Ortada Kalış Şaşkınlığı
Mümtaz Soysal,
28 OCAK 2011 KÖŞE YAZARLARI YAZILARI.,
EMRE KONGAR, daha önce yaptığı gibi dün de sütununda yineledi: Türkiye Cumhuriyeti, değişik açılardan yapılan ülkeler arası ölçümlerde hep ortalarda
gezinmekte. Rejimlerin orta yerinde; tam ve kusurlu demokrasilerle otoriter rejimler arası “melez demokrasi” olarak ortada. Özgürlük konusunda, “özgürler”
ile “özgür olmayanlar” yarışında da ortada: “kısmen özgür”.
Başlangıçtaki iddiası “çağdaş uygarlık düzeyinin de üstüne çıkmak” olan bir Cumhuriyete yakışmıyor.
Niçin böyle?
Bu ülkenin bilim, sanat ve spor gibi alanlarda ön saflara geçmiş ve geçebilen birinci sınıf insanları yok mu?
Var, hem de yığınla. Ara sıra adlarını duydukça gururlanıyoruz.
Buna karşılık, hâlâ devletinin resmi dilini konuşamayan, okuma yazma bilmeyen, ilkokul diploması olmayan, işsiz, evsiz, sosyal güvencesiz, hatta yarı aç
yaşayan insanlarımız bile var yetmiş beş milyonluk nüfusumuz içinde.
Neden böyle?
Üst kesimdeki insanlarımız, yani yalnız ün kazandıkları alanlarda değil, servet ve yaşama standardı olarak da ortanın üstünde olanlarımız, genellikle öğrenim
düzeyleri dolayısıyla da öğrenip pek sevdikleri “empati” kavramına uygun biçimde kendilerini onların yerine koyarak, sıkıntılarını, özlemlerini kendi içlerinde de duyarak, acılarıyla bütünleştirerek o kesim için gerekeni yapamazlar mı?
O noktada pek kolay anlaşılmayan bir şey var ama tam ne?
Galiba bir yanda üstün kültür, duyarlı çevre ve doğa sevgisi ile öte yanda çağdaş ekonomistlik ve ileri mühendislik karışımı bir örnek, bu anlaşılmazlığın
nedenini anlamaya ve anlatmaya yardımcı olabilir.
Gün geçmiyor ki, üstün kültür sahibi insanlarımızın, uzak dönemlerin tarihini, sanat değerlerini iyi bilen, doğayı seven, kirletmek, çirkinleştirmek istemeyen
insanlarımızın feryatlarını ve isyan seslerini duymuş olmayalım; örneğin, kısaca HES denen yurdun çeşitli köşeleri için planlanan, yapılan, bitirilen
hidroelektrik santral barajları konusunda.
Öte yandan, bilim ve fen dünyamızın seçkin insanları, toplumlar arası refahlı yaşayış, sağlam ekonomi düzeyi ve çağdaşlık yarışında geri kalışımızın
nedenlerini açıkça ortaya koyuyor: Dıştan yollanan gelişme modellerine aşırı düşkünlük, plansızlık, ileri teknolojileri yerinde ve zamanında kullanamayış
ya da özgünlerini yaratamayış. Onlar, kömür, petrol ya da doğalgaz gibi gittikçe tükenen, dıştan alma ve taşıma yüzünden pahalıya mal olan kaynaklarla
elde edilmiş elektriğin hidroelektrik santrallı barajlardan elde edilen elektriğe göre dört misli pahalıya mal olduğunu ortaya koymaktalar.
Böyle bir gerçeklik açıkça ortadayken çevreciler ve romantik “aydın”lar ile kalkınmacı ekonomistler ve barajcı mühendisler arasındaki çekişmelerin anlamı ne?
Kesimler arası kopukluktan, Cumhuriyetin bütünlükçü felsefesini kavrayamayıştan ve dıştan üfürülen formülleri ezberleyişten başka anlamı var mı bunun?
O zaman, başlangıçtaki atılımın geniş kapsamlı devrimciliğinden ders çıkarmak, kimilerinin suçladıkları gibi gericilik midir, yoksa çağın zorladığı yeni bir
devrimcilik mi?
****
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder