16 Aralık 2014 Salı

ALGILAMA ve RADAR SİSTEMİ ETKİNLİĞİ NEDİR



  ALGILAMA  ve  RADAR SİSTEMİ ETKİNLİĞİ  NEDİR  



12 Ekim 2011 günü, Necati Doğru aşağıdaki makalesini yayınladı. 
Önce okuyalım, yorumumu sonra yapacağım.


[Necati Doğru …12 Ekim 2011
Şükrü Elekdağ’ı bilmeyen tanımayan   yoktur. Türkiye’nin ABD büyükelçiliğini uzun süre yaptı. Meclis’te milletvekili   olarak da bulundu.
Barıştan yanadır.
Türkiye herkesle iyi olsun.
Barış içinde insanlık yücelsin.
Karadeniz Ekonomik İşbirliği’nin isim ve   düşünce babası da Şükrü Elekdağ’dır. Türkiye’nin tüm komşularıyla “kavgasız-sorunsuz-   çatışmasız” yaşamasını amaçlayan bu yaklaşımı politikacılar “biz bulduk” diye   alıp kendilerine mal ettiler, gülüp geçti. Şükrü Elekdağ, Türkiye’nin   haklarının ABD dahil hiçbir ülke tarafından istismar edilmemesi için son   derece dikkatlidir. Muhtemel tehlikeleri dile getirip “uyaran” tavrını hiç   bırakmadı. ABD’nin Irak işgali sırasındaki uyarıları harfiyen doğru çıktı.
7 Ekim Cuma günüydü. Almanya – Türkiye maçı   vardı.
Herkes maça düğümlenmişti.
O saatlerde Şükrü Elekdağ, bir TV   kanalında şunları anlatıyordu:
Türkiye’nin savaş donanması çok güçlüdür,   Akdeniz’in en iyisidir diyenler var. Övünmeyi çok seviyoruz.
Övünelim rahatlatır.
Gerçeği de bilelim.
İsrail ile Türkiye arasında denizde   meydana gelecek bir gerilim ola ki, kısa süreli ya da uzun süreli bir savaşa   dönüşürse bu “deniz savaşı” olmayacaktır.
Hava savaşı olacaktır.
Savaş uçakları havalanacak.
Savaş gemilerini vuracak.
Bu nedenle, övünmenin biraz ötesine   geçerek, “İsrail ile Türkiye’nin savaş uçakları envanterini” kıyaslamak   gerekir.
Türk Hava Kuvveleri’nin elinde 220 F-16   savaş uçağı vardı. Bunun 18 tanesi düştü. 203 savaş uçağı kaldı. Algılama ve   radar sistemi etkinliği açısından F-16’lar “20’lik Blok-30’luk Blok- 40’lık   Blok” diye isimlendiriliyorlar. En yüksek algılama ve en iyi radar sistemi   olan F-16’lar en yeni üretim olan “50’ci Blok” savaş uçaklarıdır.
Biz ABD’den bunu istedik.
30 tane 50’lik F-16 verin ve “yazılım   kodlarını” da bizim savaş uçağı subaylarımızın özgürce konumlandıracağı   şekilde sunun dedik. Kongreden geçmesi gerekiyor. ABD yeni uçakları ve   yazılım kodlarını vermedi.
Savaş uçaklarının düşmanla çatımaya   girdiklerinde yazılım kodları; “Dost(Friend) ve düşman(Foe)” diye   düzenleniyor. ABD bize diyor ki, Türkiye benim müttefikim. Ben kimi “düşman”   görüyorsam, Türk savaş uçakları da onu “düşman” olarak görsün. Ben kimi   “dost” görüyorsam Türk savaş uçağı da “dost” görsün.
İsrail ABD’nin dostu.
Bizdeki F-16’ların yazılımları “İsrail’i   dost” görmek üzerine kodlanmış. Bizim ordu bunu değiştiremiyor. İsrail, savaş   uçaklarının yazılımını kendi yapıyor ve kimi düşman görmek istiyorsa onu   özgürce kodluyor. Muhtemel bir Türk İsrail hava savaşında Türk savaş   pilotları daha İsrail uçağını görmeden, İsrailli pilot Türk savaş uçağını   düşürmüş olacak.
Bu teknolojik avantaja sahip olduğu için   İsrail 1982’de Suriye ile giriştiği savaşta yarım gün içinde 92 Suriye   uçağının işini bitirdi.
Şükrü   Elekdağ bunları anlattı. 5 gün geçti. Çıt cevap yok. Üç maymunu oynadılar. Duymadılar.   Görmediler. Konuşmadılar.]  
Şükrü Elekdağ teknik bir insan değil. Aşikardır ki, kendisine bir dosya vermişler ve o dosyadan yola çıkarak yorum yapmış. Türkiye-İsrail harbinin muharebe uçakları arasında olacağı yorumuna tamamen katılıyorum, ama F-16 uçaklarının durumu hakkındaki saptamaları bana göre kusurlu. Belli ki kendisini yanlış yönlendirmişler. İlginçtir ki aynı konu 2004 yılında da gündeme düşmüştü ve ben de o vakit “Milli Yazılımlar” isimli bir makale hazırlamıştım. Makaleme geri dönüp yeniden okudum. Baktım ki hala geçerli, aşağıda bir kere daha yayınlıyorum. İyi okumalar.
 MİLLİ YAZILIMLAR ÜZERİNE
İnternet bize muhteşem olanaklar bahşediyor; pek çok malumata (enformasyon)ulaşmak artık mümkün (yine de en önemlilerine değil). Ama bu malumat, beraberinde kirlenmeyi de getiriyor. Artık eskisinden daha uyanık olmak zorundayız. Okuduklarımızın hangileri doğru, hangileri yanlış artık bilemiyoruz. Kabul etmek gerekir ki, şu anki olanaklar, maalesef büyük kitlelerin beynini kolayca yıkamaya daha müsait. İşte bizler, her an tetikte olmalıyız. Okuduğumuz her şeyi bir kez daha sorgulamalıyız ve doğrulamalıyız. Aksi takdirde yalan yanlış bilgilerle donanmış olarak gezeriz ki, en tehlikelisi de budur.
Yukarıdaki nedenlerle, bir yerden bir alıntı yaparak öbeğe gönderen arkadaşların ilk sorgulamayı kendilerinin yapmasını dilerim. Bir yazı bir beyanda bulunmaksızın gönderildiğinde; gönderen yazıdaki fikre tamamen mi katılmaktadır, yoksa bir kısmına mı; güvenilir bir kaynak mıdır, yoksa kaynağı tanımamakta mıdır; kendi bilgi alanı içinde midir, yoksa hiç bilmediği bir alanda mıdır? Öbek üyelerinin ilginç buldukları konuları paylaşması çok güzeldir, ama bunu yaparken kaş yapayın derken göz de çıkarılır.
Böyle öbeklerin en önemli özelliği üyelerin birbirlerini görmeden birbirlerini tanımalarına olanak sağlamasıdır. Ama bunu yapabilmek için üyelerin fikir beyan etmesi gerekir. Ben öyle yapayım ve “Giresun İl Emniyet Müdürü”nden geldiği beyan edilen yazıyı biraz sorgulayayım (mavi ve koyu yazılar orijinal yazıya aittir).
-TÜRK F-16’LARI SAVAŞ DURUMUNDA KİTLENEBİLİR!
-ABD, F-16 KODLARINI TÜRKİYE’YE VERMİYOR. ABD 80’e yakın Türk F-16 savaş uçağına takılacak elektronik karşı-tedbir sistemlerinin üreticisi Amerikan şirketinin, Türkiye’ye sistemle ilgili kritik teknoloji transferi sağlamasına izin vermiyor. F-16 SPEWS-II ALQ-178V5+ anlaşmasında “olmazsa olmaz” şart olan kod transferi ve teknolojik destek ABD hükümeti tarafından resmen engellendi.
Bilebildiğim kadarıyla buradaki sorun pasif sistem (Radar İkaz Alıcısı) ile değil aktif sistem (karıştırıcı) ile ilgilidir. Ama bildiğim kadarıyla ABD bunu vermeyeceğini en başında beyan etmiştir. SSM/Hv.K.K.lığı da bunu böylece kabul etti. Yukarıdaki “olmazsa olmaz” ifadesinin nereden çıktığını bilmiyorum. (Dileyim ki doğru. Bu başka bir sorun yaratır. Bu durumda sözleşmenin derhal iptal edilmesi gerekir. İptal edilmediğine göre “olmazsa olmaz yoktu). Burada sorgulanması gereken husus, halen kullanılmakta olan SPEWS-II ALQ-178 (V)3’in tüm kaynak kodları elinde olan Hv.K.K.lığının SPEWS-II ALQ-178 (V)5 için neden geri adım attığıdır. O dönemde de (1989) ABD Hükümeti kaynak kodlarını vermeyeceğini beyan etmişti; ama Türk hükümeti ihaleyi iptal edeceğini bildirince, sonunda kuralları gevşettiler ve kaynak kodları verildi.
Birinci Körfez Savaşı’nda Saddam’ın elinde çok güzel silahlar vardı. Çok iyi hava savunma sistemleri vardı. Hiç birini çalıştıramadı. Bir tek uçak düşüremedi. Çünkü Batı’dan aldığı sistemleri Batılılar elektronik olarak körletti. Netpano.com internet sitesinde yer alan habere göre; Türkiye semalarında uçan F-16’ların ülke savunmasında önemleri tartışılmaz. Ülke içindeki üslerden kalkan her savaş uçağı düşman gördüğü bilinmeyen her uçağı düşürmeye kabiliyetine sahip olarak semalarımızda uçuyorlar. Fakat Türkiye’ye bu uçakları satan ABD’nin kendisine göre düşman olarak gördüğü ülkeleri bu uçaklarda düşman, dost olarak gördükleri ülkelerde dost görünüyor. Yani Bizim zannettiğimiz F16’lar sahibine göre kişniyor.
ALQ-178 (V)3 sistemini kullanan uçaklarda böyle bir durum olması mümkün değil. ALQ-178 (V)5 RWR sisteminin de kaynak kodları elimizde olacağı için böyle olmamalı. Ama iş bir hedefin karıştırmasına gelince ne olacağı gerçekten bilinmez. İşte bu nedenle tek kaynağa bağlanmanın sakıncaları var. Yanıbaşımızda Yunanistan bile bunu daha iyi anlamış gözüküyor ve riski yaymış durumda. Bizimde tek tip uçak almış olmamız en azından yukarıdakine benzer riski artıran bir unsur.
Bu konuyu silahlı kuvvetlerimizin birçok üst düzey yetkilisi gündeme getirmeye devam ediyorlar. En son Emekli Tuğgeneral Aytekin Ziylan bu konuda basınımıza ilginç açıklamalarda bulundu.
SAVAŞ UCAKLARI MİLLİ YAZILIMLA İDARE EDİLMELİ
TAİ tesislerinde ABD ile ortak üretilen F-16’lar için eski hava kuvvetleri komutanı ”Biz F-16 değil havada uçan soba boruları uçuruyoruz” demişti.
Bu ifadeyi hatırlıyorum; ama bu söz Elektronik harp sistemi olmadan uzun yıllar uçmaya zorlanan F-16 uçakları için söylenmişti. Burada bir kandırmaca olarak verilmiş. Sanki milli yazılımları olmayan F-16 uçakları için söylenmiş gibi verilmiş.
Çünkü F-16’ın belleği olan kod yazılımlarının ABD Türkiye’ye vermemekte direniyor. İsrail ve İngiltere’ye vermekte sakınca görmeyen ABD, bu kodları bize vermiyor.
ALQ-178 (V)3 sisteminin ilk hali İsrail Hv.K.K.lığı tarafından ALQ-178 (V)1 olarak geliştirilmişti. Hatırladığım kadarıyla benzer zorluklar onlara da çıkarıldı; ama birçok çalışmayı bizzat kendileri yaparak o zorlukları aştılar. Esasen kimse size kendi sisteminizi kendi uçağınıza takamayacağını söylemiyor. Buradaki sorun yasaklama değil, uçakla ilgili garantilerin kaybolması, uçak konfigürasyonunun takip edilemeyecek olması. Eğer bunlar derdiniz değilse, kimse size istediğiniz sistemi kendi uçağınıza takmanızı engelleyemez (Politik baskılar hariç).
Yani Türkiye eğer ABD’nin istemediği bir ülke ile savaşa girerse bu uçaklarımız bir ise yaramayacak. ABD çıkarları aleyhine bir devletle veya aşiretle savaş durumunda. ABD elektronik müdahale ile bu sistemleri kör ederse veya kullanılmaz hale getirirse, dünyanın en gelişmiş helikopterlerini ve F-16’larımız hangarda yatacak. Emekli Tuğgeneral Aytekin Ziylan Bakın bu konuda ne diyor” Şimdi bir savaş uçağı çok farklı düzeylerde ve karmaşıklıkta yazılım gruplarından oluşuyor. Örneğin uçağın manevra kontrol yazılımı ile uçağın donanım teknolojisi ve tasarımı iç içe girmiş durumda. Yani o yazılımı yazmak veya değiştirmek için uçağın tasarımcısı kadar bilginiz olması gerekiyor.
Bu ifadede doğruluk payı fazla. Uçağın tasarımcısı kadar bilginiz yoksa, bir şekilde sizi engelleyebilirler. Eğer bazı engellemeler elektronik harp sisteminin içine koyulamazsa, uçak manevra/görev yazılımları içine gömülebilir. Eğer tamamını kontrol edemiyorsanız, birini kontrol etmenizin bir anlamı yok.
Benzer şekilde uçağın yapacağı görevlerin kontrolünü sağlayan bilgisayar üzerindeki yazılımlar da aynı özelliğe sahip. Uçağınızın üzerinde bir kamera veya bir elektronik harp cihazı varsa bunların
içinde de ayrıca kendi yazılımları var. Bu nedenle uçak örneğinde tek bir yazılımdan ve tek bir yazılım firmasından bahsedemeyiz. Mesela ATAK helikopterinin görev bilgisayarının yazılımı gizli olması gereken bir sistemdir. Uçakların içinde radar ikaz almaçları var. Bu, uçağa yönelmiş bir füzeyi pilota haber verir. Kendisi otomatikman tedbir alır. Şimdi bu radar ikaz aygıtını yapan yabancı bir firma onun içine küçük bir virüs koyabilir. O virüsü yalnız o bilir ve onu da bulmak imkansız derecede zordur. O virüsü ileride kendisi bir kod göndererek aktif hale getirirse senin o radar ikaz aygıtı çalışmaz. Gelen füzeyi haber vermez.
Bu da doğru olabilir. Bu durumda radar ikaz alıcısının yazılımını yazmak da yetmez, uçak görev yazılımını da yazmanız gerekir. Ama ortaya bir sorun çıkıyor. Uçak/helikopter üreticisi görev yazılımından da sorumludur. Artık bugünün uçaklarında görev yazılımı uçağın bir parçasıdır. Bildiğim kadarıyla görev yazılımı olmadan F-16 pilotu uçağını mekanik sistemle kullanamaz. Ama bu durumda ortaya bir sorun çıkıyor: Sorumluluk. Uçak görev yazılımını siz yazdınız ve platform üreticisine verdiniz. Uçak düştü; şimdi düşen uçaktan kim sorumlu olacak. Bence olay burada kilitlenmektedir. Eğer tüm sorumluluğu alıyorsanız, uçak üreticisi size neden uçağı satmasın, istediğiniz cihazı takmasın?
Dolayısıyla bu sistemin ve bu sisteme ait teknolojilerin gizli olması gereken sistem olarak beyan edilmesi lazım” ABD, İSRAİL VE İNGİLTERE’YE İZİN VERİYOR. Her silah kendisini yönlendiren yazılıma göre hareket etmekte. Bir bomba düşmeden önce birçok işlemlerden geçtik ten sonra hedefe kitleniyor ve hedefi imha ediyor. Eğer siz silah üreten bir ülke iseniz bir zamanlar dostunuza sattığınız silahlar düşman gördüğünüz iktidarın eline seçtiği anda sizin o silahları ve araçları etkisiz hale getirebilir. Yazılımına müdahale ederek uçakların birbirlerini dahi vurmasını yapabilirsiniz.
Bu konuyu ister istemez düşünmek gerekiyor. Çünkü Amerikan Kongresi’nde yapılan konuşmalar var. İnternet’ten ABD senatosunun zabıtlarında bunlara ulaşmak mümkün. ABD’li senatörler diyorlar ki,
“Biz kredilerle başka ülkelere sattığımız silahların yazılımları içine birer tane virüs koyalım. İleride onlar bu silahları bizim amacımızın dışında kullanamasınlar. Ben ABD’nin istemediği bir ülkeye karşı uçağımı kullanmak istersem, ABD buna karşı geleceği için bir kod göndererek o silahı çalıştırmayabilir.
Bu senaryo da mantıklı; ama nerede duracağız? Bu hesaba göre her türlü silahı kendimizin üretmesi lazım. Buna kaynak dayanmaz ki! Sonuçta bunlar halkın vergileri ile yapılıyor. Bu kaynakların en akılcı şekilde kullanılması, karar makamlarının halkına karşı görevi ve borcudur. Bir hedef seçilir, o hedef gerçekleştirilir; sonra diğer hedefe dönülür. Biz her şeyi aynı anda yapmaya çalışıyor, bu nedenle hiç bir şey yapamıyoruz. Bütün yaptığımız şikayet etmek.
Yazar Alvin Toffler “Savaş ve Savaş Karşıtı” kitabında ABD’de konuştuğu generallerin kendisine “Biz herhangi bir uçağı herhangi bir boylamı geçmesi halinde düşecek şekilde önceden ayarlayabiliriz” dediğini yazıyor. Türk ordusunun çok üzerinde durduğu ATAK Projesi’nde görev bilgisayarını TÜBİTAK’taki bir ekip yapacaktı. Fakat ABD “Hayır vermiyoruz, hazır alacaksınız” diye dayatması ile karşı karşıya kaldık.
Sen de git, başkasından al. Tutan mı var? Özellikleri daha az olsun, ama yukarıdaki sorunları olmasın. Ama yok! İlle de hem en iyisi olacak hem de bizim istediğimiz gibi olacak. Aynı taşla iki kuş vurmak şans işidir. Bir taşla bir kuş vurulur. Müzakerede oyunun kurallarını güçlü olan koyar.
KOCATEPE SAVAŞ GEMİMİZ BÖYLE BATIRILDI Kıbrıs ve Kocatepe olayında hepinizin bildiği Kocatepe’nin Yunan gemisi olarak batırılması hikayesi de hala hafızalardadır. Elektronik yönlendirme ile Türk uçaklarına gönderilen yanlış sinyal yönlendirmesi sonucu bölgeye giren Türk savaş gemileri ile Savaş uçakları birbirlerini düşman olarak tanımlayarak ateş açmışlardır ve dost ateşi ile Türk gençleri hayatlarını kaybetmişlerdir.Bu olayın 1974’lerde gerçekleştiğini belirtmekte fayda var. Şu anki teknoloji ile bunun çok fazlası yapmak mümkün.
Bu hikaye yalnızca karargahlar arası koordine eksikliği nedeniyle meydana geldi diye biliyordum. Meğer bilmediğim neler varmış. Şu elektronik yönlendirmeyi çok merak ettim doğrusu.
Elektronik karşı-tedbir sistemleri, savaş uçaklarını, düşman radar ve silahlarına karşı koruyor. Yazılım kaynak kodları da, bu sistemlerin en önemli parçası. Türkiye, bu konuda teknoloji transferi verilmesiyle, söz konusu yazılımların, kendi tanımladığı güvenlik ihtiyacını karşılayacak şekilde milli olarak hazırlanmasını istiyordu. Buna izin vermeyen ABD ise, sistemlerin, kendi kurduğu Standard şekilde kullanılmasını ve Türk tarafının değişiklik yapamamasını istiyor. Görüldüğü gibi ABD ilerde olacak olası bir savaşta (olmamasının dileriz tabii) Türk savaş uçakların kontrol etmek istiyor!!
Doğrudur. İleride ABD veya ABD yanlısı bir ülke ile sıcak çatışmaya girmeyi düşünüyorsak, yukarıdaki husus bir engel olarak karşımıza çıkacak ve elimizi kolumuzu bağlıyacaktır.
SONUÇ Unutulmamalıdır ki; Satın alındığı takdirde Türkiye kullanıcı olarak kalmaya mahkumdur ve bu sınırlama teknoloji transferinde diğer projelere kötü örnek olabilir. Bu metotta Türkiye direk satın almaya itilirse, yarin ayni metodun diğer projelerde kullanılmayacağı nereden belli ? Ev yapıyorsun ama kapının kilidinin anahtarı başka birinde. Ülke savunmasında kullanılan hangi silah olursa olsun milli yazılım şarttır. Aksi durumda o silah sisteminin güvenirliliği hep tartışılacaktır. Milli yazılıma sahip bir sistemin dahi güvenirliliği %100 olamaz; zira her kod kırılabilir. Ancak bu harcanacak zaman ve kullanılan teknolojiye bağlı olduğundan, göreceli olarak milli yazılıma sahip sistemler daha güvenlidir. Türk insanı bir gün elbet kendi uçağını da kendi yapacaktır.
Bütün umudumuz bu. Ama birkaç hususu gözönüne almakta yarar var. Bildiğim kadarıyla TAI’den sonra Lockheed Martin Güney Kore’de benzer şekilde KAI tesislerini kurdu. KAI personelinin eğitimine de TAI destek verdi. Şimdi KAI yeni bir eğitim uçağının tasarım ve üretimini yapıyor, ama TAI’den ses seda yok. Ya türk insanı böyle bir teknolojiye sahip olup kullanacak kadar zeki değil ya da başka bir şey var. O başka bir şeyi söylemesem daha iyi olur…
Gözönüne alınması gereken ikinci husus kaynakların sonlu olmasıdır. Bu ülkede açlık sınırının altında yaşayan milyonlar var. Bunların boğazından kesip savunmaya para aktarmak vatanseverlik mi? O kısıtlı kaynaklar olabildiğince verimli kullanılmalıdır.
1995’de Kosova’da görev yapan AN/ALQ-178 (V) 3 katılmış F-16 uçakları ile ilgili olarak Cumhuriyet gazetesinde bir karalama yazısı çıkmıştı. Konuyu bilmeyen bir gazeteci, araştırıp doğrulamadan bir yazı yazmıştı. O zaman bende bir cevap yazısı hazırlayıp göndermiştim (Altta). Sonra yazısı devam etmedi (ya da edemedi).
[F-16 UÇAĞI HAVADA GEZİNEN BİR GEMİ GÖRDÜ!
İlk bakışta saçma gözüküyor değil mi? Uygulamada evet, ama kuramsal olarak mümkün. Öte yandan, aynı uçağın F-4 uçağı görmesi beklenirken Airbus görmesi ise uygulamada karşılaşılabilecek bir olasılık. Nasıl olabileceğini açıklamaya çalışacağım. Elbette, açıklama biçimim konunun ayrıntılarını bilenler için değil, gazetelerde buna benzer başlıkları okuyup ne olup bittiğini anlayamayanlar için olacaktır.
Elektronik Harp cihazı bir uçağın gözleri sayılabilir. Etrafta kendisi için tehlike yaratabilecek silah sistemlerini görür. İşte bu işlevi yapan cihazlara pasik elektronih harp (EH) sistemi denir. Eğer gördüğü tehlikelere karşı etkin olarak mücadele edebilecek cihazlara da sahip ise, bu kısmına da aktif EH sistemi denilir. Açıklamam pasif EH sistemi üzerine olacaktır.
Önce biraz bilgi vermem gerekiyor. Pasif EH sistemi (Elektronik Destek Tedbirleri içinde düşünülür) temelde bir çeşit radyo alıcısıdır. Belli bir frekans bandında yayın yapan bir verici vardır (radyo istasyonu gibi); pasif sistem böyle bir vericinin gönderdiği sinyalleri alır, değerlendirir, değerlendirmenin sonucunu sistem ekranı üzerinde pilota gösterir. Bu sergileme dolayısı ile “görmek” deyimi kullanılır, yoksa anladığımız anlamda görmek eylemi gerçekleşmez.
Bir radyo alıcısı ile pasif EH sistemi arasındaki temel farklar şunlardır:
1. Pasif EH sistemi radar sistemlerinden yayılan sinyalleri, radyo ise radyo istasyonundan yayılan sinyalleri alır.
2. Radar sistemi çoğunlukla uçak, gemi, kara aracı gibi seyyar bir platform üzerinde taşınır, radyo istasyonları ise tersine çoğunlukla sabittir.
3. Radarlar, radyo istasyonuna göre daha yüksek frekans bandında çalışır.
4. Radarların ancak gerektiğinde yayın yapmasına karşılık radyo istasyonu saatlerce yayın yapar.
5. Radarlar tıpkı yarasalar gibi çok kısa bir süre yayın yapar, sonra yayını keser, dönen sinyalleri dinler, sonra yeniden yayın yapar… Radyo istasyonunda ise gönderdiği sinyalleri dinleme olayı yoktur.
6. Radar sisteminin, dolayısıyla pasif EH sisteminin tasarımı çok karmaşıktır.
7. Pasif EH sistemi, üzerine monte edildiği uçağın diğer savaş sistemleri ile uyumlu çalışmak zorundadır.
Radyo alıcıları ile pasif EH sistemleri arasındaki önemli bir benzerliği ise şöyle vurgulamak mümkündür. Varsayalım ki, radyonuzun kanal ayar düğmesi yerinden oynadı ve kolayca düşüyor. Ayrıca siz de sık sık yolculuğa çıkmak zorundasınız ve radyonuz da en büyük dostunuz. Kanal ayar düğmesinin yedeğini bulamıyorsunuz ve kaybetme riskini göze alamadığınızdan yanınızda taşıyamıyorsunuz. Bu nedenle yolculuğa çıkmadan önce gideceğiniz şehirde yayın yapan radyo istasyonlarını ve hangi frekansta yayın yaptıklarını öğreniyorsunuz; sonra bu frekansları radyonuzun programlama tuşlarına kaydediyorsunuz. Artık yolculuğa hazırsınız. Radyonuzun kanal ayar düğmesi yanınızda olmasa bile gideceğiniz şehirdeki radyo istasyonlarını artık dinleyebilirsiniz. Bunun için program tuşlarını kullanmanız yeterlidir. Ama baktığınız liste güncel değilse ne olur? Gittiğiniz yerde program tuşlarına bastığınızda ya gürültü ya da istemediğiniz bir kanal dinlersiniz.
İşte pasif EH sistemi de yukarıda anlatılan radyonun çalışmasına benzer. Askeri istihbarat örgütleri uçağın görev yapacağı harekat alanında mevcut olan ve uçağa tehdit yaratabilecek radar sistemlerinin neler olduğunu, bunların hangi platform tipi (uçak, gemi, vb.) üzerine yerleştirilmiş olduğunu, radar sistemlerinin ayrıntılı özelliklerini öğrenmeye çalışır. İstihbarat denilen bu faaliyet, radyo istasyonlarının neler olduğunu öğrenmeye benzemez ve barış zamanı dahil yıllarca sürebilir. Sonunda elde edilen veriler de çok kesin olmayabilir.Görev zamanı gelip çattığında elde olan bu bilgilerden harekat alanı ile ilgili olanlar, radyonun program tuşlarına benzer şekilde pasif EH sistemine uçuş öncesi öğretilir (programlanır). Artık pasif EH sistemi herhangi bir radar sisteminden gelen sinyalleri aldığında, bu sinyallerin kendisine öğretilen sinyaller olup olmadığına, eğer böyleyse örneğin “saat iki yönünde bir MIG tipi bir uçak var” şeklinde pilotu uyarmaya hazırdır.
Bu kadar bilgi verdikten sonra makalenin başlığına dönelim. Diyelim ki, uçağın pasif EH sistemine, ŞAHİN tipi uçaklara monte edilmiş olan ZIPKIN (herhangi bir ad) tipi radarın sinyallerini yakaladığında bunu pilota “Patagonya Hava Kuvvetlerine ait ŞAHİN tipi bir uçak yakaladım” şeklinde uyarması öğretilmiş olsun. Varsayalım ki, istihbarat bilgileri hatalı ve ZIPKIN tipi radar Patagonya’nın komşusu Zapatistan Hava Kuvvetlerine ait SERÇE tipi uçak tarafından kullanılıyor olsun. Sonuçta pilot ŞAHİN tipi uçağa angaje olmaya çalışırken karşısında birdenbire SERÇE tipi uçak görecektir. Pilotun ilk düşüncesi “benim pasif EH sistemin doğru dürüst çalışmıyor” ya da “Tanrım! Benim Patagonya’da olmam gerekiyor, Zapatistan üzerinde ne işim var?” olacaktır.
Bir başka örneği ele alalım. Uçağa öğretilen bilgi ÇEKİÇ tipi atış kontrol radarının bir Okyanusya YUNUS tipi Güdümlü Mermi muhribinin üzerine monte edildiği şeklinde olsun. Yine varsayalım ki, Okyanusya Genel Kurmay Başkanı pek muzip bir insan; tutmuş geminin atış kontrol radarını KARGA tipi nakliye uçağına monte ettirmiş olsun. F-16 uçağı Okyanusya içerlerindeki hedefine gitmek için denizi aşıp karanın 200 mil içlerine ulaştığında ve pasif EH sistemi birdenbire KARGA tipi nakliye uçağındaki ÇEKİÇ tipi atış kontrol radarının sinyallerini almaya başladığında pilotu uyaracaktır: “Saat on yönünde YUNUS tipi Güdümlü Mermi muhribi var”. Pilotun ilk tepkisinin “Aman Allahım, havada gezinen bir gemi var” olmaması için bir neden yoktur.
Diyebilirim ki, pasif EH sistemlerinin harekat alanındaki performanslarının değerlendirilmesi, ancak istihbaratın doğruluğunun kesinleşmesinden sonra yapılabilir.]
İşte görüldüğü üzere tarih tekerrür ediyor. Bilenler susuyor, bilmeyenler konuşuyor (Bu hesaba göre ben de bilmeyenlerden oluyorum herhalde. Genellemesem daha iyi olacak).
Savunmaya para ayırmaktan daha etkili ve kesinlikle daha ucuz bir yöntem daha vardır: Diplomasi. Bu alana ayrılacak kaynaklar, savunmaya ayrılacak kaynaklardan daha verimli olarak kullanılabilir ve bizi daha güçlü yapar. Umarım bir gün bunun değerini anlarız.
M.Aydın Erceiş

Aralık 2004, Ankara

https://aydinerceis.wordpress.com/2011/12/03/komplo-teorileri-ve-gerceklik/

..


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder