SUDAN etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
SUDAN etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

31 Mart 2020 Salı

Libya Örneği Üzerinden NATO’yu Okumak

Libya Örneği Üzerinden NATO’yu Okumak




Ali SEMİN
www.bilgesam.org
Libya Örneği Üzerinden NATO’yu Okumak


Orta Doğu ve özellikle Arap devletlerinde yaşanan hadiseler küresel güçler için tarihten günümüze kadar genel anlamda büyük öneme sahiptir. Bilhassa bölgede bulunan zengin enerji ve yer altı kaynakları açısından Ora Doğu, küresel güçler (ABD, İngiltere ve Fransa) için çekim merkezi haline gelmiştir. Bu bağlamda, Arap ülkelerindeki değişimi ve halk isyanlarını tetikleyen önemli faktörlerden birinin de, küresel güçlerin bölge üzerinde oynadığı oyunlar ve yaptıkları ince hesapların olduğu aşikârdır. 

Bu güçlerin bölge üzerinde hem yaptıkları işbirliği hem de güç mücadelesi bağlamında, Arap ülkelerinde otoriter yönetimlere karşı gösterilen halkın tepkisine ve hareketlerine ciddi ölçüde payı olduğunu söylemek mümkündür. Nitekim Libya’daki halk direnişinden sonra NATO güçlerinin bölgeye müdahale etmesi, halkın rejimin değişmesi konusundaki tutumunu daha da artırmış ve tetiklemiştir. Başka bir ibareyle, NATO’nun Libya’ya müdahalesinde olduğu gibi küresel güçler tarafından halk hareketinin uzun süreli ayakta kalması için, askeri teçhizat ve çıkara dayalı siyasi destek yapılmasaydı, Arap ülkelerinde meydana gelen olaylarda halkın yönetime karşı bu kadar gösterilere devam etmesi zor olacağı ifade edilebilir. Arap ülkelerindeki yönetimlere yönelik başlayan halk isyanları olarak kabul edilse de, daha sonra bölgesel ve küresel güçlerin yardımına ve hatta vekâlet savaşlarına dönüştüğüne dikkat çekmek gerekir.

Bu bağlamda Arap ülkelerinde baş gösteren halk ayaklanmalarıyla birlikte bölge üzerinde birçok küresel aktörün siyasi, ekonomik ve nüfuz kurma mücadelesine yol açmaktadır. Değişim sürecine giren Arap ülkelerinde ortaya çıkan otoriter boşluğu doldurma ve Orta Doğu’da etkinlik kurmak isteyen tüm aktörler, bölgedeki pastadan aslan payı elde etmeye çalışmaktadır. Özellikle Kaddafi sonrası Libya üzerinde nüfuz sahibi olmaya çalışan Fransız ve İngiliz petrol şirketleri, 2011 yılında Trablus direnişçilerin eline geçer geçmez Ulusal Geçiş Konseyi ile anlaşmak için görüşmelere başlamıştı. Ayrıca Fransa ve İngiltere, Libya’daki direnişçilere Kaddafi’ye karşı her türlü desteği sağlamaya çalışmıştır. 1 Eylül 2011 tarihinde Paris’te yapılan Libya konferansı sırasında Rusya’nın, hemen Libya’daki Ulusal Geçiş Konseyi’ni resmen tanıdığını açıklamıştı. 

Aslında Aralık 2010’dan bu yana başta Libya olmak üzere Suriye, Yemen, Sudan, Cezayir ve genel olarak Orta Doğu üzerinde keskin bir güç mücadelesi söz konusudur. Rusya’nın, Kaddafi sonrası Libyalı muhalif grubundan yana bir tavır almasının iki nedeni vardır. İlk nedeni, Kaddafi döneminde, Rusya ile Libya arasında 4 milyar dolarlık bir silah anlaşmasının var olduğudur. Moskova’nın Trablus’taki yönetimi tanımasındaki temel gayenin, Libya’da kurulan yönetimle de söz konusu sözleşmeyi devamlı kılmaktı. Diğer neden ise, Rusya’nın bölgedeki gelişmelerden uzak kalmamak ve bölgedeki etkinliğini devam ettirmek isteğidir. Dolayısıyla Rusya, Arap ülkelerindeki değişimle ve Suriye’deki iç savaşla birlikte Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra Orta Doğu bölgesinde kendine yeniden nüfuz alanları açtı. 

Orta Doğu’daki Krizler ve Türkiye’nin Libya Politikası

Arap ülkelerindeki değişimin bölgesel ve bölge dışı aktörlerin de değişmesine sebep olduğu ifade edilebilir. Çünkü otoriter rejimlerin yerine farklı anlayışlara sahip yönetimlerin gelmesi, hem bölge ülkeleri arasındaki ikili ve çok taraflı diplomatik, ekonomik ve ticari ilişkileri tesiri altına almaktadır, hem de küresel aktörlerin yeniden yönetimsel şeklinin oluşması, ister istemez bölgedeki aktör lerin de değişmesine yol açmaktadır. Bu nedenle Arap ülkelerindeki eski yönetimlere yönelik gelişen kontrolsüz gösterilerin sonucunda deyim yerindeyse ABD’ye yakınlığı ile bilinen liderler, Arap halkı tarafından devrilmiştir. Bu açıdan bakıldığında ABD yönetimi, bölgede eski müttefiklerini kaybetmeye başladıktan sonra Suriye’de PKK/YPG terör örgütüyle, diğer ülkelerde ise devlet dışı aktörlerle ilişkilerini güçlendirmeye başlamıştır. 

Bu çerçeveden bakıldığında bundan sonra ABD’nin yeniden dizayn edilmeye başlayan Orta Doğu bölgesinde hem kendi çıkarlarını, hem de İsrail’in güvenliğini korumak için iki seçeneği vardır: Bunlardan biri Arap kamuoyu nezdinde hep tepki çeken ABD’nin yeni stratejik arayışları içine girmesi kuşkusuzdur. İkinci seçenek ise, Arap halklarının gösterilerle, yönetimleri devirme konusunda elde ettiği başarıya mesafeli durup, tepki ve dikkatleri çekmeden ilişkilerini geliştirebilmesidir. Çünkü liderlerini deviren ve isyana devam eden Araplar arasında, söz konusu gösterilerin sonucunda elde edilen başarının ABD ve Avrupa ülkeleri (özellikle İngiltere, Fransa ve İtalya) tarafından müdahaleye uğraması ve kontrol altına alınması kaygısı hâkim olmuştu.

Öte yandan Orta Doğu’da tek NATO üyesi olan Türkiye’nin Libya’ya karşı sergilediği tutum dikkate alındığında Ankara, Libya’daki gelişmelerin 
başlangıcında Libya’da bulunan Türk işçilerinden dolayı temkinli bir politika izlemiştir. Ardından yaşanan gelişmelerin seyrine göre Türkiye, Libya muhalefetine tam destek 

“ ABD’nin yeniden dizayn edilmeye başlayan Orta Doğu bölgesinde hem kendi çıkarlarını, hem de İsrail’in güvenliğini korumak için iki seçeneği vardır: 
Bunlardan biri Arap kamuoyu nezdinde hep tepki çeken ABD’nin yeni stratejik arayışları içine girmesi kuşkusuzdur. İkinci seçenek ise, Arap halklarının gösterilerle, yönetimleri devirme konusunda elde ettiği başarıya mesafeli 
durup, tepki ve dikkatleri çekmeden ilişkilerini geliştirebilmesidir.”verdiğini duyurmuştu. Türkiye, Libyalı muhalefet grubuyla İstanbul’da çeşitli konferanslar düzenlemiş ve bunun sonucunda Libya Temas Grubunun kurulmasına öncülük etmiştir. Hatta dönemin Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, 23 Ağustos 2011 tarihinde Bingazi’yi ziyareti etmiş, Türkiye’nin, Ulusal Geçiş Konseyi’ne sağladığı 
300 milyon dolarlık yardımın 100 milyon dolarını nakit olarak yardım yapmıştır. 

Başka bir ifadeyle Türkiye’nin Fransa’yla Libya üzerinde rekabet içinde olduğu analizleri yapılmıştır. Aslında Libya üzerinde bu kadar rekabet ve güç mücadelesinin Kaddafi sonrası Libya’daki Türkiye’nin konumunu riske altında olduğu da söylenebilir. Kaddafi döneminde Libya’da, Türk müteahhit ve müşavirlik firmaları 2009-2010 yılları arasında 7 milyar 627.2 milyon dolar tutarında proje almıştır. Türk inşaat firmaları ise bu rakamın 23 milyar dolar olduğuna işaret etmektedir. Libya olaylarından sonra yukarıda gösterilen rakamların yarısından fazlası kadar zararın olduğunu da dikkate almak gerekir. Böylece Ankara’nın, Libya krizindeki girişimlerine bakıldığında, bu ülkedeki eski varlığını yakalamasının konjonktürel anlamda zor olduğu görülmektedir. Türkiye’nin Libyalı muhalif grubu ağırlaması, destek olması ve hatta Kaddafi güçleri tarafından yaralanan Libyalıların Türkiye’de tedavi görmelerini sağlamasına rağmen Trablus düştükten sonra Libya’da “teşekkürler Fransa” 
şeklindeki pankartları öne çıktığı unutulmamalıdır. 

Ankara, Libya’da çok zor bir güç mücadelesine girmiştir. Bu mücadeleyi kazanıp kazanamayacağını zaman gösterse de, aslında Libya’daki yerel, bölgesel ve küresel bağlamındaki çok aktörlü bir sahaya dönüştüğünü ifade etmek mümkündür. 

Orta Doğu’da NATO Müdahalesi Çözüm mü? 

Orta Doğu’da süregelen gelişmelerin ve halk ayaklanmaları gibi olaylara bölgedeki müdahaleci güçlerin genellikle ABD merkezli organize ve koalisyonlara tanıklık edilmiştir. Ancak son dönemlerde bölgede ve özellikle Libya’da baş gösteren halk ayaklanmalarına yönelik ABD yerini dolaylı olarak NATO’ya bırakmak istediği söylenebilir. ABD’nin, Afganistan ve Irak’ı işgalinden sonra bölgede oluşturduğu güvensizlik ortamının ve nispeten de olsa, uğradığı askeri başarısızlık Obama yönetimi döneminde değişim sürecine giren Arap ülkelerine askeri müdahalede bulunma cesaretinin kırıldığı görülmektedir. 

Bilhassa Arap kamuoyunda ABD’ye yönelik oluşan güvensizlik kırılan cesaretin önemli çizgilerden biridir. Washington yönetimi, Orta Doğu halkları arasında oluşturduğu müdahaleci ve işgalci imajını değiştirmek istediği için Arap ülkelerindeki halk ayaklanmalarına sadece söylem ile NATO ve Birleşmiş Milletler gibi örgütlerin adı altında harekâta geçmeye çalışmıştı. 

Kaddafi güçlerinin, Libya’daki göstericileri bastırmak amacıyla uyguladığı şiddetin sonucunda, başta Fransa ve ABD olmak üzere 19 Mart 2011 tarihinde NATO güçleri Libya’ya müdahalede bulunmuştur. NATO’nun bu tutumu Araplar arasında önemli bir yankı uyandırmıştır. Araplar, Batılıları genellikle sömürgeci olarak görse de NATO’nun Libya’ya müdahalesiyle, özellikle Fransa ve İngiltere’ye karşı duydukları kinin ve nefretin yerini sempatinin aldığı görülmüştür. Arapların bu konudaki genel görüşü NATO’nun desteği olmasaydı, Kaddafi güçlerinin Libya’daki tüm göstericileri katledebilirdi. Bu nedenle Libya’daki olayların ardından bölgedeki müdahaleci aktörlerin rol değişimine uğradığı değerlendirilebilir. Dahası Libya lideri Kaddafi’nin, NATO’nun yaptığı 7459 sorti ve harcanan 2 milyar doları aşkın para ile devrildiği ifade edilmektedir. 
Finansmanını sağlayan ülkelere bakıldığında, ABD 938 milyon dolar, İngiltere 362 milyon dolar, Fransa 359 milyon dolar ve İtalya 320 milyon dolar harcamıştır. Kaddafi’nin devrilmesi için harcama yapan ülkelerin Libya’yı kolay kolay terk etmeyeceği görülmelidir.

Libya’daki sürece NATO’nun müdahalesi dikkate alındığında, 2011 yılında Arapların yeni kurtarıcısı olarak nitelenen NATO’nun, Libya’daki başarısının ardından acaba Suriye’ye ve Arap ülkelerindeki diğer benzeri gelişmelere müdahale eder mi?” sorusunu gündeme getirmişti. 
Arapların NATO’nun müdahalesine olumlu yaklaşmalarını iki şekilde açıklanabilir. Bunlardan birincisi 20 Ekim 2011 tarihinde NATO güçlerinin yardımıyla Libya lideri Kaddafi’nin öldürülmesinin ardından ülkeden çekilmesi, Arapların NATO’yu kurtarıcı olmasına ve sempati duymasına sevk ettiği söylenebilir. Çünkü ABD misali Irak’ı işgal edip Saddam’ı devirdikten sonra ülkeye yerleşmemiştir. Diğer neden ise, NATO örgütünün içinde Türkiye gibi Müslüman bir ülkenin de içinde bulunması Arapların NATO’ya olumlu bakmasında önemli bir etken olduğu kabul edilebilir. Dolayısıyla, Libya’daki müdahalesinden sonra Arap ülkelerinde otoriter iktidarların halka karşı silahlı güce başvurduğu durumlarda, NATO Araplara kurtarıcı olarak takdim edilmekteydi. Hatta Libya’dan sonra Suriye’ye müdahale olasılığı da tartışma konusu olmuştu. Aslında NATO’nun Libya’ya müdahalesinin temel amaçlarından biri de, Afganistan’daki başarısızlığının ardından Libya’da 
başarılı olması NATO’ya motivasyon kaynağı olduğunun da altını çizmekte fayda vardır. 

Sonuç

Libya’da, halk direnişinin kanlı başlamasının Fransa ve NATO’nun müdahale etmesini gerekli kıldığını söylemek mümkündür. Libya’da olayların başlamasıyla Kaddafi’ye karşı yönetimdeki bakan ve yüksek rütbeli askerlerin halk direnişine destek vermesi Kaddafi’yi Sırbistan’dan paralı askerler tutmaya sevk etse de iktidardan devrilmesini önleyememiştir. Ancak Suriye’deki hadiseler Libya örneğiyle karşılaştırıldığında Esed rejimine bağlı bakan ve yüksek rütbeli askerlerin halkın safına geçtiği çok az sayıdadır. Bu bağlamda Şam’ın güçlü kalmasına hizmet eden en önemli etkenlerden birisi üst düzey devlet görevlilerin yönetimin yanında tavır almasıdır. 

Öte yandan ABD tarafından kurulmaya çalışılan Arap NATO’sunun yükleneceği misyonun İran’a yönelik bir hamle olacağı ihtimali yüksektir. 

Peki, Arap NATO’su mümkün mü? Aslında Arap ülkeleri arasında yaşanan siyasi ve diplomatik sorun ve krizlerin artığı bir dönemde ortak bir Arap gücünün kurulması uzak bir ihtimal olmasa da başarılı olacağı hususu tartışmaya meyyal bir konudur. Dolayısıyla Arap NATO’sunun kurulması; bölgesel olarak Orta Doğu’da ve Arap dünyasında yeni kutuplaşmalara ve askeri/siyasi liderlik rekabetinin derinleşmesine yol açabilir. 

BİLGESAM Hakkında

BİLGESAM, Türkiye’nin önde gelen düşünce kuruluşlarından biri olarak 2008 yılında kurulmuştur. 

Kar amacı gütmeyen bağımsız bir sivil toplum kuruluşu olarak BİLGESAM; Türkiye’deki saygın akademisyenler, emekli generaller ve diplomatların katkıları ile çalışmalarını yürütmektedir. 

Ulusal ve uluslararası gündemi yakından takip eden BİLGESAM, araştırmalarını Türkiye’nin milli problemleri, dış politika ve güvenlik stratejileri, komşu ülkelerle ilişkiler ve gelişmeler üzerine yoğunlaştırmaktadır. 

BİLGESAM, Türkiye’de kamuoyuna ve karar alıcılara yerel, bölgesel ve küresel 
düzeydeki gelişmelere ilişkin siyasal seçenek ve tavsiyeler sunmaktadır.

 Ali Semin, Yazar Hakkında, 

Mart 2011’de BİLGESAM Ortadoğu Araştırmaları Uzmanı olarak başlamış olduğu görevine, 1 Eylül 2015 tarihinden beri Araştırma Koordinatörü olarak çalışmalarına devam etmekte olan Ali Semin, Orta Doğu siyaseti, Türkiye’nin Ortadoğu politikası, Türk-Irak ilişkileri, Irak’ın iç ve dış politikası, kuzey Irak’ın siyasi yapısı, Türkmenler, Iraklı Kürtlerin bölgesel ve küresel güçlerle ilişkileri, Körfez ülke- leri, İran, Suriye, Libya, Mısır, Tunus, Filistin sorunu, Hizbullah ve Hamas konularıyla ilgilenmektedir. 
Semin, 2012 yılından itibaren Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Uluslararası İlişkiler doktora programına devam etmektedir.

Bilge Adamlar Stratejik Araştırmalar Merkezi (BİLGESAM) 
Mecidiyeköy Yolu Caddesi, No:10, 34387 Şişli -İSTANBUL 
www.bilgesam.org 
www.bilgestrateji.com 
bilgesam@bilgesam.org 
Tel: 0212 217 65 91 - 
Fax: 0 212 217 65 93
© BİLGESAM Tüm hakları saklıdır. İzinsiz yayımlanamaz. Kaynak gösterilerek alıntı yapılabilir. 

***

3 Haziran 2016 Cuma

Orta Doğu’da Jeopolitik Dönüşüm ve Türkiye İçin Oluşturduğu Tehdit, BÖLÜM 2







Orta Doğu’da Jeopolitik Dönüşüm ve Türkiye İçin Oluşturduğu Tehdit,  


BÖLÜM 2


Yemen Tekrar Parçalanacak mı?         

Arap Baharı’nın etkisi, Mart 2011’de Yemen’de de görülmeye başlamıştır. Mart 2011’de Yemen polisinin göstericilere ateş açması sonucu 50 gösterici ölmüştür. 




Yemen Devlet Başkanı Ali Abdullah Salih, iç savaş çıkabileceği uyarısı yaparak olağanüstü hal ilan etmiştir. Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) üye ülkeleri 
Salih’in görevden ayrılmasını, yetkilerini yardımcısı Abdurrabuh Mansur Hadi’ye bırakmasını içinde muhalefet liderlerinin birinin başkanlığında seçime 
gidilmesini teklif ederek Salih ve ailesine dokunulmazlık teklif etmiştir. Salih görevinden ayrılmayacağını ilan etmiştir. Haziran 2011’de başkanlık sarayına 
yapılan saldırıda Salih yaralanmış ve tedavi için Suudi Arabistan’a gitmiştir. Eylül 2011’de geri dönmüş ve başkanlığı devretmek için yeni şartlar öne 
sürmüştür. 23 Kasım 2011’de KİK’in önderliğinde Salih yetkilerini Riyad’da imzalanan bir anlaşma ile devretmiştir. Muhalefet liderlerinin önderliğinde 
birlik hükümeti kurulmuştur. Salih, Ocak 2012’de Umman’a gitmiştir. 7 Şubat 2012’de Abdurrabuh Mansur Hadi başlattığı seçim kampanyasını 21 Şubat’ta 
kazanmış ve devlet başkanı olmuştur. Güney Yemen’deki başta Şii/Zeydi Husiler olmak üzere seçimleri boykot ederek Mansur Hadi iktidarını tanımamışlardır.      

   Mansur Hadi karşıtı gösteriler 2 Mart 2012’de başladı. 9 Mart 2012’de Hadi’nin yemin ettiği gün başkanlık sarayına bombalı saldırı düzenlendi ve 30 kişi öldü. Saldırıyı el Kaide üstlendi. El Kaide 7 Mayıs 2012 bir saldırı düzenleyerek 30 yemen askerini öldürdü. 21 Mayıs 2012’de milli bayram provalarındaki saldırıda 101 asker öldü saldırıyı Ensar el Şeria üstlendi. 

Mansur Hadi’nin başkanlığı da Yemen’deki Şii/Zeydi Husiler tarafından tanınmadı. 2012-2014 yılları arası terör saldırıları devam etti. Husiler hükümette tam olarak temsil edilmedikleri gerekçesi ile hükümet güçleri ile çatıştı. Aralık 2014’te Anayasa yapım sürecinde Mansur Hadi’nin Şii/Zeydi unsurların istediği 
şekilde varlıklarını kabul etmeyişi ve sisteme katmayışı çatışmaların şiddetini artırdı. Yemen Ordusu üzerinde önemli bir etkiye sahip Ali Abdullah Salih de bu 
noktada ordunun bazı unsurlarının Mansur Hadi lehine hareket etmesinin önünde durdu. Çatışmalar dolayısıyla başkent Sana’dan Aden’e kaçan Mansur Hadi 
Yemen’den kaçtı. Husiler Mansur Hadi’nin bulunması için 90 bin dolar ödül verileceğini açıkladı. Yemen’de İran destekli Husiler’in tamamen idareyi ele 
alma kaygısı karşısında liderliğini Suudi Arabistan’ın yaptığı KİK ülkeleri ve Mısır hava operasyonu başlattı. Operasyon’a ABD istihbarat desteği verirken, 
Türkiye’de destek verdiğini açıkladı. 25 Mart-21 Nisan 2015 tarihleri arasında Kararlı fırtına operasyonu olarak başlatılan hava saldırıları Suudi Arabistan’ın 
amaçlanan hedeflere ulaşıldığı açıklaması ile durduruldu. 

   Ancak Husiler’in Suudi Arabistan’a düzenlediği saldırıların durdurulması ve Mansur Hadi’nin yeninde Yemen’e dönmesinin sağlanması için Umudun Geri döndürülmesi operasyonu 22 Nisan 2015’te başlatıldı ve halen devam etmektedir. Mansur Hadi Yemen’e dönmediği gibi Husiler de saldırılarına devam etmektedir.[31]Orta Doğu’nun Komşusu Pakistan’ın SorunlarıPakistan, Orta Doğu’nun bittiği yerde başlayan bir ülkedir. Ancak bu başlayış kültürel değil, coğrafi bir başlayıştır. SSCB’nin Afganistan’ı işgalinden sonra başlayan savaş ve daha sonra iç savaşın Afganistan’dan sonra en fazla zarar verdiği ülke Pakistan olmuştur. 

Afganistan savaşı, Pakistan’ı sürekli istikrarsızlaştırmış, içten içe çürütmüştür. 

Pakistan’da yaşanan çürüme sürecini Amerikan istihbarat raporlarından izlemekte mümkündür.  






CIA, 2000 yılında yayınlanan 2015 öngörü raporunda Pakistan ile ilgili olarak şu yargılaya varılmaktadır. “Pakistan’ın çok daha parçalı, münzevi ve uluslar arası mali yardıma çok daha bağımlı bir ülke haline gelecektir.” Bu öngörünün büyük ölçüde gerçekleştiği görülmektedir. 2005 yılında yayınlanan bir başka Amerikan raporunda ise Pakistan için “Yugoslavya benzeri bir kader” öngörülmüştür: “2015 yılı itibariyle, Pakistan, başarısız bir devlet olacak; iç savaş batağına saplanacak; ülkede kan gövdeyi götürecek; eyaletler arasında düşmanlıklar 
artacak; nükleer silahların denetimine yönelik bir mücadele patlak verecek ve topyekün bir Talibanlaşma yaşanacaktır. ”ABD Ulusal İstihbarat Konseyi’nin 
2008’de yayınlanan “Küresel Eğilimler 2025” adıyla bir raporunda Pakistan’ın geleceği ile şu tespitler yapılmıştır: 

“Eğer Pakistan 2025 yılına kadar parçalanmadan varlığını sürdürür ise Peştun kabilelerinin daha geniş çaplı bir bütünleşmeye gidecek ve Pakistan ile Afganistan’ı birbirinden Ayıran Durand Hattı’nı silmek için birlikte hareket edecekleri; böylelikle Pakistan’da Peştun’lara ayrılan bölgenin hudutlarını, Pakistan’da Punjabiler, Afganistan’da ise Tacikler ve diğerleri aleyhine genişleyecekleri” iddiası ileri sürülmüştür. 

Pakistan’ın geleceği ile ilgili bu tespitleri daha da vahim hale getirecek husus, Amerikan Ordusunun Afganistan’dan çekilmesinden sonra Afgan iç savaşının 
etkilerinin daha yıkıcı bir şekilde Pakistan’a yansıma ihtimalidir. Öte yandan Pakistan Belucistan’da devam eden ayrılıkçılık sorunu ile de karşı karşıyadır. 
Belucistan Pakistan’ın en büyük eyaletidir. 12 milyon nüfusa sahip olan Belucistan’ın İngiliz koloni yönetiminin verdiği özerkliğinin Pakistan’ın 
kurulmasından sonra kaldırılması bugüne değin beş isyana neden olmuştur. İran ve Pakistan arasında bölünmüş olan Belucistan’ın her iki tarafında da milliyetçilik akımları Batı tarafından desteklenmektedir. Genel çürüme sorunun üstüne binecek olan bir Belucistan’ın bağımsızlığı meselesi Pakistan için aşılması zor bir sorun olabilir.  Ancak Pakistan’ın bütün bu sorunlarına rağmen nükleer bir güç olduğu unutulmamalıdır. Diğer bir nükleer güç olan SSCB’de etnik sorunlar 
temelinde ayrışmış olmasına rağmen, nükleer potansiyel Pakistan’ın ayrışma sürecini yavaşlatan bir etki yapabilir.        

Suriye’de Ne Olacak?




Suriye için “Küçük Orta Doğu” kavramı kullanılmaktadır. Suriye’de altı büyük etnik/dinsel grup, Sünni Araplar, Nusayriler, Türkmenler, Kürtler, Hristiyanlar ve Dürziler’dir. 
Sünni Araplar % 59, 
Nusayriler % 14, 
Türkmenler % 8, 
Kürtler %9, 
Hıristiyanlar % 5 ve 
Dürziler % 2-3 civarında bir orana sahiptirler.  

Mezhepsel bölünme  ise Müslümanlarda Sünni, Nusayri, Şii ve Dürzi olmak üzere dörde ayrılmaktadır.  Sünniler % 75, Nusayriler % 14, Şiiler % 1, Dürziler % 2-3 civarındadır. Sünniler Hanefi, Şafi ve Selefiler olarak ayrılmaktadır. Şia içinde ise İsmaili, Kızılbaş ve Caferi olmak üzere üç grup vardır. % 5 civarında olan Hıristiyanlar ise Ortadoks, Katolik, Süryani, Protestan ve Asurilerden oluşmaktadır.      

Suriye’nin iç yapısı sadece mezheplerin ve etnik grupların varlığı açısından değil, bunların tarihsel kurumsallaşmaları açısından da  uzun soluklu bir iç savaş için çok uygundur.  Nasıl Lübnan kurumsallaşmış bir etnik mozaik olarak şekillenmiş ve Lübnan iç savaşı bu kurumsallaşmış etnik mozaiğin parçaları arasında gerçekleşmiş ise Suriye’de gizli kurumsallaşmış bir etnik mozaiktir. Osmanlı Devletinin 1918’de Suriye’den çekilmesinden sonra ülkeyi işgal eden Fransız manda yönetimi var olan etnik ve dinsel farklılıkları kurumsallaştıran ve birbirlerine karşı kullanan bir politika izlemiştir.  

Fransız manda yönetimi oluşturduğu parlamentoyu da etnik ve mezhep grupları zemininde kurmuştur.Suriye’yi din ve mezhep hatları boyunca örgütlenen Fransız manda yönetimi, Nusayri ve Dürzileri ayrı devletçikler olarak örgütlemiştir. 


Sünni Araplar ise 1925’ de Halep ve Şam Suriye devletli olarak örgütlenmiştir.  

Nusayri ve Dürzilerin Suriye’ye katılmasına ancak Eylül 1936’da Suriye’nin bağımsızlığı tanıyan anlaşmayla izin vermiştir.Suriye’nin bağımsızlığını 
kazanmasından sonrada dış güçlerin etnik ve mezhep gruplarını kullanarak Suriye siyasetine müdahale ettikleri görülmüştür. ABD ve İngiltere, 1950’lerde 
Dürzileri ve bedevileri silahlandırmışlardır. Irak ve Ürdün’de Nusayrilere karşı Sünni terör eylemcileri yollamıştır. Baba Esad ile birlikte Suriye’de etkin bir 
otoriter rejim oluşmuştur.AB Dışişleri temsilcisi Javier Solana'nın eski danışmanı olan Alastair Crooke, daha 2011 senesinde ABD ile işbirliği yapan bazı 
İslamcı grupların Selefi isyancıları Suriye’ye karşı kullanmayı düşündüklerini ileri sürmüştür. Suriye’deki Selefi grupların IŞİD dahil büyük bir bölümü El 
Kaide kökenli/bağlantılıdır. Bu gruplar Irak Savaşı sonrasında Irak’ta Amerikan Ordusu ve Şii partilere karşı savaşmışlardır. Etkileyici bir iç savaş deneyimi 
olan bu gruplar Irak’taki çatışmaların durması sonrasında Suriye’ye geri dönmüşlerdir. Plana göre bir Selefi isyanı Suriye hükümetinden büyük bir tepki 
çekecek, bunun ardından da halkın büyük bir bölümü kutuplaşarak devlete karşı düşmanlık duymaya başlayacak, başlayacak iç savaşa Batı’nın müdahalesi 
kaçınılmaz hale gelecektir.[32]Böylece başlayan Suriye isyanı ilk aşamasında ABD-Türkiye-Suudi Arabistan-Katar ekseninden önemli destek görmüştür. Basra 
Körfezi ülkeleri, Suriye’de isyanın mali boyutunu finanse ederken, ABD isyancı güçlerin Türkiye üzerinde geçiş ve silahların koordinasyonunu sağlamıştır. 
Burada amaç, Müslüman Kardeşleri, cihatçı selefilerin sağlayacağı askeri destek ile iktidara taşımak olarak konulmuştur. Ancak, ABD’nin Libya Büyükelçisi’nin 
Trablus’ta selefileri tarafından öldürülmesi üzerine Washington, cihatçı selefiler ile işbirliği projesini durdurmuştur. Washington, aynı yaklaşımı AKP 
Hükümeti’nden de talep etmiştir. AKP Hükümeti ise Esad’ın devirme projesine bir tutku olarak bağlı kalmayı tercih etmiştir. Böylece, zaman içinde ılımlı muhalif unsurların muhalefet içinde etkisi azalırken, El Kaide/El Nusra ve IŞİD’in Suriye’de etkisi artmıştır.  

Öte yandan Suriye rejimi Rusya-İran-Hizbullah ekseninden çok yoğun bir askeri, ekonomik ve politik destek almıştır. 

Bu sayede Esad rejimi beklenenden öte bir direnç göstermiştir. Suriye’de iç savaş Haziran 2015 itibarı ile yeni bir aşamaya ulaşmıştır. 
Esad rejimi gerek insan kaynaklarının azalması gerek Rusya ve İran’ın Esad’a azalan destekleri sonucunda savunma pozisyonuna geçmek zorunda kalmıştır. Esad’ı savunma pozisyonu almaya zorlayan bir gelişme de Türkiye ve Suudi Arabistan’ın Kuzeyden, Ürdün ve Katar’ın Güneyden El Nusra başta olmak üzere muhalefete yönelik yeni destek politikasıdır. Bu destek politikası sonucunda askeri imkânları artan, daha iyi koordine olan muhalefet güçlerinin etkinliği artmıştır.Bir yandan Esad rejimi ile bağlarını hiçbir zaman koparmayan PKK ise diğer yandan IŞİD ile savaş adı altında önce Ayn El Arap’ta ABD’nin askeri müttefiki konumuna yükselmiştir. Ekim 2014’de Ayn El Arap’ın IŞİD’e karşı hava (ABD)-kara (PKK) savunmasından sonra, PKK-ABD ilişkileri, bir sivil toplum örgütü üzerinden görünürde mayın ve bubi tuzakları temizleme alanlarında devam etmiştir. ABD-PKK ilişkisi nihayet Haziran 2015’de Tel Abyad’ın IŞİD’in elinden alınmasında hava(ABD)-kara(PKK) operasyonu olarak gerçekleşmiştir. 

Artık bu ilişki hiç gizlenmemekte hatta Batı strateji  araştırmaların da “PKKISTAN: Brought to you by American Close Air Support” (Pkkistan. Sana Yakın Amerikan hava desteği ile getirildi) başlıklı makaleler yayınlanmaktadır.[33] 

Böylece Suriye’nin kuzeyinden Akdeniz’e uzanan bir koridor açılması projesi büyük bir ilerleme kaydetmiştir.2015 yazında Suriye iç savaşı yeni bir aşamaya girmiştir. Bu aşamanın özelliği muhalefet güçler arkasındaki uluslararası ittifakların sağladığı yeni destek politikasının çatışmalar üzerinde oynadığı rolün belirleyici olmaya başlamasıdır. Kuzey’de Türkiye-Suudi Arabistan ittifakı tarafından desteklenen muhalif güçler, Esad güçleri karşısında ilerleme sağlıyorlar. Yine kuzeyde, ABD’nin desteklediği PKK/PYD güçleri, IŞİD karşısında ilerleme kaydediyorlar. Güneyde ise Ürdün-Katar ittifakının desteklediği muhalif güçlerin etkili olduğu görülüyor. 

Yine Güneyde İsrail tarafından üzerinde çalışılan ve şimdiye kadar rejime sadık olan Dürzilerin bir bölümü muhalefete karmış görünüyor.Esad güçlerinde ise belirgin bir yorulma görülmektedir. Esad rejiminin insan ve ateş gücünü önemli ölçüde yitirdiği ileri sürülüyor. Buna rağmen, Esad rejimi hala savaşı kaybetme 
noktasından çok uzak görünüyor. Çünkü, aksi iddialara rağmen Rusya ve İran Esad rejimine olan desteklerini sarsılmaz bir şekilde devam ettiriyorlar. Rusya’dan düzenli olarak silah ve cephane akışı devam ediyor. İran ise Afgan Hazara elit güçler dahil savaş alanına yeni askeri güçler sokmaya devam ediyor. Esad’ın savaş alanlarındaki en önemli destekçisi olan Hizbullah’ın da çatışmalardan olumsuz etkilendiğini söylemek mümkün değil. İsrail istihbaratı, Hizbullah’ın Suriye iç savaşında kazandığı deneyimden ve yeni kadrolardan büyük ölçüde endişeli. Bu büyük desteğe rağmen, Esad rejiminin artık bütün Suriye’yi yeniden kontrol altına alacak bir askeri-politik atılımı gerçekleştire bilecek güçte görünmüyor.Özetle, Suriye iç savaşın sonunu belirleyecek olan Suriye iç savaşının taraflarının savaş alanında kazandıkları zafer değil, iç savaşın taraflarının masa başında bulacakları çözüm Suriye’nin geleceğini belirleyecek. 
Suriye’nin geleceği belirlenirken, tarafları destekleyen ülkeler, kendi politik hedeflerini Suriye üzerinden gerçekleştirmeyi hedeflemektedirler. Rusya, 
Suriye’nin Akdeniz kıyısında oluşacak bir Nusayristan üzerinden Akdeniz’deki Rus filosuna liman hakkı elde etmek ve Kırım’ı ilhakının kabulünü sağlamak 
peşindedir. İran ise nükleer görüşmelerde avantaj sağlamak peşindedir. 

Ayrıca bir Nusayristan, İran içinde Hizbullah ile iletişim için yeterli olacaktır. Suudi Arabistan, Suriye’nin bölünmesi ile Arap dünyası içinde güçlü bir 
rakibinden kurtulacaktır.İsrail ise federalleşme üzerinden parçalanacak bir Suriye’nin kendisi için tehdit olmak çıkacağını ve Golan Tepeleri’ni isteyecek 
kimsenin kalmayacağını hesaplamaktadır.[34] Üstelik Tel Aviv, kuzeyinde oluşacak küçük federe bir Dürzi kuşağının İsrail’in güvenliğine olan faydasının 
farkındadır. İsrail açısından en önemli gelişme, Suriye’nin kuzeyinde kurulacak ve Akdeniz’e ulaşacak olan bir Kürdistan’ın gerçekleşmesidir. Böylece, İsrail 50 
seneden bu yana izlediği Orta Doğu’daki en büyük jeopolitik gelişmenin gerçekleşmesini sağlayacaktır.PKK kontrolündeki Türkiye’nin Orta Doğu ile 
coğrafi ilişkisini kesen Kürt koridoru kuşağı, Kerkük başta olmak üzere Irak’ın kuzeyindeki petrol kaynaklarının Akdeniz’e ve oradan Avrupa/ABD’ye ulaşmasını 
sağlayacaktır. Ayrıca, Batı’nın yeni müttefiki olacak Kürdistan ekonomik ve askeri olarak yaşama kabiliyetine kavuşurken, Doğu Akdeniz’de doğal gaz 
rezervleri üzerinde Türkiye ile rekabete giren, Kıbrıs Rum kesimi ile ittifak kuran yeni bir unsur ortaya çıkacaktır.Ürdün’de ise Suriye ve Irak’ın Sünni Arap 
bölgelerinin Ürdün’e bağlanması tartışması gittikçe yoğunlaşmaktadır.[35] 


Ürdün’ün Suriye ve Irak’ın Sünni Arap bölgelerini ilhak etmesi görüşü 2002 yılına kadar geri gitmektedir.Türkiye hariç iç savaşı destekleyen devletler, diplomasi masasına oturmadan önce destekledikleri güçlerin en avantajlı jeopolitik konuma ulaşmasını sağlama çabası içindeler. AKP Hükümetlerinin ise Suriye’de akılcı olmayan bir Esad’ı devirme tutkusu ve akıl dışı Müslüman Kardeşleri iktidara taşıma ülküsü dışında hiçbir hedefi olmadı.Önümüzdeki dönemde Suriye’nin önünde beş jeopolitik model bulunmaktadır. Bu beş model ihtimali şu şekilde ifade edilebilir.

1)Esadlı toprak bütünlüğünü üniter devlet ile koruyan Suriye,

2)Esadsız toprak bütünlüğünü üniter devlet ile koruyan radikal İslamcı/Selefi Suriye,

3)Esadlı federal Suriye,

4)Esadsız federal Suriye,

5)Parçalanmış Suriye.

Görülen en muhtemel sonuç, Şam’da Esad’ın olmadığı federal Suriye modelinin gerçekleşmesidir. Ancak bu model, aynen Irak’ta olduğu gibi etnik ve mezhep fay hatları boyunca çizileceği için kısa bir süre sonra bölünme ve bağımsız devletlere ayrılma potansiyeline sahip 
olacaktır.
Bu noktada Türkiye için en önemli güvenlik sorunu Esadsız bir federal Suriye modeli oluşurken, bu modelin Türkiye’nin güvenlik çıkarlarını koruyacak şekilde oluşmasının sağlanmasıdır. Halen, Suriye’nin oluşması planlanan yeni jeopolitiği nin Araplar, Nusayriler, Kürtler ve Dürziler şeklinde olacağı görülmekte dir. Oysa, yukarıda altı çizildiği gibi Suriye’de altı büyük etnik/dini grup vardır. 

Sünni Araplar, Nusayriler, Kürtler, Türkmenler, Hıristiyanlar ve Dürzilerdir. Türkmenler, Suriye federal zeminde yeniden örgütlenir iken Türkmenler,  aynen Irak’ta olduğu gibi siyasi olarak tasfiye edilme tehlikesi ile karşı karşıyadırlar. Esasen, Suriye’nin kuzeyinde Türkmen yerleşim bölgeleri PKK/PYD tarafından kapsamlı bir etnik temizlik ile Türkmensizleştirilmektedir. Türkmensizleşmenin en radikal örneklerinden birisini Irak’ın 450 bin nüfuslu Türkmen merkezi Telafer, 2004-2015 arasında gerçekleşen saldırılar sonunda büyük ölçüde 
yaşamıştır. Şimdi, Barzani Telafer’in KDP bölgesine dahil edilmesine çalışılmaktadır. Suriye’de gerçekleştirilen etnik temizlik ile PKK denetiminde federe Kürdistan jeopolitiği oluşturulmaktadır. 

Türkmen coğrafyasının Türkmensizleştirilmesi bir yandan etnik anlamda homojen bir Kürdistan oluşturulmasına diğer yandan Kürdistan’ın Akdeniz’e ulaşmasını sağlamaktadır. Bu durum, Türkiye’yi derhal ve netice alacak şekilde Suriye’de devam eden sürece müdahale etmeye zorlamaktadır.Türkiye için en iyi model, zamana yayılacak bir demokratikleşme içinde olacak Esadlı toprak bütünlüğünü koruyan üniter Suriye modelidir. Ancak Türkiye’nin bu modeli sağlamaya tek başına gücü yetmeyeceği gibi, artık Rusya ve İran’ın da bu modelin gerçekleşebilirliğine olan inançlarını yitirmiş olmalarıdır. Bu durumda Türkiye için uzun vadeli yaşamsal çıkarlarını korumanın tek yolu, federal bir Suriye oluşurken, Türkmenlerin de kendi jeopolitiklerinde federe bir devlet çerçevesinde örgütlenmelerini sağlayacak bir politikanın izlenmesidir. Türkiye, bu modeli gerçekleştirme şansını Irak’ta yitirmiştir ve bunun bedelini çok ağır bir şekilde ödemektedir.Bu amaçla Ankara’nın önümüzdeki dönemde atması gereken adımlar şekilde sıralanabilir.

1)Türkiye-Suriye sınırında çok güçlü bir askeri yığınak yapılarak, Türkiye’nin caydırıcı gücü ortaya konulmalıdır. Türk Ordusu’nun Suriye içine girmeden etkinlik kurabileceği bir model uygulanmalıdır. Bunun yolu, sınır bölgelerinde Suriye’nin içini güçlü bir ateş baskısı altına alabilecek bir askeri uygulamanın gerçekleştirilmesidir.

2)Türkiye-Suriye sınırında tam denetimin sağlanmalıdır. Böylece, Türkiye, Suriye iç savaşında IŞİD ve El Nusra başta olmak üzere değişik selefi örgütlerin cephe gerisi ve lojistik üstü olmaktan çıkarılmalıdır.

3)PKK’nın Türkiye üzerinden insan, silah ve her türlü lojistik tedarik etmesi engellenmelidir.

4)Türkiye sadece Suriye Türkmen Meclisi üzerinde Türkmenlere ve ılımlı dost Sünni Arap unsurlara destek olmalıdır. Suriye Türkmen Meclisi’nin uluslar arası konferanslara Türkmenlerin tek siyasal temsilcisi olarak katılmaları sağlanmalıdır.

5)Suriye’nin kuzey kuşağında bulunan ve PKK ile büyük çelişki yaşayan Türkiye dostu Kürt aşiretler ile hızla olumlu ilişkiler kurulmalı ve bu aşiretler PKK’ya karşı desteklenmelidir. 

6)IŞİD ve diğer selefi örgütlerin Türkiye içindeki lojistik kaynakları ve uyuyan hücreleri hızla tasfiye edilmelidir. Bu konuda ABD, İran ve Rusya ile iletişim ve işbirliği kanalları açık tutulmalıdır.

7)PKK’nın Türkiye tarafında Türkiye-Suriye sınırından askeri ve politik olarak uzaklaştırılması sağlanmalıdır. Ayrıca, terör örgütü PKK’nın Güneydoğu Anadolu’da kırsalda ve kentlerde kurmuş olduğu etkinlik derhal tasfiye edilmelidir.

8)Şam ile irtibat kurulmalı, Esad rejiminin ılımlı muhalefet ile ilişkileri teşvik edilmelidir. Ayrıca, Türkiye-Suriye sınırındaki angajman kuralları kaldırılmalıdır.

9)Türkiye içindeki El Muhaberat unsurları hızla sınır dışı edilmelidir.

10)Etnik temizliğe maruz kalan Arapların ve Türkmenlerin evlerine geri dönmeleri sağlanmalıdır. Bu amaçla, PKK/PYD’nin Suriye unsurlarına yönelik olarak kademeli baskı gerçekleştirilmelidir. Etnik temizlik ile ilgili Türk protestoları, ABD ve AB nezdinde sürekli ve etkili bir şekilde gündemde tutulmalıdır.

11)Suriye Türkmenlerine yönelik olarak hızla askeri eğitim ve silahlandırma programı uygulanmalıdır. Bucak ve Halep ile Halep’in kuzey kırsalından başlayarak,  Suriye Türkmenlerinin coğrafyalarını her türlü saldırıya koruyabilecekleri bir savunma sistemi kurmaları sağlanmalıdır.

12)Suriye Türkmenlerinin Halep-Halep’in kuzeyinde Kilis-Halep arasında Türkmenlerin yoğun olduğu bölge ve Bayır-Bucak bölgesinde yoğunlaşarak yerleşmeleri için gereken önlemler alınmalıdır. Bu bölge ileride oluşacak federal Suriye içindeki Türkmen federe devletinin temelini oluşturacaktır. Türkiye’ye kaçan Suriye Türkmenlerinin de bu bölgeye dönüp yerleşmeleri için gereken önlemler alınmalıdır. 

13)Ilımlı muhalif unsurlara yönelik askeri yardım ve politik destek artırılmalıdır.

14)Türkiye’de bulunan 2 milyona yakın Suriyeli’nin yurtlarına dönmelerini sağlayacak önlemler hızla alınmalıdır. Bu amaçla, Türkiye’nin desteklediği grupların denetimi ellerinde tuttuğu bölgelerde oluşturulacak Kızılay denetimindeki yerleşim yerlerine geri dönüş teşvik edilmelidir.

15)Türkiye, bundan sonra Suriyeli misafirlerin sıfır noktasında yardım politikasını hızla benimsemelidir. Türkiye içine daha fazla misafir alınmamalıdır. Türkiye içindeki misafirlerin imkânlar ölçüsünde hızla kamplarda barındırılması politikası benimsenmelidir.

Sonuç   

Orta Doğu’da geniş bir zamana yayılan bazen birbirinden kopuk izlenimi vermekle birlikte netice olarak Orta Doğu’da sınırların yeniden çizilmesi hususunda aynı noktalarda birleşen genel bir vizyon/politika/plan/süreç mevcuttur. Jeopolitik vizyonlar hızla gelişmezler. 

Zaman içinde teorik olarak olgunlaşan jeopolitik tezler, küresel ve bölgesel koşulların elvermesi durumunda yaşama geçirmek isteyen güçlerin çabası neticesinde mevcut jeopolitiği değiştirerek yerine geçerler. 

Soğuk Savaş’ın sona ermesi ile Orta Doğu’da SSCB’nin yıkılmasının ortaya çıkardığı güç boşluğu, Irak’ın Kuveyt’i işgal etmesini ve ABD’nin Kuveyt’i işgal eden Irak Ordusu’nu çıkarmak için müdahale etmesini kolaylaştırmıştır. On sene süren bir ara dönem sonunda ABD,Irak’ı işgal etmiş ve bu ülkenin fiilen bölünmesinin alt yapısı oluşmuştur. Sudan, Güney ve Kuzey olarak ikiye bölünmüştür.  Libya’da NATO’nun muhalefeti desteklediği bir iç savaş sonrasında Kaddafi rejimi devrilmiş, ülke bir kaos ve parçalanma sürecine itilmiştir. Suriye iç savaştan çok ağır bir darbe almıştır ve fiilen bölünmüş bir ülkedir. Yemen bölünme sürecinden geçmektedir. Suudi Arabistan geleceği büyük belirsizlikler taşımaktadır.Geleceği büyük belirsizlikler taşıma süreci içerisine giren bir ülkede Türkiye’dir. 

Türkiye’nin toprak bütünlüğü için en büyük tehdit olan PKK, Orta Doğu’daki jeopolitik dalgalanmalardan istifade etmektedir. PKK, Suriye’deki iç savaşı da 
değerlenmiş ve K. Suriye’de devletleşme süreci içine girmiştir.    

Ayrıca PKK ile müzakere süreci terör örgütünü güçlendirmekte ve meşrulaştır-maktadır. 
Önümüzdeki yıllarda bir yandan Orta Doğu’da devam eden dalgalanmalar öte yandan Türkiye içinde meşrulaşma süreci içinde olması, PKK’nın Türkiye için oluşturduğu tehdidi daha da büyük hale getirecektir.Türkiye’de devletin Irak ve Suriye’den farklı bir şekilde çözülme sürecinden geçtiği görülmektedir. PKK/HDP’nin açılım süreci adı verilen çözülme süreci sonucunda Kars’tan Mardin’e kadar uzanan alanda birinci parti çıkmasının süreç kendiliğinden gelişir ise jeopolitik sonuçlarının olması kaçınılmazdır.   

PKK seçim sonuçlarını bir referandum gibi yansıtmıştır. Önümüzdeki dönemde Suriye’deki ve Irak’taki gelişmelerin Türkiye üzerindeki etkileri daha da yıpratıcı olacaktır.   

Sonuç olarak, 

Irak ve Suriye parçalanmanın eşiğindeki ülkeler iken Türkiye’de bu ülkelerin parçalanmasından sonra hızla gereken önlemleri almaz ise parçalanmaya aday ülkedir.Türkiye, Orta Doğu’da yaşanan jeopolitik şekillenmenin Irak’taki boyutunu engelleyememiş veya kendi lehine şekillendirememiştir. Türkiye’nin Orta Doğu’da yaşanan ve önümüzdeki 20 yılda da yaşanmaya devam edecek olan jeopolitik parçalanmanın kendisine yönelecek etkilerini en aza indirgemek amacı ile gelişmeleri etkisiz bir şekilde izlemek yerine haritanın kendi menfaatlerini koruyacak şekilde çizilmesi için gereken önlemleri almak zorundadır. 



[1]New York Times, September 28, 2013, Robin Wright, “Imagining a Remapped Middle East”
[2]Aydınlık 10 Eylül 2014
[3]Washington Post, June 18, 2015, Charles Krauthammer, “A New Strategy for Iraq and Syria”
[4]Ömer Taşpınar, The future of Syria and Iraq:Time for SYRIAQ, Today’s Zaman, 25 Haziran 2015
[5]Yeniçağ, 11 Temmuz 2015, “Irak’ta Kürdistan devleti kurulabilir”
[6]Dore Gold, The Demise of the Middle East Borders, 
http://www.israelhayom.com/site/newsletter_opinion.php?id=4441
[7]Wesley K Clark, “Winning Modern Wars-Iraq, Terrorism and The American Empire” , 2004, s.130
[8]Joseph Brewda, “New Bernard Lewis plan will carve up the Mideast”, EIR, Executive Intelligence Review, Vol. 19, umber 43, October 30, 1992, 
s.26
[9]Yıllar Boyu, Yakın Tarih Dergisi, Mayıs 1978, Sayı: 2, s. 33; Yıllar Boyu Yakın Tarih Dergisi’nin sahibi Erol Simavi’dir. Genel Yayın Yönetmenliğini Çetin Emeç yapmaktadır. Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Eser Tutel’dir. 1978’de Türkiye’de bir derginin ABD’de bir üniversitede yapılan gizli bir toplantıyı bir ay önceden haberleştirmesi nereden bakılır ise bakılsın çok önemli bir gelişmedir.
[10]Mark Byrdman, “Balkanization plan gains momentum”, EIR, Executive Intelligence Review, September 9, 1980, s.39
[11]Israel Shakak, The Zionist Plan for he Middle East içinde Oded Yinon, A Strategy for Israel in the Nineteen Eighties,, 
s.10
[12]Age s,13-14
[13]Age, s.17
[14]Age, s. 17
[15]Ralph Schoenman, Siyonizmin Gizli Tarihi, Kardelen Yayınları, İstanbul 1992, s. 103-108
[16]Profesör Noam Chomsky, The Fateful Triangle: The United States, Israel, and the Palestinians,1983’den aktaran Metin Aydoğan, Bitmeyen Oyun, 68. Baskı, Umay Yayınları, İzmir s. 67
[17]Milliyet, 22 Haziran 2010, Güneri Cıvaoğlu, “ABD’li yarbay”
[18]Bernard Lewis, Rethinking the Middle East, Foreign Affairs, 1991
[19]Eric Wallberg, Yeni Türkiye, yeni Mısır’la Birlikte İsrail’i ‘Kontrol’ Edebilir, Turquie diplomatique, 15 Mart-15 Nisan 2011, sayı 26, s. 1 ve 38
[20]Richard Perle, “A Clean Break:A New Strategy for Securing the Realm”
[21]Wesley K Clark, “Winning Modern Wars-Iraq, Terrorism and The American Empire” , 2004, s.130[22]MAHDİ Darius Nazenroaya, “Orta Doğu sınırlarını yeniden 
çizme planları:Yeni Orta Doğu projesi” 
http://medyasafak.net/haber/1670/nazemroaya--ortadogu-sinirlarini-yeniden-cizme-planlari--yeni-ortadog
[23]Makalenin Türkçesi için bkz. 
http://entellektuel.s4.bizhat.com/entellektuel-post-6179.html
[24]New York Times, September 28, 2013, Robin Wright, “Imagining a Remapped Middle East”
[25]F. William Engdahl,Egypt’s Revolution:Creative Destruction for a Greater Middle East?, 
www.globalresearch.ca/egypts- revolution-creative-destruction–for-a-greater-middle-east
[26]Age,s.1
[27]F. William Engdahl,Egypt’s Revolution:Creative Destruction for a Greater Middle East?, s.4
[28]Rand Amerikan Hava Kuvvetlerinin desteklediği bir düşünce kuruluşudur.
[29]NATO-El Kaide işbirliği konusunda yaygın bilgi arasından iki tanesi burada anılmaktadır. The 
"Liberation" of Libya: NATO Special Forces and Al Qaeda Join Hands "Former 
Terrorists" Join the "Pro-democracy" Bandwagon by Prof. Michel Chossudovsky,
www.globalresearch.com ve 
www.telegraph.co.uk/news/worldnews/africaandindianocean/libya/8391632/Libya-the-West-and-al-Qaeda-on-the-same-side.html
[30]Voltairenet.org, “Berlusconi says Lİbyans love Qaddafi:as Italians protest against NATO”
[31]Yemen’de olayların akışını özetleyen bilgi notu 21YYTE araştırmacısı Özdemir Akbal tarafından hazırlanmıştır.
[32]Alastair Crooke’nin15 Temmuz 2011’de Asia Times’da yayınlanan makalesinin Türkçesi için bkz. Turquie diplomatique, 15 
Ağustos-15 Eylül 2011, Sayı 31, s.14-15
[33]Aaron Stein, PKKISTAN: BROUGHT TO YOU BY AMERICAN AIR SUPPORT, June 22, 2015, 
http://warontherocks.com/2015/06/pkkistan-brought-to-you-by-american-close-air-support/
[34]Dilek Yiğit, İsrail ve Dürziler, 
http://www.21yyte.org/tr/arastirma/orta-dogu-ve-afrika-arastirmalari-merkezi/2015/07/08/8227/israil-ve-durziler
[35]ISIL İmpact on Jordon:Amman Pushes Back, Middle East Briefing, 2 July 2015, 
http://mebriefing.com/?p=1775  ve IS threat could push Jordon beyond its borders, Osma Al Sharif, Al Monitor, 1 July 2015, 
http://www.al-monitor.com/pulse/originals/2015/07/jordon-intervention-ıraq-syria-isis.html  


Ümit Özdağ
uozdag61@gmail.com
Takip et: @umitozdag 
21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü
Sitemizde bulunan yazıların sorumlulukları yazarlarına aittir. 

Kurumumuz tarafından çıkarılan dergi, özel rapor ve kitapların içeriklerinde bulunan yazılarda aynı kapsam dahilinde yazarına aittir. 
E-BÜLTENE-Bültenimize kayıt olarak yeni araştırmalardan haberdar olabilirsiniz    
21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü
Ahlatlıbel Mah. 1830. Sokak No:39 İncek/Çankaya ANKARA
Tel: +90 312 489 18 01 
Belgegeçer: +90 312 489 18 02 
Elektronik Posta: 
bilgi@21yyte.org 

****

Orta Doğu’da Jeopolitik Dönüşüm ve Türkiye İçin Oluşturduğu Tehdit BÖLÜM 1





Orta Doğu’da Jeopolitik Dönüşüm ve Türkiye İçin Oluşturduğu Tehdit,  


BÖLÜM 1


21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü
Bugün 03 Haziran 2016 

YAZIM TARİHİ;
11 Ocak 2016 Pazartesi

Orta Doğu’da Jeopolitik Dönüşüm ve Türkiye İçin Oluşturduğu Tehdit
Ümit Özdağ tarafından yazıldı.
BU GÜZEL ARAŞTIRMA YAZISI İÇİN TEŞEKKÜR EDERİM..


Orta Doğu Bölgesi, 1914-1918’den bu yana yaşadığı en büyük jeopolitik dönüşümden geçmektedir. 20. Yüzyılın başında küresel bir savaş çerçevesinde Orta Doğu’da dört senede gerçekleşen jeopolitik dönüşüm, 21. Yüzyılın başında daha geniş bir zaman dilimine yayılmıştır. 21. Yüzyılda Orta Doğu’da jeopolitik dönüşüm, kökenleri 1991’de gerçekleşen Birinci Basra Körfezi Savaşı sırasında atılmış olmakla beraber, 2003’te başlamış ve 2015 itibariyle devam etmektedir. Orta Doğu’da gerçekleşen jeopolitik dönüşüm Libya, Yemen, Suriye ve Irak coğrafyalarında sürmekle beraber, önümüzdeki yıllarda diğer Orta Doğu ülkelerine de sıçrama potansiyeline sahiptir.Nitekim, Amerikalı Orta Doğu uzmanı Robin Wright 28 Eylül 2013’te New York Times gazetesinde yazdığı “Imagining a Remapped Middle East” başlıklı makalesinde, Orta Doğu’da beş devletin parçalanacağını ve bölgede 14 yeni devletin kurulacağını ileri sürmüş, uzun zamandan bu yana sürmekte olan ve I. Dünya Savaşı sonrasında kurulan devletlerin sınırlarının tekrar mezhep, etnik grup veya aşiret kültürleri göz önüne alınarak çizilmeye çalışıldığı tartışmalarına yeni bir boyut kazandırmıştır.[1] Amerikan dış politikasının en önemli isimlerinden Henry Kissinger da Amerikan NBR radyosuna verdiği demeçte, “1919-1920 yıllarında kurulan ulusal sınırlar bir bütün olarak yıkılmalıdır” görüşünü savunmuştur.[2] Keza tanınmış Amerikalı stratejist Charles Krauthammer’in 18 Haziran 2015’te Washington Post gazetesinde yazdığı “A New Strategy for Iraq and Syria” başlıklı yazıda, Amerikan yönetimine “Mezopotamya’nın Balkanlaştırılması ABD’nin gidebileceği tek yol” önerisinde bulunması da Orta Doğu’da bölünmenin Batı için bir süreç değil, bir politika olmaya başladığını göstermektedir.[3] Ö. Taşpınar da, "Obama sonrasında kurulacak yönetimin artık Suriye’nin toprak bütünlüğünü sağlamanın mümkün olmadığını anlayacağını" ifade etmektedir.[4] 

Orta Doğu’da sınırların tekrar çizilmesi görüşü sadece gazetelerde değil, artık resmi yetkililer tarafından resmi kurumlarda da savunulmaktadır. Yeni ABD genelkurmay başkanı olması beklenen Org. Joseph Dunford bu göreve atanması ile ilgili Senato Silahlı Kuvvetler Komitesi’nde yaptığı konuşmada Irak’ın Kürt ve Şii olmak üzere iki devlete bölünmesini tasavvur edebileceğini, ancak bir Sünni devletin oluşmasını tasavvur etmekte zorlandığını ifade etmiştir.[5]  Esasen birçok kaynakta modern Orta Doğu’nun sınırlarını çizen 1916 tarihli Sykes-Picot Antlaşması’na dayalı sınırların sorgulandığı görülmektedir.[6] Özetle, Orta Doğu’nun jeopolitiğinin yeniden yapılandığı bir süreç yaşanmaktadır.Orta Doğu’da I. Dünya Savaşı sonrasında ikinci parçalanma süreci 1991’de gerçekleşen Basra Körfezi Savaşı sonrasında başlamıştır. ABD’nin Irak Ordusu’nu Kuveyt’ten çıkarmasından sonra Irak önce fiilen Kuzey Irak, Saddam denetiminde Orta Irak ve Şii isyancıların kontrolündeki Güney Irak olmak üzere üçe bölünmüştür. Daha sonra Washington, Saddam’ın Güney Irak’ı tekrar denetim altına almasına izin vermiştir. Ancak K. Irak’ta fiili bir Kürt devleti ABD desteği ile kurulmuş ve 2003’e kadar korunmuştur.ABD’nin Irak’a yönelik 2003’te gerçekleşen ikinci saldırısı, Orta Doğu’da halen yaşanmakta olan kapsamlı bir parçalanma sürecini tetiklemiştir. Bu tetiklemenin bir tesadüf değil, bir siyaset olması büyük bir ihtimaldir. 

Amerikalı Org. Wesley K. Clark, 11 Eylül’ün hemen sonrasında Pentagon’da Irak’ın işgalini/parçalanmasını Suriye, Lübnan, Libya, İran, Somali ve Sudan’ın 
izleyeceğinin planlandığını belirtmiştir.[7]  

Bu noktada sorulması gereken üç soru vardır. 

Birincisi, Pentagon’da yapılan Orta Doğu’nun Balkanlaştırılması planının daha derinde yatan tarihsel kökenleri var mıdır? 

İkincisi,  Orta Doğu’da olası parçalanmaların hepsi bir Amerikan projesi ile mi ilgilidir? Bu çerçevede Orta Doğu’nun beklediği parçalanma sadece Org. Clark’ın sıraladığı ülkeler ile mi ilgilidir yoksa Pakistan ve Wright’ın sıraladığı Yemen ve Suudi Arabistan da bu parçalanma sürecinin içinde mi olacaktır?

Ve Üçüncü soru ise Türkiye’nin bu bölünme sürecinden kendisini kurtarıp kurtaramayacağıdır. Bu analizde yukarıda sorulan soruların cevapları tartışılacaktır.Kissinger’ın Emri ve Lewis PlanıPetrol zengini Arap ülkelerinin Arap milliyetçiliği etrafında birleşerek Arap-İsrail savaşında İsrail’i destekleyen ülkelere karşı petrol ambargosu başlatmaları Batı başkentlerinde şok etkisi yaratmıştır. Araplar Abbasilerden bu yana ilk kez milli bilinç ile ortak hareket etmektedirler. Nixon yönetiminin Milli Güvenlik Danışmanı ve Dışişleri Bakanı H. Kissinger, Arap dünyasındaki milli bilincin nasıl dağıtılabileceği ile ilgili bir çalışma yapılması talimatını vermiştir.Kissinger’ın ABD’de başlattığı süreç ile ilgili açık kaynaklara geçen ilk toplantı Princeton Üniversitesi'nde Haziran 1978’de gerçekleştirilmiştir.Prof. Bernard Lewis’in başkanlığını yaptığı toplantıya 
Oryantalizm ve modern Arap tarihiyle ilgili tanınmış isimler katılmıştır. Prof. Dr. Bernard Lewis, yaşayan en önemli Orta Doğu uzmanlarından birisidir. 1916’da 
İngiliz vatandaşı olan ve 2. Dünya Savaşı döneminde akademisyen kimliği ile İngiliz askeri istihbaratında çalışan Lewis, savaştan sonra  Londra Üniversitesi’nde araştırmalarına devam etmiştir. 1974’de ABD’de Princeton Üniversitesi’ne geçen Lewis’in ABD’nin Orta Doğu politikasının şekillenmesinde 
önemli katkıları olmuştur. Gerek Henry Kissinger ve Zbigniew Brzezinski gibi ulusal güvenlik danışmanlığı yapmış isimler, gerekse Prof. Dr. Samuel Huntington gibi stratejistler, Lewis’den çok köklü şekilde etkilenmişlerdir. B. Lewis’in “Lewis Planı” diye bilinen ve 1970’lerden bu yana evrilerek gelişen jeopolitik vizyonu, Orta Doğu’dan Hindistan’a kadar uzanan bölgede var olan milli devletlerin etnik ve mezhep hatları boyunca daha küçük devletlere bölünmesini öngörmektedir.  Lewis’in bu planı bazen Orta Doğu’nun “Lübnanlaşması” bazen de Orta Doğu’nun “Balkanlaşması” kavramları ile izah edilmiştir. Lewis, Roma İmparatorluğu’nun emperyal ilişkiler modelinden hareket etmektedir. Etnik temelde şekillenmiş devletçiklere geniş muhtariyetler tanınmakta ancak Roma üstün askeri gücü ile belirleyici askeri-politik güç olarak müdahale ederek yönetmektedir.[8]B. Lewis’in başkanlığını yaptığı toplantıda 19. Yüzyıl Osmanlı idarecilerinin uyguladıkları mezhep ve inançlara göre belirlenmiş sınırlar üzerinde çalışılması öngörülmüştür. Toplantıyı duyuran Yıllar Boyu dergisi toplantıya getirilecek İsrail planına göre, Orta Doğu'daki her mezhebin bir vatanı olmasının hedeflendiğini Marunilerin Lübnan'da, Kürtlerin Suriye ve Irak'ta, Şiilerin Güney Irak ve İran'ın bir kısmında, Sünnilerin Suriye, Lübnan, Ürdün ve Filistin'de sınırları belli yurt sahibi olacaklarını ve bu ülkelerin 
hepsinin sonunda bir federasyon ve ya konfederasyonda birleşme planı üzerinde çalışıldığını ileri sürmüştür.[9]Bu toplantı ile ilgili açık kaynaklarda ikinci 
bilgi EIR Executive Intelligence Review adlı derginin 9 Eylül 1980 tarihli sayısında bulunmaktadır. EIR’de şöyle denmektedir:” Lewis, Orta Doğu haritasının kapsamlı bir şekilde yeniden çizilmesini hedefleyen projelerin sponsorluğunu yaptı ve katıldı. Böyle bir haritanın yeniden çizilmesi projesi 1978’de Princeton’da gizlice düzenlenmişti. Bir Arap kaynağa göre, toplantıda Osmanlı İmparatorluğu dönemindeki idari yapılanmanın çağdaş Orta Doğu’ya uygulanması ile ilgili bir plan ele alındı.”[10] Princeton Üniversitesi toplantısından sonra Orta Doğu’da sınırların nasıl çizileceğini ele alan ilk açık bilgi İsrail’den gelmiştir.        

Irak ve Suriye’nin Bölünmesi ve İsrail’in Güvenlik Stratejisi Dünya Siyonist Örgütü’nün yayın organı Kivunim (Yönler) dergisinin Şubat 1982’de 
yayınlanan 14. Sayısında gazeteci ve eski bir İsrailli diplomat olan Oded Yinon, Irak ve Suriye’nin bölünmesi gerektiği tezi ile Princeton Üniversitesi’nde 
başlayan düşünceyi bir başka boyutta geliştirmiştir. “ İsrail İçin 1980’lerde Stratejisi” başlıklı yazıda Yinon, İsrail için kalıcı güvenliği I. Dünya 
Savaşı’ndan sonra yabancı güçler tarafından sınırları  “geçici karttan evler” olarak çizilen Müslüman Arap dünyasının sınırlarının yeniden çizilmesinde 
görmektedir.[11] Yinon, Türkiye ve İran’ın da etnik yapılarının istikrar sağlamaktan uzak olduğunu tartıştığı bütün Orta Doğu ülkelerinin etnik 
yapılarını incelediği bölümden sonra, bu durumun İsrail için riskler ve sorunlar içermekle birlikte çok kapsamlı fırsatlar da ortaya çıkardığını savunmakta dır.[12] Yinon’a göre Irak, İsrail’in güvenliği için Suriye’den daha büyük bir tehdittir, çünkü daha güçlüdür ve onun parçalanması Suriye’nin parçalanmasından  daha önemlidir. Yinon, Irak-İran savaşının Irak’ı parçalayacağına inanmıştır. Yinon, İsrail’in güvenliği için Irak’ın üçe bölünmesi gerektiği görüşünü ortaya atmıştır.  Yinon’a göre Irak’ın bölünmesinde Osmanlı döneminde Basra, Bağdat, Musul idari bölünmesi esas alınarak, etnik ve mezhep temelleri üzerinde kuzeyde bir Kürt devleti, ortada bir Sünni ve güneyde Şii devleti kurulmalıdır.[13]Yinon, Suriye’nin bugünkü sınırları içinde dört yeni devletin kurulmasının İsrail’in güvenliğini sağlayacağını ileri sürmektedir. Yinon’a göre bu bölünme şu şekilde olmalıdır: “Suriye, etnik ve dini yapısına uygun olarak bugün Lübnan’da olduğu gibi çeşitli devletlere ayrışacaktır. Kıyıda bir Şii-Alevi devleti, Halep bölgesinde Sünni devleti, Şam’da buna düşman bir başka Sünni devleti, Havran-Kuzey Ürdün-Golan bölgesinde de bir Dürzi devleti. Bu yapı barış ve güvenliğimizin garantisi olacaktır ve bu hedef erişebileceğimiz kadar yakındır.” [14]    Yinon’un makalesine atıfta bulunan Ralph Schoenman, “Siyonizmin Gizli Tarihi” adlı eserinde şöyle demektedir: “Irak devletini parçalamak cebir işlemi çözmeye benzemez. İsrail parçalanmanın ardından kurulacak uydu devletlerin sayılarını, nerede kurulacaklarını ve kimlerin üzerinde egemen olacaklarını kararlaştırmıştır.”[15] 

Yinon’un makalesini “Kudüs Amerikan Girişimcilik Enstitüsü”nün raporu izlemiştir. Raporda, “Orta Doğu’da ulusalcılık ve ulusal kimlik yok edilmeli, 
bunun için de Orta Doğu Osmanlılaştırılmalıdır. Böylece bölgede Batı çıkarlarına karşı çıkacak ulusal güç ve direnç kalmayacak, sistemlerin çarkları rahatlıkla 
işleyecektir. ABD için en tehlikeli düşman ve tehdit, bağımsızlık tehdididir… ”görüşü savunulmaktadır.[16]1990’lar Washington’da Irak’ın Bölünmesi Projesi 1990’lı yıllarda bir Arap ülkesinin bölünmesi sürecinin ilk adımı atılmıştır. Kuveyt savaşından sonra Irak artık kağıt üzerinde bir ülkedir. Ancak bunun sadece bir başlangıç olduğu gazeteci Güneri Cıvaoğlu ile iki Amerikalı subay arasındaki ilginç konuşmadan anlaşılmaktadır. Amerikalı subaylar Türkiye’yi de bölecek bir Büyük Kürdistan projesinden bahsetmektedir.[17] 


1991’de Suudi Arabistan Büyükelçisi Yaşar Yakış’ın ayarladığı bir randevu ile gazeteci Güneri Cıvaoğlu, çok iyi Türkçe bilen bir Amerikalı yarbay ile buluşuyor. Cıvaoğlu, görüşmeyi şöyle anlatmaktadır: “Körfez Savaşı sırasında Suudi Arabistan’dayım. ABD kumanda merkezi olarak kullanılan otelin bir odasında dinlediklerim dehşet verici. Amerikalı yarbay duvardaki harita üzerinde Türkiye’nin Güneydoğusu'nu ve Kuzey Irak’ı işaret ediyor. Avucunu o coğrafyada dolaştırırken şöyle diyor: ‘Savaş bitecek. Amerika Irak’tan çıkacak. Giderken silahlarının büyük bölümünü bırakacak. Bunlar içinde ağır silahlar, roketler de olacak. Yöredeki Kürtler bu silahları alacaklar ve Türkiye’ye karşı kullanacaklar.  Toprak isteyecekler. Türkiye, ya istedikleri toprağı verecek ya da vermeyecek ve savaşacak.’ Yarbay iyi derecede Türkçe konuşarak anlatıyor bunları. Kulaklarıma inanamıyorum. ‘Ya NATO ortaklığı, ya ülkelerimiz arasındaki dostluk’ diye soruyorum oralı olmuyor. 

Gene de bunun ‘Amerikalı yarbayın kendi fantezisi’ olabileceğini düşünüyorum. Ama... Birkaç dakika sonra bir başka odada gene Amerikalı bir rütbeliden aynı şeyleri dinliyorum. Bunun ‘bir mesaj olabileceğini’ düşünüyorum. İki Amerikalı subayın, Türk büyükelçisi tarafından alınmış bir randevuda tanınmış Türk gazeteciye bu mesajı vermelerinin kendi fikirleri olduğunu düşünmek mümkün değildir. 

Prof. Dr. Bernard Lewis de Basra Körfezi Savaşı'ndan sonra Foreign Affairs dergisinde yaptığı değerlendirmede çok önemli iki tespit yapmaktadır: 

Birinci tespit, 

Orta Doğu’nun geleceğini tahlil ederken, Arap ülkelerinin Irak’a karşı birleşerek savaşmasının Arap milliyetçiliğine ağır bir darbe vurduğunu ve bundan sonra Orta Doğu’da tek çekici seçeneğin İslami köktendincilik olduğudur. 

İkinci tespit ise Orta 

Doğu’nun Lübnanlaşabileceği tespitidir.[18] 
Her iki tespitinde doğruluğu zaman içinde ortaya çıkmıştır. Ancak bunu sadece Ortadoğu’daki doğal ve kendiliğinden gelişimin sonucu olarak görmek mümkün değildir. 

Dışarıdan Ortadoğu’ya müdahaleler bu süreçleri beslemiş ve hızlandırmıştır.Eric Wallberg, 1996’da Richard Perle, James Colbert, Charles Fairbanks, Jr., Douglas Feith, Robert Loewenberg, David Wurmser ve Meyrav Wurmser’in birlikte hazırladığı “A Clean Break: A New Strategy for Securing the Realm” adlı çalışmanın Yinon’un görüşlerini 2000’lere taşıdığını belirtmektedir.[19] Richard Perle tarafından kaleme alınan bu çalışma Yinon makalesi kadar sert köşeler içermese de onun zihinsel yol haritasını izlemekte, Saddam’ın devrilmesini ve Suriye’nin ezilmesini önermektedir.[20]         

2000’lerde Pentagon’un Orta Doğu’yu Bölme StratejisiOrg. Wesley K. Clark, 1997-2000 arasında NATO’nun Avrupa Birlikleri Komutanı olarak görev yapmış ve Kosova operasyonunu yönetmiştir. Clark, Irak’ın işgalinden sonra “Winning Modern Wars-Iraq, Terrorism and The American Empire” adlı bir kitap yayınlamıştır. Clark, Bush Yönetiminin 11 Eylül sonrasında “Teröre karşı savaş” başlığı altında düzenlediği savaş stratejisini özellikle de Irak’ın işgal edilmesini sert bir şekilde eleştirmiştir. Clark, Bush Yönetimini şöyle tenkit etmektedir: “Bush Yönetiminin bizi El Kaide ile yapılacak gerçek bir savaşı yapmamak pahasına Irak ile bir savaşa ittiği, acele ettirdiği, yanlış yönlendirdiği ve manipüle ettiği benim için açıktı.”Org. Clark, Orta Doğu’da gerçekleşen süreci anlamamız için önemli olan bilgiler vermektedir:“Kasım 2001’de Pentagon’a geri döndüğüm zaman yüksek rütbeli bir kurmay subay ile sohbet etme fırsatı buldum. “Evet, hala Irak’a karşı bir operasyon için iz sürüyorduk söylediğine göre. Ancak daha fazlası da vardı. Bu beş yıllık bir planın parçası olarak konuşulmuştu ve toplam yedi ülke söz konusuydu.Irak ile başlanacak sonra Suriye, Lübnan, Libya, İran, Somali ve Sudan gelecekti. Evet diye düşündüm, bu onların ‘bataklığı kurutmak’ diye konuştuklarında kastettikleri şeydi. Aynı zamanda bir Soğuk Savaş yaklaşımının da kanıtıydı. Terörizmin bir devlet sponsoru olması gerekirdi. Ve bu devlete saldırmak daha etkili olurdu.”[21]  

Org. Clark’ın Pentogon’da dinlediği, Orta Doğu’da yedi ülkenin parçalanması ile ilgili politikanın hala bir bütün olarak sürdürülüp sürdürülmediğini kesinlikle söyleyemeyiz ancak Amerikan Ordusu’nun Irak’a ikinci girişinde başlattığı süreç Irak’ın parçalanması süreci olmuştur.Nitekim Yarbay Ralph Peters tarafından yayınlanan yarı resmi nitelikli Armed Forces Journal adlı dergide 2006 Haziran’ında yayınlanan “Blood Borders- How a better Middle East would look” adlı makalede Orta Doğu’da mevcut sınırları radikal bir şekilde tasfiye eden ve yeni sınırlar öneren bir harita yayımlanmıştır. Peters herhangi bir subay değildir. Amerikan askeri dergilerinde çok sık makaleleri yayınlanan Yarbay Peters’in emekli olmadan önce son görevi Amerikan Savunma Bakanlığı İstihbarat Müdür yardımcılığıdır.[22]“Balkanlar ve Himalayalar arasındaki adaletsizliği ile ünlü topraklardaki en göz alıcı haksızlık bağımsız bir Kürt devletinin yokluğudur. Orta Doğu’da bitişik bölgelerde yaşayan 27 ile 36 milyon arasında Kürt vardır (bu rakamlar muğlaktır zira hiç bir devlet dürüst bir nüfus sayımı yapılmasına müsaade etmemiştir). Günümüz Irak nüfusundan daha büyük olan bu grup, düşük nüfus tahminini bile göz önünde bulundurduğumuzda Kürtleri 
dünyanın kendine ait bir devleti olmayan en büyük etnik grubu yapmaktadır. Daha kötüsü, Kürtler, Ksenofon’un zamanından beri yaşadıkları tepe ve dağların 
bulunduğu bölgeyi kontrol eden her devlet tarafından ezilmiştir.

Amerika Birleşik Devletleri ve koalisyon ortakları Bağdat’ın düşmesinden sonra bu haksızlığı düzeltmek için ellerine geçen muhteşem fırsatı görememişlerdir. Uyumsuz parçaların birbirlerine Frankeştayn canavarını andıran şekillerde dikilmesinden oluşan bir devlet olan Irak, o anda üç küçük devlete bölünmeliydi. Korkaklık ve vizyon eksikliğinden bunu başaramadık ve Iraklı Kürtleri yeni Irak hükümetini desteklemeleri konusunda zorladık – ki bunu iyi niyetimize karşılık olarak isteyerek yapıyorlar. Ancak özgür bir halk oylaması gerçekleştirilecek olsaydı, hiç şüpheniz olmasın ki Irak Kürtlerinin neredeyse %100’ü bağımsız olmak için oy verirlerdi. Şiddetli askeri baskılara maruz kalan ve on yıllar boyunca “ Dağ Türkü” olarak nitelendirilmek suretiyle kimlikleri yok edilmek istenen Türkiye Kürtleri de aynı şekilde oy verirlerdi. Ankara’nın önünde bulunan Kürt sorunu son on yıl içerisinde bir miktar kolaylaşmış olmasına rağmen, baskı yakın tarihlerde tekrar yoğunlaştı ve Türkiye’nin doğusundaki beşte birlik bölümü işgal edilmiş bir bölge olarak görülmelidir. Suriye ve İran Kürtleri de mümkün olsa bağımsız bir Kürdistan’a katılmak isterlerdi. Dünyanın meşru demokrasilerinin Kürt bağımsızlığını muzaffer kılmayı reddetmeleri medyamızı sık sık heyecanlandıran beceriksizce yapılan hafif günahlardan çok daha kötü bir insan hakları ihmalidir. Ayrıca Diyarbakır’dan Tebriz’e kadar uzanan bağımsız 
bir Kürdistan, Bulgaristan ve Japonya arasında en Batı yanlısı devlet olacaktır.”[23]Ralph Peters’in makalesiRalph Peters’ın makalesi ve haritası 
sadece derginin sayfalarında kalmamış, NATO eğitim kurumlarına kadar girmiştir. 

Bu haritanın Napoli’de NATO Koleji’nde Türk subaylarının da bulunduğu bir toplantıda gösterilmesi Türk Genelkurmay Başkanı’nın Amerikan Genelkurmay 
Başkanı nezdinde protestoda bulunmasına yol açmıştır.        

Irak’ın Kademeli Olarak Parçalanması Amerikan Ordusu’nun Irak’ı işgali sonrasında Amerikalı generaller (eğer bazı Amerikan kaynaklarına inanmak gerekir ise) CIA’nın aksi doğrultudaki uyarılarına rağmen sadece BAAS rejimini çökertmekle kalmamış, bilinçli bir şekilde Irak devletini ve ordusunu da çökertmiştir. Irak’ta devletin çökertilmesini yeni devletin mezhep ve etnik köken bilinci üzerine kurulu yeni bir toplum yapısının oluşturulması takip etmiştir. Kürt bölgesi her an kopmaya federe bölge olarak şekillendirilirken,  Sünni Arap bölgesi ise Şii Arap baskısı altında Irak’ın bütünlüğüne yabancılaşma süreci içerisine girmiştir. Burada anılması gereken husus, Irak savaşı öncesi ve sırasında Başkan Bush’un Prof. Dr. B. Lewis ile haftada bir kez buluştuğu ve Irak’ın geleceğini görüştüğüdür. Princeton toplantısının yöneticisi süreci izlemektedir. İşgal sonrasında daha önce mezhebin sorulmasının ayıp sayıldığı bu ülkede bir süre sonra insanlar sadece isimleri “Ali” veya “Ömer” olduğu için Sünni veya Şii çeteler tarafından kafaları kesilerek öldürülmeye başlanmıştır. Irak büyük bir mezhepsel iç savaşa sürüklenmiştir. Bu süreçte, daha önce iç içe yaşayan Sünniler ve Şiiler kendi bölgeleri sayıldıkları bölgelere çekilmişlerdir. 
Sünniler yeni devlet kurulurken siyasal sistemden büyük ölçüde dışlanmışlardır. Kuzey Irak ise Türkmenlerin bilinçli bir şekilde ezilmesine ve jeopolitik 
tasfiyesine Washington’un göz yummuştur. Haziran 2015 itibarı ile Irak’ta devlet maddi ve manevi çöküş süreci içerisindedir. IŞİD’in 2014’de Musul’u işgali 
sonrasında Bağdat’ı kontrol altında tutan Şii Araplar ülkenin Araplar ve Türkmenler ile meskun olan bölgelerinde meşru bir otorite oluşturamamışlardır. 
IŞİD karşı Musul’un işgalinden sonra başlatılan askeri harekatlar da istenilen sonucu alamayınca Irak devletinin moral çöküşü hızlanmıştır. IŞİD halen Irak’ın 
Musul başta olmak üzere önemli bölgelerini kontrol altında tutmaktadır. Bağdat üzerindeki IŞİD tehdidi de sona ermemiştir. IŞİD’in Musul’u işgali ve daha sonra 
gerçekleştirdiği askeri operasyonlar Bağdat’ı zayıflatırken, Kuzey Irak Kürt Federe Bölgesi gelişmelerden önemli jeopolitik kazançlar elde ederek çıkmıştır. 
KDP, IŞİD tarafından işgal edilen büyük bir bölümü Irak Anayasasına göre “tartışmalı bölge” olan bölgeleri IŞİD’den almıştır. KDP, IŞİD’den aldığı 
bölgelerden çıkmayacağını açıklamıştır. Öte yandan KYB de IŞİD saldırısı sırasında mevzilerini boşaltan Irak Ordusu’nun çekildiği başta Kerkük olmak 
üzere birçok tartışmalı bölgeyi işgal etmiştir. Mesut Barzani’nin Nisan 2015 sonunda Washington’a yaptığı ziyarette ABD’den destek istemesi üzerine kendisine bağımsızlık için 20 sene beklemesi gerektiği nasihati verilmiştir. 

Ancak Barzani’ye Kürtlerin işgal ettikleri bölgeleri ellerinde tutabileceği sözü de verilmiştir.Böylece, KDP’ye Doğu Musul, (Akra-Musul arasında gaz ve petrol 
yataklarının olduğu bölge) ABD tarafından verilmiştir. KYB ise Kerkük’ün 9 petrol sahasından 7’sini işletmektedir. Kürtler, şimdi bir bölümünü ellerinde 
tuttukları Tuzhurmatu’nun tamamını istemektedir.  Erbil ayrıca Diyala ilinin Hanekin, Celevla, Karatepe ve Cabbara’yı talep etmektedir. Diyala ile Hanekin 
arasındaki çizgide Şii milisler ile peşmergeler arasında zaman zaman çatışmalar çıkmaktadır.

ABD’nin hedefi Irak’ın zayıf bir federal devlet (Bağdat) ve güçlü 
bir federe devlet (Erbil) şeklinde şekillenmesidir. 

ABD, Irak’ın kontrol dışı parçalanmasını ve altından kalkamayacağı bir bağımsızlık süreci içerisine girmesini istememektedir. Eğer Irak’ın kuzeyinde ilan edilen bağımsız devlet, ABD’nin askeri desteği ile bağımsızlığını korumaya zorlanır ise bu maliyet ABD için ödenmesi zor olan bir maliyet olacaktır. Bundan dolayı, ABD bağımsızlık sürecini ertelemektedir. Irak’ın ABD’den sonra (bazı konularda ABD’den de etkin) en önemli oyuncusu olan İran ise ABD’nin Irak’ın kuzeyinde Kürt devleti kurmasına karşıdır. Tahran, KDP’nin bağımsız Kürdistan’ı ilan etmesi durumunda “bağımsız Kürdistan’ı” ikiye bölmeye hazırdır. Erbil’de Barzani bağımsızlık ilan eder ise Tahran’ın Talabani’yi Süleymaniye, Halepçe, Hanekin ve Kerkük’te KYB devletini kurmaya sevk etmesi büyük ihtimaldir. Bölgenin etkisiz gücü Türkiye ise Barzani ve Sünni Araplar ile bir ittifak kurmuştur. Ancak, Türkiye’nin Barzani üzerindeki etkisi, İran’ın Talabani üzerindeki etkisi ile kıyaslanmayacak kadar azdır. Öte yandan AKP Hükümeti, bölgede gerçek müttefiki olan Irak Türkmen Cephesi’ni ve Türkmenleri bilinçli olarak etkisizleştirmiştir.  Sonuç olarak Irak devleti jeopolitik olarak parçalanmış, varlığı harita üzerinde devam eden bir devlettir. Parçalanmanın resmileşmesi için uluslararası ve bölgesel konjonktürün uygun olması beklenmektedir. 

RESİM 1





Irak’ın parçalanması durumunda, İran Basra şehri ile Bağdat’ın kuzeyi arasındaki bölgeye yayılan Şii Irak’ı tamamen denetimi altına alacaktır. İran aynı zamanda bağımsız Kürdistan’ın devletçiğinin ilan üzerine bağımsız Kürdistan’dan ayrılmasını sağlayacağı Kerkük, Süleymaniye, Halepçe ve Hanekin bölgesinde ikinci bir devletçiğin oluşmasını sağlayacak ve kontrol edecektir. Öte yandan suni Araplar ise Musul merkezli olmak üzere batı Irak’ta verimsiz bir alana sıkışacaklardır. Wright Irak’ın parçalanması durumunda, kuzeyde Suriye’nin kuzeyi ile birleşecek Kürdistan’ın kurulacağı, Sünni Irak’ın Sünni Suriye ile birleşerek ortaya bir “Sünnistan’ın” çıkacağını ileri sürmektedir.[24]




Sudan’ın Parçalanması Irak’ın parçalanma süreci devam ederken Sudan önce 1952-1973 sonra 1984-2005 arasında Sudan Hükümeti ile Sudan Halk Kurtuluş Ordusu’nun taraf olduğu iki aşamalı uzun süren bir iç savaştan sonra parçalanmıştır. 2005 barışından sonra Güney Sudan özerkliğini ilan etmiştir. 9 Ocak 2011’de yapılan referandum sonucunda Güney Sudan bağımsız devlet olarak Sudan’dan ayrılmıştır. Bu süreçte Sudan Cumhurbaşkanı Ömer El Beşir 2009’da Uluslar arası Savaş Suçları Mahkemesi tarafından Darfur soykırım 
yaptığı iddiası ile dava açılmıştır. 

Sudan iç savaşı bir yandan Müslüman-Hristiyan çatışması diğer yandan Sudan’ın zengin petrol kaynakları üzerinde Batı ile Çin arasında gerçekleşen bir mücadele olmuştur. Sonunda Sudan parçalanmıştır. Petrol yataklarının bulunduğu Güney Sudan’da  bağımsız bir devlet oluşmuştur. Arap Baharı ile Gelen “ Yaratıcı Tahrip ”: Mısır Tunus’ta bir seyyar satıcının kendisini ateşe vermesi ile başlayan “Arap Baharı” süreci   Orta Doğu’da yeni bir jeopolitik dönüşüm dalgasını tetiklemiştir.  Bundan dolayı, ABD olmak üzere Batı Dünyasının Arap Baharı sürecinde oynadığı rol çok tartışmalıdır. 




Amerikalı sistem dışı dış politika analizcilerinden F. W. Engdahl, ABD’nin “Arap Baharı” sürecinde uyguladığı politikaya “yaratıcı tahrip” adının verildiğini ileri sürmektedir.[25] Mısır’da Mübarek’i devirmek için gösterilerin devam ettiği bir sırada Mısır Genelkurmay Başkanı Sami Hafez İnan’ın Washington’da olduğunu belirten Engdahl, internet üzerinden Mübarek’e karşı etkili bir mücadele sürdüren Müslüman Kardeşler (MK) üyelerinin de Amerikan askeri istihbaratı tarafından eğitildiğini iddia etmektedir. Üstelik Engdahl’a göre Müslüman Kardeşler-ABD işbirliğinin kökleri Nasır’a karşı ortak muhalefete kadar geri gitmektedir.[26] Engdahl, Mısır’daki ayaklanmanın Gürcistan ve Ukrayna’daki Turuncu Devrimlerin izlerini taşıdığını ileri sürmektedir. 


Engdahl, Mısır’da MK ile bağlantılı ve Mübarek’e karşı isyanda önemli bir rol oynayan "Kefaya" (Yeter) hareketi ile Gürcistan’da 2003 Turuncu Devriminde rol alan Kmar (Yeter) hareketinin isim benzerliklerinin tesadüf olmadığını ileri sürmektedir.[27]Engdahl, “Kefaya” hareketi ile ilgili olarak RAND’a 2008’de 
Savunma Bakanlığı, Genelkurmay Başkanlığı-Birleşik Komutanlık, Deniz Kuvvetleri, Deniz Piyadesi ve askeri istihbaratın sponsorluğu ile “The Kefaya Movement: A Case Study of a Grossroots Reform Iniative” adlı bir çalışmanın yaptırılmış olmasını tesadüf olarak görmemektedir.[28] 

Bu çalışmada Amerikan hükümetine Orta Doğu’da muhalif hareketleri enformasyon teknolojileri konusunda eğitilmesine destek verilmesi önerilmektedir.Crooke, AB Dış İşleri temsilcisi Javier Solana'nın eski danışmanı ve Conflicts Forum’un kurucusu direktörü olan Alastair Crooke’da Mısır’da ABD hükümeti ve diğer yabancı kaynaklar tarafından finanse edilen sürgündeki gruplardan bahsetmektedir. 

ABD’nin Şam Büyükelçiliğinde yapılan bazı yazışmalara göre bu gruplardan çoğu ve bunlara bağlı TV kanalları ABD Dışişleri Bakanlığı ve ABD merkezli vakıflardan on milyonlarca dolar para yardımı yanında eğitim ve teknik destek almışlardır. Bütün bu iddialara rağmen, ABD Yönetiminin Mübarek’i devirmek için ne kadar etkin destek verdiğini söylemek mümkün değildir. Ancak Washington, Türkiye’de AKP’nin “ılımlı İslam” deneyiminden sonra, aynı tecrübenin Mısır’da da istediği sonucu alabileceği düşüncesine daha cesaret ile bakmış olabilir. Ayrıca, Mübarek gibi çürümüş bir liderin arkasında durmanın maliyetinin de çok fazla ve gereksiz olduğu düşünülerek, Mübarek’i deviren sürecin karşında durmamış hatta belirli ölçülerde kolaylaştırmış olabilir.     




    
Mısır’da Müslüman Kardeşler Yönetimi, ABD’nin beklediği politikaları uygulamayınca, Washington gerçekleşen askeri darbenin yanında yer almıştır. Ancak Mısır’da askeri darbe sorunu çözmüş değildir. Hatta, Mısır, sistemli bir şekilde bir iç savaş ortamına doğru ilerleyebilir. Askeri rejimin bazı büyük kentlerde sadece gündüzlere hakim olduğu ve Sina yarımadasında sürekli çatışma ortamının sürdüğü düşünülür ise Mısır’ın istikrardan çok uzak olduğu anlaşılacaktır. 

Libya: Parçalanma Sürecinde Olan Bir ÜlkeTunus’ta başlayan ayaklanma 15 Şubat 2011’de Libya’ya sıçramıştır. İlk isyan Kaddafi rejimi tarafından dışlandığı düşünülen petrol zengini Bingazi bölgesinde başlamıştır. 




19 Mart’ta Fransa’nın başını çektiği Batılı güçler Libya’ya müdahale kararı almışlardır. Batı ordularının desteğini alan isyancı güçler 28 Ağustos 2011’de başkent Trablus’u ele geçirmişler ve 20 Ekim 2011’de Kaddafi infaz edilmiştir. Bu süreçte en dikkat çekici husus NATO güçlerinin El Kaide militanları ile Kaddafi’ye karşı işbirliği yapmalarıdır.[29]Libya’da olanları anlamamız açısından İtalya Başbakanı Berlusconi’nin, 2011 Temmuzunda yaptığı açıklama büyük önem taşımaktadır. Berlusconi, Libya’da NATO uçakları Kaddafi güçlerini İtalya’nın da katkısı ile bombalarken şöyle demektedir: “Libya’da olanların bir halk ayaklanması ile ilgisi yoktur. Libya halkı Kaddafi’yi seviyordu.”…”(Ancak) güçlü adamlar yeni bir dönemi hayata geçirmek için Kaddafi’ye devirmeye karar verdiler” dedikten sonra kendisinin bu sürece destek vermesini de şöyle izah etmiştir: “Amerika’nın baskısı, Cumhurbaşkanı Georgio Napolitano’nun duruşu ve parlamentonun kararı karşısında bana nasıl bir seçim kalmıştı ki?”[30]

Kaddafi sonrasında Libya’da bir devlet düzeni tesis etmek mümkün olmamıştır. Bir millet bilincine ulaşmamış aşiretler coğrafyası olan Libya Batılı petrol şirketlerinin de oluşturduğu ve teşvik ettiği zemin üzerinde hızla Trablusgarp, Bingazi ve Fizan bölgeleri çerçevesinde üçe ayrılma süreci içine sürüklenmektedir. Libya halen sonu görünmeyen bir iç savaş sürecinden geçmektedir.Bu iç savaşta taraflar dört büyük gruba ayrılmışlardır.  Yeni Genel 
Milli Kongre Bağlıları adlı grupta       


Libya Kalkan Gücü, Libya Devrimci Hücresi, Milli Muhafızlar, Amazih ve Tuareg Milisleri bulunmaktadır. Yeni Genel Milli Kongre Bağlıları, Türkiye, Katar ve Sudan tarafından desteklenmektedir. İkinci grubu Libya Meclisi Bağlıları oluşturmaktadır. Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan tarafından desteklenen bu grupta, Libya Milli Ordusu, Zintani Tugayları, Varşefana (Warshefana) ve Tubu (Toubou) Milisleri bulunmaktadır. Üçüncü grup Cihatçı Yerel Yapılardır. Bu yapılar, Bingazi Şura Konseyi Devrimcileri Bağlıları, (Ensar el Şeria, Libya Kalkanı, 17 Şubat Şehitleri Tugayı), Derne Mücahitleri Şura Konseyi, (Ensar el Şeria-Derne, Ebu Salim Şehitleri) Ajdabiya Şura Konseyi, (Ensar el Şeria) örgütleri şeklinde yapılanmışlardır. Dördüncü grup ise her geçen gün etkinli artan IŞİD’dir. IŞİD, Libya’da Barka Vilayeti, Tripoli Vilayeti ve Fezzan Vilayeti olmak üzere üç coğrafi zeminde örgütlenmiştir.

Suudi Arabistan varlığını sürdürecek mi?





Orta Doğu’da parçalanma sadece ABD’nin hedeflediği ülkeler ile ilgili bir süreç değildir. ABD’nin en önemli müttefiki S. Arabistan’da bölünme tehdidi ile karşı 
karşıya olan ülkeler arasındadır. S. Arabistan tarihin gerisinde kalmış bir ülkedir. Bir aileye ait olan, bu ailenin dini anlayışının topluma dayatıldığı, ancak sahip olduğu petrol kaynaklarının ABD için öneminden dolayı Amerikan askeri ve istihbari desteği ile ayakta kalan S. Arabistan’ın geleceği ile ilgili Ralph Peters gibi Robin Wrigth’da mezhep ve aşiret zemininde bir parçalanma öngörmektedir. Wright, Libya gibi milletleşememiş, hanedanın rüşvet batağındaki çürümüş yönetimindeki Suudi Arabistan’ın muhtemel parçalanma hatları olarak Kuzey Arabistan, Batı Arabistan, Güney Arabistan, Doğu Arabistan ve ortada Vahabistan’ı çizmektedir.   


2 Cİ BÖLÜMLE DEVAM EDECEKTİR



***