15 Mart 2021 Pazartesi

SURİYE SİYASİ TARİHİ. BÖLÜM 2

SURİYE SİYASİ TARİHİ. BÖLÜM 2


SURİYE SİYASİ TARİHİ,Zafer YILDIRIM,Sykes-Picot, Hac Yolu, Mekke,  Medine, Memluklular,İttihat Terakki Partisi,


3. Sykes-Picot’dan Bağımsızlığa Suriye

3.1. 1916-1920 Dönemi Suriye


Osmanlı devleti I. Dünya Savaşına dahil olmadan önce İngiltere’nin bölgeyle ilgili 
bir planının olmadığı anlaşılmaktadır. 1912 yılında Şerif Hüseyin’in oğlu Abdullah 
Kahire’de İngiltere’nin Mısır Büyükelçisi Horatio Herbert Kitchener’la görüşmesinde Osmanlı ile yaşadıkları sorunu dile getirerek bu sorunun Şeriflik makamının yetkilerinin alınmak istenmesinden kaynaklandığını ileri sürdü. Lord Kitchener’in buna cevabı ise mevcut yapıya olan desteklerini yinelemek, ama daha ileri bir destek vaadinden kaçınmak şeklinde oldu. Ancak iki yıl sonra İngiltere’nin Osmanlı siyasetinde değişiklik olacaktı. 

Abdullah ile İkinci defa, bu kez Mısır Yüksek Komiseri olarak Kahire’de 1914’te 
görüşen Lord Kitchener, kendi iktidarını muhafaza ve genişletme gayretinde olan Şerif Hüseyin’e daha sıcak mesajlar verdi. Görüşmede Hüseyin kendisine destek verildiği takdirde Osmanlı’ya karşı isyan edebileceği mesajını vermişti.71

I. Dünya Savaşı başlamadan önce İngiliz yönetiminin Ortadoğu ile ilgili planlarında aşılması gereken iki sorun vardı: İlki Fransa’nın da Ortadoğu’yu istemesi, ikincisi ve belki de daha kolayı halife karşısında denge oluşturabilecek etkili bir isim bulmak. İngiltere, Fransa’nın Büyük Suriye’yi istediğini bilmekte ancak bunu çıkarına uygun görmemekteydi. 

Çünkü Ortadoğu’da Fransa gibi güçlü bir devletin varlığını istemiyordu. Kitchener 
Kasım 1914’de, Savaş Bakanı olduktan üç ay sonra yazdığı bir raporda Fransızların bölge konusundaki beklentilerinden vazgeçirilmesi karşılığında onlara Kuzey Afrika’dan tatmin edici bir yer verilmesini ve buranın İngiltere’nin himayesinde kurulacak Arabistan merkezli, halifelik yetkileriyle de donatılması düşünülen Arap krallığına bağlanmasını önerdi. Muhafazakâr Parti’den Avam Kamarası üyesi Mark Sykes Suriye konusunda Fransa’nın ikna edilebileceğini, ancak Fransa’nın Lübnan Dağı’ndan, yani Maruni bölgesinden vazgeçmeyeceğini düşünüyordu. Ona göre Rusya’nın baskısını üzerinde hisseden İstanbul’daki halife yerine İngiltere’nin himayesinde Arabistan’da bir halife olması İngiliz çıkarlarına daha uygundu.72 Fransa ise bu dönemde İngilizlerin Suriye’yi işgal planı olduğuna inanıyor ve Suriye’yi onlardan önce işgal etmeyi düşünüyordu. İki ülke arasındaki bu yanlış algılamalar Fransa Dışişleri Bakanı Theophile Delcasse’nin İngiltere 
Dışişleri Bakanı Edward Grey ile Şubat 1915’teki görüşmesinde düzeltilecekti. Görüşmede İngiliz tarafı, Fransa’nın Suriye’deki emellerine karşı çıkmayacaklarını belirtirken bütünlüğünün halen iki ülkenin de çıkarına olduğu konusunda görüş birliğine vardılar.73

İngiltere’nin bölgeyle ilgili ikinci adımı ise halife karşısında denge oluşturabilecek 
etkili bir isim aramak oldu. Mekke Şerifi Hüseyin aranılan niteliklere uygun gözükmekteydi. 
Şerif Hüseyin İbn Ali Mekke Emiri’ydi. Emirler Osmanlı padişahı tarafından peygamber soyundan geldiği düşünülen aileler arasından seçilirdi. Seçilen kişi Şerif unvanını alarak Mekke ve Medine’nin koruyucusu olurdu. Esasında bölgenin yönetimi Hicaz valisinin elindeydi. Valiye verilen ayrıcalıklı yetki bu iki kente duyduğu saygıdan kaynaklanıyordu.74 

II. Abdülhamid’in tehlike oluşturabilecek kişileri ya güç yoluyla etkisiz hale 
getirme ya da mevki vererek bağlılığını sağlama siyaseti kapsamında Haşimi olan, yani Mekke Şerifleri ailesinden gelen Hüseyin ibn Ali üç oğlu; Ali, Faysal ve Abdullah ile uzun bir süre İstanbul’da yaşamak zorunda kalmıştı.75 Ardından 1908 yılında Mekke-Medine emirliğine getirilmişti. Emirliğe getirildikten sonra Hüseyin mevcut iktidar boşluğundan yararlanarak daha fazla özerklik ve yetki peşinde koşmaya başladı. Onun hedefi elindeki yetkinin sürekli olarak ailesinde kalmasını sağlamaktı. 1908’de yönetimi doğrudan ele geçirecek olan İTC Hüseyin’in faaliyetlerinden şüphelenirken, Hüseyin de İTC’ye mesafeli duruyor ve zaman kazanmaya çalışıyordu. Hüseyin, oğlu Abdullah’ı İngiltere’nin Mısır Yüksek Komiseri Lord Kitchener’la Osmanlı savaşa katılmadan önce görüştürerek kendi iktidarı için siyaset belirlemeye çalıştı. Görüşmede Hüseyin destek verildiği 
takdirde isyan edebileceği mesajını verdi. Bu görüşmeyi Mısır İngiliz Yüksek Komiseri Henry McMahon’la sekiz ay içinde yazılmış toplam on altı mektuptan oluşan bir yazışma trafiği takip etti.76 Hüseyin bu mektuplarda Büyük Suriye, Irak’ın bir bölümü ve Türkiye’den de Mersin ve İskenderun’un da içinde olduğu bir bölgeyi isteyecekti. İngiltere Büyük Suriye içerisinde yer alan Lübnan, Suriye, Mersin ve İskenderun’u Fransa’nın da istemesi nedeniyle vermeye yanaşmazken Suriye’nin batısındaki bölgelerin de verilemeyeceğini belirtti. Burada kastedilenin Filistin mi yoksa Lübnan mı olduğu belirsiz kaldı.77 

Hüseyin eğer isterse İngiltere’nin Fransızları bölgedeki taleplerinden vazgeçirebileceğini düşünüyordu. Oysa McMahon-Hüseyin mektuplaşmaları başladıktan iki ay sonra Mayıs 1916’da İngiliz Mark Sykes ve Fransız Georges Picot savaştan sonra Ortadoğu’yu nasıl paylaşacakları konusunda gizli bir antlaşmaya varmışlardı.78 Sykes-Picot antlaşmasına göre, bugünkü Lübnan ve Suriye Fransız nüfuz alanına bırakılıyordu. Picot Suriye’yi ve Filistin’i “Ortadoğu’nun Fransa’sı” olarak görüyordu. Fransızlara göre Ortadoğu’nun üçüncü kutsal kenti Şam’dı, başka bir gücün eline bırakılamazdı ve zaten Suriyeliler de Fransız yönetimini istiyorlardı.79 Oysa Suriye halkı Maruniler hariç Fransızları kesinlikle istemiyordu.  Picot Suriye kıyıları ve Lübnan’ı isterken, Suriye’nin iç bölgeleri için de 
Fransa’nın himayesinde bir yönetim arzuluyordu. Sykes ise Hüseyin’in isyan başlatması için Suriye’de bir Arap krallığı kurulması konusunda Picot’un onayını almayı ve Fransa’yı Musul’a kadar sokarak kendi İngiliz bölgeleri ile Rusya arasında tampon bir Fransız bölgesi bulunmasını istiyordu. Antlaşma her iki tarafı da tatmin edici nitelikteydi. Fransa kendi etki sahasında bir Arap krallığına evet derken, Lübnan’ın ve Suriye kıyılarının kontrolünü ele alıyordu.80 İngiliz hükümeti bu antlaşmayı Şerif Hüseyin’den gizleyecekti. 

Şerif Hüseyin’i kaygılandıracak ikinci gelişme de yine aynı ay içinde gerçekleşecekti. 
İngiliz Dışişleri Bakanı Arthur Balfour’un tarihe Balfour Deklarasyonu diye geçecek olan Siyonist İngiliz vatandaşı Lord Rorthchild’e gönderdiği mektuptu. Mektupta Yahudilere Filistin’de “ulusal yurt” kurmaları konusundaki hükümetinin kararını dile getiriyordu. 
İngiltere Hüseyin’i Yahudilere yurt verilmesinin devlet kurma anlamına gelmeyeceği ve İngiltere’nin bu yönde bir siyaseti olmadığı yönünde ikna edecekti.81   McMahon-Hüseyin görüşmelerinin başladığı dönemde Suriye valiliğine atanan Cemal Paşa, Ocak 1915’te bölgeye geldiğinde Türklerin ve Arapların kardeş olduğuna vurgu yaptı. Bu yumuşak güç siyaseti, Arapların Osmanlı’ya karşı faaliyetlerini artırdıkları haberleri sonrasında gelmiş ve bu faaliyetlerin azalmasında olumlu etkileri olmuştur. 

Ancak Fransız konsolosluğunda ele geçirilen belgeler delil gösterilerek Ağustos 1915 - Mayıs 1916 arasında Şam ve Beyrut’ta halkın önünde otuzdan fazla idam gerçekleştirildi. Ordudaki Araplar bölgenin dışına çıkarılırken bunların yerine Türk birlikleri getirildi.82 

Cemal Paşa’nın bu idamları müteakip Şerif Hüseyin’le irtibatlı olduğu düşünülen el Ahd ve el-Fatat’ın Şam’daki örgütlenmelerini dağıtması ve tutuklamalara başlaması Hüseyin’i daha da kaygılandırdı; çünkü oğlu Faysal Mayıs 1915’de yaptığı Suriye gezisinde bu örgüt mensuplarıyla bir araya gelmişti. Tutuklananların kendisinin faaliyetleri hakkında bilgi vermesinden korkuyordu.83 

Tutuklananların bırakılması konusundaki girişimleri kendisi üzerindeki şüpheleri 
artırdı. Cemal Paşa’nın Beyrut ve Şam’da yirmi bir kişiyi daha idam etmesi üzerine isyana karar vererek İngilizlerden aldığı elli bin altın lira ile Haziran 1916 başında isyan başlattı. Hüseyin’in İngilizlere kendi liderliğinde yüz binden fazla kişiyi toplayabileceğini iddia etmesi gerçeği yansıtmıyordu. Etrafında toplanan birliklerin sayısı birkaç bini geçmezken, bu birlikler eğitimden ve teçhizattan yoksundular. İngilizler bu birliklerin düzenli ordu karşısında başarı şanslarının olamayacağını görüyorlardı. Birliklerin teşkili için bile önemli miktarda bir para harcanmıştı. Bu miktarın bugünkü değerle 400 milyon sterlin olduğu tahmin edilmektedir. İngiltere şunu da anlıyordu: Hüseyin milliyetçi değildi, kendi iktidarını genişletme peşinde koşan, ancak gücü olmayan bir liderdi.84 Şerif 
Hüseyin’in başlattığı isyan Arap halkında bir coşku yaratmasa da Hicaz demiryolunun korunması açısından önemli miktarda bir askeri ki bunun 30.000 olduğu ifade ediliyor, bölgede tutarak İngiltere’ye yardım etmiş oldu.85
1917 sonbaharında General Edmound Allenby komutasında Filistin üzerinden başlayan ve bir yıl süren İngiliz saldırısı sonucunda Eylül 1918’de Suriye, İngilizlerin eline geçti. Ancak, Şerif Hüseyin’in Suriye sevinci uzun sürmedi. 1917’de savaştan çekilen Rusya’da yeni Bolşevik rejim Sykes-Picot antlaşmasını deşifre etti. Cemal Paşa bu durumu Kasım 1917’de Araplara bildirince Şerif Hüseyin’in kaygıları arttı. İngiltere ise bunun Rusya’nın da dahil olduğu eski bir metin olduğunu iddia ederek Şerif Hüseyin’i iknaya gayret etti. Bu gelişmeler Şerif Hüseyin’in oğlu Faysal’ı ve onu destekleyenleri fazla mutsuz etmeyecekti. 86 Suriye’nin yolu açılmış görünüyordu. General Allenby Faysal’a bağlı birliklerin Suriye’ye önden girmesine ve bayraklarını dikmelerine izin vererek Faysal’ın coşkusuna yardımcı olurken bu bayrak daha sonra Beyrut’ta Fransa’nın isteği 
ve Allenby’nin emriyle indirilecekti.87 

Ancak İngiltere bölgeyi Fransa’ya değil, Şerif Hüseyin’e verme gayretindeydi. 
İngiltere Başbakanı Llyod George, Sykes-Picot antlaşmasıyla Fransızlara verilen Suriye’nin Faysal’a verilmesini ister ve bu antlaşmansın artık geçersiz olduğunu savunacaktı. 
Ancak onun amacı bağımsız Faysal’ın yönetiminde ama İngiltere kontrolünde bir Suriye görmekti. Dönemin İngiliz Dışişleri Bakanı ve Hindistan eski valisi Lord Curzon’da, Suriye’nin Fransa elinde olmasının Hindistan için bir tehdit olduğunu dile getirecekti. İngiltere’de basına verilen bir bildiride Suriye’ye giren birliklerin Faysal’a bağlı gönüllü Suriyelilerden oluştuğu bilgisi veriliyordu. Amaç, Wilson prensipleri doğrultusunda halkın Faysal liderliğinde bağımsızlık istediğini vurgulamaktı.88 Fransız basınında ise İngilizlerin bölgeyi ellerinde tutabilmek için süreci olabildiğince uzattıkları yönünde haberler yer alacaktır.89 Savaş sonrası dünyanın konuşulduğu Paris Barış Konferansı’a zoraki davet edilen Faysal istediği desteği alamayacaktı. Lloyd George’un ABD Başkanı Woodrow Wilson’ın “kendi kaderini tayin” ilkesini öne sürerek Fransa’yı zorlama gayreti Fransa’nın tepkisini çekecekti. Faysal’ın yerli halkın isteklerinin tespiti için komisyon kurulması önerisi ABD’nin baskısıyla kabul edilecek, ancak daha sonra ABD hariç diğer ülkeler komisyondaki üyelerini geri çekeceklerdi. Amerika’nın komisyon üyeleri Henry 
King ve Charles Crane çalışmalarına devam edecektir. Komisyon çalışmalarının sonunda halkın bölgede bir manda rejimi istemediği, İngiltere ve ABD’nin dışarıdan desteğine sıcak bakabilecekleri ancak Fransa’nın varlığına ve desteğine ise karşı oldukları sonucuna varacaktı. Ayrıca mevcut Yahudi yerleşim politikasında acilen değişmesi gerektiği sonucuna varacaklardı. Rapor İngiltere ve Fransa tarafından görmezden gelinecek, ABD’de II. Dünya Savaşı’na kadar kıtasına döneceği için İngiliz-Fransız bölge siyasetinin önünde engelde kalmayacaktı.90
İngiltere Suriye içine Fransız birliklerin girmesine engel olurken Suriye de Faysal 
taraftarları onun yokluğunda seçim yapacaklardı ve toplanan Genel Suriye Kongresi Sykes-Picot antlaşmasının hükümlerinin ve Balfour Deklarasyonu hükümlerinin yok sayılması çağrısında bulunacaktı. İngiltere Faysal’a konuyu Fransa ile görüşmesini tavsiye edecek ve 6 Ocak 1920’de Paris’te Fransa Cumhurbaşkanı Georges Clemenceau ile yaptığı görüşmede kıyıların Fransa’ya ait olacağını ve iç bölgelerde ise Fransa desteğinde bir devletin kurulması konusunda anlaşmaya varacaklardı.91 

Ancak Faysal’ın yokluğunda Suriye’de yerel eşraftan ileri gelenler ve Osmanlı döneminde yönetimde yer alanlar kesimler bir parti kurmuşlardı. Kurulan Ulusal Parti, Suriye Kongresi’nde ağırlıklı grubu oluşturuyor ve tam bağımsızlık istiyordu. Milliyetçilerin baskısı karşısında Faysal, Suriye Kongresi’ni 6 Mart’da toplantıya çağıracak, toplantı sonunda 8 Mart 1920’de Lübnan ve Filistin’in de dahil edildiği “Suriye’nin Bağımsızlık Deklarasyonu” alkışlar arasında kabul edilecektir. 

Suriye’nin yeni hükümeti de Ali Ridha al Rikabi’nin başbakanlığında 
kurulacaktı.92 Fransa ve İngiltere’nin sert tepkisine neden olan bu bağımsızlık ilanı karşısında 22 Mart’da Lübnanlı Hıristiyanlarda, Lübnan’ın Suriye’den bağımsız olduğunu ve Lübnan’da Fransız mandasını kabul ettiklerini ilan ederler. 25 Nisan 1920’de San Remo Konferansı’nda Suriye ve Lübnan’ın Fransız mandası Filistin’in Suriye’den ayrılarak Irak ile birlikte İngiliz mandasına bırakıldığı kararı alınacaktır. Bu Faysal’ın Fransa’ya karşı siyasi olarak mücadele etme yönündeki ümitlerini bitirirken her iki taraf içinde sorunun çözümü için yalnızca askeri alternatif kalacaktır.93 San Remo’da alınan kararlara 8 Mayıs’da Suriye Kongresi Suriye’nin tam bağımsızlığı yönünde yeniden karar alarak cevap verir. Bu dönemde 2 Mayıs’ta hükümet değişmiş ve Fransa karşıtlığıyla bilinen Haşim al Atasi kabinesi kurulmuştur.94 Fransa bu dönemde genelde bekle gör siyaseti takip etmiştir. Bunun nedeni askeri olarak yeterli birliğinin olmaması ve Türkiye’de Güneydoğu Anadolu’da başlayan direnişte zorlanmaları ve iki cephede birden savaşmak 
istememeleridir. 1 Haziran 1920’de Ankara hükümeti ile ateşkes konusunda antlaşmaya varmaları Fransa’yı Suriye konusuna daha ağırlık vermelerine imkan sağlamıştır.95 
Fransa Beyrut’da bulunan Suriye Yüksek Komiseri General Gourad tarafından Faysal’a birbirini takip eden dört ültimatom verilecektir. Faysal, Suriye Kongresi’nin kınamaları ve sokak gösterilerine karşın Fransa’ya savaş ilan edemez. Ancak Faysal’a bağlı yaklaşık altı bin kişilik ordu Şam’a doğru yürüyüşe geçen Fransız kuvvetlerine küçük bir direniş gösterebilirler ve Faysal 30 Temmuz’da Suriye’den ayrılmak zorunda kalır.96 İngiltere’nin ve Lloyd George’un Suriye’yi Fransa’dan koparma gayretleri dokuz ay sürecek ve Osmanlıya dayatılacak antlaşmanın yapılmasını da bu durum geciktirecekti. Faysal İngiltere tarafından terk edilirken, Ağustos 1920’de Sevr kentinde Osmanlı topraklarının paylaşıldığı Osmanlıya dayatılan antlaşma imzalanacaktı.97

3.2. Fransız Mandası Altında Suriye 

Fransa’nın Suriye’i istemesinin iki nedeni vardı: İlki, Suriye’ye Fransızların yaptığı 
yatırımlar ve Levant’da bir sömürge elde etme isteğiydi. Fransa’nın Suriye siyaseti kendisinin idaresini kolaylaştırma amacı taşırken, bu siyaset ulusal bilincin uyanmasına engel olmak üzerine kurulmuştu. Ulusal bütünleşmeye engel olmak için etnik olarak Suriye’yi bölecek ve “böl ve yönet” siyaseti takip edecekti.98 Fransa’nın bölgede uyguladığı bu model Mareşal Hubert Lyautey’in 1912-1925 yılları arasında Fas’da uyguladığı bir modeldi. 

“Böl ve yönet” stratejisine dayanan bu modeli General Gouraud’da Suriye-Lübnan Yüksek Komiseri olarak atanmadan önce Lyuatuy’in yardımcısı olarak çalışırken öğrenecek ve yeni görev bölgesinde uygulayacaktır.99 Bu siyaset Suriye’de Sünni çoğunluk karşısında Nuseyri ve Dürziler içinde tercih edilen bir yapılanmadır. Bu aynı zamanda Suriye’nin siyasi geleceği içinde önemli olmuş, Fransızların Alevi ve Dürzileri koruması ve Alevilerin Fransız manda yönetimine verdikleri destek, daha sonraki dönemde Alevilerin iktidara gelmesini sağlamıştır. Özellikle Alevi gençlerin Fransa’nın açtığı askeri okullara olan ilgisi daha sonraki dönemde Suriye yönetimine hâkim olmalarına imkan sağlamıştır.

“Fransa, “böl ve yönet” siyasetinin ilk uygulamasını Lübnan’da yapacaktır. Lübnan’ın sınırları Suriye’nin aleyhine genişletilir. Bekaa vadisi ve Sayda Lübnan’a dahil edilir, ancak bu Suriye de tepkiye neden olur. 31 Ağustos 1920’de General Gouraud, Sayda, Trablusgarp, Sidon, Bekaa Vadisi ve Lübnan Dağı’nı kapsayan Lübnan’ın kurulduğunu ilan edecektir.100 Suriye’de ise Fransa Aralık 1920’de Şam, Halep devletleri ve otonom Alevi bölgesinin kurulduğunu ilan eder. Bu iki devlet Fransız danışman gözetiminde yerel yönetici tarafından idare edilecektir. 1 Mayıs 1921’de Şam’ın güneyinde Dürzi otonom bölgesi ilan edilir. Fransa’nın korumasında yerel yöneticisini seçebilecek ve seçilmiş bir meclisi olacaktır. Büyük oranda Alevi’nin yaşadığı Lazkiye ise Fransa’nın korumasında ayrı bir devlet olacaktır. Hatay Sancağı’da ise otonom bir yönetim öngörülür. 

1922’de Cebel Dürüz bölgesi Suriye Federasyonu ile birleştirilir ancak bu federasyonda 1924’de dağıtılacak ve yerine Halep, Şam ve otonom Hatay’ın dahil edildiği Suriye devleti oluşturulur.101 1936-1939 dönemi hariç Dürzi ve Alevi devletleri Suriye devletinin dışında kalacaklardır. Ancak bu iki devlet ancak 1942’de Suriye’ye dahil edilir. 

Fransa’nın önem verdiği bu iki devlet diğer bölgelerden siyasi olarak ayrı tutulmuştur. 

Böylece bu iki bölgenin Fransız karşıtı duyguların yoğun olduğu diğer bölgelerle birleşmesine mani olunmuş, yani bir Suriye birliğinin oluşması engellenmiş, diğer yandan da bu siyasetle iki azınlık bölge halkının isteği yerine getirilmiştir.102 Ancak Suriye’de Fransız manda rejimi tehdit eden önemli isyanlarda yine bu iki azınlık tarafından çıkarılacaktır. 

Bunlardan ilki Alevi aşiret reisi Salih al-Ali’nin henüz Fransa manda rejimi Suriye’de resmi olarak başlamadan çıkardığı isyandır.

Lazkiye ve etrafında yaşayan Alevilerin (Nuseyri) temel kaygısı Suriye’de Sünni 
bir yönetimin gelmesi ihtimalidir. Bu nedenle Alevilerin önceliği, Arap veya Suriye milliyetçiliğinden ziyade güvenlikleri ve sosyal yaşamlarının garanti altına alınması olmuştur. Faysal’ın Suriye krallığına da bu nedenle karşı çıkmışlar, Suriye Kongresi’ne temsilci göndermemişlerdi. 1919 sonunda önemli Alevi aşiret liderleri General Gouroud’a telgraf göndererek Fransa’nın korumasında ayrı bir Alevi devleti talebinde bulunmuşlardır. Ancak Alevi önder Salih al-Ali yine aynı yıl içinde Fransızlara karşı başkaldırır. Bu isyan Fransızlara yönelik ilk isyan olarak tarihe geçer. Genelde bu başkaldırı Fransızlara karşı iki yıl süreyle direnebilen milliyetçi bir hareket olarak kabul edilmektedir.103 Ancak bazı yazarlar ise isyanda etnik kaygıların etkin olduğunu savunmaktadırlar. İsyanın milliyetçi karakterine dikkati çeken yazarlar al-Ali’nin direnişinin sahili işgale başlayan Fransız güçlerine yönelik milliyetçi bir direniş olarak Aralık 1918’de başladığını, Ali’nin İsmaililere 104 saldırısının ise 1919’da gerçekleştiğini savunmaktadırlar.105 Başkaldırıda etnik mücadelenin etkili olduğunu düşünen yazarlar ise direnişin nedenini İsmaili- Alevi çekişmesi etrafında izah etmektedirler. İsyanın nedeni, Tartus’un kuzeydoğusunda Kadmus’da (al-Qadmus) Alevilerin bölgeyi paylaştıkları İsmaililerle tarihten süregelen mücadeledir. Salih al Ali Mart 1919’da İsmailililere saldırıda bulunur. Mayıs ayında mücadelenin alanı genişler ve Sünnilerinde desteğini alan Alevilerin saldırısı Yunan Ortodoks ve Maruni köylerine kadar yayılır. Bunun üzerine Fransa’nın müdahalesi gelir. Böylece isyan “Şeyh Salih al Ali” nin Fransızlara karşı yaptığı bir isyan halini alır. 1919’da bir Fransız birliğini yenmesiyle ünü yayılır ve saldırıları Banyas ve Tartus’a kadar yayılır.106 Ancak direnişin kaderi Aralık 
1920’den sonra değişecek ve Haziran 1921’den sonra Fransızlar karşısında tutunamayan al-Ali dağlara sığınacak, gıyabında idam cezası verilecektir. Ancak 1922’de cezası General Gouroud tarafından affedilir.107 Fransa’nın Alevilerin ayrı bir devlet kurmasına müsaade edilince tekrar Fransa ve Aleviler arasındaki ilişkiler düzelir. Aleviler 1 Temmuz 1922’de kendi devletlerine, mahkemelerine, Sünni kontrolünde olmayan devletlerine kavuşacaklardır. 

Daha düşük vergi verecek, bayrakları olacaktır 1936’ya kadar Aleviler Fransızlara 
karşı hiçbir direnişe dahil olmayacaklar aksine Fransız yönetimine destek verirler.108


***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder