3 Haziran 2016 Cuma

Orta Doğu’da Jeopolitik Dönüşüm ve Türkiye İçin Oluşturduğu Tehdit BÖLÜM 1





Orta Doğu’da Jeopolitik Dönüşüm ve Türkiye İçin Oluşturduğu Tehdit,  


BÖLÜM 1


21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü
Bugün 03 Haziran 2016 

YAZIM TARİHİ;
11 Ocak 2016 Pazartesi

Orta Doğu’da Jeopolitik Dönüşüm ve Türkiye İçin Oluşturduğu Tehdit
Ümit Özdağ tarafından yazıldı.
BU GÜZEL ARAŞTIRMA YAZISI İÇİN TEŞEKKÜR EDERİM..


Orta Doğu Bölgesi, 1914-1918’den bu yana yaşadığı en büyük jeopolitik dönüşümden geçmektedir. 20. Yüzyılın başında küresel bir savaş çerçevesinde Orta Doğu’da dört senede gerçekleşen jeopolitik dönüşüm, 21. Yüzyılın başında daha geniş bir zaman dilimine yayılmıştır. 21. Yüzyılda Orta Doğu’da jeopolitik dönüşüm, kökenleri 1991’de gerçekleşen Birinci Basra Körfezi Savaşı sırasında atılmış olmakla beraber, 2003’te başlamış ve 2015 itibariyle devam etmektedir. Orta Doğu’da gerçekleşen jeopolitik dönüşüm Libya, Yemen, Suriye ve Irak coğrafyalarında sürmekle beraber, önümüzdeki yıllarda diğer Orta Doğu ülkelerine de sıçrama potansiyeline sahiptir.Nitekim, Amerikalı Orta Doğu uzmanı Robin Wright 28 Eylül 2013’te New York Times gazetesinde yazdığı “Imagining a Remapped Middle East” başlıklı makalesinde, Orta Doğu’da beş devletin parçalanacağını ve bölgede 14 yeni devletin kurulacağını ileri sürmüş, uzun zamandan bu yana sürmekte olan ve I. Dünya Savaşı sonrasında kurulan devletlerin sınırlarının tekrar mezhep, etnik grup veya aşiret kültürleri göz önüne alınarak çizilmeye çalışıldığı tartışmalarına yeni bir boyut kazandırmıştır.[1] Amerikan dış politikasının en önemli isimlerinden Henry Kissinger da Amerikan NBR radyosuna verdiği demeçte, “1919-1920 yıllarında kurulan ulusal sınırlar bir bütün olarak yıkılmalıdır” görüşünü savunmuştur.[2] Keza tanınmış Amerikalı stratejist Charles Krauthammer’in 18 Haziran 2015’te Washington Post gazetesinde yazdığı “A New Strategy for Iraq and Syria” başlıklı yazıda, Amerikan yönetimine “Mezopotamya’nın Balkanlaştırılması ABD’nin gidebileceği tek yol” önerisinde bulunması da Orta Doğu’da bölünmenin Batı için bir süreç değil, bir politika olmaya başladığını göstermektedir.[3] Ö. Taşpınar da, "Obama sonrasında kurulacak yönetimin artık Suriye’nin toprak bütünlüğünü sağlamanın mümkün olmadığını anlayacağını" ifade etmektedir.[4] 

Orta Doğu’da sınırların tekrar çizilmesi görüşü sadece gazetelerde değil, artık resmi yetkililer tarafından resmi kurumlarda da savunulmaktadır. Yeni ABD genelkurmay başkanı olması beklenen Org. Joseph Dunford bu göreve atanması ile ilgili Senato Silahlı Kuvvetler Komitesi’nde yaptığı konuşmada Irak’ın Kürt ve Şii olmak üzere iki devlete bölünmesini tasavvur edebileceğini, ancak bir Sünni devletin oluşmasını tasavvur etmekte zorlandığını ifade etmiştir.[5]  Esasen birçok kaynakta modern Orta Doğu’nun sınırlarını çizen 1916 tarihli Sykes-Picot Antlaşması’na dayalı sınırların sorgulandığı görülmektedir.[6] Özetle, Orta Doğu’nun jeopolitiğinin yeniden yapılandığı bir süreç yaşanmaktadır.Orta Doğu’da I. Dünya Savaşı sonrasında ikinci parçalanma süreci 1991’de gerçekleşen Basra Körfezi Savaşı sonrasında başlamıştır. ABD’nin Irak Ordusu’nu Kuveyt’ten çıkarmasından sonra Irak önce fiilen Kuzey Irak, Saddam denetiminde Orta Irak ve Şii isyancıların kontrolündeki Güney Irak olmak üzere üçe bölünmüştür. Daha sonra Washington, Saddam’ın Güney Irak’ı tekrar denetim altına almasına izin vermiştir. Ancak K. Irak’ta fiili bir Kürt devleti ABD desteği ile kurulmuş ve 2003’e kadar korunmuştur.ABD’nin Irak’a yönelik 2003’te gerçekleşen ikinci saldırısı, Orta Doğu’da halen yaşanmakta olan kapsamlı bir parçalanma sürecini tetiklemiştir. Bu tetiklemenin bir tesadüf değil, bir siyaset olması büyük bir ihtimaldir. 

Amerikalı Org. Wesley K. Clark, 11 Eylül’ün hemen sonrasında Pentagon’da Irak’ın işgalini/parçalanmasını Suriye, Lübnan, Libya, İran, Somali ve Sudan’ın 
izleyeceğinin planlandığını belirtmiştir.[7]  

Bu noktada sorulması gereken üç soru vardır. 

Birincisi, Pentagon’da yapılan Orta Doğu’nun Balkanlaştırılması planının daha derinde yatan tarihsel kökenleri var mıdır? 

İkincisi,  Orta Doğu’da olası parçalanmaların hepsi bir Amerikan projesi ile mi ilgilidir? Bu çerçevede Orta Doğu’nun beklediği parçalanma sadece Org. Clark’ın sıraladığı ülkeler ile mi ilgilidir yoksa Pakistan ve Wright’ın sıraladığı Yemen ve Suudi Arabistan da bu parçalanma sürecinin içinde mi olacaktır?

Ve Üçüncü soru ise Türkiye’nin bu bölünme sürecinden kendisini kurtarıp kurtaramayacağıdır. Bu analizde yukarıda sorulan soruların cevapları tartışılacaktır.Kissinger’ın Emri ve Lewis PlanıPetrol zengini Arap ülkelerinin Arap milliyetçiliği etrafında birleşerek Arap-İsrail savaşında İsrail’i destekleyen ülkelere karşı petrol ambargosu başlatmaları Batı başkentlerinde şok etkisi yaratmıştır. Araplar Abbasilerden bu yana ilk kez milli bilinç ile ortak hareket etmektedirler. Nixon yönetiminin Milli Güvenlik Danışmanı ve Dışişleri Bakanı H. Kissinger, Arap dünyasındaki milli bilincin nasıl dağıtılabileceği ile ilgili bir çalışma yapılması talimatını vermiştir.Kissinger’ın ABD’de başlattığı süreç ile ilgili açık kaynaklara geçen ilk toplantı Princeton Üniversitesi'nde Haziran 1978’de gerçekleştirilmiştir.Prof. Bernard Lewis’in başkanlığını yaptığı toplantıya 
Oryantalizm ve modern Arap tarihiyle ilgili tanınmış isimler katılmıştır. Prof. Dr. Bernard Lewis, yaşayan en önemli Orta Doğu uzmanlarından birisidir. 1916’da 
İngiliz vatandaşı olan ve 2. Dünya Savaşı döneminde akademisyen kimliği ile İngiliz askeri istihbaratında çalışan Lewis, savaştan sonra  Londra Üniversitesi’nde araştırmalarına devam etmiştir. 1974’de ABD’de Princeton Üniversitesi’ne geçen Lewis’in ABD’nin Orta Doğu politikasının şekillenmesinde 
önemli katkıları olmuştur. Gerek Henry Kissinger ve Zbigniew Brzezinski gibi ulusal güvenlik danışmanlığı yapmış isimler, gerekse Prof. Dr. Samuel Huntington gibi stratejistler, Lewis’den çok köklü şekilde etkilenmişlerdir. B. Lewis’in “Lewis Planı” diye bilinen ve 1970’lerden bu yana evrilerek gelişen jeopolitik vizyonu, Orta Doğu’dan Hindistan’a kadar uzanan bölgede var olan milli devletlerin etnik ve mezhep hatları boyunca daha küçük devletlere bölünmesini öngörmektedir.  Lewis’in bu planı bazen Orta Doğu’nun “Lübnanlaşması” bazen de Orta Doğu’nun “Balkanlaşması” kavramları ile izah edilmiştir. Lewis, Roma İmparatorluğu’nun emperyal ilişkiler modelinden hareket etmektedir. Etnik temelde şekillenmiş devletçiklere geniş muhtariyetler tanınmakta ancak Roma üstün askeri gücü ile belirleyici askeri-politik güç olarak müdahale ederek yönetmektedir.[8]B. Lewis’in başkanlığını yaptığı toplantıda 19. Yüzyıl Osmanlı idarecilerinin uyguladıkları mezhep ve inançlara göre belirlenmiş sınırlar üzerinde çalışılması öngörülmüştür. Toplantıyı duyuran Yıllar Boyu dergisi toplantıya getirilecek İsrail planına göre, Orta Doğu'daki her mezhebin bir vatanı olmasının hedeflendiğini Marunilerin Lübnan'da, Kürtlerin Suriye ve Irak'ta, Şiilerin Güney Irak ve İran'ın bir kısmında, Sünnilerin Suriye, Lübnan, Ürdün ve Filistin'de sınırları belli yurt sahibi olacaklarını ve bu ülkelerin 
hepsinin sonunda bir federasyon ve ya konfederasyonda birleşme planı üzerinde çalışıldığını ileri sürmüştür.[9]Bu toplantı ile ilgili açık kaynaklarda ikinci 
bilgi EIR Executive Intelligence Review adlı derginin 9 Eylül 1980 tarihli sayısında bulunmaktadır. EIR’de şöyle denmektedir:” Lewis, Orta Doğu haritasının kapsamlı bir şekilde yeniden çizilmesini hedefleyen projelerin sponsorluğunu yaptı ve katıldı. Böyle bir haritanın yeniden çizilmesi projesi 1978’de Princeton’da gizlice düzenlenmişti. Bir Arap kaynağa göre, toplantıda Osmanlı İmparatorluğu dönemindeki idari yapılanmanın çağdaş Orta Doğu’ya uygulanması ile ilgili bir plan ele alındı.”[10] Princeton Üniversitesi toplantısından sonra Orta Doğu’da sınırların nasıl çizileceğini ele alan ilk açık bilgi İsrail’den gelmiştir.        

Irak ve Suriye’nin Bölünmesi ve İsrail’in Güvenlik Stratejisi Dünya Siyonist Örgütü’nün yayın organı Kivunim (Yönler) dergisinin Şubat 1982’de 
yayınlanan 14. Sayısında gazeteci ve eski bir İsrailli diplomat olan Oded Yinon, Irak ve Suriye’nin bölünmesi gerektiği tezi ile Princeton Üniversitesi’nde 
başlayan düşünceyi bir başka boyutta geliştirmiştir. “ İsrail İçin 1980’lerde Stratejisi” başlıklı yazıda Yinon, İsrail için kalıcı güvenliği I. Dünya 
Savaşı’ndan sonra yabancı güçler tarafından sınırları  “geçici karttan evler” olarak çizilen Müslüman Arap dünyasının sınırlarının yeniden çizilmesinde 
görmektedir.[11] Yinon, Türkiye ve İran’ın da etnik yapılarının istikrar sağlamaktan uzak olduğunu tartıştığı bütün Orta Doğu ülkelerinin etnik 
yapılarını incelediği bölümden sonra, bu durumun İsrail için riskler ve sorunlar içermekle birlikte çok kapsamlı fırsatlar da ortaya çıkardığını savunmakta dır.[12] Yinon’a göre Irak, İsrail’in güvenliği için Suriye’den daha büyük bir tehdittir, çünkü daha güçlüdür ve onun parçalanması Suriye’nin parçalanmasından  daha önemlidir. Yinon, Irak-İran savaşının Irak’ı parçalayacağına inanmıştır. Yinon, İsrail’in güvenliği için Irak’ın üçe bölünmesi gerektiği görüşünü ortaya atmıştır.  Yinon’a göre Irak’ın bölünmesinde Osmanlı döneminde Basra, Bağdat, Musul idari bölünmesi esas alınarak, etnik ve mezhep temelleri üzerinde kuzeyde bir Kürt devleti, ortada bir Sünni ve güneyde Şii devleti kurulmalıdır.[13]Yinon, Suriye’nin bugünkü sınırları içinde dört yeni devletin kurulmasının İsrail’in güvenliğini sağlayacağını ileri sürmektedir. Yinon’a göre bu bölünme şu şekilde olmalıdır: “Suriye, etnik ve dini yapısına uygun olarak bugün Lübnan’da olduğu gibi çeşitli devletlere ayrışacaktır. Kıyıda bir Şii-Alevi devleti, Halep bölgesinde Sünni devleti, Şam’da buna düşman bir başka Sünni devleti, Havran-Kuzey Ürdün-Golan bölgesinde de bir Dürzi devleti. Bu yapı barış ve güvenliğimizin garantisi olacaktır ve bu hedef erişebileceğimiz kadar yakındır.” [14]    Yinon’un makalesine atıfta bulunan Ralph Schoenman, “Siyonizmin Gizli Tarihi” adlı eserinde şöyle demektedir: “Irak devletini parçalamak cebir işlemi çözmeye benzemez. İsrail parçalanmanın ardından kurulacak uydu devletlerin sayılarını, nerede kurulacaklarını ve kimlerin üzerinde egemen olacaklarını kararlaştırmıştır.”[15] 

Yinon’un makalesini “Kudüs Amerikan Girişimcilik Enstitüsü”nün raporu izlemiştir. Raporda, “Orta Doğu’da ulusalcılık ve ulusal kimlik yok edilmeli, 
bunun için de Orta Doğu Osmanlılaştırılmalıdır. Böylece bölgede Batı çıkarlarına karşı çıkacak ulusal güç ve direnç kalmayacak, sistemlerin çarkları rahatlıkla 
işleyecektir. ABD için en tehlikeli düşman ve tehdit, bağımsızlık tehdididir… ”görüşü savunulmaktadır.[16]1990’lar Washington’da Irak’ın Bölünmesi Projesi 1990’lı yıllarda bir Arap ülkesinin bölünmesi sürecinin ilk adımı atılmıştır. Kuveyt savaşından sonra Irak artık kağıt üzerinde bir ülkedir. Ancak bunun sadece bir başlangıç olduğu gazeteci Güneri Cıvaoğlu ile iki Amerikalı subay arasındaki ilginç konuşmadan anlaşılmaktadır. Amerikalı subaylar Türkiye’yi de bölecek bir Büyük Kürdistan projesinden bahsetmektedir.[17] 


1991’de Suudi Arabistan Büyükelçisi Yaşar Yakış’ın ayarladığı bir randevu ile gazeteci Güneri Cıvaoğlu, çok iyi Türkçe bilen bir Amerikalı yarbay ile buluşuyor. Cıvaoğlu, görüşmeyi şöyle anlatmaktadır: “Körfez Savaşı sırasında Suudi Arabistan’dayım. ABD kumanda merkezi olarak kullanılan otelin bir odasında dinlediklerim dehşet verici. Amerikalı yarbay duvardaki harita üzerinde Türkiye’nin Güneydoğusu'nu ve Kuzey Irak’ı işaret ediyor. Avucunu o coğrafyada dolaştırırken şöyle diyor: ‘Savaş bitecek. Amerika Irak’tan çıkacak. Giderken silahlarının büyük bölümünü bırakacak. Bunlar içinde ağır silahlar, roketler de olacak. Yöredeki Kürtler bu silahları alacaklar ve Türkiye’ye karşı kullanacaklar.  Toprak isteyecekler. Türkiye, ya istedikleri toprağı verecek ya da vermeyecek ve savaşacak.’ Yarbay iyi derecede Türkçe konuşarak anlatıyor bunları. Kulaklarıma inanamıyorum. ‘Ya NATO ortaklığı, ya ülkelerimiz arasındaki dostluk’ diye soruyorum oralı olmuyor. 

Gene de bunun ‘Amerikalı yarbayın kendi fantezisi’ olabileceğini düşünüyorum. Ama... Birkaç dakika sonra bir başka odada gene Amerikalı bir rütbeliden aynı şeyleri dinliyorum. Bunun ‘bir mesaj olabileceğini’ düşünüyorum. İki Amerikalı subayın, Türk büyükelçisi tarafından alınmış bir randevuda tanınmış Türk gazeteciye bu mesajı vermelerinin kendi fikirleri olduğunu düşünmek mümkün değildir. 

Prof. Dr. Bernard Lewis de Basra Körfezi Savaşı'ndan sonra Foreign Affairs dergisinde yaptığı değerlendirmede çok önemli iki tespit yapmaktadır: 

Birinci tespit, 

Orta Doğu’nun geleceğini tahlil ederken, Arap ülkelerinin Irak’a karşı birleşerek savaşmasının Arap milliyetçiliğine ağır bir darbe vurduğunu ve bundan sonra Orta Doğu’da tek çekici seçeneğin İslami köktendincilik olduğudur. 

İkinci tespit ise Orta 

Doğu’nun Lübnanlaşabileceği tespitidir.[18] 
Her iki tespitinde doğruluğu zaman içinde ortaya çıkmıştır. Ancak bunu sadece Ortadoğu’daki doğal ve kendiliğinden gelişimin sonucu olarak görmek mümkün değildir. 

Dışarıdan Ortadoğu’ya müdahaleler bu süreçleri beslemiş ve hızlandırmıştır.Eric Wallberg, 1996’da Richard Perle, James Colbert, Charles Fairbanks, Jr., Douglas Feith, Robert Loewenberg, David Wurmser ve Meyrav Wurmser’in birlikte hazırladığı “A Clean Break: A New Strategy for Securing the Realm” adlı çalışmanın Yinon’un görüşlerini 2000’lere taşıdığını belirtmektedir.[19] Richard Perle tarafından kaleme alınan bu çalışma Yinon makalesi kadar sert köşeler içermese de onun zihinsel yol haritasını izlemekte, Saddam’ın devrilmesini ve Suriye’nin ezilmesini önermektedir.[20]         

2000’lerde Pentagon’un Orta Doğu’yu Bölme StratejisiOrg. Wesley K. Clark, 1997-2000 arasında NATO’nun Avrupa Birlikleri Komutanı olarak görev yapmış ve Kosova operasyonunu yönetmiştir. Clark, Irak’ın işgalinden sonra “Winning Modern Wars-Iraq, Terrorism and The American Empire” adlı bir kitap yayınlamıştır. Clark, Bush Yönetiminin 11 Eylül sonrasında “Teröre karşı savaş” başlığı altında düzenlediği savaş stratejisini özellikle de Irak’ın işgal edilmesini sert bir şekilde eleştirmiştir. Clark, Bush Yönetimini şöyle tenkit etmektedir: “Bush Yönetiminin bizi El Kaide ile yapılacak gerçek bir savaşı yapmamak pahasına Irak ile bir savaşa ittiği, acele ettirdiği, yanlış yönlendirdiği ve manipüle ettiği benim için açıktı.”Org. Clark, Orta Doğu’da gerçekleşen süreci anlamamız için önemli olan bilgiler vermektedir:“Kasım 2001’de Pentagon’a geri döndüğüm zaman yüksek rütbeli bir kurmay subay ile sohbet etme fırsatı buldum. “Evet, hala Irak’a karşı bir operasyon için iz sürüyorduk söylediğine göre. Ancak daha fazlası da vardı. Bu beş yıllık bir planın parçası olarak konuşulmuştu ve toplam yedi ülke söz konusuydu.Irak ile başlanacak sonra Suriye, Lübnan, Libya, İran, Somali ve Sudan gelecekti. Evet diye düşündüm, bu onların ‘bataklığı kurutmak’ diye konuştuklarında kastettikleri şeydi. Aynı zamanda bir Soğuk Savaş yaklaşımının da kanıtıydı. Terörizmin bir devlet sponsoru olması gerekirdi. Ve bu devlete saldırmak daha etkili olurdu.”[21]  

Org. Clark’ın Pentogon’da dinlediği, Orta Doğu’da yedi ülkenin parçalanması ile ilgili politikanın hala bir bütün olarak sürdürülüp sürdürülmediğini kesinlikle söyleyemeyiz ancak Amerikan Ordusu’nun Irak’a ikinci girişinde başlattığı süreç Irak’ın parçalanması süreci olmuştur.Nitekim Yarbay Ralph Peters tarafından yayınlanan yarı resmi nitelikli Armed Forces Journal adlı dergide 2006 Haziran’ında yayınlanan “Blood Borders- How a better Middle East would look” adlı makalede Orta Doğu’da mevcut sınırları radikal bir şekilde tasfiye eden ve yeni sınırlar öneren bir harita yayımlanmıştır. Peters herhangi bir subay değildir. Amerikan askeri dergilerinde çok sık makaleleri yayınlanan Yarbay Peters’in emekli olmadan önce son görevi Amerikan Savunma Bakanlığı İstihbarat Müdür yardımcılığıdır.[22]“Balkanlar ve Himalayalar arasındaki adaletsizliği ile ünlü topraklardaki en göz alıcı haksızlık bağımsız bir Kürt devletinin yokluğudur. Orta Doğu’da bitişik bölgelerde yaşayan 27 ile 36 milyon arasında Kürt vardır (bu rakamlar muğlaktır zira hiç bir devlet dürüst bir nüfus sayımı yapılmasına müsaade etmemiştir). Günümüz Irak nüfusundan daha büyük olan bu grup, düşük nüfus tahminini bile göz önünde bulundurduğumuzda Kürtleri 
dünyanın kendine ait bir devleti olmayan en büyük etnik grubu yapmaktadır. Daha kötüsü, Kürtler, Ksenofon’un zamanından beri yaşadıkları tepe ve dağların 
bulunduğu bölgeyi kontrol eden her devlet tarafından ezilmiştir.

Amerika Birleşik Devletleri ve koalisyon ortakları Bağdat’ın düşmesinden sonra bu haksızlığı düzeltmek için ellerine geçen muhteşem fırsatı görememişlerdir. Uyumsuz parçaların birbirlerine Frankeştayn canavarını andıran şekillerde dikilmesinden oluşan bir devlet olan Irak, o anda üç küçük devlete bölünmeliydi. Korkaklık ve vizyon eksikliğinden bunu başaramadık ve Iraklı Kürtleri yeni Irak hükümetini desteklemeleri konusunda zorladık – ki bunu iyi niyetimize karşılık olarak isteyerek yapıyorlar. Ancak özgür bir halk oylaması gerçekleştirilecek olsaydı, hiç şüpheniz olmasın ki Irak Kürtlerinin neredeyse %100’ü bağımsız olmak için oy verirlerdi. Şiddetli askeri baskılara maruz kalan ve on yıllar boyunca “ Dağ Türkü” olarak nitelendirilmek suretiyle kimlikleri yok edilmek istenen Türkiye Kürtleri de aynı şekilde oy verirlerdi. Ankara’nın önünde bulunan Kürt sorunu son on yıl içerisinde bir miktar kolaylaşmış olmasına rağmen, baskı yakın tarihlerde tekrar yoğunlaştı ve Türkiye’nin doğusundaki beşte birlik bölümü işgal edilmiş bir bölge olarak görülmelidir. Suriye ve İran Kürtleri de mümkün olsa bağımsız bir Kürdistan’a katılmak isterlerdi. Dünyanın meşru demokrasilerinin Kürt bağımsızlığını muzaffer kılmayı reddetmeleri medyamızı sık sık heyecanlandıran beceriksizce yapılan hafif günahlardan çok daha kötü bir insan hakları ihmalidir. Ayrıca Diyarbakır’dan Tebriz’e kadar uzanan bağımsız 
bir Kürdistan, Bulgaristan ve Japonya arasında en Batı yanlısı devlet olacaktır.”[23]Ralph Peters’in makalesiRalph Peters’ın makalesi ve haritası 
sadece derginin sayfalarında kalmamış, NATO eğitim kurumlarına kadar girmiştir. 

Bu haritanın Napoli’de NATO Koleji’nde Türk subaylarının da bulunduğu bir toplantıda gösterilmesi Türk Genelkurmay Başkanı’nın Amerikan Genelkurmay 
Başkanı nezdinde protestoda bulunmasına yol açmıştır.        

Irak’ın Kademeli Olarak Parçalanması Amerikan Ordusu’nun Irak’ı işgali sonrasında Amerikalı generaller (eğer bazı Amerikan kaynaklarına inanmak gerekir ise) CIA’nın aksi doğrultudaki uyarılarına rağmen sadece BAAS rejimini çökertmekle kalmamış, bilinçli bir şekilde Irak devletini ve ordusunu da çökertmiştir. Irak’ta devletin çökertilmesini yeni devletin mezhep ve etnik köken bilinci üzerine kurulu yeni bir toplum yapısının oluşturulması takip etmiştir. Kürt bölgesi her an kopmaya federe bölge olarak şekillendirilirken,  Sünni Arap bölgesi ise Şii Arap baskısı altında Irak’ın bütünlüğüne yabancılaşma süreci içerisine girmiştir. Burada anılması gereken husus, Irak savaşı öncesi ve sırasında Başkan Bush’un Prof. Dr. B. Lewis ile haftada bir kez buluştuğu ve Irak’ın geleceğini görüştüğüdür. Princeton toplantısının yöneticisi süreci izlemektedir. İşgal sonrasında daha önce mezhebin sorulmasının ayıp sayıldığı bu ülkede bir süre sonra insanlar sadece isimleri “Ali” veya “Ömer” olduğu için Sünni veya Şii çeteler tarafından kafaları kesilerek öldürülmeye başlanmıştır. Irak büyük bir mezhepsel iç savaşa sürüklenmiştir. Bu süreçte, daha önce iç içe yaşayan Sünniler ve Şiiler kendi bölgeleri sayıldıkları bölgelere çekilmişlerdir. 
Sünniler yeni devlet kurulurken siyasal sistemden büyük ölçüde dışlanmışlardır. Kuzey Irak ise Türkmenlerin bilinçli bir şekilde ezilmesine ve jeopolitik 
tasfiyesine Washington’un göz yummuştur. Haziran 2015 itibarı ile Irak’ta devlet maddi ve manevi çöküş süreci içerisindedir. IŞİD’in 2014’de Musul’u işgali 
sonrasında Bağdat’ı kontrol altında tutan Şii Araplar ülkenin Araplar ve Türkmenler ile meskun olan bölgelerinde meşru bir otorite oluşturamamışlardır. 
IŞİD karşı Musul’un işgalinden sonra başlatılan askeri harekatlar da istenilen sonucu alamayınca Irak devletinin moral çöküşü hızlanmıştır. IŞİD halen Irak’ın 
Musul başta olmak üzere önemli bölgelerini kontrol altında tutmaktadır. Bağdat üzerindeki IŞİD tehdidi de sona ermemiştir. IŞİD’in Musul’u işgali ve daha sonra 
gerçekleştirdiği askeri operasyonlar Bağdat’ı zayıflatırken, Kuzey Irak Kürt Federe Bölgesi gelişmelerden önemli jeopolitik kazançlar elde ederek çıkmıştır. 
KDP, IŞİD tarafından işgal edilen büyük bir bölümü Irak Anayasasına göre “tartışmalı bölge” olan bölgeleri IŞİD’den almıştır. KDP, IŞİD’den aldığı 
bölgelerden çıkmayacağını açıklamıştır. Öte yandan KYB de IŞİD saldırısı sırasında mevzilerini boşaltan Irak Ordusu’nun çekildiği başta Kerkük olmak 
üzere birçok tartışmalı bölgeyi işgal etmiştir. Mesut Barzani’nin Nisan 2015 sonunda Washington’a yaptığı ziyarette ABD’den destek istemesi üzerine kendisine bağımsızlık için 20 sene beklemesi gerektiği nasihati verilmiştir. 

Ancak Barzani’ye Kürtlerin işgal ettikleri bölgeleri ellerinde tutabileceği sözü de verilmiştir.Böylece, KDP’ye Doğu Musul, (Akra-Musul arasında gaz ve petrol 
yataklarının olduğu bölge) ABD tarafından verilmiştir. KYB ise Kerkük’ün 9 petrol sahasından 7’sini işletmektedir. Kürtler, şimdi bir bölümünü ellerinde 
tuttukları Tuzhurmatu’nun tamamını istemektedir.  Erbil ayrıca Diyala ilinin Hanekin, Celevla, Karatepe ve Cabbara’yı talep etmektedir. Diyala ile Hanekin 
arasındaki çizgide Şii milisler ile peşmergeler arasında zaman zaman çatışmalar çıkmaktadır.

ABD’nin hedefi Irak’ın zayıf bir federal devlet (Bağdat) ve güçlü 
bir federe devlet (Erbil) şeklinde şekillenmesidir. 

ABD, Irak’ın kontrol dışı parçalanmasını ve altından kalkamayacağı bir bağımsızlık süreci içerisine girmesini istememektedir. Eğer Irak’ın kuzeyinde ilan edilen bağımsız devlet, ABD’nin askeri desteği ile bağımsızlığını korumaya zorlanır ise bu maliyet ABD için ödenmesi zor olan bir maliyet olacaktır. Bundan dolayı, ABD bağımsızlık sürecini ertelemektedir. Irak’ın ABD’den sonra (bazı konularda ABD’den de etkin) en önemli oyuncusu olan İran ise ABD’nin Irak’ın kuzeyinde Kürt devleti kurmasına karşıdır. Tahran, KDP’nin bağımsız Kürdistan’ı ilan etmesi durumunda “bağımsız Kürdistan’ı” ikiye bölmeye hazırdır. Erbil’de Barzani bağımsızlık ilan eder ise Tahran’ın Talabani’yi Süleymaniye, Halepçe, Hanekin ve Kerkük’te KYB devletini kurmaya sevk etmesi büyük ihtimaldir. Bölgenin etkisiz gücü Türkiye ise Barzani ve Sünni Araplar ile bir ittifak kurmuştur. Ancak, Türkiye’nin Barzani üzerindeki etkisi, İran’ın Talabani üzerindeki etkisi ile kıyaslanmayacak kadar azdır. Öte yandan AKP Hükümeti, bölgede gerçek müttefiki olan Irak Türkmen Cephesi’ni ve Türkmenleri bilinçli olarak etkisizleştirmiştir.  Sonuç olarak Irak devleti jeopolitik olarak parçalanmış, varlığı harita üzerinde devam eden bir devlettir. Parçalanmanın resmileşmesi için uluslararası ve bölgesel konjonktürün uygun olması beklenmektedir. 

RESİM 1





Irak’ın parçalanması durumunda, İran Basra şehri ile Bağdat’ın kuzeyi arasındaki bölgeye yayılan Şii Irak’ı tamamen denetimi altına alacaktır. İran aynı zamanda bağımsız Kürdistan’ın devletçiğinin ilan üzerine bağımsız Kürdistan’dan ayrılmasını sağlayacağı Kerkük, Süleymaniye, Halepçe ve Hanekin bölgesinde ikinci bir devletçiğin oluşmasını sağlayacak ve kontrol edecektir. Öte yandan suni Araplar ise Musul merkezli olmak üzere batı Irak’ta verimsiz bir alana sıkışacaklardır. Wright Irak’ın parçalanması durumunda, kuzeyde Suriye’nin kuzeyi ile birleşecek Kürdistan’ın kurulacağı, Sünni Irak’ın Sünni Suriye ile birleşerek ortaya bir “Sünnistan’ın” çıkacağını ileri sürmektedir.[24]




Sudan’ın Parçalanması Irak’ın parçalanma süreci devam ederken Sudan önce 1952-1973 sonra 1984-2005 arasında Sudan Hükümeti ile Sudan Halk Kurtuluş Ordusu’nun taraf olduğu iki aşamalı uzun süren bir iç savaştan sonra parçalanmıştır. 2005 barışından sonra Güney Sudan özerkliğini ilan etmiştir. 9 Ocak 2011’de yapılan referandum sonucunda Güney Sudan bağımsız devlet olarak Sudan’dan ayrılmıştır. Bu süreçte Sudan Cumhurbaşkanı Ömer El Beşir 2009’da Uluslar arası Savaş Suçları Mahkemesi tarafından Darfur soykırım 
yaptığı iddiası ile dava açılmıştır. 

Sudan iç savaşı bir yandan Müslüman-Hristiyan çatışması diğer yandan Sudan’ın zengin petrol kaynakları üzerinde Batı ile Çin arasında gerçekleşen bir mücadele olmuştur. Sonunda Sudan parçalanmıştır. Petrol yataklarının bulunduğu Güney Sudan’da  bağımsız bir devlet oluşmuştur. Arap Baharı ile Gelen “ Yaratıcı Tahrip ”: Mısır Tunus’ta bir seyyar satıcının kendisini ateşe vermesi ile başlayan “Arap Baharı” süreci   Orta Doğu’da yeni bir jeopolitik dönüşüm dalgasını tetiklemiştir.  Bundan dolayı, ABD olmak üzere Batı Dünyasının Arap Baharı sürecinde oynadığı rol çok tartışmalıdır. 




Amerikalı sistem dışı dış politika analizcilerinden F. W. Engdahl, ABD’nin “Arap Baharı” sürecinde uyguladığı politikaya “yaratıcı tahrip” adının verildiğini ileri sürmektedir.[25] Mısır’da Mübarek’i devirmek için gösterilerin devam ettiği bir sırada Mısır Genelkurmay Başkanı Sami Hafez İnan’ın Washington’da olduğunu belirten Engdahl, internet üzerinden Mübarek’e karşı etkili bir mücadele sürdüren Müslüman Kardeşler (MK) üyelerinin de Amerikan askeri istihbaratı tarafından eğitildiğini iddia etmektedir. Üstelik Engdahl’a göre Müslüman Kardeşler-ABD işbirliğinin kökleri Nasır’a karşı ortak muhalefete kadar geri gitmektedir.[26] Engdahl, Mısır’daki ayaklanmanın Gürcistan ve Ukrayna’daki Turuncu Devrimlerin izlerini taşıdığını ileri sürmektedir. 


Engdahl, Mısır’da MK ile bağlantılı ve Mübarek’e karşı isyanda önemli bir rol oynayan "Kefaya" (Yeter) hareketi ile Gürcistan’da 2003 Turuncu Devriminde rol alan Kmar (Yeter) hareketinin isim benzerliklerinin tesadüf olmadığını ileri sürmektedir.[27]Engdahl, “Kefaya” hareketi ile ilgili olarak RAND’a 2008’de 
Savunma Bakanlığı, Genelkurmay Başkanlığı-Birleşik Komutanlık, Deniz Kuvvetleri, Deniz Piyadesi ve askeri istihbaratın sponsorluğu ile “The Kefaya Movement: A Case Study of a Grossroots Reform Iniative” adlı bir çalışmanın yaptırılmış olmasını tesadüf olarak görmemektedir.[28] 

Bu çalışmada Amerikan hükümetine Orta Doğu’da muhalif hareketleri enformasyon teknolojileri konusunda eğitilmesine destek verilmesi önerilmektedir.Crooke, AB Dış İşleri temsilcisi Javier Solana'nın eski danışmanı ve Conflicts Forum’un kurucusu direktörü olan Alastair Crooke’da Mısır’da ABD hükümeti ve diğer yabancı kaynaklar tarafından finanse edilen sürgündeki gruplardan bahsetmektedir. 

ABD’nin Şam Büyükelçiliğinde yapılan bazı yazışmalara göre bu gruplardan çoğu ve bunlara bağlı TV kanalları ABD Dışişleri Bakanlığı ve ABD merkezli vakıflardan on milyonlarca dolar para yardımı yanında eğitim ve teknik destek almışlardır. Bütün bu iddialara rağmen, ABD Yönetiminin Mübarek’i devirmek için ne kadar etkin destek verdiğini söylemek mümkün değildir. Ancak Washington, Türkiye’de AKP’nin “ılımlı İslam” deneyiminden sonra, aynı tecrübenin Mısır’da da istediği sonucu alabileceği düşüncesine daha cesaret ile bakmış olabilir. Ayrıca, Mübarek gibi çürümüş bir liderin arkasında durmanın maliyetinin de çok fazla ve gereksiz olduğu düşünülerek, Mübarek’i deviren sürecin karşında durmamış hatta belirli ölçülerde kolaylaştırmış olabilir.     




    
Mısır’da Müslüman Kardeşler Yönetimi, ABD’nin beklediği politikaları uygulamayınca, Washington gerçekleşen askeri darbenin yanında yer almıştır. Ancak Mısır’da askeri darbe sorunu çözmüş değildir. Hatta, Mısır, sistemli bir şekilde bir iç savaş ortamına doğru ilerleyebilir. Askeri rejimin bazı büyük kentlerde sadece gündüzlere hakim olduğu ve Sina yarımadasında sürekli çatışma ortamının sürdüğü düşünülür ise Mısır’ın istikrardan çok uzak olduğu anlaşılacaktır. 

Libya: Parçalanma Sürecinde Olan Bir ÜlkeTunus’ta başlayan ayaklanma 15 Şubat 2011’de Libya’ya sıçramıştır. İlk isyan Kaddafi rejimi tarafından dışlandığı düşünülen petrol zengini Bingazi bölgesinde başlamıştır. 




19 Mart’ta Fransa’nın başını çektiği Batılı güçler Libya’ya müdahale kararı almışlardır. Batı ordularının desteğini alan isyancı güçler 28 Ağustos 2011’de başkent Trablus’u ele geçirmişler ve 20 Ekim 2011’de Kaddafi infaz edilmiştir. Bu süreçte en dikkat çekici husus NATO güçlerinin El Kaide militanları ile Kaddafi’ye karşı işbirliği yapmalarıdır.[29]Libya’da olanları anlamamız açısından İtalya Başbakanı Berlusconi’nin, 2011 Temmuzunda yaptığı açıklama büyük önem taşımaktadır. Berlusconi, Libya’da NATO uçakları Kaddafi güçlerini İtalya’nın da katkısı ile bombalarken şöyle demektedir: “Libya’da olanların bir halk ayaklanması ile ilgisi yoktur. Libya halkı Kaddafi’yi seviyordu.”…”(Ancak) güçlü adamlar yeni bir dönemi hayata geçirmek için Kaddafi’ye devirmeye karar verdiler” dedikten sonra kendisinin bu sürece destek vermesini de şöyle izah etmiştir: “Amerika’nın baskısı, Cumhurbaşkanı Georgio Napolitano’nun duruşu ve parlamentonun kararı karşısında bana nasıl bir seçim kalmıştı ki?”[30]

Kaddafi sonrasında Libya’da bir devlet düzeni tesis etmek mümkün olmamıştır. Bir millet bilincine ulaşmamış aşiretler coğrafyası olan Libya Batılı petrol şirketlerinin de oluşturduğu ve teşvik ettiği zemin üzerinde hızla Trablusgarp, Bingazi ve Fizan bölgeleri çerçevesinde üçe ayrılma süreci içine sürüklenmektedir. Libya halen sonu görünmeyen bir iç savaş sürecinden geçmektedir.Bu iç savaşta taraflar dört büyük gruba ayrılmışlardır.  Yeni Genel 
Milli Kongre Bağlıları adlı grupta       


Libya Kalkan Gücü, Libya Devrimci Hücresi, Milli Muhafızlar, Amazih ve Tuareg Milisleri bulunmaktadır. Yeni Genel Milli Kongre Bağlıları, Türkiye, Katar ve Sudan tarafından desteklenmektedir. İkinci grubu Libya Meclisi Bağlıları oluşturmaktadır. Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan tarafından desteklenen bu grupta, Libya Milli Ordusu, Zintani Tugayları, Varşefana (Warshefana) ve Tubu (Toubou) Milisleri bulunmaktadır. Üçüncü grup Cihatçı Yerel Yapılardır. Bu yapılar, Bingazi Şura Konseyi Devrimcileri Bağlıları, (Ensar el Şeria, Libya Kalkanı, 17 Şubat Şehitleri Tugayı), Derne Mücahitleri Şura Konseyi, (Ensar el Şeria-Derne, Ebu Salim Şehitleri) Ajdabiya Şura Konseyi, (Ensar el Şeria) örgütleri şeklinde yapılanmışlardır. Dördüncü grup ise her geçen gün etkinli artan IŞİD’dir. IŞİD, Libya’da Barka Vilayeti, Tripoli Vilayeti ve Fezzan Vilayeti olmak üzere üç coğrafi zeminde örgütlenmiştir.

Suudi Arabistan varlığını sürdürecek mi?





Orta Doğu’da parçalanma sadece ABD’nin hedeflediği ülkeler ile ilgili bir süreç değildir. ABD’nin en önemli müttefiki S. Arabistan’da bölünme tehdidi ile karşı 
karşıya olan ülkeler arasındadır. S. Arabistan tarihin gerisinde kalmış bir ülkedir. Bir aileye ait olan, bu ailenin dini anlayışının topluma dayatıldığı, ancak sahip olduğu petrol kaynaklarının ABD için öneminden dolayı Amerikan askeri ve istihbari desteği ile ayakta kalan S. Arabistan’ın geleceği ile ilgili Ralph Peters gibi Robin Wrigth’da mezhep ve aşiret zemininde bir parçalanma öngörmektedir. Wright, Libya gibi milletleşememiş, hanedanın rüşvet batağındaki çürümüş yönetimindeki Suudi Arabistan’ın muhtemel parçalanma hatları olarak Kuzey Arabistan, Batı Arabistan, Güney Arabistan, Doğu Arabistan ve ortada Vahabistan’ı çizmektedir.   


2 Cİ BÖLÜMLE DEVAM EDECEKTİR



***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder