COVID-19 etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
COVID-19 etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

14 Ekim 2021 Perşembe

MİKRO ORGANİZMALARIN ÖNEMİNİ BİLMEDEN, GELECEĞİMİZ GÜVENDE OLAMAZ

MİKRO ORGANİZMALARIN ÖNEMİNİ BİLMEDEN, GELECEĞİMİZ GÜVENDE OLAMAZ


Ibrahim Ortas iortas@cu.edu.tr 
googlegroups.com 
14 Haziran Pzt 18:20

MİKRO ORGANİZMALARIN ÖNEMİNİ BİLMEDEN, GELECEĞİMİZ GÜVENDE OLAMAZ
Prof. Dr. İbrahim Ortaş, 
Çukurova Üniversitesi, iortas@cu.edu.tr
 
Geleceğin en Popüler araştırma alanı ve mesleği mikrobiyoloji olacaktır.
 
Musilaj-Deniz Salgısı Toplumun Büyük Çoğunluğu Tarafından Tam Anlaşılmadı
Bir önceki paylaşımı ma gelen dönütlerden anladığım kadarı ile toplumun büyük çoğunluğu bilimsel olarak müsilajın nasıl oluştuğunu ve ileride olası etkilerini bilmek ve anlamak istiyor. Ancak çoğu kimse bu kelimeyi ilk defa duyuyor. 

Bir önceki yazının (https://www.facebook.com/iortas? form=MY01SV&OCID=MY01SV) amacı daha çok ekoloji biliminin esasları bilinmeden yıllar içinde doğanın bir etkiye karşı oluşturduğu başka bir tepkiyi anlamadan, fiziksel müdahalelerle müsilajı toplamaya kalkmalarını üzülerek yazdım. Bilimin önemi ve önerileri alınmadan yapılacak işlemler ileride daha farklı olumsuzluklar da çıkarabilir.

Çevreden denize deşarj edilen evsel-sanayi atıkları ve gübre, suda bulunan yosunlar (alg)  için önemli besleyici elementler oldukları için bunların aşırı derecede üremesine neden olur. Özellikle diatomlar gibi pek çok yosun türleri, bu zengin besin ortamından yararlanarak kontrolsüz bir şekilde ürerler. Bu yosunlar, ortama yapısındaki salya şeklindeki koloidal madde olan müsilajı salarlar. Ve bu salya, diğer organizmaların gelişimini de engeller. Ancak asıl tehlike, bunların aşırı bakterileri üremesine neden olmalarıdır. Ortamda ne kadar organik madde varsa, bunları ayrıştırmak için o kadar da bakteri oluşur. Dolayısıyla aşırı derecede üreyen yosunlar ve salgıladıkları salya, bakterilerin çoğalması için mükemmel bir besin ortamı oluşturur. Bu bakteriler aerobik, yani oksijen kullanan organizmalar oldukları için, denizsel eko sistemdeki yaşam kaynağı olan oksijeni azaltırlar. Bu da başta balıklar olmak üzere, diğer canlılar için ciddi bir yaşamsal tehdit oluşturur. Hemen belirtelim ki, soluduğumuz oksijenin %30’u karasal bitkilerde, %70 kadarı da denizlerdeki yosun gibi çoğu mikroskobik olan bitkilerden karşılanır. Oksijen üretilmeyince diğer canlılar bundan ciddi zarar görür, deniz biyo-çeşitliliği bozulur, sonuçta ekosistem çökmeye başlar.
 
Bilimsel İlkelere Göre Sorun Çözümü Halen Geliştirilemedi

Biz karada (toprakta) oluşanı, müsilajı konusu ile ilgilenen bilim insanları olarak biliyoruz, ancak denizde oluşanı müsilajın doğrudan insan yaşamına olan negatif etkisi çok bilinmediği için bugüne kadar çok ciddiye alınmadı. Hatta kirli su köpüğü olarak anıldı. Ancak denizin yüzeyini saran köpüğün bir süre sonra keçe gibi her tarafı sardığı ve nerdeyse insanların üzerinde yürüyeceği kadar bir tabakanın oluşması görünür olunca yetkililer ve basının ilgisini çekti. Ayrıca köpüğün yüzeyi kapsaması deniz dibinde oksijenin yetersiz kalması, fotosentez yapan canlıların işlevlerini sonucu denizin diplerinde ayrı bir müsilaj ve kirlilik oluşmaya başlatır. Denizdeki müsilaj kirliliğinin temizlenmesi yine ağırlıklı olarak ortamdaki mikroorganizmalarca sağlanacaktır. Unutmayalım sayısını bilmediğimiz çok farklı mikroorganizma grupları her ortamda bileşikleri ayrıştırarak besinlerini alıyor ve varlıklarını bu şekilde devam ettiriyorlar. Ortamda asfalt, kömür atığı varsa oradaki karbonu ayrıştıran organizmalar çoğalıyor. Başka bir organik madde varsa onu da ayrıştırır. Hatta denilebilir ki her bileşiği ayrıştıran organizmalar farklıdır. Bazı bakteri grupları duruma göre hem aerob (oksijenli solunum) hem de anaerob (oksijensiz) koşullarda yaşayabilmektedirler. 

Bu bağlamda doğanın işleyişinde önemli rolü olan mikro organizmaları mutlaka iyi anlamak ve amaca uygun olarak da yönetmek zorundayız.    
 
Geleceğin Bilimi Mikrobiyoloji Eksenli Olacaktır.

Gelecek artık mikrobiyolojinin olacaktır. Covid-19 ile birlikte yaşamımızın artık pamuk ipliğinden daha ince bir şekilde mikroorganizmaların elinde oluğunu bilerek bugünden mikrobiyolojiye yatırım yapmak gerekir. Covid-19 salgını ile normal mikroskopta bile göremediğimiz korona virüs organizması bir yıldan fazla zamandır bütün insanlığı adeta dize getirdi. Dünyanın işleyişi önemli ölçüde yavaşladı ve yeni bir dünyanın kapılarını bir mikroorganizma açmış oldu. Gerisini hep beraber düşünelim.
 
10 Haziran 2021. Adana
Not: Sayın hocam, birçoğunuzun e-posta adresi bir şekilde makinemdeki adres defterime yerleşmiştir. Amacım kimsenin zamanını almak ve rahatsız etmek değildir. Hepimizin ortak sorununu bir şekilde dile getirmektir. E-posta bu bakımdan düşüncelerimizi kolay paylaşabildiğimiz bir ortam. Ancak peşinen eğer istenmeden e-posta aldıysanız özür dilerim. Eğer geri bildirimde bulunursanız listeden adresinizi hemen çıkarırım.

kotanlartr@googlegroups.com
http://groups.google.com.tr/group/kotanlartr?hl=tr?hl=tr 
https://groups.google.com/d/msgid/kotanlartr/WC20210614152013.2001E0%40cu.edu.tr adresini ziyaret edin.


***

18 Şubat 2021 Perşembe

YENİ TİP KORONA VİRÜS (COVID-19) VE TEDARİK ZİNCİRİNE ETKİLERİ

YENİ TİP KORONA VİRÜS (COVID-19) VE TEDARİK ZİNCİRİNE ETKİLERİ 


Nevin PİRGAİP 
Sanayileşme ve Tedarik Direktörlüğü 
ASELSAN A.Ş. 
Mart 2020 


2019 yılının son günlerinde hep birlikte yeni bir gündeme uyandık: Korona Virüs (CoV); Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ) 7 Ocak 2020’de adlandırdığı adıyla Yeni Tip Korona Virüs (Covid-19). 
DSÖ kayıtlarına göre korona virüsler (CoV), soğuk algınlığından Orta Doğu Solunum Sendromu (MERS–CoV) ve Ağır Akut Solunum Sendromu (Severe Acute Respiratory Syndrome, SARS-CoV) gibi daha ciddi hastalıklara neden olan bir virüs ailesidir. Geçmiş yıllarda dünyanın farklı bölgelerinde bu virüs ailesinden hastalıklarla karşılaşılmıştır. Yaşanan son büyük salgın, 2003 yılında karşımıza çıkan ve bir yıldan fazla süren SARS (Severe Acute Respiratory Syndrome) olmuştur. SARS virüsü etkili olduğu süre boyunca toplam 37 ülkede görülmüş, yaklaşık 8500 civarı vaka tespit edilmiştir. Korona virüsle ilgili olarak Dünya Sağlık Örgütü’nün 20.01.2020’de “Uluslararası Kamu Sağlığı Acil Durumu” alarmı ilan etmesi konunun ciddiyetini ortaya koyan ilk sinyallerdendir. Mart 2020 ortaları itibari ile virüs, 118.000’in üzerinde vaka sayısı, 113’ün üzerinde ülkede görülmesi, yayılma alanı ve hızına bakılarak DSÖ tarafından “Pandemic” sınıfına alınmıştır. SARS ile benzer özellikler gösterse de yaklaşık 3 ay gibi kısa bir sürede gelinen nokta, korona virüsün toplumsal ve ekonomik etkilerinin SARS’a 
oranla çok daha fazla olacağının işaretlerini vermiştir. 

Salgının yayıldığı ülke Çin’in dünya ekonomisindeki yeri ve virüsün ortaya çıktığı Wuhan şehri/Hubei eyaletine baktığımızda, konunun boyutları daha net ortaya çıkmaktadır. Çin ekonomisi bugün, ABD’den sonra dünyanın ikinci büyük ekonomisidir. 2030 yılı itibarıyla da ilk sırayı alması beklenmektedir. 

Çin çok büyük bir pazar olmasının yanı sıra, aynı zamanda dünyanın en büyük 
teknoloji üretim merkezidir. 
Otomotiv, tekstil, demir çelik, petrokimya, işlenmiş gıda vb. alanlarda, hammadde, ara ürün ve nihai ürün sağlayıcısıdır. Salgının başladığı Wuhan şehri, yüksek teknoloji odaklı üretim yapan, büyük bir endüstri merkezidir. 
Aynı zamanda ticaret yolları açısından da önemli kesişim noktalarındandır. 
Bu bölgede ve Çin’de oluşan her hangi bir aksama (örn: seyahat kısıtlamaları, hassas sınır kontrolleri, vb.) doğrudan küresel ekonomiyi etkileyecek, küresel tedarik zincirinde de aksamalara neden olacaktır. Salgının Güney Kore, İtalya, İran ve diğer ülkelerdeki hızlı gelişimi, artan vaka ve ölüm sayıları bu endişeleri daha da arttırmıştır. 

Mc Kinsey tarafından yayınlanan 05.03.2020 tarihli rapora göre tüm sektörler salgından etkilenmekle beraber, bazı sektörlerde bu etkinin çok daha şiddetli hissedildiği görülmüştür. Bunlar sivil-havacılık, otomotiv, petrol & doğalgaz, perakende, tüketici elektroniği & yarı-iletken ürünler, ilaç & sağlık, turizm & hizmet sektörü olarak belirlenmiştir. Örneğin havacılık sektöründe 70’den fazla 
havayolunun, başta Çin olmak üzere salgının yaygın olarak görüldüğü noktalara uçuş sınırı koyduğunu veya uçuşlarını iptal ettiğini görüyoruz. DHL tarafından yayınlanan bir diğer rapor bu verileri desteklemekte, artan sayıda havayolu şirketinin uçuş iptallerinden dolayı finansal kayıp yaşadığını bildirmektedir. 
Yine bu rapora göre Uluslararası Hava Taşımacılığı Birliği (IATA), havayolu şirketlerinin korona virüs kaynaklı finansal kayıplarının 2020 yılı sonunda, 113 Milyar Amerikan Dolarını bulabileceğini bildirmiştir. 5 Mart 2020 tarihinde İngiliz Havayolu şirketi Flybe, virüs sebebiyle iflas eden ilk havayolu şirketi olmuştur. 
Salgının etkilerinin 2020 Mart ayı ortalarına kadar geldiği aşama baz alınarak; araştırma şirketi 

Gartner, korona virüsün küresel tedarik zincirine etkilerini 5 farklı yönde sıralamıştır: 

1. Hammadde: Salgının başladığı ve yayıldığı bölgelerden gelen hammadde ve işlenmiş ürünlerde eksiklikler, sevkiyatlarda aksamalar görülebilir. 
2. İşgücü: Hastalık veya karantina sebebiyle nitelikli olsun olmasın işgücünde kayıp yaşanabilir. 
Salgın aynı zamanda nitelikli işgücünün idame ettirilememesi riski de taşır. Bu da doğrudan kapasite kullanımını ve ürün çıktısını etkileyecektir. 
3. Kaynak: Seyahat kısıtlaması, yeni iş ve proje bulunması, kaynak yaratılması konusunda da kısıta neden olacaktır. 
4. Lojistik: Tedarik bağlantılarının kapasite ve uygunlukta yaşayacağı sınırlamalar, hammadde dahi olsa bunlara ulaşmada sorun yaratacaktır. Bunun birden fazla sektörde yaşanıyor olması, alternatif rotalar ve yeni ulaşım araçları bulunmasında da sıkıntıya neden olacaktır. 
5. Tüketici: Tüketiciler, virüse maruz kalma ve hastalanma endişesiyle tüketim alışkanlıklarında değişiklik gösterebilirler. Örneğin mağazadan alışveriş yerine, internet üzerinden alışverişe yönelebilir veya harcama yapmaktan kaçınabilirler. 
Korona virüsün tedarik zincirine etkilerini gözlemlemek ve ölçmek için, yine Gartner tarafından kısa, orta ve uzun vadeli zaman dilimlerini içeren bir öneri listesi belirlenmiştir. 

Bunları aşağıdaki şekilde detaylandırabiliriz: 




1. Kısa dönem (1 aylık süreç): Virüsten etkilenen ülkeler ve etkilenme potansiyeli olan tedarik zincirleri için, tedarik zincirinde aksamaları izleme, zararları görme ve reaksiyon vermeye yönelik program oluşturulmalı ve uygulanmalıdır. 
Ülkeler ve bölgelere göre tedarik zinciri bağımlılıkları incelenmelidir. Aynı zamanda, tüketici eğilimlerinin ne yönde olacağı konusu da değerlendirilmelidir. 
Salgın kaynaklı müşteri teslimatlarının aksaması durumunda, bunun finansal etkilerini önlemek için sözleşmelerde geçen ceza şartları, mücbir sebep (force majeure) koşullarının ve istisnalarının ne olduğu araştırılmalıdır. 

İnsan Kaynakları Bölümü ile birlikte çalışılarak, kurum içinde ve bölgede bulunan çalışanlara rehberlik verilmeli, bölgeye seyahat edecek çalışanlar için seyahat politikaları ve koruma koşulları tekrar değerlendirilmelidir. 

2. Orta Dönem (1-3 aylık süreç): Arz-talep dengesi üzerine yoğunlaşılmalı ve süreklilik sağlanmaya çalışılmalıdır. İleride oluşabilecek stok miktarındaki oynamalar göz önüne alınarak “emniyet stoku” oluşturulması devreye sokulmalıdır. Ancak emniyet stoku oluşturulma kararı verilmeden önce, stok yönetimi politikaları ve ilgili süreçler gözden geçirilmelidir. Stokların bir 
kısmını kurumun mevcut emniyet stokları oluşturabileceği gibi, satın almada ölçek ekonomisinden faydalanılması kaynaklı stok da bulunabilir. 

Her krizde olduğu gibi bu kriz de bünyesinde riskler gibi fırsatlar da taşımaktadır. Tedarik faaliyetlerinin aksadığı bu dönem aslında stoklar tekrar ele alma ve değerlendirmek için uygun zaman dilimi olarak öne çıkmaktadır. Bu dönemde; hammadde, yarı işlenmiş mamul ve mamul stokları gözden geçirilmelidir. Mevcut miktarlar ve kriz dönemi koşullarına uyumlanmış revize üretim planı çerçevesinde ürün gruplarının “yeniden sipariş noktası”, diğer bir deyişle mevcut stokların risk kapsamına girme seviyeleri ve süreleri belirlenmelidir. Böylelikle iş sürekliliğinin 
sağlanması noktasında, tüm stoklar gözden geçirilmiş ve ayrıştırılmış olacak, stok fazlasını eritme fırsatı yakalanacaktır. Bu durumda kurumlar, kriz ortamına rağmen stok maliyetlerini düşürerek mali kazanım sağlayacak, aynı zamanda alternatif kaynak bulma sürecinin getirdiği ekstra maliyetten de kaçınmış olacaklardır. 

Yapılan stok kontrolleri sonucunda tespit edilen potansiyel hammadde ve kapasite eksikliğini izlemek ve yönetebilmek için ise, uyumlu bir risk yönetimi yaklaşımı izlenmeli, bu da iç paydaşlar ve bölge ile bağlantısı bulunan stratejik tedarikçilerle birlikte çalışılarak oluşturulmalıdır. 

Alternatif tedarik kaynakları bulmak ve yeni tedarikçi yaratmak, üretim kapasitesinin düşmemesini, hammadde sorununun yaşanmamasını sağlayacaktır. Ancak karmaşık parçalar için bu süreçlerin ekstra zaman ve maliyet gerektireceği de göz önüne alınmalıdır. 

Mümkünse nakliye/lojistik planlaması tekrar yapılmalı, mümkün olduğunca müşteriye yakın noktalar seçilmelidir. 

3. Uzun Dönem (3 ay ve üzeri): Önleyici eylem planları oluşturmak için, içinde senaryo ve aksiyon planı da bulunan risk yönetimi aksiyon planları oluşturulmalı ve uygulanmalıdır. İlk etapta alternatif kaynak, rota, bölge, stok ve nakit konularında risk potansiyeli yüksek olduğu görülen stratejik ve karmaşık tedariklere yoğunlaşılmalıdır. 

Yeni ürün girişi süreçleri ile birlikte, alternatif ürün ve kaynak yaratabilmek için, tasarım ölçüleri, teknik isterler, yeni ürün girişi (NPI) prosedürleri de gözden geçirilmelidir. 

Aynı zamanda hacim, kalite ve pazardaki değişiklikler de analiz edilmelidir. 
Paydaşların ve tedarikçilerin konu ile ilgili aksiyon planları ve önlemleri de gözden geçirilmeli, böylelikle kriz esnasında alacakları kararlardan ne kadar etkilenile bileceği de değerlendirilmelidir. Korona virüs ve benzeri kriz dönemlerinin tedarik zinciri üzerindeki olumsuz etkilerini en aza indirmek için nasıl bir yol izlenmeli & neler yapılmalıdır? 

Salgınlar; iş dünyasında daha sık karşılaşılan ve öngörülebilir etki, tanımlanabilir gelişim süreci gösteren siber saldırı, politik risk, doğal afet gibi iş aksamalarından farklı özellik göstermektedir. 

Doğrudan insan sağlığını, işgücü ve operasyonları etkilemesi, etki alanının ve yayılma hızının, ne kadar süreceğinin öngörülememesi bunlardan sayılabilir. Bu farklılıklar doğal olarak kendine has çözüm yöntemlerini, doğrudan insan sağlığı söz konusu olduğu için de ekstra önlemleri beraberinde getirmektedir. Salgın durumunda gerek bireysel, gerekse kurumsal anlamda temel koruyucu önlemlerin alınması gerekliliğinin yanı sıra, resmi makamlar ve sağlık kurumları ile yakın temas içerisinde olunması, epidemiyologlardan danışmanlık alınması, güvenilir kaynaklardan bilgi alınarak bilgi kirliliğinin önüne geçilmesi ve durumun anlık olarak izlenmesi, gerek salgın bölgesine seyahat eden, gerekse o bölgede bulunan çalışanlara karşı ön yargı ve ayrımcılığın önüne geçilmesi gibi konular da önem kazanacaktır. 

Kurumlar salgınların bu gibi kendine has özelliklerini de dikkate alarak mevcut risk planlarını gözden geçirmeli ve bunu iş sürekliliği politikaları ile sürdürülebilir, değerlendirilebilir ve ölçülebilir hale getirmelidirler. 

Risk planı dahilinde ilk etapta kriz esnasında görev alacak bir ekip oluşturulmalıdır. Bu ekip acil durumda tüm sorumluluğu alacak, iş planını uygulayacak hızda ve yetkinlikte olmalıdır. Ekip üyelerinin sorumlulukları belirlenmeli, yetki çerçeveleri çizilmelidir. Kriz zamanları hızlı karar almayı ve aynı hızda da uygulamayı gerektirdiği için, organizasyon içi bürokrasi en aza indirilmeli, doğrudan üst 
yönetim ve karar mekanizmaları ile bağlantıda olunmasını sağlayacak iletişim kanalları belirlenmelidir. Ekip içerisinde tedarik, kalite, mühendislik, satış ve operasyon bölümlerinden temsilciler muhakkak bulunmalıdır. Tedarik zincirini korumaya yönelik önlemler ve aksiyon adımları saydığımız bu ekiplerin koordinasyonu ve ortak kararıyla uygulanabilecektir. 

Kriz ekibi riskleri belirlemeli ve derecelendirmeli dir. Virüsün etkileyeceği öngörülen; ham madde, iş gücü, kaynak, lojistik ve tüketici gibi alanlar da dikkate alınarak, tüm riskler incelenmelidir: 
      Ham madde ve işlenmiş ürünlerde eksiklikler, sevkiyatlarda aksamalar görülebilir: 

Bu durumda başta kritik tedarikçiler olmak üzere riskli bölgelerdeki tedarikçilerimizin durumları, salgından ne kadar etkilendikleri, risk & sürdürülebilirlik planları olup olmadığı konusunda bilgi edinilmelidir. Bölgede bulunmayan ancak tedarikçisi bölgede bulunan tedarik kaynaklarımızın salgından ne kadar etkileneceği konusu da bizler için önem kazanmaktadır. Elde edilen tüm bu veriler, stok yönetim ve üretim planlarının kriz dönemi koşullarına göre revize edilmesinde, stok kontrol süreçlerinde, alternatif ürün, yeni tedarik kaynağı ve bölge bulunması, yeni ürünlerin sisteme kazandırılması süreçlerinde öncelik 
sıralaması ve iş süreç adımları oluşturmada dayanak noktamız olacaktır. 

     Hastalık veya karantina sebebiyle nitelikli olsun olmasın iş gücünde kayıp yaşanabilir, nitelikli iş gücünün idame ettirilememesi riski de bulunur. 
Bu doğrultuda, evden çalışma ihtimalinde, kurum olarak bunun için altyapımız uygun mudur kontrol edilmelidir. 
Örneğin, evde çalışabilmek için yeterli sayıda dizüstü bilgisayar var mıdır; evdeki 
çalışanlarla iletişim kanallarımız yeterli midir, internet erişimi sorun yaratacak mıdır, evden kurum veri tabanına giriş yapmak istediğimizde, bilgi güvenliği nasıl sağlanacaktır, siber güvenlik önlemlerimiz yeterli midir, konuları da tartışılmalıdır. Risk görünen noktalarda düzeltici ve önleyici faaliyetler tamamlanmalıdır. 
    Bir diğer konu ise, seyahat sınırlamalarının yeni iş ve proje bulunması, kaynak yaratılması konusunda kısıta neden olmasıdır. Bu da salgın kaynaklı finansal riskleri işaret etmektedir. Finansal riskin sebebi yeni iş ve proje bulunamaması olabileceği gibi, alternatif tedarik, ürün ve kaynak belirleme sürecinin getirdiği ekstra maliyet, ürün teslimatının yapılamaması, müşteriye olan sorumlulukların ve sözleşme koşullarının yerine getirilememesi de olabilir. Bu sebeple, kriz olsun olmasın tek kaynaktan kaçınılması, ürün tasarımı aşamasında alternatif kaynaklar ın tanımlanmış olması, sözleşme imza aşamasında ceza ve mücbir sebep maddelerinin iyi tasarlanmış olması önem kazanmaktadır. Bu kapsamda, müşteri öncelik listesinin oluşturulması, yani hangi müşterilere öncelik verileceğinin de belirlenmesi gerekecektir. Salgın esnasında bunların tekrar gözden geçirilmesi ve sorun yaratabilecek noktaların belirlenmesi, kriz yönetim planında öncelik listesini belirleyen faktörlerden olacaktır. 

    Tedarik bağlantılarının kapasite ve uygunlukta yaşayacağı sınırlamalar, ham madde dahi olsa bunlara ulaşmada sorun yaratacaktır. Aynı zamanda seyahat kısıtlamaları, sınır kontrollerinin hassaslaşması, alternatif rotaları veya farklı ulaşım araçlarının tercih edilmesi konusunu gündeme getirecektir. Ulaşım araçlarının tam kapasite kullanılamaması ekstra navlun veya uzayan teslim süreleri olarak karşımıza çıkabilecektir. 

Bu gelişmelerin birden fazla sektörde yaşanıyor olması, bir sonraki aşamada alternatif rota ve yeni ulaşım araçları bulunmasında da sıkıntıya neden olacaktır. Bu noktada, emniyet stoku ve stok planlaması tekrar gündeme gelecektir. 
    Son olarak konu tüketiciler ve talep riski açısından ele alındığında, virüse maruz kalma ve hastalanma endişesiyle tüketim alışkanlıklarında değişiklik olabileceği öngörülmektedir. 

Örneğin harcama yapmaktan kaçınma eğilimi satışları azaltacak, yeni ürünlerin piyasaya sürümünü geciktirebilecektir. 

Bununla beraber temel tüketim maddelerinde veya medikal ürünlerde aşırı talebe neden olabilecektir. Kriz dönemlerinde bu eğilimin hangi yönde olacağı, kriz kaynağına ve kurumun faaliyet alanına bağlı olarak daha net değerlendirebilir 
ve riskli noktalar belirlenebilir. 

Sonuç: 

Tedarik zincirleri çoklu ve iç içe geçmiş süreçlerden oluşan karmaşık yapılardır. Küresel düzeyde bakıldığında ise, birden fazla tedarik zincirinin, yani birden fazla karmaşık yapının iç içe geçmesi, birindeki değişikliğin diğerini de doğrudan etkilemesidir. Dolayısıyla krizin türüne bağlı olarak gerek bölgesel, gerekse küresel düzeyde tedarik zincirlerine etkiler muhakkak olacaktır. 

Kriz dönemleri, kurumların risk yönetimleri ve sürdürülebilirlik planları çerçevesinde yönetilmelidir. 
Sadece salgın riskinde değil, ambargolar, ticaret savaşları, politik gelişmeler (iç karışıklık, ayaklanma, vb.), siber saldırı gibi risklerde de, kurumlar için bazı temel başlıkların öne çıktığı görülmektedir. 
Bunlar tedarik zincirine ve pazara hakimiyet, tedarikçi ekosisteminin esnekliği, tedarikçi ilişkileri, tedarikçi risk ve kapasite yönetimi olarak sayılabilir. 
Korona virüs, risk yönetim planlarının ve sürdürülebilirlik politikalarının gözden geçirilmesi gerekliliğini, salgının küresel boyutu sebebiyle “en yüksek risk” seviyesinde tanımlanması gerektiğini hatırlatmıştır. Risk ve fırsat planlarının en iyi ve en kötü senaryoları içerecek şekilde kurgulanması, dönemsel olarak gözden geçirilmesi ve güncellenmesi gerekmektedir. Bu sadece kriz dönemlerinde 
değil, kriz sonrası izlenecek yol ve yöntemler konusunda da yol gösterici olacak, risk yönetim kültürünün kurum içinde yerleşmesini, ileride benzer krizlerle karşılaşıldığında daha hızlı hareket edilmesini sağlayacaktır. Böylelikle tedarik zincirleri güçlenecek, tedarik zinciri ile beraber kurumların da kriz dönemlerinden en az hasarla çıkması sağlanabilecektir. 

KAYNAKÇA 

www.who.int/health-topics/coronavirus 
www.who.int/docs/default-source/coronaviruse/situation-reports 
www.gartner.com 
www.mckinsey.com/business-functions/risk/our-insights/covid-19-implications-for-business 
www.resilience360.dhl.com/resilienceinsights/covid-19-outbreak-global-ripple-effect/ 
www.ntv.com.tr 
www.bloomberght.com 
www.grip.gov.tr/depo/saglik-calisanlari/ulusal_pandemi_plani.pdf 
www.tim.org.tr 
www.dergipark.gov.tr/tubid 


***

11 Ocak 2021 Pazartesi

COVID-19. JEOPOLİTİĞİN DERİNLEŞEN FAY HATLARI.,-

 COVID-19. JEOPOLİTİĞİN DERİNLEŞEN FAY HATLARI.,-




COVID-19, Jeopolitiğin Derinleşen Fay Hatları, Avrupa Birliği, Ulus Devlet, Transatlantik İlişkiler, Küresel Liderlik, ABD-Çin Rekabeti, 
Dünya Tehlikede,

Prof. Wolfgang ISCHINGER
Hertie Enstitüsü Güvenlik Politikaları ve Diplomatik Uygulama Kıdemli Profesörü, Münih Güvenlik Konferansı Başkanı, Almanya’nın eski Londra ve Vaşington Büyükelçisi, Almanya 

SAM Yayınları 
ANTALYA DiPLOMASi FORUMU
COVID-19 Sonrası Dünya: İşbirliği mi Rekabet mi? 

 
    Yeni tip Koronavirüs’ün sebep olduğu pandeminin sonuçları küresel ölçekte hissedilmektedir. 
Daha önce uluslararası güvenliği bu şiddette tehdit eden bir durumla karşılaş mamıştık. COVID-19, dünyanın dört bir yanında - milyarlarca değilse bile - milyonlarca insanın yaşamını ve geçimini hatırladığımız tüm diğer çatışma ve 
felaketlerden daha fazla etkilemektedir. Bununla birlikte, pandeminin kendisi yeni bir olgu olsa da etkileri yeni değildir. Bilakis, COVID-19, virüs ortaya çıkmadan çok önce uluslararası topluluğun karşı karşıya olduğu çok sayıda güvenlik sınamasını hızlandırmakta ve şiddetlendirmektedir. “Dünya Tehlikede” (World in Danger) adlı kitabımda da belirttiğim üzere, bu pandeminin arka planında zaten çoktan rayından çıkmış ve artan bir belirsizlikle şekillenen bir dünya yer almaktadır. Değişecek olan belirsizliğin kendisinden ziyade boyutudur. 

Pandemi ve pandemiye verilen farklı mukabeleler günümüz jeopolitiğinin durumuna dikkatleri çekmiştir. 

Kanaatimce, dünya tarihinde ileride bu ana dönüp baktığımızda muhtemelen COVID-19’un bir dönüm noktası olmaktan ziyade, Amerikan liderliğinin azalması, transatlantik ilişkilerin gerilmesi, Avrupa projesinin test edilmesi, küresel işbirliğinin azalması, milliyetçilik ve büyük güç politikalarının geri dönüşü gibi uluslararası politikanın mevcut eğilimlerini hızlandıran bir katalizör olduğunu göreceğiz. 

İlk Eğilim: Baskı Altındaki Avrupa Projesi, 

COVID-19’un Avrupa içinde ve Avrupa aracılığıyla çevreye yayılması, zaten gergin olan Avrupa içindeki uyum için başka bir sınama olmuştur. Pandemi baş gösterdiğinde ülkeler pandemiye ve ekonomik etkilerine karşı refleks olarak 
çoğunlukla ulusal karşılıklara geri dönüş yapmıştır. AB’nin temel taşı olan tek pazara karşın, hem Almanya hem de Fransa tıbbi malzemelerin diğer AB üyesi devletlere ihracatını durdurmuştur. Bu ihracat kısıtlamalarının kaldırılması 
adıgeçen iki ülkenin Avrupalı komşularının yoğun lobi çalışması ve baskısı sayesinde olmuştur. 

Fakat ülkelerin ulusal tedbirlere dönmesi - Brexit’in bilhassa ve açıkça ortaya koyduğu gibi - bu krizin patlak vermesinden çok önce kan kaybetmeye başlayan Avrupa entegrasyon sürecini yansıtmaktadır. Esas soru, ülkeler sınırlarındaki kontrolün virüsün yayılmasını yavaşlatıp yavaşlatmayacağını kendilerine sorarken ibrenin Brüksel’den başkentlere doğru ne kadar kayacağıdır. 

İkinci Eğilim: Ulus Devletin Güç Tekelini Kaybetmesi Pandemi dünyanın ne ölçüde karşılıklı bağımlı bir hal aldığını göstermektedir. Karşılıklı bağımlılık ulus devletin güç tekelini kaybetmesine bağlı olarak şekil almaktadır. Alman İmparatorluğu 1871 yılında kurulduğunda iç ve dış güvenliği ile refahını tek başına sağlayabilmiş ti. Günümüzün Avrupası’ndaki küçük ulus devletlerin bunu başarabilmesi artık kolay değildir. 

Pandeminin de açıkça gösterdiği üzere, bugün karşılaşmakta olduğumuz neredeyse tümü zor sorunların çözümü ulus devletlerin bireysel kapasitesini aşmaktadır. Sorunları çözmede yalnızca küresel yaklaşımların başarı şansı bulunmaktadır. 

Otoriter veya popülist liderler destekçilerine bunun tam tersini, yani ulusal kimliği oluşturan ulus devletin hayatta, iyi ve güçlü olduğunu söylediklerinde onları kandırmaktadırlar. 

Üçüncü Eğilim: Transatlantik İlişkilerde Derinleşen Çatlaklar 

Koronavirüs pandemisi zaten kötü durumda olan transatlantik ilişkileri daha da kötü hale getirmiştir. Ticaret meseleleri, savunmaya harcanan bütçe veya NATO’nun rolüne dair tartışmalar mevcut krize verilmesi gereken doğru yanıta 
ilişkin gerilim ve şikayetlerin temelini oluşturmaktadır. İş ciddiye binip tıbbi malzemeler yetersiz hale geldiğinde hem Avrupa hem ABD kendi içine dönmüştür. İç talebi karşılamak için Vaşington yüz maskesi üreten yerli bir şirkete yurtdışına 
sevkiyat yapmayı durdurması talimatını vermiştir. Aynı şekilde, AB de öncelikle kendi pazarındaki tüketicilerin taleplerini karşılamak için kritik önemi haiz tıbbi ekipmanın ihracatını durdurmuştur. ABD ve AB sadece yoğun kamuoyu eleştirileri 
karşısında bu kısıtlamaları gevşetmiştir. Bu sıfır toplamlı oyun, virüsün bilançosunu hem malzeme tedariki kesilen insanlar hem de ABD ve AB için daha da kötüleştirecek bir tehdittir. 
Pandemiye verilen ulusal tepkilerin sığlığı ile beraber hareket etme ve küresel gündemi belirlemedeki başarısızlık, diğer ülkeler boşluğu doldurduğunda belirgin hale gelmiştir. 
Çin ve Rusya sahnede ön planda yer alma ve bu “söylem savaşını” kazanma girişiminde bulunmuştur. Her iki ülke de Batı’nın krize verdiği mukabeleye dair yanlış bilgiler yayarak, krizi sözde “maske diplomasisi” için kullanmaktadır. 
Dördüncü Eğilim: Artan Büyük Güç Rekabeti Hem Vaşington’da hem de Pekin’de iki gücün karşı karşıya gelmesini savunanlar güç kazanmıştır. 

Salgın bu durumu daha fazla göz önüne getirmiştir. 

İkisinden biri pandemi vesilesiyle göreceli bir avantaj elde edecek midir? ABD 
de Çin de krizi kendi yöntemlerince kötü yönetmiştir ve ikisi de rol model olarak ön plana çıkamamıştır. Çin, ekonomik olarak ABD veya Avrupa’dan daha hızlı toparlanabilir ancak küresel liderliğe soyunabileceğini gösteren bir tutum sergilememiştir. 

Yumuşak ve sert güç açısından ABD hala Çin’den daha avantajlı konumdadır. Krizden sonra da durum böyle olacaktır. 

Bununla birlikte, Çin ve ABD arasındaki “kopma” eğilimi ivme kazanacaktır. 

Sağlık endüstrisinin kriz sebebiyle stratejik öneminin artmasıyla ülkeler üretimde küreselleşmeyi tersine çevirmeyi deneyeceklerdir. Ayrıca, büyük güç rekabeti 
çok taraflı sistemi giderek daha fazla sekteye uğratacaktır. Dünya Sağlık Örgütü’ndeki anlaşmazlık çok taraflı kurumların ABD ve Çin arasındaki çapraz ateşe maruz kaldıkça daha da fazla zayıflayacaklarını gözler önüne sermektedir. 

Bu eğilimlerin hızlanması, bakış açısına bağlı olarak, pandeminin ardından dünya meselelerinin alacağı duruma ilişkin iki söylemi öne çıkarmaktadır. İlk söyleme göre, COVID-19 salgını, küreselleşme ve açık sınırların ülkeleri virüs ve diğer tehditlere karşısında daha hassas hale getirdiğinin, her ülkenin ilk olarak ikmal hatlarını ve hayat kurtaran kaynaklara erişimini güvence altına alarak kendi başının çaresine bakması gerektiğinin kanıtı olarak görülmektedir. Uluslar kendi sınırlarına çekilecek ve işbirliğinden imtina edeceklerdir. 

Böylece dünyanın durumu kötüleşecektir. İkinci söyleme göre ise, dünya pandemiden farklı bir ders çıkarmıştır. Pandemi çok taraflı işbirliğine olan ihtiyacı göstermiş, tek başına hareket etme milliyetçiliğinin ve izolasyonizmin sınırlarını ortaya koymuştur. Krizle mücadele ederken bunu akılda tutacağız ve “yıkılanı daha iyi inşa edeceğiz”. Teorik olarak, uluslararası toplum öncekinden daha güçlü olacaktır. 

Bu söylemlerden hangisinin COVID-19 sonrası dünyayı şekillendireceği büyük ölçüde Avrupa ve transatlantik ortaklığına bağlıdır. 
Pandemiye karşı ortak mukabeleler geliştirilmesi jeopolitik ilişkileri açısından ciddi bir test olacaktır. 
Avrupa için bu daha da fazlası, bir ölüm kalım meselesidir. Bu aynı zamanda, AB’nin “koruyan bir Avrupa” vaadini yerine getirebileceğini sergilemek için eşsiz bir fırsattır. Bunu yapmak için AB, en ağır şekilde etkilenen üye devletlerini desteklemek üzere gereken mali araçların kullanılması ve komşularını güçlendirme ye yönelik çabalar gibi daha önce almadığı iddialı tedbirleri almalıdır. Transatlantik ortaklara gelince, zaman ABD’nin küresel liderlik potansiyelini kullanma zamanıdır. 

ABD ve Avrupalı devletler sadece Koronavirüs ile mücadele etmek için değil, ayrıca küresel bir mukabelenin temelini oluşturmak için de acilen çekişmeyi bırakmalı ve müttefik olarak birlikte çalışmalıdır. Dünyanın COVID-19 ile tekrar 
karşı karşıya kalmaması ve ülkelerin bir sonraki pandemiyle kendi başlarına mücadele etmek zorunda olmamalarının sağlanması amaçlanmalıdır. 

COVID-19, ivme kazanan küresel çalkantıların ortasında AB ve transatlantik ortaklarının daha güçlü bir şekilde ayağa kalkmaları için bir katalizör işlevi görebilir. 


***

COVID-19 VE KÜRESEL SİSTEMİN GELECEĞİ: BİR KUM KAYMASI MI DEPREM Mİ?

COVID-19 VE KÜRESEL SİSTEMİN GELECEĞİ: BİR KUM KAYMASI MI DEPREM Mİ? 




Doç. Mahjoob ZWEIRI
Katar Üniversitesi Körfez Araştırmaları Merkezi Başkanı, Katar 

COVID-19 VE KÜRESEL SİSTEMİN GELECEĞİ BİR KUM KAYMASI MI DEPREM Mİ 

Güvenlikleştirme, Çin, Terörizm, Ulus Devletler, Doç. Mahjoob ZWEIRI, COVID-19, Küresel Sistem, Geleceği, Bir Kum Kaymasımı, Deprem , 

COVID-19 pandemisine tanıklık ederken akademik dünyada da bir pandeminin yayılmaya başladığını gözlemliyoruz. Mevcut COVID-19 dönemi abartılarak küresel dönüşümlerin müsebbibi olarak değerlendiriliyor. 
COVID-19’u tarihi bir dönüm noktası olarak tasvir etmek gerçekten ziyade bir klişedir. Bunun yerine, COVID-19’un bir dizi değişimin ilk halkası olduğunu söylemek daha doğru olacaktır. 

İnsanların yanı sıra özellikle siyasi düzeyde birçok unsur 
COVID-19’un potansiyel kurbanları olarak kabul edilebilir. 
COVID-19’a karşılık verirken ortaya çıkan siyasi sonuçları 
COVID-19’un “siyasi yan etkileri” olarak nitelendirebiliriz. 

Uluslararası ölçekte kurum ve kuruluşlar her geçen gün daha da geçersiz hale geldi. BM Güvenlik Konseyi’nin müdahalesi etkisiz kalırken Dünya Sağlık Örgütü alay konusu oldu. Hepsi ciddi eleştirilere maruz kaldılar. Donald Trump, 
Dünya Sağlık Örgütü’nü “Koronavirüs’ün yayılmasını ciddi şekilde yanlış yönettiği ve örtbas ettiği” için suçlarken, ABD’nin örgüte yapmış olduğu yıllık katkısını sona erdireceğine dair uyarılarını gerçeğe dönüştürdü. 

COVID-19’un bölgesel yansımalarının neler olacağını henüz kimse tahmin edemiyor. Sözkonusu süreç devletlere birbirlerine olan derin bağımlılıklarını ve karşılıklı ihtiyaçlarını hatırlatan bir tokat mı olacak? 

Yoksa bölgesel birlik ve örgütler pandemiyle mücadelede pasif kalarak utanç verici bir şekilde sorumluluklarından kaçmaları sebebiyle eleştirilere maruz kalırken, özellikle kriz sırasında öne geçen tek taraflı önlemlerle birbirinden ayrışmış çabaların güçlendirilmesi yönünde bir eğilim mi öne çıkacak? 
Bu düşünce, İtalya, İspanya, Portekiz, Fransa, Sırbistan, Çekya ve Avusturya’daki devlet yetkililerinin yanı sıra diğer pek çok devlet yetkilisinin çeşitli açıklama ve beyanlarında kendini gösterdi. 

Örneğin, Sırbistan Cumhurbaşkanı Aleksandar Vucic Avrupa dayanışmasını reddederek “kağıt üzerinde bir peri masalı” olarak nitelendirdi. 
Diğer taraftan, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron harap olmuş ekonomileri desteklemediği ve pandemiden kurtulmalarına yardımcı olmadığı sürece “siyasi bir proje” olarak Avrupa Birliği’nin çökeceği konusunda uyardı. Avusturya Şansölyesi Sebastian Kurz “kriz bittikten sonra AB içinde zorlu tartışmalar olması gerekecek” açıklamasında bulundu. Bugün Avrupa Birliği bölünmüş ve iyice bencilleşmiş bir vaziyette ve ne yazık ki AB ülkeleri ortak değerleri paylaştıkları komşularına yardım edemedi. Bu ülkeler pandemiyle mücadele planları hazırlamak için birikmiş bilgi ve deneyimlerini kullanmada 
başarısız oldular. 

Ortak siyasi değerleri paylaştığını iddia eden hükümetler arasında giderek artan ayrışmalar var. Eğer bu değerleri kriz zamanlarında kullanmazlarsa bunların ne önemi var? Yine aynı ülkeler COVID-19’un tehlikelerini tespit etmek için bilgi 
akışı ve alışverişinden yararlanmakta da başarısız oldular. Vergi mükelleflerinin parası onları korumaya gitmediyse nereye gitti? Gerçekten ihtiyacı olanlar değil de sadece parasını ödeyebilen kişilerin erişebildiği sağlık ve eğitim gibi hayati öneme sahip sektörlerin daha önceden özelleştirilmesinin bir sonucu olarak sağlık sektörünün başarısızlığa uğraması vergi mükelleflerinin sağlığını tehlikeye soktu. Ayrıca, “görünmez düşman” olan COVID-19 sağlık sektörü dışında devlet içindeki askeri ve güvenlik sektörlerini de tehdit etmektedir. Örneğin, AB Terörle Mücadele Komitesi Sekretaryası COVID-19 ile bağlantılı olarak biyo-terörizm riski uyarısında bulundu. Halbuki COVID-19 terörizmi atfedebileceğiniz ne bir kültür ne de bir ulustur. 

Yine de güvenlikleştirme süreci COVID-19 ile başa çıkma yöntemi oldu. Başından beri Çin’deki güvenlik yetkilileri COVID-19’u keşfeden doktora virüse dair bilgi paylaşmaması yönünde yemin ettirerek müdahalede bulundu. Bununla birlikte belirli bir zaman sonra Çin yerel bir salgının bir pandemiye dönüşmesine izin verdiği için suçlandı. COVID-19 öncesinde de Çin’i eleştirmekten hiç vazgeçmeyen Batı, Çin’in pandemi konusunda şeffaf olmasına yönelik beklentilerini artırdığı bir tutum sergiledi ve güvenilir olmamasından dolayı Çin’i kınadı. Bir taraftan Trump Çin’i suçlamak için hiçbir fırsatı kaçırmayarak COVID-19’dan devamlı “Çin virüsü” olarak bahsederken, diğer taraftan Avustralya Başbakanı Scott Morrison Çin’in virüsün yayılmasındaki rolünün araştırılması için COVID-19 konusunda bağımsız bir “küresel inceleme” çağrısında bulundu. Bununla birlikte, pandemiyle mücadele süresince COVID-19’un siyasi amaçlar için kullanımı daha belirgin olmuştur. Çin’in gerçekleri gizlemesi pandemiyi hafife alan hatta inkar eden veya toplum bağışıklığı ve sağlık sektörü kuruluşlarının korunması konusunda bilgiçlik taslayan diğer dünya liderlerinin yaptıklarından daha az değildir. Batı’daki politikacılar için Çin’i suçlamak insanların dikkatini pandemiyi yönetmedeki korkunç başarısızlıklarından ve virüsü kontrol edememelerinden başka yöne çekmek için bir yöntemdi. Çin günah keçisi oldu. İçeride vatandaşları birlik olurken ülke sınırları dışındakilerin tehdit olarak nitelendirildiği bir durumda ulus devletin güvenilirliği belki de krizi yönetmedeki hazırlık derecesine bağlıdır. COVID-19’un devletleri özerk bir şekilde yaşamaya zorladığı doğru, ancak ulusal sınırları tanımayan küresel bir kriz olmasına rağmen COVID-19’un yine de ulusal egemenliği güçlendirebileceği ve içerde hükümet düzeyinde büyük dönüşümlere neden olabileceği bir paradoks yaratmaktadır. Bu durum, özellikle virüsün kamu sektörünün ne kadar ihmal edildiğini ortaya çıkarması ve kamu hastanelerinin COVID-19 ile özel hastaneler den daha iyi mücadele ettiğinin kanıtlanmış olmasıyla teyit edildi. Farklı sektörler hükümete başvurarak COVID-19 ile mücadelede kolektif bir eylem çağrısında bulundu. Bu, ulus devletin rolünün şaşırtıcı bir şekilde yeniden uyanarak canlanmasına yol açabilir. 

Geç de olsa devletlerin aldığı önlemler etkili fakat yavaş tesirli olacak. Bununla birlikte, virüsle mücadelede devlet dışı aktörler de rol aldı. 
Meşruiyet zafiyeti olan hükümetlerin bulunduğu bazı yerlerde silahlı isyancılar,  terörist gruplar, uyuşturucu kartelleri ve çeteler gibi alternatif aktörler ekonomik yardım paketlerinin dağıtılmasında, halk sağlığı eğitiminin artırılmasında ve insanların karantina altına alınmasında önemli rol oynadılar. Buna ilişkin çeşitli örnekler var. 
Washington Post’un yakın bir zaman önce verdiği habere göre “Afganistan’da Taliban Koronavirüs ile mücadele için uzak illere sağlık ekipleri gönderdi. Meksika’da uyuşturucu kartelleri virüsün olumsuz ekonomik etkisini hissedenlere yardım paketleri sunuyor. Brezilya ve El Salvador’da çeteler virüsün yayılmasını önlemek için sokağa çıkma yasağı uyguluyor.” 

Benzer şekilde Suriye’de, “İnsanların bir araya gelmesini kısıtlayarak halka sağlık bilgilerini duyuran Heyet Tahrir el Şam, bir idari organ olma meşruiyetini artırmak amacıyla virüsü kullandı.” Washington Post, bu grupların faaliyetleri ni “halk sağlığı politikası ve stratejik mesajlaşma için paralel bir yeraltı dünyası” olarak nitelendirdi. Ayrıca, örneğin İngiltere’de, ön saflarda çalışanlara ve savunmasız kişilere yardım eli uzatan ortak yerel yardım grupları ve ilerici hareketler mahalli düzeyde bağımsız olarak kuruldular ve hükümetin hüsrana uğrattıkları kişilere yardım ettiler. 

Güvenlikleştirmeyi farklı yönlerden ele alırken dikkatli olmak gerekiyor. Örneğin, küreselleşmenin sonunu ilan ederken ihtiyatlı olunmalı. Belki de dijitalleşmeye bağlı olan yeni bir küreselleşme şekli ortaya çıkacak. Ancak, küreselleşme 
sürecinde meydana gelen bir yavaşlama bir gerileme olarak algılanmamalıdır. Her şeye rağmen, ekonomik açıdan bakıldığında, COVID-19 salgını küresel ekonomik büyüme hızını yarı yarıya düşürebilir. Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) küresel GSYİH büyümesinin 2020 yılında salgından önce tahmin edilen %2,9’un yarısına inerek %1,5’e kadar düşebileceğini belirtti. 

COVID-19’un yıkıcı etkilerini görmezlikten gelmeden başka neler ‘yapmadığını’ da düşünmekte fayda olabilir. 

COVID-19 zenginler ve fakirler, vatandaşlar ve göçmenler, merkez ve çevre arasındaki zaten mevcut olan gerilimleri artırmadı. Yani COVID-19’un tarihi “COVID-19 öncesi” ve “COVID-19 sonrası” şeklinde ayıran yeni bir çağ oluşturacağını söylemek için belki de henüz erken. Büyük değişimler yalnızca tek bir olay neticesinde değil, bir süreç içinde oluşurlar. Başka bir deyişle, COVID-19’u büyük bir depremden ziyade bir kum kayması olayı gibi düşünmeliyiz. COVID-19 gibi olaylar bir değişime neden olabilecek anlar olsa da, üzerinden zaman geçince bazı şeylerin farklı görünebileceğini unutmayalım. 


***

COVID-19 VE AVRUPA: JEOPOLİTİK BİR MEGAFON ARAYIŞI

COVID-19 VE AVRUPA: JEOPOLİTİK BİR MEGAFON ARAYIŞI 




Jeopolitik Bir Megafon Arayışı 
Teresa CORATELLA 

Avrupa Dış İlişkiler Konseyi Roma  Ofisi Program Yöneticisi, İtalya 
Avrupa Birliği, Çatışma,  Çok Taraflılık, COVID-19, Teresa CORATELLA, Jeopolitik, Bir Megafon Arayışı, 


COVID-19 krizi artık üçüncü aşamasına girmektedir. İlki, Avrupa’daki ve dünyanın diğer bölgelerindeki insanların ayırım gözetmeyen, kural tanımayan, güçlü ve görünmez bir tehditle karşı karşıya kaldıkları acil tıbbi müdahale aşamasıydı. İkincisi, bütün dünyada hükümetlerin salgının yol açacağı uzun vadeli sonuçlara dair göstergelerin tedrici olarak ortaya çıkmakta olduğu ve ekonomik toparlanma konusunda net adımlar atılamadığı, benzeri görülmemiş bir ekonomik krizle başa çıkmaya çalıştıkları aşamadır. 
Üçüncü aşama ise, dünya liderlerinin ülkelerini bu süreçte siyaseten ayakta tutmalarını, bir başka deyişle COVID-19’un şekillendirmeye başladığı yeni küresel düzende yeni bir rol ve devlet aklı bulmaya yönelik bir strateji arayışına girdikleri siyasi kriz dönemidir. 
Bu yeni küresel düzende, ABD’nin COVID-19’un yayılmasında sorumluluğu bulunduğu suçlamasına dayalı yeni Çin söylemi, zaten istikrarsız bir ekonomik ve iç siyasi yapısı bulunan ve COVID-19’un zayıflattığı Rusya için yeni bir rol, virüsün etkileri henüz tam olarak ortaya çıkmamış olsa da sarsılmış bir Afrika kıtası ve ekonomik genişleme planlarını rafa kaldırmak zorunda kalan zayıflamış Asya ülkeleri görünmektedir. 
Bütün bunlar içerisinde AB’nin konumu nedir? Avrupa şu anda acil ekonomik toparlanma plan ve girişimleri ile derin siyasi görüş ayrılıkları arasında bir yerlerde kaybettiği jeopolitik megafonunu arıyor. 
COVID-19 krizi halının altına süpürülerek bugüne kadar saklanmış zaafları ve fay hatlarını birçok AB üyesi devlette gün yüzüne çıkartmaya başlamıştır. 
AB’nin yeni “jeopolitik” Komisyonu tarafından siyasi ivme kazandırılan güçlü Avrupalılık yaklaşımının rafa kalktığını ve yerini siyasi çatışmaya, beraberlik ve dayanışma yoksunluğuna bıraktığını görüyoruz. Birçok Avrupalı Kuzey-Güney bölünmesinin 2011 ekonomik ve mali krizinin sona ermesiyle birlikte gündemden düşerek bittiğini ummuş ve düşünmüştü. Ne yazık ki, yaklaşık on yıl sonra ve COVID-19 salgınının çıkagelmesiyle bu tür durumlara özgü geleneksel 
bölünmenin, itham etme alışkanlığının ve diyalog eksikliğinin yeniden su yüzüne çıktığını görüyoruz. Daha şimdiden Kuzey-Güney ayrışmasının ötesinde, Doğu ile Batı’nın, Kuzey ile Doğu’nun, Doğu ile Güney’in hatta şaşırtıcı bir biçimde 
Kuzey’in ve Güney’in kendi içlerinde çatıştığını gösteren yeni bir tür söylemle karşı karşıyayız. 
Avrupa’nın içinde kurucu üyeleri ve en büyük ekonomileri arasındaki bu dayanışma eksikliği daha da kötü bir senaryoyu, Avrupa siyasi projesinin geleceği konusundaki vizyon eksikliğini işaret ediyor. Avrupa küresel, bölgesel ve iç 
yapısı bağlamında kendini nasıl konumlandırmak istiyor? 
İlk olarak,  AB’nin iç düzeninde, Orban’ın Macaristan’ı ve Kaczynski’nin Polonya’sında yaşandığı üzere bazı üye devletlerdeki demokratik sapmaların yol açtığı “kontrollü bir anarşi” görüyoruz. Üstelik bu konuda AB son derece çekingen 
bir genel yaklaşım izlemektedir. Ayrıca, geleneksel Kuzey-Güney karşıtlığını daha da derinleştirebilecek yeni bir unsur olarak İtalya, İspanya ve Fransa gibi COVID-19’dan en fazla etkilenen, ekonomik açıdan nispeten zayıflamış ve AB’nin 
güneyinde yer alan ülkelerin içinde bulunduğu yeni bir coğrafi bölünmeyle karşı karşıyayız. Ayrıca siyasi ve toplumsal dayanışma yerine, ekonomik sağlamlığı öne çıkaran Kuzey ülkeleri var. 
İkinci olarak, AB’nin yakın coğrafyasında göç sorunu, Yemen’deki insani felaket, Suriye iç savaşı, Libya’daki savaş, İran dosyası, Kuzey Afrika’nın yeni ve darbeye açık demokrasilerinin yanısıra güçlenen otokrasilerinden oluşan çözülmemiş 
sorunların mevcudiyetini ve Brüksel’in bunlara ilgisizliğini görüyoruz. Avrupa COVID-19 acil tıbbi müdahale kâbusundan uyanıp ekonomik toparlanma planlarını gereği gibi yürütmeye başlayabildiğinde, bu coğrafyada ABD ile beraber sahip olduğu yerin ve nüfuzunun başkaları tarafından devralındığını görme tehlikesiyle karşı karşıya kaldığını görecektir. Güney-Doğu boyutunda, Avrupa tarihinin her zaman parçası olan ve AB’ye katılımları konusunda güvenilir adaylar olduklarının teslim edilmesini isteyen Batı Balkanlar ile Avrupa’nın belirsiz vizyon ve stratejisinden hayal kırıklığına uğramış, siyaseten zayıf durumdaki Ukrayna için de aynı durum geçerlidir. 

Üçüncü olarak,  AB’nin küresel ölçekteki konumu gelmektedir. Mevcut çok taraflı düzen COVID-19 krizinin yarattığı toplumsal, ekonomik ve siyasi sorunlarla baş edebilmek için şiddetle ihtiyaç duyulan ortak kararların alınamadığı, birlikte hareket edilemediği ve bu haliyle sürdürülebilir görünmeyen bir durum sergilemektedir. Bu küresel senaryoda Avrupa, diğer büyük güçler gibi tıkanmış ve hareketsiz kalmıştır. Eğer Avrupalı liderler masada somut bir plan bulunduğunu vatandaşlarına gösterecek şekilde gerekli tedbirlere ve eylemlere başvurmazlarsa, bu durumun yol açacağı sonuçları tahmin edebilmek hiç de güç olmayacaktır. 
Her şeyden önce, Avrupa vatandaşları Avrupa projesine olan inançlarını yitirebilir ve bugün Avrupa karşıtı siyasi beyanlarla tezahür eden katıksız ulus devlet ayarlarına geri dönebilirler. Brexit’le yaşananlar bugün çok geride kalmış 
gözükse de, özellikle vatandaşların AB kurumları ve siyasi liderleri tarafından ihmal edildikleri hissine kapıldıkları ülkelerde aynı süreç kolaylıkla tekrarlanabilir. COVID-19’un yayılışından ilk etkilenen ülke İtalya’yla ilgili olarak Bayan 
Lagarde ve Başkan Von der Leyden’in ilk tepkilerini hiç kimse bir çırpıda unutamayacaktır. Ulus devletlerin tedarikçi ve ortakları konumundaki küresel güçlerle ilişkilerinde müşterek strateji ve plan yapmak yerine ikili ilişkilerini öncelemeyi tercih edeceklerini görebiliriz. 

İkinci olarak, yeni AB Komisyonu tarafından duyurulan, içinde sadece miat ve standartlardan öte, mevcut çevre mevzuatı, uzun vadeli hedef ve altyapıların radikal biçimde değiştirilmesi ile yenilikçi ve iddialı “AB Yeşil Anlaşması”nın 
(Green Deal) da bulunduğu, cesur ve mantıksız planların geçici bir süre için ertelenmesi veya buna mecbur kalınması riski mevcuttur. 
Üçüncü olarak, AB hayati bir jeopolitik ivmeyi kaybetme riskiyle karşı karşıyadır. COVID-19 krizi İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana Avrupa’nın yaşadığı en ağır krizdir. Avrupa projesi barışı güvence altına almak, savaş, eşitsizlik, ayrımcılık ve yıkıcı iç çatışmaların bir daha yaşanmamasını sağlamak için ortaya atılmıştı. Avrupalı liderler ve siyasetçiler her zaman öngörüyle hareket etmeseler de, bunu sağlamakta başarılı oldular. Avrupa eğer iddialı ve cesur bir tavır benimsemez ise günün sonunda yine eşitsizlik, ayrımcılık ve yıkıcı iç çatışmalarla kolayca 
karşı karşıya kalabiliriz. 

COVID-19 krizi Avrupa için şaşırtıcı biçimde yeni değerler, dayanışma ve iddialı toplumsal ve ekonomik girişimlere dayanan yeni bir başlangıcı da temsil ediyor olabilir. Avrupa bütün bunları yapabilmek için öncelikle bir büyük güç olarak telakki edilmeyi isteyip istemediğine karar vermelidir. 
Avrupa bu konuda karar verdikten sonra diyaloğa girilebilecek, siyasi ve ekonomik çıkarları, ama hepsinden önemlisi vatandaşlarının çıkarları için müzakere edebilecek, güvenilir ve sağlam bir muhatap rolünü sağlamlaştırmaya yönelik bütün somut adımları atmalıdır. Avrupa bunu gerçekleştirmek, mesajını yaymak ve sesini yeniden şekillenen çok taraflı düzende duyurabilmek için şiddetle yeni bir megafona ihtiyaç duymaktadır. 

Not: Herkes bu sınamanın sadece Avrupa boyutuyla ilgilenmemelidir. Dünyadaki bütün oyuncular ve küresel taraflar aynı sınamalarla ve zorluklarla 
karşı karşıyadırlar. 

*** 

COVID-19 SONRASI DÖNEM, DAHA FAZLA REKABET Mİ YOKSA DAHA FAZLA İŞBİRLİĞİ Mİ YAŞANACAK?

COVID-19 SONRASI DÖNEM, DAHA FAZLA REKABET Mİ YOKSA DAHA FAZLA İŞBİRLİĞİ Mİ YAŞANACAK? 


Mevlüt Çavuşoğlu, Yavuz Selim KIRAN ,COVID-19, Aşı, Sonrası Dönem,
Yavuz Selim KIRAN 
T.C. Dışişleri Bakan Yardımcısı 

SAM Yayınları 
ANTALYA DiPLOMASi FORUMU
COVID-19 Sonrası Dünya: İşbirliği mi Rekabet mi? 

Dışişleri Bakanımız Sayın Mevlüt Çavuşoğlu’nun Takdim yazısında vurguladığı gibi, Türkiye, Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın liderliğinde Koronavirüs pandemisine karşı mücadelesinde ilk aşamayı başarılı biçimde tamamlayarak ikinci aşamaya geçti. 
Bu dönem, “ Yeni normal ”e kademeli dönüş sürecini başlatan “ Kontrollü Sosyal Hayat ” olarak nitelendirilebilir. 
Karşı karşıya olduğumuz meydan okumanın boyutu ve şu ana kadarki başarı hikayemiz, Türkiye’nin kurumsal ve operasyonel yeteneklerinin açık bir kanıtıdır. 

Türkiye’nin kapsayıcı sağlık sistemi, donanımlı hastaneleri ve yetkin sağlık çalışanları pandeminin başarılı biçimde üstesinden gelinmesinde etkili oldu. Ülkemizin başarısının altında, Cumhurbaşkanımız Sayın Erdoğan’ın liderliğinde son 18 seneyi aşkın süredir sağlık sisteminde sağlanan kapsamlı dönüşüm ile hastanelere yapılan yatırım yatmaktadır. 
Dışişleri Bakanlığımız krizin başlangıcından bu yana 145 Ülkede bulunan 246 Dış temsilciliği ile aktif bir rol oynamaktadır. Bakanlığımız özellikle yurt dışında bulunan vatandaşlarımıza destek sağlanması ile Türkiye’nin COVID-19 bağlantılı çabalarının diğer ülkelerle ve ilgili uluslararası kuruluşlarla koordine edilmesinde etkili olmaktadır. 
Bakanımız Sayın Çavuşoğlu’nun talimatlarıyla, pandeminin neden olduğu zorlukların üstesinden gelebilmek amacıyla tüm imkanlarımızı seferber ettik; bir Koordinasyon ve Destek Merkezi (DKDM) kurduk ve Konsolosluk Çağrı Merkezi mizin çalışma odağını değiştirdik. 
DKDM’yi; zor durumda kalan vatandaşlarımızın dünyanın tüm bölgelerinden ülkemize getirilmeleri, yurt dışında yaşayan ve pandemi nedeniyle hayatları olumsuz etkilenen vatandaşlarımızın desteklenmesi, Türkiye’nin diğer ülkelere ve topluluklara yaptığı sağlık yardımlarının yürütülmesi ve sınır geçişleri ile ticaret akışıyla ilgili sorunların çözülmesi gibi çok sayıda işlevi yerine getirebilecek şekilde donattık. 
Pandeminin başlangıcından bu yana 130 ülkeden 85.000’in üzerinde vatandaşımızı ülkemize getirirken, aynı zamanda 1120 diğer ülke vatandaşlarının tahliye uçaklarımızla ülkelerine ulaşmalarını sağladık. Ayrıca, ülkemizde bulunan 36.000 yabancının 90 ülkeye tahliyesini gerçekleştirdik. 
Hasta vatandaşlarımızı ücretsiz olarak tahsis ettiğimiz ambulans uçaklarla ülkemize getirerek tedavi altına alıyoruz. 
Koşullar nedeniyle tahliye edemediğimiz vatandaşlarımızın her birine de destek oluyoruz. 
Türkiye girişimci ve insani dış politika anlayışıyla ve işbirliği ile dayanışmaya duyulan ihtiyacın bilinciyle, 125 ülke ve 3 uluslararası kuruluşa tıbbi yardımda bulundu. Bu Türkiye’yi dünyada en fazla tıbbi yardımda bulunan 3. ülke haline getirdi. Sağladığımız tıbbi malzemeler arasında yoğun bakım ünitelerinde hayat kurtarılmasını sağlayan, kendi üretimimiz vantilatörler de bulunuyor. Türkiye bunun yanı sıra, virüse karşı aşı bulunmasına yönelik yürütülen uluslararası çabalara da aktif biçimde katılım sağlıyor. Özetle, Türkiye bir kez daha küresel bir oyuncu ve tüm insanlığın iyiliği için güvenilir bir ortak olduğunu kanıtlamıştır. 
Bakanlığımız vatandaşlarımızın refahı, emniyeti ve güvenliği için yürüttüğü lojistik çalışmalara ek olarak, Türkiye’nin sert sularda emniyetli biçimde seyrini sağlamaya yönelik stratejik düşünce de üretiyor. COVID-19 bağlamında küresel siyasete ilişkin literatür, uluslararası ilişkiler uzmanlarının görüşlerini paylaşmalarıyla hızlı biçimde oluşuyor. Biz takip ettiğimiz bu analizlerden faydalanıyoruz ve aynı zamanda yeni yeni şekillenmeye başlayan bu literatüre aktif biçimde katkıda bulunuyoruz. 

Bugün dünyanın her bir yanındaki hükümetler, vatandaşlarını son derece bulaşıcı ve ölümcül bir virüsten korumak gibi büyük bir sorumluluğun gereğini yerine getiriyorlar. Sosyal ve ekonomik yansımalarına bakmaksızın insanlar arası etkileşimleri kısıtlamaktan ve günlük yaşamlarımızı buna göre yeniden tasarlamaktan başka seçeneğimiz bulunmuyor. Uluslararası ilişkiler alanı da bu virüsten bağışık değil. Gerçekten de, bugünün uluslararası ortamındaki belirsizlik seviyesi daha önce örneği görülmemiş bir düzeydedir. COVID-19 diğer başka şeylerin yanısıra, ulus devletleri, uluslararası kuruluşları, küresel yönetişimi ve büyük güç rekabetini de etkilemiş bulunmaktadır. 

COVID-19'dan sonra dünya nasıl olacak? Daha fazla rekabet mi yoksa daha fazla işbirliği mi yaşanacak? Pandeminin devam ettiği ve ne zaman sona ereceğinin kimse tarafından söylenemediği bir dönemde bu sorulara cevap aramak oldukça zor bir iş. Bununla birlikte, ilk belirtiler pandeminin maalesef uluslararası ilişkilerde daha önce var olan rekabetçi eğilimleri güçlendirdiği yönünde. COVID-19 ortaya çıkmadan önce devletler, özellikle daha zengin olanlar oldukça bencilleşmiş ve küresel meselelerde sorumluluk almayı daha az tercih eder duruma gelmişlerdi. Küresel yönetişim baskı altındaydı. 
Uluslararası kuruluşlar ilgili kalabilmenin mücadelesini veriyorlardı. Azalan küresel işbirliği, artan milliyetçilik ve büyük güç siyasetiyle el ele ilerliyordu. Küreselleşmeden uzaklaşma artmıştı; evrenselcilik ve kural temelli uluslararası düzen çırpınıyordu. COVID-19 tüm bu gelişmeleri öne çıkardı ve hızlandırdı. 
Mevcut uluslararası sistemin; uluslararası toplumun COVID-19 krizi ile sosyal, siyasi ve ekonomik etkilerinin üstesinden gelmesinde ne derecede etkisiz olduğu bugün belirgin biçimde kanıtlanmış durumda. Belirgin olmayan husus ise bu konuda ne yapacağımız. Önümüzde iki alternatif bulunuyor: her devletin kendi yoluna gittiği artan soyutlanma veya devletlerin uluslararası kuruluşları yeniden şekillendirdiği ve küresel sorunlara küresel çözümler bulunabilmesi amacıyla imkanlarını birleştirdikleri güçlendirilmiş çok taraflılık. Bizim, insanlık olarak, küresel siyasi ve ekonomik sorunları aşmanın yanı sıra çevresel, kültürel ve sağlıkla ilgili sorunlara çözümler üretebilecek, kabiliyeti yüksek, kaynakları geniş ve güçlü irade sahibi uluslararası kuruluşlara ihtiyacımız bulunuyor. Pandemi bunu net biçimde ortaya koydu. Tüm ülkeleri kendi ihtiyaçları ve imkanları doğrultusunda işbirliğine sevk edebilecek kurumsal yaklaşımları ele almak iyi bir başlangıç noktası olabilir. 
COVID-19 halihazırda trajik biçimde çok sayıda can kaybına, küresel ekonomik durgunluğa, işsizlik oranlarının tırmanmasına ve gelişmekte olan ülkelerde fakirliğin artmasına neden oldu. İleride başka zorluklarla da karşılaşılması muhtemel. 
Bununla birlikte, COVID-19 bu ölçekte deneyimlediğimiz ilk kriz değil. İnsanlık bugüne kadar başka çok sayıda pandemiye maruz kaldı. Her krizden daha da güçlenerek çıkmış olmamız iyi haber. Bu nedenle bu pandemide aşırı karamsar olmamız ve bugüne kadar müştereken inşa ettiklerimizi terk etmemiz için bir neden bulunmuyor. Uluslararası kuruluşları reforma tabi tutmaya ve güçlenmelerini sağlamaya katkıda bulunmak her devletin çıkarınadır. Dünya daha fazla belirsizliğe ilerlerken, ülkelerin birlikte çalışmalarına duyulan ihtiyaç zorunlu hale gelmiştir. İlk görev COVID-19’un yok edilmesidir. Bir sonraki aşamada, gelecekte karşılaşılabilecek tıbbi acil durumlar gibi küresel meydan okumalara gerektiği şekilde hazırlıklı olabilmemiz, insani ve kalkınma yardımları sağlayabilmemiz, göç ve mülteciler konusuyla uygun biçimde ilgilenebilmemiz ve çatışmaları çözümleyebilmemiz için uluslararası sistemin yeniden şekillendirilmesine odaklanmalıyız. 
Cumhurbaşkanımız Sayın Erdoğan’ın “Dünya Beşten Büyüktür” görüşünü hatırlatır biçimde, adil bir dünya düzenine duyulan ihtiyaç herkes için bir kez daha aşikar hale gelmiştir. Pandemi, insanlığın aynı gemide olduğunu ve bu gemiyi güvenli biçimde sağlık, adalet ve refah limanına ulaştırmanın hepimizin görevi olduğunu göstermiştir. Türkiye, COVID-19 sağlık kriziyle mücadelede sergilediği başarılı performansıyla ve uluslararası koordinasyon çabalarına aktif desteğiyle, söz konusu görevin yerine getirilmesinde tecrübelerini paylaşmaya ve katkı sağlamaya hazırdır. 
Diğer tüm büyük küresel krizlerde olduğu gibi, bu pandemi de belirli tehditler ortaya çıkarmış ve yeni fırsatlar sunmuştur. Uluslararası toplumun ileride bugün olduğu gibi acı çekmesinin önüne geçmek ve devletlerin bir sonraki pandemiye karşı tek başlarına mücadele etmek zorunda kalmalarını engellemek için risklere hazırlıklı olmalı ve fırsatları değerlendirmeliyiz. İşbirliği ve dayanışma bu nedenle kaçınılmazdır. 

***

9 Mayıs 2020 Cumartesi

Medikal Derin Devlet ve Bill Gates..

Medikal Derin Devlet ve Bill Gates..



Prof.Dr.Sait Yılmaz
19 Nisan 2020

Giriş

Birçok kişi 21. yüzyılda olduğumuzu hala anlayabilmiş değil. İnsan hayatı tarihte öncekilere hiç benzemeyen bir şekilde değişecek. Aydınlanma felsefesi, metafizikten sıyrılarak doğayı insan hayatının hizmetine sokmak için aklı ve deneyi kullanan, modern bilimlerin önünü açmıştı. Şimdi insan aklının üstünde yapay zekânın kullanılacağı, insanın uzaktan kontrol edileceği bir evrime gidiyoruz. 2014 yılında ABD’nin küresel takip istihbaratı teşkilatı olan NSA’nın Direktörlerinden William Binney, amaçlarının küresel nüfusu kontrol etmek olduğunu açıklamıştı1. Şimdi küresel elit, total kontrolün yeni bir aşamasında. Sağlığımız için zorunlu bir aşı dönemi başlıyor. Bu aşı başka bir virüs taşıyor; dijital kimlik. Biyo-metrik ağ içinde takip edileceğimiz bir plan uzun süredir bekliyor2.

Gücün sürekli olarak arttığı ama eşit şekilde paylaşılmadığı bir dönemde yaşıyorduk. Dünyada 70 kadar ülke otoriter bir şekilde idare edilirken, üstelik bu eğilimler Batılı ülkelerde bile artarken, bütün dünyada rejimler; seçenler ve seçilenler olmaktan hükmedilenler ve hükmedenler ilişkisine dönüştü. Modern dünya ve Kapitalizm distopyasının sonuna geliyoruz. Yeni ütopyayı yazan küresel sermaye dediğimiz, ABD ve Avrupa’da 150 yıldır ağ kurmuş ortak aklın Yeni Dünya Düzeni projesindeki hedefinin “tek dünya hükümeti” kurmak olduğunu biliyorduk. Ama bunun ancak 2035’lerde beklenen, ABD ve Çin’in başını çektiği Üçüncü Dünya Savaşı ile birlikte gerçekleşeceğini düşünüyorduk. Ama başka bir senaryo devreye girdi; küresel sermayenin medikal grubu, aşı yolu ile yeni bir yöntem deniyor. Mesele ilaçtan kazanamadıkları parayı aşı ile çıkarmak değil, yeni dünya düzenine giden yolu kısaltmak. İnsanları öldüren ve sıkıyönetime iten kötü virüse karşı, kurtarıcı ve iyiliksever Gates ve ekibi iş başında gözüküyor. 100 yıldır devam eden soykırım planlarının yeni bir aşamasındayız. İnsanlar en çok yalnızken ve ümitsizken savunmasız olur. Hepimiz bir an önce aşının bulunmasını ve aşı olarak ölümden kurtulmayı hayal ediyoruz. Bu iş bittiğinde, aşı olmayan hiç kimse ehliyet alamayacak, trene, uçağa binemeyecek, iş başvurusu yapamayacak, hastanede muayene olamayacak, marketten alış veriş dahi yapamayacak. Aslında zorla yapmak istedikleri aşı için sıraya gireceğiz. Bunu nasıl yapacaklar, medikal derin devlet kimdir, işte bu makalede bunları anlatacağız. Küresel sermayenin hayırseverlik (filantropi) işleri..
Küresel sermayenin arkasındaki aileler sadece siyaseti ve ekonomiyi kontrol etmiyor, dünyanın sosyal güçlerine de hâkim olmak için düşünce merkezleri, NGO’lar, vakıflar kuruyor, hayırseverlik işlerine el atıyorlar. Uluslararası finansörler vergiden muaf olan vakıfları eğitim, bilimsel ve diğer kamusal amaçlar için kullanır. Rockefeller ismi Amerikan zenginliği ile eş anlamlı gibidir. Aile gönüllü yardımları ile tanınmaktadır. Rockefeller, her yıl 900 milyon dolar kadar bir parayı Harvard Üniversitesi gibi eğitim kuruluşları ve Museum of Modern Art gibi kültürel kuruluşlara aktarmaktadır. Vakıflar; özel servetlerin hâkim olduğu Wall Street ile Harvard, Yale, Columbia ve Princeton gibi Ivy Ligi kolejleri ile bağ kurmak için gereklidir3. ABD eğitim sistemine bunlar hâkimdir. Bugün bu okullar Amerikan kolej ve üniversitelerinin standart okuludur ve son dört ABD başkanı Ivy Ligi Okulları’nda yetişmiştir.

"Vur-kaç kapitalizmi"nin en önemli kuralı, denetimden kaçınmak için, ABD'de vakıf ağı kurmaktır. Zaten Amerika'nın ne kadar kartel ailesi varsa, onların o kadar vakıf içinde vakıfları, düşünce merkezleri vardır. Rockefeller ailesi, işin öncüsüdür. Rockefeller Vakfı, ağına düşecek yöneticiler yetiştirmek amacıyla üniversite çağındaki öğrencilere burs temin eder. Böylece toplumu ve modern insan tarihini değiştirmeyi ve yeniden şekillendirmeyi hedefliyorlar4. Hayırseverlik kurumları gibi hareket eden bu vakıfların verdiği bağış ve burslar ile aslında kurucularının çıkarlarına katkıda bulunulur. Bu vakıflar Türkiye'de yönetimde üst kademelere kadar gelmiş bazı kişilere de burs vermiştir. Rockefeller Vakfı, Carnegie Şirketi (New York) ve Carnegie Endowment for International Peace dış politika, propaganda ve hükümetlere sızma konularında büyük fonlar kullanmaktadır 5.

Rockefeller, sağlık alanındaki hayırsever faaliyetlerin tümünü başlatmıştır ve onların tümünü de kontrol etmektedir. Rockefeller kurumları, tek dünya hükümetine giden yolda sosyal kontrol ve sosyal mühendisliği (soy arıtımı) en önemli vasıtalardan biri olarak görmektedir. Rockefeller Vakfı, Nüfus Konseyi, Dünya Bankası, BM Kalkınma Programı (UNDP), Ford Vakfı ve diğerleri Dünya Sağlık Örgütü ile birlikte 1990’lı yıllardan beri tetanos ve diğer aşıları kullanarak üremeyi önleyici aşı üzerinde çalışıyorlar6. 2000’li yıllardan beri Dünya Sağlık Örgütü (WHO), BM Çevre Dairesi, BM Nüfus Fonu, Bill ve Melinda Gates Vakfı bütün insanlar üzerinde kullanılacak kitlesel aşı programları ve GMO ürünleri üzerindeki çalışmalarda işbirliği yapmaktadır.

Medikal elit..

Büyük Pharma (Big Pharma7), medikal dünyadaki en büyük ilaç şirketleridir. Bu adın ortaya çıkma nedeni ise bazılarının tedavi etmekten öte daha çok kazanmak için hastalıkları artırmalarıdır. Bu işte; uluslararası örgütler, kanun adamları, NGO’lar, politikacılar ve diğer tıp alanı kurumları ile birlikte çalışmaktadırlar. Böylece her yıl trilyonlarca dolar ilave para sağlayacak bir hasta pazarı canlı tutulmaktadır. Pastanın büyük kısmında kanser hastaları bulunmaktadır. En büyük 10 ilaç şirketinin 10’unun merkezi ABD’dedir; Johnson & Johnson, Pfizer, Merck, Gilead, Amgen ve AbbVie. Diğer büyükler şunlardır; Roche (İsviçre), Sanofi (Fransa), Novartis (İsviçre) ve GlaxoSmithKline (İngiltere). İlaç sektörü dünyada tütünden sonra nefret edilen ikinci büyük sektördür. Bu sektör rüşvet, sahtekârlık ve skandallarla iç içe olagelmiştir. İlaç yanında aşılar ve medikal aletler de bu sektörün ürünleri arasındadır.

İlaç şirketlerinin kendi ilaçlarını reçetelere yazdırmak için rüşvet dağıttığı adi suçlar ötesinde bu sektör yüzyıldan fazla bir zamandır küresel sermayenin kontrolündedir. 1910 yılı itibariyle, Rockefeller tüm tıp mesleği üzerinde kontrolü ele geçirdi8. Bununla da kalmadı, milyonlarca dolar rüşvet vermek suretiyle tüm tıp okulları ve ABD’de her eyaletin lisans kurulunu satın aldı. Rockefeller, Rothschild ve diğer uluslararası bankerler, küresel medikal yapılanmasını kontrol etmektedirler. Henry Kissinger ve Bill Gates’in ön cephede olduğu ortak akıl; şirketleri, vakıfları, araştırma merkezleri, laboratuarları ile sözde hayırseverlik içindeler. Kissinger ve Bill Gates’in vakfı şimdi iki şirket ile birlikte kitlesel bir aşı geliştirme peşindeler9. Big Pharma, Bill Gates, Hillary Clinton bu işin arkasındaki derin devlet ekibinden.

Rockefeller’in kontrol ettiği gıda endüstrisi, sağlık sigortası endüstrisi, ilaç endüstrisi ve tıbbi yapılanmanın bir uzantısı haline gelmiştir; öyle ki uygun beslenme tavsiyeleri, sağlık sigortası kapsamı, tıbbi araştırmalar, teşhis, tedavi ve alternatif doğal terapilere erişim, siyasi baskıyla, sahtecilikle, rüşvetle ve çalışma lisansını kaybetme tehditleriyle belirlenmektedir (şayet Rockefeller’ın uygun gördüğü ilaçları, kanıtlanmamış cerrahi müdahaleleri ve radyasyon tedavilerini reçeteye yazmazsa). Tüm bunlar sizi hasta, bağımlı ve kuzu gibi kolaylıkla güdülebilen biri haline dönüştürmek üzere tasarlanmış şeylerdir. Sizleri köle yapmaya dönük küresel planlarına dayanamayacak kadar hasta ve bağımlı tutmak için soykırım hedefli programlarının bir parçası olan medikal sektörü kullanıyorlar. Nüfus azaltma (medikal soykırım) projesi..
Konunun genel çerçevesinin anlaşılması için daha önceki makalemizde de açıkladığımız gibi yapılan çalışmaları tarihsel olarak üç döneme ayrıldığını hatırlayalım.

(1) Soybilim çalışmaları; İkinci Dünya Savaşı sonuna kadar olan ilk döneme “soybilim (eugenics)” çalışmaları damgasını vurdu.

(2) Yeşil Devrim ve GMO’lu ürünler; Yeşil Devrim’in amacı; ileri mekanize tarım üretimine sahip sanayileşmiş ülkelerin yavaş da olsa dünyadaki “fazla nüfusu” eriteceği idi. 

(3) Biyolojik savaş ve aşılar; Nüfus azaltma projesi, 1960 ve 1980’lerde Henry Kissinger tarafından dile getirilmeye başlandı.

1970’lerde Henry Kissinger, “Petrolü kontrol ederek ülkeyi kontrol edersiniz, yiyeceği kontrol ederek nüfusu (insan sayısını) kontrol edersiniz” diyordu ve onunla birlikte küresel nüfusun azaltılması ve gıda kontrolü ABD stratejisi oldu. ABD, bu ülkelerin kaynaklarına onlardan daha çok ihtiyaç duyuyordu. 1970’lerden sonra BM örgütleri ile birlikte insanlar üzerinde denenen aşılar ile çeşitli deneyler yapıldı. 1978-1981 yılları arasında ABD hükümeti tarafından homoseksüellere uygulanan Hepatit B aşısı sonrası HIV mikrobu yayıldı. 1974 yılında, Nixon döneminde Dış İşleri Bakanı olan Henry Kissinger, Ulusal Güvenlik Konseyi içinde Üçüncü Dünya Ülkelerine yönelik nüfus azaltması çalışmasını (NSSM 20010) başlatmıştı. Bu çalışma, ABD dış politikasının bir parçası olmaya devam etti ve bazı şirketler ve vakıflar bu işe entegre oldu. Bu kapsamda, Bill ve Melinda Gates Vakfı ve Rockefeller vakıfları başı çekti. Nüfus azaltması pandemik uygulamaları ve mecburi aşı programları üzerine kurgulandı. Tıbbi hatalar ve yanlış uygulamalar sonucunda her yıl milyonlarca insan ölmektedir. 

Bir yılda bu kadar çok insanı öldüren ve zarar veren bir başka endüstri yoktur.

Medikal soykırım; yapay semptomlar oluşturarak sağlık sorunlarınızı daha da kötüleştirme niyetindeki ilaçlarla sizi hasta etme stratejisi benimsemiştir. Sahte hastalıklar ile Rockefeller yapısına mensup doktorların bilmedikleri veya bilmezden geldikleri şeylerin neticesinde, milyonlarca insanın yaşantısı boşa harcanır ve hatta kaybolur. Aslında tüm hastalıkların %90’ına kadarı önlenebilir ve yaşam biçimlerinde sağlıklı değişimler yaratıp doğal terapilere yöneldikçe ortadan kaldırılabilir. Başka bir deyişle medikal tekelli hastalık ve ölüm yerine sağlığı teşvik etmiş olsaydı, çoğu hastalık önlenebilir nitelikteydi. Birçok tıbbi ilaç, Rockefeller’ların sahip olduğu petrol endüstrisinden gelen petrol yan ürünlerinden yapılmıştır. Rockefeller’in izin vermediği yöntemler kabul edilmez; rekabeti ortadan kaldırmak suretiyle tıbbi bir tekel kuran Rockefeller, tüm bütüncül tıp doktorlarına, doğal tedavi savunanlara karşı sahte raporlar üretmiştir.

Global 2000 Raporu’nun yazarı Dr. Coleman11, yeni dünya düzeni peşinde olanların 2 milyar insanı savaşlarla yok etmeye çalıştığını yazmıştı. Bankerlerin yarattığı savaşların bizleri yeterince hızlı şekilde öldürmeyişi hakkında yorum yapan Bertrand Russell şöyle demekteydi; “Savaş, bu anlamda hayal kırıklığı yaratır; ancak belki de bakteri savaşı etkili olabilir. Eğer dünyaya her bir jenerasyon boyunca bir veba yayılabilirse, bundan sağ kurtulanlar, dünyayı aşırı kalabalık yapmaksızın yeni canlılara hayat verebilirler. Bu tür bir gidişat, kulağa nahoş gelebilir, ama durum ortada12.” Küresel elitin son hedefine ABD-Çin savaşı üzerinden ulaşacağını ve Çin’e yerleşeceğini beklerken başka bir plan ortaya çıktı; salgın hastalıkla nüfuz azaltması uygularken, insanları ölüm korkusu ile kitlesel aşıya zorlayıp kontrol altına almak. Bu projenin içinde 5G ile herkese dijital bir kimlik vermek, 6G ile düşünce kontrolüne geçmek, parasal boyutta dijital para ile ulus-devletleri borçlandırarak çökertmek var.

Modern tıp, ne kadar bilimsel?

Rockefeller yapılanmasına dahil olan tıbbi doktorlar ve onların diyetisyenleri, sürekli olarak sağlıklı olmayan gıdalar (süt ürünleri, proses yağlar, mayonez, margarin, kahve, vs) öneriyorlar; oysa söz konusu gıdalardaki serbest radikaller dokularda patolojik değişimlere, kardiyovaskuler hastalıklara, kansere ve diğer sorunlara yol açıyor. Rockefeller tarafından proses edilmiş besinler ve toksik ilaçlar, planlanandan daha fazla kansere sebep olur. Rockefeller’ın tıp doktorları, her sene ABD’de onun ilaçları, cerrahisi ve radyasyonuyla 250.000 kanser hastasını öldürüyorlar. Tıpta Rockefeller etkisi medikal tekelin içinde (kanser endüstrisinin denetimi de dâhil olmak üzere) kemikleşmiş durumdadır. Tedavi edilmemiş kanser vakalarının yaşam beklentisi, (Rockefeller’in onayladığı kemoterapi, cerrahi ve radyasyonla) tedavi edilenlerden çok daha yüksektir.
Doktor Grady A. Deal 1995 yılında yazdığı makalede şöyle demişti13; “Yeni Dünya Düzeni’nin uluslararası bankerleri, hükümet-destekli tıbbi soykırım programı olan Ortodoks tıp yapılanmasını kontrol ediyor.” Ortodoks tıp doktoru sadece “onaylı” Ortodoks ilaçları, aşıları, cerrahiyi ve radyasyon tedavilerini sağlamaya zorluyor ve bunlar sizi ABD’de hasta ve bağımlı olan nüfusun %95’i içinde tutar ve her yıl 1 milyonun üzerinde Amerikalıyı boş yere ölür. Ortodoks yaklaşımlar; klorun, süt ürünlerinin, kök kanalların, hipo-tiroidin, serbest radikal patolojinin ve tedavisinde kendi yöntemlerini uygulayarak; sizi hasta, bağımlı ve sürekli yeniden hastalanan bir şekilde tutar. Milyarlarca dolar değerindeki ilaç endüstrisi, yasama organını satın almıştır. Kitlesel aşı kampanyalarının, herhangi bir çocukluk hastalığını (çocuk felci dâhil) ortadan kaldırdığı konusunda inandırıcı herhangi bir bilimsel kanıt bulunmamaktadır.

Siyasi olarak güdülenmiş bir tıp soykırımıdır ve şarlatanlıklarla doludur; çünkü Rockefeller ve ilaç endüstrisi dünya çapındaki tüm tıbbi ve bilimsel araştırmaları da kontrol etmektedirler. Böylelikle kanser, kardiyovaskuler hastalıklar, eklem iltihapları, AIDS ve diğer sağlık sorunlarını tedavi etmek üzere doğal terapilerin tüm bilimsel keşiflerini yok sayarlar. Ameliyatların çoğu pek fazla yarar sağlamaz, büyük bölümü de zarara sebep olur. Rockefeller ilaçları, sizi hasta etme niyetiyle hastalığın temel sebeplerini yok sayar, küçümser, gözden düşürür ve kötü yönetir; zorunlu aşılamalar, hastalığı tedavi etmez ama yeni hastalık yaratır; sağlığınıza zarar vermek için sağlıksız gıdalar önerirler. Uluslararası kuruluşların yarattığı AIDS virüsü, virüs bulaşmış şırıngalarla (hepatit ve çocuk felci aşısı dâhil) kasten yaygınlaştırılır. Tüm bunlar ise, tıbbi bir soykırımdır.

Modern tıp, bilimsel değildir. 

Dr. Robert Schenieder, tüm ameliyatların %25’inin gereksiz olduğunu söylüyor14. Marti Kheel’e göre hastaneye kaldırılan hastaların %30 kadarı, kendilerine uygulanan terapi sonucunda daha büyük bir hasar görmektedirler15. Yani bu insanlar ilaçla öldürülmektedir. Tıp doktorunuz, ülkenizin bir kentinde ve kırsal alanında, kabul etse de etmese de, Rockefeller ilaçlarının itici bir lokomotifidir. Çünkü o bir bilim adamı değildir.
Yeni Dünya Düzeni’nin aşı stratejisi.. Yeni Dünya Düzeni ve Tek Dünya Hükümeti projelerinin merkezi, 1921 yılında kurulan ve kendisini bağımsız bir düşünce merkezi olarak tanımlayan ABD Dış İlişkiler Konseyi (CFR). 20. Yüzyılı “Amerikan Yüzyılı” ilan etmişti, 21. Yüzyıl ise Yeni Dünya Düzeni yüzyılı oldu. CFR, Rockefeller, Ford ve Carnegie vakıfları tarafından finanse ediliyor. CFR’ın kurucularından birinin oğlu olan James Warburg 1950 yılında Senato Dış İlişkiler Komitesi’nde yaptığı konuşmada; “İsteseniz de istemeseniz de, zorla ya da rıza ile dünya hükümetini kuracağız” demişti. Kurulduğundan beri, CFR elitinin yeni dünya düzeni hep gündeminde oldu. CFR üyeliği kamu daireleri ile özel şirketler arasındaki bağlantıları sağlar. Lockheed, Raytheon, Boeing ve General Electric gibi dev şirketler CFR’nın savaş gündeminden trilyonlar kazanırlar. 1975 yılında CFR üyelerinden ABD’li amiral Chester Word yazdığı kitapta16, CFR’ın amacının ABD’nin egemenliği ve bağımsızlığı değil tek dünya hükümeti olduğunu açıklamıştı. Ordunun bütün üst rütbeli general ve amiralleri, büyük şirketlerin CEO’ları ve pek çok hükümet çalışanı CFR üyesidir. Bunlar sahnenin gerisindeki gölge hükümettir. CFR üyesi olmayan biri Savunma Bakanı ya da CIA Direktörü olamaz. FEMA, Nüfus Sayım Bürosu, NAFTA, GATT, Dünya Ticaret Örgütü, Dünya Bankası ve Birleşmiş Milletler’in tümü, yanıltıcı kurumlardır; yani Yeni Dünya Düzeni, sizin ulusal güvenliğinizi ortadan kaldıracak, sözde doğal afetler yaratacak, ekonominizi daha da bozacak ve belki de öngörüldüğü gibi topyekun bir ekonomik çöküşe sebep olacak, sonunda ulus-devleti de kaybedecek ve siz de denetlenip, tutuklanıp, Birleşmiş Milletler toplama kamplarına konacaksınız. Bu, onların öngördüğü Tek Dünya Hükümeti planıdır. Amerikan filmleri sizi bu düzene hazırlar ve uyutur. Medya silah olarak kullanılır.

Dünyanın gizli laboratuarlarında üretilen aşıların içine nano-çiplerin konması uzun zamandır Microsoft ve MTI’nin birlikte çalıştığı bir proje17. Küresel sermayenin içinde iki isim öne çıkıyor; Henry Kissinger ve Bill Gates. Yeni Dünya Düzeni elitleri 2015’te BM üzerinden bir ütopya geliştirdiler. Bu elitlerin iktidar projesiydi. Bir bağışıklık projesi yaptılar. Dünyadaki herkesi aşılayıp hastalıklara karşı bağışık hale getireceğiz dediler. İlaç sektörü şu an krizde yani ilaçtan para kazanamıyorlar. İşte bu yüzden ilaç şirketleri aşı işine yöneldi. Tıbbi soykırım, Yeni Dünya Düzeni’nin soykırımının bir parçası olarak yeni bir safhaya geçti. Johns Hopkins Üniversitesi. 18 Ekim 2019’de yani Çin’in Wuhan şehrinde coronavirüs çıkmadan iki ay önce, Johns Hopkins Üniversitesi’nde Event 201” Coronavirüs bilgisayar simülasyonu oynandı. Bu programın sponsoru Dünya Ekonomik Forumu ile Bill ve Melinda Gates Vakfı idi. Bill Gates zaten yıllardır on yılda on milyon insanı öldürecek bir virüsün duyurusunu sözde insanlığı uyarmak adına yıllardır yapıyordu. Karar, ID2020 gündemini uygulamaktı. Moderna ve CureVac gibi şirketler COVID-19 gibi salgın hastalıklara karşı ilaç ve aşı geliştirmek için yıllardır Gates Vakfı’ndan fon alıyordu Gates ve Vakfı, uzun zamandır salgın hastalıklara karşı hazırlık yapıyor. 2017’da yapılan Davos Dünya Ekonomik Forumu esnasında Gates, epidemik hastalıklara karşı hazırlık amacı ile bir inisiyatif (CEPI18) başlattı. 2019 yılında ise Bill Gates’in salgın hastalık senaryolarına odaklandığını görüyoruz. Önce Netflix için bir video hazırladı ve hayali bir senaryo anlattı. Baltimore’daki Johns Hopkins Medikal Merkezi’nde yapılan bilgisayar similasyonundan iki hafta sonra Wuhan’da ilk COVID-19 görüldü19. Dünyadaki her insan elektronik bir kimlik vererek söyledikleri ve hareketlerinin takibini amaçlıyor. Bu programın ilk testi halen Bangladeş’te yapılıyor. Aşı programı ile birlikte bir nano-çip’in bünyeye enjekte edilmesi ile sadece sağlık kontrolü değil, kişi eylemlerinin takip edilmesi hedefleniyor20. Gates Vakfı ve GAVI tarafından geliştirilen dövme benzeri ilk çip hem aşı hem de elektronik kimlik için kullanılıyor. Bill Gates’ göre bu sistem kimin aşı olup olmadığını anlamak için geliştirildi. Ancak bu kimlik tanıma içinde elektromanyetik dalga tespiti var yani 5G ile başlanacak ve 6G ile evrimleşecek küresel kontrolün ilk adımı. Aşı ile kimlik tanıma (ID 2020) programı BM Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri için dâhil edildi ve 2030 yılına kadar tamamlanması hedeflendi21. Şu anda insanın aklını yönetmek için korku yolu ile insanları aşılamak ve çip takmak hedefine yönelik COVID-19 uygulaması dönemindeyiz. Yaşamak için buna razı olacağız. İnsan özgürlüğünün ve onurunun en çok tehlikede olduğu bir aşamadayız.

Bill Gates nelerle uğraşır?...

Teknoloji dehası Bill Gates bilgisayar yazılım şirketi Microsoft ile servetini yapmasına rağmen, bu işte çocukluk arkadaşı Paul Allen ile ortaklık kurarak başarılı oldu. Gates; Basic ve DOS dâhil bugün bildiğimiz bilgisayar işletim sistemlerinin yaratıcısıdır. Microsoft casusluk işleri için CIA’nın şifrecileri ile birlikte çalışmıştı Dünyanın en zengin ve etkili filiantropistlerinden biri olan Bill Gates, emekli olup eşi Melinda ile birlikte kendini “Bill and Melinda Gates Vakfı” ile dünya genelinde hayırseverlik işlerine verdi. Bill Gates, görünürde filantropik bir plan dâhilinde genetik yapısı ile oynanmış yiyecekler üreterek dünyada açlığın sona ermesi için gayret ediyor. Monsanto ve diğer biyoteknoloji şirketleri Gates Vakfı ve AGRA, Afrika’da genetiği değiştirilmiş ürünler geliştirmeye çalışıyor. Afrika’da Yeşil Devrim İttifakı (AGRA22) ile yeni tohumlar ve gübreler geliştirerek açlığa çare olacağını söylerken, ekonomik ve sosyal nedenleri ile ilgilenmedi. Çünkü açlığın nedeni yiyecek yokluğu değil, insanların yiyecek alamayacak kadar fakir olmaları idi.

Gates’in büyük hissesini aldığı Monsanto Şirketi, Genetiği Değiştirilmiş Tohumlar (GMO) alanında tekelleşme riski taşımaktadır. GMO tohumları bir yıldan diğerine saklanamamaktadır ve siz bir kere bu tohumların küresel haklarını edindi iseniz artık dünyaya yön verebilirsiniz. Nitekim Uluslararası Mülkiyet Hakları Anlaşması dâhilinde (TRIPS23), çokuluslu şirketlerin özellikle üçüncü dünya ülkelerinden genetik kaynakları ele geçirmesine imkan tanınmıştır24. Bugün bu tür yiyecekler öylesine rafları kaplamıştır ki teslim olmaktan başka bir çare kalmamıştır. Bill Gates; Rockefeller Vakfı, Monsanto Şirketi, Syngenta Vakfı ve Norveç hükümeti ile birlikte Norveç’in Spitsbergen adasında bir tohum bankası (Svalvard) kurdu. 

Bu tohum deposu ile dünyanın en büyük bitki yetiştiricisi ve ilaç firmalarının tohum edinmek için başvurabileceği tek adres yani bir tekel oluşturulmuştur.
Gates Vakfı, Küresel Sağlık Programı ile aşı geliştirerek gelişmekte olan ülkelerde çok çeşitli olan aşıları elimine ederek tekel kurarken, sağlık sistemleri ile ilgili araştırma ve kapasite geliştirme konusunda gönülsüz davrandı25. Ya da temelinde gelirin dağıtım sorunu olan sosyal, siyasi ve ekonomik eşitsizlikleri gidermeye yönelmedi26. Sağlık ve gıda da olduğu gibi eğitimde de Gates Vakfı aynı kör yaklaşımı sergiledi. 1990’larda Rönesans 2010 programı altında pazara dayalı teknik eğitim veren özel ve küçük okullar için 100 milyon dolar harcadı ama öğrenci yetiştirmek yerine öğretmen yetiştirmeye odaklandı. Öğretmenleri kontrol altına alınması gereken bir grup olarak görünce, onları sistem içinde tutamadı27. Gates, öğretmenlerin kalitesine takmışken, okulların kaynak ihtiyacı, müfredat, fiziksel şartlar, okul dışı imkânlar (çalışmak için yer ve zaman, gıda, sağlık vb.) gibi hususları dikkate almadı. Gates’e göre iyi öğretmenler, öğrencileri testlerden yüksek skor alanlardı. Bill Gates’in aşı işleri.. Bill Gates için aşılar stratejik bir hayırseverlik vasıtası altında aşı ile ilgili pek çok karlı iş yapmanın ötesinde Microsoft üzerinden bir küresek aşı kimliği oluşturma projesi yanında küresel sağlığın diktatoryal kontrolü demektir28. Gates, sahnede dünyayı kurtaracak aşıyı bulacak adamı oynuyor. Bill Gates 2010 yılında katıldığı konferansta küresel aşı ve yeni tedavi yöntemleri ile dünya nüfusunun %10-15 azaltılabileceğini söyledi29. Gates Vakfı son 20 yılını Afrika’da yoğun çocuk aşısı programları ile geçirdi. 2014 ve 2015’de WHO ve UNICF ile birlikte Kenya’da kitlesel tetanos aşı programı yürütüldü. Kenya Hükümeti, tetanos aşısında kullanılan bir maddenin30, 500 bin civarında 14-49 yaş arası genç kızlar ve kadınlarda kalıcı kısırlığa yol açtığı açıklamasında bulundu. Bu aşıları yapan kamu-özel ortaklığı ve GAVI31, WHO ve UNICEF’in parçası ve pek çok özel ortağı olan büyük bir ilaç devi. Gates’in aşı geçmişine bakalım; - Önce Hindistan’daki Ulusal Bağışıklık Teknik Danışmanlık Grubu’nun (NTAGI32) 1.2 milyar dolarlık hissesinin 450 milyon dolarlık bölümünü alarak çocuk felci için aşı yapmalarını istedi. Ancak, daha sonra Hintli doktorlar Gates’in bu aşıyı salgın hastalık vasıtası haline getirerek Afrika’da 2000-2017 yılları arasında 490 bin kadar çocuğun ölümüne yol açtığını iddia ettiler ve Gates ile ilişkilerine son verdiler. Çocuk felci salgını en çok Kongo, Afganistan ve Filipinler’de görüldü. 2017’de Dünya Sağlık Örgütü (WHO33) gönülsüzce çocuk felci salgınının öncelikle aşıdan kaynaklandığını kabul etti. 2018’de küresel olarak çocuk felci vakalarının %70’i aşıdan kaynaklanıyordu. - 2002 yılındaki Gates’in MenAfriVAc menenjit kampanyası ile zorla aşı yapılan yaklaşık 500 çocuktan 50’si felç oldu. Güney Afrika gazeteleri olayı ilaç şirketleri için kobay (guiena pig) olduk diye yazdı. Nelson Mandela’nın eski ekonomi danışmanı Prof. Patrick Bond, Gates’in hayırseverlik işlerini acımasız ve ahlaksız olarak niteledi.

- 2010’da Gates Vakfı, GSK’nın sıtma aşısını fonlar destekledi. Afrika’da test yapılan 5.949 çocuktan 151’i öldü, 1048’inde başta felç olmak üzere ciddi hasarlar oluştu. - 2010 yılında Gates, 10 milyar dolar verdiği Dünya Sağlık Örgütü’ne (WHO) “Bu parayı aşı geliştirmek için kullanmalıyız dedi. Bir ay sonra bir tartışma programında (Ted Talk) “Yeni aşıları nüfusu azaltabilir” dedi. - 2014’de Gates Vakfı, HPV (rahim ağzı kanserine yol açan virüs) aşısı için “Glaxo Smith Kline (GSK) and Merck” şirketi tarafından geliştirilen testlere fon veriyordu. Bu testler Hindistan’daki 23 bin genç kız üzerinde denendi. Bunlardan 1.200’ü ciddi yan etkiler gördü, 7’si öldü. Hindistan hükümeti Gates’in desteklediği araştırmacıları köylü kızları ve ailelerini kandırmakla suçladı ve konu şimdi Hint Anayasa Mahkemesinde. -2014 yılında Kenya’daki Katolik Doktorlar Birliği, WHO’yu milyonlarca kadını tetanos aşısı yaparak haberi olmadan test yaptığını açıkladı. Suçlamalar üzerine WHO, yeni bir aşı üzerinde 10 yıldır çalıştıklarını itiraf etti. Aynı suçlamalar Tanzanya, Nikaragua, Meksika ve Filipinler’den geldi. - 2017’de WHO’nun DTP (Difteri, Tetanos ve Boğmaca) aşısının Afrika’da önlediğinden daha fazla çocuğu öldürdüğü ortaya çıktı34. Aşıyı alanların almayanlara göre 10 kat daha fazla öldüğü tespit edildi. Afrika’da her yıl on milyonlarca çocuk bu tür ölümcül aşılara zorlanıyor. - 2017’de sızan e-postalardan, Gates’in ABD ordusu ile biyolojik savaş için sivrisineklerin genetiği değiştirilerek yeni bir yöntem denediği ortaya çıktı. - Gates, geçen yıl bir gün herkesin resmi bir kimliği ile sağlık durumlarının takip edileceği dijital sisteme çok yakın olduğumuzu söylemişti. Gates, Aralık 2019’da bir kişinin aşı olup olmadığını gösteren bir sistem geliştirmesi için MIT’e fon desteği verdi. 18 Mart 2020 tarihinde ise Gates, ABD’de bir “ulusal takip sistemi” kurulması için çağrıda bulundu ve bazı dijital sistemler ile test edilen ve aşı olanların takibini önerdi. Dünya genelinde küresel sağlık işlerinin gündemi Gates’in yönlendirdiği WHO tarafından belirleniyor. Salgın hastalıklardan, temiz su, hijyen, beslenme ve ekonomik kalkınma kadar pek çok dünya gündemi Gates’in ana ilgi alanları. Gates Vakfı, 5 milyar dolarlık bütçesinin 650 milyon dolarını bu işlere harcıyor. Bunları hepsi Gates’in felsefesinin bir şırınga içinde uygulanmasını öngörüyor. Gates, yardım parası ile WHO dışında UNICEF, GAVI ve PATH gibi çok önemli kuruluşları da kontrol altına almış durumda. Aşı üreten özel ilaç şirketlerine ilave olarak 12 eczacılık şirketin 50 milyon dolar coronavirüs aşısı için para verdi. Medyadaki son haberlere göre, COVID-19 şimdi ona Amerikan çocukları üzerinde uygulayacağı aşı programı ile aradığı diktatörlüğü sağlayacak fırsatı verecek. Gelecekte aşı ve bağışıklık durumuna göre yeni bir toplum yapılanması bizi bekliyor olabilir. Sonuç.. Bu plan, yıllardır hazırlanıyordu ve arkasında Bill Gates, Aşı Geliştiren Eczacılar Birliği (GAVI), Rockefeller, Rothschilds ve diğerleri var. Şu anda Yeni Dünya Düzeni içinde Tek Dünya Hükümeti kurmak isteyenlerin medikal kolu zorunlu bir aşı ile dünya nüfusunu kontrol altına alacak bir proje uyguluyor. Olup-bitenlere karşı yapılacak çok şey var. Küresel sermaye ile mücadele etmek önce dayanışma gerektirir. Uluslararası düzeyde, devlet içinde ve bireysel olarak dayanışma zamanındayız.

   Devletler küresel sermayenin medikal derin devletinin ilaç, aşı ve tedavi yöntemlerine bağımlı kalmamak için bu alanda da bağımsızlık mücadelesi vermeli, uluslararası düzeyde dayanışma sağlanmalıdır. Diğer yandan, tıpkı ülke savunması gibi sağlık ve eğitim konuları özel sektörün kar amaçlı inisiyatifinden çıkarılıp, devlet kontrolüne alınmalıdır. Parası olanın tedavi olduğu, iyi eğitim aldığı; parasız olmayanın sıradanlığa ve ölüme terk edildiği düzen bitmelidir. 

   Son olarak bizler de, şiddete başvurmadan, sade bir birey olarak mücadele etmek için küresel sermayenin ülkemizdeki uzantılarını bilmeli, bankalarını kullanmamalı, ürünlerini tercih etmemeye gayret etmeliyiz. Küresel sermaye sizi yok etmeden, siz onların yaşam kaynağı olan para kanallarını işlevsiz hale getirin. Sağlığımıza ve özgürlüğümüze sahip çıkmanın, ulus-devleti korumanın yolu bilim ve teknolojide kendine yeterli olmaktan, tam bağımsızlıktan geçiyor.

DİPNOTLAR;


1 Anthony Lowenstein, The Ultimate Goal of the NSA is Total Population Control, The Guardian, (July 10, 2014).
2 Jerusalem Post, Coronavirus: Biometric IDs could be 'Gamechanger' for Tests, Vaccines, (April 8, 2020).
3 Carroll Quigley, Tragedy and Hope: A History of the World in Our Time, GSG and Associates, (1975), p.148.
4 Andrew Gavin Marshall, Michel Chossudovsky, The Global Economic Crisis The Great Depression of the XXI Century, Global Research Publishers, (2010), p.4.
5 William F. Engdahl, Seeds of Destuction, Hidden Agenda of Genetic Manipulation, Global Research, (2007), p.257.
6 Gary Allen, None Dare Call It Conspiracy, GSG & Associations, p.211.
7 Pharmaceutical Research and Manufacturers of America (PhRMA).
8 Eustace Mullins, Murder by Injection, Omnia Veritas Ltd., (2016) G. Edward Griffin, World Without Cancer: The Story of Vitamin B17, American Media (2010). 
9 Washington Post, Bill Gates: Here’s How to Make Up For Lost Time on Covid-19, (March 31, 2020).
10 NSSM 200: NSC Study Memorandum 200.
11 John Coleman, The Committee of 300: A Brief History of World Power, World in Review (WIR), 2006.
12 Bertrand Russell, The Impact of Science and Society, Simon & Schuster, (1953).
13 Grady A. Deal, Medical Genocide in New World Order, Whale, (May 10, 1995). http://www.whale.to/vaccine/deal3.html
14 Robert Schenieder, When toSay No to Surgery, Prentice Hall, (1982).
15 Marti Kheel, Townsend Letter for Doctor, New Society Publishers, (Philadelphia, 1992),
16 Chester Ward, Kissinger on the Couch, Arlington House Publishers, (1975). 17 Rudolf Hansel, The “Secret Agenda” of the So-called Elite To the Final Battle! (April 10, 2020).
18 CEPI: Coalition for Epidemic Preparedness Innovations. 19 Peter Koeing, The Coronavirus COVID-19 Pandemic: The Real Danger is “Agenda ID2020”, ICH, (March 12, 2020).
20 Victor Tangermann, An Invisible Quantum Dot 'Tattoo' Could Be Used to ID Vaccinated Kids, Since Alert, (Dec 21, 2019). 21 Peter Koenig, Coronavirus – The Aftermath. A Coming Mega-Depression, RT, (April 9, 2020).
22 AGRA: Alliance for a Green Revolution in Africa.
23 TRIPS: Trade Related Aspects of Intellectual Property Rights
24 Marie-Monique Robin, The World According to Monsanto, The New Press, The (2012), p.137.
25 Hannah Brown, Great Expectations, British Medical Journal, Vo.334, 2007, p. 
26 Anne Emmanuelle Birn, Gates’ Grandest Challenge: Transcending Technology as Public Health Ideology, The Lancet, Vol.366, 2005, p.515.
27 Michael Klonsky & Susan Klonsky, Small Schools: Public School Reform Meets the Ownership Society, Routledge, New York, 2008, p.18. 28 Robert F. Kennedy Jr., Gates’ Globalist Vaccine Agenda: A Win-Win for Pharma and Mandatory Vaccination, Children Health Defense, (April 9, 2020). 29 TED Annual Conference, Innovating to Zero, Long Beach, California, (February 18, 2010).
30 Beta Human Chorionic Gonadotropin (BhCG)
31 GAVI: Global Alliance for Vaccines and Immunization.
32 NTAGI. National Technical Advisory Group on Immunization
33 WHO: World Health Organization.
34 S.W. Morgenson, A.Andersen, The Introduction of Diphtheria-Tetanus-Pertussis and Oral Polio Vaccine Among Young Infants in an Urban African Community: A Natural Experiment, EbioMedicine, 
(March 17, 2017), 192-198. 

***