16 Ocak 2021 Cumartesi

COVID-19 SALGINININ ABD DIŞ POLİTİKASINA ETKİSİ., BİR İMPARATORLUK KRİZİ Mİ.,

COVID-19 SALGINININ ABD DIŞ POLİTİKASINA ETKİSİ., BİR İMPARATORLUK KRİZİ Mİ., 






COVID-19 SALGINININ ABD DIŞ POLİTİKASINA ETKİSİ 
Prof. Richard E. RUBENSTEIN Jimmy ve Rosalyn Carter Barış ve Çatışma Çözümleri Enstitüsü Öğretim Üyesi, George Mason Üniversitesi, ABD 


Küresel Liderlik, ABD, Çin, ABD-Çin Rekabeti, Prof. Richard E. RUBENSTEIN, George Mason Üniversitesi, Bir İmparatorluk Krizi, COVID-19 Salgını, ABD Dış Politikasına Etkisi, 

Mevcut COVID-19 salgınının ve bununla bağlantılı ekonomik krizin ABD dış politikasına muhtemel etkisi ne olacaktır, yani Amerikan imparatorluğunun 
politika hedefleri ve yöntemleri neler olacaktır? 
Burada “imparatorluk” kelimesi kışkırtma amaçlı değil, sağduyulu bir tanımlama olarak kullanılmaktadır. 
Önde gelen siyaset uzmanlarına göre, 130 ülkede askeri üssü bulunan, 1945’ten bu yana en az 150 sınır ötesi askeri müdahalede bulunan ve dünyanın 
tek rezerv para birimini elinde bulunduran her millet toprakları resmi olarak kolonileştirme se de bir imparatorluktur. Büyük toplumsal krizlerin imparatorluk  lar üzerindeki etkisini değerlendirmek, özellikle imparatorluklar arası çatışmanın tehlikeli biçimde artmasına neden olduklarında önemlidir. 
ABD için öne çıkan soru, COVID-19 krizi ve ardından gelen iyileşme döneminde Amerika ve Çin imparatorlukları arasındaki düşmanlığın artıp artmayacağıdır. 
İlk olarak, büyük çevresel ve ekonomik krizlerin hükümetler üzerinde birbiriyle çelişen etkileri olduğu dikkate alınarak COVID-19’un kısa ve uzun dönemli 
etkileri arasında bir ayrım yapmak doğru olacaktır. Kısa vadede krizin neden olduğu sınamalarına yanıt vermek, kamu otoritesinin enerjisini ve finansal 
kaynaklarının çoğunu tüketir ve hükümetin ülke içine odaklanmasına yol açar. Bunun ilk göstergeleri, seyahat kısıtlamaları, sınırların kapatılması, uluslar arası ticarette ciddi düşüş ve siyasi dikkatin yurtiçindeki meselelere çevrilmesidir. 
COVID-19 boyutundaki krizler, hükümetler ile vatandaşlar ve sosyal gruplar ile devletler arasındaki mevcut ilişkileri sarsar ve ilişkilerin yeniden gözden geçirilmesini zorunlu kılar. Bu gözden geçirme belki yeni tür çatışmalar yaratmaz ancak çoğunlukla mevcut mücadeleleri alevlendirip yıkıcı ve yaratıcı değişikliklerin önünü açar. İmparatorluklara gelince, tarihsel örnekler belirleyici olmamakla birlikte fikir vericidir. İmparatorluklar halihazırda bir düşüş veya tırmanmakta olan bir iç çatışma yaşarken ortaya çıkan ciddi çevresel krizler onları, mali, askeri ve daha geniş anlamda siyasi açıdan zayıflatmış, sahip oldukları kamu desteği ve sadakatin sürmesini zorlaştırmıştır. 
Antonine ve Justinian Vebaları (MS 165-180 ve MS 541 sonrası) Akdeniz’de toplam 90 milyon insanın ölümüne neden olmuştur. Bunun Batı imparatorluğunun düşüşünü hızlandırdığı, Bizans rejimini ciddi şekilde zayıflattığı, Roma ekonomisi ve askeri yapısına büyük zarar verdiği düşünülmektedir. Aksine, 14. ve 15. yüzyıllarda yaşanan “Kara Ölümün” daha genç ve dinamik olan Osmanlı İmparatorluğu yöneticilerine halk sağlığı sistemini geliştirme ve yönetimin 
yapılarını modernleştirme konusunda ilham verdiği görülmektedir. 

Elbette tüm salgınların ekonomik etkileri olmuştur, ancak eski devirlerdeki salgınların işçiler ve tüccarlara büyük ve yeni zorluklar çıkarmaktan ziyade yerel yoksulluğu derinleştirdiği görülmüştür. Modern dönemde birçok işyerlerinin iflası ve kitlesel işsizlik ile kendini gösteren küresel ekonomik krize neden olan ilk salgın COVID-19’dur. Bu anlamda, 1930’larda yaşanan Büyük Buhran’ın ardından, devasa yıkıma yol açan ve rekabet içindeki imparatorluklar arasındaki güç dengesini değiştiren bir dünya savaşı yaşadığımızı unutmayalım. Pandemiyle ortaya çıkacak daralmanın boyutu ve süresi henüz net değildir. 

Her durumda, iç içe geçmiş mevcut krizlerin Amerikan imparatorluğu üzerindeki etkisinin birkaç nedenden dolayı oldukça ciddi olması muhtemeldir: 

(1) ABD, COVID-19 salgınının merkezi haline gelmiştir ve dünyada hastalıktan yaşanan kayıpların üçte birine sahiptir. 1930’lardan bu yana görülmemiş düzeye yükselen işsizlik, işten çıkarmalar ve iflaslarla birlikte ciddi ekonomik sorunlarla karşı karşıyadır. 

(2) ABD kamuoyu, diğer milletlerin salgına karşı daha hazırlıklı olduklarının, Çin, Güney Kore ve Almanya gibi ülkelerdeki etkili hükümet çalışmaları ve sosyal disiplin alışkanlıklarının sonucu olarak daha fazla test yapıldığının, bu ülkelerde salgının yayılmasının önlenmesi için ciddi sosyal politikalar takip edildiğinin ve krizden etkilenen kesimlere ekonomik destek uygulandığının farkındadır. Bir İmparatorluk Krizi mi? COVID-19 Salgınının ABD Dış Politikasına Etkisi 

(3) Yoğun siyasi baskı altında, ABD Kongresi Hükümet gelirlerinin baş döndürücü bir hızla azaldığı bir dönemde etkilenen işçiler ve iş yerleri için 3 trilyon ABD Doları tahsis etmiştir. Bu adım ulusal borcun neredeyse ülkenin GSYİH düzeyine yükselmesine yol açmıştır. Bu acil yardımın çok yakın zaman içinde tükeneceğinin tahmin edilmesi, yardımın kırılgan grupları da içine alacak şekilde genişletilmesi ihtiyacına karşı büyük çaplı test ve izleme teknikleri uygulanmadan önce ekonominin “yeniden başlatılmasının” akıllıca olacağına ilişkin acı bir tartışmayı tetiklemektedir. 

(4) ABD’de devam eden kriz, çeşitli nüfus kesimleri arasındaki mevcut sosyal ve siyasal farklılıkları artırmış ve keskinleştirmiştir. 

Bu da sosyoekonomik durum, ırk, etnik kimlik, coğrafya, din ve siyasi aidiyete dayalı iç çatışmaların yoğunlaşmasına yol açmıştır. 

COVID-19’dan ölüm oranlarının Afro-Amerikan ve Hispanik bireyler arasında çok yüksek olduğu bilinen bir gerçektir. Öte yandan, siyasi partiler arasında 
yoğunlaşan çekişme yaklaşan başkanlık seçimleriyle bağlantılı suiistimal ve sivil şiddet yaşanması korkularını artırmıştır. 

(5) Son olarak, donanma gemileri ve diğer askeri yerleşkelerdeki COVID-19 salgınları, boyutu şu anda bilinmemekle birlikte, ABD askeri güçlerinin 
açık çatışmalar için hazırlıklı olmasını olumsuz etkilemiş olabilir. Askeri bütçede büyük artışlar yapılması mevcut koşullar altında neredeyse imkansızdır. 
Uzun zamandan beri siyasi bir tabu kabul edilen askeri harcamalarda kesinti yapılması hususu bazı siyasi liderler tarafından artık tartışılabilir olarak 
görülmektedir. 

Öyleyse Amerikan imparatorluğunu zayıflatmaya yönelik bu unsurların muhtemel etkileri nasıl ölçülecektir? 
Donald Trump döneminde takip edilen dış politikanın alışılmışın dışında tutarsız oluşu bu soruya verilecek yanıtı karmaşıklaştırmaktır. 
Trump, bir taraftan, dış politikada milliyetçi “Önce Amerika” yaklaşımının havarisi olarak kendini ilan ederek “sonu gelmeyen savaşlara” devam etmeyeceğini ve birçok çok taraflı anlaşmaya bağlı kalmayacağını ilan ederken diğer taraftan imparatorluğun askeri omurgasını güçlendirmek için önemli adımlar atmıştır. Örneğin, ABD askeri harcamasını devasa düzeyde artırmış, Orta Doğu, Orta Asya ve Afrika’daki gizli operasyonlarını genişletmiş ve İranlı General Kasım Süleymani gibi “düşman” liderlere karşı İHA saldırılarını çoğaltmıştır. 

Trump’ın Çin’in Asya’daki emelleri ve çıkarlarını tehdit etmek için artan bir savaş severlikle hareket etmesi de dikkat çekicidir. Kevin Rudd’un yazdığı gibi, 
“çok taraflı [ABD-Çin] sistem ve ona dayanak oluşturan normlar ve kurumlar gücünü kaybetmeye başlıyor.” Rudd şu konuda endişelidir: 

ABD’nin Çin’deki emekli fonu yatırımlarını sonlandırması, Çin’in ABD hazine bonoları alımlarının kısıtlanması ve Çin’in yeni dijital para birimini devreye 
sokmasına karşılık olarak yeni bir para savaşının başlatılması, iki ekonomiyi bir arada tutan mali bağları koparabilir. Pekin’in Kuşak ve Yol Girişimi’ne daha fazla 
askeri boyut kazandırma kararı da vekalet savaşları riskini artırabilir. 

Trump’ın krize hazırlıksız yakalanan ve salgın ile dağınık mücadele eden yönetimini sorumluluktan kurtarmak için COVID-19 salgını konusunda Çin’i 
suçlaması ABD ve Çin arasındaki gerilimin artmasına neden olabilir. 2020’nin ABD’de seçim yılı olması yangını körüklemektedir. Öte yandan, Trump’ın muhtemel rakibi Demokrat Parti lideri Joe Biden’ın Çin’i başta ticaret olmak üzere, Güney Çin Denizi’ndeki askeri faaliyetleri, istihbarat uygulamaları, siber savaş ve insan hakları konularında kuvvetle eleştirerek Çin’e karşı sert bir tavır takındığını akılda tutmakta fayda vardır. 
İki imparatorluk arasındaki çatışmanın daha da artmasını beklemeli miyiz? Yüzleşme riskini arttıran faktörlerden biri “yaralı canavar” sendromu olarak 
adlandırılan bir unsurdur. 
Dünyanın egemen süper gücü olma rolünü sürdürmekte zorlanan ve yorgunluk emareleri gösteren ABD COVID-19’dan açık bir şekilde zarar görmüştür. 
Ani talihsizliklerle karşılaşan imparatorluklar akılcı veya müsamahalı olamazlar. ABD’nin sorunlarını gözlemledikleri anlaşılan Başkan Xi Jinping ve diğer Çinli liderler, benzeri görülmemiş zorluklar ve utanç yaşayan ABD’nin damarına basmaya neyse ki şimdilik niyetli görünmemektedirler. 
Trump’ın yaklaşan seçime bağlı öfke nöbetlerini görmezden geleceklerini ümit etmekten başka çaremiz bulunmuyor. 

Özetleyecek olursak, 

COVID-19 salgını büyük ihtimalle Amerikanimparatorluğunun Çin ve diğer muhtemelen rakipleri karşısında zayıflamasına yol açacaktır. 
Bununla beraber, küresel ekonomik bir çöküş yaşanmadığı takdirde, ABD’nin gücünde hızlı bir düşüşün olması veya 1939-1945’te dünyayı yıkan sarsıcı 
mücadelelerin yaşanması beklenmemelidir. 

İmparatorluklar çökmekten ziyade zayıflamaya meyillidir ancak bu zayıflama Antonine ve Justinian Vebaları benzeri olaylarla hızlanabilir. 

Bilinmeyen bir başka ekten de mevcut krizin asıl yükünü yaşayan Amerikan vatandaşlarının ABD’nin küresel hegemonyasını sürdürmesinin maliyetini 
karşılamadığına karar vermesi ve ülkelerinin dünyada daha mütevazı bir rol oynamasını seçmeleri ihtimalidir. Tehlike ve belirsizliğin hakim olduğu bu 
dönemde insanların akılcılık ve yenilenmeye ilişkin bu tür umutlar beslemesi mazur görülebilir. 

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder