27 Ekim 2019 Pazar

15 _TEMMUZ ASKERİ DARBE GİRİŞİMİNİN, ARAP YARIM ADASINDAKİ ETKİLERİ, BÖLÜM 2

15 _TEMMUZ ASKERİ DARBE GİRİŞİMİNİN, ARAP YARIM ADASINDAKİ ETKİLERİ, BÖLÜM 2



Aynı zamanda Batı başkentlerinden gelen tepki adeta gecenin kazananını bekler nitelikte bir tavra işaret eder biçimde çok geç ve çok cılız bir tutum olarak 
değerlendirilmiştir. Ama ve fakatlar içerisinde boğulan tepki açıklamalarında da meydanlara çıkan halkın “dini” söylemi (tüm siyasi görüşlerden halkın darbe 
girişimine karşı sokaklarda olması ve olayın akabinde ana muhalefet partisi CHP’nin İstanbul’da iktidar partisinin de katılım kararı aldığı ve kendisine bağlı 
İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin ulaşımı ücretsiz sunduğu bir miting düzenlemesine karşın) ve iktidarın olayın akabinde nasıl kendi gücünü pekiştireceğine değinilmekten geri durulmamıştır. Dolayısıyla kısaca bir ülkeye dair algılanan koşullar ne olursa olsun darbe girişimlerine karşı demokratik şekilde seçilmiş hükümetin ve halkın iradesinin yanında olmak biçiminde bir ilkesel duruştan ciddi anlamda taviz verildiği algısı oluşmuştur. 

Türkiye içerisinde de entelektüellerden ve akademisyenlerden gelen tepkinin de, özellikle son yıllarda yaşanan diğer pek çok sosyal gelişmeye kıyasen şu 
ana kadar oldukça mütevazı kaldığını söylemek gerekmektedir.

Bu “sessizlik listesi” uzatılması oldukça mümkün bir liste olmakla beraber hem bu konuda detaylı arşiv çalışmaları yapılması hem de gelecekte atıf yapılabilme ye yetecek bir iki temel noktanın ifade edilmiş olması dolayısıyla bu kadarıyla yetinmek yerinde olacaktır. Böylelikle şu anda devlet aygıtının ve demokratik biçimde seçilmiş hükümetin hukukun üstünlüğüne ve hukuk devleti olma vasfına riayet içerisinde darbe girişiminde yer alan kişileri cezalandırma süreci başlamıştır. 

Sorgulamalar, gözaltları ve tutuklamaların kanundışı ve geri tepebilecek uygulamaların dikkatle önüne geçilerek sürdürülmesi gerekmektedir.
 Aynı zamanda örgütün mümkün olan en fazla sayıda bağlısı saf dışı bırakılmadığı takdirde artçı dalgaların olabileceği de gözden kaçırılmamalıdır. 
Bu hukuki sürece ilaveten mücadelenin önemli parçaları olmak üzere askeri ve istihbari aygıtlarda yeniden yapılanmanın sinyalleri gelmekte ve Gülen’in iadesi 
için ilgili ABD makamlarına gerekli dava dosyaları –süreç içerisinde gelen yeni delillerle beraber iletilecek yeni dosyalardan ayrı olarak darbe girişimine kadarki 
süreci kapsar şekilde- iletilmiştir. Devlet kurumlarına, askeri okullara ve polis akademilerine giriş sınavları da dikkatle incelenecektir. Eşzamanlı ve çok boyutlu bir süreç işletilmesi bu sürecin olmazsa olmazıdır. Buna ilaveten ilan edilen OHAL, devlet aygıtının gerekli adımları daha etkin ve daha hızlı biçimde atmasına ve bu acı günleri arkamızda en çabuk biçimde bırakmamıza olanak sağlayacaktır.

Türkiye’nin yalnızca son bir yılda birden fazla terörist örgüt tarafından gerçekleştirilen 10’u aşkın terör saldırısı ve yüzlerce insanın hayatına mal olan ve binlercesini yaralayan bir darbe atlattığı göz önünde bulundurulduğunda iki trajik terör saldırısı neticesinde 6 aylık OHAL 6 aylık bir yenileme yapan 
Fransa örneği de değerlendirildiğinde Türkiye’nin 3 aylık OHAL ilanı oldukça anlaşılabilir görünmektedir. Darbe girişimine süresince ölümcül sessizliği ya da 
mahcup bir darbe girişimciliğini benimseyen yukarıda bahsi geçen kişilerin ve medya organlarının bu karar karşısındaki eleştirel tutumu da oldukça manidar dır. 
Halkın demokrasiye bağlılığı ve kendi iradesine sahip çıkışına ilaveten devletin defaten dile getirdiği, güvenlik ve istikrardan ödün vermeksizin hukukun üstünlüğü konusundaki hassasiyeti bu süreç açısından etkin kontrol mekanizma ları olarak işleyecektir. Velhasıl, Türkiye’nin demokratik değerlerin toplumda, siyasi partilerde ve silahlı kuvvetlerde ne denli derin biçimde yerleşmiş olduğuna dair ortaya koyduğu görüntü darbe girişimini mağlubiyete mahkûm eden ve demokrasi zaferini getiren ana saik olmuştur. 
Hangi değerlerin muhafazası adına hamle yaptığı belirsiz darbe girişimcileri, destekçileri ve azmettiriciler ise kendi radikal yapılanmalarının iradesini demokratik biçimde seçilmiş hükümetin ve halkın iradesinin üzerinde etkin kılma çabasının utancını yaşamak durumundadırlar. Darbecilerin karşısında duran vatansever askerlerimiz ve emniyet güçlerimizin yanında gecenin esas kahramanı olan yüzlerce şehidini ve yaralanan binlerce insanını unutmadan bu demokrasi zaferini kutlamak ve tüm dünyaya halkın kendi demokrasisini böyle bir cani girişim karşısında dahi nasıl koruyabileceğini göstermek halkımızın sonuna kadar hakkıdır.

15 Temmuz 2016’da yaşanan darbe girişiminin dış politika açısından dikkat çeken noktası zamanlama olarak Ankara’nın dış politikada zorlu süreçlerden geçtiği ve birçok bölgesel ve küresel aktörle sorunlar yaşadığı bir dönemin seçilmiş olmasıdır.

 Türkiye’nin Arap devrimleri sürecinin ortaya çıkardığı bölgesel istikrarsızlık ve yine iç siyasetteki meydan okumaların etkisiyle dış politikasında ölçek düşürmek 
durumunda kaldığı bir dönemde böyle bir darbe girişimiyle karşı karşıya kalması, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “dışarıdan yazılan” şeklinde işaret ettiği senaryonun 
uygulayıcılarının darbe teşebbüsü ile kesin ve nihai bir sonuca ulaşmayı hedeflediklerini göstermektedir.  Birçok dış politika tercihinde ABD başta olmak üzere Batı bloğundaki NATO müttefikleri tarafından yalnız bırakılan Türkiye’ye yönelik darbe girişiminin Ankara’nın Rusya, Mısır ve İsrail gibi bölge ülkeleriyle yaşadığı sorunlara kendi insiyatifiyle çözümler arayışı içerisine girdiği bir dönemde gerçekleşmesi de bu anlamda dikkate değerdir. 

Bu nedenle darbe sürecinin Türkiye iç politikasına olduğu kadar, dış politikasına da ciddi etkilerinin olacağı vurgulanmalıdır. Bunun yanında Türkiye’deki darbe 
girişiminin başarısız olmasının Ortadoğu’daki dönüşüm süreci açısından da kimi sonuçlar doğuracağı unutulmamalıdır. 

BÖLÜM 1 : 


15 Temmuz Askeri Darbe Girişimine Dünden Bakmak,

Bu ülke geçmişe bakıldığında 15 Temmuz gibi daha nice oyunlar, darbe girişimleri ve tuzaklarla karşı karşıya gelmiştir. Nerede Müslüman topluluğu olsa bu çıkar sağlayamayan devletleri rahatsız etmiş ve onları türlü önlemler almaya itmiştir. Yani 15 Temmuz askeri darbe girişimi asırları kapsayan bir planın parçasıdır. 
Bu planın ilk aşaması olarak İslam ve ona ait tüm değerler Endülüs’ten çıkarıldı. Sonra Osmanlıya karşı devam eden süreçte de koca imparatorluk parçalanmış 
ve Türkler Anadolu’da adeta sıkıştırılmıştır.
Bu yüzyılın başından itibaren Afganistan, Irak müdahaleleri, akabinde başlayan süreçte içinde yaşadığımız yüzyıl içerinde hayata geçirilmek istenen iki hedeften 
söz etmemiz mümkündür. Birincisi geçen yüzyılda Osmanlıdan koparılarak ayrılan devletleri yeniden tasarımlamak suretiyle küçük “devletçikler” kurmak. Adeta Arap dünyasını İslam öncesindeki gibi küçük kabile devletçiklerine dönüştürmek istenmektedir. Irak, Yemen, Libya, Suriye örnekleri bu hususu bariz bir şekilde ortaya koymaktadır. Nitekim ABD Dışişleri Bakanı John Kerry’nin Suriye için “B Planı”nı olarak açıkladığı şey, Kürtler, Sünniler ve Şiiler için küçük devletçiklerden oluşan bir federal modeli kapsamaktadır. Bu durum ikinci bir ‘parçala ve yönet’ dalgasının da işareti mahiyetindedir.
İkincisi ise, Türkleri Anadolu’da sıkıştırmak ve tamamen etkisiz kılmaktır. Bunun için de, Kafkasya’dan Akdeniz’e kadar uzanan hattan Türkiye’yi çevrelemek ve 
sürekli bir çatışma ortamına dönüştürülmeye çalışılmaktadır. Ancak bu iki hedefin üzerinde esas yaşanan husus, Haçlı mekanizmasıyla İslam’a karşı açılmış olan topyekûn savaşın devam ettiğidir. Yani araçlar ve yöntemler değişse de, hak batıl savaşı devam etmektedir.
Anlaşıldığı üzere hala Türkiye Cumhuriyeti’nde süregelen bazı hadiseler yüzyıllardır aynı senaristlerin oyunlarıyla devama etmekte. Fakat artık Türk milletinin gözü fazlasıyla açılmış durumda. Batı artık karşısında bilinçli bir neslin olduğunun farkında değildi, ta ki 15 Temmuz’a kadar. Türkiye üzerinde oynanan oyunlarda parmakları olanlar bu milletin gençlerinin beyinlerini yozlaştırdıklarını, artık onların da kendi saflarında bilinçsiz birer birey olduklarını düşünüyorlardı. 

Ama gelişen iletişim araçları, bilginin çabuk yayılması, tarihi kolay araştırabilmek gibi olanaklar sayesinde artık Türk milleti, özellikle Türk gençleri, fazlasıyla 
gözü açık duruma geldi. Bunu Batı dünyası istemeden de olsa kendi eliyle yapmıştır.
Fakat 15 Temmuz’da yaşanan bu olay Türkiye’de daha önce yaşanan 27 Mayıs ve 12 Eylül darbelerinden farklıdır. Nedeni ise İlker Başbuğ’un da dediği gibi 
15 Temmuz’u farklı kılan Türk Silahlı Kuvvetleri’ne sızan, Fethullah Gülen terör örgütüne askeri lise zamanlarında başlayarak Türk Silahlı Kuvvetleri’ne sızan ve 
burada yuvalanan bir cunta var. Bu cunta açıkça kendi kendine değil dışarıdan emir alarak bu harekâtı yapmıştır.  Bu yüzden 15 Temmuz askeri darbe girişimi 
diğer darbe girişimlerinden farklıdır. Aslında bu girişime 15 Temmuz Gülen Cemaati’nin silahlı darbesi demek daha doğru olacaktır. Zaten darbe girişimi sırasında ve sonrasında orada bulunan ve öne sürülen Mehmetçiklerin çoğunun kandırıldığı açıktır. Türk askerinin isminin böylesi alçak bir durumla yan yana gelmesi çokta doğru değildir.

15 Temmuz Darbe Girişimine Genel Bir Bakış,

Turan Kışlakçı’nın Akit Tv’de yaptığı bir konuşmasında çok önemli noktalara değinmiştir. Buraya eklemekte büyük fayda vardır. 
BAE’de Arap Baharı’yla Mücadele Merkezi adında 2011 yılının sonuna doğru bir merkez kurulup başına bütün dünyanın çok iyi tanıdığı  Muhammet  Dahlan getirildi. 
Muhammet Dahlan son olarak  Fetullah Gülen ile röportaj yapan Mısır kanalının sahibi olarak Türkiye'de gündeme gelen bir Filistinli ve geçmişi oldukça karanlık. 
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan geçtiğimiz günlerde yaptığı bir açıklama da, Fetullah Gülen'in Mısır televizyonuna verdiği röportajdan bahsederken şu ifadeyi kullandı: " Mısır'da bir televizyona röportaj vermiş ve aslında bu televizyonun arkasında da yine bir terörist var."
Filistinli Muhalif lider Muhammed Dahlan, Birleşik Arap Emirlikleri tarafından finanse edilen ve Nilesat uydusundan yayın yapan El Gad Televizyonu'nun sahibi.
Geçmişte birçok karanlık olaya adı karışan Dahlan'a yönelik en büyük suçlamalardan biri Filistin lideri Mahmud Abbas'tan gelmişti.
Abbas, Mart 2014'te yaptığı açıklamada, Dahlan'ı, Yaser Arafat'ın ölümünden sorumlu tutmuştu. 2004 yılında Paris'teki bir hastanede yaşamını yitiren Arafat'ın şüpheli ölümünde Dahlan'ın parmağı olduğunu iddia eden Abbas, Dahlan'ın altı El Fetih üyesinin öldürülmesi ve yüklü miktarda paranın kaybolmasında da rol oynadığını belirtmişti.
Abbas ayrıca, Dahlan'ın 2000 yılındaki Camp David zirvesinde İsrail ve ABD ile işbirliği yaparak Filistin'in müzakere masasındaki elini zayıflattığını öne sürmüştü.
İngiliz The Guardian gazetesinin eski editörü David Hearst ise Dahlan'ı, 15 Temmuz darbe girişiminde aracılıkla suçlamıştı.
Hearst'ın, genel yayın yönetmenliğini üstlendiği Middle East Eye haber sitesinde Dahlan’la ilgili ortaya attığı iddialardan bazıları şöyle: “15 Temmuz darbe 
girişiminden haftalar önce Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) hükümeti, FETÖ’ya para aktardı. Para transferi için bir aracı belirlediler. Bu aracı, Abu Dabi Veliaht Prensi Muhammed bin Zeyid el Nahyan ile yakın ilişkileri olan Muhammed Dahlan oldu.”
Gazze’de Hamas iktidara gelmeden önce El Fetih partisinin bu bölgedeki lideri olan Dahlan, yolsuzluktan yargılanmaya başlayınca Filistin’i terk edip Körfez’e sığınmıştı. Hamas’a karşı ABD destekli bir darbe tasarlamak ve Yaser Arafat’a suikast planlamak gibi suçlamalar da yöneltilen Dahlan, sürgün yeri olarak Abu Dabi’yi seçti.
Dahlan’ın Fetullah Gülen ile iletişim kurmasına, ABD’de yaşayan Filistinli bir iş adamı yardımcı oldu. Bu iş adamının kimliğinin Türk gizli servisi tarafından bilindiği belirtildi.

BAE’de bulunan Sky News Arapça ve Al Arabiya gibi medya kuruluşları, 15 Temmuz gecesi Türkiye’deki darbe girişiminin başarılı olduğu ve hatta Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın yurt dışına kaçtığı gibi asılsız iddialar ortaya attılar. BAE hükümeti ancak 16 saat sonra, yani ancak darbe girişiminin başarısız olduğu kesinleşince bu girişimi kınadı. BAE Sosyal medyasında Dahlan’a yönelik öfke dolu mesajlar paylaşılmaya başladı.
Bunun üzerine BAE hükümeti Dahlan ile arasına mesafe koydu. Dubai havalimanında darbeci olduğu öne sürülen iki Türk generali yakalayıp iade ederek Ankara ile ilişkileri düzeltmeye çalıştılar.

Dahlan BAE’yi de terk etmek zorunda kaldı ve şimdi Mısır’da yaşadığı sanılıyor. Mısır ve BAE’nin yanı sıra Ürdün de Dahlan’ın Mahmud Abbas’tan sonra Filistin 
lideri olmasını istiyor. FETÖ üyelerinin de Mısır’a sığınabileceği yönünde iddialar ortaya atılmıştı. Dahlan’ın ABD’deki Filistinli işadamı vasıtasıyla Gülen ile 
görüşmesinin, Gülen’in ABD’den Türkiye’ye iade sürecinde kullanılabileceği belirtiliyor. Ayrıca Dahlan daha önce de Libya’da iç savaş çıkarmaya çalışmakla 
suçlanmıştı. 

Bunun yanı sıra Dahlan’ın DAEŞ içinden de adamları çıkmıştır. Yani kısacası Dahlan’ı “terörist” olarak ifade etmekte bir sakınca yoktur. 

3. CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder