıktı. 

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ikinci bir depresyon ortaya çıktı. Ekonominin yıkılması ve üretimin savaşa yönlendirilmesi, İngiltere’den Japonya’ya büyük bir sosyal ve siyasi felaket meydana getirdi. Bu iki şekilde kontrol altına alındı. İlk olarak ABD ve Sovyetler Birliği istikrarsızlığı bastırdı. Sovyetler güç tehdidiyle, Amerikalılar ise iyi gelişmiş iş gücünü kullanan sermayenin yardımıyla bunu gerçekleştirdi. Depresyonun niteliği ezici bir dış gücün dayatılmasına veya 
böyle bir gücün mevcut olmayışına bağlıdır. 

Koronavirüs pandemisi savaşlardan üç şekilde farklıdır. Birincisi, askeri bir sona ulaşmak için tasarlanmamış biyolojik bir olaydır. İkincisi, dünyadaki hemen hemen her ulusu etkilemiştir. Üçüncüsü, kendine özgü bir yıkım biçimine sahiptir. Siyasi-askeri bir eylem olmadığı için, Soğuk Savaş sırasında nükleer tehdidin ele alındığı gibi müzakereler yoluyla çözülemez. 
Küresel olduğu için de önceki depresyonlardan sonra olduğu gibi harekete geçecek istikrarlı bir platform yoktur. 
Tıbbi yatıştırma veya engelleme yöntemi mevcut değildir. Mevcut yegane strateji insanları birbirinden izole etmektir. Bu da işgücünü ekonomiden ayırarak ekonomiye benzersiz bir şekilde zarar verir. İşgücü ve müşteri eksikliği, Amerika Birleşik Devletleri’nde 1929 krizinde olduğu gibi, ekonomik sistemin ani bir düşüşe geçmesine neden olur. Ekonomi küçüldükçe işletmeler başarısız olur ve tecrit edilenler işsiz kalır. 1929’dan sonra Amerikan ekonomisi yaklaşık %30 oranında daraldı. 
Mart 2020’de tecrit başladığında, ekonomi %5 oranında daraldı. Yılın ilk çeyreğinin sonuna kadar, %15 oranında başka bir daralma daha olması muhtemel. Pandemi yılın üçüncü çeyreğine kadar devam ederse, ekonomik netice 1929’dakine 
benzer olacaktır. Hükümetler tarafından sermayenin küresel infüzyonunun gerçekleştirilmesi durumunda, meydana gelmesi muhtemel sermaye eksikliği sistemi yeniden canlandırmayı zorlaştıracaktır. Bu sürecin tıbbi bir çözüm yolu bulunmasıyla sona ermesi muhtemel olmakla birlikte, böyle bir tıbbi çözüm Haziran’da bulunsa bile, üretim ve dağıtım için gereken süre bizi yılın üçüncü çeyreğine itecektir. Dünya henüz ilk küresel depresyon dönemine girmemiş olsa da oraya doğru gidiyor. 

Öngörmüş olduğumuz resesyondan depresyona doğru ilerliyoruz. Bunu takip eden süreç çok büyük bir sosyal istikrarsızlık ve ekonomik felaket olur. Bu, rejimler çerçevesinde ve ötesinde siyasi gerilimlere yol açacaktır. 

Hükümetlerin kendi ulusal çıkarlarına odaklanmak zorunda kalması işbirliğini zorlaştıracaktır. Bunun yanı sıra, ülkeler dış tedarik zincirlerinin ve ithalata bağımlılığın oluşturduğu tehlikenin farkında oldukları için ulusal stratejiler diğer ülkelere daha ucuz üretim için oluşturulan bağımlılığı azaltarak ulusal güvenliği korumaya odaklanacaktır. 
Dünyaya baktığımızda, Çin’in azalan ihracatı ve ABD gümrük vergileri nedeniyle zaten sarsılmış olduğunu, Hong Kong’un iç belirsizliğin yanı sıra dış tüketimin azalması ve Çin tedarik zincirine karşı isteksizlikle boğuştuğunu fark ediyoruz. Halihazırda Rusya verimlilik düşüşüyle tetiklenen petrol fiyatlarındaki çöküşle uğraşıyor (petrol gayrisafi yurtiçi hasılasının yaklaşık %30’unu oluşturuyor). AB’de gördüğümüz ihtilaf, Almanya ve Kuzey Avrupa’nın, farklı ihtiyaçları olan Güney Avrupa ile yüzleşmesiyle arttı ve bu sırada Doğu Avrupa mesafesini korumaya devam ediyor. ABD ise dünyadaki rolünü değiştiriyor, çevresel alanlara karışmaktan kaçınıyor ve Çin ile Rusya gibi varoluşsal tehditlere odaklanıyor. 

Her şeyden önce, kendi ekonomik kriziyle başa çıkmak istiyor ve başka yerlerde sorumluluk almak istemiyor. İlk depresyon İkinci Dünya Savaşı’yla sonuçlandı, ikincisi ise Soğuk Savaş’la. Mevcut olanın ağır bir resesyon değil de bir depresyon olduğu ortaya çıkarsa, o zaman her bir hükümetin kendi ulusal çıkarlarına odaklanmasını bekleyebiliriz. Ayrıca, halihazırda ABD ve Çin arasında gördüğümüz gibi, uzun süredir var olan şüphecilik daha da derinleşebilir. Hiçbir hükümetin zayıf görünmek istemediği bir dünyada dış politika kendi başına bir servettir. 

Türkiye’nin durumu ise bambaşkadır. Türkiye’nin Doğu Akdeniz ve Libya’daki faaliyetleri büyük bir bölgesel güce dönüşme yolundaki uzun vadeli bir sürecin parçasıydı. Elbette ki Türkiye de tüm diğer ülkeler gibi pandemiden nasibini aldı. 
Fakat ABD’nin bölgeye olan ilgisi azalıyor ve Rusya da ciddi biçimde zayıflamış durumda. Mevcut durumun korunması olasılığı yüksek. ABD’nin yatırım ve ithalatı durdurarak Çin’i zayıflatma fırsatı olduğu gibi, Türkiye’nin de krizi, bölgeyi yeniden yapılandırmak için kullanma fırsatı mevcut. Ancak, ABD, Türkiye ve diğerleri için asıl mesele dış politika aracılığıyla uluslararası durumu idare ederken, içerideki gerilimi yönetmek olacak. 
Durumun sadece bir resesyon olduğu ortaya çıksa ve her şey eski haline dönse dahi, ülkeler içindeki ve arasındaki kırılma çizgileri belirginleşmiştir. Depresyondan kaçınabiliriz, ancak ülkelerin kendi çıkarlarına daha fazla odaklanmasından 
veya diğerler ülkelere olan aşırı bağımlılığa karşı şüphe duymalarından kaçınamayız. Bu olayla dünyanın öz güveni teste tabi tutulmuştur. Şimdi, sahip olduğumuzu düşündüğümüz seçeneklerin büyük güçler tarafından elimizden alınabileceğini keşfetmiş bulunuyoruz. 


***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder