5 Ekim 2019 Cumartesi

IRAK RAPORU BÖLÜM 2

IRAK RAPORU  BÖLÜM 2



KRİZLER SÜRECİNDE İNSANİ DURUM



<  Batılı ülkelerin ekonomik ambargosu ve sonrasında başlayan savaşla birlikte ırak ekonomisinin altyapısında yaşanan yıkım, halkın ve devletin zenginliğinde dörtte üçe varan bir fakirleşmeye işaret ediyordu. >

Ülkenin kalkınma yılları sayılabilecek 1970’ler boyunca Irak halkına sunulan sosyal hizmetlerde, kalite yönünden bir sıçrama yaşanmıştı. Tüm kademelerde 
ücretsiz eğitim verilmiş, eğitimin ilk aşaması zorunlu hale getirilerek okuma yazma kampanyası başlatılmış ve 1980’lere gelindiğinde Irak’ta okuma yazma bilmeyen kimse neredeyse kalmamıştı. Ayrıca birçok yeni üniversite ve bilimsel enstitü kurularak Irak âdeta bir kalkınma üssüne dönüştürülmüştü. 

Aynı dönemde çok sayıda hastanenin açılması ve sağlık sigortasının tüm Iraklıları kapsayacak şekilde genişletilmesiyle Irak, sağlık alanında da büyük 
bir gelişim yaşamıştı. Buna bağlı olarak başta bebek ölümleri olmak üzere sağlık sorunları büyük oranda gerilemiş, hastanelerdeki yatak ve görevli doktor oranları yükselmişti. Yoksul ailelere, engellilere ve yaşlılara sunulan sosyal hizmetlerde hızlı bir ilerleme ve gelişme kaydedilmişti. 

İran’la giriştiği savaşla birlikte tüm bütçesini savaşa tahsis eden Irak’ta genel bir duraklama ve gerilime dönemi başladı. Dolayısıyla 1990’lı yıllara gelindiğinde, özellikle 1991 Körfez Savaşı’nın ardından, vatandaşlara sunulan hizmetlerin kalitesi ile birlikte ülkedeki insani durum da büyük oranda kötüleşti. Sekiz yıl süren İran-Irak Savaşı sonrasında bir milyona yakın kadın dul ve iki milyona yakın çocuk yetim kalmıştı. Bunun ardından gelen 1990-2003 arasındaki ambargo yıllarında ise Irak’ın uğradığı insani kayıplar çok daha arttı. 

Batılı ülkelerin ekonomik ambargosu ve sonrasında başlayan savaşla birlikte Irak ekonomisinin altyapısında yaşanan yıkım, yüksek enflasyon ve gıda maddelerindeki kıtlık, Irak dinarının değerindeki azalma vb. tüm faktörler, Irak’taki sosyal ve insani durumun gerilemesindeki en büyük etkenlerdi. Savaş ve ambargolar öncesinde Irak’ın ortalama yıllık geliri 90 milyar dolar düzeyinde seyrederken, bu rakam ambargolarla 25 milyara geriledi. Bu durum, bütün halkın ve devletin zenginliğinde dörtte üçe varan bir fakirleşmeye işaret ediyordu. 



Bombardıman veya saldırılar sırasında aralarında hastanelerin de bulunduğu 561 sağlık kurumu, yani Irak’ın tüm sağlık altyapısının %66’sı yıkılmıştır. 1985 yılından 1990 yılına kadar Irak’taki bebek ölüm oranı ortalama her 1.000 doğumda 25 bebek ölümüne kadar gerilemişti. 1991 yılından sonra ise bebek ölümleri dört kat artarak her 1.000 doğumda 93’e yükselmiştir. 2000 yılına gelindiğinde Irak’ta bebek ölüm oranları her 1.000 doğumda 108’e ulaşmış, böylece ambargo öncesine göre bebek ölümlerinde %400 artış olmuştur. 

Ambargo öncesi ülkede fakirlik oranı %10’lar düzeyini geçmezken, 1990’ların sonuna doğru bu oran %60’lara ulaşmıştır. Bu da neredeyse altı kat artış anlamına gelmektedir. Ambargo öncesi Ortadoğu’nun en canlı ekonomilerinden biri olan Irak’ta işsizlik oranı %7’leri geçmezken, ambargo sonrasında bu rakam %65’lere çıkmıştır. 
İnsanların temiz içme suyuna ulaşma oranı %85 iken, ambargolardan sonra %40’lara gerilemiştir. 

Beş yaş altı çocuk ölüm oranları ambargo öncesinde binde 52 iken, 1991 yılından sonraki süreçte kısa süre içinde bu oran binde 128 ile iki katından 
fazla artmıştır. Bir diğer veriye göre, başta bebek sütü olmak üzere çocuk mamasına erişim konusunda büyük sıkıntılar yaşanmasına sebep olan ekonomik ambargo nedeniyle 1989 yılında 1.089 olan beş yaş altı çocuk ölümleri vaka sayısı, 2001 yılında tam 30 kat artışla 32.036’ya yükselmiştir. 

Hastalıklar konusunda da ülkedeki durum tam bir sosyal yıkıma işaret etmektedir. 1989 yılında Irak’ta hiçbir kolera vakası görülmezken, ambargoyla 
geçen 10 yılın sonunda ülkede kolera salgını başlamış ve 1999 yılında 2.398 vaka görülmüştür. 1989 ile 2001 yılları arasında tifo, dizanteri ve hepatit virüslerinin neden olduğu hastalıklara yakalananların oranında da belirgin bir artış yaşanmıştır. Tifo %10,79, dizanteri %32,26, Hepatit virüslerine bağlı hastalıklar ise %4,84 oranında artmıştır. 

Ambargo öncesinde ülkede okullaşma ve eğitimin yaygınlığı %90’larda iken, ambargo sonrasında imkânsızlıklar, eğitim kadrolarının göç etmesi veya öldürülmesi sebebiyle bu oran %10’a gerilemiştir. Yine sağlık altyapısı ülke genelinde %80 oranında yaygınlık gösterirken, ambargo ve hemen ardından gelen 2003 işgali sonrasında sağlık altyapısı tüm ihtiyacın %15’ini dahi karşılayamaz hale gelmiştir. Binlerce doktor göç etmek zorunda kalırken, yüzlercesi de katledilmiştir. Savaş öncesi dönemde ülkedeki doktor sayısı 34.000 iken, savaşın başlamasından sonra 20.000 doktorun yurt dışına kaçmak zorunda kaldığı tahmin edilmektedir. 



< Ağır aksak da olsa son dönemde mal varlıklarını tekrar kullanmaya başlayan ırak’ta, petrol fiyatlarının yükselmesi ve devlete ait kurumların tekrar çalışması, ülke ekonomisinde ufak bir toparlanmaya imkân sağlamıştır. >

Yaşam standartları gerileyen, yoksulluk ve suç oranları artan, ekonomik imkânları azalan, sağlık ve eğitim seviyesi düşen, gıda ve ilaç sıkıntısı 
nedeniyle başta çocuklar olmak üzere ölüm olaylarının arttığı ülkede bu olumsuzluklardan en çok etkilenenler Iraklı siviller olmuştur. Geçmişte büyüme 
ve gelişmede en ileri düzeylere ulaşan Irak’ta 1991 yılından itibaren tüm alanlarda gerileme yaşanmıştır. 

2003 yılındaki Amerikan işgalinden sonra, Irak’taki insani durum biraz daha kötüleşmiştir. Altyapısı neredeyse tamamen çöken ülkede, 177 arıtma 
tesisinden sadece 33’ü çalışırken, milyonlarca eve elektrik verilememiştir. 
Bu dönemde ülkede açlık sorunu baş göstermiş, dul ve yetimlere sahip çıkılması imkânsız hale gelmiş, 5 milyon insan farklı bölge ve ülkelere göç etmek zorunda kalmıştır. 

Amerikan işgalinin ilk yıllarında işgale karşı direniş gösteren şehirlerde devam eden güvenlik sorunları nedeniyle -bilhassa Irak’ın Sünni bölgelerinde- sağlık 
sektöründe, sosyal alanda ve ekonomik yaşamda çok daha büyük yıkımlar yaşanmıştır. Ağır aksak da olsa son dönemde mal varlıklarını tekrar kullanmaya başlayan Irak’ta, petrol fiyatlarının yükselmesi ve devlete ait kurumların tekrar çalışması, ülke ekonomisinde ufak bir toparlanmaya imkân sağlamıştır. 
Ancak 2015 yılı başlarından itibaren petrol fiyatlarındaki düşüş ve IŞİD’in oluşturduğu yeni çatışma süreci bu canlanmayı sabote etmiştir. Örgütün 
bu istilası 4 milyona yakın Iraklıyı yerinden ederek evsiz barksız bırakmış ve Kuzey Irak bölgesine veya diğer illere sığınmacı akınları yaşanmıştır. 
Bu durum bir yılı aşkın bir süredir devam etmekte olup bu sığınmacıların barınma ihtiyaçlarını karşılama veya evlerine dönmelerini sağlamada 
hükümetin yaşadığı acziyet açık bir şekilde görülmektedir. 

Bu insani krizin Suriye’de devam eden kriz ve bölgenin yaşadığı diğer politik ve güvenlik sorunlarıyla aynı zamana denk gelmesi, dış yardımların sınırlı 
olmasına ve bu insanların ihtiyaçlarının sadece bir kısmının karşılanmasına neden olmuştur. 

IRAK’TA ÇEKİŞEN TARAFLAR VE DİNAMİKLER 

İslam tarihinin en köklü ayrılıklarına şahitlik etmiş olan Irak toprakları, bugün dahi bu tarihsel çekişmelerin izlerini taşımaktadır. Hemen her grup, kendisine rakip olarak gördüğü diğerlerine karşı bir yandan siyasi mücadelesini sürdürür ken bir yandan da askerî yöntemleri kuralsız bir şekilde kullanmaktadır. Saddam sonrası dönemde daha da kuralsız hale gelen bu çekişmede en belirgin rekabet unsuru mezhep ve etnik kimlikler üzerinden tanımlanmaktadır. Irak’ta faaliyet gösteren ve çatışma sürecinde rol alan temel aktörleri mezhebî ve etnik eğilimlerine göre şu başlıklarda değerlendirmek gerekiyor: 

a) Şii Ulusal Siyasi İttifakı: Ayetullah Sistani gibi önde gelen bazı Şii şahsiyetler, küçük partilerin birleşerek kurduğu Kanun Devleti Koalisyonu, Davet Partisi, Irak İslam Devrim Konseyi ve Sadr Hareketi gibi başlıca Şii siyasi grupları içine almaktadır. Siyasi pazarlıkların hararetlenmesi ve İran etkisinin giderek artması sebebiyle siyasal hareketlerin gücü artmaya, buna karşın Iraklı din adamlarının etkinliği azalmaya başlamıştır. Bu yapılar ellerindeki büyük ekonomik imkânlar sayesinde halen gücünü korumakla birlikte, siyaseten etkileri törpülenmiş görünmektedir. 

b) Şii Militan Grupları: Şii partiler, her ne kadar resmî olarak bu milislerle ilişkileri olmadığını veya bu grupların sivil alanı ilgilendiren işlerde kullanıldıklarını iddia etseler de, ülkede bu partilerin silahlı kanatlarını oluşturan milis güçlerinin faaliyetleri bilinmektedir. Bu silahlı yapılanmaların önde 
geleni, başlangıçta Irak İslam Devrim Yüksek Konseyi’nin askerî kanadı iken sonrasında ondan ayrılıp bağımsız bir harekete dönüşen Bedir Tugayları 
örgütüdür. Mukteda es-Sadr’a bağlı Mehdi Ordusu milisleri, militan gruplar içinde bir diğer önemli gücü oluşturmaktadır. Mehdi Ordusu’ndan ayrılarak eski Başbakan Nuri el-Maliki’ye yakın bir çizgi izleyen ve Maliki tarafından resmî bir statü kazandırılan Asaibu Ahlu’l-Hak milisleri ve Irak Hizbullah’ı da ülkede dikkat çeken diğer hareketlerdir. Bunlar dışında daha güçsüz ve çok yaygın olmayan yerel Şii milis güçleri de bulunmaktadır. 

c) Sünni Siyasi Blok: Irak Devrim Konseyi, Ulusal Reform ve Kalkınma Hareketi, el-Mustakbel Hareketi ve önde gelen bağımsız Sünni kişiler tarafından temsil edilen parti ve hareketlerdir. Çoğunluğu birbirini rakip olarak gören milliyetçi veya liberal olan bu partileri bir araya getiren faktörlerin başında, tıpkı Şii Ulusal İttifakı’ndaki gibi, mezhepsel aidiyet gelmektedir. Bu siyasi gruplara ilave olarak Irak toplumunda halen güçlü bir şekilde varlığını sürdüren Sünni ulema da bir aktör olarak kendini hissettirmektedir. 
Sünni âlimlerin inisiyatifindeki vakfiyeler, 2003 işgalinden sonra âlimlerin ekonomik ve siyasi gücünü kırmak üzere yapılan yeni düzenlemelerle 
Divan-ı Vakfı’s-Sünni adıyla yeniden yapılandırılmıştır. Vakfiye olarak ellerinde on binlerce dönüm arazi, dükkân, mescit ve medrese bulunduran Sünni âlimler, toplumsal mobilizasyonda halen ciddi bir güce sahiptir. 
Bu güç, hem IŞİD hem de Şii yönetim tarafından yoğun baskı görmelerine neden olmaktadır. Bugüne kadar yaşanan “Vakıflar Savaşı”nda, oranı 
bilinmemekle birlikte yüzlerce vakfiye mülkü Sünnilerin elinden gasp edilmiş durumdadır. 

<   Saddam sonrası dönemde daha da kuralsız hale gelen bu çekişmede en belirgin rekabet unsuru mezhep ve etnik kimlikler üzerinden tanımlanmaktadır.  >

<  Direniş gruplarının siyasi olarak temsil edilmesi konusunda var olan boşluğu doldurma adına siyasi bloklar oluşturulmuştur. Bunların en önde gelenleri ırak Siyasi Direniş Konseyi ile ırak Cihad ve Kurtuluş cephesi’dir. >


d) Sünni Militan Gruplar: Bu grupların ilki ve en büyüğü 1920 Devrim Tugayları’dır. 

  Ilımlı İslami düşünceyi benimseyen örgütün hedefi işgalci ile savaşmak ve onu Irak topraklarından çıkarmak; özgürlük, onur ve adalet gibi haklarını Irak halkına iade etmektir. Kendi içinde ikiye bölünen örgütten Irak Hamas’ı adlı yeni bir örgüt doğmuştur. Bu silahlı gruplar içinde Irak İslami Direniş Cephesi de ciddi bir tabana sahiptir. 


Cihad ve Kurtuluş Cephesi 

Bu üç grup, ideolojik olarak Müslüman Kardeşler hareketine yakındır. Ancak Irak İslami Direniş Cephesi doğrudan Müslüman Kardeşler’e bağlı olduğunu ilan etmiştir. 
Aynı şekilde Irak İslam Ordusu, Mücahidler Ordusu, Ensar es-Sünne ve Selefi düşünceye sahip diğer küçük gruplardan oluşan hareketler de bulunmaktadır. 
Eylemlerine 2009’da başlayan Irak Nakşibendi Ordusu adlı grup, Baas çatısı altında hareket etmiştir. Ülkede eski Irak ordusu veya Baas Partisi mensupları tarafından kurulan küçük gruplanmalar ortaya çıkmışsa da bunlar kısa ömürlü olup çok ciddi bir etki yaratmamışlardır. 

Genel olarak bu gruplar Irak sahasında karşılaştıkları askerî, siyasi hatta ideolojik zorluklara göre birbirleriyle zaman zaman birleşip zaman zaman 
ayrışmaktadır. Direniş gruplarının siyasi olarak temsil edilmesi konusunda var olan boşluğu doldurma adına siyasi bloklar da oluşturulmuştur. Bunların 
en önde gelenleri Irak Siyasi Direniş Konseyi ile Irak Cihad ve Kurtuluş Cephesi’dir. 

e) Kürt Bloğu: Kürdistan Yurtseverler Birliği, Kürdistan Demokrat Partisi ve Kürdistan İslam Birliği tarafından temsil edilen Kürt partileridir. Bu üç 
partiye ilave olarak Kürdistan Yurtseverler Birliği içinde yaşanan ayrışma sonucu kurulan Değişim Hareketi ile siyasi olarak fazla bir etkileri olmayan 
bazı küçük partiler de vardır. 

f) el-Kaide: 2003 yılından sonra yaşanan Amerikan işgali döneminde Tevhid ve Cihad Hareketi adıyla eylemlere başlayan Iraklı Selefi gruplar, bir müddet sonra ülke dışından gelen yabancıların dahil olmasıyla daha geniş tabanlı bir Irak el-Kaidesi kurmuştu. Sünni bölgelerde tabanını genişleten grup, bir süre sonra Irak İslam Devleti adıyla yeni bir hareket ortaya çıkarmıştır. Sadece Şii gruplarla değil, Sünni gruplarla da çatışan hareket için asıl dönüm noktası 2011 yazından itibaren Suriye’de iç savaşın başlamasıyla yaşanmıştır. Bu savaş, Irak’ta var olan orta yoğunluklu savaşla birleşince aradaki sınırlar anlamını yitirmiş ve grup adını Irak-Şam İslam Devleti (IŞİD) örgütü olarak değiştirmiştir. 

Suriye topraklarının Rakka, Deyri-Zor gibi Irak’a yakın bölgelerine egemen olan örgütün lojistik imkânları da artmıştır. Irak’taki Şii resmî ve milis güçlerin Sünni bölgelerdeki baskılarından bıkmış olan kesimlerin desteğini almakta zorlanmayan örgüt, Irak topraklarındaki faaliyet ve toprak kazanımlarını artırmaya başlamıştır. 

2013 yılı sonunda Felluce kenti ile Ramadi kentinin bir bölümünü işgal eden örgüt, 2014 yılı Haziran ayında 500 savaşçıdan oluşan bir kuvvetle Ninova şehrine doğru ilerlemiş ve 30.000’den fazla ordu mensubunun olduğu şehri iki gün içinde ele geçirmiştir. Media’nın düşmesi tüm Ninova şehrinin ve komşu Selahaddin kenti ile Kerkük ve Diyala kentlerinin bir kısmının da düşmesini beraberinde getirmiştir. 

<  Irak devletinin çöküşüne ve ülkede şiddetin hâkim olmasına zemin hazırlayan temel sorunlar arasında; ırak devletinin üzerine kurulduğu yozlaşmış sistem, siyasi bloklar arasındaki görüş ayrılıkları ve çatışmalar önemli yer tutmaktadır.  >

Örgütün bu denli hızlı bir şekilde genişlemesinin iki önemli nedeni vardır: 

1. Irak ordusunun içinde bulunduğu büyük yozlaşma. 
2. Bu bölgelerde yaşayan halkın hükümete ve ayrımcı politikalarına duyduğu toplumsal öfke. 

   Irak devletinin çöküşüne ve ülkede şiddetin hâkim olmasına zemin hazırlayan temel sorunlar arasında; Irak devletinin üzerine kurulduğu yozlaşmış sistem, Irak halkının temel bileşenlerine karşı işgalden sonra uygulanan mezhebî ayrımcılık ve kasıtlı marjinalleştirme politikası, devlet içindeki idari yozlaşma, siyasi bloklar arasındaki görüş ayrılıkları ve çatışmalar önemli yer tutmaktadır. 
Bunların gölgesinde kronikleşen petrol konusu ve gelirlerinin çalınması, Irak’a en büyük ekonomik darbeyi vurmuştur. Yine, devlet bütçesinden bölgeye ayrılan pay ve bölgesel yönetimin yetkileri konusunda Kürtler ile merkezî yönetim arasında yaşanan sorunlar, Mehdi Ordusu ile devlet içinde Maliki’nin başlattığı çeteleşmeyle mücadele konuları da yukarıda sıralanan kaos unsurlarını derinleştirmiştir. Amerikan işgal güçleri ve onun desteğindeki Irak hükümetiyle silahlı gruplar arasındaki çatışmalar, Sünnilere yönelik marjinalleştirme ve dışlama politikaları gibi diğer sorunlar da taraflar arasındaki güveni tamamen yok etmiştir. 

2011’den itibaren Maliki’nin siyasi bir hamleyle Sünni önde gelenleri tutuklaması sonrasında Sünni şehirleri kaplayan protesto ve gösteriler bir yıl sürmüş, bu süre içerisinde göstericilerin hiçbir talebi yerine getirilmemiş, bilakis Maliki, göstericilerin halktan olmayıp Baas ve el-Kaide’ye bağlı gruplar olduğunu söyleyerek göstericileri şiddetle bastırmıştır. Bu dönemde göstericilerin çeşitli saldırı ve katliamlara maruz kalması, halkta öfke ve intikam duygusuna sebep olmuş ve bu öfke devletin temellerine yayılmış olan yozlaşma ile birleşince IŞİD örgütünün işine yaramıştır. Örgüt, bu tepkisel atmosfer içinde birkaç gün gibi kısa bir sürede, ordu veya bölge halkının önemli bir direnişi ile karşılaşmadan Irak topraklarının üçte birini ele geçirmiştir. 

IRAK TOPLUMUNUN YAPISI VE ÇÖZÜLME 




<  1979 İran Devrimi’nden sonra, sınırın hem ırak hem de İran tarafında daha politize olan mezhepçi anlayış, ortadoğu’daki uzun bölgesel hesaplaşmanın en önemli aracı haline dönüşmüştür. >

Kerbela ve Kufe gibi İslam tarihindeki ilk bölünmelere şahitlik etmiş kentlere ev sahipliği yapan Irak toprakları, bu tarihsel mirasın yükünü halen taşımaktadır. 
Nispeten barış içinde geçen 400 yıllık Osmanlı dönemi sonrasında son 100 yıldır Irak halkının yaşadığı krizler, ülkenin sosyal ve siyasi yönden şu an içinde bulunduğu durumu ortaya çıkaran ana nedeni oluşturmaktadır. 

İngiliz işgali altında 1920’den itibaren diktatörlük yönetimi güçlendirilirken, bu yönetime bir isyan olarak yaşanan 1958’deki askerî darbeden sonra ülkede 
daha katı bir sosyalist-seküler yönetim kuruldu. Bu dönemle birlikte yaşanan baskılarla muhalifler tamamen sindirildi. Bu baskılara duyulan öfke sonrasında ise 1963 Baas darbesi yaşandı. Baas dönemi çok daha baskıcı ve mezhepçi bir anlayış getirdi. 1979 İran Devrimi’nden sonra, sınırın hem Irak hem de İran tarafında daha politize olan mezhepçi anlayış, Ortadoğu’daki uzun bölgesel hesaplaşmanın en önemli aracı haline dönüştü. 
Bu bölgesel çekişmede Batılı ülkelerin oynadığı gizli veya açık rol, her aşamasında yeni yıkımları kolaylaştıran bir etkiye sebep oldu. 

Eski Irak rejiminin yönetimi tek başına elinde tutarak Sünnileri öne çıkardığını ve böylece mezhepçilik duygularını harekete geçirdiğini öne 
süren yaygın kanıya rağmen gerçekte Saddam Hüseyin ve rejiminin zulmü herkesi kapsamıştır. Dost veya düşman görülmenin kriteri ne etnik ne de 
mezhebî kimlik olup başkana ve rejimine duyulan sadakat idi. Nitekim zannedilenin aksine Saddam dönemi iktidar partisinin yönetiminde görev 
alanların en az yarısını Şii kökenli bürokrat ve memurlar oluşturuyordu. 



Etnik dışlanmışlık konusu da ülkedeki kronik sorunlardan biridir. Bir yanda Kürtler öte yanda Türkmenler Irak rejiminin kuşkuyla baktığı gruplardı. 
İşgalci İngilizlerin daha Osmanlı yıkıldığı dönemde kendilerine devlet kurma sözü verdiği Kürtler, sonradan yine İngiliz ayak oyunları ile Arap diktatörlüğüne 
bağlandı. Bağdat hükümeti ile Kürtler arasında uzun yıllar devam eden çatışma, iki tarafın birbirine olan güveni tamamen yok etti. Ancak bu durum bazı Kürtlerin devletin önemli ve hassas mevkilerinde görev almasına engel olmadı. 

İran’da yaşanan 1979 İslam Devrimi, Irak’taki iki büyük mezhep grubu (Şii ve Sünni) arasındaki anlaşmazlıkları harekete geçirmiştir. Bu mezhebî gerilimin çatışmaya dönüşmesi ve büyümesinde İran’ın Saddam döneminde Bağdat hükümetine karşı bir toplumsal tepki oluşturmak için Şiileri kullanması kışkırtıcı bir rol oynamıştır. 2003 Amerikan işgalinden sonra da Iraklı Şiilerin tekfirci grupları bahane ederek ülkenin tüm Sünni kesimlerini Saddamcı” olarak gösterip iktidar savaşında İran’a dayanma ve Sünnilerin tekrar hâkimiyeti ele geçirmesini önleme siyaseti, Tahran yönetiminin Irak’ın iç işlerine müdahalesini arttırmıştır. 

Sünni kesim hem işgale hem İran nüfuzuna şiddetle karşı çıkmış olsa da, işgalden sonra hazırlanan anayasada Şiiler federal sistemin kabul edilmesinde ısrar etmiş ve bölünmeye yönelik niyetlerini göstermiştir. Ancak dengelerin değişmesi sonrası Şii partiler, ABD ile barışık olmanın ödülünü almıştır. Sivil ve askerî bürokraside hâkim olarak yönetimi ele geçirmeleri akabinde, güçlü bir merkezî hükümet aracılığıyla Irak’a tamamen egemen olabileceklerine ikna olan Şiiler, federal sisteme karşı çıkmaya başlamıştır. 
Bu durum da bürokrasiden temizlenen ve dışlanan Sünni Araplar ile güçlü bir merkezî yönetim işlerine gelmediği için öteden beri buna karşı çıkan Kürtleri kaygılandırmış ve içeride şiddetli çatışmaları tetiklemiştir. 

Buna el-Kaide örgütünün bazı Şii ve Sünni grupları hedef alan eylemlerinin yarattığı teyakkuz hali de eklendiğinde Irak’ın geldiği son noktada ortaya çıkan 
tablo, herkesin birbiriyle çatıştığı kaotik bir durum olmuştur. Ülke şu an Kürt, Şii ve IŞİD nüfuz alanları olarak fiilen üç parçaya bölünmüş durumdadır. 
Başkent Bağdat Şii grupların ve İran askerlerinin kontrolünde görünmektedir. Şii kontrolündeki bölgeler neredeyse tamamen farklı mezhebî gruplardan arındırılırken, IŞİD kontrolündeki kentler de demografik temizliğe maruz kalmaktadır. 



<  2003 amerikan işgalinden sonra ıraklı şiilerin tekfirci grupları bahane ederek ülkenin tüm Sünni kesimlerini “Saddamcı” olarak gösterip iktidar savaşında İran’a dayanma ve Sünnilerin tekrar hâkimiyeti ele geçirmesini önleme siyaseti, Tahran yönetiminin ırak’ın iç işlerine müdahalesini arttırmıştır. >

Kürt tarafı ise bu kriz süresince mezhebî ve dönemsel sorunlarla vakit kaybetmek yerine kendi uzun vadeli devletleşme planlarıyla meşgul olmuştur. 
Iraklı partiler fiilî anlamda etnik ve mezhebî temellere göre ayrılmış olsalar da mezhebî çatışma ve kutuplaşma konusundaki yönelimleri farklılık göstermektedir. 
Kimi zaman dinî merci Ayetullah Sistani (İranlıdır) kimi zaman da İran hükümeti, bazen ikisi birden olmak üzere Şii toplumuna hâkim merkezî bir gücün varlığı, bu farklılıkların Şii gruplar arasında daha az olmasını sağlamaktadır. Bu gruplar içinde sadece Sadr grubu, dönemsel olarak izlediği farklı politikaları ile diğerlerinden ayrılmaktadır. 

Sünni gruplar ise genellikle parçalanmış bir görüntü sergilemektedir. Dinî gruplar önemli oranda Müslüman Âlimler Heyeti’ni dikkate alsa da eylemsellik olarak her bir bölgede farklı gruplar ve liderlikler kendini göstermektedir. Siyasi sahada ise çok sayıda Sünni parti olması, gücü dağıtmaktadır. Baas Partisi gibi eski rejimi hatırlatan grupların varlığı sürmekle birlikte Sünni bölgelerde taban bulan bu grupların diğer Sünni partilerle koalisyon dışında bir şansı bulunmamaktadır. Amerikan ve İran politikaları konusunda ortak tutum sergileyebilen Sünni blok, Irak’ın siyasi yapılanması konusunda tamamen farklılaşmaktadır. 



Irak’ta 2003 Amerikan işgali sonrasında politikacılar arasında ortaya çıkan, daha sonra İran müdahaleleri sonucunda tabana yayılan mezhep gerilimi, 
Arap Baharı ve iç savaş sürecinde Suriye’de yaşananlarla birleşince, farklı ideolojik gruplar için uygun bir zemin oluşmuştur. 

Amerikan işgaline karşı direnişe geçen gruplar, zaman içinde Irak dışından gelenlerle birlikte çok dağınık bir görüntü arz etmeye başlamıştır. Irak 
ve Suriye halkları arasındaki coğrafi birlik, yakın bağlar ve krizleri tetikleyen dış unsurun (İran) aynı olması, iki ülkede de maruz kaldıkları dışlanma 
ve aşağılanmadan dolayı öfke içinde olan Sünni gençlerin farklı örgütlere katılımını hızlandırmıştır. 




Bu ise onları, sonuçlarını düşünmeden içine düştükleri durumdan kendilerini kurtaracağına inandıkları IŞİD örgütüne yardım etmeye sevk etmiştir. 
Örgütün önemli bir kayıp vermeden hızlı bir şekilde tüm bu topraklara hâkim olması, gerçek gücünden daha çok, Irak toplumundaki bu güvenlik 
zaafından kaynaklanmıştır. 


IRAK NEREYE GİDİYOR? 



Özellikle ABD ile İran arasındaki nükleer pazarlıklardan ve Suriye politikalarında varılan görüş birliklerinden sonra, Irak resmî kararlarındaki İran etkisi 
ve Şii bloğun Irak yönetimindeki varlığı sürecektir. 

IŞİD’i Irak’tan kovmak için oluşturulan uluslararası koalisyondan sonra Irak topraklarının tekrar hükümetin egemenliği altına girip girmeyeceği halen belirsizliğini korumaktadır. Ayrıca devletin mezhepçi politikalarının devam etmesi ve Şii milis güçlerinin resmî bir oluşuma dönüştürülmesi, kaynamakta olan durumun bu şekilde sürmesine ve sorunların devam etmesine yol açacaktır. 
Öte yandan Irak’ta IŞİD örgütünün nüfuzundaki bölgelerin kurtarılması adı altında yürütülen operasyonlar her gün onlarca sivilin ölümüne sebep olsa da terörle mücadele gerekçesiyle verilen bu kayıplar olağan görülmektedir. 

Irak sorunu ile Suriye’de yaşananlar arasındaki ilişki, özellikle iki ülke rejimlerini de destekleyen tarafların birleşmesiyle asli bir bağa dönüşmüştür. 
Bu, birinde gerilimi tırmandırmanın veya sükûneti sağlamanın diğerini etkileyeceği ve iki ülkede yaşanan sorunların ancak birlikte çözülebileceği anlamına gelmektedir. 

IŞİD örgütü, Batılı güçlerin askerî müdahalesiyle bir şekilde gücünü ve etkisini kaybetse de, özellikle Irak’ta şiddetini her geçen gün arttıran Şii radikal görüş var oldukça karşıt radikal grupların ortaya çıkması engellenemeyecektir. Dolayısıyla örgütün yayılmasını sağlayan en önemli sebeplerden biri hâlâ mevcuttur. Bu da örgütün başka bir ad ve oluşumla geri dönmesi anlamına gelmektedir. 

Yaşanan olayların ve bölge gerçeklerinin Irak ve Suriye’deki Kürtlere sağladığı konum ve kendilerine açık bir şekilde verilen uluslararası destek, Suriye’nin kuzeyinde Irak’taki gibi ayrı bağımsız bir Kürt bölgesi oluşturulması beklentisini güçlendirmiştir. Bu adım ileride Kuzey Irak’ta bir Kürt devleti kurulmasının öncüsü olabilecek ipuçları taşımaktadır. 



Petrol fiyatlarında meydana gelen büyük düşüş ve geçmiş dönemlerde yaşanan savaşların sebep olduğu zararlardan daha tam anlamıyla kurtulamamışken, Irak ekonomisi, terörle mücadele adı altında başta Sünni bölgeler olmak üzere Irak’ın altyapısında oluşan ve gelecek olan yıkımla birlikte uzun yıllar devletin temellerinde yer etmiş olan yozlaşma ve israfın arttırdığı ciddi bir mali krizle boğuşmak zorunda kalacaktır. 

Dolayısıyla halkın yaşadığı ekonomik zorluklar insanların normal hayatlarına dönmelerine mani olacaktır. 

Ülke kaynaklarının ve stratejik konumunun doğru bir şekilde yönetilmesini sağlayacak bir idarenin olmayışı sebebiyle yaşanacak ekonomik gerilemenin vatandaşlara sunulacak eğitim, sağlık vb. hizmetlerin kalitesinde oluşturacağı etki açık bir şekilde görülecektir. 




Herkes için adalet ve vatandaşlık hakkı üzerine kurulu gerçek bir ulusal uzlaşmanın olmaması sebebiyle Irak’ın siyasi durumu bölgesel ve uluslararası 
çekişmelerden etkilenmeye devam edecektir. 

Bu durum Irak’ı bir yandan bölge ülkelerinin birbirleriyle hesaplaşma sahasına dönüştürürken, bir yandan da uluslararası güçlerin bölgesel müdahalelerine gerekçe oluşturmayı sürdürecektir. 


IRAK RAPORU 2424

IRAK RAPORU2525
Büyük Karaman Cd. Taylasan Sk. 
No.3 Fatih - İstanbul - Türkiye 
Tel: 0212 631 21 21 • www.ihh.org.tr 
www.ihhakademi.com 
Büyük Karaman Cd. Taylasan Sk. 
No.3 Fatih - İstanbul - Türkiye 
Tel: 0212 631 21 21 • www.ihh.org.tr 
www.ihhakademi.com 

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder