3 Ekim 2019 Perşembe

İNGİLTERE NİN TERÖRLE MÜCADELE POLİTİKALARI., BÖLÜM 3

İNGİLTERE NİN TERÖRLE MÜCADELE POLİTİKALARI., BÖLÜM 3



2.1. 2000 Terör Yasası (Terrorism Act 2000 ) 

Yasa önerisi 1999 ve 2000 yılında yapılan yoğun tartışmalar sonucunda 2 Temmuz 2000’de Kraliyet Onayını alarak, 19 Şubat 2001 tarihinde yürürlüğe 
girmiştir. Bu yasa sadece İngiltere değil uluslararası terörle mücadele konusunda tüm dünya için önemli bir adım sayılmalıdır. Çünkü bu yasayla İngiltere gibi uluslararası sistemin önemli bir aktörü olan bir ülke, kendisine dönük olmadığı halde, uluslararası arenada faaliyet gösteren birçok terör örgütünü ve bu örgütlerin İngiltere’deki faaliyetlerini yasaklamıştır 505. 

Bu yasayla terörün tanımının hiç olmadığı kadar genişletilerek terör örgütlerinin tüm faaliyetleri yasaklanmış olmaktadır. Terörizm yasasının bir diğer özelliği de terör gruplarının finans kaynaklarına yönelik olarak getirdiği düzenlemelerle, finans kaynakları ile de etkin mücadeleyi amaç edinmiştir. Yasa ayrıca terör örgütleri ile mücadelede soruşturma ve mücadele birimlerinin yetkilerinde de düzenlemelere gitmiştir. Bu yasayla terörle mücadele birimleri diğer suçlarla mücadele yöntemlerine nazaran daha fazla güçle donatılmıştır. Bu yasa uygulamasına göre yetkililere terör suçu ile alakalı şüphelilerin 48 saat saat 
gözaltında tutabilme olanağı sağlanmıştır. 
Bu süre yedi güne kadar uzatılabilmektedir. Fakat eski yasalara nazaran bu yasanın bu konudaki temel farkı; gözaltına alma kararının bir yargıç gözetiminde veriliyor olmasıdır 506. 

Ayrıca bu yasanın diğer bir özelliği de bir terör listesi ortaya koyması ve 21 örgütlü bir listeyi de kanuna eklemiş olmasıdır. Bu örgütlerin herhangi bir şekilde desteklenmesi de suç sayılmıştır. Bu listeye itiraz hakkı olmakla beraber, liste parlamentonun onayı ile beraber geçerli olacaktır 507. Bu listenin dikkati en çok çeken yönü ise radikal İslamcı örgütlerin ağırlıkta olmasıdır. Bu yasayı diğer yasalardan ayıran bir başka özellik ise diğer yasaların aksine bu yasanın geçici değil, kalıcı olmasıdır. 

2000 Terörizm Yasası’na en büyük tepki ise başta İngiltere’de yaşayan Müslüman gruplar olmak üzere insan hakları dernekleri ve sivil toplum örgütlerinden gelmiştir. Tepkiler terörizm ve örgüt tanımında yapılan genişletici düzenlemelere yoğunlaşmıştır. Bu yasa uyarınca azınlıkların hak arama mücadelelerinin ve Greenpeace gibi barışçıl örgütlerin bile yasaklanabileceği belirtilmiştir. Fakat terör örgütü listelerinin Meclis onayına ihtiyaç duyması ve kamuoyunun yakın takibi bu endişeleri azaltmaktadır. Fakat özellikle Müslüman gruplar yasanın belli bir dine ve ırka karşı hazırlandığını savunarak İngiltere’nin bu yasa ile özellikle Müslümanlara karşı bir baskı unsuru oluşturduğunun altını çizmiştir. Özellikle Filistin ve Keşmir’de halk tarafından yasa dışı hareket eden işgalcilere karşı halkın verdiği mücadeleyi uluslararası hukukun meşru bulurken, İngiltere’nin bu tip azınlık mücadelelerinin önüne geçtiğini savunmuştur508. 

Tartışmasız olarak İngiltere’de terörle mücadele konusunda çıkabilecek en sert yasa olarak değerlendirilirken; meydana gelen 11 Eylül olayları ile İngiltere 
sağduyusunu kaybederek bir tür telaş ve paranoyanın izleri görünen yeni düzenlemeler yapmaya başlamıştır 509. 

2.2. İngiltere’nin 11 Eylül Saldırıları Sonrası Yaptığı Düzenlemeler 

Bilindiği gibi 11 Eylül’de ABD’ye karşı yapılan geniş çaplı saldırıya karşı Washington’a en önemli destek İngiltere’den gelmiştir. İngiltere saldırıları adeta 
kendisine yapılmış saymış ve bundan sonraki saldırıların İngiltere’yi hedef alabileceğini hesaplamıştır. Irak ve Afganistan’da İngiltere en çok asker bulunduran ikinci ülke konumuna gelmiştir 510. 

11 Eylül sonrası süreçte İngiliz toplumunda güvenliğin kaybolmaya başladığı düşüncesi hakim olmaya başlamıştır. Bu sebeple toplum bu zafiyetin 
giderilmesi için her şeylerini feda edebilecek duruma gelmiştir. Avrupa kamuoyu tüm demokratik yönlerine rağmen en ufak bir güvenlik sorununda tüm liberal 
duruşunu bırakıp en sert önlemlere kolayca ‘evet’ diyebilecek bir yapıya sahip olmuşlardır 511. 
The Guardian gazetesi tarafından yapılan bir ankette, katılımcıların üçte ikisi güvenlik ve düzen için sivil haklardan taviz verilebileceğine inandığını söylemiştir 512. Hatta Londra saldırılarından sonra meydana gelen bir hırsızlık olayında bir polis memurunun çıkan çatışmada öldürülmesi ile ilgili olarak İdam cezasının dahi yeniden yürürlüğe girmesi tartışma konusu olmuştur 513. Demokrasinin 
beşiği sayılan böyle bir ülkede dahi bu gibi gelişmeler, güvenlik özgürlük dengesinin, güvenlik unsurundan yana bozulmaya başlamasının insanlar üzerinde bıraktığı psikolojik etkiyi gözler önüne sermektedir. Bu sebeple İngiliz hükümeti sert tedbirler alarak halkın ve özellikle güvenlik güçlerinin taleplerini yerine getirmeye yönelik tedbirler almış fakat özellikle yapılan yasal düzenleme ler, demokratik hukuk devleti ilkelerini ihlal ettiği gerekçesiyle ağır eleştiriler almıştır. 

2.2.1. Anti – Terörizm Suç ve Güvenlik Yasası 2001 

(Anti – Terrorism Crime and Security Act 2001) Aralık 2001’de, İngiltere, ABD’nin liderliğini takip ederek, içinde terörist saldırıları ortaya çıkarmayı, soruşturmayı ve terörist saldırılar aleyhine dava açmayı kolaylaştıracak eşi görülmemiş önlemler bulunan Anti- Terörizm Suç ve Güvenlik Yasası’nı meclisten geçirerek 11 Eylül saldırılarına bir cevap vermiştir 514. 
11 Eylül saldırılarının hemen ardından çıkarılan bu yasa bir tür olağanüstü hal yasası niteliğindedir. 2000’de çıkarılan yasaya konulamayan bir çok yetki bu yasa ile uygulamaya konmuştur. Bu yönü ile bu yasanın içeriği güvenlik güçleri lehine bir fırsatçılık olarak nitelendirilmiştir. 2000 yasasının görüşmeleri sırasında daha sert önlemlerin alınması gerektiğini savunan bu kişiler, 11 Eylül sonrasında daha az bir direnişle karşılaşmışlardır 515. 

Yasa İçişleri bakanına terör zanlısı yabancıların gözaltına alınmasına izin verme yetkisi vermiştir. Bunun için bakanlığın söz konusu kişilerin İngiltere’de 
bulunmasının ulusal güvenliğe tehdit oluşturduğuna inanması hatta bundan şüphe etmesi yeterli olacaktır 516. Bu sebeple yasanın bu bölümü en tartışmalı nokta olarak tepkileri üzerine çekmiştir. Terörün sürekli bir tehdit olduğu ve bu sorunu çözmek için uzun soluklu politikalara ihtiyaç duyulduğu; fakat yasanın amacının sadece acil durumları önleyebilmek için geçici çözümler ürettiği eleştirisinde bulunularak, özellikle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin ihlali niteliğinde olduğu belirtilmiştir. 
Parlamento’nun İnsan Hakları Müşterek Komitesi ve Privy Counsellor Review Committee (özel bir temyiz mahkemesi) tarafından alınan bu karar sonucu hükümete bu yasayı kaldırması tavsiyesi verilmiştir517. Yasanın yürürlükte kalması için ise hükümetin ana gerekçesi “ bir kişinin yapmış olduğu cezai sonuçları olan saldırı için dava açmak, İngiltere’nin delillerin kabul edilebilirliğindeki kesin kurallarından ve yüksek ispat standardı istemesinden dolayı mümkün olmayabilir” olmuştur 518. 
Bu yasayı oluşturmaya iten sebeplerden biri yukarıda bahsedildiği gibi, terör olaylarında her zaman yeterli delil bulunamaması ve olay olana dek bu tip delillerin bulunmasının zorluğundan bahisle, şüphe duyulan kişilerin kanıt olmaksızın etkisiz hale getirilmesi gereğidir 519. 

Diğer bir neden ise terör tehdidi oluşturan kişilerin çoğunun yabancı olması ve bu şahısların genel olarak, sık insan hakları ihlali yapılan ve yakalanan kişinin 
mensup olduğu ülkeye iade edilmesi durumunda işkence ve kötü muameleye maruz kalacağı ülkelerin vatandaşı olmasından kaynaklanmaktadır. Şöyle ki yabancıların bu tür insanlık dışı muameleler uygulayan ülkelere geri gönderilmesi yasağı İngiltere’nin neredeyse 20 yıl önce onaylamış olduğu Birleşmiş Milletler (BM) İşkenceyi Önleme Sözleşmesi’nde şu şekilde dile getirilmiştir: “Hiçbir Taraf Devlet bir şahsı, işkenceye tabi tutulacağı tehlikesinde olduğuna yönelik esaslı sebepler bulunduğu kanaatini uyandıran başka bir Devlete geri göndermeyecek, sınır dışı etmeyecek veya iade etmeyecektir.”520 Bu sebeple İngiltere sınır dışı edemeyeceği kişileri, hapis altında tutmayı bir strateji olarak benimsemiş ve bu yasayla bunu gerçekleştirmeye çalışmıştır. 

 16 Aralık 2004 tarihinde ise Lordlar Kamarası Belmarh Hapishanesi’nde bulunan dokuz yabancının durumunu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine aykırı 
bulmuş ve böylece 2001 Anti- Terörizm Suç ve Güvenlik Yasası hükümsüz kalmıştır. Hapishanede tutulan dokuz yabancı Aralık 2001 tarihinde bu yasanın 
hükümlerine dayanılarak hapishanede tutulmuş ve bir kez olsun mahkeme önüne çıkarılmamışlardır 521. Hapishanede geçen bu uzun süre bir bakıma yargılamadan cezalandırmak anlamına gelmiştir. Durumu değerlendiren Mahkeme; gözaltının gözden geçirilmesindeki düşük standart ve şüphelilerin haklarının korunmasındaki açık eksiklikten dolayı, yasanın unsurlarının kesin olarak Avrupa İnsan hakları Sözleşmesi’ne aykırılık gösterdiğine hükmetmiştir 522. 

Yasanın, bu şekilde devre dışı kalması ile oluşan boşluğu doldurmak adına hükümet acil olarak yeni bir yasa hazırlama yoluna gitmiştir. Ancak yeni yasa da oluşan bu boşluğun çok ötesinde yetkileri getirmiştir. 

2.2.2. 2005 Terörle Mücadele Yasası (Prevention Of Terrorism Act 2005) 

Bu yasa diğer yasadan farklı olarak, yabancıların gözaltına alınması hükmü yerine “kontrol altında tutma” şeklinde yeni bir düzenleme getirmiştir. 
Bu kontrol talimatına göre terörizm ile ilgisi olan kişileri belli yerlerde kalmaya ve belli davranışları yapmaya zorlayacak yetkiler verilmiştir. Bu yasayla güvenlik güçlerine; bu yasa kapsamındaki zanlıları ev hapsinde tutabilme, cep telefonu ve internet kullanımını yasaklaya bilme gibi yetkiler vermiştir. Bu yasanın diğer bir farkı ise bu sefer yabancılarla birlikte İngiltere vatandaşlarının da bu talimat kapsamında değerlendirmeye tabii tutulabilmesi olmuştur 523. 

Fakat bu yasaya karşı parlamento çok daha güçlü bir dirençle karşı koymuştur. Eleştirilerinin başında; ilk anayasa olarak bilinen ve 790 yılında İngilizlerin hazırladığı Magna Carta’dan beri İngiliz hukukunda var olan mahkumun hapishanedeyken bile ceza ve infaz yöntemlerini sorgulayabilmesi, mahkeme lerin adil ve bağımsız olması, tutukluya kendini savunacak hak ve bunu sağlayacak şartların oluşturulması gerekliliği gibi ilkelerin yıkıldığı gelmektedir. Hukümet ise ısrarla yasaların güvenlik güçlerinin terörle mücadele etmesini zorlaştırdığını ve olağanüstü şartlar için olağanüstü yasalar gerektiğini savunmuş tur. Yasa yapılan düzenlemelerin terörizm suçunun özünden kaynaklanan sebeplerle bir varsayımla savaşmak olarak nitelendirmiş ve bir varsayım üzerine bu kadar geniş yetkiler verilmesinin doğru olmadığı konusunda yapılan eleştiri lere ise hükümet, Britanya vatandaşlarının yaşama hakkının, terör zanlılarının sivil haklarından daha önemli olduğu tezi ile karşılık vermiştir. 

Yasa Avam Kamarasında yaşanan büyük isyanlara karşı Lordlar kamarasına gönderilmiş fakat Lordlar kamarasında da muhalefetle karşılaşan yasa iki kamara arasında sürekli gidip gelmiştir. Ortaya anayasal bir krizin çıkması sonucu muhalifler ve hükümet yasanın bir yıl içinde yeniden değerlendirilmesi konusunda anlaşarak, yasanın kabulü sağlanmıştır. Yasa kraliyet onayını ise 11Mart 2005 tarihinde almıştır 524. 

İngiltere’de çıkarılan yasalar özellikle güvenlik güçlerinin kontrolü daha rahat sağlayabilmesi refleksi ile sert bir tutum üzerine kurulmuştur. 11 Eylül 
saldırıları dönemindeki güvenlik bunalımı sebebiyle kolaylıkla geçebilen yasalar; dünya kamuoyunun güvenlik özgürlük dengesine bakışının değişmeye başlaması ve uluslararası örgütlerin sürekli olarak demokratik hukuk devleti ilkelerine vurgu yapması ile, onay aşamasında daha büyük dirençle karşılamaya başlamasına neden olmuştur. Fakat bu süreçte İngiltere’nin kendi evinde meydana gelen 7 Temmuz 2005 Londra saldırıları tekrardan bir panik havası oluşturmuştur. 

2.3. 7 Temmuz 2005 Londra Saldırıları Sonrası Yaptığı Düzenlemeler,

 Londra Saldırıları şehrin atardamarları konumundaki toplu taşıma sistemlerinde yapılan intihar saldırıları şeklinde gerçekleşmiş ve toplam 52 kişinin ölümüne çok sayıda kişinin de yaralanmasına sebep olmuştur. Ulaşım sistemini hedef alan bu saldırılarda olağan yaşamı etkileyerek korku ve panik ortamı yaratmak amaçlanmıştır 525. 
Ayrıca saldırıların yapıldığı esnada şehirde G – 8 ülkeleri zirvesinin yapılıyor olması sebebi ile şehirdeki güvenlik önlemlerinin en üst düzeyde olduğu bir ortamda bu saldırıların yapılması ise güvenlik güçlerinin halkı korumakta başarısız olduğu mesajını halka iletmeyi hedeflemiştir 526. 

Saldırılardan sonra yapılan soruşturma neticesinde 130 terör zanlısı tutuklanmış ve bu olayın gerçek faillerinin bunlardan 4’ü olduğu anlaşılmıştır. 

Fakat halkı korkuya iten asıl sebep ise bu dört zanlının da İngiltere’de yaşamakta olduğu ve hatta İngiliz vatandaşı olduğudur. 

Bu olaydan iki hafta sonra Brezilyalı bir elektrikçi olan Jean Charles de Menezes bir tren istasyonunda eylem yapacağına dair şüpheden hareketle güvenlik 
güçleri tarafından vurularak öldürülmüştür 527. Bu olay güvenlik güçlerinin de olaylardan en az halk kadar etkilendiğinin ve stres ve panik içerisinde akılcı 
düşünememesinin bir yansıması olarak değerlendirilebilir. 
Bilakis bu şüphe yanlış çıkmış ve vurulan kişinin terörle hiçbir bağlantısı olmadığı anlaşılmıştır. 

Londra saldırıları sonrası ise İngiliz yetkililerin yaptığı kriz yönetimi ise çok başarılıdır. Öncelikle İngiliz medyasının haberi veriş şekli oldukça başarılıdır. 
Bilinçli bir şekilde güvenlik güçlerinin duruma hakim olduğu şekilde olaylar lanse edilmiş ve olay mahallindeki yaralıları göstermek yerine itfaiye, polis ve sağlık 
ekiplerinin çalışmaları gösterilerek toplum rahatlatılmaya çalışılmıştır. Özellikle Londra saldırıları sonrası olayın El – Kaide bağlantılı olduğu konusunda 
spekülasyonlar yapılırken, güvenlik güçleri konu ile ilgili bilgilendirme sürecini zamana yaymıştır. Burada güvenlik güçleri toplumdaki gerilimin azalmasını 
bekleyerek, halk arasında infiale yol açılmamasını amaçlamıştır 528. 

 5 Ağustos 2005 tarihinde dönemin İngiltere Başbakanı Tony Blair “artık oyunun kurları değişiyor” şeklinde bir açıklama yapmış ve bu açıklamada yaşanan 
olaylar sonrasında hükümetin ne tür bir politika izleyeceği yönünde sinyallerini vermiştir. Gerçekten de yasalarda ne yazmasından çok ası önemli olan uygulayıcıların onları nasıl kullandığı daha önemlidir. Hükümet ve güvenlik güçleri uygulamalarını değiştirmeye başlamış ve bunun yanında yeni bir yasal düzenleme için hızla çalışmalar başlatılmıştır 529. 

İngiltere ilk olarak, ‘diplomatik güvence’ yoluyla istediği yabancıyı sınır dışı edebilmek için bir dizi anlaşma yapma yoluna gitmiştir. Bu diplomatik 
güvenceler, ev sahibi hükümetler den belli bir kişinin geri döndüğünde işkence görmeyeceğine dair söz alınması üzerine kuruludur. Bu tür ‘iyi niyet’ tutanaklarının kötü yanı bunlara pek itibar edilmemesidir. Geçmişte diplomatik güvenceye dayanılarak yapılmış sınır dışı işlemlerinin sonucunda sözleşmeler çok ciddi şekilde çiğnenmiş ve insan hakları acımasızca ihlal edilmiştir. İşkence eğilimi bulunan en az üç devlet, İngiltere ile diplomatik güvence üzerinde mutabakata varmıştır. 

Bu ülkeler Ürdün, Libya ve Lübnan’dır. Bu çerçevede ilk olarak 10 tane terör zanlısı hiçbir kanıt olmaksızın sınır dışı edilmek istenmiştir 530. 

Metro ve havaalanlarında ilgili ilgisiz birçok kişi gözaltına alınmış, daha sonra hiçbir sorgulama yapılmadan serbest bırakılmıştır. Birçok ev ve iş yeri aranmıştır 531. 
Bu evrede hakimlerden karar alırken İnsan Hakları Yasalarından çok, ulusal güvenlik kaygıları ile karar aldıklarını belirten açıklamalar gelmiştir. 

4. CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder