24 Mayıs 2019 Cuma

OPERASYON BÖLÜM 4

OPERASYON BÖLÜM 4


Irak ile Suriye birleşir mi? 

“Kurttekin: Söylediğiniz çerçevede evet. Ancak gazetelerde yayımlanan demeçler bazen çarpıtılabiliyor. Bu bakımdan sizi uyarmak istedim. 

Talabani: Açıkça söyleyeyim artık biz Araplarla açıkça mücadele edeceğiz. Bugün Irak için bir komplo hazırlandığını, buna göre, Irak Baas Partisi’nin yapısının değiştirilerek Irak’ın Suriye’yle birleşmesi öngörüldüğünü biliyoruz. Zaten bu tür planlar yıllardır tatbik edilmek isteniyor. Biz Araplarla içiçe yaşadığımız için Arap meseleleri ve Arapların birleşmeleri yönünde el altından sarf edilen gayretleri bilmiyor değiliz. Zaten biraz evvel bahsettiğiniz demecimde de bunu vurgulamak ve bu tür bir olasılık halinde Arap dünyasının dışında kalacağımızı belirtmek istedim. 
Duatepe: Musul Vilayet Konseyi’yle ilgili girişimin arkasında kimin olduğunu biliyor musunuz? 
Talabani: Biz bunun Türk askerî çevreleri tarafından desteklendiği izlenimini edindik. Musul Vilayeti Projesi’nin hukukî temelini hazırlamış olan Mr. Keller bana, projeyi üst düzeyde bazı askerî makamlarınızla görüldüğünü söyledi. 
(Keller, Cenevre’deki ‘Good Offices Group of European Lawrnakers’ isimli kurulun genel sekreteri.) Türkiye tarafından desteklendiğini düşündüğümüz için de karşı çıkmadık. Doğru söylemek gerekirse bunu Türkiye’nin kara kaşı, kara gözü için değil, bizim işimize de geldiği için destekledik. Musul Türkiye’yle birleşirse bu bizim de Türkiye’yle birleşmemiz için bir ön adım teşkil eder. Bakın size samimi olarak fikirlerimizi söylemek istiyorum. Biz gerçekçiyiz. Bağımsızlık peşinde değiliz. Eğer bir ülkeyle beraber yaşamamız gerekiyorsa bunun Türkiye olmasını istiyoruz. Musul Türkiye’ye geçerse Türkiye’nin petrol sorunu kalmaz. Biz de Türkiye’yle birleşirsek, PKK sorunu da ortadan kalkar. Biz de sizinle aynı parlamentonun çatısı altında konuşuruz. Ben bunu Sayın Başbakan’a da söyledim ve Sayın Başbakan bu fikrime güldü. Bizim içten dileğimiz bu, demokratik bir ülke olan Türkiye sadece bizim için değil, başkaları için de çekici bir ülke olmaya başladı. 

Duatepe: Musul Vilayet Konseyi girişiminin arkasında Türkiye yok. Bunun Türk askerî çevrelerince desteklendiği yolundaki görüşü ilk defa duyuyorum. Bu kişiler filhakika önce askerî yetkililerimizle temas etmişler, onlar da bize gönderdiler. 

Mesele bundan ibaret. 

KYB Temsilcisi Kazzaz: Buradaki Otel masrafları olan 128 000 000 TL’yi kimlerin ödediğini merak ediyorum. 

Talabani: Bu işin arkasında Almanlar ve petrol işinden büyük kazanç sağlamayı uman Avrupalılar olduğunu düşünüyorum. Yanlarındaki Keller adlı şahıs bunları yönlendirip idare ediyor. Ancak tekrar ifade edeyim ki, Musul Vilayet Konseyiyle ilgili olarak sunulan proje son derece iyi hazırlanıyor. Çok iyi bir çalışmanın ürünü. Bunu kimin hazırladığını merak ettim. Amerikalılar da, İngilizler de bunu bilmediklerini söylüyorlar. Ben zaten Türkiye’yle birleşme fikrimizi üst düzey Amerikan yetkililerine açmak, işe karışmak istemiyoruz. ‘Bu Türkiye’nin meselesidir’ dediler ama menfî bir tepki de göstermediler.” 

Her şey Amerika’nın tutumuna bağlı 

Kurttekin: Bizim 70 yılda gerçekleştiklerimizi, üstelik bunu petrolsüz gerçekleşirdiğimizi dikkate aldığınızda bu tür projelerin bizim için önemli olmadığını takdir edersiniz. 
Talabani: Çok diplomatça davranıyorsunuz. Artık eski politikalarınızı bırakın. Musul’u alın ve biz de sizinle birleşelim.Beni üst düzey askerî yetkililerinizle de görüştürmenizi istiyorum. Jandarmayla pratik önlemler için görüşüyorum, ancak ben askerlerle görüşmek istiyorum. 
Duatepe: Sayın Başbakan burada olmadığı için bu talebinizi sonra değerlendire biliriz.  Muhalefet grupları olarak Viyana’da ne kararlar aldınız? 
Talabani: Ana fikir bir hükûmetin kurulması oldu. Erbil’de kurulmasına karar verilen hükûmeti Suudi Arabistan gibi bazı ülkelerin de tanıyacaklarını ümit ediyoruz. Ancak her şey ABD’nin tutumuna ve bu işe ne diyeceğine bağlı. Heyet 
ABD’ye gittikten sonra fikirlerin netleşeceğini bekliyoruz. Bu arada bizim ihtiyaç duydumuz bazı maddelerin Kuzey Irak’a geçirilmesi için yardımlarınızı bekliyoruz. Örneğin sigara fabrikası için getirdiğimiz kâğıt Kapıkule’de bekliyor. 
Sayın Başbakan buna müsade edileceğini söylemişti. 

Duatepe: Bu konuda Sayın Ant size cevap verecek. Ancak Sayın Başbakan bu sigara kâğıtları için özellikle bir talimat vermeden genelde Kuzey Irak için neler yapılabileceğini sorduğunu hatırlatmak isterim. 

Ant: Kuzey Irak’a mal sevkiyatı için Birleşmiş Milletler Yaptırımlar Komitesi’nin müsaadesi gerekli. Eğer söz konusu sigara kâğıtları için bu müsaade verilmemiş ise Kuzey Irak’a gitmesini sağlamamız söz konusu olamaz. Biz elimizden gelen kolaylığı göstermeye çalışıyoruz. Örneğin bir İsveç NGO’su tarafından Kuzey Irak’a gübre ve tahta sevkiyatı için yapılan başvuruları Yaptırımlar Komitesi kabul etmiş. Ama takdir edersiniz ki kararları biz almıyoruz. Bu konuda BM çok hassas davranıyor. 
Talabani: Yaptırım Komitesi’nin kararları zaten ihlal edilmiyor mu? Kuzey Irak’tan getirilen ihtiyaç dışı mazota göz yumulmuyor mu? 
Ant: Bunu bizden herkes talep etti ve başta BM istedi. Çünkü size sağladıkları insanî yardım projeleri için gerekli malzemeyi taşıyacak kamyon bulamıyorlardı. Biz de zararımıza olmasına rağmen kabul edilebilir bir miktarın sevkine 
izin verdik. 
Talabani: 0 halde bize yardımcı olamayacaksınız. Biz de bu malzemeyi İran üzerinden geçiririz. Bir seneden beri sizden talep ettiğimiz hiçbir şeyi sağlayamadık. Bundan üzüntü duyuyoruz.” 
Görüşmenin sonunda Talabani, muhalif grupları temsilen bir heyetin Türkiye’yi ziyaretinin, ABD ziyaretinden sonra gerçekleştirebileceğini düşündüğünü söylemiştir. 
Bölgede kimin sözünün nereye kadar geçerli olduğunun bu tutanaklardan daha iyi kanıtı olabilir mi? 
Türkiye PKK’yla mücadelede hasımlarını yıllar yılı yanlış cephelerde aramıştır. Türkiye olayları doğru tahlil edebilseydi, silahlı ve kanlı bir bataklık yerine Öcalan’ı Kürt siyasî atmosferinde çok önce etkisiz kılabilirdi. Bu anlamda Türkiye’yi bu terör bataklığına sürenleri de göz ardı etmemek gerekiyor. 

Turgut Özal ve Abdullah Öcalan 

Türkiye Talabani ve benzerleriyle girdiği diyalogdan nasıl etkileniyordu? Öcalan bu konuda Turgut Özal dönemine ilişkin övgüler dile getiriyor. Bunun bir anlayış sorunu olduğunun altını çiziyor. Yani “Kürt sorununu Özal anladı, ama 
PKK’yla en etkin mücadeleyi de Özal verdi“ diyor. Çünkü sorunun ekonomik boyutunun Özal tarafından algılandığını iddia ediyor. 
Turgut Özal Kürt sorunuyla ilgili olarak görüşlerini 1992 yılında kurulan DYP-SHP Hükûmeti’nin Başbakanı Süleyman Demirel’e bir mektupla aktarmıştı. Demirel’e elden verilen ve notlardan oluşan bu mektubu çok güvendiğim bir kaynağım,o dönem Özal ve Kürt sorunuyla ilgili olarak ortaya atılan tartışmaları sonuçlandırmak için bana verdi. 

O tarihlerde Turgut Özal’ın Kürt sorununa barışçı çözüm bulma yanlısı olduğu tartışılıyordu. Oysa Özal 1983’te askerî yönetimden devraldığı Türkiye’de PKK terörünün adım adım tırmanması sırasında en etkin görev yapan kişiydi. 
PKK onlarca masum Kürt’ü öldürmeye başladığında “Bunlar üç beş kıçı kırık eşkıya” diyen Özal daha sonra PKK’yla mücadele için bütçenin büyük bölümünü silah alımına aktarma kararını veren kişiydi. Olağanüstü Hal uygulaması onun 
döneminde başladı. PKK’yla mücadele denilerek polis içinde Özel Tim kurulmasına o karar verdi. SS kararnamesi olarak adlandırılan basına ve Olağanüstü Hal ilan edilen 13 ilde yaşamın tamamına müdahale edilmesine olanak veren düzenlemeleri o yaptı. Peki ama bu Turgut Özal Kürt sorunu ile nasıl baş etmek istiyordu? 

Özal’ın Kürt Mektubu 

İşte Özal’ın Demirel’e ilettiği mektup onun gerçek düşüncelerini ortaya koyması bakımından ilginç bir belgeydi. Ben de bu mektubu hem Hürriyet gazetesinin 12 kasım 1993 tarihli nüshasında, hem de Arena programında yayınlamıştım. 
Bu mektup Cumhurbaşkanlığı makamında oturan Özal’ın, Başbakan Süleyman Demirel’e tavsiyelerini içermekte ve bir Kürt sorunu analizi yapmaktadır. Şimdi Özal’ın meşhur Kürt mektubunu okuyalım, sonra değerlendirelim: 
“Çok gizli 
Zata mahsus 
Kürt Sorunu: Güneydoğu Anadolu’daki durum ve çözüme yardımcı olabilecek öneriler 
Giriş: 
Uzun zamandır Türkiye’nin güneyinde, belki Cumhuriyet tarihinin en önemli problemiyle karşı karşıya bulunmaktayız. Siyasî, sosyal ve ekonomik boyutların yanında, kanlı terör olaylarıyla büyük bir sancı veren ‘Kürt Olayı’ ve Güneydoğu Anadolu’daki sorun, devletimizi her geçen gün daha fazla meşgul etmektedir. 

Bu sorunun başlangıcı, Osmanlı döneminin son yıllarına kadar uzanmaktadır. Cumhuriyet’in ilk 15 yılında karşımıza önemli bir mesele olarak çıkmış, devleti hayli meşgul etmiş ve muhtelif isyanlar olmuştur. Bunlar, zamanında icabında kanla bastırılmış, bölge halkının bir kısmı ‘mecburi iskân’a tabi tutularak, batıya yerleştirilmişlerdir. 
1950 yılında demokrasiyle beraber mecburi iskânın kalkmasıyla bunların bir kısmı, geriye yerlerine dönmüşlerdir. 
Ancak, özellikle 1960’lı yıllardan sonra bu bölge halkının sürekli olarak batıya doğru kaymaya başladığını müşahade etmekteyiz. 
Gerek 1960’lı, gerek 1970’li, hatta 1980’li yıllarda yeniden kısmî olarak 1940 öncesi politikalara, hafif de olsa bir dönüş gözlenen devreler olmuşsa da, genel olarak demokrasiye geçişimizle birlikte bölge halkının devamlı batıya göçü 
olduğu görülmektedir. Elimizde, kesin rakamlar mevcut olmamakla beraber, etnik olarak Kürt denilen nüfusun muhtemelen yüzde 60’ı Ankara ve batısında yaşamaktadır. Tabiatıyla, bu göç planlı olmadığından, batıda da bazı 
şehirlerimizde, (mesela Adana, Mersin, İzmir, Antalya hatta İstanbul’da) bu vatandaşlarımızın birbirine yakın, hatta toplu halde yerleştikleri görülmektedir. 
Bazı gözlemler: 
- Son yıllarda problem esas itibariyle, önceleri Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nin; Tunceli, Şırnak, Siirt, Hakkari ve Mardin illerinde başlamış, daha sonra diğer Güneydoğu illerimiz ile Ağrı, Erzurum, Erzincan, Kars, Ardahan, Iğdır ve 
Elazığ illerimize de sıçramıştır. Ancak, bununla beraber, halen olayların büyük bir kısmının Güneydoğu Anadolu’nun Şırnak, Hakkari, Mardin ve Siirt illerini kapsayan dağlık bölgede ve Diyarbakır, Bitlis tarafındaki dağlık kesimde de 
yoğunlaştığı görülmektedir. 
- Maalesef bu bölgede, ister kendi rızaları, ister korku ve tehdit saikiyle olsun, terör örgütüne verilen destekte ciddi artışlar 
olduğu ve bunun süratle geliştiği görülmektedir. Ayrıca, bu örgüte katılmak veya destek vermek amacıyla, dağa çıkan ve örgüte 
iltihak eden genç sayısında da önemli bir artış vardır. 
- Bu örgütün dağ faaliyetleri yanında, ovaya indiği, şehir ve kasabalarda da rahatça faaliyet gösterdiği, hatta yol kesme olaylarının adeta olağan hale geldiği de kabul etmemiz gereken bir gerçektir. 
- Diğer taraftan, bölgede hudut karakollarımıza, birliklerimize, devlete ait yatırım yapan, faaliyet gösteren tesislere ve eğitim müesseselerimize saldırı, baskın, taciz, pusu gibi faaliyetlerde de önemli bir artış gözlenmektedir. 

- Terör örgütünün dağlık ve kırsal kesimde devletin yanında, hatta onun ötesinde, ikinci veya alternatif otorite haline gelme istidadını gösterdiği keyfiyetini de göz önünde bulundurmak gerekir. Nitekim, bazı yerlerde vergi toplamaktan yargıya kadar bazı devlet fonksiyonlarını üstlendikleri bile görülmektedir. 
- Bu terör örgütünün, devletin askerlik çağına gelen gençleri silah altına almasını engelleme çabalarının yanı sıra, bu gençleri kendi saflarına çekme gayretleri de müşahade edilmektedir. Bu suretle, bölgede geniş bir toplumu, bu 
meselenin içine çekme gayretlerinde büyük artış olduğu anlaşılmaktadır. 
- Bu menfi gelişmeler ışığında, bölge halkının bezgin ve tedirgin olduğu ve durumun kötüleşmesi ve Şırnak benzeri olayların artması halinde, sorunun ülkemizin batısına da belli derecede sıçraması ihtimali kuvvetlenecektir. Nitekim, bunun belirtileri, bazı şehirlerimizde şimdiden görülmeye başlamıştır. 
- Diğer endişe verici bir gelişme de, bu durumun bir Türk-Kürt çatışmasına, hatta kavgasına dönüşmesi ihtimalinin artmasıdır. Mesela, Güneydoğu illerine mal sevkıyatının yavaşlatıldığı, kredili mal verilmediği bazı batı illerimizdeki 
işyerlerinde ayırım işaretlerinin başladığı gözlenmektedir. 
- Bölge halkı, bir taraftan terör örgütünün her geçen gün yoğunlaşan tehdit ve baskısı, diğer taraftan bazı güvenlik mensuplarının muamelesi karşısında kendilerini iki ateş arasında kalmış hissetmekte, buna rağmen devleti yanında ve arkasında görme arzusu içindedir. 
- Buradaki durum devam ederse, çok büyük problemlerle karşılaşmamız kaçınılmaz olacaktır. 
- Bölgede diğer önemli bir sorun da, işsizliğin çığ gibi büyümesidir. Devletin ve özel sektörün yatırımlarının şu veya bu nedenle aksamasından dolayı, işsizlik süratle çoğalmaktadır. 
- Meselenin bu şekilde sürüp gitmesi, ister bölgede, ister batıda yaşayan, ülkemizde Kürt etnik kimliği olmakla beraber, kendilerini Türkiye Cumhuriyeti’nin sadık ve sağlam vatandaşı addedenler de de bir kırgınlık, endişe ve hassasiyet yaratmaktadır. 
- Bugün ülkemizde bir Kürt milliyetçiliği kavramının her geçen gün daha büyük bir kesimce benimsendiğini ve mevcudiyetini kabul etmek gerekir. Bunun planlı bir şekilde geliştiğini ve geliştirildiğini görmekteyiz. Gerek yurt içinde, gerek yurt dışında mevcut bazı kurum ve kişilerin bu konuda yoğun çaba harcadıkları bilinmektedir. 
- Üniversitelerimizde okuyan Kürt etnik kökenli gençlerin, daha ziyade idare ve yargıda çalışacak şekilde yetişmeleri de calibi dikkattir. 
- Söz konusu terör örgütünün, terör faaliyetleri yanında Kürt milliyetçiliğini canlandırıcı çalışmalara, içeride ve dışarıda etkili propagandaya da ağırlık verdiği görülmektedir. Gerek terör alanında, gerek bu konularda terör örgütünün 
lideri ve mevcut kadrosunun yanında çeşitli ülkelerden uzman ve teknisyenlerin bunlara yardımcı olduğu ve yol gösterdiği ihtimali gözden uzak tutulmamalıdır. 
- PKK’nın yurtdışındaki yabancı Kürt enstitüleri, insan hakları dernekleri, kendilerine sempati duyan basın mensuplarıyla yakın temas ve işbirliği içinde oldukları izlenimi edinilmektedir. Yurtiçinde de, Emeğin Bayrağı, Yeni Ülke, Özgür Gündem ve Yeryüzü gibi Kürt gruplarca çıkartılan gazete ve dergiler ile, 2000’e Doğru ve benzeri yayınlardan anında yurtdışında alıntılar yapılması dikkat çekicidir. 
- Şüphesiz, bütün bu gelişmeleri Türkiye’nin içeride ve bilhassa dışarıdaki düşmanlarının istediği bir husus olduğu gerçeğini göz önünde bulundurmakta yarar vardır. Gelişen Türkiye’nin, özellikle son zamanlarda gerek Balkanlar, gerek Orta Asya’daki Müslüman ve Türk kökenli ülkelerle geliştirmekte olduğu yakın ilişkiler ve dünya politikasında önemli bir yere kavuşma durumundan rahatsız olan çevrelerin, Türkiye’yi rahatsız etmek, en azından bu süreci yavaşlatmak için çaba göstermiş olabileceklerini de göz önünde bulundurmalıyız. Bu meseleye bir çözüm bulamazsak, büyük, hatta orta devlet olma şansımızı kaybetme ihtimali mevcut olduğu gibi, zayıf ve perişan hale gelmemiz ihtimali de mevcuttur. 

5. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder