6 Ocak 2021 Çarşamba

COVID-19 KRİZİNDEN SONRA DÜNYA NASIL GÖRÜNECEK ?

COVID-19 KRİZİNDEN SONRA DÜNYA NASIL GÖRÜNECEK ? 





Dr. Michael DORAN, Hudson Enstitüsü Kıdemli Uzmanı,  ABD 
SAM Yayınları 
ANTALYA DiPLOMASi FORUMU
COVID-19 Sonrası Dünya: İşbirliği mi Rekabet mi? 

ABD-Çin Rekabeti, Türkiye,  Ortadoğu, Terörizm , Dr. Michael DORAN,

Pek çok şey belirsiz olmakla birlikte, COVID-19 sonrası dönemi dört gelişmenin şekillendireceğinden rahatlıkla bahsedebiliriz. İlk olarak, Amerika Birleşik Devletleri ve Çin arasında oldukça yoğun bir rekabet göreceğiz. Batı ile 
ekonomik bütünleşmesini sağlayan ve bunun sonucunda siyasi reformlar gerçekleştirecek bir Çin’in liberal demokrasilerin doğal bir ortağına dönüşeceği şeklindeki gerçekçi olmayan bir beklenti uzunca bir süre Amerikan politikasını şekillendirmişti. 
Amerikan dış politikasının seçkinleri bu beklentinin sadece bir hüsnü kuruntu olduğunu mevcut krizden önce dahi fark etmişlerdi. Artık sorun yeni bir aşamaya taşınıyor. COVID-19 sonrası dönemde, agresif bir rekabetin olup olmayacağından 
ziyade rekabetin nasıl sürdürüleceği tartışılacaktır. 

Öte yandan, Amerika Birleşik Devletleri ve Çin ekonomilerinin iç içe geçmiş olması aralarındaki rekabetin sınırlarını belirlemektedir. II. Dünya Savaşı’nın ardından Sovyetler Birliği ile verilen mücadelenin aksine, Vaşington ve Pekin arasındaki rekabet demokratik ve otoriter kapitalizm arasındadır. Bu iki sistem arasındaki örtüşme, iki ülkenin birbirine rakip devletlerden oluşan bloklarını kolayca oluşturamayacağı anlamına gelmektedir. 

Amerikalıların müttefikleri ile birlikte, Çin ile yürütülecek rekabetin parametreleri nin tam olarak belirlenmesine yönelik oldukça zorlu bir fikri çalışma yapması gerekecektir. Vaşington hangi alanlarda Pekin ile sıfır toplamlı bir oyuna dahil olmuştur? Hangi alanlarda rekabet sınırlı niteliktedir ve hangi alanlarda ortada bir rekabet yoktur? Şu anda, bu soruların hiçbirinin net bir yanıtı bulunmamaktadır. 
Amerika özellikle dünyadaki rolü konusunda giderek daha fazla kararsız hale geldiği için hayati çıkarlarına ilişkin algısı bulanıktır. İsteksiz bir süper güç, Soğuk Savaş sırasında inşa ettiği liderlik konumundan sürekli olarak vazgeçmeye niyetlenmekte, ancak yine de bu eğilime teslim olmayı başaramamaktadır. Sözkonusu kararsızlık en fazla Başkan Trump’ın mesafe koymaya gayret ettiği Orta Doğu’da kendini göstermektedir. COVID-19 krizi Amerika Birleşik 
Devletleri’nin Orta Doğu’yu terk etmesine izin vermezken, Amerika’nın bölge ile ilgili kararsız tavrını güçlendirecektir. 

Bu da ikinci büyük gelişmeyi teşkil etmektedir. Krizin neden olduğu ekonomik sarsıntılar ve ulusal borçtaki muazzam artış Vaşington’da Başkanı yurt içindeki sorunlara odaklanmaya ve Orta Doğu’daki karmaşıklıklardan kaçınmaya zorlayanların baskısını güçlendirecektir. 

 Amerika’nın kararsız tavrı bölgedeki temel rakibi İran’a bir fırsat sağlıyor gibi görünebilir. Fakat İran oluşan güç boşluğunu doldurabilecek kapasiteye sahip değildir. Aslında, üçüncü büyük gelişme olarak İran COVID-19 krizinden ciddi güç kaybıyla çıkacaktır. Rejim salgından önce dahi Başkan Trump’ın “maksimum baskı” kampanyası ve geçtiğimiz Kasım ayında ülkeyi kasıp kavuran siyasi huzursuzluk dalgası nedeniyle zorluk çekiyordu. Koronavirüs salgınına karşı baştan savma müdahalesi rejimin meşruluğunu daha da azaltmıştır. İran’ın zayıf oluşu Amerika Birleşik Devletleri’ne askeri araçlara ciddi ihtiyaç duymadan Tahran’ı savunma konumunda tutma imkan verecektir. 

Son olarak, COVID-9 krizi milliyetçiliğin yeniden güçlenmesine yol açacak ve Avrupa Birliği gibi ulus aşırı kuruluşların rolünü daha da zayıflatacaktır. Avrupa’da Brüksel’den daha fazla özerklik talep eden popülist hareketlerin yükselişine yıllardır tanık olduk. Salgın Avrupalılara ciddi bir kriz sözkonusu olduğunda ulus aşırı teknokratların faydasız olduğunu ve her ülkenin en gerekli olduğu zamanda kendi kaynaklarına dayanmak zorunda kaldığını öğreterek bu eğilimi güçlendirmiş tir. Ancak, yeni milliyetçiliğin yükselişi Avrupa’yla sınırlı bir eğilim değildir. Bu eğilim Modi’nin Hindistan’ında, Xi’nin Çin’inde ve Netanyahu’nun İsrail’inde de görülmektedir. 
Birlikte ele alınan bu dört eğilim, kesin olmamakla birlikle, oldukça istenen ve uğruna çaba gösterilmeye değer beşinci bir gelişme olan ABD-Türkiye ilişkilerinde kaydadeğer bir iyileşmeyi de muhtemel kılmaktadır. 
11 Eylül sonrası dönemde Amerikan dış politikası Amerikan stratejik vizyonunda Orta Doğu’daki en temel tehdit olarak yer alan El-Kaide ve DAEŞ gibi devlet dışı aktörlere odaklanmıştı. Bu odaklanma Amerika Birleşik Devletleri’ni istikrarlı bir bölgesel düzen oluşturmaya kararlı müttefik devletler koalisyonunu sürdürmeye yönelik geleneksel rolünden alıkoymuştu. ABD-Türkiye ilişkileri de bu gelişmeler den olumsuz etkilendi. ABD devlet dışı aktörlere odaklanma stratejisi nedeniyle PKK ile yakınlaşma hatasına düştü. 

Bununla birlikte, ilişkilerdeki krizin sürekli olmaması gerekmektedir. Bir yandan Çin ile rekabetin öneminin gün geçtikçe arttığını gören ABD, Orta Doğu’daki ağırlığını azaltmaya yönelik baskının etkisiyle bölgede istikrarlı bir düzen  oluşturmanın önemini yeniden keşfedebilir. 
Ancak, bu yeniden keşfin gerçekleşmesi ve tam potansiyelin ortaya çıkarılması 
ABD’nin Türk müttefiki ile yakın bir şekilde çalışmasıyla mümkün olacaktır. 
Bunun için hem Vaşington’da hem de Ankara’da sıkı bir diplomatik işbirliğinin sürdürülmesine ihtiyaç bulunmaktadır. 

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder