15 Mart 2021 Pazartesi

SURİYE SİYASİ TARİHİ. BÖLÜM 3

                         SURİYE SİYASİ TARİHİ. BÖLÜM 3



SURİYE SİYASİ TARİHİ,Zafer YILDIRIM,Sykes-Picot, Hac Yolu, Mekke,  Medine, Memluklular,



Fransa’nın 1923’de resmi olarak manda rejimini kurmasını müteakip karşılaştığı 
önemli ikinci isyan ise. Cebel Dürüz bölgesi lideri Sultan Atraş’ın (Paşa) başlattığı ve iki yıl devam ederek ülkenin büyük bir bölümüne yayılan isyan olacaktı. İsyan 18 Temmuz 1925’de başlayacak ve tüm ülke geneline yayılacak 1 Haziran 1927’de isyanlar bastırılacaktır. Atraş’ın isyanının temel nedeni Osmanlı zamanında fiili özerk konumlarını geri alabilmektir. Yabancı bir yönetimin Dürzi bölgesine müdahale etmesine tepki göstermişlerdir. 

Ancak bu isyanın önemli bir nedeninin de Cebel Dürüz’ü yöneten Yüzbaşı Gabriel 
Carbillat’ın son derece sıkı yönetim anlayışı olduğu ileri sürülecekti109.
Dürziler Temmuz ayında Salkhad’ı Ağustos ayında ise bölgenin başkenti Suwayda’yı ele geçirirler. İsyanın genişlemesinde Şam ve Humus’un siyasi önderlerinin de bu isyana katılmasının etkisi olacak, şehir eşrafının da bu isyana destek vermesiyle Dürziler Ekim’de Şam’ı ele geçirirler. Fransız hükümeti 20 Ekim 1925’de Şam’da sıkıyönetim ilan eder.110 Fransa isyanı sert bir şekilde bastırmayı dener ve. Şam, havadan ve karadan yoğun bombardıman altına alınır. Bunun neticesinde 1400’ün üzerinde Suriyeli can verir. 

Ancak bu kıyım isyanın daha da genişlemesine neden olur. 1927 yılında Fransa’dan gelen takviye güçlerle bastırılabilen isyan, Fransa içinde can ve mal kaybına neden olur.111 
Ancak isyanda beş bin Suriyelide öldürülür.112 Bu isyan ülkenin kendi kendini yönetmesi anlamında atılmış ilk adım olarak görülmektedir. Bu isyan ayrıca Suriye’de yabancı desteği almadan yapılan bir isyan olması nedeniyle önemlidir. Bu isyan sonrasında bölgenin yönetimi Fransız askeri otoritelerinden alınmış yerel yöneticilerin etkin olduğu özerk bir sisteme kavuşturulmuştur. Bunun yanı sıra 1930 anayasasında bölgenin diğer bölgeler karşısında özerkliği kabul edilmiş, kendi hukukunu oluşturmasına müsaade edilmiştir. 

Bölgenin yönetimi konusunda yerele yetki tanınmıştır. Eğitim dilinin Arapça ve Fransızca olması öngörülmüştür. Ancak buda yine Dürziler tarafından kabul görmemiştir.113 

Dürziler 1942’de Suriye’ye dahil edildikten sonra 1944’ten itibaren Ulusal Blok ile ilişkilerini geliştirdiler ve Blok’a Suriye ile tam katılım konusunda öneri götürdüler. Buna karşın Dürziler Suriye’nin bağımsızlığından sonrada merkezin bölge siyasetine müdahalesine sürekli direnmişlerdir.114

Çıkan isyanlar sonunda Fransa yalnızca askeri yöntemlerle ülkenin yönetilemeyeceğini görerek siyaset değişikliğine gitti ve ülke ve yerel yönetimde siyasilerle işbirliğine girmeye çalıştı. Artık Suriyeliye rağmen Suriye’yi yönetmek yerine, ülke Suriyeli ile işbirliği içerisinde yönetilmeliydi. Bu politika çerçevesinde 1928 yılında Suriyeli yerel eşrafın ve bu eşrafa mensup siyasilerin oluşturduğu Ulusal Blok, bağımsızlığa kadar olan süreçte siyasal hayatta halk ve Fransız manda yönetimi arasında aracı kurum olarak önemli rol üstlenmiştir.115 Bu grubun mensupları milliyetçiydiler, ancak ülkenin geleceğindeki yerlerini ve mevcut konumlarını garanti altına almak istemekte ve bunun yolunu da Fransa ile sınırlıda olsa işbirliğinin devamında görmekteydiler. Bu çerçevede kendilerine rakip olabilecek örgütlenmelere müsaade etmeyeceklerdi.116 Ancak Fransa’nın kendi 
personeli dışında hiçbir kesime bağımsız karar alma yetkisi vermemiş olması, bu grupları devlet tecrübesinden yoksun bırakıyordu.

“Büyük İsyan” yalnızca Fransız manda rejimini zora sokmamış, devlet yönetiminde de krize neden olmuştu. İsyanın başlamasının ardından aynı yılın Aralık ayında Subhi Bey devlet başkanlığı görevinden istifa etti ve yerine Nisan 1926’da Ahmad Nami seçildi. Fransız Yüksek Komiseri Auguste Henri Ponsot Tac al Din al-Hasani’yi başbakan olarak atadı.117 İsyanın bastırılmasının ardından siyasi ortamı yumuşatmak gayesiyle Fransa yeni meclis seçimlerine ve anayasa hazırlanmasına onay verdi. Nisan 1928’de Meclis seçimi yapıldı ama Anayasa Komisyonu’nun Ağustos 1928’de meclise sunduğu anayasa teklifi Fransız Yüksek Komiseri tarafından kabul edilmeyince Mayıs 1930’da komisyon dağıtıldı. Kısa süre sonra Fransız Yüksek Komiserinin sunduğu seçilmiş bir meclis ve meclisin seçtiği bir cumhurbaşkanını esas alan anayasa teklifi kabul edilince Aralık 1931 
ve Haziran 1932 tarihinde seçimler yapılarak Muhammed Ali al-Abid Haziran 1932’de cumhurbaşkanı oldu.118 Aynı yılın Temmuz ayında Suriye Devleti’nin adı “Suriye Cumhuriyeti” olarak değiştirildi. Ancak Ülkedeki ekonomik sorunlar ve artan işsizliğe Ulusal Blok’un çözüm üretememesi 1930’da Milliyetçi Hareketler Birliği’nin kurulmasına neden oldu. Milliyetçi görüşleriyle öne çıkan Birlik, Ulusal Blok’un Fransa ile olan ilişkisine karşı çıkarak onları Fransa ile olan ilişkilerde daha sert tutum takınmaya zorladı.119

Ulusal Blok toplumun gözünde kan kaybederken Ocak 1936’da manda rejimi de 
tutumunu sertleştirerek Blok’un Şam ofisini kapatıp iki üyesini tutukladı.120 Bu tutum, Ulusal Blok’a toplum gözünde kaybolan etki ve prestijini yeniden kazanma şansı verdi. 
Bundan cesaret alan Ulusal Blok’un genel grev çağrısında bulunmasıyla başlayan grevler Mart ayına kadar devam etti. Ülkenin Şam, Hama, Humus, Deyr el Zur başta olmak üzere farklı bölgelerinde çıkan gösterileri Fransız güçlerinin şiddet kullanarak bastırmayı tercih etmesi yüze yakın Suriyelinin ölümüne neden oldu. Fransız hükümeti aynı yıl içerisinde Şam, Hama, Humus ve Halep’te sıkıyönetim ilan ederek gösterileri durdurmaya çalıştı. 

Daha sonra Ulusal Blok’un önde gelen iki lideri Cemil Merdam ve Nasil al-Bakri’yi tutuklayarak sürgün etmesine karşın manda rejimi olayları kontrol altına alamadı. Bunun üzerine Fransızlar siyaset değiştirerek uzlaşma yönünde adım atmaya karar verdi. 

Bu amaçla Hasani hükümeti istifa ettirilerek yerine Ata al-Atasi liderliğinde milliyetçi bir kabine kurduruldu.121 Bu tutuklamalardan bir ay sonra Fransa’da yeni kurulan sosyalist Leon Blum hükümeti Ulusal Blok’la görüşmeyi kabul edince Paris’te konuyla ilgili görüşmeler yapılarak bir uzlaşıya varıldı. Bunun üzerine Mart başında Ulusal Blok grevlerin sonlandırılması çağrısında bulundu.122 Böylece aynı yılın Eylül ayında Fransa ve Suriye hükümetleri arasında Fransa-Suriye Dostluk ve İttifak Antlaşması imzalandı. 

Antlaşmaya göre Fransız mandası üç yıl içerisinde kaldırılacaktı.123 Manda yönetiminin kalkmasıyla birlikte 30 Kasım’da yeni meclis seçimleri yapılarak Aralık’ta Ulusal Blok lideri Haşim al Atassi devlet başkanı olarak seçildi.124 Attaside Cemil Merdam Bey’i hükümeti kurmakla görevlendirdi.

Ancak Alevi bölgelerinin de Suriye sınırlarına dahil edilmesi Aleviler arasında tepkiye neden olacaktı. Alevi önderleri Şubat 1936’da Suriye ile birleşme konusunu görüşmek için Tartus’da bir araya gelerek Fransa yardım etmese dahi Suriye ile birleşmeye karşı direnme yönünde karar aldılar. Buna karşın dini önderler uzlaşma yanlısı tavır aldıkları, hatta birleşmeye destek veren bir fetva yayınladıkları için ciddi bir Alevi direnişi olmadı. 

Ancak bu fetvayı tüm Alevi aşiret liderleri kabul etmeyecekti. Bu birleşmeye karşı olanlar Haziran 1936’da Leon Blum’a mektup göndereceklerdi. Mektuba imzalarını koyanlar arasında Süleyman al Murşid ve Hafız al Esed’in babası Süleyman el Esed’de bulunmaktaydı.125 

Daha sonra Aleviler Süleyman al Murşid önderliğinde Temmuz 1939’da 
ayaklandılar. Bu ayaklanma sonuç verdi ve Fransız Yüksek Komiserinin Alevi bölgesinin Suriye’ye dahil edilmeyeceğini açıklamasıyla isyan son bulacaktı.126
Suriye Ulusal Meclisi’nin Aralık 1936’da kabul ettiği antlaşma, Fransa Ulusal Meclisinde koloni yanlılarının engeline takılır, ardından Haziran 1937’de Blum hükümeti iktidardan düştü. Yeni hükümet bu antlaşmaları eleştirirken 1939’da II. Dünya Savaşı’nın yaklaşmasını gerekçe göstererek antlaşmanın mecliste reddedilmesini sağladı. Aynı yıl içerisinde Hatay’ın Türkiye’ye katılması nedeniyle Suriye’de hükümet istifa etti. Bunu 7 Temmuz 1939’da Attasi’nin istifası takip edecekti. Bunun üzerine Suriye Yüksek Komiseri Gabriel Puaux meclisi feshetti. 
Bu sırada Fransa Almanya tarafından işgal edilmiş ve Almanların atadığı Mareşal Philippe Petain’in Vichy127 (Fransız Devleti) tarafından yeni bir hükümet kurulmuştu. Dolayısıyla Suriye mandası Temmuz 1940’ta Vichy Fransa’sına  bağlandı ve Aralık başında da Henri Dentz yeni yüksek komiser olarak atandı.128 

Bundan bir yıl sonra 1941’de General Charles de Gaulle’e bağlı “Hür Fransa” ordusu ve İngiliz ordusu Vichy hükümetine bağlı güçleri yenince Suriye yeniden manda rejiminin kontrolüne girdi. Charles de Gaulle-Winston Chirchill görüşmesin de de Gaulle Suriye konusunda “beklemeksizin” bağımsızlık sözü verince eylülde Fransız Yüksek Komiseri Georges Catroux Suriye’nin bağımsızlığını ilan etti.129

Mart 1943’te Anayasanın düzenlenmesi ve yeni meclis seçimlerinin yapılması kabul edildi. Yapılan seçimlerden milliyetçi kesimler zaferle çıkacaklardı.130 
Meclis Şükrü el Kuvvetli’yi devlet başkanı olarak seçti; ancak de Gaulle için Suriye ve Lübnan’da Fransız hâkimiyetine son veren bu gelişmeler kabul edilebilir değildi. Fransızlar çıkarları korunmadan iki ülkeyi de terk etmek niyetinde değildi. Bu nedenle Fransa’nın Mayıs 1945’te ülkedeki askeri mevcudiyetini artırma gayreti halkın tepkisine neden oldu. Bunun üzerine Fransa 1925’te yaptığına benzer şekilde, Şam’ı yine bombardımana tuttu. Bombardımanda 400 kişinin hayatını kaybetmesi İngiltere’nin tepkisini çekince Fransa her iki ülkedeki askeri varlığını sona erdirmeye karar verdi. Böylece Suriye ve Lübnan 1946’da bağımsızlıklarını kazanmış oldular.131 

Bağımsızlık milli bir uyanış neticesinde oluşan milliyetçi bir direnişin sonucu olmamış, ülke dışında oluşan yeni siyasi dengelerin sonucu olmuştur. 

Sonuç

Ortadoğu tarihten günümüze önemli uygarlıkların kurulduğu yer olmuştur. Uygarlıkların gücü, bölgeye sahip olmalarıyla tanımlanmıştır. Toplumlara sunduğu bolluk nedeniyle Suriye’nin de içinde olduğu bölgeye Bereketli Hilal adı verilmiştir. Bu nedenle bölge tarihin en eski ve uzun uygarlıklarına ev sahipliği yapmıştır. Üç semavi din bu bölgede doğmuş, bölgenin bereketine sahip olma isteği büyük ve kanlı savaşlarında nedeni olmuştur. Bölgenin uygarlık tarihi MÖ 3500’lerde Sümer kent devletleriyle başlamış, kurulmuş olan medeniyetlerin ihtişamı bölgeye yeni uygarlıkları çekmiştir. Semavi dinler için kutsal olan yerlerin bu topraklarda, hatta Kudüs gibi aynı yerde bulunması güçlü uygarlıkların bölgeye hâkim olma isteklerinin önemli bir nedeni olmuştur. Bölge “doğunun zenginliğine” ulaşmak isteyen insanların güzergâhında yer alması nedeniyle de çeşitli mücadelelere sahne olmuştur.

Suriye Bereketli Hilal’in merkezinde yer alan coğrafi konumu itibarıyla tarih içerisinde önemini sürekli muhafaza etmiştir. Akdeniz’e açılan kıyılarıyla denizci kavimlerin ilgisini çekerken stratejik konumuyla da doğudan batıya ve batıdan doğuya doğru ilerleyen fatihlerin güzergâhı olmuştur. Suriye, kutsal yerlere ulaşmadaki önemli konumu nedeniyle Hıristiyanlar ve Müslümanlar için hayati öneme haiz olmuştur. Hz. İsa ile birlikte Hıristiyanlıkla tanışan bu bölge altıncı yüzyılın son çeyreğinde İslamiyet’in doğuşuna ve kısa süre içinde Bereketli Hilal’in tümüne yayılmasına şahit olmuştur. Yine bu bölge Müslümanlar için kutsal olan Mekke ve Medine’nin yolu üzerinde olması ve Kudüs’ü kontrol edebilir konumu nedeniyle tüm İslam uygarlıklarını buraya sahip olmaya ve muhafaza etmeye sevketmiştir. Sekizinci yüzyıldan itibaren İslam coğrafyasında Sünni-Şii mücadelelerinin de merkezinde yer alan Suriye, sekizinci yüzyılın ikinci yarısında Emeviler’e ev sahipliği yapmıştır. Emeviler’den sonra farklı Müslüman devletlerin kontrolüne geçen bölge onbirinci yüzyılın son çeyreğinde bu toprakları geri almak isteyen Hıristiyanlara karşı İslam dünyasının verdiği savaşın en stratejik alanı olmuştur. Dini gerekçeler kadar “doğunun zenginliğine” ulaşma hayaliyle iki asır kadar devam eden Haçlı Seferleriyle sürekli el değiştiren Suriye, 13. yüzyılın ikinci yarısından itibaren ise Mısır Memlukluları’nın hâkimiyetine girmiştir. Suriye 16.yy’ın ilk çeyreğinden itibaren ise dört asır boyunca Osmanlı egemenliği altında kalmıştır.

Osmanlı döneminde Blad üş Şam, (Şam şehri) Büyük Suriye’nin merkezi olarak 
devletin önem verdiği bir yer olmuştu. Bunun farklı nedenleri vardı: Osmanlının kutsal mekanlara gösterdiği hassasiyet ve haccın güvenliğinin sağlanması açısından Şam önemliydi. Ayrıca doğu-batı ticaretinin güzergahında bulunması ve Akdeniz’e hakim olmak ve kontrol etmek açısından taşıdığı stratejik önem nedeniyle Suriye, merkezin doğrudan kontrolünde tutulmaya çalışılıyordu. Osmanlının zayıflamasına paralel olarak 19. yüzyılda bölgeye Batılı ülkelerin ilgisi artmış ve misyonerlik faaliyetleri bu dönemde etkin olmuştu. Fransız İhtilali ile Avrupa’yı etkilemeye başlayan milliyetçi fikirler, 19. yüzyılda Osmanlı Ortadoğu ’suna doğru yayılım gösterdi. Hiç kuşkusuz bu fikirlerden ilk olarak Osmanlıya dini bir bağlılık hissetmeyen Hıristiyan halk etkilendi. 
Rusya ve Fransa Hıristiyan halk üzerinden bölgeyi sömürgeleştirmeye çalışıyorlardı. 
Osmanlı devletinin bu girişimlere karşı önlem olarak ilan ettiği Tanzimat Fermanı 
ve Islahat Fermanı gibi dönem Avrupa’sının değerlerini ülke halkına kazandırma gayreti olumlu sonuç vermemiş, aksine ülkedeki uygulamalara Batının daha fazla müdahil olmasına yol açmıştı. Ancak bu yenileşme adımları Hıristiyan halkın Batı ile daha sıkı ilişki içine girmesine, ticaret yoluyla ekonomik durumunun Müslüman halka göre daha iyi konuma ulaşmasına yardımcı olmuştu. Bu ıslahatlarla Müslüman halkın gayrimüslimlerle özellikle vergilendirmede eşit hale gelmesi tüm kamu yükümlülüklerinin kendileri tarafından yerine getirildiğini düşünen Müslüman halkın tepkisini çekti ve bunun sonucu olarak 1860 Lübnan olayları meydana geldi. Lübnan olayları, Batının daha fazla müdahalesine zemin hazırlamış, Hıristiyanlar arasında artan milliyetçi fikirler yanında, ayrılık isteyen görüşlerde dile getirilmeye başlanmıştır. Arap halkı arasında her ne kadar 20. yüzyılın başına kadar ayrılık yönünde fikirler dile getirilmese de milliyetçi görüşler belirli aydın çevreler arasında bu dönemde gündeme getirilmiştir. Yalnız bu fikirler ayrılık etrafında oluşmamış Arap kimliğinin de tanındığı, dinin birleştirici yönüne atıfta bulunulan Batı karşısında Doğu’nun savunulması yöntemini İslam Kardeşliğinde arayan bir milliyetçilik olmuştur. 

Kuşkusuz bu fikirler Suriye’de de aydın çevreleri etkiliyordu. II. Abdülhamid’in 
Panislamizm çerçevesinde halifelik makamını kullanarak, en azından Müslüman halkı bir arada tutma gayretinin bazı olumlu sonuçları olsa da İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin ülkedeki sorunu II. Abdülhamid’in idare şeklinde görerek müdahale etmesi, yönetimde sorunlara neden oluyordu. 20 yüzyılın başından itibaren etkinliğini artıran İTC’de panislamist bir politika takip etmeye çalıştı, ancak iktidarı ele geçirdiği 1908’den sonra bu siyasetten uzaklaşmaya başladı. Bunda Müslüman halkın bir arada tutulmasında bu siyasetin etkisini yitirdiğini düşünerek Türkçülük yanlısı fikirlere dönmesi kadar, özellikle Cemal Paşa’nın ayrılık yönündeki fikirleri şiddetle bastırmaya çalışmasının da etkili olduğu yönünde görüşler vardır. Bu dönemde Suriye’deki milliyetçi söylemler Arap kimliği ve Müslüman birliği etrafında gelişmekteydi. Bu söylemlerden cesaret alarak gerçekleştirilen Şerif Hüseyin’in faaliyetleri ve yereldeki diğer milliyetçi eylemler, bu kesimlerin kendi çıkarları etrafında geliştiği için genel bir milliyetçi başkaldırı veya örgütlenme  boyutuna ulaşamamıştır.

Osmanlı’dan Mondros Mütarekesi ile ayrılan Suriye bağımsızlığını elde edememiş 
ve 1920’de Fransız manda rejimi altına girmiştir. Fransa’nın “böl ve yönet” siyaseti kapsamında ülkeyi ayrı küçük devlet ve birimlere ayırması ulus bilincinin oluşmasına kuşkusuz engel olmuştur. Ancak bu yönetim anlayışı Sünni çoğunluk karşısında kimliklerini korumak isteyen başta Aleviler olmak üzere diğer etnik azınlıklardan destek görmüştür. 

Buna karşın Fransız manda yönetimini sarsan 1925 isyanı bir Dürzi isyanı iken, 1919 ve 1939 isyanları ise Alevi isyanları olmuştur. Dürzi isyanı Osmanlı yönetimi döneminde de facto bir bağımsızlık içerisinde yaşayan Cebel Dürüz’de Fransızların otorite kurmak istemesinden kaynaklanmıştır. 

1919 Salih al-Ali isyanının milliyetçi bir yönü olsa da asıl amaç etnik kaygılarla 
bölgenin korunmasıydı. 1939 isyanı ise Suriye’nin birleşmesiyle konumlarını kaybedeceklerini düşünen Aleviler tarafından mevcut bölünmüş yapının savunulması amacıyla çıkarılmıştır. Osmanlı döneminde yerelde söz sahibi olan büyük ailelere mensup Suriyeli siyasetçiler, her ne kadar milliyetçi fikirleri savunsalar da Suriye’nin geleceğinde de konumlarını muhafaza etmeye çalışmışlardır. Bu siyasi kaygılar onları Fransa ile işbirliği içerisinde hareket etmeye sevketmiş, buda zaten etnik kaygılarla bölünmüş olan toplumun topyekün milliyetçi bir irade ortaya koymasına, örgütlenmesine ve başkaldırmasına mani olmuştur.

Fransa manda rejimi sayesinde Suriye’yi istediği gibi yönetmiş, yöntem olarak da 
diğer ülkelerde de kullandığı “böl ve yönet” siyasetinden faydalanmıştır. Esasında manda rejimi Milletler Cemiyeti’nin kurucu sözleşmesinin 22. Maddesinde yer alan bir yönetim sistemidir. Üç tip manda sistemi öngörülmüş ve Osmanlı’dan ayrılan toplumlar (A1 Tipi) “bağımsızlık düzeyine erişmiş olan devletler” olarak tanımlanmış ve bunların kendi kendini yönetecek olgunluğa erişine kadar bir mandater devletin tavsiye ve yardımlarını almaları öngörülmüştür. Yani manda sistemi bu durumdaki ülkelerin bağımsızlığa geçişlerinde bir aşama olarak kabul edilmişti. Ancak Fransa’nın Suriye ve Lübnan’daki uygulamaları bunun tam aksi olmuş, sivil bürokrasinin oluşmasına imkân verilmemiş, ulusal bilincin uyanmasına mani olmak için mevcut etnik bölünmüşlük kalıcı hale getirilmiştir. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder