12 Mart 2021 Cuma

Mısır’da 25 Ocak 2011 Devrimi Öncesi Kilise-Devlet İlişkisi BÖLÜM 2

Mısır’da 25 Ocak 2011 Devrimi Öncesi Kilise-Devlet İlişkisi  BÖLÜM 2


Mısır 25 Ocak 2011 Devrimi, Kıpti Ortodoks Kilisesi, Patrik III. Şenuda, Kilise-Devlet İlişkisi, Ayşenur Hazar,Cemal Abdünnâsır,Hüsnü Mübarek,
Enver Sedat,


Patrik III. Şenuda ve Kıpti Ortodoks Kilisesi’nin Artan Sosyo-Politik Rolü 
Patrik III. Şenuda, 9 Mart 1971’de Patrik VI. Kyrillos’un ölümünün ardından yapılan seçimle 14 Kasım 1971’de Kıpti Ortodoks Kilisesinin 117. Patriği 
olarak taç giydi. 25 III. Şenuda’nın neredeyse yarım asır süren Kıpti Ortodoks Kilisesi ruhani liderliği süresince Enver Sedat ve Hüsnü Mübarek cumhurbaşkanlığı 
yaptı. Ruhani liderliğinin son döneminde 25 Ocak 2011 Devrimi’ne tanıklık eden patrik, devrimden bir yıl sonra 12 Mart 2012 tarihinde vefat etti. Genç yaşta kiliseye katılmış reformist bir Kıpti olan Patrik III. Şenuda, karizmatik kişiliği, politik görüşleri ve otoriter yöneticiliğiyle birçok selefinin aksine kilise-devlet ilişkisinde etkili bir figür olmayı başarmıştır. 26 

Patrik III. Şenuda, 41 yıl süren ruhani liderliği süresince kiliseyi gelenekten kopmadan ve çağın gerekliliklerinin farkında olarak yeniden yapılandırmaya 
çalıştı. Patrik, Kıptilerin kiliseyi haftalık ibadetleri için gittikleri dini bir mekân olarak görmenin ötesinde bir baba mirası ve kimliklerini yeniden tasdik edebilecekleri bir toplanma yeri olarak görmelerini istiyordu. Bu amaçla toplumun her kesimini kiliseye çekmeye yönelik bir program takip etti. Örneğin Pazar ayini, pazar günü kamuda çalışan Kıptiler için cuma günü tekrarlandı ve ev hanımları, öğrenciler, memurlar gibi toplumun her kesiminden kişilerin çalışma saatlerine uygun ayinler düzenlendi. 27 Kiliseyi toplumun merkezi yürütücüsü olarak gören III. Şenuda, manastırları da toplumsallaşmanın temel araçlarından biri olarak görüyordu. Bu sebeple, manastırları okullara dönüştürerek Kıpti kilisesinin manastırcılık geleneğini yeniden canlandırmaya ve Kıptilerin manastırla olan bağlarını güçlendirmeye çalıştı. 28 
III. Şenuda’nın öncelikli amaçlarından biri, Kıpti toplumunu modernleşmenin etkisinden koruyup Kıpti Ortodoks kültürünü modern dönemde yeniden 
canlandırmaktı. Bu sebeple tarihi mekânlar hac ibadetine açılarak Kıpti kültürünün birçok sembolü belirginleştirildi. 29 Ayrıca III. Şenuda, ibadet mekânlarının tamamlayıcısı olabilecek kültürel alanlar oluşturdu ve kilisenin uzun bir geçmişe sahip geleneklerini yeni bir ruh ve vizyonla sürdürülebilir kılmaya çalıştı. 
Bu bağlamda Kıpti dilinin ve Kıpti ayin müziğinin canlandırılmaya çalışılması kilisenin en önemli faaliyetlerinden biriydi. 30 

III. Şenuda, kiliseyi Kıptilerin dini ve dünyevi temsilcisi olarak görmenin yanında kilisenin, cemaatin her tür ihtiyacı ve sorunu ile ilgilenebilecek ve çözüm üretebilecek bir kurum olduğunu savunuyordu. Bir bakıma kiliseyi toplumun koruyucusu ve tedarikçisi olarak gören patrik, kilisenin sorumluluklarını 
Kıpti halkının refahı için sınırsız bir şekilde arttırdı. Bu bağlamda din adamlarının vazifeleri ibadet ve fakirlere yardım gibi geleneksel görevlerle birlikte Kıpti halkının ekonomik ve kültürel gelişimini desteklemeyi de kapsıyordu. Örneğin Halk, Ekümenik ve Sosyal Hizmetler Piskoposluğu, 1974’te ülke genelinde kırsal ve kentsel bölgelerde Toplumu Geliştirme Merkezleri açarak dini eğitim ve okuryazarlık programlarının yanında kadınlara kıyafet dikme gibi aile bütçesine katkıda bulunacakları işler öğretiyordu. Piskoposluk ayrıca 1976’da marangozluk, tesisatçılık, araba ve televizyon tamirciliği gibi işlerin öğretildiği iki merkez ve 1978’e kadar birçok dil merkezi açtı. 31 Kilise bu dönemde kaynak sağlayıcı ve yatırımcı rolünü de üstlenerek 32 

Kıptilerin toplumsal hayattaki pozisyonlarını geliştirmek amacıyla kilise destekli projeler gerçekleştirdi. 

III. Şenuda’nın sosyo-ekonomik alana yönelik programları ve faaliyetleri kilisenin sosyo-politik rolünün de artmasını sağlamıştır. Bununla birlikte III. Şenuda döneminde kilisenin sosyo-politik rolünün artmasında dönemin koşulları ve devletin ilgili alanlardaki yetersizliği de önemli bir etkendi. 1967 Arap-İsrail Savaşı’ndaki yenilgi Mısır’da büyük bir ideolojik boşluğa neden olmuştu. Nasır’ın Arap Milliyetçiliği gözden düşmüş; Müslümanlar ve Kıptiler arasında dini uyanış bir alternatif olarak yükselmeye başlamıştı. Ayrıca Enver Sedat ile birlikte devlet söylemine hakim olan “İslamileşme” ve radikal İslami grupların Kıptileri hedef alan saldırıları kilisenin koruyucu ve tedarikçi bir rol üstlenmesine katkı sağladı. 33 Devletin sosyo-ekonomik alandaki yetersizliği ise kilisenin bir sivil toplum örgütü gibi faaliyet göstermesine neden oldu. Esasında dini bir kurumun sivil toplum örgütü gibi faaliyette bulunması Mısır’da sık rastlanan bir durumdu. Tahminlere göre Mısır’daki sivil toplum örgütlerinin % 35’inden fazlasını dini örgütler oluşturmaktaydı ve birçok dini kurum kendi öğretilerini teşvik etmenin yanında devletin gerçekleştiremediği sosyal hizmetleri sağlamaktaydı. 34 

Patrik III. Şenuda döneminde kilisenin artan sosyo-politik rolü, Kıptilerin temsilciliği ve idaresinde kilisenin gücünü pekiştirmekle birlikte devletle 
ilişkisinin gerginleşmesine yol açmıştır. Özellikle Enver Sedat döneminde, kilisenin artan sosyo-politik rolünün bir tehdit olarak algılandığı ve kilise-devlet 
ilişkisinin gerginleştiği görülmektedir. 

Enver Sedat Döneminde Kilise-Devlet İlişkisi 

1970-1981 yıllarını kapsayan Enver Sedat döneminde karşılıklı iyi dileklerle başlayan kilise-devlet ilişkisi, Patrik III. Şenuda’nın ev hapsiyle kopma noktasına 
geldi. 
Patrik bir röportajında Enver Sedat ile olan ilişkisini şu şekilde özetlemişti: “Patrik olarak seçildiğim zaman, Sedat’ı ziyaret ettim, beni çok iyi karşıladı ve bana kilisemin tarihini çok iyi bildiğini ve onu eski ihtişamına kavuşturmayı arzuladığını söyledi. Fakat ben bunu yapmaya çalıştığım zaman, bana izin vermedi.” 35 

Sedat döneminde kilise-devlet ilişkisinin kötüleşmesine neden olan öncelikli etkenlerden biri, Patrik III. Şenuda’nın aktivist eğilimleri ve muhalif duruşuydu. 
Bazı araştırmacılara göre III. Şenuda’nın göreve başlamasıyla kilise ve devlet arasındaki millet ortaklığı kesintiye uğramıştır. Çünkü III. Şenuda bu ortaklıktaki en önemli sorumluluklarından biri olan siyasi otoriteye itaat ve desteği yerini getirmemiştir. 36 

Kilise-devlet ilişkisinin gerginleşmesine neden olan bir diğer etken, diaspora Kıptilerinin faaliyetleriydi. Nasır döneminde yurt dışına giden Kıptiler’in 
Sedat döneminde etkinliklerini artırdığı görülmektedir. Yurt dışında yaşayan Kıptiler, Mısır’daki dindaşlarının yaşamlarını yakından takip ederek onların 
hak ve özgürlüklerini korumak için uluslararası kamuoyunun dikkatini çekmeye ve yaşadıkları ülkelerde gerçekleştirdikleri lobi faaliyetleriyle Mısır’a 37 baskı uygulamaya çalışıyorlardı. Özellikle ABD’de yaşayan Kıptilerin faaliyetleri Mısır’ın yurt dışındaki imajını olumsuz yönde etkiledikleri ve dış devletlerin Mısır’ın iç işlerine karışmasına yol açtıkları gerekçesiyle hükümet tarafından çoğunlukla eleştirilmiştir. Nitekim Sedat’ın 1980’deki ABD ziyareti sırasında diaspora Kıptilerinin Sedat’a yönelik protestoları 38 patriğin görevden alınması öncesi yaşanan en önemli olaylardan biriydi. 

Kilise-devlet ilişkisinin gerginleşmesine neden olan bir diğer etken ise radikal İslami grupların Kıptileri hedef alan şiddet eylemleriydi. 1967 Arap İsrail Savaşı’nın oluşturduğu ideolojik krizi “İslamîleşme” söylemi ile aşmaya çalışan Sedat, bu dönemde İslami gruplara birçok ayrıcalık tanıdı. Nasır döneminde hapse atılmışİslamî gruplara mensup birçok kişiyi 1971-1975 yılları arasında aşamalı olarak serbest bırakan Sedat, sosyalizmin toplumsal yaşamdaki etkinliğini kırmak için İslamcı grupların önünü açtı ve siyasi bir muhalefet oluşturmamaları kaydıyla onları sosyal alana yönelik faaliyetlerinde özgür bıraktı. 39  Fakat Sedat döneminde İslamî hareketin içinden radikal gruplar yükseldi ve siyasi otoritenin yanında Kıptileri de hedef alan şiddet eylemlerinde bulundular. Kıptilere yönelik söylemlerde ve saldırılarda en fazla dikkat çeken grup ise el-Cemaat’ul İslamiyye idi. Nitekim grubun Ekonomi Konseyinin kararlarında Hıristiyanların işletmelerine yönelik operasyonlar düzenlenmesi gerektiği açıkça yer alıyordu. 40   Bu dönemde kilisenin, devletin Kıptileri bu tür saldırılardan korumadığı düşüncesi ile rejimle kendisini karşı karşıya getirecek eylemlerde bulunması kilise-devlet ilişkisinin daha da gerginleşmesine neden olmuştur. 

Sedat döneminde kilise ve devlet arasındaki ilişkinin bozulmasının belki de en önemli nedeni, devletin “İslamîleşme” politikası kapsamında attığı adımların kilise tarafından bir tehdit olarak algılanmasıydı. Örneğin 1977 yılında din değiştirenlerin idamını öngören bir yasa taslağının parlamentoya sunulması üzerine III. Şenuda, 17 Ocak 1977’de bir Kıpti Konferansı düzenleyerek kararı protesto etti. Çünkü yasa taslağının kanunlaşması neticesinde iş imkânları, devlet imtiyazları ve boşanma kolaylığından dolayı Müslümanlığa geçen Hıristiyanların tekrar eski dinlerine dönmeleri imkânsızlaşacaktı. 

Kıpti konferansında konuşulan konular bir bildiri şeklinde kayda geçirildi ve yayınlandı. Bu bildiri, kilise inşaatına yönelik sıkıntılar, sosyo-ekonomik 
hayattaki eşitsizlikler, inanç ve ibadet özgürlüğüne yönelik kısıtlamalar, Hıristiyanların siyasi temsil gücü yetersizliği, hizipçi çatışmalar, Hıristiyan 
kültürüne yönelik sansürler gibi Kıpti halkının problemlerine yönelik her konuyu kapsıyordu. 
Patrik yurt dışında yaşayan Kıptiler aracılığıyla bildirideki problemlerden dünya kamuoyunu da haberdar ederek Sedat üzerinde bir baskı oluşturmaya çalıştı. Patrik ayrıca olayları ve yasa taslağını protesto için Kıptileri 5-9 Eylül tarihleri arasında toplu oruç tutmaya çağırdı. Bunun üzerine Sedat, toplumsal kutuplaşmayı önleme amacıyla 15 Eylül 1977’de yasa taslağını geri çektiğini duyurdu; patriği ve El-Ezher şeyhini ziyaret ederek ulusal birliğe vurgu yaptı. 41 Bu bağlamda yaşanan bir diğer gerginlik, şeriatın yasamanın tek kaynağı olarak yasalaştırılması konusu ile ilgiliydi. 1980 yılında yapılan bir referandum ile şeriat, yasamanın temel kaynağı olarak kabul edildi. Bu düzenlemeyi Kıptiler açısından bir tehdit olarak gören patrik, 26 Mart 1980 tarihinde şeriatın Müslüman olmayanlar için bir yasa olamayacağını ve İslam’ın Mısır’da yeni bir milliyetçilik şekli olarak kullanıldığını vurgulayan yeni bir bildiri yayınladı. 42 

Süreç içerisinde kilise ve devletin sertleşen üslupları birçok olayın büyümesine neden olmuştur. Genel olarak her dönemde öncelikli sorunlardan biri olarak görülen kilise inşaatına yönelik kısıtlamalar ve izinsiz kilise inşaatları, kilise ve devleti karşı karşıya getiren birçok olaya yol açtı. Bu konuda ilk büyük sorun 1972 yılında Kharga kentinde yaşandı ve Kıpti kilisesi içerisinde faaliyetlerini sürdüren Kutsal Kitap Derneği 6 Kasım 1972 tarihinde kimliği belirsiz kişiler tarafından ateşe verildi. Hükümet olayların büyümemesi için bir süre kilisenin kapalı tutulmasına karar verdi. Fakat patrik, bir grup din adamını olay yerine göndererek resmi yasağa rağmen kilisede ibadeti sür-dürttü. Bu tavır devlete karşı bir meydan okuma olarak yorumlanırken bu olayın devlet ve kilise arasında bir krize dönüşmesinin asıl sebebi, patrik tarafından devlete karşı büyük bir komplo hazırlandığı söylentileriydi. Güvenlik güçleri tarafından hazırlandığı iddia edilen rapora göre, III. Şenuda Mart 1972 tarihinde Kıpti halkının ileri gelenleriyle İskenderiye’deki Aziz Mark Katedrali’nde bir toplantı düzenlemiş ve ulusal birliğe tehdit oluşturacak açıklamalarda bulunmuştur. 43 

Müslümanlar ve Kıptiler arasında yaşanan hizipçi çatışmalar 44 da, kilise ve devlet arasındaki ilişkiye zarar vermiştir. Özellikle 1980-1981 yılları arasında yaşanan olaylar sonucunda devletin Kıpti halkının haklarını korumadığını, güvenliğini sağlamadığını ve suçluları hak ettikleri şekilde cezalandırmadığını vurgulayan patrik, her yıl devlet erkânının da katılımıyla gerçekleştirilen Paskalya kutlamalarına katılmayacağını bildirdi ve bir manastıra çekildi. 45 

Araştırmacılara göre Sedat’ın kiliseye ve Kıptilere yönelik suçlamaları hizipçi çatışmaları artırmıştır. Buna göre, Kıptileri ülke bütünlüğünü bozmakla 
itham eden Sedat, bir “Kıpti ihaneti” miti geliştirerek kendisini İslam’ın ve Mısır devletinin bütünlüğünün savunucusu olarak göstermeyi amaçlıyordu. 

Sedat’ın 15 Mayıs 1980’deki parlamento konuşmasındaki “Fakat Patriğin anlaması gerekir ki; ben Müslüman bir ülkenin Müslüman bir cumhurbaşkanıyım.” 46 
şeklindeki sözleri de bu bağlamda değerlendirilmektedir. 47 

Nihayetinde kilise ve devlet arasında yükselen çekişme, patriğin Ekim 1981’de 
Vadi Natrun Çölü’nde bulunan Aba-Bishoi manastırına ev hapsine gönderilmesi ile sonuçlandı. 48 Sedat, III. Şenuda’yı ulusal birliği ve barışı tehlikeye sokma, insanları rejime karşı provoke etme, patriklik makamına fazlaca bir siyasi rol biçme, dini siyasi gaye ve çıkarlar için kullanma gibi gerekçelerle suçlayarak 49 patrikliğini onaylayan cumhurbaşkanı yasasının hükümsüz olduğunu açıkladı ve patriğin görevlerini yerine getirmesi için 5 piskopostan oluşan bir patriklik komitesi atadı. 50 Sedat’ın 6 Ekim 1981’de resmigeçit töreni sırasında uğradığı suikast sonucu hayatını kaybetmesi ile Hüsnü Mübarek yönetiminde yeni bir döneme girildi. 

Hüsnü Mübarek Döneminde Kilise-Devlet İlişkisi 

14 Ekim 1981 tarihinde cumhurbaşkanlığı görevine başlayan Hüsnü Mübarek döneminde (1981-2011) kilise-devlet ilişkisi, olağan üstü hal yasalarının 
idaresinde şekillenmiştir. Mübarek göreve geldiği ilk yıllarda ulusal güvenliğe ve kendi idaresine tehdit oluşturabilecek gruplara odaklandı ve patriğin ev hapsinin sonlandırılması cumhurbaşkanlığının 4. yılında gerçekleşti. Patriğin tutukluluğunun Mübarek’in cumhurbaşkanlığının dördüncü yılında sonlandırılması, bu konunun devletin öncelikli gündemini oluşturmadığını göstermektedir.51 

Patrik III. Şenuda’nın dört yıllık mahkûmluğuna karşılık gelen bu süreç, kilisenin Mübarek rejimiyle sürdüreceği ilişki açısından bir kırılma niteliğindedir. 

Çünkü patriğin siyasi otoriteyle onu karşı karşıya getiren çatışmacı üslubunu daha ev hapsindeyken terk ettiği, uzlaşmacı ve diplomatik bir dile büründüğü görülmektedir. Örneğin Mübarek’in ilk ABD ziyaretinde patrik, diaspora Kıptilerinin Mübarek karşıtı gösteriler düzenleyeceklerini öğrendiğinde bir heyet göndererek protestoların iptalini sağladı. 52 Ev hapsinden çıkışının ikinci gününde Aziz Mark Katedrali’nde yaptığı konuşma da patrikteki üslup değişikliğini göstermektedir. “Kilise, devlet ve Müslüman vatandaşlarımız arasındaki sevgiyi, barışı ve uzlaşıyı güçlendirmek için elimden gelenin en iyisini yapmak istiyorum. Biz, tek bedendeki organlar gibiyiz ki o beden Mısır’dır.” 53 Buradan hareketle, güvenlik tehdidinin 
hâkim olduğu siyasi bir ortamda patriğin kendisinin devlet açısından bir tehdit oluşturmadığı yönündeki ikna çabasının Mübarek’in kilisenin ve Kıptilerin koruyuculuğunu üstlendiği bir retorikle karşılık bulduğu söylenebilir. Nitekim Mübarek döneminde kilise düşük bir profil benimseyerek, bir takım hak, imtiyaz ve sorumlulukları kapsayan bir işbirliğine yöneldi. 

Bazı araştırmacılar, kilisenin devletle girdiği bu yeni ittifakı Sedat döneminde bozulan millet ortaklığının yeniden tesisi olarak yorumlamaktadır. 

Buna göre Patrik III. Şenuda tıpkı Nasır dönemindeki selefi VI. Kyrillos gibi düşük bir profile razı gelerek rejimle uzlaştı ve ulusal birlik söylemini benimseyerek 
devlet politikalarının destekçisi oldu. Bunun karşılığında kilise Mübarek tarafından Kıptilerin tek meşru temsilcisi olarak kabul görüp çeşitli imtiyaz ve haklar elde etti. 54 Kıpti kilisesinin siyasi tarihi üzerine çalışmalarını sürdüren Paul S. Rowe ise bu dönemdeki kilise-devlet ilişkisini neo-millet ortaklığı olarak adlandırmaktadır. Neo-millet ortaklığında kilise ve devletin birbirlerine meşruluk kazandırdığını vurgulayan Rowe, devletin liberalleşmesi ya da sivil toplumun güçlenmesi durumunda bu ortaklığının bozulabileceğine işaret etmektedir. 55 

III. Şenuda’nın devletle ilişkisinde benimsediği düşük profil, kilise içerisinde tam tersi bir profilde karşılık buldu. Patrik ev hapsinden döndüğünde öncelikle ev hapsi sürecinde kilise işlerini yürüten komiteyi lağvetti ve kendi idaresindeki Kutsal Sinod’un yetkilerini artırdı. 56 
Ayrıca 1973’te kendisi tarafından yeniden açılan Kıpti Millet Meclisi ile ilgili yeni düzenlemelere giderek kendine bağımlı bir yapı oluşturdu. 
Özellikle meclis üyelerinin seçimi ile ilgili getirdiği kriterler, daha çok orta sınıftan ve kendine bağlı kişilerin seçilmesini sağlıyordu. 
Aslı itibariyle kiliseyi denetler nitelikte bir kurumun kiliseye bağımlı bir hale getirilmesi patriğin gücünü daha da pekiştirdi. 57 
Kilise ve devlet ilişkisinin Sedat döneminin aksine uzlaşma ve işbirliğine varan bir pozisyona evirilmesinde patriğin kendi ve kilisenin selameti açısından gerekli gördüğü üslup değişikliğinin yanında dönemin koşulları, gelişen olaylar ve bir takım aktörlerin de etkisinden söz etmek gerekir. Patrik III. Şenuda’nın kendisinin bu bağlamda vurguladığı ilk husus, Sedat ve Mübarek’in üslubu ve karakterindeki farklılıktır. Bu bağlamda patrik 80. doğum gününde kendisiyle yapılan bir röportajda şu açıklamayı yapmıştır: “Sedat, çabuk sinirlenirdi ve hiddetle kötü kararlar verebilirdi. Bununla birlikte Mübarek, öfkelenmeden önce iki kere düşünür ve onun siniri Sedat’ınki kadar tehlikeli değildir. Sedat, muhaliflerini yok etmeye 
meyilliydi. Fakat Mübarek, onlarla diyaloğa girmeye ve bir şans vermeye meyillidir.” 58 

Bu dönemde kilise ve devlet arasındaki ilişkide tarafları birbirine yaklaştıran belki de en önemli etken, İslamî harekete yönelik ortak tehdit algısıdır. 
Mübarek, Sedat’ın öldürülmesinden sorumlu tuttuğu radikal İslamî grupları kendi yönetimi açısından da bir tehdit olarak gördü ve ulusal güvenlik tehlikesi kapsamında bu gruplara yönelik müdahalelerini iktidarı süresince sürdürdü. Mübarek bu gruplarla girdiği mücadelede, kilise ve Kıptilerin koruyuculuğunu üstlenerek onları yanına çekmeye çalıştı.59 Kıptilerin bu süreçte radikal grupların saldırılarından korunduğu pek söylenemese de rejim kendini bir nevi kötünün iyisi olarak kabullendirebilmişti.60 

İslamî hareketin ortak tehdit olarak görülmesinin yanında, Mübarek’in idari anlamda İslam’a yaklaşımı ve mesafesinin kilise açısından bir tehdit olarak 
algılanmaması da kilise-devlet ilişkisinde olumlu bir etkendi. Mübarek’in Sedat gibi İslamî bir söylem benimsememesinin ve özellikle radikal dini gruplara karşı “ılımlı” bir İslam düşüncesini savunmasının kiliseye güven verdiği söylenebilir. Örneğin 2007’de anayasadaki bazı maddelerin değiştirilmesi gündemdeyken 2. maddeye dokunulmaması61 ile ilgili görüşleri sorul-duğunda patrik, çoğunluğun Müslüman olduğu bir ülkede İslam’ın anayasal güvence altına alınmasının normal olduğunu belirtti ve anayasa değişikliği ile ilgili referanduma destek verdi.62 Burada 2. madde ile ilgili Sedat döneminde gösterdiği tepki hatırlanmalıdır. 


3. BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder