24 Mayıs 2019 Cuma

OPERASYON BÖLÜM 6

OPERASYON BÖLÜM 6


Yeşil, Apo’nun peşinde 

Anayol Hükûmeti, Mercedes Operasyonu’ndan tam bir ay sonra 6 haziran 1996 tarihinde son buldu. Yerine Necmettin Erbakan’ın başkanlığındaki Refahyol Hükûmeti kuruldu. DYP lideri Çiller, koalisyonda Dışişleri bakanlığı görevini üstlenmişti. MİT’in Öcalan’ı hedef alan planlarında bir değişiklik olmadı. Planlanan ikinci operasyon 27 kasım 1996’da yürürlüğe kondu. Bu tarih, PKK’nın kuruluş yıldönümüydü. Abdullah Öcalan, her yıldönümünde PKK’nın Bekaa Vadisi’ndeki bir örgüt evine giderek, buradan radyo konuşması yapıyordu. Öcalan tam bu konuşması sırasında ortadan kaldırılacaktı. Mercedes Operasyonu’nda sıradan bir oyuncu olan Yeşil, bu kez Metin Atmaca adına 
düzenlenmiş bir pasaportla başroldeydi. 23 kasım 1996 tarihinde Esenboğa Havaalanı’nın protokol salonundan uçağa bindirildi. Yeşil, önce THY iç hatlar uçağıyla İstanbul’a geçti. İstanbul’dan transfer yaparak Lübnan Havayolları’na ait bir uçakla Beyrut’a hareket etti. MİT’in Kontr-Terör Merkezi’nin bir elemanı ile Yeşil ayrı ayrı gittiler. Yanlarında MİT’den kimse yoktu. İki ayrı grup halinde ayrı ayrı noktalardan Lübnan’a girdiler. 

Yeşil, Bekaa Vadisi’ne Beyrut üzerinden geçecekti. Ancak önce kendisiyle buluşması gereken kişilerle buluşmakta gecikti. Diğer eleman olay yerine geç gelince buluşma gerçekleşmedi. Ama diğer elemanlarla buluştu. Fakat Bekaa’daki örgüt evinde patlama olmadı. Evde büyük bir tadilat yapılıyordu ve evin içi inşaat malzemesi ve kum doluydu. Sadece bir bekçi ve ailesi vardı. Yeşil ve diğer casuslar yanlarındaki bombaları yerleştiremediler. Operasyon bir sene sonrasına bırakıldı. Yeşil bundan öncede MİT mensuplarıyla katıldığı bir başka operasyonda gözaltına bile alındı. Ama 3 gün süreyle sorguya dayanınca serbest bırakıldılar. 

Yeşil olayın ardından havayoluyla Ankara’ya geldi. Ertesi gün raporunu yazmak üzere MİT’e davet edildi. (Raporunu yazdı. Kritik yapmak üzere hazırlanan toplantıya gelmedi. Biz her faaliyetin ardından bu şekilde toplantılar yapar, hata varsa onların tekerrür etmemesine çalışırdık.) Ama o bir daha ortalıkta gözükmedi. Onu en son görenler Ankara Esenboğa Havalimanı’nda yanında bulunanlar oldu. Bir daha ne rapor ne de ses verdi. 

Operasyonlar Genelkurmay’ı kızdırdı 

Yıllar sonra bu operasyonda kullanılan Metin Atmaca kimliğine ait pasaport bana posta yoluyla gönderildi. Bazı çevreler bunun Yeşil’in öldürüldüğü şeklinde yorumlanması gerektiğini ileri sürerken, MİT bu pasaportu yayımladığım 
için bana dava açtı. Ayrıca pasaportu imha etmediği gerekçesiyle Yeşil’e son görevlerini veren dönemin MİT Kontr Terör Daire Başkanı Mehmet Eymür’de aynı dava içinde yargılandı. 

Öcalan’a karşı sadece MİT ve polis değil, aynı zamanda askerî kaynaklar tarafından da yakalanması veya öldürülmesi noktasında pek çok operasyon düzenlendi. Onlarda da başarı sağlanamadı. 
Bu arada Genelkurmay Başkanlığı yapılan operasyonlardaki başarısızlıklar yüzünden bu faaliyetlerde yer alan tecrübeli iki muvazzaf subayı operasyon aşamasında “kursa gidecekler” diye geri çekti. Dönemin Genelkurmay İkinci 
Başkanı Çevik Bir MİT yetkililerinin ısrarları karşısında onların telefonlarına çıkmayarak tepkisini gösterdi. Zamanın askerî istihbarat başkanı da Şam’daki askerî ataşeye telefonla “Oraya ekipler yolladık. Apo’yu yakında ayağına ip 
bağlayıp sürükleye sürükleye getirecekler. Şimdi Suriyeliler dinliyordur. İyi dinleyip öğrensinler” şeklinde açık ve tepkili mesajlar iletti. Bunlar askerin duyduğu tepkilerin dışavurumuydu. 

Akrebin Etrafındaki Ateş 

Amerika’nın, Öcalan’ın Türkiye’ye verilmesiyle ilgili teklifi aslında aylar öncesinin bir senaryosuna dayanıyordu. 
Amerika Öcalan’la ilgili kararını çoktan vermişti. Bu konudaki ilk bulgular Milliyet gazetesinin Washington muhabiri Yasemin Çongar’ın kaleminden Türkiye’ye yansıdı. Amerikalı profesör Michael Gunter, Şam’da Abdullah Öcalan’la 
görüşmüştü. Hem de 10 saat boyunca. Görüşmede ve sonrasında Öcalan’ın Şam sokaklarında gezerken çekilen “enfes” fotoğrafları Türk basın mensubuna veriliyordu. Oysa Suriye, Türkiye’ye hep aynı yalanları söylemişti yıllar boyunca: 
“Öcalan bizde yok”. 

Şimdi tanıklar Amerika’dan sesleniyordu: “Türkiye bak Öcalan Suriye’nin başkenti Şam’da elini kolunu sallayarak geziyor”. 

Amerikalı Profesör. 

Yasemin Çongar bu görüşmeyle ilgili olarak Gunter’den ve onun aydınlattığı Amerikalı çevrelerden edindiği izlenimlerini şöyle aktarıyordu: 

“PKK lideri Abdullah Öcalan yoğun bir çelişki yaşıyor. Öcalan, bir yandan örgütünün askerî açıdan geriletilmiş olması ve kendisinin yıllardır Suriye dışına çıkamaması nedeniyle ‘yalnızlaşan, güçsüzleşen’ bir görünüm çizerken; bir 
yandan da, başta Şam, Atina, Bonn gibi başkentlerden gördüğü muameleden ‘memnuniyet’ belirtiyor ve PKK’nın yakın dönem hedeflerini ‘uluslararası nüfuzu ve etkinliği artırma’ diye saptıyor. Kürt sorununa ‘Türkiye sınırları içinde siyasî 
çözüm’ istediğini belirten ve Türk askerî liderleri ile Türkiye’deki ‘PKK dışı’ Kürt temsilcilerinin ‘diyalog’ başlatmasını öneren Öcalan, Clinton yönetimini de, bu yönde nüfuz kullanmaya davet ediyor. Suriye devletinin Öcalan’a verdiği, 
Şam’daki dayalı döşeli apartman dairesinin yanı sıra, kente 10 kilometre uzaklıkta tahsis edilen iki ayrı villada PKK’lılara Kürtçe ve Türkçe eğitim yaptırılıyor. Öcalan, sonuncusu 13 martta kendisini ziyaret eden PASOK üyesi iki Yunan milletvekili olmak üzere, uluslararası heyetleri de, bu villalarda ağırlıyor. Suriye - PKK yakınlığını yansıtan bir başka yeni olgu da, örgüt militanlarının yüzde 25’ini ‘Suriyeli Kürtler’in’ oluşturması. Şemdin Sakık’ın KDP’ye sığınmasından ‘rahatsız’ olan Öcalan’ın, yeni siyasî danışmanı ise PKK üyesi değil. 1946’da kurulan ve bir yıl yaşayan ‘tarihteki tek bağımsız Kürt devleti’ Mahabad Cumhuriyeti’nin kurucu lideri Gazi Muhammed’in tek oğlu, İran kökenli Ali Gazi sık sık Almanya’dan Suriye’ye gelerek Öcalan’la siyasî istişare yapıyor. Öcalan’ın ruh haline ve PKK’nın son durumuna ilişkin izlenimleri, ABD’li siyasetbilim profesörü Michael Gunter’dan öğreniyoruz. Kürt sorunu konusunda 
yayınları olan, Tennessee Teknolojik Üniversitesi öğretim görevlisi Gunter, 13 - 14 mart 1998 tarihlerinde Şam’da, Öcalan’la 10 saati aşan bir görüşme yaptı. Gunter, ‘ABD hükûmetine yakında ileteceğim’ dediği siyasî mesajları da 
içeren bu görüşmenin ayrıntılarını, Şam dönüşünde bana aktardı.” Gunter’ın ağzından “Öcalan 1998” şöyleydi: 

Amerika’nın Gözünde Öcalan 

“Öcalan’ı biraz izole olmuş buldum. PKK’nın birçok yöneticisi Avrupa’da, Türkiye’de, Kuzey Irak’ta yaşıyor. Mart başında, Kani Yılmaz’ın Almanya’da serbest bırakılmasının ardından, Avrupa’da çok önemli bir PKK toplantısı 
yapılmış. Buraya katılamamaktan sıkıntılıydı. Ancak kanımca, örgüt üzerindeki denetimi tam ve çevresindekilerden sadakat görüyor. Öcalan, 1979’dan beri, Suriye ve Suriye denetimindeki Lübnan toprakları dışına çıkmamış. Tek 
istisnası, 1982’de K. Irak’ta KDP lideri Mesut Barzani’yle buluşması. Belki birkaç kere daha Irak sınırını geçmiş. 

Ancak İran’a, Kıbrıs’a, Yunanistan’a gittiği haberleri yalan. Ancak ziyaretçisi eksik olmuyor. Beni ilk gün, yanındaki iki PASOK milletvekili nedeniyle bekletti. Daha sonra milletvekilleri, Öcalan ve Londra’dan gelen bir İngiliz hanım, hep 
beraber yemek yedik. 

Şam’ın sağladığı olanaklar ortada; Öcalan’ın Suriye’de çok rahat hareket ettiği belli. Ancak terörist Carlos’un sonunda Sudan tarafından Fransa’ya iade edilmesi gibi, örneğin ‘su pazarlığı’ sonucunda Öcalan’ın da Şam tarafından Türkiye’ye verilmesi mümkün. Öcalan, Almanya’nın kendilerini siyasî muhatap olarak kabul etmeye başlamasından memnun olduğunu, ancak bu tutumun, Avrupa Birliği’ne yansıtılamadığını, çünkü Alman hükûmetinin Kürt meselesine ‘uluslararası’ değil, ‘içişleri’ boyutunda baktığını söyledi. Öcalan’a göre, Türkiye’yi ‘siyasî çözüme’ zorlayabilecek tek ülke ABD. PKK lideri, Washington’ın tutumundan hiç memnun değil. Öcalan’ın önerisi, Türk devleti ile Kürt halkının temsilcileri arasında diyalog başlatılması. PKK’nın terörist etkinlikleri nedeniyle, bunun ilk başta PKK’lılarla 
olamayacağını kabul ediyor. Ancak günün birinde Arafat gibi, Mandela gibi kendisinin de ‘siyasî kabul’ göreceği inancında. Diyaloğun ilk aşamada, basına hiç yansımadan gizli yürütülmesini isteyen Öcalan’a göre, Türkiye’deki Kürt 
kökenli ve bunu reddetmeyen milletvekilleri, HADEP ya da başka kültürel Kürt oluşumları temsilci olabilir. Şerafettin Elçi’yi sorunca, ‘Onu, kendi halkı kabul etmez’ diye karşı çıktı. Diyaloğun ‘devlet’ tarafında, Türk genelkurmayı olması 
gerektiğini, çünkü sivillerin bu konuda irade gösteremeyeceğini söylüyor. Cumhurbaşkanı Demirel’den ‘işi bitmiş, tükenmiş’ diye söz etti. Deniz Baykal’dan ‘umudu olup olmadığını’ sordum; ‘umutsuz’ konuştu. Mesut Yılmaz’ı ‘güçsüz’ buluyor. Öcalan, ‘Özal yaşasaydı, Kürt sorunu çözülürdü’ diyor. PKK lideri, Özal ve Jandarma Genel Komutanı Eşref Bitlis’in, Kürt sorununda açılım istedikleri için öldürüldükleri iddiasında. Bağımsız devlet fikrini bıraktıklarını söylüyor. Kürtlere kültürel ve siyasî haklar verilmesini, bağımsız bir Kürt partisine olanak tanınması nı istiyor. Ancak PKK’nın, Sürgündeki Kürt Parlamentosu’nu, İran, Irak ve Suriye Kürtleri’ne açma kararı, Kürtler’in federasyon kurması ve sonunda genel bir Ortadoğu Kürt-Türk-Arap-Acem federasyonuna gidilmesi planları, Öcalan’ın diğer söyledikleriyle tam bir çelişki içinde. 

Öcalan’ın eşi ve sevgilisi yok. Erkek kardeşlerinden Kuzey Irak’ta PKK komutanı olan Osman’la temasta. Türkiye’deki kardeşi Mehmet’i apolitik, kendi halinde bir adam diye anlatıyor ve Türk devletinin onu genelde rahat bırakmasından memnun. Öcalan hayatında hiçbir insana ateş etmediğini söylüyor. Ancak onca insana öldürme emri veren birinin, böyle konuşmasına anlam veremedim.” 

Öcalan’ın Amerikalıları. 

Bunlar Çongar’ın aktardıkları. Bu görüşmede Öcalan’ın artık terör yerine siyasî kimlikle ortaya çıkma isteğini belirtmesi dikkat çekici. Kenya operasyonunda bu isteğin etkisinin de büyük olduğu açık. Terör yaratmayan bir Öcalan ve PKK, bölgenin diğer siyasî güçleri olan Mesut Barzani ve Celal Talabani’yle çatışmaya girecektir. Ama ne gariptir ki Öcalan Suriye’den Türkiye’nin baskısıyla çıkartılmadan önce gerçekleşen bu görüşmenin bir benzeri , Amerikalı iki 
casus ile Öcalan arasında, Öcalan Kenya’da yakalanmadan birkaç gün önce tekrar gerçekleştirilmek istenmiştir. 

PKK’nın yayın organlarından MED TV Öcalan’ın yakalanmadan hemen önce uçakta kaleme aldığı bir mektubu yayınladı. Daha sonra bu mektup ayrıca PKK’nın Almanya’da yayımlanmakta olan günlük gazetesi Özgür Politika’nın 
11 ekim 1999 tarihli sayısında da tekrar edildi. Abdullah Öcalan’ın kendi el yazısıyla kaleme aldığı mektup 16 ocak 1999 günü iki Amerikalı’ya hitaben yazılmış. Bunlar Peter Galbright ve Graham Fuller. Öcalan Amerikan gizli servislerinin bu iki önemli adına mektupta şöyle diyor: 

‘‘Sizlerle yapacağım ve çok önemli bulduğum görüşmeyi elimde olmayan nedenlerle gerçekleştiremeyeceğimi üzüntüyle sizlere belirtmek durumundayım. 

Bu dönemde böyle bir görüşme hayra,öneme haizdir. İleride koşullar elverirse gerçekleştirmek arzumdur. 
Ortadoğu’da önemli gelişmeler arifesinde diyalog birçok yanlışı önleyebilir ve bazı doğrulara uygulama şansı verebilir. 
Benim yerime sizlerle görüşecek arkadaşlara vereceğiniz mesaj ve yaklaşımları beklediğimi önemle belirtirim. 

Gelişiniz için teşekkürlerimi belirtir, saygıyla selamlarım. 
16.1.l999 Abdullah Öcalan. ’’ 

Roma’dan, Rusya’ya doğru kaçmakta olan Öcalan’ın görüşemediği iki Amerikalı ’ya yazdığı mektup bu. Kendisiyle görüşmek için Roma’ya gelen iki önemli Amerikalı elleri boş dönmek zorunda kalıyorlar. Çünkü Öcalan, kaçmak 
durumunda. 

KİTABIN ÜÇÜNCÜ BÖLÜMÜ

Av olma Duygusu 

Öcalan’ın Türkiye açısından sorun olma zamanları 1970’li yıllar. 1970 yılında DDKO (Devrimci Doğu Kültür Ocakları) üyesi olarak siyasete atılan Öcalan, 1971 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne kayıt yaptırmış. Bu yıllarda THKP-C örgütüyle ilgilenmiş. Nisan 1972 tarihinde bildiri dağıtırken yakalanmış ve 7 ay Mamak Askerî Cezaevi’nde tutuklu kalmış. Tutukluluk yıllarında zaman zaman polis muhbiri olarak kullanılmak istenmiş. 
Bu nedenle de içerden çıkartılmasında “devlet” çokça yardımcı olmuş. 1975 yılına kadar Ankara’da devlet bursu alarak da okuyan Öcalan, sonrasında tapu kadastro memuru olarak Şanlıurfa’ya gitmiş. Herkes onu kadastro çalışması yapıyor zannederken o 1976 yılından 1978’e kadar bölgede Kürtçülük üzerine çalışmış. 1978’de ise PKK terör örgütünün resmen kurulması sağlanmış. 27 kasım 1978 tarihinde Diyarbakır’ın Lice ilçesinin Ziyaret köyünde kurulan terör örgütü PKK’ın ilk ve değişmez elebaşı olma özelliği var Öcalan’ın. 

Terör Bilançosu 

15 Ağustos 1984 PKK’nın kanlı terör eylemlerinin başladığı tarih. Eruh ve Şemdinli ilçelerine silahlı saldırılarda bulunulmasıyla PKK terörü kan dökmeye başlamıştı. PKK’nın silahlı faaliyetine başladığı 15 Ağustos 1984 tarihinden 
30 eylül 1999 tarihine kadar geçen dönemde; 21 631 terör olayı gerçekleşti. Olaylardan 6 742’si saldırı, 8 511’i güvenlik kuvvetleriyle çatışma, 3 473’ü mayın döşeme ve bombalama suretiyle patlama, 411’i gasp, 1 076’sı yol kesme ve adam kaçırma, 758’i kanunsuz toplantı düzenleme, 660’ı bildiri dağıtma şeklinde gerçekleşti. 

Bu olaylarda 4 018’i asker, 1 264’ü GKK, 254’ü polis olmak üzere toplam 5 536 güvenlik görevlisi şehit oldu. 8 644’ü asker, 1 723’ü GKK, 987’si polis olmak üzere toplam 11 354 güvenlik görevlisi yaralandı. 4 558 vatandaş bu olaylarda hayatlarını kaybettr. 5 853 vatandaş da yaralandı. 

Bu olaylara neden olan 18 741 terörist ölü ele geçirildi, 2 133 terörist de güvenlik güçlerine teslim oldu. 

Güvenlik güçlerinin yapmış oldukları başarılı operasyonlar neticesinde örgüte ait 23 611 uzun namlulu silah, 5 552 tabanca, 21 276 bomba ve çok miktarda mühimmat ele geçirildi. (Kaynak: EGM, TEMÜH Daire Başkanlığı verileri.) 

Öcalan Takibi başlıyor 

Terör ateşinin, varoluşuna saldırdığını anlayan Türkiye için artık karar günleri yaklaşmıştı. Türkiye ile Suriye ve İran arasında PKK destekçiliği konusundaki tartışmalar, bölgede suların ısındığının ilk işaretleri oldu. Suriye Türkiye 
karşısında dayanabilecek durumda değildi. 

16 eylül 1998 günü Suriye sınırına giden Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Ateş çok sert bir üslupla Türkiye’nin “Sabrımız taştı” mesajını Suriye’ye verdi. 

Orgeneral Atilla Ateş, Suriye’yi PKK’ya destek verdiği için uyararak “Artık sabrımız kalmadı. Eğer gerekli tedbirleri almazlarsa biz Türk Milleti olarak her türlü tedbiri almak zorunda kalacağız” dedi. Suriye sınırı yakınlarındaki 
Hudut Bölük Komutanlığı’nı denetleyen Ateş, Reyhanlı’da yaptığı açıklamada Suriye başta olmak üzere bazı ülkelerin 

Türkiye’nin iyi niyetini suiistimal ettiğini vurguladı. Ateş “Bütün bu iyi niyetimize ve gayretimize rağmen, bazı komşularımız özellikle ismini açıkça söylüyorum Suriye gibi komşular, iyi niyet ve gayretimizi yanlış tefsir ediyorlar. 

Apo denen eşkıyayı destekleyerek, Türkiye’yi terör belasına bulaştırdılar. Türkiye, iyi ilişkiler konusunda gerekli çabayı gösterdi. Ancak artık sabrımız kalmadı.” 29 eylülde Türkiye, Suriye sınırına askerî yığınak yapmaya başladı. Suriye PKK’nın merkezi olmanın bedelini Türkiye’yle savaşarak mı ödeyecekti? 

Ortadoğu Karışınca 

Türkiye uzun zamandır Arapların PKK’ya verdikleri destek nedeniyle Ortadoğu politikalarında büyük değişiklikler yapmıştı. Bölgede Araplara karşı İsrail’le iyi ilişkiler geliştirme politikası izleniyordu. Özellikle askerî alanda Türkiye 
ile İsrail arasında yaşanan yakınlaşma ve işbirliği, ortak tatbikatlarla perçinleniyordu. Arap dünyasında Türkiye ile Suriye arasında gerilen ip hemen fark edildi. Ortadoğu’nun kurnaz ve etkili politikacısı Hafız Esad Türkiye’yle yakın diyaloğu bulunan Mısır Devlet Başkanı Hüsnü Mübarek’ten arabulucuk yapmasını istedi. Mübarek Türkiye’ye gelirken, İran’da devreye girdi. Bir anda ortalık toz bulutu içinde kalmıştı. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin yığınağı devam ederken, 1 Ekimde Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Şam’ı çok sert bir şekilde uyardı. Türkiye Öcalan’ın Şam’da korunmasını ve buradan terör olaylarını yönetmesini savaş sebebi sayacaktı. 

Tam bugünlerde İstanbul’da görüştüğüm birçok üst düzey yetkili, bu savaş oyunlarıyla ilgili olarak bana, “Bunu sonuna kadar devam ettireceğiz. Kararlılığımız bu noktada önemli. Ama savaş var mı diyorsan? Savaş zor bir karar”dedi. 

Aslında Öcalan’a karşı ilk zafer diplomatik alanda kazanıldı. Burada sivil, asker Türk yetkilileri büyük bir başarıya imza attılar. 
Bu diplomasi oyununda Türkiye’nin Amerika ve İsrail kartlarını çok iyi kullanması bir diplomatik zafer getirdi. 


7. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder