7 Aralık 2014 Pazar

Günümüzde Ortadoğu olaylarının arka planını okumak (II)



Günümüzde Ortadoğu olaylarının arka planını okumak (II)



Prof. Dr. Bayram Bayrakdar


Küresel gücün para politikası ve sonuçları

















Post Sovyet sürecinde uluslararası ilişkiler sisteminin, Amerikan işgal ve istilâlalarını Birleşmiş Milletler ve Güvenlik Konseyi’nin çalışmalarıyla engelleneceğini kimse düşünmesin. Rakipsiz kalan Amerika’nın karşısında bir ülkeler koalisyonu ve/veya bir blok çıkmadığı sürece en büyük terörizm bu güç tarafından yürütülmekte, karşısına çıkanları etkisizleştirerek yoluna devam etmektedir. Eleştirimiz herhangi bir halka ya da ülkeye olmayıp, doğrudan izlenen yanlış politikalara yöneliktir. 
11 Eylül 2001’den bu yana dünya çapında etkileriyle etnik ve  mezhepsel  her türlü toplumsal çelişkilerin kışkırtılarak karıştırıldığı coğrafya, mazlum uluslar coğrafyası yâni genelde İslâm dünyasıdır ki, Ortadoğu da söz konusu coğrafyada yer almaktadır. Amerika’nın Ortadoğu’ya  ilgi ve merakının temel nedeni; “İsrail’e tehdit görülen ülke ve rejimleri çökertmek, petrol ve doğal gaz kaynak ve güzergâhlarını kontrol etmek, ayrıca bu kaynak ve güzergâhların etkin başka güçlerin kontrolüne geçmesini engellemek” şeklinde değerlendirilebilir. Demokrasi ve özgürlüklerin bölgeye getirilmesi bir yana, dünya barışı, insan hakları ve demokrasi taciri bir gücün elinde ciddi tehdit altındadır. (6) Amerika  bu yeni emperyalist tarzını kendi halkının ulusal iradesinden kopuk yeni model hükûmetlerle ve zihin okumalarla mı yürütmektedir.
2004 yılındaki Amerikan Başkanlık seçimlerine Demokrat Parti’den adaylığını koyan Lydon La Rouche, daha 11 Eylül 2001’den sonra, Amerika’nın  Soğuk Savaş sonrası küresel politikasının arka plânını okumamıza ışık tutacak  senatoda şu  konuşmayı yaptı:
“Hepsi Yahudi olan Brzezinski, Bernard Lewis, Samuel Huntington gibi bir avuç asker kaçağıyla eski Troçkist, 1996 Temmuz’unda Başkan Clinton’a Baba Bush’un yarım bıraktığı Ortadoğu savaşını yeniden başlatmasını önerdiler. Clinton bunların önerisini reddedince, koynuna Beyaz Saray’da çalışan Monica Lewinski adlı bir Yahudi kız sokup bir seks skandalı çıkartarak safdışı ettiler onu. Bunlar Üçüncü Dünya Savaşı’nu hazırlamaya uğraşıyorlar. İşte Küçük Bush’un bugün uyguladığı savaş politikası, Clinton’un 1996’da reddettiği o politikadır…”(7)
Obama Küçük Bush’un politikalarını sürdürmektedir. Buna mecburdur. Yoksa Amerika’nın görünmez ve fakat hissedilir  çetesi, Obama’yı anında telef etmekten kaçınmayacaktır.
İkinci Dünya Savaşı sonunda Amerika İngiltere’nin bölgedeki yerini aldı. Petrol Amerikan dolarıyla satılmaya başladı. Bu tarihten itibaren bütün ülkeler, kasalarında Amerikan doları bulundurmak zorunda kaldı. Petrol satın almak için ihtiyaç duydukları doları elde edebilmek için, ihraç mallarını dünya pazarlarına çıkarırken Amerikan dolarıyla işlem yapmak zorundaydı.
Bu durum Amerikan doları basma tekelini elinde bulunduran Amerika’nın, dünya pazarında satılan her şeyi  sadece doların matbaada basılmasında kullandığı kâğıt ve mürekkep maliyetine satın alabilir olmasını beraberinde getirdi. Günümüzde Amerika’nın yurt içi geliri 9 trilyon dolar, dış borçlarının toplamı ise 6 trilyon dolardır. Amerika’dan başka hangi ülke olsa mutlaka iflâs ederdi. Amerika’nın hiçbir ülkeye nasip olmayan, karşılığı olup olmadığına bakmaksızın para matbaasını dilediği gibi çalıştırmasıyla açıklanabilir. Amerika dolar basma tekelini elinde tuttuğu için  dış borçları gelirinin yüz katı olsa bile batmayacak tek ülkedir. Dünyanın petrole duyduğu gereksinime alternetif çıkmadığı euronun dünya pazarlarında doları yerinden etmediği sürece Amerika’nın, dünyayı karıştıran en büyük fitne ve en büyük terrorist imajı silinmeyecektir.(8)
Amerika’nın kendi içinden kimi analistlerin euro/dolar rekabeti ve bu rekabetle ilgili Amerika’nın küresel eğilimini yansıtan Türkçe bir değerlendirme, okuyucu için bölgesel haritayı okumak açısından ilginç olacaktır.(9)
“Amerikan Merkez Bankası (Federal Reserve) için en büyük karabasan, Petrol İhraç Eden Ülkeler örgütü OPEC’in petrol dolarla satmaktan vazgeçip euroya geçmesi. Irak bu değişikliği euro 82 cent değerindeyken kasım 2000’de gerçekleştirdiği gibi, bunu, dolar euro karşısında değer kaybının süreceğini de göze alarak yaptı. Bu sırada Bush yönetiminin Irak’ta kukla bir hükûmet istemesinin gerçek nedeni; Irak’ta petrol satışını yeniden dolara bağlamak, böylece petrol dışsatımında  euroyu geçmeyi düşünen diğer petrol üreticisi OPEC ülkelerine ve özellikle OPEC’in en büyük 2. petrol üreticisi olan İran’a petrol dolarla satmayı bırakıp euroya geçecek olurlarsa Irak’ın akıbetinin kendilerinin başına gelebileceğini göstererek gözdağı vermekti.(…) Irak’ı işgal ve istilâ projesi, Amerikan şahinlerine göre, Irak’la savaş ve Irak’ı işgale harcanacak para, sonuçta doların dünya çapında sarsılan egemenliğini yeniden kurmaya ve böylelikle Amerikan egemenliğinin çöküşünü önlemeye yarayacağı için boşa harcanmış olmayacak.”(10)  Dünya Ticaret Örgütü (WTO) bir Bretton Woods yaratığıdır. Bu kuruluşların arkasına sığınarak Amerika’nın bölgedeki bütün bu politikaları ve  yaşananlar,  Rusya, Hindistan ve Çin’i kuşatan yeni büyük oyunu anlamamıza yardımcı olacaktır.

Küresel kültürün toplumları ve bireyleri etkilemesi, Batı demokrasilerinde zihin kontrolü

Kitleleri etkileme yöntemlerini ve stratejilerini eleştirel bir yaklaşımla yansıtan Rus psikolog Nicolas Bonnal, “Why Western Democracy is Mind Control and Invisible Government?”, başlıklı makalesinde geçmişten günümüze bir tahlil yapmaktadır:(11)
Aslına bakarsanız bu gidişle demokratik günlerin-eğer vardıysa- sona erdiğini anlamamız gerekmektedir. Hele söz konusu siyaset olduğunda, her şeyin bilim, manipülasyon, zihin kontrolü, ve kukla oynatıcılarıyla alakalı olduğu göz ardı edilmemelidir. Bu bağlamda tarihsel süreçte irdelediğimizde tüm bu olup bitenler 19.yüzyıl sonlarında Amerikan siyasi partilerinin kurnaz bir gözlemcisi olan Rus araştırmacı Moses Ostrogorski tarafından da evvelce dile getirilmemiş değildi. Kukla oynatıcısı ifadesi daha sonra filmi de çekilen God Father kitabı tarafından geniş kitlelere duyurulmuştur. Tüketici kitleleri, seçmenler ve gezginler istediklerini değil onlara söylenenleri yaptılar. Örneğin;
“Milyonların kaderini kontrol altında tutan görünmez idareciler vardır. Genellikle en yetkili kamu görevlilerimizin söylem ve eylemlerinin sahne arkasında çalışan uyanıklar tarafından nasıl dikte edildiği dikkatlerden kaçmaktadır.”(12)
Psikanaliz kuramcısı Bernays’ın 1928’de yazdığı kitabındaki geleceğe dair  öngörüleri gerçekleşiyor mu yoksa?! Psikolog Nicolas Bonnal, evrensel okur-yazarlığın da daha özgür bir insan yaratabileceğine değil, aksine yurttaşın ne kadar okur yazarsa o kadar etki altında olacağına inanıyor:
Bununla birlikte zihin değil evrensel bilgi; kişiye reklam sloganları kokan basmakalıp sözler, başında önsözler ile yayınlanmış bilimsel küçük gazete saçmalıkları ve altında yatan asıl düşüncenin aksine oldukça masum görünen tarihi beylik lafları öğretmektedir.
“Bizler şimdi asıl okumayan yurttaşları organize etmeliyiz!” diyor Bernays:  We should now promote a non-reader citizen! O bile yabancılaşmanın yegane nedeni, daimi yoldaşı, kullandığı cep telefonunun ve imaj ve sembol manipülatörlerinin kurbanı olmuş olabilir.
Bernays’ın kitabına gönderme yapan Bonnal, siyasette de romantik olmak için bir neden göremiyor:
O zamandan bu yana, parti denen makinalar, tercihlerimizi daraltmak amacıyla adayları iki ya da en fazla üçe indirdiler ve basit ve pratik olmasından dolayı biz de buna razı geldik.
Modern dünya, gizli elit idareciler ve büyük bir kitle halindeki kontrol edilenler arasında ikiye bölünmüş hâldedir. Yazık ki bu idare edilen küresel zihin kontrolü kurbanları da hallerinden memnundurlar:
Açıkçası bu elit idareci azınlık; sürekli ve sistemli bir şekilde propogandadan istifade etmek ihtiyacı duymaktadır. ABD’nin gelişmesi ve ilerlemesi, azınlıklardaki şahsi çıkarlar ve kamusal çıkarların çakıştığı aktif dini misyonerlikte yatar. Bu günlerde bu elit aktif misyonerlerin ne kadar zalim ve sorumsuz olduklarını bilmekteyiz. Sadece kötümser değil gerçekçi de olmak adına, Bernays, insanın sosyal bir tür olduğunu ve bizi hurafelerden kurtaran modern bilimin insan beyninin -ki bu daha önce amcası Freud tarafından bulunan psikanalizden de öncedir-(13) daha çok sebep olduğunu öngörmektedir:
“Sinir sistemi ve sinir merkezlerinden oluşan, uyarıcılara karşı mekanik bir düzenle tepki veren istek dışı bir otomasyona sahip, çaresiz, bireysel bir makina olarak kabul ettiğini, müşterinin istenen reaksiyonuna neden olacak uyarıcıyı sağlamanın ise burada özel vekile yani idareciye kalmış bir fonksiyon olduğunu kabul etmektedir”.
Çağımızda küresel ölçekte cereyan eden olayları irdelerken sadece bireyin değil, gerçekte ulusal egemenliğin ve özgürlüklerin rafa kaldırılması-ve fakat bu argümanların siyasilerce sürekli samimiyetsizce kullanılması bir yana-ulus devletlerin çözülmesiyle birlikte yeni emperyalizm tekrar ortaçağdaki eski hâline geri döndü.
Halkı/ulusu meydana getiren unsurlar ortadan kaldırıldı. Dünyada Fransız Devrimi’nden günümüze siyaset sahnesinde olan halk, siyasal etkin faktör olmaktan çıkarıldı. Millete dayalı ordular tasfiye edilirken yerini paralı ordular almaya başladı.
Bu süreçte kamu okullarında alt ve orta tabakanın çocukları okurken, zengin çocukları özel eğitim okullarına gönderildi. Böyle bir eğitim politikasının egemen olduğu süreçte, ulusal dil birleştiriciliğini kaybetti ve Türk  gençliği-dünyada da böyle oldu- karşılıklı anlaşmayı artık sağlama- yan deyimler içinde savrulup gitti. Yüksek tabaka(!) kendi arasında, eskiden Fransızca konuştuğu gibi, yarım yamalak İngilizce konuşmaya ve anlaşmaya başladı!.. Örneğin; Türk okulları olarak yabancı ülkelerde tanınan Cemaat okullarından mezun olan öğrenciler de emperyal güçlerin ilgili ülkedeki jandarma namzetleri olarak nitelenebilir. Bu okullar, Türk okulları olarak anılmakla birlikte,  haftada Türkçe dersi 6 saat, İngilizce ise 28 saat okutulmaktadır.
Dünya toplumları kısa sürede kavradı ki, küreselleşmenin amentüsü kısa ve özdü: Bütün dünya bir pazardır ve her şey ve herkes satılıktır. Bu dünyanın tek tanrısı, sadece paradır. Piyasanın dışındaki herşey günahtır ve paran yoksa canın cehenneme.
90’lı yılların başından bugüne 20 yılı aşkın bir sure geçti. Küreselleşmenin çirkin boyutu sürekli sayısı artan ve mazlum ulusları içeriden ve dışarıdan çökerten çok cepheli savaşlar, yüzbinlerce ölü, milyonlarca mülteci ve sayısı bir milyardan fazla açlık içinde kalan insan. Küresel kapitalizmin çekirgeleri her şeyi yeyip bitirmekte, gelişmekte olan ekonomileri de çölleşmeye mahkûm etmektedir. Kendini savunanlar, “haydut” ilân edilerek yok edilmektedir. Süper güce tabi olanlarsa topraklarında askeri üs ve tesislerin açılmasına ses çıkaramamakta, egemenliklerinden stratejik olanlarından bazılarını super güce teslim etmektedir.(14)
İngiltere Başbakanlarından Tony Blair’in Dış Politika Başdanışmanı Robert Cooper, Ulus devletin Çöküşü 21. Yüzyılda Düzen ve Kaos başlıklı kitabında;(15) “(…) Avrupalılar, kendi aralarında yasalar ve açık işbirliğine dayalı güvenlik temelinde iş görürler; ama, Avrupa kıtasının dışında iş görürken daha erken bir dönemin daha kaba yöntemlerine geri dönmemiz gerekir. Zor, önleyici saldırı ve aldatmaca.(…)” Cooper’a göre, Avrupa’nın güvenliğinin anahtarı, “‘kendi aramızda yasalara bağlı kalmak; ama, ormanda iş görürken orman yaslarını kullanmak’ zorunda olmamızdır.” biçiminde bir görev tanımı yapmaktadır.
Söz konusu süreçte Türk toplumu da gelişmelerden yeterince etkilendi:  Dünyada olduğu gibi Türkiye’de de toplumun/ulusun atomizasyonu teşvik edildi, izole olan yalnızlaştırılan bireyleri yeni görünmez imparatorluğun pazarına daha fazla çekmek için, medya, kollektivizmin her türünü şüphe altında bırakıyordu. Örneğin, aile hakkında nevrotiklerin, psikoz hastalarının ve otoriter karakterlerin yuvası şeklinde algı oluşturulmaya başlandı; din ve kilise gibi kurumlar ise kürtaj yasağı ve köktendincilik olarak nitelendiriliyordu. Dernekler, bir masa etrafında oturulup çay kahve içilen ve bol bol lâk lâk edilen yerler, sendikalar ise herkesi toplu sözleşmeye zorlayan modası geçmiş yapılar şeklinde tanıtılmaktadır. Milliyetçilik kavramı ise hem küreselciler hem de yamakları tarafından gece gündüz aşağılanmaktadır. Oysa hem I. hem II. Dünya Savaşları milliyetçilikten çıkmadığı gibi, Fas’tan Çin’e uzanan geniş Avrasya coğrafyasında savaşın ana sebebinin küresel çete tarafından çıkarıldığı bilinmektedir.
Tanımlanan coğrafyaya bir günde bir ayda bir yılda hem de emperyalizm eliyle demokrasi gelemeyeceğini tarih bilincine sahip herkes görmelidir. Batı demokrasisi, ister Trablus’ta, isterse Brüksel ya da Washington’da, dünyada demokrasiyi ne kadar yerleştirmek isterse, uygulamaları da o kadar demokratik olmaktan çıkıyor; ancak günümüzdeki kusursuz ve insancıl propogandasına karşı koymak da kolay değildir. Bu nedenle de bu karanlık gücün kökenlerini iyi kavramak gerekmektedir.




























Atatürk’ün 6 Mart 1922’de TBMM’nde yaptığı tarihi konuşmada insanların beynine adeta kazıyarak, “Hangi istiklal vardır ki ecnebilerin nasihatiyle, ecnebilerin planlarıyla yükseltilebilsin?” ön görüsünü ülke ve dünya sorunlarıyla ilgilenen hangi namuslu aydın göz ardı edebilir:

“…vaziyeti düzeltmek için mutlaka Avrupa’dan nasihat almak, bütün işleri Avrupa’nın emellerine göre uygun yapmak, yürümek, bütün dersleri Avrupa’dan almak gibi bir takım zihniyetler belirdi. Halbuki, hangi istiklal vardır ki ecnebilerin nasihatiyle, ecnebilerin planlarıyla yükseltilebilsin? Tarih böyle bir hadiseyi kaydetmemiştir. Tarihte, böyle bir olay yaratmaya kalkışanlar, zehirli sonuçlarla karşılaşmışlardır. İşte Türkiye’de, bu yanlış zihniyetle sakat olan bazı yöneticiler yüzünden, her saat, her gün, her yüzyıl, biraz daha çok gerilemiş, daha çok düşmüştür. (…) bu geleneğin, Türkiye’nin hayatına ve varlığına aralıksız uygulanması sonucunda, nihayet Türkiye’yi ıslah etmek, Türkiye’yi uygarlaştırmak gibi birtakım bahanelerle, Türkiye’nin iç hayatına, iç yönetimine işlemiş ve sızmışlardır. Böyle elverişli bir zemin hazırlamak güç ve kuvvetini elde etmişlerdir.”
Türkiye’de ve bölgede Atatürkçü perspektifin kaybolması kimlerin işine gelir? Batı’nın ve onların içerideki uzantıları irticanın ve bölücülerin. Son MGK toplantısında irticanın tehdit unsuru olduğu gerçeği kabul edilmiş. Kim bilir, mâlûm cemaate ve onları içeride ve dışarıda himaye edenlere olmasın? Tarih, inanç üzerinden politika yapan kişileri ve kadroları zaman içinde başarısız kılıp tasfiye etmektedir.
Küresel politikaların bölgedeki izlerini sürmek açısından, imparatorluktan bugüne Türkiye Doğu ve Batı blokları arasında gidip gelmiştir. Türkiye’yi hem güçlü hem de zayıf kılan ana neden stratejik coğrafyasıdır. Karadeniz, Boğazlar ve Akdeniz’e hakim güçlü bir orduya sahip her geçen gün gelişmekte olan Türkiye Batı’da ve Doğu’da kimilerini rahatsız edecektir. Avrupa Birliği ve Rusya, Türkiye’nin ABD ekseninde kalmasını istememektedir. Amerika da Türkiye’nin diğerlerinin yörüngesine girmesinden rahatsız olacaktır. Bu nedenle Türkiye’nin yönetimine talip olacak irade mutlaka söz konusu büyük devletlerle ciddi çatışmaya girmekten kaçınmalı, kalkınmasını ve gelişmesini güçlendirmelidir. Batı dünyası ile bilimsel ve demokratik ilişkilerini sürdürürken Avrasya coğrafyasıyla kültürel, sosyal ve politik açılımlara daha fazla önem vermelidir.
Türkiye’nin insan hakları konusundaki söylem tutarlılığını olumlu karşılamak gerektiğini değerlendiriyorum. Sağlıklı sanayileşmeye önem vererek işsizliği en aza indirecek  politika geliştirmelidir. Bölge ülkelerine demokrasi ihracı, ne Amerika’nın ne de başka bir gücün işi olduğunu hatırlatmak istiyorum. Ortadoğu toplumlarının zaman içinde kendi kaderlerini kendi iradeleriyle belirlemelerine olanak verilmesi gerektiğini hatırlatmak isterim. Türkiye’nin Kürt sorununu yabancı güçlerin insafına terk etmeden, milli bütünlüğünü koruyarak kendi olanaklarıyla mutlaka çözmesi gerektiğini değerlendiriyorum. Terörizme ve teröriste baş eğmeden.1

Dipnotlar:

6. Haydar Çakmak, 1801’den Günümüze ABD’nin Askerî Müdahaleleri,  Kaynak yayınları, İstanbul 2013. s. 534 vd.
7. Cengiz Özakıncı, Yeni İşgalciliğin İçyüzü Perde Arkası ve Amerikan İmparatorluğunun Sonu Euro Dolar Savaşı, Otopsi Yayınları, İstanbul  2012, s. 10-11.
8. Özakıncı, Yeni İşgalciliğin İçyüzü…, s. 42-43.
9. Özakıncı, Yeni İşgalciliğin İçyüzü…, s. 19-22.
10. Özakıncı, Yeni İşgalciliğin İçyüzü…, s. 21-22.   Bretton Woods sistemi, II. 


Dünya Savaşı sırasında Temmuz 1944'te ABD'nin küçük bir kasabası olan Bretton Woods'da toplanan Birleşmiş Milletler Para ve Finans konferansında ortaya çıkan iktisadi sistemdir.
Bretton Woods uluslararası para idare sistemi, dünyanın önde gelen devletleri arasındaki ticari ve finansal işlemlerde uyulması gereken kuralları belirler. Bu sistem , dünya tarihinde ilk kez, bağımsız ulus-devletlerin kendi aralarında ortak bir parasal düzen üzerinde anlaşmaları sonucunda uygulamaya konulmuştur.
Uluslararası para sisteminin kurallarını belirleyen bu anlaşma, Dünya Bankası ve Uluslararası Para Fonu'nun (IMF) kurulmasına karar vermiştir. Bu kurumlar, 1946'da, yeterli sayıda ülke anlaşmayı imzalayınca faaliyete geçmiştir.Bu sistemin getirilmesini isteyen ABD'nin önerilerini ünlü ekonomist Harry Dexter White sunmuştur. John Maynard Keynes ise İngiliz ekibinin başındadır. Bu konferansta altına dönüştürülebilen tek para biriminin dolar olmasına, diğer para birimlerinin değerlerinin de dolara göre ayarlanmasına karar verilmiştir.Tüm para birimlerinin dolara endeksli olması zamanla piyasalarda gerilim yaratmış ve 1971'de ABD'nin doları altına endekslemekten vazgeçtiğini açıklamasıyla sistem çökmüştür. Ortaya çıkan bu krizin en önemli sebebi ABD dışındaki ülkelerde dolar miktarının artması ve bu sebeple doların değerinin düşmesidir.

11. Nicolas Bonnal, “Why Western Democracy is Mind Control and Invisible Government”, Pravda,  April 2, 2013.
12. Bonnal, “Why Western Demokracy is Mind Control…”, Pravda,  April 2, 2013.
13. Bonnal, “why Western Demokracy is Mind Control…”, Pravda,  April 2, 2013.
14. Robert Cooper, Ulus devletin Çöküşü 21. Yüzyılda Düzen ve Kaos, (Çev. Berrin karahan), Güncel yayıncılık, Ankara 2005.
15. Cooper, Ulus devletin Çöküşü

.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder