6 Ocak 2021 Çarşamba

COVID-19 SONRASI DÖNEMDE YAKLAŞAN BAŞKALAŞIM

COVID-19 SONRASI DÖNEMDE  YAKLAŞAN BAŞKALAŞIM 




Eduardo 
DUHALDE 

Arjantin Eski Devlet Başkanı, Arjantin 

SAM Yayınları 
ANTALYA DiPLOMASi FORUMU
COVID-19 Sonrası Dünya: İşbirliği mi Rekabet mi? 

Uluslararası İşbirliği, Küresel Yönetişim, Küreselleşme ,Yaklaşan Başkalaşım ,
Eduardo DUHALDE,

İlk olarak, bu pandeminin 20. yüzyılın son birkaç on yıllık zaman diliminde dünyanın karşılaştığı mevcut sorunların üstüne yeni bir şey eklemediğini söylemek isterim. 
Her halükarda bu pandemi dünyadaki ekonomik düzeninin olağanüstü dramatik durumunu acı verici bir şekilde ifşa etmiştir. Bir örnek vermek gerekirse, bu düzen ülkeler ve halklar arasında insanlık tarihinin tamamında eşi benzeri görülmemiş bir ölçüde eşitsizliği de beraberinde getirmiştir. 

Bu anlamda, Zigmunt Bauman’ın COVID-19’un ortaya çıkmasından çok önce yaptığı şu uyarı düşündürücüdür: 

“ Cevaplardan daha fazla soru ve çözümlerden daha fazla sorunla göze çarpacak ve sürdüğü müddetçe son derece eşit bir başarı ve başarısızlık olasılığıyla ilerlemek zorunda kalacağımız uzun bir döneme hazırlıklı olmalıyız.” 
Veyahut Papa Francis’in, benim de hazır bulunduğum bir konuşmasında, küresel düzeyde acilen ele alınması gereken sorunları sıraladığında sarf ettiği şu sözleri düşünelim: “(…) yoksullar ile gezegenin kırılganlığı arasındaki yakın ilişki, 
dünyada her şeyin bağlantılı olduğu inancı, yeni paradigmaya ve teknolojiden gelen güç biçimlerine yönelik eleştiri, ekonomi ve ilerlemeyi anlamanın başka yollarını aramaya davet, her bir varlığın değeri, ekolojinin insani duygusu, samimi ve dürüst tartışmalara duyulan ihtiyaç, uluslararası ve yerel politikanın ciddi sorumluluğu, kullanılabilirlik kültürü ve yeni bir yaşam tarzı önerisi.” 

2019’da Türk makamları beni İstanbul’daki “Küreselleşme Krizi: Riskler ve Fırsatlar” konulu TRT Dünya Forumu’nda fikirlerimi sunmaya davet etme nezaketini gösterdiler. Orada katıldığım tartışmada genel anlamda dünyanın daha iyi olduğunu ifade eden prestijli katılımcılarla aynı fikirde değildim. Her zaman söylediğimi söyledim: “Biz daha iyi değiliz. Daha kötüyüz. Dünya, özellikle de gençler, bize açık bir şekilde alarm veriyor ve uyumsuzluk belirtileri gösteriyor. 
Bir çağ ve paradigma değişikliği ile karşı karşıyayız ve bunu ne kadar çabuk kabullenirsek, o kadar iyi olacaktır.” 

Tüm bu giriş bölümünün amacı, pandemi ortaya çıkmakta olan kaçınılmaz dönüşümleri hızlandırdığı takdirde, belki de çok fazla acı ve yalnızlığın beraberinde gelebileceğini belirtmektedir. 

Bugün herkes pandemi sonrası dönemin “yeni bir normallik” olacağını kabul etmiş görünüyor ve sahip olunan görüşe bağlı olarak çeşitli “değişiklikler” sıralanıyor. “Değişiklikler” üzerine düşünmenin gerçekte ne olacağına dair bir ipucu vermediği ni düşünüyorum. Ulrich Beck’in klasik tanımına göre “Temel kavramlar ve onları destekleyen kesinlikler sabit kalırken, değişim, modernliğin karakteristik bir geleceğine, yani kalıcı dönüşüme odaklanmaktadır. 

Aksine, başkalaşım modern toplumun bu kesinliklerini istikrarsızlaştırmaktadır. (…) Başkalaşım (…) basit bir şekilde, dün düşünülemez olanın bugün gerçek ve mümkün olduğu anlamına gelir.” 

Bu yüzden, gerçekleşecek olanı net bir şekilde ele almak neredeyse imkansızdır. Bununla birlikte, tek bildiğimiz insanlığın bu krizden girdiğinden daha iyi bir şekilde çıkması için neyin meydana gelmesinin arzu edildiğidir. 

Eksik ama yararlı bir gündem, dönüşüm olmadığı sürece kaybedenlerin her zamanki gibi aynı kesimler olduğudur: yoksullar, fırsatlardan dışlananlar, dijital olarak ötekileştirilenler ve göçmenler. Bunlara, bugün istikrarsız olan ancak ilerlemek için mücadele eden, daha evrensel ve erişilebilir bir eğitimin yanı sıra kamu refahı politikaları ve uluslararası ticaret sayesinde istihdamda yaşanan yeni bir büyüme ile sağlanan bazı fırsatlarla güçlenen orta sınıflar da katılacaktır. 
Dünya hükümetleri bu gerçeği kabullenerek, en dezavantajlı insanların hayatta kalmasını sağlamak için olumsuz etkileri önleyen veya en azından yumuşatan finansal yardım araçlarının kullanımını, bir ülkenin veya bölgenin istisnasız 
tüm sakinlerine ulaşabilen sağlık sistemlerinin oluşturulmasını, çevrenin ve doğal kaynakların sıkı bir şekilde korunmasını, yenilenebilir enerjilerin kullanımını ve geliştirilmesini, dünya ekonomisinin öncelikli olarak üretime odaklanarak 
dönüştürülmesini, diğer insanların kaynaklarını gasp etmek için tefeciliğin ve büyüme için zorunlu tüketiminin bir araç olarak kullanılmasının engellenmesini hedeflemelidirler. 

Açıkçası bu durum, dünyanın mülksüzleşmiş kesiminin, Papa Francis’in tabiriyle “harcananların” yaşam kalitesini yükselterek ve onları ayrıcalıklı azınlığa yakınlaştırarak sosyal piramidin düzleştirilmesini zorunlu kılacaktır. 

Elbette, bu boyutlarda bir değişimin yaşanması küresel yönetişimde derin değişiklikler olmasıyla mümkündür. Bunun için de, BM’nin reforma tabi tutulması, Latin Amerika’da ve diğer bölgelerde etkili bir bütünleşmenin sağlanması, Avrupa 
entegrasyonunun gözden geçirilmesi ve bu temelde yeni bir uluslararası işbirliği paradigmasının tanımlanması gereklidir. 

2030 Sürdürülebilir Kalkınma Gündemi veya kalkınmanın finansmanına yönelik Addis Ababa Eylem Planı gibi uluslararası toplum tarafından önerilen taahhütlere ve bu dönüşümler sonucunda ortaya çıkacak benzer girişimlere güçlü destek verilmesi de gereklidir. Bütün bunlar bizi yeni bir küresel yönetişim kurmak için gerekli bir adım olan “küresel siyasi toplumun” doğuşuna ve gelecekte bu büyüklükteki krizlerle mücadele etmenin tek yolu olan küresel dayanışmaya yaklaştırmalıdır. 

Bunu yapabilir miyiz yoksa hiçbir şeyin değişmemesi için bir şeyleri “değiştirme”ye yönelik kolay yolu mu seçeriz? 

Seçim bizim. 
Bir kez daha Bauman’ın söylediği gibi; “Dünya’nın sakinleri olan biz insanlar, kendimizi (tarihte her zamankinden daha fazla) gerçek bir ikilemde buluyoruz: ya el ele vereceğiz ya da aynı devasa toplu mezarda kendi cenaze törenimize katılacağız.” 

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder