4 Ekim 2019 Cuma

ULUSLARARASI TERÖRİZMDE KÜRESEL İŞBİRLİĞİ, BİR ÜTOPYA, BÖLÜM 1

ULUSLARARASI TERÖRİZMDE KÜRESEL İŞBİRLİĞİ, BİR ÜTOPYA, BÖLÜM 1


Harun SEMERCİOĞLU
Hacettepe Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 
Cilt 34, Sayı 2, 2016, 
s. 97-114 
TERÖRİZMDE KÜRESEL İŞBİRLİĞİ: BİR ÜTOPYA 
Harun SEMERCİOĞLU 
Dr.Öğr., Selçuk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü 
harsem@yahoo.com 


ÖZET: 

Soğuk savaş döneminden sonra küreselleşmenin hız kazanmasıyla, uluslararası politikadaki aktörlerden biri olarak görülmeye başlanan uluslararası terör örgütleri, son dönemde insanlığın en büyük tehditlerinden biri olmaya başlamıştır. Günümüzde yaşanan ve birçok masum sivil insanın hayatını kaybettiği terör olayları uluslararası toplumun öncelikli konusu olmuştur. 

Bu makalede, uluslararası terörizmde küresel işbirliğinde gelinen noktanın ortaya konması amaçlanmıştır. Başlangıçta uluslararası terörizmin tanımlaması yapılmış, uluslararası hukuktaki yeri ve tarihsel süreç anlatılarak terörizmin finansal kaynakları belirlenmeye çalışılmıştır. Devamında uluslararası terörizmde mücadele yöntemleri ortaya konarak, bir ütopya olarak görülen küresel işbirliği tartışılmıştır. Sonuçta genel bir değerlendirme yapılarak, mücadele için ihtiyaç duyulan hususlar analiz edilmiştir. 

GİRİŞ 

Günümüzde insanlığı tehdit eden en büyük tehlikelerden biri olarak görülmeye başlayan uluslararası terörizm, son dönemdeki şiddet içeren ve vahşice uygulanan insanlık dışı eylemlerle uluslararası politikanın merkezinde yer almaya başlamıştır. Uluslararası sistemde başta devletler ve uluslararası örgütler sorunun çözümü için çaba sarf ettiklerini ifade etseler de, günümüzde terörizmin uluslararası bir hüviyete evrildiği ve etkisini daha da artırdığı görülmektedir. Tartışılmaya ve literatürde yer almaya başladığı 1920’ler den itibaren, bu sorunun temelinde tüm aktörlerin terörizme siyasi ve hukuki olarak ortak bir tanım getirememelerinin yattığı söylenebilir. Kimi devletlere ve topluluklara göre “terörist” olanlar, kimilerine göre “özgürlük savaşçısı”, diğerlerine göre “gerilla”, başkalarına göre ise “silahlı grup” gibi tanımlarla ifade edilmektedir. 

Bu makalede, uluslararası terörizmin bu kadar büyük bir tehdit ve tehlike olarak kabul edilmesine rağmen, en etkili silah olarak görülen “küresel işbirliğinin” ne ölçüde başarılabileceği araştırılmıştır. Çalışmada aynı zamanda, terörizmle mücadelede insanlık için ideal hayatlar olarak kurgulanmış “ütopyalardan” birini başarmak için neler yapılması gerektiğine cevap aranmıştır. Birinci bölümde, konuyla ilgili kavramsal çerçeve çizilerek tanımlar yapılmış ve uluslararası terörizmin uluslararası hukuktaki yeri ortaya konmuştur. İkinci bölümde, terörizm tarihsel süreç içinde incelenmiş, kaynakları ve mücadele yöntemleri analiz edilerek bir ütopya olan küresel işbirliği tartışılmıştır. 

Sonuçta, elde edilen veriler ışığında bir değerlendirme yapılarak, uluslararası terörizmle mücadelede çözüme katkı sağlayacağı düşünülen öneriler sunulmuştur. 

Uluslararası ilişkiler teorilerinde idealizmden başlayarak neorealizm e ve neo liberalizme kadar uzanan yelpazede tüm pozitivist yaklaşımlar tarafından temel analiz birimi olarak benimsenen devlet, tartışılmasının yanı sıra 21’inci yüzyılda birçok tehditle yüz yüze kalmaya başlamıştır. Westphalia ile ortaya çıkan yeni düzenin temel kavramı olan egemenlik, yalnızca devletleri tasvir etmekte kullanılan bir kavram olmanın ötesine geçmiş, uluslararası ilişkiler kuramının bir ön kabulü olan anarşinin meşru üyesi devletin tekelliği yıkılmıştır. Uluslararası ilişkilerde devletlerin temel ve çoğu zamanda yalnız aktörler olduğu dönemlerin sonu diyebileceğimiz 20’nci yüzyılın bitmesiyle birlikte, geçen yüzyıl boyunca yan rollerde oynayarak başrole hazırlanan diğer aktörlerin çok önemli rollerde arenaya katılımıyla ortam bir anda karmaşıklaşmıştır. Soğuk savaşın 90’lı yılların başında sona ermesiyle çift kutuplu dünya düzeninden çok kutuplu yeni dünya düzenine geçtiğimiz bu dönemde, devletlerin yanı sıra, uluslararası örgütler, yaygınlaşan liberal ekonomi ile etkinlikleri artan çok uluslu şirketler, teknolojinin ve nüfusun gelişimiyle etki kapasiteleri artan uluslararası 
terör örgütleri,1 sivil toplum örgütleri ortamın yeni aktörleri olmuştur (Kılıç, 2007: 53; Bölükbaşı, Ateş, 2014: 28-29). 

1. KAVRAMSAL ÇERÇEVE 

1.1. Tanımlar 

Terör sözcüğü etimolojik kökleri itibariyle Latince "terrere" sözcüğünden türemiştir. Terör; korku salmak, dehşete düşürmek, sindirmek ve yıldırmak anlamına gelmektedir (Başeren, 2014: 7; Öktem, 2004: 133; Saraçlı, 2007: 1051). Öktem (2004: 138)’in yaptığı bir çalışmada, terör sözcüğünden türetilen terörizmin, 1936 ile 1981 yılları arasında uluslararası düzeyde 109 farklı tanımının yapıldığı belirtilmektedir. Terörizm’in tanımını yapmak etimolojik olduğu kadar hukuk ve aynı zamanda da siyasetin alanına giren bir konudur (Golder, Williams, 2004: 293; Öktem, 2004: 137). Terörizmi; genel olarak "siyasal amaçlar için örgütlü, sistemli ve sürekli terör kullanmayı yöntem olarak benimseyen bir strateji anlayışı” olarak tanımlamak mümkündür (Bozdemir, 1981: 526). Lizardo (2008: 93) ile Walter ve Sandler (2002: 145) terörizmi “siyasi, dini ya da ideolojik bir hedefe ulaşmak için büyük bir kitleyi gözdağı yoluyla, şiddet ve vahşet kullanarak ya da kullanma tehdidinde bulunarak etki altına alma eylemi” olarak ifade etmektedir. Ergil (1992: 139) ise farklı bir bakış açısıyla terörizmi, “alçak gerilimli savaş” olarak nitelemektedir. 

Saraçlı (2007: 1056-1059) terörizm çeşitlerini; ülke içi (ulusal) terörizm, uluslararası terörizm, uluslar ötesi terörizm, devlet terörizmi ve devlet destekli terörizm, etnik terörizm ve siber terörizm olarak yedi kategoride ifade etmiştir. Başeren (2014: 10-12) ise; terörizmi iç siyaset ve uluslararası siyasette olmak üzere iki başlıkta inceleyerek, iç siyasette devlet terörizmi ve ayaklanmacı terörizmin, uluslararası siyasette ise devlet destekli terörizm ile dinsel açıdan meşrulaştırılmaya çalışılan terörizm ve küresel terörizmin yer aldığı bir sınıflandırma yapmıştır. Bu makalede kullanılan “uluslararası terörizm” kavramıyla devlet destekli ve uluslar ötesi terörizm ile küresel terörizm kavramlarını da içine alan geniş bir tanımlama yapılmaktadır. Uluslararası terörizmi; “gözetilen hedef, gerçekleştirilen eylemler ve kaynakları itibariyle birden fazla devleti ilgilendiren ve uluslararası sonuçlar doğuran terörist faaliyetler” olarak ifade etmek mümkündür. Bu kavram, terörist eylemin sınırlar ötesi boyuta taşınmasına ve uluslararası etki ve sonuçlar doğurur hale gelmesine odaklanmaktadır (Gençtürk, 2012: 3). Terörizm; “yabancılara veya yabancılara ait hedeflere yöneltilirse, hükümetler veya birden fazla devlet tarafından beslenen unsurlarca yapılırsa, bir yabancı hükümetin veya uluslararası örgütlerin siyasi mekanizmalarını etkilemek için yapılırsa uluslararası nitelik kazanmakta dır” (Altuğ, 1989: 9-11; Gençtürk, 2012: 6). 

Uluslararası terörizm, belirli siyasal, sosyal ve ekonomik çıkarlar sağlamak için insan hayatlarını, iç sosyal dinamikleri, uluslararası barış ve güvenlik ortamını, 
devletlerin barışçıl ilişkilerini, iç işlerini, anlaşmazlıkların barışçıl yollarla çözümünü, iç hukuku ve uluslararası hukuku hedef almaktadır. Devletlerin ikili ve karşılıklı ilişkilerinde olumsuz etki yaratarak ve çözümlenmesi yıllar süren anlaşmazlıklar doğurmaktadır. Devletlerin diplomatik ilişkilerini ve temsilcilerini hedef seçerek ilişkilerin gelişimini ve devletlerin birbiriyle iletişimini tehdit etmektedir (Gün, 2000: 80-81; Saraçlı, 2007: 1057). 

Uluslararası ilişkilerde, tüm aktörlerin ortak bir tanımda anlaşmasının bu kadar güç olduğu uluslararası terörizmde, küresel işbirliğini sağlamak ne derecede mümkün olabilir? Bu sadece bir “ütopya” olarak insanlığın ortak bir hayali olarak mı kalacaktır? Bu soruların cevabını bulmak gerçekten çok zor gözükmektedir. Ütopyalar, toplumlar üzerine tasarlanan ve gerçekte olmayan idealler üzerine kurulu durumlardır. Kelime anlam temeli Yunancadan gelmektedir:  "olmayan", topos; "yer". Benzer bir şekilde günümüzdeki kullanım şekli ise eu; "iyi, güzel”, topos; “yer” anlamındadır. TDK Sözlüğünde “gerçekleştirilmesi imkânsız tasarı veya düşünce” olarak tanımlanmaktadır. 
“Ütopya” insanların istediği, özenerek hayallerini kurduğu ideal ütopyaları kastedilerek kullanılmaktadır. Gerçekte olmayan bu durumlar kimi felsefecilere göre günümüzde gerçekleşmesi mümkün olmayan ideal toplum tasarımları olurken kimi felsefecilere göre de erken ifade edilmiş bir gün gerçekleşmesi beklenen ideal toplum tasarımlarıdır. Eflatun’un ütopyası ve Eflatun’dan etkilenen Thomas More’un ütopyası en bilinen istenen nitelikteki ütopyalar arasındadır (Semercioğlu, 2011: 28). 

1.2. Unsurları ve Amaçları 

Terörizmin ortak bir tanımına ulaşmak güç olsa da, unsurlarını ve amaçlarını ortaya koymak mümkündür. Başeren (2014: 8) terörizmin unsurlarının; “siyasal bir saik, şiddet, ölüm gibi korku veren bir netice elde etmek maksadı ve etki yaratmaktan” oluştuğunu ifade etmektedir. Ergil (1992: 139) ise; bu unsurları “şiddet veya zor kullanımı, bir siyasal amaç güdülmesi, dehşet veya korku salma, tehdit, toplumda uyandırılan psikolojik etki veya üçüncü kişilerden (teröristler ve kurbanlar dışında) beklenen yaygın tepki” olarak sıralamıştır. Saraçlı (2007: 1065) unsurları sadeleştirmiş ve dört an başlık altında toplamıştır: Mağdur, motif (güdülen siyasi, ideolojik vb.) hedef, kast ve yöntem. Bu kapsamda, uluslararası terörizmin unsurlarını da; “yüksek düzeyde şiddet içeren yasal olmayan yöntem ve araçlar kullanmak, yasal olmayan ve 
kabul edilemeyecek hedef ve amaçlara sahip olmak, uluslararası barış ve güvenliği tehdit etmek, terör ve şiddet uygulayarak korku yaratmak” olarak saymak mümkündür (Saul, 2008: 7-9). 


Şekil 1. Terörizmin Unsurları 


Kaynak: Başeren (2014: 8). 


Kydd ve Walter (2006: 51), terörist faaliyetlerin amaçlarının; “yıpratmak, göz dağı vermek ve korkutmak, kışkırtmak, yıkmak ve zarar vermek” olduğunu, teröristlerin ise “rejimi değiştirmek, toprak ele geçirmek, politika değişikliği yapmak, sosyal kontrolü ele geçirmek ve statükonun devamını sağlamak” gibi amaçlara sahip olduğunu belirtmektedir. Ergil (1992: 139) ise bu amaçları; “

1) Halkı veya hedef bir topluluğu korkutmak, 
2) Dehşete düşürmek, 
3) Yerleşik otoriteyi tahrip etmek, 
4) Devletin terörist ile masum kitle arasında ayrım yapmadan baskı yöntemlerine başvurmasını sağlamak, 
5) Otoriteye veya düzene karşı olan güçleri harekete geçirmek, yerleşik otoritenin güçlerini ve kurumlarını etkisizleştirmek, işlemez kılmak, 
6) Kamuoyunu olumlu veya olumsuz yönde etkilemek, yönlendirmek, 
7) Siyasal güç odaklarını ele geçirmek veya var olan yönetimi devirmek” olarak sıralamıştır. 

Bir ya da birkaç kişiyi acımasızca öldürmekle milyonlarca insana korku vermek ve bu suretle etkilemek mümkündür. Terörist unsurlar yarattıkları bu asimetrik etkiyle hedef kitle sindirmekte ve korkutmak suretiyle amaçlarına ulaşmaktadır. 

1.3. Uluslararası Hukuk Boyutu 

Tarihte örneklerine çok önceden de rastlanmasına rağmen, uluslararası bir suç olarak terörizmi tanımlama fikri 1920'lerde ve 1930'larda hız kazanmıştır. 1926 yılında, Romanya, terörün uluslararası hukuk kapsamında cezalandırılabilir hale getirmek için Milletler Cemiyeti'ne başvurmasına rağmen isteği kabul görmemiş tir. Terörizm 1930 ve 1935 arasında daha sistematik olarak ele alınmaya başlamıştır (Saul, 2005: 2). 1934’te Yugoslav Kralı Aleksandr ve Fransa Dışişleri Bakanı Barthou Marsilya’da Hırvat milliyetçilerce gerçekleştirilen bir suikasta uğramasından sonra Milletler Cemiyeti, önce bir kararla terör faaliyetlerinin bastırılmasına ilişkin uluslararası hukuk kurallarının günümüz de bu konuda etkin uluslararası işbirliği sağlayacak ölçüde sarih olmadığını tespit etmiştir. Ardından ise Belçika temsilcisi Wiart’ın başkanlığında bir komite oluşturulmuş ve komitenin çalışmaları sonucunda hazırlanan sözleşme taslağı, Kasım 1937’de Cenevre’de toplanan hükümetler arası konferansa sunulmuştur. Konferans, 24 
devletin katılımıyla 16 Kasım 1937’de “Terörizmin Önlenmesi ve Bastırılmasına ilişkin Cenevre Sözleşmesini” kabul etmiştir. Sözleşme, terörizmi şöylece tanımlamaktadır: 
“Bir devlete yönlen dirilen ve belli kişilerin ya da kişi gruplarının veya genel kamuoyunun zihninde terör hali yaratmaları hedeflenen ya da hesaplanan suç eylemleri” 
(Saul, 2005:5-7). Bu tanım, dar, bulanık kapsamı ve tanımdan ziyade bir tasvire benzemesi sebebiyle eleştirilmiştir. Tanımda yer alan “suç” kavramı bir devletten diğerine değişiklik gösterebilmektedir. Tanımda dikkat çekici bir diğer husus olarak, sadece bireylerin devlete yönelik eylemlerini kapsamakta, bireylere yönelik devlet terörüne değinmemesi görülmektedir. Yürürlüğe giremeyen bu sözleşmenin, ceza hukukunda birlik sağlanmasına, devletlerarası işbirliği ve dayanışmaya bir ölçüde katkıda bulunduğu söylenmektedir (Saraçlı, 2007: 1052-1053). 

Uluslararası hukukta terör tanımı konusunda tam bir anlaşma sağlanamadığından, bu hususu tümden yasaklayan evrensel bir antlaşma yapmak mümkün olmamıştır (Kaya, 2005: 9) Bugün uluslararası terörizmi önlemeye yönelik 12 evrensel anlaşma bulunmaktadır. Bunlardan on tanesi sözleşme diğer iki tanesi ise protokoldür. 1373 sayılı Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararı ile tüm devletlere taraf olma ve hükümlerini uygulama yükümlülüğü getirilen bu belgeler şunlardır (Saraçlı, 2007: 1066-1067; Öktem, 2004: 135): 

- Uçaklarda İslenen Suçlar ve Diğer Eylemlerle İlgili sözleşme (1963) 
- Uçakların Yasadışı Olarak Ele Geçirilmesinin Önlenmesi Sözleşmesi (1970) 
- Sivil Havacılığın Güvenliğine Karsı Kanunsuz Hareketlerin Önlenmesi Sözleşmesi (1971) 
- Uluslararası Sivil Havacılığa Hizmet Veren Hava Alanlarında Kanunsuz Şiddet Eylemlerinin Önlenmesi İle İlgili Protokol (1988) 
- Uluslararası Korunan Kişilere Karsı İslenen Suçların Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi (1973) 
- Rehin Alma Olaylarına Karsı Uluslararası sözleşme (1979) 
- Nükleer Maddelerin Fiziksel Korunması Hakkında sözleşme (1980) 
- Denizcilik Seyrüsefer Güvenliğine Karsı Yasadışı Eylemlerin Önlenmesi Sözleşmesi (1988) 
- Kıta Sahanlığı Üzerinde Bulunan Sabit Platformların Güvenliğine Karsı 
- Kanunsuz Eylemlerin Önlenmesi Protokolü (1988) 
- Plastik Patlayıcıların Tespit Edilmesi Amacıyla İşaretlenmesi Hakkında sözleşme (1991) 
- Terörist Bombalamaların Önlenmesi Uluslararası Sözleşmesi (1998) 
- Terörizmin Finansmanının Önlenmesi Uluslararası Sözleşmesi (1999) 

1950'lerden itibaren başlayan sömürgeciliğin tasfiyesi sürecine Birleşmiş Milletlerin de 1960'lardan itibaren Genel Kurul'un aldığı kararlarla hukuki destek 
verdiği görülmektedir. Yine bu kapsamda, hava ve deniz ulaşımı, diplomatlara karşı eylemler, rehin almalar, kıta sahanlığı üzerindeki platformlar gibi konularda düzenlemeler yapılmıştır (Kaya, 2005: 4-5). Milli bağımsızlık hareketlerinin konumu üzerindeki uzlaşmazlık Birleşmiş Milletler çatısı altında yürütülen antlaşma projesi çalışmalarını da sekteye uğratmıştır. Bu dönemden itibaren imzalanan terörizme ilişkin antlaşmaların çoğunda, antlaşma hükümleri nin, halkların kendi kaderlerini tayin haklarına (self-determinasyon) ve milli bağımsızlık hareketlerinin meşruiyetlerine halel getirmeyeceği belirtilmiştir. Birleşmiş Milletler’in 1974 tarihli "saldırının tanımı" başlıklı çok önemli kararı da self-determinasyon mücadelelerini saldırı kapsamı dışında tutmaktadır. 1970 tarihli Uluslararası Hukuk Prensiplerine İlişkin Bildirge de, hem yabancı devlet topraklarında düzensiz askeri gruplarca şiddet eylemleri gerçekleştirilmesini yasaklamakta, hem de milli bağımsızlık hareketlerini ve bunlara verilen desteği teşvik etmektedir (Öktem, 2008: 145). 

11 Eylül 2001 sonrasında ise, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi terörizmle mücadele konusunda 12 Eylül 2001 tarihli ve 368(2001) sayılı ile 28 Eylül 2001 tarihli ve 1373(2001) sayılı kararları almıştır. Bu kararların uluslararası işbirliği ve küresel işbirliğini teşvik ettiği görülse de, temelde devletlerin çatışan menfaatleri, terörizmle mücadelede ve dolayısıyla terörizmin tanımında tam bir mutabakata varılmasını güçleştirmektedir (Kılıç, 2007: 81; Öktem, 2008: 143). 

Devletlerin günümüzde terör örgütü tanımlamaları değişiklik göstermektedir; ABD’ye (Foreign Terrorist Organizations, 2015) ve Birleşik Krallığa göre (UK 
Government Proscribed Terrorist Organisations, 2015) Hamas ve Hizbullah terör örgütleri olarak değerlendirilirken, Rusya’ya göre ise aynı örgütler terör örgütü olarak görülmemektedir (EJC, 2015). 

2. ULUSLARARASI TERÖRİZM 

2.1. Tarihsel Süreç 

1789 Fransız İhtilalini izleyen 1793 Konvansiyon döneminde Jakoben yönetimce uygulanan sistematik şiddet politikası, siyaset ve hukuk alanlarında "terörizm” 
kavramının doğmasına yol açmıştır (Lizardo, 2008: 94). 20’nci yüzyıl boyunca yaşanan siyasi gelişmeler sonucunda terörizm, sadece devlet tarafından vatandaşlara karsı uygulanan şiddeti değil, bireyler ya da siyasi gruplar tarafından devlete karsı uygulanan şiddeti de ifade eden bir anlam kazanmıştır. Terminoloji yeni olmakla beraber, teröre eylemlerinin tarihi, insanlık kadar eskidir: 
Yahudi tarihindeki Zelotes'ler, Ortaçağ İslam tarihindeki İsmaili-Hasasinler ve Hindu Thug tarikatı da eski terör örgütleri olarak nitelendirilmektedir. Keza, Borgia'lar dönemine İtalya'da, Cromwell döneminde İngiltere'de ve Devrim sırasında Rusya'da gerçekleştirilen sistematik şiddet uygulamaları, devlet terörünün tarihi örnekleri sayılmaktadır (Öktem, 2004: 133; Saraçlı, 2007: 1052). 

II. Dünya Savaşı’nı izleyen dönemde terörizm önem ve yoğunluk kazanmaya başlamıştır. Savaşın sonucunda Almanya, Fransa ve İngiltere gibi eski imparatorlukların zayıflaması sonucunda, galip devletlerin dünya sahnesine çıkmasıyla uluslararası siyaset Avrupa merkezli olmaktan çıkarak dünya ölçeğinde iki kutuplu hale dönüşerek bir çatışma alanına dönüşmüştür. ABD ve Sovyetler Birliği’nin sahip olduğu nükleer yetenekler tüm küreyi tehdit etmiştir. Bu iki süper güç, nükleer savaşa doğru tırmanabilecek klasik silahlı çatışmalara girişmek yerine, aracı örgüt ve devletler kullanmak, onlara askeri destek sağlamak, gizli operasyonlar yürütmek gibi daha az risk taşıyan dolaylı yöntemlere başvurmayı tercih etmişlerdir. İki kutbun yanı sıra, bir “üçüncü dünya” kavramının ortaya çıkısıyla terörizm gerçek bir dış siyaset aracına 
dönüşmüştür (Saraçlı, 2007: 1053). 

1960’lardan itibaren terörizm, uluslararası çalkantılara paralel olarak ivme kazanmıştır (Öktem, 2008: 134). Terörizm teriminin siyasi jargon da yoğun olarak kullanımı da bu döneme rastladığı gibi, daha önceleri pek bilinmeyen yolculardan biri tarafından uçak kaçırma gibi yöntemlere de bu dönemde rastlanmaktadır. Sömürgeciliğin tasfiyesiyle ortaya çıkan yeni devletler, hazırlıklı olmadıkları sorunlarla karşılaşmışlardır. Sömürgeci güçler tarafından baskı yoluyla kontrol altında tutulan azınlıklar, yine bu güçlerce keyfi olarak tespit edilmiş sınırlar gibi problemler sonucunda gerilla çatışmaları, düşük yoğunluklu savaş ve kaçınılmaz olarak terörizm olgularıyla karşılaşılmıştır. Bu dönemde, insan hakları söylemi Batı demokrasilerine hâkim olmuş ve her bir yurttasın hakkını en yüce değer olarak kabul ettirmiştir. 
Totaliter rejimlerin aksine demokrasilerin rehine alma vakaları karsısında hassasiyet göstermeleri nedeniyle terörist gruplar bu yolla taviz koparmaya çalışmışlardır. 
Bu dönmede cereyan eden önemli olaylar olarak; Vietnam Savaşı 1960’ların basında başlamış, 1963’te Başkan Kennedy, 1967’de Che Guevara, 1968’de 
Martin Luther King öldürülmüş, Filistin Halk Kurtuluş Cephesi, Baader-Meinhof çetesi, Geçici İrlanda Kurtuluş Ordusu, Japon Kızıl Ordusu ve İtalyan 
Kızıl Tugaylarının faaliyetleri tırmanışa geçmiştir (Saraçlı, 2007: 1053). 

Terörizm çok eski zamanlardan itibaren insanlığa musallat olmasına rağmen, Latin Amerika’daki Tupamaros’lar ya da Ortadoğu’da Filistin Kurtuluş Örgütü gibi siyasi hareketlerin taktik değiştirip konvansiyonel askeri çatışma ve gerilla savasını bırakarak şehir içi eylemlere yöneldiği 1970’lerde “yeni terör çağından” söz edilmeye başlanmıştır (Öktem, 2004: 134). 1967 Arap-İsrail Savaşı sonrasından itibaren terör tırmanmaya başlamış, bir Japon intihar timi tarafından Tel Aviv-Lod havaalanına gerçekleştirilen baskın, 1972 Münih Olimpiyatları'nda İsrailli sporcuların öldürülmesi ve bombalı mektup eylemleri uluslararası terörizmin ilk örnekleri olarak görülmüştür (Enders, Sandler, 2002: 146). Uruguay, Brezilya, Arjantin ve Kolombiya gibi Latin Amerika ülkelerinde 1960’ların sonuna doğru tırmanan terörist ve gerilla faaliyetleri, 1970’lerde yüzlerce can alacaktır. Sol eğilimli bu hareketler genelde geri teperek arzulanan sonucun tam tersini doğurmuş ve sağcı, askeri diktatörlüklerin iktidarda 
kalmalarını sağlamıştır. Avrupa ve Japonya’da faaliyet gösteren terör grupları da kapitalizmi tarihe gömme hedefine ulaşamamışlardır (Saraçlı, 2007: 1055). 

1970'lerden itibaren, terörist gruplar uluslararası ortamda yer alan eylemler yapmaya başlamışlar, bu kapsamda demokratik hükümetleri sol görüş çerçevesinde devirmek, birleşmiş bir vatan kurmak veya köktendinci ilkeler benimsemişlerdir (Enders, Sandler, 2002: 149). Hayal kırıklığına uğramış milliyetçilikle sosyalist idealleri kaynaştıran İrlanda Cumhuriyet Ordusu (IRA), Bask Euzkadi Ta Askatasuna (ETA) ve pek çoğu Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) bağlantılı Filistinli gruplar, siyasi amaçlarına ulaşmayı başaramasalar bile seslerini duyurmayı başarmışlardır. Kimi terör gruplarının, İsrail’e karşı FKÖ’nün yürüttüğü mücadele ile özdeşleştirilerek İsrail-Filistin çatışmasının uluslararası terörizm sorununa damgasını vurması ve bazı devletlerin terör örgütlerini dış politikalarında araç olarak kullanmak üzere destekledikleri iddialarının yoğunlaşması da bu döneme rastlamıştır (Saraçlı, 2007: 1055). 

Üçüncü dünya ülkelerince ulusal kurtuluş hareketlerine gösterilen dayanışma nedeniyle, 1970’lerin basında ortaya atılan, terörizmin bastırılmasına ilişkin bir 
uluslararası antlaşma hazırlanması projesinin siyasi açıdan imkânsız olduğu ortaya çıkmıştır. Aynı dönemde, bölgesel bağımsızlık hareketleri ile özellikle öğrenci çevrelerinde yaygınlaşan sınır ötesi devrimci ideoloji arasında bağlantılar kurulacaktır. 1960'lardan 1980'lere kadar terörist gruplar daha çok ulusal (Alman, Japon, İtalyan, İspanyol vb.) çapta faaliyet gösterirken, küreselleşmeyle birlikte 1980’lerden sonra El-Kaide gibi yeni terör örgütleri birden fazla milletten ve daha karmaşık organizasyon yapılarından oluşmaya başlamıştır (Bergesen, Lizardo, 2004: 42). 

1980’lerin başından itibaren, dini ideolojik grupların da terörist faaliyetlerini arttığı görülmektedir (Enders, Sandler, 2002: 149). 1980’lerin ses getiren terör eylemleri arasında Tahran’daki ABD büyükelçilik ve konsolosluk personelinin rehin alınması (Kasım 1979-Ocak 1981), 847 uçuş sayılı Amerikan uçağının ve İtalyan Achille Lauro gemisinin kaçırılması (1985) ve Lübnan’da çok sayıda kaçırma olayı örnek gösterilebilir. ABD Dışişleri Bakanlığı’nın raporlarına göre 1975-1985 yılları arasında yaklaşık 5000 uluslararası terör olayı kaydedilmiş, ölü sayısı 1983 yılında 720 rakamına ulaşmıştır. 
1980’lerde, aynı zamanda Guatemala, Uganda, Güney Afrika, Doğu Timor, Sili, Kamboçya vb. ülkelerde yoğun devlet terörü uygulamalarına rastlanmıştır (Saraçlı, 2007: 1054). Aynı yıllarda, Sovyet diplomatlarının Orta Doğu’da kaçırılmaya başlanmasıyla beraber uluslararası toplumun teröre bakısında yeni eğilimler belirmiştir. 
Bu dönemde, Birleşmiş Milletler kararlarının, terörün hiçbir saik sebebiyle hoş görülemeyeceğine açıklık getiren hükümler içermeye başladığı görülmektedir. 
Soğuk Savaş’ın sonlarına doğru, Gorbaçov yönetiminin, Orta Doğu’daki radikal gruplara askeri ve mali desteğini çekmesiyle beraber bu eğilim, ivme kazanmış ve Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, koşulları dikkate almadan terörizmi mahkûm eden kararlar almaya başlamıştır (Saraçlı, 2007: 1055). 

Bergesen ve Lizardo’ya (2004: 42) göre uluslararası terörizm, 1960'lar ve 1970'lerde büyük ölçüde Avrupa ve Orta Doğu'da görülmüş, 1990'larda ise bu eylemler Afrika'da daha fazla görülmeye başlamıştır. Uluslararası terör örgütleri, son 30 yılda, kendi siyasi taleplerinin karşılanmaması durumunda küresel çapta şiddet eylemleri ve tehditlerle hedeflerine ulaşmaya çalışmışlardır. Bunu yaparken, iletişim, ulaşım imkânların artmasını ve teknolojik avantajlarından faydalanmışlardır (Enders, Sandler, 2002: 147). 
Günümüzde terör örgütlerinin; çok uluslu bir ağ organizasyon yapısına dönüştüğü, amaçları ve faaliyetlerinin tanımlanmasının daha zor hale geldiği, 
ideolojilerinin daha fazla din ile ilgili olduğu, taleplerinin daha belirsiz ve anlaşılmaz hale geldiği, hedeflerinin küresel ölçekte belirlendiği, ayrım yapmayan ve ölçüsüz şiddet kullanılmasını artırdıkları görülmektedir (Bergesen, Lizardo, 2004: 42-43). 

11 Eylül 2001 ise, terörizmin boyutları bakımından bir dönüm noktası oluşturmuştur. 11 Eylül terörünün hedeflerinin simgesel özelliklerinin de son derece çarpıcı olduğu belirtilmektedir. Pentagon Amerika Birleşik Devletleri'nin askeri gücünü, New York'taki Dünya Ticaret Merkezinin İkiz Kuleleri ise, uluslararası sermayenin ekonomik egemenliğini simgeleyen hedefler görülmektedir. 11 Eylül terörü, Amerika'yı vurmuş gibi görünse de, aslında küreselleşme sürecine karşı yapılmış bir saldırı olarak değerlendirilmektedir. ABD’nin bu sürecin lideri olduğu için saldırıya uğradığını söylemek mümkündür (Başeren, 2014: 17). 

11 Eylül sonrasında uluslararası terörizmle mücadelede kararlılık göstermek için öncelikle Avrupa Atlantik Ortaklık Konseyi’nin (AAOK) 46 üyesi (19 NATO üyesi ve 27 Ortak ülke) New York ve Washington’a yapılan saldırıları koşulsuz olarak kınadıklarını beyan ederek, terörizmle mücadele için tüm çabaları üstlenecekleri 
taahhüdünde bulunmuşlardır. Bu bağlamda, NATO müttefikleri 3 Ekim 2001 tarihinde; Kartal Yardımı (Eagle Assist) ve Aktif Çaba (Active Endeavo) operasyonlarını başlatma kararı almışlardır. Bunlara ilave olarak NATO, 21-22 Kasım 2002 tarihinde gerçekleştirilen Prag Zirvesinde, daha önceden açıklanmış olan Stratejik Konsept ile belirlediği yeni misyonlar ve yeni tehditler içerisinde yer alan terörizm gündemiyle toplanmış, zirvede alınan kararlarla NATO varlığını devam ettirme konusundaki kararlılığını sergilemiştir. 27-28 Haziran 2004’da icra edilen İstanbul Zirvesinde ise NATO, terörizmle uluslararası boyutta bir mücadele gerçekleştirmek için soğuk savaş sırasında uyguladığı “ortak savunma stratejisini” “ortak mücadele stratejisine” dönüştürmeyi kararlaştırmıştır (Yaman, 2006: 48-50). 

2015 yılında IŞİD (DAEŞ)’in Suruç, Ankara, Beyrut ve Paris’te yaptığı terör eylemleri dünyanın gündeminde uluslararası terörizmi üst sıralara taşıyarak, güvenlik konularının önemini ve küresel işbirliğine olan ihtiyacı bir kez daha ortaya çıkarmıştır. Kasım 2015 yılında Antalya’da gerçekleşen G-20 Toplantısında teröre karşı küresel mücadele ekonomi ve diğer konuların önüne geçmiştir. Toplantıya katılan liderler “terörle mücadelenin ülkeleri için önemli bir öncelik olduğunu, terörizmi artan uluslararası dayanışma ve işbirliği çerçevesinde önlemek ve durdurmak için birlikte çalışma kararlılığı göstereceklerini” ifade etmişlerdir (Sabah, 2015). 

2. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder