11 Ocak 2021 Pazartesi

COVID-19 VE AVRUPA: JEOPOLİTİK BİR MEGAFON ARAYIŞI

COVID-19 VE AVRUPA: JEOPOLİTİK BİR MEGAFON ARAYIŞI 




Jeopolitik Bir Megafon Arayışı 
Teresa CORATELLA 

Avrupa Dış İlişkiler Konseyi Roma  Ofisi Program Yöneticisi, İtalya 
Avrupa Birliği, Çatışma,  Çok Taraflılık, COVID-19, Teresa CORATELLA, Jeopolitik, Bir Megafon Arayışı, 


COVID-19 krizi artık üçüncü aşamasına girmektedir. İlki, Avrupa’daki ve dünyanın diğer bölgelerindeki insanların ayırım gözetmeyen, kural tanımayan, güçlü ve görünmez bir tehditle karşı karşıya kaldıkları acil tıbbi müdahale aşamasıydı. İkincisi, bütün dünyada hükümetlerin salgının yol açacağı uzun vadeli sonuçlara dair göstergelerin tedrici olarak ortaya çıkmakta olduğu ve ekonomik toparlanma konusunda net adımlar atılamadığı, benzeri görülmemiş bir ekonomik krizle başa çıkmaya çalıştıkları aşamadır. 
Üçüncü aşama ise, dünya liderlerinin ülkelerini bu süreçte siyaseten ayakta tutmalarını, bir başka deyişle COVID-19’un şekillendirmeye başladığı yeni küresel düzende yeni bir rol ve devlet aklı bulmaya yönelik bir strateji arayışına girdikleri siyasi kriz dönemidir. 
Bu yeni küresel düzende, ABD’nin COVID-19’un yayılmasında sorumluluğu bulunduğu suçlamasına dayalı yeni Çin söylemi, zaten istikrarsız bir ekonomik ve iç siyasi yapısı bulunan ve COVID-19’un zayıflattığı Rusya için yeni bir rol, virüsün etkileri henüz tam olarak ortaya çıkmamış olsa da sarsılmış bir Afrika kıtası ve ekonomik genişleme planlarını rafa kaldırmak zorunda kalan zayıflamış Asya ülkeleri görünmektedir. 
Bütün bunlar içerisinde AB’nin konumu nedir? Avrupa şu anda acil ekonomik toparlanma plan ve girişimleri ile derin siyasi görüş ayrılıkları arasında bir yerlerde kaybettiği jeopolitik megafonunu arıyor. 
COVID-19 krizi halının altına süpürülerek bugüne kadar saklanmış zaafları ve fay hatlarını birçok AB üyesi devlette gün yüzüne çıkartmaya başlamıştır. 
AB’nin yeni “jeopolitik” Komisyonu tarafından siyasi ivme kazandırılan güçlü Avrupalılık yaklaşımının rafa kalktığını ve yerini siyasi çatışmaya, beraberlik ve dayanışma yoksunluğuna bıraktığını görüyoruz. Birçok Avrupalı Kuzey-Güney bölünmesinin 2011 ekonomik ve mali krizinin sona ermesiyle birlikte gündemden düşerek bittiğini ummuş ve düşünmüştü. Ne yazık ki, yaklaşık on yıl sonra ve COVID-19 salgınının çıkagelmesiyle bu tür durumlara özgü geleneksel 
bölünmenin, itham etme alışkanlığının ve diyalog eksikliğinin yeniden su yüzüne çıktığını görüyoruz. Daha şimdiden Kuzey-Güney ayrışmasının ötesinde, Doğu ile Batı’nın, Kuzey ile Doğu’nun, Doğu ile Güney’in hatta şaşırtıcı bir biçimde 
Kuzey’in ve Güney’in kendi içlerinde çatıştığını gösteren yeni bir tür söylemle karşı karşıyayız. 
Avrupa’nın içinde kurucu üyeleri ve en büyük ekonomileri arasındaki bu dayanışma eksikliği daha da kötü bir senaryoyu, Avrupa siyasi projesinin geleceği konusundaki vizyon eksikliğini işaret ediyor. Avrupa küresel, bölgesel ve iç 
yapısı bağlamında kendini nasıl konumlandırmak istiyor? 
İlk olarak,  AB’nin iç düzeninde, Orban’ın Macaristan’ı ve Kaczynski’nin Polonya’sında yaşandığı üzere bazı üye devletlerdeki demokratik sapmaların yol açtığı “kontrollü bir anarşi” görüyoruz. Üstelik bu konuda AB son derece çekingen 
bir genel yaklaşım izlemektedir. Ayrıca, geleneksel Kuzey-Güney karşıtlığını daha da derinleştirebilecek yeni bir unsur olarak İtalya, İspanya ve Fransa gibi COVID-19’dan en fazla etkilenen, ekonomik açıdan nispeten zayıflamış ve AB’nin 
güneyinde yer alan ülkelerin içinde bulunduğu yeni bir coğrafi bölünmeyle karşı karşıyayız. Ayrıca siyasi ve toplumsal dayanışma yerine, ekonomik sağlamlığı öne çıkaran Kuzey ülkeleri var. 
İkinci olarak, AB’nin yakın coğrafyasında göç sorunu, Yemen’deki insani felaket, Suriye iç savaşı, Libya’daki savaş, İran dosyası, Kuzey Afrika’nın yeni ve darbeye açık demokrasilerinin yanısıra güçlenen otokrasilerinden oluşan çözülmemiş 
sorunların mevcudiyetini ve Brüksel’in bunlara ilgisizliğini görüyoruz. Avrupa COVID-19 acil tıbbi müdahale kâbusundan uyanıp ekonomik toparlanma planlarını gereği gibi yürütmeye başlayabildiğinde, bu coğrafyada ABD ile beraber sahip olduğu yerin ve nüfuzunun başkaları tarafından devralındığını görme tehlikesiyle karşı karşıya kaldığını görecektir. Güney-Doğu boyutunda, Avrupa tarihinin her zaman parçası olan ve AB’ye katılımları konusunda güvenilir adaylar olduklarının teslim edilmesini isteyen Batı Balkanlar ile Avrupa’nın belirsiz vizyon ve stratejisinden hayal kırıklığına uğramış, siyaseten zayıf durumdaki Ukrayna için de aynı durum geçerlidir. 

Üçüncü olarak,  AB’nin küresel ölçekteki konumu gelmektedir. Mevcut çok taraflı düzen COVID-19 krizinin yarattığı toplumsal, ekonomik ve siyasi sorunlarla baş edebilmek için şiddetle ihtiyaç duyulan ortak kararların alınamadığı, birlikte hareket edilemediği ve bu haliyle sürdürülebilir görünmeyen bir durum sergilemektedir. Bu küresel senaryoda Avrupa, diğer büyük güçler gibi tıkanmış ve hareketsiz kalmıştır. Eğer Avrupalı liderler masada somut bir plan bulunduğunu vatandaşlarına gösterecek şekilde gerekli tedbirlere ve eylemlere başvurmazlarsa, bu durumun yol açacağı sonuçları tahmin edebilmek hiç de güç olmayacaktır. 
Her şeyden önce, Avrupa vatandaşları Avrupa projesine olan inançlarını yitirebilir ve bugün Avrupa karşıtı siyasi beyanlarla tezahür eden katıksız ulus devlet ayarlarına geri dönebilirler. Brexit’le yaşananlar bugün çok geride kalmış 
gözükse de, özellikle vatandaşların AB kurumları ve siyasi liderleri tarafından ihmal edildikleri hissine kapıldıkları ülkelerde aynı süreç kolaylıkla tekrarlanabilir. COVID-19’un yayılışından ilk etkilenen ülke İtalya’yla ilgili olarak Bayan 
Lagarde ve Başkan Von der Leyden’in ilk tepkilerini hiç kimse bir çırpıda unutamayacaktır. Ulus devletlerin tedarikçi ve ortakları konumundaki küresel güçlerle ilişkilerinde müşterek strateji ve plan yapmak yerine ikili ilişkilerini öncelemeyi tercih edeceklerini görebiliriz. 

İkinci olarak, yeni AB Komisyonu tarafından duyurulan, içinde sadece miat ve standartlardan öte, mevcut çevre mevzuatı, uzun vadeli hedef ve altyapıların radikal biçimde değiştirilmesi ile yenilikçi ve iddialı “AB Yeşil Anlaşması”nın 
(Green Deal) da bulunduğu, cesur ve mantıksız planların geçici bir süre için ertelenmesi veya buna mecbur kalınması riski mevcuttur. 
Üçüncü olarak, AB hayati bir jeopolitik ivmeyi kaybetme riskiyle karşı karşıyadır. COVID-19 krizi İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana Avrupa’nın yaşadığı en ağır krizdir. Avrupa projesi barışı güvence altına almak, savaş, eşitsizlik, ayrımcılık ve yıkıcı iç çatışmaların bir daha yaşanmamasını sağlamak için ortaya atılmıştı. Avrupalı liderler ve siyasetçiler her zaman öngörüyle hareket etmeseler de, bunu sağlamakta başarılı oldular. Avrupa eğer iddialı ve cesur bir tavır benimsemez ise günün sonunda yine eşitsizlik, ayrımcılık ve yıkıcı iç çatışmalarla kolayca 
karşı karşıya kalabiliriz. 

COVID-19 krizi Avrupa için şaşırtıcı biçimde yeni değerler, dayanışma ve iddialı toplumsal ve ekonomik girişimlere dayanan yeni bir başlangıcı da temsil ediyor olabilir. Avrupa bütün bunları yapabilmek için öncelikle bir büyük güç olarak telakki edilmeyi isteyip istemediğine karar vermelidir. 
Avrupa bu konuda karar verdikten sonra diyaloğa girilebilecek, siyasi ve ekonomik çıkarları, ama hepsinden önemlisi vatandaşlarının çıkarları için müzakere edebilecek, güvenilir ve sağlam bir muhatap rolünü sağlamlaştırmaya yönelik bütün somut adımları atmalıdır. Avrupa bunu gerçekleştirmek, mesajını yaymak ve sesini yeniden şekillenen çok taraflı düzende duyurabilmek için şiddetle yeni bir megafona ihtiyaç duymaktadır. 

Not: Herkes bu sınamanın sadece Avrupa boyutuyla ilgilenmemelidir. Dünyadaki bütün oyuncular ve küresel taraflar aynı sınamalarla ve zorluklarla 
karşı karşıyadırlar. 

*** 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder