22 Mayıs 2019 Çarşamba

OPERASYON BÖLÜM 2

OPERASYON BÖLÜM 2


Avrupa-Amerika farkı. 

Dünya yeniden kurulurken, Türk-Amerikan ilişkilerinde yaşanan bu sıcaklıkları “kaynama” noktasına ulaştıran şey Abdullah Öcalan’ın yakalanması sırasında Amerika’nın verdiği büyük destektir. 
Türkiye ile Amerika arasındaki bu gelişim, Körfez Savaşı’ndan bu yana zaten var olan, karşılıklı etkileşimin bir sonucu. Türkiye daha sonra Avrupa ile Amerika arasında tercihlerini ve kendi yolunu çokça arayan, ama Avrupa kapılarında kendine geçiş olanağı bulamayan bir ülke olarak kaldı. 
Türkiye, içinde yaşadığı Avrupalı mı olalım, Amerikalı mı çatışmasında arada sıkıştı. Bunda Türkiye’nin içten yıpratılmasını sağlayan ayrılıkçı PKK terörü en etkili unsurdur. Türkiye’nin ekonomik kaynaklarının yönelimi, askerî 
mekanizmaların iç politikadaki etkin kullanımı ve bunların PKK terörüyle destekli, siyasal İslam’ın yükselişiyle geldiği iç denge arayışları, tercihlerini yapmakta olan Türkiye’yi zorladı. Buna bir de Avrupa’nın Kürt kartını ezici ve Türkiye’yi yıkıcı anlamda kullanmaya kalkması eklenince, Amerikan politikalarının siyasetimizin belirleyeni durumuna geçmesi kendiliğinden oldu da bitti bile. Öcalan’ın yakalanmasına kadar geçen süreçte Avrupa’nın tutumu inanılır gibi 
değildi. 

Amerika’nın iki canı: Talabani ve Barzani,

Amerika’nın Türkiye’ye bu politik ilişkiler içinde PKK terör örgütünün başı Abdullah Öcalan’ı vermesi, Türkiye ile Amerika arasındaki yaklaşımları doruğa çıkarttı. Avrupa’nın tersine (ve çoğu zaman karşısında) Öcalan kartı Amerika’nın baştan beri istemediği bir şeydi. Amerika bölgede kendisiyle tam uyumlu, düşmanı Saddam’la çatışan iki Kürt yerel lider Mesut Barzani ve Celal Talabani’yi bulmuşken, Öcalan’ı ve PKK’ yı hoş göremezdi zaten. Amerika 1975 yılından bu yana Barzani ve Talabani’yle silah ve parasal ilişki içinde bulunuyor. Amerika için Barzani ve Talabani ikilisi bölgenin vazgeçilmez unsurları. Amerika bunu pekiştirmek amacıyla bölgeden topladığı beş bin peşmergeyi Amerikan vatandaşı yaptı. Bu peşmergeler aldıkları eğitimin ardından tekrar Kuzey Irak’a getirilerek yerleştirildiler. (Amerika ile Kürtlerin dansını daha yakından incelemek isteyen okurlar için ABD’nin Kürt Kartı, Turan Yavuz, Doğan Kitapçılık, mayıs 1998. 

Kuzey Irak’ta Amerika’nın yardımıyla altyapı sorunları çözüme kavuşan, kurumları yeniden yapılandırılan bir hükûmet ve bölge devleti hızlı adımlarla kuruluyor. Abdullah Öcalan ve PKK yapısı, Türkiye’nin üzerindeki sıkı 
baskısı, lideri, fikri ve gelecek planlarıyla Amerika’nın bölge politikalarını ve Kuzey Irak’ta oluşturduğu Kürt tampon devlet fikrini zedeleyecek bir noktaydı. Amerika, Öcalan’ı Türkiye’ye vererek bu noktayı etkisizleştirdi. Abdullah 
Öcalan’ın kendi ifadesiyle Amerika, “ilkel ve Avrupacı” bulduğu Öcalan’dan, Barzani ve Talabani’yi kurtardı. 

Bu operasyonun her iki ülkenin gizli servisleri arasındaki ilişki düzeyini geliştirdiği muhakkaktır. Bunun yansımalarını her iki ülkenin gizli servislerinin Ortadoğu ve Kafkaslar’ta yürüteceği operasyonlarda bundan sonra 
gözlemek kimseyi şaşırtmamalıdır. 

Bu ilişkinin Türkiye’nin savunma başta olmak üzere pek çok alanda aleyhine olacağı eleştirileri de bir gerçekliktir. 
Amerika’nın bölgedeki düşmanlarına karşı Türkiye’yi kullanma isteği yeni bir arzu değildir. Bu konuda Türkiye’de uzunca bir zamandır geçerli olan sağduyunun Öcalan operasyonuyla başlayan süreçte ortadan kalkmaya başlaması ulusal çıkarlar açısından tehlikelidir. 

Türkiye’de Gelişen Muhalefet 

Amerika’nın bu planlarıyla ilgili olarak Türkiye’de aslında güçlü bir muhalefet bulunmaktadır. Bu muhalefet Türkiye’nin bağımsız ve güçlü kimliğini korurken gelişmesi ve ilişkilerindeki karşılılık ilkesinin Türkiye aleyhine oluşmamasını istemektedir. Bu muhalif seslerin en güçlülerinden olan Attila İlhan’ın dile getirdikleri çok çarpıcı unsurlar taşımaktadır: 

“Ankara, NATO’ya girmekle, ulusal savunması’nı nasıl bir çark’a bağladığını, sanırım, Başkan Johnson’ın ünlü mektubuyla anlamıştı: 
‘...Türkiye ile aramızda mevcut askerî yardımın, veriliş maksatlarından başka gayelerde kullanılması için, hükûmetinizin Birleşik Devletler’in onayını alması gerekmektedir... Mevcut şartlar altında, Birleşik Amerika’nın, Türkiye’nin Kıbrıs’a yapacağı müdahalede, Amerika tarafından sağlanmış malzemenin kullanılmasına muvafakat edemeyeceğini, size bütün samimiyetimle bildiririm...’ (haziran, 
1964). 
Bunun üzerine, o günleri yaşamış olanlar hatırlayacaktır, İsmet Paşa , ‘...büyük bir devletle ittifak, bir atla yatağa girmeye benzer’ demişti. Nereden mi biliyordu? O nesil bunu, cephelerde, üstelik bir imparatorluk kaybederek 
yaşamıştır. 

‘Kendi uçağını kendin yap!..’ 

Tanık/1. Şevket Süreyya Bey, eski Bolşevik, eski Kadro’cu (solcu Kemalist), incelemeci ve araştırmacı. 

‘...birbirinden sorumsuz, birbirinden mutaassıp ve çağdaş bir dünya görüşünden mahrum dört kişi, imparatorluğun kaderini, kendi aralarına ve ancak birbirlerine cesaret vererek, merkezi hükûmetler’in (Almanya, Avusturya ve Macaristan) kaderlerine bağlamışlardır. Bu dört kişi Enver Paşa, Talat Bey, Meclisi Mebusan Reisi Halil Bey ve Sadrazam Sait Halim Paşa’dır. Hele ittifakı imzalayan Sait Halim Paşa, bir Mısırlıdır, Türk vatanı ile bir ilgisi yoktur...’ 

‘...Türk/Alman İttifakı’nın imzası olayı şöyle özetlenebilir: Alman Sefiri Baron von Wangenhein, Almanya harbe girdikten sonra, Türk-Alman İttifakı’nın derhal imzalanmasını ister. Sadrazam’ın yalısına, kendi evi gibi dilediği zamanda girer çıkar; rica değil, tazyik eder; hatta bağırır çağırır, tehditlerde bulunur. Nihayet gene böyle bir sahnede ve onu yalının başka bir odasında oyalamaya çalışan Halil Bey, birkaç defa o oda ile arkadaşlarının bulundukları oda arasında gidip geldikten sonra çıkışmaya başlar: ‘...herife karşı ayıp oluyor yahu. Hem adam bağırıp çağırıyor, imzalayalım bu istediği neyse, çıkıp gitsin!..’ İstediği imzalanır, adam memnun, çıkar gider. Başları dertten kurtulur ama, milletin başını derde sokarlar ki, bu harp Türk tarihine, şu veya bu yolda, milyonlarca insanın kanına ve devletin yıkılışına mal olacaktır...’ (Tek Adam, cilt 1, s. 199/200, Remzi Kitabevi, 1969). 

İddia makamının ekidir: ‘...NATO’nun, Soğuk Savaş’ta Türkiye’ye attığı kazık, yalnız Johnson ‘ın mektubu mudur? 

Hayır! Önceleri Türkiye, Sovyet taarruzu halinde topyekûn mukabele’den yararlanacaktı; yani caydırıcılık dozu etkili ve güçlüydü; sonradan esnek mukabele’den yararlanabilecek düzeye indirildi; bu esnekliğin dozunu ve 
derecesini, elbette, Düveli Muazzama’nın (sistemin) çıkarları belirleyecekti; Türkiye’nin ‘ulusal çıkarları’ değil...’ ‘Kendi Uçağını Kendin Yap!’ afişleri, nereden çıkmıştı sanıyorsunuz? Aslında, Ulusal savunmanı kendin kur anlamına geliyordu.’ 

‘Tarih tekerrürden ibaret’ midir? 

Belge/1. ABD ile Türkiye arasında, ortak savunma: ‘Türkiye ile ABD; Suriye, İran ve Irak gibi nükleer füze sistemlerine sahip ülkelerden gelebilecek tehditlere karşı yürüttükleri ortak çalışmayı, Bill Clinton’ın ziyareti sırasında ilerletme kararı aldılar. ABD Savunma Bakanlığı, 3 Türk generalini ABD’de yapılacak bir toplantıya davet ederken, kurulacak ortak çalışma grubu, gelecek yıl ABD’de simülasyon tatbikatı gerçekleştirecek. ABD yönetimi, Soğuk Savaş sırasında kurulan ve SSCB’nin nükleer faaliyetlerini de izleyen, Belbaşı Sismik Gözlemevi’ni Türkiye’ye devrediyor...’ (Cumhuriyet, 24 kasım 1999). 

Belge/2. Türkiye’nin Ortak Savunma Projesi’ni, NATO’ya genişletme isteğini, ABD reddetti. ‘...ABD, Türkiye’nin, bölgesel balistik füze tehdidine karşı geliştirilmesi planlanan savunma şemsiyesinin NATO bünyesinde 
gerçekleştirilmesi istemini reddetti. ABD, Ortadoğu ülkelerinden kaynaklanabilecek füze tehdidine karşı, ortak bir çalışma geliştirmek amacıyla, iki yıl önce Türkiye ile işbirliği yapma kararı aldı. Çalışmalar sırasında, Türkiye bu projenin ekseninin genişletilmesi ve bir NATO çalışması olarak geliştirilmesi istemini dile getirdi. Ancak ABD, bu isteme, ‘...ikili düzeyde yapmamızda daha büyük yarar var’ diyerek karşı çıktı...’ (Cumhuriyet, 25 kasım 1999). 
Esas hakkında mütalaa: ‘...Washington, Avrasya’da, yani petrol ve su coğrafyasındaki, temel savunma stratejisi’ni acaba neden NATO çerçevesinde düşünmek istemiyor? 

Yoksa bu, Avrasya’yı, çoğu NATO üyesi Avrupa’lı müttefikleri’ne karşı bir koz olarak kullanmak tasarısından mı ileri geliyor? Bu, bir...’ 

‘...fakat asıl, ikincisi önemli: Ortadoğu, Kafkaslar ve Orta Asya’ya yönelik Amerikan ortak savunma stratejisi’nde, potansiyel düşman olarak zikredilen ülkeler (İran, Irak ve Suriye), Türkiye’nin sınırı bitişik komşuları 
hem de Ankara’nın ulusal politikasında önceliği olan ülkeler, onları a priori hasım saymak, ülkenin ne kadar çıkarına uygun düşer? Hele, Wolfowitz Raporu’nda açıklanan, ABD Temel Savunma Stratejisi’nin esasları hatırlanırsa!...’ 
Öteki süper güç kim olabilir ki? 

Bilirkişi Raporu: Paul Marie de la Gorce , Wolfowitz Raporu’nu değerlendiriyor: 
‘...rapora göre, Avrupa’daki istikrarı; ya Rusya’da milliyetçiliğin diriltilmesi ya da Rusya’nın SSCB’den ayrılarak bağımsızlığını ilan etmiş ülkeleri yeniden kendisine bağlaması teşebbüsü, bozabilir: Ukrayna’yı, Beyaz Rusya’yı, belki de başkalarını!.. İşte burada, gelecek yıllara değin Amerikan politikasının, hangi temel düşünce’ye dayandığı meydana çıkıyor: Ne pahasına olursa olsun, Sovyetler Birliği’nin dağınık halde kalmasını, korumak; hatta gerekirse, bu dağılmayı hızlandırmak; hangi şartta olursa olsun, Rusya’da ya da (buraya dikkat!) Rusya etrafında güçlü bir süper devlet’in oluşmasını önlemek!...’ (Le Monde Diplomatique, nisan 1992).” Evet, alıntı yaptığımız kısım Attila İlhan’ın tanıkları, bilirkişi raporları ve sonuç değerlendirmesiyle büyük kavganın 
fotoğrafından bir bölüm. Ama dahası da var tabiî. 

Özal ve Bush’un Kürt Planları 

Amerika bölgesel 2000 planları için Türkiye’yi öne sürüyor. Bu konuda Milli Güvenlik Kurulu dahil pek çok devlet kuruluşunda eskiden beri Türkiye’nin bir bölgesel savaşla öne sürülüp, Amerikan çıkarlarının koruyucusu ve dolayısıyla 
mağduru olmasının altı çiziliyordu. Buna karşı bir direnç gösteriliyordu. Özellikle Körfez Savaşı sırasında askerlerin Irak’a girmeme ve Özal-Bush formüllerine karşı direnme politikaları Avrupacı güçlerin ordu içindeki muhalefeti olarak 
yorumlanıyordu. 

Bu kavgayı o zaman büyük satranç tahtasında Lozancı olarak da adlandırılan Avrupacı güçler kazanmıştı. Ama Amerika planlarından asla vazgeçmedi. 
Ortadoğu’nun bütün Amerikan karşıtı güçleri Türkiye’ye hep kuşkuyla baktılar. Bu kuşkuyu ne Körfez Savaşı sırasında takınılan tutum, ne de Kıbrıs konusunda Amerika’ya karşı girişilen büyük mücadele değiştiremedi. Bunda NATO üyesi olmanın yanı sıra Türk ekonomisinin giderek Amerika’ya bağımlı bir duruma gelmesinin, dış politikada her ne şart altında olursa olsun Amerika’yla birlikte hareket etme kararlılığının büyük etkisi olsa gerek. Bu ekonomik tercih özellikle İMF ilişkileri ve devletin borçlanma taleplerindeki Amerikan ağırlığı, bölge ülkelerini etkileyen önemli bir unsur. 

Bölgenin önemli ve Amerika’yla ilişkileri çatışmalı, sorunlu ülkeleri olan Suriye, Irak ve İran, Türkiye’yi Amerikan gizli servislerinin desteğiyle kendi ülkesinde operasyonlar düzenlemekle suçlamaktadırlar. 

Suriye-Irak-İran: APO neden yalnız? 

Suriye giderek ağırlaşan ekonomik bunalımı nedeniyle Amerika’yla arasını düzeltmek ve İsrail’le barış anlaşması yaparak bölgede Türkiye’den kendisine yönelecek hareketlerden kurtulmaya çalışıyor. Bunun bir sonucudur ki 
Abdullah Öcalan Suriye’den çıkartılmak durumunda kalmıştır. Türkiye baskılarında etkili olabilmiştir. Suriye eskiyen savaş teknolojisi, bozuk ekonomisi yüzünden PKK’yla mücadele sırasında sık sık sınırlarından içerilere, kilometrelerce terörist takibine giren Türk güvenlik güçleri karşısında çaresiz kalmıştır. Türkiye bunu gördükten sonra Öcalan’la ilgili baskılarını yoğunlaştırmıştır. Sınır bölgelerinde terörist takibine sınırdan içeri girerek devam eden güvenlik güçleri karşısında en önce Suriye karakolları kaçarak yanıt vermiştir. Bu durum Sovyetler Birliği’nin dağılması, Rusya’nın içinde bulunduğu ekonomik durumun kötülüğü ve Suriye’ye yardım edememesinden kaynaklanıyor. 

Çünkü Suriye Devlet Başkanı Hafız Esad, iktidara gelirken Türkiye ve Amerika’nın desteğini almıştır. Kendisi aslen Hataylıdır.Ama daha sonra ülkesini Ruslarla sıkı müttefik yapmıştır. Türkiye ile Amerika’nın istediğinde neler 
yapabileceğini iyi bilmektedir. Ayrıca ülke içi dengelerde etkin olan şeriatçı Müslüman Kardeşler örgütünün kendisine karşı zaman zaman başvurduğu darbe girişimlerinin arkasında da yine Türk-Amerikan ortak operasyonlarını  görmektedir. Suriye PKK’yla ilgili olarak kendisine giden bütün Türk heyetlerine Müslüman Kardeşler örgütünü karşı koz olarak sunmuştur. 

İki kutuplu dünya ve Soğuk Savaş yıllarının getirdiği dengeler içinde Rus yardımı sonucu Suriye, Türkiye karşısında durabilecek askerî yapıya sahipti. Hatta sınırını geçen veya yakın uçan Türk casus uçaklarının yanı sıra, Türk Tapu 
Kadastro uçağı dahi takip edilip Türk sınırları içinde vurularak düşürülmüştü. Ve bu durum karşılıklı güç dengesi içinde müzakerelerle halledilmeye çalışılan sıradan sınır olayları olarak kayıtlara geçirilmişti. 
Ama Sovyetlerin dağılması,Rusya’nın içinde bulunduğu durum Suriye’nin, Türkiye’ye yanıt vermesini ve silahlı kuvvetlerindeki modernizasyonu olanaksız hale getirdi. Suriye bu nedenle Türkiye ve İsrail karşısında, Amerika’yla iyi 
ilişkiler geliştirme ataklarını hızla sürdürmektedir. 

Irak ise özellikle kuzey bölgelerinde Amerika tarafından oluşturulan Kürt tampon devleti politikasına karşı Amerikan baskısı yüzünden hiçbir şey yapamamaktadır. Irak hava kuvvetleri ve silahlı unsurlarının teknik ve gelişmiş birimleri Amerikan saldırıları ve sıkı takibi sonucu tamamen yok edilmiş durumdadır.Silahlı unsurlarını ülkesinin topraklarını değil ama, iktidarını korumak için kullanmak zorunda bulunan Devlet Başkanı Saddam Hüseyin, Türkiye’yi düşman olarak görmektedir.Amerika’nın Irak politikalarında da en etkin ülke Türkiye’dir. Türkiye’den kalkan Amerikan uçakları Irak üzerindeki kontrollerini düzenli olarak yapmakta bu Çevik Güç operasyonlarına Türkiye Büyük Millet Meclisi izin vermektedir. Suriye ile Irak’ın elele vermesi sonucu Fırat ve Dicle ırmaklarının kullanımı konusunda Türkiye karşıtı bir politik tutum Arap dünyasında ve Batılı çevrelerde kabul görmüştür. Bu nedenle Atatürk Barajı ile GAP yatırımlarına Türkiye Batı’dan da kredi alamamış, kendi olanaklarıyla bu projelerini gerçekleştirmek durumunda kalmıştır. Suriye ve Irak özellikle Mısır’ın Arap dünyasındaki liderlik arayışlarından yararlanarak sınır aşan sular konusunu önemli bir tartışma gündemi olarak tutuyorlar. 

3 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder