çin etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
çin etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

22 Mart 2021 Pazartesi

Çin’in Başarısının sırrı Teşhis, Takip, Tecrit ve Tedavi.,

Çin’in Başarısının sırrı Teşhis, Takip, Tecrit ve Tedavi.,


Prof. Dr. Sema Kalaycıoğlu,
Prof. Dr. Sema Kalaycıoğlu, “ Çin’in açıkladığı resmi rakamlarla ilgili kuşkular hala sürüyor. Ama muhtemelen teşhis, takip, tecrit ve tedavide uyguladıkları 
yöntemler açısından, dünyaya verecekleri birkaç ipucu olabilir” dedi.
14 Mayıs 2020 Perşembe 13:02

Prof. Dr. Sema Kalaycıoğlu,

GİRAY DUDA

Global çaptaki güncel gelişmeleri yakından izleyen Prof. Dr. Sema Kalaycıoğlu, Çin’in, Kovid-19 virüsü ile verdiği mücadeleyi geçmişteki tecrübelere dayalı sistemli bir çaba ile kazandığını belirtiyor. Global stratejist, Çin uzmanı Kalaycıoğlu ile Çin, ABD ve Avrupa Birliği’nin salgın karşısındaki güç, yetenek ve tavırlarını konuştuk.

- Sayın Kalaycıoğlu, korona virüsün dünyaya yayıldığı Çin’deki salgın dönemi bize büyük umutsuzluk veren bir görüntü ortaya koyuyordu. Yaklaşık 2 aylık sürede salgının bastırıldığı, bu görüşmemizi yaptığımız dönemde 8 gün boyunca Kovid-19’dan kimsenin ölmediği açıklandı. Bu sonuca bu kadar hızlı nasıl ulaştılar?
- Haklısınız. Dünyanın gecikerek öğrendiği salgın, özellikle Çin gibi dünyanın etrafında günde 24 saat dörtnala koşan ve diğer ülkeleri de peşinden koşturan bir ülke için umut kırıcı bir görünüm oldu. Ama Çin hem tarihinde nice salgın ve felaketlerle karşılaşmış bir ülke olarak Kovid-19’a pabuç bırakmayacak kadar güçlü ve kararlı, hem de felaketleri fırsata çevirme alışkanlığı binlerce yıllık tarihinin imbiğinden süzülmüş bir kültür olarak bunun da üstesinden geldi.
Yine de açıklanan resmi rakamlarla ilgili kuşkular hala sürüyor. Salgının ilk dalgasında, Şubat ayı itibarı ile resmi olarak 55.000 olarak duyduğumuz vaka sayısının gerçekte 232.000 civarında olabileceği düşünülüyor. Çin, en son 23 Nisan 2020 itibarı ile 83.000 vaka, 77.346 iyileşen hasta ve toplam 4.642 ölüm bildirdi. Aynı tarihte virüsün küresel olarak bulaştığı insan sayısının 2.9 milyona ulaştığı, en az 196.000 insanın öldüğü ve781.000 hastanın iyileştiği hatırlanacak olursa, yeni vakaların gelmediği (Rusya sınırındaki birkaç parlama dışında) Çin’in bunu en az hasarla atlatan ülkelerin başında geldiği düşünülebilir.

TEŞHİS, TAKİP, TECRİT VE TEDAVİ BAŞARISI

9.6 Milyon kilometrekarelik bir yüzölçümü ve 2019 itibarı ile nüfusu 1 milyar 435 milyona ulaşan bu Dev Ülke bunu nasıl başardı? Bu kadar uzaktan, bu kadar sınırlı bilgi ile üstelik rakamların gerçekleri ne kadar yansıtıp yansıtmadığından emin olmadıkça bunu açıklayabilmek mümkün değil. Ama muhtemelen teşhis, takip, tecrit ve tedavide uyguladıkları yöntemler açısından, dünyaya verecekleri birkaç ipucu olabilir. Tabii her an kendisini Kuzey Kore’den gelebilecek bir biyolojik saldırıya karşı teyakkuz halinde bulunduran Güney Kore’nin de. Yine başarılı örnekler arasında gözüken Yeni Zelanda ve Arjantin’e de dikkatle bakmak gerek. Neyi daha doğru yaptılar acaba?

ABD ARTIK DÜZENLİ, ORGANİZE ÜLKE DEĞİL

- Dünyayı en çok şaşırtan gelişme de ABD’nin korona virüsü karşısındaki zayıflığı, çaresizliği ve hastalık ile ölüm sayılarının çok yüksek sayılara çıkmasıydı. Dünyanın süper gücündeki bu olumsuzluğu nasıl değerlendiriyorsunuz?
- Korona virüsü gayet adil davranarak her ülkenin kapısını çaldı. Tabii rakamlar doğruysa çaldığı ilk kapı yüzüne çabuk kapandı. Çin’in toparlanmaya başlaması, hem ümit hem de ibret verici. Ama yola “America First” diye çıkıp, durduğu yerde dünyanın tabutuna çivi çakmaya kalkan Trump’a en iyi dersi Korona veriyor. Dünyanın 1 numaralı ülkesi ABD, Koronalı hasta ve ölüm sayısı açısından şu anda dünya birincisi. 2016 da yuttuğu büyük lokmayı hala hazmedemeyen Trump ya çok büyük konuştu veya Çin’in ahı tuttu.
Açıkçası bu benim 1970’li yıllardan beri tanıdığım, düzenli, organize, sağlık alt yapısı güçlü ABD değil. Daha zengin Amerika, daha yaşanabilir bir ülke olmaktan çoktandır uzaklaştı. Federal ve yerele ağırlık veren ülkede, hala büyük ölçek ve gelir dağılımı eşitsizliklerine yeterince önem vermemesi buna neden olduğu gibi, böyle bir beklenmedik salgın baskınında, eyaletlerin, kendi göbeğini kesmesinin değil, merkezi bir eş güdümün eksikliği hissedildi. Bu bağlamda, sık sık dile getirilen hatalar arasında, merkezi önlemlerle, hemen sınırların kapanmamış olması.

LAUBALİ LİDERLİK SORUNU

Laubali ve bir şey bilmediğini bilmez ama her işe karışır bir başkan ve ekibinin sorumsuz davranışları, Amerika’yı salgının yayılması açısından dünya birincisi yaptı. Ama bu kötü bir birincilik çünkü dünyanın 1 numaralı ülkesinde maske ve sıhhi eldiven bulunmuyor. Vantilasyon aletleri eksik, halkın çoğunluğu herhangi bir sağlık koruma şemsiyesinden yoksun. Böyle bir ABD, 21. Yüzyılın yüzkarası değilse, Rusya ve Çin için istihza malzemesi.

Hemen her akşam, hem New York valisi Cuomo’nın samimi yetersizlik raporlarını, Trump’ın insanlara, kendilerini, deterjan, çamaşır suyu veya dezenfektan içerek tedavi etmelerini telkin eden çözüm önerilerini, WHO’ya saldırıp, fonlarını keserek bir uluslararası kurumu daha rayından çıkarma çabalarını ibretle izliyorum. Bir taraftan “ne oldum dememeli, ne olacağım demeli” sözünün anlamını şimdi daha iyi takdir ediyorum. Öte yandan bu salgın eğer bir yıl önce olsaydı, New York valisi, 3 Kasım 2020 seçimleri için iyi bir demokrat başkan adayı olabilirdi diye düşünmekten kendimi alamıyorum.

TÖKEZLEYEN ABD EKONOMİSİ.,

Trump’ın sadece kendi sayesinde olmuş gibi övündüğü istihdam ve verimlilik salgın yüzünden tökezliyor. Federal hükümet hemen vatandaşlarına büyüklere 1000 çocuklara 500 dolarlık çek yolladı. 25 Nisan 2020 itibarı ile 88.1 milyon Amerikalıya, 158 milyar dolarlık bir ödeme yapıldığı açıklanmış durumda. Federal bütçeden hane halkı ve işletmelere yapılan destekler nedeni ile 2020 yılında bütçe açığının GSYİ hasılanın yüzde 15’ine ulaşacağı düşünülüyor. Eyalet bütçeleri de 2020 sonunda ciddi açıklar vereceğe benzer. Tabii yüksek gelir gruplarının vergilerini düşüren Trump, Kasım 2020’de yeniden seçilmezse, yerine Ocak 21’de gelecek demokrat başkanın yeniden vergi artırımına gitmesi, ülkede epey tepki toplayacaktır.



FED ZATEN ÖNLEM ALMAYA BAŞLAMIŞTI.,

Diğer dünya merkez bankaları gibi, hatta onlardan bile önce FED (Federal Rezerve), tahvil ve riskli risksiz borç senetlerini satın alarak, piyasaya can suyu yetiştirmeye, faizleri indirerek, likidite şırınga etmeye başladı. Amaç zaten durgunluk tehlikesi sinyalleri enflasyon oranının üzerinden bir türlü kalmayan durumu düzeltmek.

ADB ‘BÜYÜK BUHRAN’DAN DAHA ŞANSLI.,

- ABD eski gücüne nasıl ve ne kadar zamanda kavuşabilir? ABD Başkanı Donald Trump’ın seçim kampanyası bu salgından nasıl etkilenir?
- Dünya 1929 buhranının üstesinden Keynes’in ekonomiye kamu müdahalesi önerisi ile aştı. 1934 -1939 arasında Franklin Delano Roosevelt’in hayata geçirdiği New Deal (Yeni Uygulama) ile ABD tam 10 yılda depresyondan çıktığı gibi, İngiltere’ye de önderlik etti. Sonrası zaten bir başka büyük savaştı. O zor günlerin know-how’ı şimdi ellerinde. Zaten şimdi onun için her yerde ekonomide kamu önderliğini görüyoruz. Bu bağlamda, mali ve parasal genişleme, hane halkı ve şirketlere verilen destekler, vergi borcu ertelemeleri, tahvil satın alma yolu ile ekonomiye likidite sağlamak yanı sıra gıda ve ilaç yardımı gibi ayni yöntemler, merkez bankaları, maliye otoriteleri ve yerel yönetimler tarafından seferber edilmiş durumda.

İŞBİRLİĞİNE HAZIR BİR DÜNYANIN OLMASI BÜYÜK ŞANS.,

Bugün durgunluğa girmek üzereyken Kovid-19 fırtınasına yakalanan ABD ve diğer ülkeler, 1929’da olduklarından daha şanslı. Evet, insanlar daha hareketli, sınırlar daha açık olduğu için Korona gibi salgınlar ve ekonomik krizler, eskisinden daha kolay yayılmakta. Ama şimdi iletişim ile bilgi hızla yayılmakta, durum tespiti, korunma yöntemi, teşhis ve tedavi paylaşımı açısından işbirliği daha kolay. Ayrıca Trump, ne kadar yıpratmaya çalışsa da büyük buhran ve sonrasında olmayan IMF ve Dünya Bankası gibi iki uluslararası kurum var. Kurumsallaşmış G7, G8, G20 gibi işbirliği kuruluşları şimdi önemli fark. Olağanüstü durumlarda işbirliğine hazır bir dünyanın olması da her ülke gibi ABD’nin de şansı.

2021’DE NORMALLEŞME YOLUNA GİREBİLİR.,

Ama belki Amerika’nın en büyük tarihi şansızlığı Trump gibi bir başkan ile bu krizin girdabına kapılmamak için mücadele etmek mecburiyetinde olması. Eğer ABD Trump ve ekibine rağmen kurumlarını ve kurum geleneklerini keyfilikten koruyabilirse, ayrıca yürürlüğe konulan ulusal ve uluslararası önlem paketleri ile 2021’de ekonomi çarklarını yeniden döndürmeye başlarsa normalleşme yolağına girebilir. ABD için bu, ekonominin tedricen açılmaya başlayabileceği Haziran 2020’den önce olmaz. Ancak içine düşülen çukurdan çıkışın eş anlı olması beklenmemeli.
ABD ekonomisi, kendine yeter bir ekonomidir. Buna rağmen ticaret ortaklarının da normalleşmesi, ABD’nin de normalleşme hızını arttıracaktır. Bu söylediğime, Trump’ın ticaret savaşına girdiği Çin’in normalleşmesi de dâhil. Kaldı ki, 2020’yi her halükarda kayıp kapatacak olan Çin, 2021’den itibaren işlerini tekrar rayına oturtur ve dünyanın bu defa önce dev forklifti, sonra yine güçlü bir lokomotifi olursa, ABD de eski gücünü yine kazanır. Küreselleşme birbirine göbekten bağlı bir dünya düzeni yarattı. Bunu virüsün bile değiştirmesi kolay değil. Ama yine de iş ki, virüs ikinci kez dünyayı kalbinden vurmasın.

AB ÜLKELERİ İYİ GÜNLERDE DOST.,

- İkinci şaşkınlığı da Avrupa Birliği’nde yaşadık. Her konuda öncü niteliğiyle dünyaya yol gösteren, ders veren AB’nin salgın karşısında deyim yerindeyse parçalandığını izledik. Her ülke kendi başının çaresine düştü. AB’nin birlik yapısına aykırı bu kötü görüntüsünün nedenleri neydi? Bundan sonra AB’yi nasıl sorunlar bekliyor?
- Avrupa Birliği’nin (AB) ise, iyi günlerde dost, ama zor günlerde yolları ayrılan 27 ülkeli bir topluluk olduğu anlaşıldı. Oysa kötü günleri birlikte aşmak için kurulmuş, daha iyi günler için ortak politikalar, standartlar üretmiş, bunları yönetmek için iyi kötü çalışan kurumlar kurmuşlardı. Devasa bir ortak bütçe oluşturmuş, dünyanın para sahnesine 1999 dan bu yana çıkardıkları para birimleri Euro, tüm rezerv para birimlerine rakip hale gelmişti. Bugüne kadar birçok sistemik kriz atlattılar, sorunları aşmak için zirveler toplayıp, önlerine hedefler koyup ölçüt belirlediler. Yarattıkları para alanında birçok para disiplini yöntemi uyguladılar. Buna rağmen kurallara uymayanları yola getiremeyince 2009 da peş peşe gelen İrlanda, İspanya, Portekiz, İtalya ve Yunanistan’daki mali çöküntüyü bir süre uzaktan izleseler bile, ele güne ayıp olmasın diye çukurun dibinden çıkarmak için destekler verdiler.


SALGIN GÜNDEMLERİNE GEÇ DÜŞTÜ.,

Onların aralarını açan en önemli konu göçmen ve mülteciler oldu. Zor günlerde oradan buradan çıkan “Euro alanından ayrılırız ha!” çoğu kez sadece tehditten ibaret kaldı. Ama 2016 ve sonrasında Brexit ile yaşanan depremin moral çöküntüsünü atlatmaları pek kolay olmayacak. Çünkü bu AB’nin geleceği açısından umut kırıcı derken, bu defa Covid-19 vurdu. AB alanı da zaten bir durgunluğun eşiğindeydi. AB merkez bankasının artık yatırım ve harcamaları teşvik etmediği faiz indirimleri ve üye ülkelerden tahvil alımları ile durumu rahatlatmaya çalışıyordu. Ortak bir maliye politikaları olmadığı için, vergi indirimleri ile piyasayı canlandırma girişimleri bir koordinasyon gerektirmese bile eminim mali önlemleri eş anlı hale getirmek için üye ülke maliye bakanları konseyi toplantılarında bazı görüş alış verişleri yapıyorlardı. Virüs çarpmasına işte bu atmosferde yakalandılar. Salgın gündemlerine gecikerek düştü.

AB DOĞAL AFETLERDE SORUNLU.,

Kuruldukları andan itibaren “iyi günde, kötü günde ve sağlıkta” birlikte olma yemini etmişlerdi de doğal afet ve hastalık zamanları için birbirlerine verilmiş sözleri yok muydu? Acaba o yüzden mi 1997 Assisi depreminde İtalya’yı, 2001 Şap (Foot and Mouth Disease) salgınında İngiltere’yi kendi başlarına bırakmışlardı? İşte yine salgını güneyden kaptıklarında, İtalya ve İspanya’yı kendi başlarına bıraktılar. Ne yapabilirdi bu konuda Brüksel? Bu sorunun bir cevabı da aslında pek yok. Sağlık standartlarına uyulmadığı konusunda ihtar verecek halleri yoktu ki! Karantina sürelerini uyumlaştırmaya da vakit kalmamıştı. AB Schengen bölgesinin açık sınırlarında dolaşım serbestisini askıya alamazlardı. Kaldı ki, hem Schengen bölgesi, hem de para alanı dışında bulunan Birleşik Krallık (BK) virüsün hedefine Brexit’in banisi olmasa bile ateşli uygulayıcısı olan Boris Johnson ile girdi. Üstelik kendisi de hastalanarak.

TEŞHİSTE GECİKTİ, TECRİDİ İYİ UYGULADI.,

Neden İtalya ve İspanya bir anda Covid-19’a bulandı da, Yunanistan çabucak işin içinden çıktı? Bunun da cevabını şu aşamada vermek zor. Ama AB ve İngiltere’nin ortak sorunu, virüsü hafife almak, yayılmasına göz ucu ile bakmak ve vaka sayılarını tahmin edememek, yanlış saymak ve ölüm sayılarını karıştırmak olarak düşünülebilir. Teşhiste geciken AB bölgesi, tecridi ABD’ye göre daha iyi uyguladı. Ama hala gök güzünde görülen ilk güneş ışıltısı ile parklara, çayırlara yayılan maskesiz insanlar, birbirlerine uzak dursalar bile virüse meydan okuyor havasındalar. Yine de geçen yılın 4. Çeyreğine nazaran yüzde 1 büyümüş Euro alanı, bu yılın il çeyreğinde sadece yüzde 0.4 GSYİH artışı kaydetti. 2020 yılını ise yüzde -5.9 küçülme ile atlatırsa ne ala. Ama halen yüzde 7.3 olarak kaydedilen işsizlik, tek hanede kalmayacak, desteklere rağmen iflas ve iş yeri kapanmaları işsizliği çift haneli rakamlara taşıyacaktır. Şu anda yüzde 0.7 oranında olan fiyat artışlarının ise 2020 sonunda yüzde 0.3 indirmesi paçayı ekonomik durgunluğa iyice kaptırdıklarının kanıtı olacaktır.

DÜNYA EKONOMİSİ KÜÇÜLECEK.,

- IMF ve Dünya Bankası, 2020 başlarında genel bir yavaşlamanın açıklamalarını yapıyorlardı. Şimdi de beklenmeyen bir salgının öldürücü etkisi her yanı sardı. Küresel çapta bizi neler bekliyor?
- Haklısınız, hem IMF, hem de dünya Bankası, genel eğilimlere, ticaret savaşlarının da etkisini hesaba katarak 2020’nin büyümenin yavaşlayacağı bir yıl olacağını açıklıyorlardı. Ama pandemi bu kehanetin üzerine tüy dikti. Şimdi artık salgınla beraber artan beşeri maliyetin büyüme, istihdam ve gelir üzerindeki olası etkisini telaffuz etmeye başladılar. İlk değerlendirmelere göre tahmin bu yıl yüzde -3 bir daralma olacağı üzerine. Ama eğer yılın ikinci yarısında kapanan ekonomiler yavaş yavaş açılırsa biraz daha iyimser olunabileceğini açıklıyorlar. Ancak umut 2021’de. Salgın gelecek sonbahar ve kış yeni bir dalga ile saldırmazsa, 2021’de yüzde 5-6 arası bir küresel büyümenin kayıp yılı telafi etmeye başlayacağı düşünülüyor. Her iki kurum da kendi üzerlerine düşeni yapmaya gayret ediyor.
Bu bağlamda, IMF 1 trilyon dolar borç verme kapasitesi ile üyelerine acil likidite akıtacağını açıkladı. Sadece 100 milyarlık bir fonu, acilen seferber ettiği gibi, Özel Çekiş (SDR) haklarından da imkân kullandıracağını açıkladı. Dikkat edin Mart ayından bu yana, sanal da olsa kolları sıvadılar. Özellikle salgın ve ekonomik yükü altında en fazla ezilen 25 ülkeye hemen “olağanüstü zaman” (Catastrophe Containment and Relief) kredileri tahsis edip, borç taksit ve faiz ödemelerini erteleme sözü verdiler.

Prof. Dr. Sema Kalaycıoğlu 

DÜNYA BANKASI’NDAN SAĞLIK PROJELERİNE DESTEK.,

Dünya Bankası ise Nisan ayı başında önce acil tepki olarak 1.9 milyar değerinde bir hızlı (fast-track facility) proje finansmanı tahsisi yaptı. Mali desteği ilkelerinden şaşmayarak proje bazında vermesi, özellikle gelişmekte olan ülkelerde sağlık altyapısını güçlendirecek projelerin hayata geçirilmesini amaçlamış görünüyor. 25 ülkeye yönlendirilen bu ilk fon akışına ilaveten, 40 ülkeye, halen başlamış bulunan projelere 1.7 milyar dolarlık destek sözü verdi. Sadece Dünya Bankası olarak değil, Dünya Bankası grubu olarak, Covid-19’un en fakir ülkelerde yaptığı olumsuz etkiyi telafi amacı ile önümüzdeki 15 ay boyunca 160 milyar dolarlık bir paketi de açıklayıp, dünyanın her yerinden gelen taleplere cevap verecek şekilde pozisyon aldı.

DÜNYA SAĞLIK ÖRGÜTÜ GÜÇLENDİRİLMELİ.,

- Global bir virüs salgını karşısında Dünyanın ne kadar savunmasız olduğu ortaya çıktı. Yeniden her an gelebilecek bir salgına karşı dünya çapında ne tür önlemler alınması ve ne gibi yeni kurumların oluşturulması gerekir?
- İster genel, ister bireysel, ulusal, küresel veya kısmi olsun salgın ve salgından korunmak için başvurulan yöntemlerin uygulanmasında kamunun yönlendirici, denetleyici, düzenleyici ve engelleyici rolü önemli. Ülkeler arası işbirliği ve bilgi değiş tokuşu da öyle. Sağlık sektörlerine yönelik tüm kararlar ve halk sağlığı ile ilgili bilgilendirmeler yanı sıra, ilaç, serum teminindeki hız ve kolaylık kadar, hastane ve hastalık olmadan önleyici hekimlik hizmetlerinin kapasitesi dikkate alınması gereken konulardan.
Gelelim kurumsal yapılanmalara, bence WHO yani Dünya Sağlık Örgütü zayıflatılması değil güçlendirilmesi gereken bir koordinasyon kurumudur. ABD, CDC (Center for Disease Control and Prevention), diğer ülkelerdeki benzeri kuruluşların ulusal örgütlenme ağları kadar, WHO ile ilişkileri de önemlidir. Bu bağlamda, Türkiye’de de Hıfzısıhha Enstitüsünün yeniden işlevsel hale getirilmesi ve liyakate uygun yapılandırılması önemlidir.

SALGINLARA KARŞI HAZIR OLMALI.,

Salgın veya benzeri afetlere güçlü bir ekonomik, hukuki, idari ve fiziki altyapı ile girmek her zaman, afetlerin artçı etkisini göğüslemek için çok önemli. Bu bağlamda isterseniz önce bir salgın veya afet öncesinde hangi ülkelerin daha riskli olduğuna bakalım.
Evet, ekonomik açıdan en riskli ülkeler, iç borç, dış borç ve borçluluk oranı ile dış kaynak ihtiyacı yüksek olanlar. Bunlar dış kaynaklı şoklar açısından çok daha kırılgan. Bunun yanı sıra, dışa açılma derecesi yüksek, turizm, otelcilik, restoran ve eğlence gibi hizmet sektörlerinin GSYİH içindeki payı fazla olan ülkeler, yine dış kaynaklı şoklara karşı en çok topun ağzında olanlar. Bir de, mali disiplini zayıf, yolsuzluklarla zayıflatılmış, yabancı para rezervleri düşük, özerk olması gereken kurumları siyasi vesayet altına girerek yıpratılmış ülkelerin de virüsün yıkıcı etkisine karşı gerekli politika önlemlerini liyakatle alabilecek imkânı sınırlı.

ÖNLEM, TEŞVİK VE DESTEKDE DİKKATLİ OLUNMALI.,

Bunun dışında, yavaşlayan ekonomik koşullara ve durgunluk dalgasına karşı alınacak makroekonomik önlemlerin, panik havasına imkân vermeyecek etkinlikte atılması gerek. Teşvik ve desteklerde adres şaşmamalı ve ayrıcalık yaratılmamalı ki haksızlık olmasın. Şeffaflık olsun ki, güvensizlik artmasın. Borç geri ödemeleri aksamasın ki finans sektörleri dara düşmesin. Keyfi fiyat artışları olmasın, stokçuluk ve karaborsa orta çıkmasın. Bir de kamu duyuruları zamanında ve en yetkin ağızlardan yapılsın ki güven boşluğu ve zafiyeti ortaya çıkmasın.

YANGIN ÖNCESİNDE YETERLİ SUYUNUZ VAR MI?.,

- Türkiye’de krize hızlı tıbbi müdahaleye rağmen, yapılan yardım, teşvik ve tedbirlerin GSMH’ye oranının başka ülkelere göre düşük olduğu değerlendirmeleri yapıldı. Sizce kriz dönemi ve sonrası için ekonominin çarklarının dönmesi, küçük işletmeci ve esnafın, çalışanların krizden olumsuz etkilenmemesi için yapılan yardımla yeterli midir? Başka neler yapılabilirdi?
- Salgının Türkiye’ye ne zaman ulaştığını kestirmek mümkün olmadığı gibi, ilk vakanın belirlendiği tarihi de tam olarak kestirmek zor. Bizde salgın resmi olarak 17 Mart’tan itibaren ülke gündemine girmeye başladı. Ancak ekonomik sıkıntılar siz de biliyorsunuz ki çok daha önce başlamıştı. İflaslar, borç erteleme talepleri ve konkordato başvuruları 2017’den itibaren hepimizin endişesiydi. Bu bağlamda sistematik olmayan önlemler, destekler bilinenin dışında olmamakla birlikte, özellikle iki haneli enflasyona rağmen merkez bankası tarafından faiz indirimleri ile piyasa fonlama sürdürüldü. Bunun faydasına karşılık, döviz kuru üzerinde yarattığı baskı yolu ile enflasyona katkısı, hep değerlendirmeye çalıştığımız politika önlemleri oldu. Türkiye’nin salgın öncesi durumunu, bundan önceki sorunuzda “hangi ülkeler, beklenmedik krizler karşısında daha kırılgan?” sorusuna verdiğim cevaplarla değerlendirmek uygun olur. Özellikle, hazinenin gelir-gider durumu, Merkez bankası rezervleri, dış borçların GSYİH içindeki payı ile bütçe açıkları bize bir stres testi için iyi bir ayraçlar manzumesi verir. Tabii elimizdeki verilerin doğru ve kesin olduğu koşullarda, her ülke gibi Türkiye’nin de Mart ortası açıklanan salgın krizine nasıl yakalandığını düşünebiliriz. Şimdi bu konuda ayrıntıya girmeksizin bazı hususları birlikte saptayalım: Bir kere, özellikle beklenmedik/ dışarıdan gelen bir kriz karşısındaki gücünüz, kriz öncesi durumunuza bağlı. 

Bu yangına yetiştireceğiniz suyun depodaki durumu gibi.

MÜLTECİLERE BÜYÜK KAYNAK AYRILDI.,

Unutmayalım ki bir de Türkiye içinde bulunduğu jeopolitik riskler, muhatap olduğu ve büyük ölçüde kendi yağı ile çözüm üretmek zorunda kaldığı mülteci sorunlarına büyük kaynak tahsis etmiştir. Dolayısı ile eğer bu salgın krizi 2010 dan önce üzerimize çökseydi, daha güçlü mali imkânlarla, ihtiyaç sahiplerine yetişebilirdi hükumet.

SLUMPFLASYONU KONUŞACAĞIZ.,

Öte yandan, tüm dünya gibi Türkiye de bu tutulumdan 2021 başında çıkmaya başlarsa, piyasalara akıtılan bol likidite, kaçınılmaz olarak enflasyona zemin hazırlayacak gibi gözüküyor. Bilindiği gibi aşırı bol likidite, sınırlı mal ve hizmetin peşine düşerse enflasyon tetiklenir. Bu durumda gelişmiş ülkelerde tek haneli fiyat artışlarına meyleden koşullar, iş imkânları ile el ele yürürse, uzunca bir nekahat dönemini, güçlü bir iyileşme izleyebilir. Ama bu girdaba zaten çift haneli fiyat artışları, likidite bolluğu ve para ikamesi (dolarizasyon) ile yakalanan Türkiye, yüksek enflasyon, yüksek işsizlik, yanı sıra sürgit eden bir ekonomik daralmayı, yani küçülmeyi yaşamaya eğilimli olacaktır. Bunun ekonomi yazınındaki izdüşümünü ise artık, “slumpflasyon” kavramı olarak göreceğe benzeriz.
Son olarak, Türkiye’nin yabancı sermaye çıkışları, düşük ve daha da düşen tasarruf düzeyi, dünyanın ve ülkenin içinde bulunduğu koşullara bağlı olarak gelmeyecek yabancı sermaye nedeni ile acilen dış kaynak ihtiyacı bulunmaktadır. Bu konudaki girişimlerin ne sonuç vereceğinin göreceğiz.


23 Şubat 2021 Salı

Suriye Krizinde Rusya ve Çin i Anlamak..,

Suriye Krizinde Rusya ve Çin i Anlamak..,



Suriye Krizi, Rusya, Çin, Anlamak, Oyun Kurucular, Piyonlar, Model Atlar, Prestijli Vezirler,Oktay Bingöl,Strateji, Güvenlik Konseyi,

    

Merkez Strateji Enstitüsü
30.08.2012
Yazar: (E)Tuğg.Dr.Oktay Bingöl
Suriye Krizinde Rusya ve Çin’i Anlamak: Oyun Kurucular, Piyonlar, Model Atlar, Prestijli Vezirler,

    Suriye krizinde Esad yönetimini destekleyen uluslararası aktörlerin arasında Rusya ve Çin’in ayrı bir önemi bulunmaktadır. 
Bu önem, her iki ülkenin BM Güvenlik Konseyindeki veto haklarına sahip olmalarının yanında; ABD, AB, Arap Birliği ve Türkiye tarafından Suriye yönetimi ne karşı uygulanan ticari ve ekonomik yaptırımların etkilerinin azaltılması bakımından da anlamlıdır. Rusya’nın Çin’den farklı olarak Suriye ile yoğun askeri ilişkileri de söz konusudur. Tarihsel olarak uluslararası konularda genellikle yaklaşım farklılıklarına sahip olan Rusya ve Çin, batının Libya müdahalesinin ardından daha fazla yakınlaşmış ve Suriye krizinde neredeyse müttefik olarak hareket etmektedirler. 
İki ülkenin Suriye krizinde birlikte ve kararlılıkla hareket etmesinin arka planının aydınlatılması; krizin gelişimi ve sonuçlanması ile ilgili olasılıkların 
belirlenmesinde ve Türkiye’nin konumlanmasının uygunluğunun değerlendirilmesinde faydalı olacaktır.


Rusya’nın Suriye ile 1950’lerden başlayan çok yönlü ilişkisi, bu ülkenin Ortadoğu politikasının temel yapı taşlarından birini oluşturmaktadır. 
Yıllar içerisinde Mısır’ın ABD etkisine girmesi, Irak’ın işgali, Kuzey Afrika ülkelerinde yönetim değişiklikleri ve Libya’da Kaddafi rejiminin sona ermesi 
ile Rusya’nın Ortadoğu’da dayanabileceği tek ülke olarak Suriye kalmıştır. 1950’lerde Akdeniz kıyısında Tartus’ta elde edilen deniz üssü, Çar Büyük Petro 
döneminden beri Rusya’nın ulusal hedeflerinden biri olarak kabul edilen “sıcak denizlere inme” arzusunu kısmen de olsa gerçekleştirmiştir. Suriye’de Esad
yönetiminin değişmesi Rusya’nın Ortadoğu’da önemli bir müttefikini ve son kalesini kaybedeceği anlamına gelmektedir. 
Libya’da Kaddafi rejiminin BM kararındaki yetki aşılarak NATO müdahalesiyle değiştirilmesini hoş karşılamayan Rusya, Suriye krizinde başlangıçtan itibaren uluslararası askeri müdahaleye ve BM’de yaptırım kararları alınmasına karşı çıkmaktadır. Rusya, Suriye’yi batıya terk ettiğinde, ABD tarafından Kafkasya’da ve Orta Asya’da daha fazla sıkıştırılacağını, özellikle enerji koridorlarındaki hâkimiyeti nin tehlikeye gireceğini hesap etmektedir. 
Bu bağlamda Suriye krizi, Rusya ve ABD arasındaki Avrasya rekabetinin önemli bir ayağını oluşturmaktadır. Rus liderler, bu aşamada Esad yönetimin tamamen çökmesini ve Rusya’ya dost olmayan bir yönetimin iş başına gelmesini Rusya’nın Ortadoğu’daki prestijine ve Doğu Akdeniz’deki varlığına indirilmiş bir darbe olarak görmektedir.[1] 
Ayrıca Rusya, Suriye’ye yönelik uluslararası askeri bir müdahaleye kendi yakın çevresindeki krizlere örnek teşkil etmemesi için karşı çıkmaktadır. 
Rusya genel olarak radikal İslamcı teröristlerin güç kazanmasından Kuzey Kafkasya’da istikrarsızlığa katkıda bulunacağı nedeniyle endişe etmektedir.
Çin’in Suriye krizinde uyguladığı stratejisi Rusya ile birçok benzerlikler taşımasına rağmen, arka planında Çin’in kendine özgü sorunları ve ABD’den  tehdit algılama ları önemli rol oynamaktadır. Çin, devasa nüfusu ve büyüyen ekonomisi ile dünyanın geri kalanından, özellikle ihtiyaç duyduğu doğal kaynaklara sahip bölgelerden uzak kalamayacağını yıllardır çok iyi kavramış durumdadır. Çin zengin doğalgaz ve petrol kaynaklarına sahip olmasına  rağmen 2000’li yıllardan itibaren her ikisini de büyük oranlarda ithal etmeye başlamıştır. Çin, 2011 rakamlarıyla ABD ve AB’den sonra dünyanın 3’üncü büyük petrol ithalatçısı, 12’inci büyük doğal gaz ithalatçısıdır.[2] 
    Geleceğe yönelik hemen tüm hesaplamalarda 2015-2020 yıllarında Çin’in dünyanın en büyük petrol ve doğal gaz ithalatçısı olacağı tahmin edilmektedir.[3] Çin ihtiyacının büyük bölümünü Orta doğu’dan ve Afrika’dan karşılamak durumundadır. Çin, ABD tarafından Pasifik’te Japonya,  Güney Kore ve Tayvan ile Güney Asya’da; Nepal’dan Vietnam’a onlarca ülke ile batıda ise Afganistan ve Hindistan ile çevrelenmeye çalışılmaktadır. Güneydoğu Asya ve Pasifik’te ABD ile Çin’in amansız bir rekabeti bulunmaktadır. 
    Çin, ABD ile rekabetinde bölge ülkelerine coğrafi ve kültürel yakınlığı ile bu ülkelerde bulunan Çinli mültecileri avantaj olarak kullanmaya çalışmaktadır. 
ABD ise, kendi ekonomik ve askeri gücüne ilaveten Japonya ve AB’nin bölge ülkelerindeki ticari ve ekonomik konumlanmasından istifade etmeye çalışmakta dır.
ABD, 2010 yılında gözden geçirdiği yeni askeri stratejisiyle önceliğini İran Körfezi ile birlikte Pasifik’e vermiş durumdadır. 

ABD’nin Afganistan’daki varlığı, Hindistan ile iyi ilişkileri ve Orta Asya ülkelerine sızma çabaları Rusya gibi Çin’i de tedirgin etmektedir. 
Çin ve ABD arasında Afrika’da da yarı açık bir mücadele devam etmektedir. Sudan ile Çin arasındaki iyi ilişkiler ile ABD’nin dünyayı sorumluluk bölgelerine ayırarak, kontrol için tahsis ettiği bölge komutanlıklarından 7’ncisi olan Afrika Komutanlığını 2008’de aktive etmesinin önemli bir nedenini iki ülkenin Afrika mücadelesinde aramak gerekmektedir.
Bu bağlamda Çin, Esad yönetiminin devrilmesinin ve İran’ın zayıflamasının Ortadoğu’nun kendine kapatılmasına, Pasifik’te ve Avrasya’da daha zor 
durumda kalmasına neden olacağını hesaplamaktadır.
Bu yönde bir gelişme Çin’in açık denizlere çıkış yollarını ve dolayısıyla ihtiyaç duyduğu kaynaklara ulaşma kapasitesini önemli ölçüde sınırlayacaktır. 
Çin bu hesapların farkında olarak, Suriye’ye elinden gelen tüm desteği verip, İran’ın zayıflamasına engel olmaya çalışmaktadır. 

En azından ABD’nin Suriye ve İran’da batağın içine saplanıp Pasifikten bir süre daha uzak kalmasını amaçlamaktadır.

    Avrasya ve Pasifik’in iki büyük gücü Rusya ve Çin, 2000’lerin siyasi ve ekonomik olarak sıkıntılı yıllarında Irak ve Afganistan batağına saplanmış 
olan ABD’nin baskısını ve rekabetini daha az hissederek sorunlarını çözmeye çalışmışlar, büyük hamleler yaparak konumlarını güçlendirmişlerdir.
Rusya ve Çin, 2020 yılında askeri, ekonomik ve teknolojik olarak yeterli kapasiteye ulaşmayı hedeflemekte, ABD’nin bir süre daha kendilerinden uzak 
coğrafyalarda meşgul olmasının hesabını yapmaktadırlar. Bu bağlamda Suriye ABD’yi uğraştıracak yeterince büyük bir kriz olarak görülmektedir. 
    ABD karar vericilerinin gayretlerini ve kaynaklarını Suriye’de harcaması her iki aktörün de stratejik yaklaşımları ile örtüşmektedir. 
Ancak, ABD şimdilik yeni bir batağa saplanmadan “model ortakları” ve “stratejik partnerleri” ile hamleler yapmaya kararlı görülmektedir.
Yukarıda betimlenen bağlam, Suriye’nin ABD ve Batı ile Rusya ve Çin arasında oynanmakta olan yeni bir “büyük oyunun” bir perdesine sahne teşkil ettiği gerçeğine işaret etmektedir. Bu oyunda, oyun kurucular realist bir yaklaşımla gerektiğinde geri adım atarak, taviz vererek veya uzlaşarak yüksek maliyetler den kaçınabilirler. Hamle yapmak için kullandıkları taşlar; sıradan piyonlar, model atlar veya prestijli vezirler olması fark etmeksizin, güdülerin ve bilişsel kapanmanın esiri olarak çoğunlukla oyun dışı kalırlar.

***

16 Ocak 2021 Cumartesi

COVID-19’UN BÖLGESEL VE KÜRESEL ETKİLERİ VE YANSIMALARI*

COVID-19’UN BÖLGESEL VE KÜRESEL ETKİLERİ VE YANSIMALARI* 






* İspanyolca’dan tercüme edilmiştir. 
Dr. Rigoberta MENCHÚ TUM
1992 Nobel Barış Ödülü Sahibi, Guatemala 


Küresel Liderlik, ABD-Çin, Rekabeti, Uluslararası Örgütler, Çin, Dr. Rigoberta MENCHÜ TUM


   COVID-19, İnsanlığımız için tarihi bir dönüm noktasını ve XXI. yüzyılın zirvesindeki dünyanın şekillenişini “öncesi” ve “sonrası” olarak ayıran insan yaşamına ve devletlere yönelik büyük bir evrensel sınamayı temsil etmektedir. Bireysel ve toplu yaşam biçimimizi hem maddi hem de manevi olarak yeniden değerlendirmeye, ülke içinde ve uluslararası ilişkilerdeki ekonomik, sosyal, siyasi ve kültürel ilişkilerin yapısı ve işlevselliğinde radikal ve temel değişiklikler ortaya koymaya zorlayan silinmez izler bırakacaktır. 

COVID-19, kelimenin tam anlamıyla sağlığımıza saldırarak hayatımızı tehdit etmiş, kişisel maneviyatımızı, iç huzurumuzu etkilemiş; endişe, acı, korku ve belirsizliklerle duygularımızı değiştirerek, sosyal ve toplumsal dokumuza da 
zarar vermiştir. Bu durumun ulusal ve bölgesel boyutta güçlü ekonomik, siyasi, sosyal ve kültürel yansımaları giderek daha da belirginleşmektedir. 

Bazı yorumlar, COVID-19 pandemisini küresel ekonomik durgunluğun mutlak nedeni olarak sunmaktadır. 

Önceki çalışmalar bunun tam tersine işaret etmekte ve salgının en önemli etkisinin krizin gerçek yapısal ve tarihsel nedenler ile sonuçlarını gizlemek olduğunu göstermektedir. Bağımsız analistler bu krizi, ekonomi, cumhuriyetçi siyasal sistem, kamu kurumları ve demokratik güçler üzerinde tamir edilemeyecek 
ölçüde hasar bırakan küresel neoliberalizmin çöküşü ile ilişkilendirmektedir. 

Özellikle sağlık, sosyal güvenlik ve eğitim sistemlerindeki sosyal yapının parçalanmasıyla eşanlamlı olan yolsuzluk ve sorumsuzluk sonucunda, bu pandemiye karşı etkin ve kapsamlı biçimde müdahale edilememesi küresel kalkınma gerçekleştirilirken sağlık sektörüne öncelik verilmediğini açıkça göstermektedir. 

COVID-19 öncesinde, sosyal piyasa ekonomilerini ve İkinci Dünya Savaşı sonrasında kurulmuş olan ve Avrupa’da yeşeren ulus devletlerin gücünü azaltmada büyük bir etkisi olan neoliberalizm bir paradigma olarak fazlasıyla sorgulanıyordu. COVID-19’un dünya ekonomik krizini ve durgunluğunu etkileme ve derinleştirme biçimi, uzmanlar ve karar vericilere yeni bir küresel ekonomi politikasının teori ve paradigmalarını geliştirme görevi yüklemektedir. Gerçek şudur ki, dünya ekonomisinin iyileşmesi ve büyümesi ancak sosyal bilim doktrinlerinde kapsamlı değişimlerle mümkündür. 

COVID-19’un Bölgesel ve Küresel Etkileri ve Yansımaları Pandemi ve COVID-19 ile ne zamana kadar yaşayacağımızı ve hangi koşul ve özelliklerin “normale” dönüşü 
tanımlayabileceğini şimdiden öngöremiyoruz. Bu yılın ikinci yarısından itibaren sağlık kısıtlamalarının kaldırılmasına aşamalı olarak başlanmasının ve bunun tamamlanmasının 2021 yılına sarkacağı düşünülmektedir. Kesin bir tarih 
verilememekle beraber, sürecin ülke içinde, bölgeler arasında ve dünya çapında karmaşık ve değişken olacağı anlaşılmaktadır. Bu nedenle, COVID-19 sonrası döneme dair nesnel öngörülerde bulunmak için vakit henüz erken olup, oldukça da zordur. Mevcut eğilimlere göre, sözkonusu “normale” dönüş sürecinin başlangıç aşamasında ulusal, bölgesel ve küresel durum, açlık ve yoksulluk anlamına gelen milyonlarca şirketin kapandığı ya da iflas ettiği, milyonlarca kişinin işsiz kaldığı, 
hükümetlerin fazlasıyla sorgulandığı kriz ve derin ekonomik durgunluk ortamında gerçekleşecektir. Ayrıca, sosyal ayaklanmalar ve büyük siyasi çatışmalar yoluyla iktidarın kontrolünün ele geçirilmesi teşebbüslerinin, siyasi parti ve seçim sistemlerine karşı güven ve itibar kaybı ile devletin yasama, yürütme ve yargı kurumlarındaki zayıflığın ortaya çıkmasıyla bu süreç zarfında demokratik yönetimde ciddi zorlukların ortaya çıkması olası görünmektedir. 

Küresel düzeyde, büyük güçler ve müttefikleri arasındaki eski ve yeni rekabetlerin, bugün görünürde ara verilen, ancak pandemiden önce süregelen çatışma ve savaşların çoğalması, ayrıca, stratejik ekonomik ve siyasi alanların bölgesel kontrolü için çatışmaların artması da muhtemeldir. Aynı şekilde, yeni 
piyasa koşullarının bilinmeyen rekabetlere ve gerilimlere yol açması da beklenebilir. 

Neoliberallerin 50 yıldan fazla süregelen hükümranlığından en fazla etkilenenler, son yıllarda halihazırda büyük ölçüde bozulma ve meşruiyet kaybı yaşayarak dünya olaylarının gidişatını etkileme kapasitesi düşen uluslararası kuruluşlar ve Birleşmiş Milletler’dir. Aynı zaman diliminde, kurumsal olarak giderek güçten düşen ulus devletler de sürekli olarak bu baskılardan etkilenmiştir. 

Pandemi sonrası büyük küresel krizden çıkış bağlamında neofaşist eğilimler, neoliberal modellerin dayanıklılığı ve bunların sürdürülmesine yönelik ısrarcılık, ulus devletlerin güçlendirilmesi ve sosyal piyasa ekonomilerinin yeniden 
kurulması gibi bazıları endişe verici bazıları ümitlendirici olan seçeneklerin tartışılacağına yönelik işaretler mevcuttur. 

Ben şahsen hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını, yine de COVID-19 krizinin değişim için büyük bir fırsat barındırdığına dair evrensel bir söylemi savunmamız 
gerektiğini düşünüyorum. 

Apokaliptik zihniyetlerin kafamızı karıştırmaya çalıştığı gibi ideolojilerin ve tarihin sonu olmayacaktır. 
Aksine, ideolojilerin ve insanlığın en aklıselim, olumlu ve güçlü miraslarıyla yeniden keşfedilecek bir tarih anlayışının hayat bulması olacaktır. Siyasi felsefe ve evrensel etik kuralları bölgesel barış ve dünya barışına yönelik yeni senaryolarını 
güçlendirmek için tarihin bilgelik ve bilgi birikimini içeren deneyimleriyle yeni paradigmaları yaratmalıdır. 

Gün, devlet ve toplum arasında, hükümet ve sosyal sektörler arasında diyalog ve müzakere için yeni alanlar açma ve yeni sosyal, ulusal ve uluslararası paktlar oluşturma günüdür. 

Geleceğe yönelik hiçbir şey halkların hükümran katılımı olmaksızın yalnızca elitler tarafından kararlaştırılma malıdır. 

Bu krizin üstesinden gelmek ve krizin yeniden inşasına hazırlıklı olmak için önceliğimiz vatandaşların en geniş ölçüde katılımıyla bir sosyal dönüşüm sözleşmesi yapmaktır. Ortak amacımız, insan hayatına, sosyal ve üretken altyapıya en az bedel ödetecek şekilde bu salgını dayanışma içinde yönetmek 
ve üstesinden gelmektir. Daha insani ve temsiliyetçi olan ulus devletleri yapılandırmak ve inşa etmek için gelecekteki siyasi tartışmalara yönelik yeni kurallar oluşturulmalıdır. 

Benzer şekilde, çok uluslu diyalog yolunu başlatarak, sözleşmeleri, antlaşmaları ve uluslararası kuruluşları yeniden yapılandırmak gerekmektedir. Birleşmiş Milletler sistemi artık aynı olamaz ve olmamalıdır. Zira siyasetin ve dünya ekonomisinin yeni yönelimlerine göre düzenlenecek yapısıyla küresel ısınmayı durdurmak, gezegeni ve toprak anayı çöküşten kurtarmak için üretim, dağıtım ve tüketim kültüründe temel değişikliklerin yapılmasında belirleyici olacaktır. Bu süreçte 
asla feragat edilmemesi gereken, son 75 yılda halkların ve ulusların bağımsızlığı, özerkliği ve kendi kaderini tayin etmesi gibi çok taraflılığa büyük katkılar sağlayan uluslararası hukuk ilkeleri etrafında oluşan külliyattır. 

***

YAZARLAR HAKKINDA 

Aizaz Ahmad Chaudhry Pakistanlı diplomat ve İslamabad Stratejik Araştırmalar Enstitüsü başkanıdır. Daha önce Pakistan Dışişleri Bakanı, Pakistan’ın ABD ve Hollanda Büyükelçisi ve Pakistan Dışişleri Bakanlığı sözcüsü olarak görev yapmıştır. Pakistan Mirrored to Dutch Eyes (Sangemeel, 2012) isimli 
kitabın yazarıdır. 

Teresa Coratella Avrupa Dış İlişkiler Konseyi’nin (EFCR) Roma ofisinde program yöneticisidir. Daha önce, Varşova’da yerleşik Doğu Araştırmaları Enstitüsü’nde ortaklıklar ve kalkınma konularından sorumlu program asistanı olarak çalışmıştır. WIIS (Uluslararası Güvenlikte Kadınlar) adlı sivil toplum örgütüne üyedir. 

Michael Doran Hudson Enstitüsü’nde kıdemli uzmandır. Daha önce Brookings Enstitüsü Saban Orta Doğu Politikası Merkezi’nde kıdemli uzman olarak çalışmıştır. Dr. Doran, George W. Bush’un Başkanlık döneminde Ulusal Güvenlik Konseyi’ne atanmış ve ABD Savunma Bakanlığı Kamu Diplomasisi’nden sorumlu Müsteşar Yardımcısı muavini olarak görev yapmıştır. Ike’s Gamble: America’s Rise to 
Dominance in the Middle East (Simon & Schuster, 2016) isimli kitabın yazarıdır. 

Eduardo Duhalde 2002-2003 döneminde Arjantin Devlet Başkanı olarak görev yapmıştır. 1989 yılında Carlos Menem’in başkanlık döneminde Arjantin Başkan Yardımcısı görevine getirilmiştir. 1991’de bu görevinden istifa etmiş ve Buenos 
Aires Valisi seçilmiştir. Aynı göreve 1995 yılında tekrar seçilmiştir. 

Ehud Eiran İsrail Bölgesel Dış Politikalar Enstitüsü (Mitvim) yönetim kurulu üyesidir ve Hayfa Üniversitesi Siyaset Bilimi Fakültesi’nde öğretim üyesidir. Doç. Dr. Eiran akademik kariyerinden önce, Başsavcı katibi ve Başbakan dış politika 
danışman yardımcısı olarak görev yapmıştır. Post-Colonial Settlement Strategy (Edinburgh University Press, 2019) isimli kitabın yazarıdır. 

Afyare Abdi Elmi Katar Üniversitesi Körfez Araştırmaları Programı’nda öğretim üyesidir. Doç. Dr. Elmi, Afrika Boynuzu’ndaki korsanlık faaliyetleri konulu araştırma projesinde baş sorumlu araştırmacı olarak görev yapmıştır. 

Understanding the Somalia Conflagration: Identity, Political Islam and Peacebuilding (Pluto Press, 2010) isimli kitabın yazarıdır. 

Abdi M. Hersi Avustralya Griffith Üniversitesi Griffith Sosyal ve Kültürel Araştırmalar Merkezi’nde araştırmacıdır. 

Avustralya Hükümeti tarafından desteklenen Reporting Islam: 

International Best Practice for Journalists başlıklı ulusal araştırma projesinin müdürlüğünü yapmıştır. Avustralya Federal Göç ve Sınır Koruma Dairesi’nde farklı görevlerde bulunmuştur. Conceptualisation of Integration: An Australian 
Muslim Counter-Narrative (Palgrave Macmillan, 2018) isimli kitabın yazarıdır. 

Richard Falk Princeton Üniversitesi Albert G. Milbank Uluslararası Hukuk Emeritus Profesörü ve KaliforniyaÜniversitesi Orfalea Küresel Araştırmalar Merkezi’nde araştırmacıdır. 2008-2014 yılları arasında BM İnsan HaklarıFilistinÖzel Raportörü olarak görev yaptı. Palestine’s Horizon: Toward a Just Peace (Pluto Press, 2017) isimli kitabın yazarıdır. 

Ibrahim Fraihat Doha Lisansüstü Araştırmalar Enstitüsü ve Georgetown Üniversitesi’nin Katar Kampüsü’nde öğretim üyesidir. Doç. Dr. Fraihat daha önce Brookings Enstitüsü’nde kıdemli uzman olarak görev yapmış ve George Washington Üniversitesi ile George Mason Üniversitesi’nde uluslararası 
çatışma çözümleri dersleri vermiştir. Unfinished Revolutions: 

Yemen, Libya, and Tunisia after the Arab Spring (Yale University Press, 2016) isimli kitabın yazarıdır. 

George Friedman uluslararası tanınırlığa sahip jeopolitik öngörülerde bulunan uluslararası ilişkiler stratejistidir. Geopolitical Futures isimli araştırma merkezinin kurucusu ve başkanıdır. Dr. Friedman, 1996 yılında kurduğu istihbarat 
yayın ve danışmanlık şirketi olan Stratfor’un başkanı olarak görev yapmıştır. 
Cornell Üniversitesi’nden siyaset bilimi alanında doktora derecesini almıştır. En son The Storm Before the Calm: America’s Discord, the Coming Crisis of the 2020s, and the Triumph Beyond (Doubleday, 2020) isimli kitabını yayımlamıştır. 
Yuichi Hosoya Tokyo’da bulunan Keio Üniversitesi’nde uluslararası siyaset profesörüdür. Aynı zamanda Nakasone Barış Enstitüsü (NPI), Tokyo Vakfı (TKFD) ve Japonya Uluslararası İşler Enstitüsü’nde kıdemli uzmandır. 2014-2019 
yılları arasında Japonya Ulusal Güvenlik Konseyi danışma kurulu üyesi olarak görev yapmıştır. Security Politics in Japan: Legislation for a New Security Environment (Japan Publishing Industry Foundation for Culture, 2019) isimli kitabın yazarıdır. 

Wolfgang Ischinger 2008 yılından bu yana Münih Güvenlik Konferansı’nın başkanıdır. Prof. Ischinger, Berlin’de yerleşik Hertie Enstitüsü’nde diplomasi ve güvenlik politikalarıüzerine dersler vermektedir ve Tübingen Üniversitesi’nden Fahri Profesör unvanına sahiptir. Uzun diplomatik kariyeri boyunca Almanya Dışişleri Bakanlığı Devlet Sekreteri, Vaşington ve Londra Büyükelçisi olarak görev yapmıştır. 


Ammar Kahf OMRAN Stratejik Araştırmalar Merkezi’nin başkanıdır ve Suriye Forumu yönetim kurulu üyesidir. Dr. Kahf, 2011-2012 arasında Birleşik Krallık’ta yerleşik Stratejik Araştırmalar ve İletişim Merkezi’nde araştırma müdürü olarak 
çalışmıştır. Sonrasında, 2012-2013 yıllarında Suriye Muhalif ve Devrimci Güçler Ulusal Koalisyonu Genel Sekreterinin Özel Kalem Müdürlüğünü yapmıştır. İslam araştırmaları alanında doktora derecesine sahiptir. 

Andrey Kortunov 2011 yılından beri Rusya Uluslararası İlişkiler Konseyi (RIAC) başkanıdır. Dr. Kortunov, daha önce Rusya Bilimler Akademisi ABD ve Kanada Çalışmaları Enstitüsü’nde başkan yardımcılığı dahil olmak üzere çeşitli görevler üstlenmiştir. Kaliforniya Üniversitesi gibi dünyanın çeşitli üniversitelerinde dersler vermiştir. Yükseköğrenim, sosyal bilimler ve sosyal gelişim alanlarında birçok kamu kuruluşunda yöneticilik yapmıştır. Tarih alanında doktora derecesine sahiptir. 

Gallia Lindenstrauss İsrail’de yerleşik Ulusal Güvenlik Çalışmaları Enstitüsü kıdemli araştırmacısıdır. Dr. Lindenstrauss, daha önce Kudüs İbrani Üniversitesi’nde ve 
Herzliya Disiplinlerarası Merkezi’nde dersler vermiştir. İbrani Üniversitesi Leonard Davis Uluslararası İlişkiler Enstitüsü’nde doktora sonrası araştırmacı olarak çalışmıştır. Yazıları önde gelen İsrail medya kuruluşlarının yayınlarının yanı sıra 
National Interest, Hurriyet Daily News, Turkey Analyst ve Insight Turkey gibi uluslararası yayınlarda yer almıştır. 

C. Raja Mohan Singapur Ulusal Üniversitesi Güney Asya Araştırmaları Enstitüsü başkanıdır. Profesör Mohan, daha önce Yeni Delhi’deki Jawaharlal Nehru Üniversitesi’nde ve Singapur’daki S. Rajaratnam Uluslararası Araştırmalar 
Enstitüsü’nde Güney Asya Araştırmaları profesörü olarak hizmet vermiştir. Ayrıca, Hindistan Ulusal Güvenlik Danışma Kurulu’nda görev yapmıştır. Modi’s World: Expanding India’s Sphere of Influence (Harper Collins India, 2015) ve India’s 
Naval Strategy and Asian Security (Routledge, 2016) isimli kitapların yazarıdır. Joseph S. Nye Jr. Harvard Üniversitesi Üstün Hizmet ve Emeritus Profesörüdür. 
Profesör Nye, daha önce Harvard Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi dekanı, 
Uluslararası Güvenlikten Sorumlu Müsteşar Yardımcısı, Ulusal İstihbarat 
Konseyi Başkanı ve Güvenlik Yardımı, Bilim ve Teknoloji Dışişleri Müsteşar 
Yardımcısı olarak görev yapmıştır. 

Amerikan Bilim ve Sanat Akademisi, İngiliz Akademisi ve Amerikan Diploması Akademisi üyesidir. Uluslararası ilişkiler araştırmacıları arasında yakın zamanda yapılan bir ankete göre, Amerikan dış politikası üzerinde en etkili akademisyen olarak seçilmiştir. 2011 yılında Foreign Policy dergisi tarafından belirlenen 100 küresel düşünür listesinde yer almıştır. Başta Soft Power: The Means to Success in World Politics (Public Affairs, 2004)kitabının yazarıdır ve en son Do Morals Matter? Presidents and Foreign Policy from FDR to Trump (Oxford University Press, 2020) isimli kitabını yayımlamıştır. 

Volker Perthes Almanya Uluslararası ve Güvenlik İşleri Enstitüsü (SWP) direktörü ve yönetim kurulu başkanıdır. Prof. Perthes, 2016-2018 yılları arasında Uluslararası Suriye Destek Grubu Ateşkes Görev Gücü Başkanı, 2015-2016 
arasında BM Genel Sekreter Yardımcısı, BM Suriye Özel Temsilcisi Başdanışmanı ve 1992-2005 yıllarında SWP kıdemli araştırmacısı ve Orta Doğu ve Afrika Dairesi başkanı olarak görev yapmıştır. Almanya ve Avrupa Birliği Dış ve Güvenlik Politikası, jeopolitik değişimler, uluslararasıörgütler ve Ortadoğu bölgesi üzerine araştırmalar yapmaktadır. 

Richard E. Rubenstein ABD’de yerleşik George Mason Üniversitesi Jimmy ve Rosalyn Carter Barış ve Çatışma Çözümleri Enstitüsü öğretim üyesidir. 
Daha önce avukatlık ve Çatışma Analizi ve Çözümleri Enstitüsü başkanlığı yapan 
Profesör Rubenstein, toplumsal çatışma türlerinin şiddete başvurmadan çözümleri hakkında dokuz kitap yazmıştır. Son olarak, Resolving Structural Conflicts: Violent Systems and How They Can Be Transformed isimli kitabı yazan Profesör  Rubenstein, çatışma kuramları, barış ve sosyal adalet konuları üzerine dersler vermekte ve konuşmalar yapmaktadır. 

Richard Sakwa Kent Üniversitesi Rusya ve Avrupa Politikaları profesörüdür. Profesör Sakwa ayrıca Chatham House Rusya ve Avrasya Programı üyesidir, Birmingham Üniversitesi Rusya, Avrupa ve Avrasya Çalışmaları (CREES) onursal kıdemli araştırmacısıdır ve Eylül 2002’den beri Sosyal Bilimler için Akademik Topluluk üyesidir. Kent Üniversitesi’nden önce Essex Üniversitesi ve Kaliforniya Üniversitesi’nde dersler vermiştir. En son The Putin Paradox (I.B. Tauris, 2020) isimli kitabını yayımlamıştır. 

Samir Saran Asya’nın en etkili düşünce kuruluşlarından birisi olan Observer Research Foundation başkanıdır. Dr. Saran ayrıca, Küresel Siber İstikrar Komisyonu üyesidir, Dünya Ekonomik Formu’nun Güney Asya Danışma Kurulu ile Siber Güvenlik Küresel Gelecek Konseyi üyesidir ve Hindistan’daki Sardar Patel Polis Üniversitesi Barış ve Güvenlik Merkezi başkanıdır. Dr. Saran, küresel yönetişim, iklim değişikliği, enerji politikası, küresel kalkınma, yapay zeka, siber güvenlik, internet yönetişimi ve Hindistan dış politikası konularında araştırma yapmaktadır. 

Ronja Scheler Almanya Körber-Stiftung Vakfı Uluslararası İlişkiler Programı direktörüdür. Dr. Scheler, Vakfın Paris Barış Forumu’na katkılarını idare etmektedir. Daha önce Almanya Uluslararası ve Güvenlik İşleri Enstitüsü (SWP) Avrupa Bölümü’nde doktora sonrası araştırmacısı olmuş ve araştırma asistanlığı yapmıştır. Uzmanlık alanları arasında çok taraflı kurumlar, küresel düzen, Almanya ve Avrupa Dış ve Güvenlik Politikası, AB-Güneydoğu Asya İlişkileri bulunmaktadır. 

Nathalie Tocci İtalya’da bulunan Uluslararası İlişkiler Enstitüsü başkanı ve Tübingen Üniversitesi Onursal Profesörüdür. 
Dr. Tocci aynı zamanda AB Yüksek Temsilcisi ve AB Komisyonu Başkan Yardımcısı Josep Borrell’in Özel Danışmanlığını yürütmektedir. AB Komisyonu Başkan Yardımcısı Federica Mogherini’nin özel danışmanlığı görevi sırasında Avrupa 
Küresel Stratejisi’ni kaleme almış ve uygulanmasında görev almıştır. Mayıs 2020’den beri Eni şirketinin yönetim kurulu üyesidir. Framing the EU’s Global Strategy (Palgrave Macmillan, 2017) isimli kitabın yazarıdır. 

Jose Ignacio Torreblanca Avrupa Dış İlişkiler Konseyi Madrid Ofisi’nin 2007’den beri direktörüdür. Avrupa’da popülizm ve AB karşıtlığı, AB’nin ortak güvenlik ve savunma politikası, AB iç politik gelişmeleri ve kurumsal reformlar konularında çalışmalar yapmaktadır. 

Rigoberta Menchú Tum Guatemalalı barış aktivistidir. Hayatını yerel halkların haklarının korunmasına ve 1960-1996 yılları arasında yaşanan Guatemala İç Savaşı boyunca yerel halkların maruz kaldığı insan hakları ihlallerine yönelik adalet arayışına adamış olan Dr. Menchu Tum 1992 yılında Nobel Barış Ödülü’ne layık görülmüştür. 2004 yılında Guatemela Devlet Başkanı’nın çağrısını kabul ederek ülkede barış inşası sürecine katkı sağlamıştır. Yerel halkların kurduğu siyasi partilerde önde gelen bir şahsiyet olan Dr. Menchu Tum 2007 
ve 2011 yıllarında Guatemala Başkanlık seçimlerinde aday olmuştur. 

Marton Ugrosdy 2018 yılından beri Macaristan Dışişleri ve Ticaret Enstitüsü (IFAT) başkanıdır. Dr. Ugrosdy daha önce uluslararası ilişkiler alanında Macaristan’ın tek tematik haber portalının (Kitekintő.hu) yedi yıl boyunca editörlüğünü yapmış ve Kuzey Amerika köşesini yönetmiştir. Budapeşte 
Corvinus Üniversitesi’nde yarı zamanlı öğretim elemanı olarak çalışmaktadır. 

Yiwei Wang Uluslararası Çalışmalar Enstitüsü Jean Monnet Profesörüdür ve Renmin Üniversitesi Yeni Dönem için Xi Jinping’in Çin’e Özgü Sosyalizm Düşüncesi Akademisi Başkan Yardımcısıdır. Daha önce Tongji Üniversitesi, Fudan 
Üniversitesi ve Yonsei Üniversitesi’nde öğretim üyeliği yapan Profesör Wan ayrıca 2008-2011 arasında Çin’in Avrupa Birliği Misyonunda diplomat olarak görev yapmıştır. China Connects the World: What Behind the Belt and Road Initiative (China Intercontinental Press, 2017) isimli kitabın yazarıdır. 

Joshua Webb Almanya Körber-Stiftung Vakfı’nda program yöneticisi ve Berlin Pulse editörüdür. Vakfın Çin-Avrupa Birliği ilişkileri ve Almanya’nın Asya politikasına ilişkin çalışmalarını koordine etmektedir. Webb daha önce Chatham 
House Asya programında çalışmıştır. Londra Ekonomi Okulu Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden yüksek lisans derecesine sahiptir. 

Mahjoob Zweiri Katar Üniversitesi Körfez Araştırmaları Merkezi başkanıdır. Doç. Zweiri daha önce Ürdün Üniversitesi Stratejik Çalışmalar Merkezi’nde Ortadoğu Politikaları ve İran Bölümü’nde kıdemli araştırmacı olarak çalışmıştır. 

Durham Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde misafir öğretim üyesi olarak görev yapmıştır. 

Interdisciplinarity in World History: Continuity and Change (Cambridge Scholars Publishing, 2016) isimli kitabın yazarıdır. 

“ Sadece bir kaç ay öncesinde, dünyanın içinden geçmekte olduğu muazzam değişimi hiç kimse tahmin edemezdi. Halihazırda, tek bir milleti dahi teğet geçmeyen COVID-19 milyonlarca insana bulaştı ve şimdiye kadar yüzbinlerce can aldı. Bunun yanı sıra, uluslararası ve yurtiçi insan etkileşimi neredeyse tamamen durdu. Türkiye de dahil olmak üzere, bazı ülkeler pandemi eğrisini aşağı doğru çekmeyi başarmış olsa da, maalesef toplam aktif vaka sayısı artmaya devam ediyor. Şu veya bu şekilde, COVID-19 her birimizin hayatına tesir etti ve aklımıza gelen her şeyi etkiledi. 

Bütün ülkeler bu sürece dahil ve küresel işbirliğine şimdi her zamankinden 
daha fazla ihtiyaç duyuyoruz. Gerçekten, pandemi uluslararası sistemdeki 
bazı ciddi eksiklikleri ortaya çıkarırken, virüse karşı ortak mücadelemizi 
kesintiye uğratacak tartışmaları erteleyerek, bu kritik zamanı krizin üstesinden gelmek için birlikte çalışarak kullanmak zorundayız. Zaman, farklılıklarımızı bir kenara bırakma ve kafa kafaya vererek, hepimizin iyiliği için rekabet yerine işbirliğine odaklanma zamanıdır.” 

Mevlüt ÇAVUŞOĞLU 

Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı 

***

SINIR KAPILARINDA DÜZEN: KÜRESELLEŞME, TEKNOFOBİ VE DÜNYA DÜZENİ*

SINIR KAPILARINDA DÜZEN: KÜRESELLEŞME, TEKNOFOBİ VE DÜNYA DÜZENİ* 






Dr. Samir SARAN
Observer Research Foundation Başkanı, Hindistan 
* Bu makale ilk olarak 27 Nisan 2020 tarihinde Observer Research Foundation (ORF) isimli kuruluşun web sitesinde yayımlanmıştır. 
(https://www.orfonline.org/expert-speak/order-at-the-gates-globalisation-techphobia-and-the-world-order-65227/). 

Küresel Liderlik, ABD-Çin Rekabeti, Dr. Samir SARAN, Uluslararası Örgütler, Çin, 


Yaklaşık otuz yıl önce Francis Fukuyama, Sovyetler Birliği’nin yakın zamanda çöküşünün ve liberalizmin evrenselleşmesinin ideoloji ve siyasi modeller bağlamındaki tarihsel mücadeleyi sonlandıracağını savunmuştu. Yakın 
zamanda kendisinin de itiraf ettiği gibi bu tez aşırı iyimserdi. Güçlü kimliklerin ve milliyetçi liderlerin yeniden ortaya çıkışı kin ve hizipçilik politikasının önünü açtı. Bu durum, küresel güç dengesindeki değişimler ile yıkıcı teknolojik ve endüstriyel 
gelişmelerle birleştirildiğinde ufukta yeni bir dünyanın belirdiği açıkça görünmektedir. Yeni Koronavirüs’ün ortaya çıkışı zaruri değişim süreçlerini hızlandırmış, hükümetler, işletmeler ve toplulukların gelecekle ilgili alacakları önemli kararlar için ihtiyaç duydukları zamanı azaltmıştır. 

Bu değişimlerin belki de en önemlisi Pax-Americana’nın Batı dünyasında tartışma ya yer bırakmayacak şekilde tahtını kaybetmiş olmasıdır. COVID-19 salgını Amerikan liderliğinin tam manasıyla yokluğuna şahitlik ettiğimiz ilk küresel sınamadır. Ayrıca Batı’nın toplumsal ve yönetişimsel kırılganlıklarını bariz biçimde ortaya çıkarmıştır. Birçok AB üyesi artık menfaatlerinin ve naifliğin bir sonucu olarak Çin’e duydukları güveni açıkça ifade ederken, AB bu salgın sürecinin 
ortasında kaynaklarını üye ülkeler arasında adil bir şekilde dağıtmak için mücadele vermektedir. Ekonomik olarak Kuzey ve Güney Avrupa arasında, değerler konusunda ise Batı ve Doğu Avrupa arasındaki farklılıkların artması muhtemeldir. 
Uluslararası liberal düzenin zayıflamış transatlantik çekirdeğinin COVID-19 sonrası dünyada daha da zayıflaması oldukça yüksek bir ihtimaldir. 

Gelecekte herhangi bir yeni liderin bu görevi doğrudan üstleneceği kesin değildir. Birçoklarının tahminine göre önemli bir aday olan Çin, başta Koronavirüs’ü kontrol altına almak için attığı yanlış adımlar olmak üzere birbiriyle bağlantılı birkaç sebepten dolayı uluslararası toplumun öfkesinin hedefi oldu. DSÖ aracılığıyla kendi imajını aklama çabalarına ve çeşitli bölgelere tıbbi malzeme göndermesine rağmen Çin’in AB üyesi devletlerin arasına nifak sokma çabaları ve Hong Kong, Tayvan ve Güney Çin Denizi kıyı bölgelerindeki sert yaklaşımları dostlar kazanmasını engellemektedir. 
Çin’in kendi içindeki Afrika diasporasına yönelik belgelenmiş ırkçılığı da bu orta krallıkla olan bağımlılıklarını ve ilişkilerini yeniden değerlendiren devletlerin sayısını arttırdı. 
Birçok ülke, Çin ile Batı yarımküre arasında hızla değişen ve gelişen güç dengelerine uyum sağlamakta Sınır Kapılarında Düzen: Küreselleşme, Teknofobi ve Dünya Düzeni zorlanmaktadır. Salgınla en etkili biçimde mücadele etmiş 
olan Doğu Asya demokrasileri olup bitenleri endişeyle izliyor. Sözkonusu ülkelerin devletleri birbirine düşürmeye ve kendilerine manevra alanları yaratmaya devam edecekleri konusunda bir şüphe bulunmamaktadır. Çin’e seyahatleri ilk sınırlayan ülkelerden biri olan Rusya, artık sınırları içindeki salgının tehdidi altındadır. Rusya yine de, ABD hegemonyası altında yönetilen ve temelde demokratik olmadığına inandığı dünya düzenini zayıflattığı sürece Pekin’in gündemini desteklemeye devam edecektir. Rusya’nın dönem başkanlığı sürecinde BRICS ülkelerini (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika) dünyanın boğuştuğu sorunlara yanıt vermek için nasıl yönlendirdiğini görmek ilginç olacaktır. 

Çeşitli coğrafyalarda birbiriyle bağlantılı olarak gelişen bu sorunlar, güçlü devletin geri dönmesi ve milliyetçi liderliğin normalleşmesi şeklinde gerçekleşen genel bir eğilime yol açmaktadır. Koronavirüs salgını bu süreçte bir katalizör görevi 
görecektir. Bazı hükümetler, Macaristan Başbakanı Orban’ın yaptığı gibi, gücünü pekiştirmek için acil durum ve ulusal güvenlik yetkilerini kullanacaktır. 
Diğerleri bunu, Trump yönetiminin öncelikli hedefi olan uluslararası kuruluşları   suçlamak ve zayıflatmak için bir bahane olarak kullanabilirler ve böyle hareket etmeleri vatandaşları tarafından desteklenecektir. 
Bu gelişmelerin en belirgin etkisi bildiğimiz küreselleşmenin sonunun gelmesi olacaktır. Birçok devlet, özellikle siyasi güvenin sınırlı olduğu bölgelerle karşılıklı 
bağımlılığı azaltmak için etkin adımlar atacaktır. Japonya’nın teşvik paketleri yoluyla sanayisini Çin’in tedarik zincirlerinden kurtarmaya yönelik çabaları bunun bir göstergesidir. Ancak, bu kararların dalga etkisi, petrol arzını sürdürmek ve 
işgücü hareketlerini yönetmek için mücadele veren Körfez ülkelerinden, hem Çin hem de ABD ile derin ticari ilişkilerinde büyük kesintiler yaşayacak olan ASEAN’a kadar geniş bir coğrafyada hissedilecektir. 

Gerçekten de son derece iç içe geçmiş topluluklardan oluşan küresel bir köyden, siyasi ve ekonomik yakınlık temelli bir “kapalı küreselleşme” biçimine geçiş kaçınılmaz görünmektedir. Küresel ekonominin dijitalleşmesi bu süreci 
hızlandıracak ve teknolojik araçlar buna yardımcı olacaktır. 

Hükümetler COVID-19 salgını ile mücadele etmek için dijital ve gözetim teknolojisinden faydalandıkça, hem liberal hem de liberal olmayan toplumlarda yeni bir “teknofobi” yabancı teknoloji platformlarını ve işletmelerini etkilemeye 
başlayacaktır. Devletler sosyal, ekonomik ve stratejik etkileşimlerde sanal ve dijital alana yönelerek siyasi değerlerini ve teknoloji standartlarını toplumlarımızı yönetecek algoritmalara ve altyapıya “kodlamak” için yarışacaklardır. 
Bu ise kalıcı bir “kod savaşına” yol açacak rekabetçi bir süreç olacaktır. 
En kaygı verici olan, uluslararası toplumun kolektif zorluklarla başa çıkma yeteneği ve iradesinin telafisiz şekilde zarar görecek olmasıdır. G20’den BM Güvenlik Konseyi’ne kadar çok az uluslararası kuruluş pandemiye karşı yeterli derecede hızlı ve etkin mukabele edebileceğini gösterdi. 

Dünya Sağlık Örgütü gibi diğer kuruluşların siyasi esaret ve manipülasyonlara maruz kalması bu yapılara karşı gittikçe zayıflayan küresel güvenin daha da azalmasına yol açmıştır. Bu güven azalmasının gelecekte yaşanabilecek benzer boyuttaki sınamalar bakımından belirsizliklere yol açacak olması, günümüz küresel işbirliği üzerinde tehlikeli bir kırılganlık meydana getirmektedir. Örneğin iklim değişikliği, kıyı çizgilerini yeniden çizmeye, gıda kıtlığına neden olmaya, 
eşitsizliği artırmaya ve ulusal kaynakları hiç olmadığı kadar zorlamaya başladığında, bu ne anlam ifade edecektir? Eğer COVID-19 salgınına karşı küresel tepki bir gösterge ise, her ülkenin kendi başının çaresine bakmasının ve bir çoğunun korkunç etkilere maruz kalmasının kaçınılmaz olacağı bir gerçektir. 

Sınır Kapılarında Düzen: 

Küreselleşme, Teknofobi ve Dünya Düzeni Koronavirüs, Ian Bremmer’in “G-Sıfır” olarak adlandırdığı, çok kutuplu, lidersiz ve yenilenmiş jeopolitik çatışmalar ile kuşatılmış olan olgunun ortaya çıkışının habercisi olabilir. Bunu da Batı’nın “ahlaki” üstünlüğünü kaybettiği ve Pekin’in genişleyen Kuşak ve Yol Girişimi ile yeniden 
şekillendirmeye çalıştığı, Kremlin’in jeopolitik hırslarını Doğu Avrupa, Batı Asya ve Kuzey Kutbu’na kadar genişletme fırsatını yakalayacağı, jeopolitik veya jeoekonomik becerisi olmayan ülkelerin baskı veya mecburiyetten “taraf seçmesinin” gerekeceği bir dünya olarak tarif edebiliriz. 

Koronavirüs birçok toplumun yoksulluk, çatışma, işsizlik ve eşitsizlik yüzünden ağır sıkıntılar yaşarken büyük güçlerin sorunlara gözlerini yumduğu veya maddi kaynaklarını kendi toplumları ve çıkarları için ayırdığı düzensiz bir dünyanın habercisidir. Uluslararası kuruluşlar içerisinde G20, G7, BRICS, AGİT ve ŞİÖ gibi çok yönlü çabalar, büyük küresel aktörlerin belirli bir gayeyle toplandığı ve birbirleriyle yapıcı görüşmeler yapamayan aktörlerin ise temsilcileri aracılığıyla konuşabilecekleri yegane alanlar olabilirler. “Kapalı küreselleşme” için kural belirleyiciler bu örgütler mi olacaktır, yoksa ortak bir geleceği şekillendirmeye yardımcı olmak üzere kurulmuş ve 75 yaşındaki BM’yi, yeniden tasarlamayı, 
canlandırmayı ve köklü bir reforma tabi tutmayı başarabilir miyiz? 


***