13 Haziran 2016 Pazartesi

Stratejik Düşüncenin Sivil ve Askeri Hayatta Kullanılması BÖLÜM 2







Stratejik Düşüncenin Sivil ve Askeri Hayatta Kullanılması 
BÖLÜM 2




Yazar: Muzaffer Özdağ
31 MAYIS 2013 CUMA



    “Yüksek savaş sanatı, düşmanın mukavemetini, meydan savaşlarında kazanılacak zaferlerle değil, meydan savaşına başvurmadan kırabilmeyi gerektirir. Savaşın bir doğrudan doğruya olan metodu vardır. Bir de dolaylı metodu vardır. Doğrudan doğruya metod, düzenli ordularla savaşmayı gerektirir. Dolaylı metod ise, silahlı birliklerin  meydan savaşı yapmalarını gerektirmez. Gerçek galibiyet ise ancak dolaylı savaş metodu ile kazanılır. Savaşın dolaylı yoldan ve gerçekten kazanılması için şu çalışmaların yapılması gereklidir.  Düşman memleketindeki en alçak ve menfaatperest insanların faaliyetlerinden istifade edeceksin. Düşman hükümetin çalışmalarını her vasıta ve imkândan yararlanarak baltalayacaksın. Düşman ülkenin halkı arasında çatışmalar çıkaracaksın. Milli birliği parçalayacaksın. Gençleri, yaşlılara karşı kışkırtacaksın. Düşman ülkesinde değerli olan ne varsa değersizleyeceksin, yıkacaksın. Bu ülkenin yöneticilerini yasadışı ve çirkin işler yapmaya teşvik edeceksin. Onların mevkilerini sarsacaksın. Halk neznindeki itibarlarını yıkacaksın. Onları vatandaşları tarafından nefret edilen insanlar haline getireceksin. Düşman ordusunun disiplinini  bozacak, teçhizatını yıpratacak, iaşe ve silah kaynaklarını kurutacaksın. O ülkenin halkını inançlarını, manevi değerlerini zedeleyeceksin. Casuslar kullanmaktan çekinmeyeceksin. Casuslara para vermekten kaçınma. Onlara bol vaatlerde bulunacaksın. Seninle işbirliği yapacak hainler satın alacaksın. Düşman devletin teşkilatına sana haber verecek, satın aldığın adamları yerleştireceksin. Ancak bunları  uyguladığın takdirde düşmanı gerçekten yenmen mümkün olacaktır.”

    “Bilge önderlerin dirayetli yönetimleri, zaferleri şans değildir. Zira onlar kazanacaklarından emin oldukları durum, yer ve zamanda harekete geçerler ve çoktan yenilmiş kimseleri yenerler.”

    Özel harbin stratejisi, hasmı böyle bir duruma düşürmeyi hedef alır.

    Atatürk’ün aziz milletimizi önemle uyardığı gibi başka milletler, devletler bu tür bir harbi uygulamada ustalaşmışlar ve bize karşı yüzyıllar boyunca uygulamışlar, ağır zararlara, yıkımlara sebebiyet vermişlerdir. Türkiye günümüzde de böyle bir harbin harekât alanı ve saldırı hedefi haline getirilmiş bulunmaktadır.



    Özel Harbin Alt Türleri veya Yöntemleri



    Özel harbi ayrı bir harp değil milletler, devletler arasındaki kesintisiz süren üstünlük mücadelesinde tarafların, ordularını harekete geçirmeden önceki aşamada yaptıkları, hasımlarını yıpratmayı, savaşamaz hale getirmeyi amaçlayan etkinliklerin tümü olarak tanımlama ve genel harbin stratejik ön aşaması olarak değerlendirmek daha doğru bir yaklaşım olur.

    Başarılı bir özel harp nihayetteki askeri harekatı bir ( coup de grace ) veya tören yürüyüşü haline getirebilir. Özel harbin öncelik taşıyan yöntemleri, kültürel, ideolojik, psikolojik etkileme, bağımlı bir ekonomik alt yapı oluşturmaya yönlendirme, borçlandırma, hatalı kalkınma stratejileri  izlemeye zorlama, milli kültürel bütünlük ve dayanışmasını zedeleme çalışmalarıdır.

     Psikolojik, ideolojik, kültürel saldırılar ülkede siyasi istikrarsızlık, sınıfçı, mezhepçi, dinci, etnik gruplanma, siyasi kutuplanma çizgisinde kamplaşma yaratacak, silahlı eyleme, şekavete, terörizme, etnik bölücülüğe dönüşecek şekilde geliştirilir. Merkezi yönetime, hükümet otoritesine direnen gruplara araç, gereç, eğitim, silah, mali yardım ve medya desteği sağlanır.

     İdeolojik, psikolojik, kültürel saldırılar hasım tahkimatının, mevzilerinin piyade tank hücumundan önce hava bombardımanlarıyla, zehirli gaz kullanımıyla, topçu, havan ateşleriyle çökertilmesi, silahların susturulmasına benzer bir hazırlık olarak değerlendirilebilir.

    Ancak özel harbin vurgulanması gereken özelliği saldırganın, daha doğrusu saldırıyı yönlendiren asıl gücün sahneye çıkmayışı harekât alanına inmeyişidir.

    Özel harp ilk aşamada dolaylı, vasıtalı bir saldırı, örtülü maskeli bir istila hareketidir. Saldırgan devlet bir tek üniformalı neferini sahneye çıkarmadan bir tek tankını, uçağını hareket ettirmeden hedef aldığı ülkeyi savaş alanına çevirmeyi bir tek yurttaşının canını tehlikeye atmadan alınan ülkeye kaybedilmiş bir  savaşın verebileceği zarar kadar veya daha ağır bir zarar verdirecek özel bir savaş durumu, anarşi, iç savaş yaratmayı hasmın silahlı kuvvetlerinin bir bölümünü iç güvenlik hizmetlerine bağlayıp etkisizleştirmeyi amaçlar.

    Harekatın gelişiminde siyasi çete, gerillaya dönüşen terörist gruplarının gayri nizami savaş operasyonları ile ülkenin silahlı kuvvetlerinin yıpratılmasına, yönetici kadroların merkezi iktidarın yılgınlaştırılmasına halkın teslimiyete yönlendirilmesine çalışılır. Olayların bu şekilde gelişmesi, devletin sadece silahlı gücünü değil, siyasi, diplomatik saygınlığını da zedeler. Kuvvet dengeleri hasmın emeline uygun şekilde değişir. Nükleer dehşet dengesi, kitle tahrip silahlarının kullanılması halinde muharip tarafların birlikte intiharı ölçüsünde bir riske gireceklerinin anlaşılması, özel harbin önemini arttırmış, uygulama yöntemlerinin geliştirilmesini, yaygınlaştırılmasını sağlamıştır. 



    Stratejik Düşüncenin Askeri Hayatta Uygulanmasına Türk ve Dünya Tarihinden Örnekler



    Türk ve Dünya tarihinin büyük harp ve seferlerinin taranması ile stratejik düşüncenin askerlik alanında uygulanmasına dikkate değer pek çok örnek gösterilebilir.

    Tarihimizin büyük zaferleri sayısal üstünlüğe değil, askerlerimizin yüksek savaş kabiliyeti, ruh gücüyle beraber kumanda üstünlüğüne, strateji üstünlüğüne dayanılarak kazanılmıştır.

    Hunların, Göktürklerin, Çinlilere, Hint altkıtasına inen Türk boylarının Hintlilere karşı hiçbir zaman sayısal üstünlüğe sahip olmadıkları belirgindir. ( 1071 ) Malazgirtde , ( 1364 ) Sırpsındığında, ( 1389 ) Kosova’da, ( 1396 ) Niğbolu’da, ( 1444 ) Varna’da, ( 1448 ) II: Kosova’da, ( 1526 ) Mohaç’da hasmın sayısal üstünlüğü baskın, pusu, aldatıcı çekilme manevraları ile kanatlardan, geriden kuşatma, birlikleri derinliğine kademelendirme, yanları, gerileri, menzil hatlarını güvene alma suretiyle etkisiz kılınmış ve ZAFER  hasmın zayıf yanını tespitle taarruzun sıklet merkezi, “asli gücü” o yöne tevcih edilerek kazanılmıştır.

    Ridaniye ( 1517 ) meydan muharebesinde Yavuz’un Osmanlı ordusunu Memlük ordusunun 200 topla tahkim edilmiş cephe mevzilerine çatmadan, 21/22 Ocak gecesi Birketulhac mevkiinden hareketle hiç hissettirmeden emin kılavuzlar kullanarak aşılmaz zannedilen Elmukattam dağını bütün ordusu ile aşıp, hasmının gerisine taarruz etmesi ona tahkimatından toplarından yararlanmak imkanını vermeyişi stratejik düşüncenin uygulanmasının parlak bir örneğidir.

    Harekat üssünden 2500 km yürüyerek Tih çölüne giren bu çölü ( sahil yolunu:El-Ariş-Katiye-Salihiye-Belbis-Kahire ) 8 günde cebri yürüyüşle aşma başarısı gösteren ordunun, bir yanı dağa, bir yanı nehire dayalı hasım ordusunu başkentinin yakınında kuşatabilmesi askerin metanetini, başkumandanın dirayetini, iradesini belirlemeye yeterlidir.

    Bu harekâtın stratejik düşünce açısından II: Dünya Harbinde Majino tahkimatını etkisiz bırakan Batı seferinden Ardenler üzerinden yürütülen zırhlı girme ve yarmadan daha parlak olduğu belirgindir. Batı seferinin zaferle sonuçlanması Almanlara Fransa’da dört yıl ateş üzerinde oturmalarından daha fazla bir fayda sağlamamıştır. Mercidabık-Gazze muharebelerinden sonra Ridaniye Zaferi Osmanlıya Suriye’yi, Ürdün’ü, Filistin’i, Arabistan’ı, Sina’yı ve Mısır’ı kazandırmış; bu ülkelerde hukuken dört yüzyıl sürecek Türk egemenliği kurulmuştur.



    Türk Milletinin Kurtuluş Yeni Türk Devletinin, Türkiye Cumhuriyetinin Kuruluş Stratejisi



    a)-Tarihi Bir Sürecin Elem Verici Sonucu



    Temsil ettiği medeniyetin kireçlenmesi, bilim ve teknolojide ilerlemesinin durması, el emeğine, organik enerjiye dayalı antik tarım topluluğu düzeninden, inorganik enerjiye dayalı kitlevi üretim yapan sanayi toplum düzenine geçemeyiş, Osmanlı İmparatorluğunu “Büyük Güç” statüsünü koruyabilme iktidarının süratle eridiği, yıprandığı bir sürece sokmuştur.

    Devleti, yenilmez bir üstünlük kazandıkları ağır kayıplı denemelerle anlaşılmış Batılı güçlere, bu güçlerin oluşturacakları koalisyonlara karşı meydan okuyan hasım güç görünümünde bir İslami ümmet imparatorluğu olarak sürdürmenin imkânı kalmamıştır.

    Batılı güçlerin ortak baskı ve husumetlerinden korunmak, İmparatorluğun gayrimüslim tebaasının uyum ve sadakat duygusunu kuvvetlendirmek görüşüne önem verilerek girişilen Tanzimat, Islahat, Meşrutiyet denemeleri Devlete, devleti kuran ve yaşatan asli unsurun yıpranışını durduran bir güç kazandırmadığı gibi Türk’ten gayri unsurların devlete bağlılıklarını takviye hususunda belirgin bir fayda da sağlamamıştır. Gayrimüslim ve müslim milletlerin ayrılık emel ve hareketleri giderek, daha da güçlenmiştir.

    Yüzyıllar boyunca izlenen hatalı kültür ve iktisat politikaları ile devletin dayanağı, yegane güvenilir güç olduğu dikkatten kaçırılarak hayati menfaatlerinin korunması ihmal edilen, ölçüsüzce yıpratılan giderek azınlık konumuna düşürülen asli unsurun; Türklüğün taşıdığı yük direnişini gelişimini önleyecek kadar ağırlaşmıştır.

    İmparatorluğu eşit hak ve onura sahip kılınan bütün tebaasının, bütün unsurlarının gönüllü katılımı ile ortak vatan, ortak devlet şuuru ile, özveri ile savunulmadıkça sadece, azınlığa düşen Türklüğün hayati gücünü tüketerek korumanın bir yarar sağlamayacağı sonuçta Türk milletinin öz vatanında bağımsız, onurlu yaşama imkanını da tehlikeye düşürebileceği bir çok acılar yaşanmadan, öz vatanda bağımsızlık için ölüm kalım savaşına girilmeden anlaşılmamıştır.

    İmparatorluk yönetici kadrolarının izledikleri stratejilerin, yüksek stratejilerin Türkiye’yi, Türklüğü getirdiği nokta topyekün imha planıdır. ( 10.8.1920 ) SEVR’dir.



    b)Gerçekçi Görüş, Milli Şuur ve Basiret



    1907’de Makedonya’da 3. Orduda görevli İmparatorluk ordusunun Türk şuur ve benliğine sahip genç bir kurmay subayı geleneksel uygulamadan farklı bir görüş taşımakta ve savunmaktadır. Bu subay izlenmesi gereken, başarılması gereken vazifenin, çözülmesi, yıkılması mukadder olan imparatorluğu değil, asli unsuru; Türk milletini, Türk ana vatanını kurtarmak, Türk varlığının hayatını, varlığını güvene kavuşturacak şartları hazırlamak olduğunu, bu gayeye uygun bir yüksek strateji izlemek gerektiğini düşünmektir.

    Yapılması, başarılması gereken asli görev yenilgi ile, ağır güç kaybı ile sonuçlanacak bir savaştan kaçınmaktır. Türklüğe karşı içte ve dışta saldırgan bir hasım koalisyonunun doğuşunu önlemektir. Kaynak israfını önleyip derlenme imkânını bulmak, devleti çağın siyasi, içtimai kanuniyetlerine uygun istikrarlı sağlam bir temele oturabilmek için imparatorluğu muslihane tasfiyesi ile MİLLİ TÜRK DEVLETİNİ kurmaktır.

    Genç Kurmay subay önyüzbaşı Mustafa Kemal yeni Türkiye’nin Avrupa hudutlarının Batı Trakya’yı, Makedonya’yı, Doğu Rumeli’yi ve Doğu Trakya’yı kapsayacak şekilde düzenlenmesini, Avrupa Türkiye’sindeki Türk nüfusunun tümüyle bu bölgeye çekilmesini, Balkan devletleriyle nüfus mübadeleleri  ( değişimi ) yapımasın; gayrimüslim azınlık sorunu bırakılmamasını, ( Doğu Rumeli geri alınarak ) sınır düzenlemesi yapılmasını elzem görmektedir. Bu hudutlar dışında kalan Rumeli toprakları etnik yapı dikkate alınarak Balkan milletlerine bırakılmalıdır. Ege denizindeki adalar ve Ege denizi Anadolu jeopolitiği, güvenliği dikkate alınarak Yunanistan’la paylaşılmalıdır. Balkanlarda bir barış ve güvenlik kuşağı oluşturulmalıdır.

    Arap ülkelerinin yönetimi, Emperyalist güçlerin güdümüne girmeden yurduna, milletine sadakatle hizmet edecek güvenilir öz evlatlarına bırakılmalıdır.

    Türkiye’nin güney hududu, Halep güneyi, Fırat dirseği, Musul, Kerkük, Erbil, Süleymaniye çizgisi olmalıdır. Kürtler, Türk soyuna, milletine, milliyetine mensupturlar. Tümüyle millet ve vatan bütünlüğüne alınmalıdırlar.

    Türk milletinin nüfus ve enerjisi bu hudutlar içinde varlığını koruma ve geliştirmeye yönelmelidir.

    Osmanlı ittihadı, İslam ittihadı, umum Türk ittihadı politikaları yaşanan şartlarda gerçekçi değildir. Mevcut gücün kullanılmasıyla başarılamaz. Bu politikalarla oyalanıp güç sarf edilmemelidir.

    Milli menfaatlerimize uygun ve kabili icra olan, bizi ağır nüfus ve toprak kayıplarına uğramaktan, sürekli bir husumet çemberi içinde bulunmaktan kurtarıp uzun süreli bir barış ve derleme imkânına kavuşturacak yegâne çözüm budur.

    Önyüzbaşı M. Kemal bu görüşünü dinletecek, kabul ettirecek, uygulatacak, uygulayacak bir mevkide değildir. Devlet Balkanlarda ağır bir tehdit altında iken Türk gücü Yemende tüketilmektedir.

    İzlenen politikalarla girilen harplerin tümü kaybedilir. Bu harplerde önemli bir Türk nüfus ile Avrupa Türkiye’sinin tamamına yakın bir bölümü de ( Doğu Trakya ) kaybedilir.

    I.Dünya harbi yenilgisi, İmparatorluğu, yöneten kadrolara, aydınlara büyük ölçüde elde kalanı kuvvetle savunma ve bağımsız yaşama ümidini de kaybettirir. Büyük güçlerin himayesine sığınma, manda fikri ve SEVR teslimiyeti böyle belirir.

    Düşman meş’um emellerine erişme hususunda zayıf kişilikli sultanı ve imparatorluk hükümetini icra aracı olarak kullanabilme imkânına da ulaşmış bulunmaktadır.



    c) Milli Türk Devleti


     İmparatorluğu korumak için girişilen savaşlarda her cepheye koşan, ölümü hiçe sayarak en çetin durumları göğüsleyen, ateş hattı görevlerindeki başarısı ile ordular grubu komutanlığına kadar yükselen M. Kemal I.Dünya Savaşı yenilgisi ve Mondros Mütarekesi şartları ile karşılaşan durum içinde izlenmesi gereken yegane amacın, tek kurtuluş çaresinin milli hudutları içinde tam bağımsız, millet egemenliğine dayalı Milli Laik Türk Cumhuriyeti olduğu kararına ulaşır.

    -Yapılması gereken ilk icraat Millete düşmanların Türk varlığını imha kararında olduklarını, insaf, merhamet dilenmekle, teslimiyetle kurtulmak mümkün olmadığını anlatmak, milleti özvarlığını savunmak, bağımsız onurlu yaşama için savaşma kararında birleştirmek, nihai zafere inandırmaktır.

    -Milli iradeyi temsil eden meşru bir karar ve icra organı oluşturmaktır.

    -Düşmanın iradesine teslim olmuş, onun emellerine, planlarına hizmet eder hale gelmiş Padişahın ve İmparatorluk hükümetinin milletin varlık ve güvenliğine, birliğine hayati menfaatlerine zarar vermesini önlemektir.

    -Türk milletine karşı teşekkül eden düşmanlık koalisyonunun cephe birliğini bozmak, Emperyalist hükümetleri kendi milletlerinin desteğinden mahrum bırakacak bir çizgi izlemektedir. Türk milli kurtuluş savaşını İngiliz, Fransız ve İtalyan milletleriyle, devletleriyle yeniden savaşa tutuşmuş duruma girmeden, galip güçlerin Sevr’i uygulatma için kullandıkları maşa güçleri kırmak suretiyle bağımsız yaşama hak ve yeteneğimizi kabul ettirmektir.

     -Emperyalist kamptan çekilerek yeni bir sosyal-ekonomik düzenle Emperyalist-Kapitalist güçler için bir tehdit oluşturan Sovyetler Birliğinin bağımsızlık savaşımıza zarar vermesini önlemek, sosyalist-kapitalist güç çekişmesinin yarattığı dengelenmeden yararlanmaktır.

     -Batı’dan, Kuzey’den, Güney’den kuşatılmış durumda bulunan Türkiye’nin Doğudan İtilaf güçlerinin emellerine hizmet edecek Emperyalizme uydu hükümetlerle kurulacak Kafka Seddi ile çepeçevre kuşatılmasını önlemek elzemdir.

    -İtilafçı güçlerin paylaşma, Sevr’i uygulama planlarına güneyde ve güneydoğuda halk savaşına, direnişe ağırlık vererek karşı koyarken, ordunun asli gücünü İtilafçı güçlerin özellikle İngilizlerin emellerine ulaşmada; en önemli araç olarak kullandıkları Yunan ordusunu durdurmaya ve imhaya tahsis etmek. Bu neticeyi elde edecek şekilde hazırlanmak gerekir.

    Milli nizami ordu savaş için hazırlanırken Yunan ordusunu Kuva-i Milliye ile gerilla savaşı ile yıpratarak zaman kazanacaktır. Gerilla savaşı Yunan cephesi gerisinde de devam ettirilecektir.

   - Yunan ordusuna Anadolu seferlerinin sonu ölümle, imha ile bitecek bir çılgın macera olduğu fikri ve ümitsizliği aşılanmaya çalışılacaktır.

    -İtilafçı güçlerin Doğu cephesindeki maşaları olan Ermeni ordusunun ve hükümetinin Sovyet Rusya ile bir savaş durumu yaratmadan etkisizleştirmesine itina edilecektir.

    -Düşman stratejik taarruzu gücü ülke derinliğinde stratejik çekilme ile yıpratıp, tüketilmelidir.

    Baskın güçleri, sıklet merkezi oluşturma, kuşatma ve takip harekatı ile Yunan asli gücünü imhası ile sonuç alınacaktır. Nüfus mübadeleleri ile azınlık sorununu çözmek, mütecanis milli topluma ulaşmak, devletin dayandığı temeli güçlendirmek, hedef alınacaktır.

    Ulaşılan askeri zaferi güvene almak, barış içinde saygınlık kazanmak için Türkiye aleyhinde geniş husumet koalisyonları oluşturmasına sebebiyet veren politika ve görüntüler değiştirilecek modern, milli, laik, demokratik cumhuriyetle çağ uygarlığının önüne geçilecektir.



    Stratejik Düşüncenin Uygulamasına II. Dünya Savaşından Örnekler

    I.Dünya savaşı galibi güçlerin kurdukları düzenine kendileri açısından haksız ve adaletsiz bulan bu düzeni kendi emel ve menfaatlere uygun şekle sokmak için kuvvet kullanımına yönelen devletlerinin eylemleriyle başlayıp gelişen II. Dünya Savaşında tarafların yüksek stratejide, stratejide başarı ve yanılgılarına sayısız örnekler gösterilebilir.

    Statükoyu değiştirme girişimlerini yeni Dünya savaşına dönüştürme eyleminde baş rolü Hitler Almanya’sı oynadığı için bu ülkenin Yüksek stratejisini ve ordularının kullanımının askeri stratejisini belirlemede baş yetkili ve sorumlu olan Hitler’in hataları üzerinde durulmuştur.



    Hitler’in Stratejik Hataları

    1-Hitler’in ( Nazi Alman yönetiminin ) stratejik  düşünce yönünden en büyük hatası kıdemli emperyalist güçlerin kurdukları dünya düzenine ( statükoya ) karşı çıkarken insanlığa daha adil, daha onurlu bir düzen vaad etmemesi, hasımlarının kurdukları yapıları temelinden sarsacak,  mazlum milletleri gardiyanlarına karşı isyan edip, mihver safında yer almaya özendirecek bir mesaj vermemesi idi. Mihver devletleri esasen daha acımasız bir sömürgeci olacaklarını, daha aşağılayıcı, ezici bir ırkçı zihniyetiyle ve tutumla hareket edeceklerini gizlemeye lüzum da görmüyorlardı.

    2-Nazi Almanya’sının, Mihver devletlerinin harp hazırlığında ön almış olmaları, aktüel kuvvet üstünlükleri kendilerine karşı ittifak edecek güçlerin, potansiyel güçlerinin harekete geçmesi, aktüel güce dönüşmesi halinde kuvvetler arasında olağanüstü nispetsizlik sebebiyle yenilmeye mahkum idi.

    Hitler Avrupa kıt’asının büyük kaynaklarını, imkanlarını gönüllü olarak yanına almayı, toplamayı sağlamadan kıt’asal ebatta imkanlar kullanan A.B.D. Britanya ve Sovyetler Birliği güçlerine üstünlük sağlayamazdı.

    3-Hitler’in, Çekoslavakya, Polanya, Norveç, Dasnimarka, Hollanda, Belçika, Fransa operasyonları ne kadar başarılı olursa olsun global stratejide-taktik başarı çapını aşmış sayılamaz-nihai yenilgiyi önlemeye yetmezdi. Yetmemiştir.

    4-Hitler’in Alman ordusu genelkurmayı ve kumanda heyeti ile uyum kuramamasına kumandanların hataları Hitler’in hatalarından az değildir.

    5-Hitler’in asıl hatası İngilizlerle bir dünya savaşına yol açmadan uzlaşabileceğini, emellerine böylece ulaşabileceğini sanması olmuştur.

    Bu zannın kaynağı sadece Hitler’in İngilizler hakkında ki ırkçı eğilimle şuur altı saygısı, takdir duygusu değil, geleneksel Alman siyasi ve askeri düşüncesidir. İngiltere’nin kılıcı; kıt’a üzerindeki müttefiki Fransa’dır.  Fransız ordusunun yenilmesi kılıçları kırılmış İngiltere’yi centilmence bir barışa mecbur bırakacak, razı edecektir. I. Dünya harbinde dört yıl direnen Fransa’yı dört gün içinde yenik duruma düşürmek Alman genelkurmayını dahi şaşırtmıştır.

    Hitler de Fransa’nın bu kadar çabuk çökebileceğini düşünmemiştir.

    İngiliz ordusu imha edilmekten kurtulmak için alelacele silahlarını, araç ve gereçlerini de terk ederek ( 29 Mayıs, 4 Haziran 1940 Dunkerk’den tahliye edilmiştir. ) ( 337.137 kişi )

    Bu tahliyeye seyirci kalan, zırhlı birliklerini ve hava kuvvetlerini, bu gücü imha etmek veya esir almak için gerekli operasyona yöneltmeyen Alman Orduları Başkumandanlığının, İngiltere’nin savaşa devam karar vermesi halinde derhal uygulamaya koyacağı bir çıkarma harekatı için hazırlığı, planlaması yoktur.

    Haziranın ilk haftasında kara savunmasından muylak manada yoksun denebilecek bir durumda yakalanabilecek İngiltere’ye karşı 16 Temmuz 1940 tarihinde verilen direktifle hazırlanmasına girişilen Denizaslanı ( Sealion ) harekatı da ciddiyet ve kararlılık ifade etmiyordu. Alman deniz ve hava gücü böyle bir harekat için hazır değildi.

    Tahliye edilen 30 tümenlik İngiliz ordusuna ve müttefiklerine mensup 337000 kişilik gücü ciddi bir direniş görmeden, bedel ödemeden yok ederek, İngilizleri savunmalarını teşkilatlandırmada ve savaşa devamda çaresizliğe düşürmek mümkün olabilirdi.

    Hitler’in hava gücünü İngiliz halkının savaşa devam iradesini, zafer azmini kırmak için kullanma hususunda 40 gün gecikme ile verdiği karar da yanlış verilmiş, yanlış uygulanmış bir karar olarak tarihe geçmiştir.

    Bu uygulamanın İngiliz’lerin askeri gücüne ve savaşma iradelerine Dünkerk’den tahliye anında yapılması gereken bir kara-hava harekatının verebileceği ölçüde bir zarar vermesi ve Alman harp stratejisine beklenen faydayı sağlaması mümkün değildi.

    Çoğu sivil 30.00’e yakın kişinin ölümüne 120.000 kişinin yaralanmasına ve maddi hasara yol açan bu hareket İngilizlerin harbe devam ve intikam arzularını kamçıladı. Alman hava kuvvetleri 1733 uçak kaybettikten sonra 12 Ekim 1940’da ( Sea lion ) istila planı rafa kaldırıldı.

    6-Hitler Almanya’sı Sovyet askeri gücü hakkında yeterli haberalma ve değerlendirmede de ağır yanılgıya düştü.

    Sovyet devlet ve ordusunun küçük Fin devleti, soylu, yiğit Fin milleti önünde ( 30 Kasım 1939-12 Mart 1940 ) düştüğü utanç verici durum Sovyet askeri gücünün savaş yeteneğini değerlendirmeyi veya değersizlemeyi mübalağalı etkilemiş olabilir. Ancak Sovyetler Birliği’nin tahminlerinin iki katına yakın sayıda kuvvet seferber etmesi, tümen oluşturması Alman Başkumandanlığı açısından ağır bir yanılgı idi. Bu yanılgı yenilgi getirecektir.

    7-Hitler Almanya’sının yüksek stratejide ciddi bir hatası yıkmayı başardıkları devletlerin mevcut rejimden gayrı memnun olan, kurtarıcı bekleyen halklarını, zümrelerini kendi saflarına kazanamayışı idi.

    Stalinci Sovyet yönetiminden ağır zarar görmüş, baskı altında bulunan, rejim aleyhtarı zümreler, kitleler, Rus sömürü ve şovenizminden zulmünden kurtulma çabası içinde bulunan mazlum esir milletler, ırkçı şöven Nazi yönetiminin kendilerine daha iyi bir düzen getirmeyeceğini, kendilerini insan dahi saymadığını görmekte gecikmediler.

    Almanların kendilerini kurtarmaya değil, gardiyanlığı devralmaya geldiğini anladılar.

    Mihverci güçler, sömürge imparatorluklarının mazlum halklarını sömürgeci efendilerine istemeyerek de olsa itaat ve hizmete mecbur bırakırlar. Nazilerin izledikleri politik hayat felsefeleri, dünya görüşleri, ideolojileri bu hatalarını kaçınılmaz kılıyordu. Bu nedenle istila ettikleri ülkelerde ve uydularında iş başına getirdikleri veya kâhya olarak kullandıkları işbirlikçi unsurlar geniş bir kitle oluşturma imkânına sahip olamazdı.

    Almanların güç dengesinin karşı tarafa geçmesinden karşı tarafa geçmesinden sonra mazlum halkları kazanma girişimi ve Avrupa medeniyetini Asyalı Rus komünist barbarlığından koruma için ittifak çağları inandırıcılığını yitirmiş bulunuyordu. Samimiyet değeri de taşımıyordu.

    8-Alman savaş teknolojisinin yeni buluşları etki açısından stratejik boyuta ulaşmadı.

    9-Alman hava gücü Anglo Amerikan hava sahasında savaşın gidişini etkileyen bir seviyeye ulaşmadığı gibi seferin devamında Alman hava sahası savunma yeterliliğini de kaybetti.

    -Alman Başkumandanlığının işaret edilen stratejik hataları ve harbin sonuçları galip safta bulunan Devletlerin Başkumandanlıklarının, ordularının yüksek stratejideki, askeri stratejideki hatalarını örtmeye yetmez ve unutturamaz.

    Çekoslovakya’nın Polonya’nın, Norveç’in, Danimarka’nın, Belçika ve Hollanda’nın, Fransa’nın utanç verici yenilgileri münhasıran Alman ordularının kuvvet üstünlüğünden, daha üstün silah ve teçhisata sahip bulunmalarından kaynaklanmış kabul edilemez. Anılan ülkelerin yüksek stratejilerinin hatalı olduğu, milli morallerinin, iç cephelerinin zayıf olduğu belirgindir.

    İleri bir sanayi devleti olan, gelişmiş bir silah sanayine sahip bulunan 13,5 milyon nüfuslu Çekoslovakya yöneticilerinin varlıklarına, bağımsızlıklarına yönelen suikastı görmeyişleri ve hiçbir tedbir almayışları, ülkelerinin bir kurşun atmadan teslim oluşu, onursuz yaşamaktansa ölümü göze almayan milletlerin sadece geçici dış desteklerle bağımsız devlet kuramayacağına, yaşatamayacağına ibret verici bir örnek  oluşturur.   

    3,5 milyon nüfuslu Finlandiya kendisinden 50 kat nüfuslu ve dev bir orduya sahip Sovyetler Birliğinin Leningrat şehrinin ve Baltık kıyısının güvenliğini sağlamak için 1066 mil karelik bir şeridi 2.134 mil karelik bir bölge karşılığı değiştirme veya anılan şeridi satın alma şeklindeki teklifini bir dış destek himaye ve müttefik aramadan red etmekte tereddüt  etmemiştir.

    Seferi mevcudu 175.000 olan 10 tümenlik Fin ordusuna 45 piyade tümeni, topço kolordusu, ordu birlikleri, 3000 tank mevcutlu zırhlı birlikler ve 2500 uçakla saldıran Ruslar, 3,5 ay süren yiğit bir direnişle karşılaşırlar. Fin ordusu aktif bir savunma uygular ve cüretkâr taarruzlar yapar. Ruslar  200.000 asker kaybetti. Yaralıları da bu sayıya yakındır. 1600 tankları tahrip edilir veya Finlilerin eline geçer. 684 uçakları düşürülür. Yaralılarının önemli bir bölümünü kurtaramazlar.  

    Finler ( ölü ve kayıp olarak ) 24.923 asker kaybederler, 43.557 askerleri yaralanır.

    Yeterli silah ve cephaneleri olmayan Finliler savaşı yer yer baskınla kuşatıp imha ettikleri Rus birliklerinden ele geçirdikleri tank, top, makinalı tüfekler ve mühimmatları ile sürdürürler. Ezici bir sayısal üstünlükle zayiata bakmadan saldıran Ruslara, Polonya’nın, Norveç’in, Danimarka’nın, Hollanda, Belçika ve Fransa’nın Alman ordularının istilasına gösterdikleri toplam direniş süresinin üstünde bir süre savaşarak ağır kayıplar verdiren Finliler bağımsız yaşama hakkını korumayı başarırlar.

    Finlilerin kaynakları tükeninceye kadar sürdürdükleri savaşta politik yenilgileri Rusların pek ağır bedelle elde ettikleri galibiyetten daha onurludur.

    Rusların Finlandiya’yı istila girişimlerinde başvurdukları kayda değer bir girişimde de saldırının akabinde bir hudut kasabasında Terjoku’nda tesis ettikleri kukla Fin hükümetidir.

    Bu hükümet Fin milletini, Kızıl ordunun Fin halkını kurtarma Fin halkının çıkarlarına uygun adil sosyal düzen, Fin Halk Cumhuriyeti kurmak, Sovyetler Birliği ile karşılıklı yardım anlaşması sağlamak, özgür, bağımsız bir devlet oluşturmak için girdiğini beyanla ayaklanmaya, beyaz hükümeti devirmeye, Kızıl orduyu dostça saygı ve sevgi ile karşılamaya davet eder.

    Bu uydu Kızıl hükümetin beyannameleri Rus uçakları tarafından bombardıman uçuşlarında Fin semalarına savrulur.

    Yüksek bir milli şuura ve dayanışmaya, birlik duygusuna sahip Finliler bu girişimi bir maskaralık kabul ederler. Fin kalesi sağlamdır.

    Rusların kaleyi içten çökertmeye girişimleri hiçbir sonuç vermez. 

    Fin milleti basiretli, onurlu, yetenekli bir liderliğe sahiptir.

    İzlenen amaçlara erişmeden liderliğin ve moralin önemini belirlemek yönünden Alman yıldırım harekâtı karşısında peş peşe yıkılan ülkelerin durumu da dikkate değer bulunmaktadır.

    Fransız 5. Ordu komutanı General Bourret Fransa’nın uğradığı ağır yenilgiyi ve süratli çöküntüyü Başkumandanlık ve yüksek yönetim kademesinde hıyanet şüphesi taşıyan ehliyetsizliğe, manevi cephenin çürümüş olmasına bağlamaktadır.

    On seneden uzun bir süre sırasıyla Yüksek Askeri Etüd Merkezi Direktörlüğü, Genelkurmay Başkanlığı nihayet Başkumandanlık makamlarında bulunan General Weygand Temmuz 1939’da Fransız ordusunu şöyle değerlendirmektedir:

    “Fransa ordusu, birinci kaliteden bir malzemeye, birinci sınıf tahkimata, üstün bir morale ve şayanı dikkat bir yüksek komuta heyetine sahip olmuştur. Bizden hiç kimse bir harbi arzu etmiyor, fakat, şayet bizi yeni bir zafer kazanmaya mecbur ederlerse, bu zaferi kazanacağız.”

     Aynı kumandanın 27 Mayıs 1940 verdiği şu beyanat düşündürücüdür.

    “Fransa kendisine lazım meteryal  ve doktrinden mahrum olarak harbe girmekle en büyük hatayı işlemiştir.”

    Fransız yüksek komutanlığının belirlemek için Başkumandan General Gamlen’in savaşın olumsuz gelişimine, cephenin yarılmasına 8 gün hiçbir karar almadan , müdahalede bulunmadan seyirci kalması , açılan gediğe karşı taarruz düzenletmeyişi hayret uyandırıcıdır.Nihayet  19 Mayıs 1940’da verdiği emirde kullandığı ifade ve üslup da düşündürücüdür.

    “Kuzeydoğu cephesi kumandanını alakadar eden ve almış olduğu bütün durumları taktir etmeme rağmen, devam etmekte olan muharebenin sevk ve iradesine karışmak istemeksizin şunu söyleyeyim ki zannımca ve hali hazırda…

     “ Karışmak istemeksizin ”

    “ Taktir ederek ”

    “ Zannımca ”

    Savaşlar önce dimağda ve yürekte kazanılır veya kaybedilir. Hiçbir zırh, hiçbir tahkimat nihai zafere, ilgili milletin yüksek onur ve seciyesinden, birlik birlik ve dayanışmasından , askeri şuurlu sabır , metanet ve cesaretinden daha önemli ve etkili olamaz.

    Hiçbir yarma veya girme kumandanın zihnindeki bulanıklık, kararsızlık ve zafere inancını kaybetmiş olması kadar öncelikli yenilgi tehlikesi oluşturamaz.

    Hiçbir askeri yenilgi milli seciye ve moralin, milli kültürün bozulması, çözülmesi kadar vahim tehlike yaratamaz.

    Sovyetler Birliğinin Estonya-Letonya ve Lituvanya’yı sadece tehditle ilhak ettiği, Romanya’dan bir kurşun atmadan tehditle  Besarabya ve Bukovianayı kopardığı Almanya’ya bir kurşun atmadan teslim olan Çekoslovakya’nın zırhlı araç ve gereçlerinin, silahlarının Alman silahlarından daha kaliteli oldu da hatırlanarak yenilgilerde sadece hasmın sayısal üstünlüğünün baş amil olmadığı , esas amilin insan olduğu , savaşın dimağ ve yürek gücü ile yapıldığı gerçeği dikkatten kaçırılmamalıdır.

    Türkiye’yi II. Dünya harbi tahribatından korunuş ve kurtarılışından da manevi faktörlerin ve izlenen yüksek stratejinin ağır bastığı bilinmelidir.

    Balkan I. Dünya Harbi ve İstiklal harbi deneyimlerine sahip Türk siyasi ve askeri önderliği bir saldırıya bir saldırıya maruz kalmadıkça harbe girmekte hayati ve zaruri sebep ve milli menfaat görmediler. Hiçbir vaade aldanmadıkları gibi, hiçbir tehdit ve baskıya da boyun eğmediler. İç ihanete de meydan vermediler. Harbe bulaşmamak, tarafsız kalma arzusunun caydırıcı bir güç ile savaşma kararlılığı belirgin olmadıkça-İran örneğinde olduğu gibi ayakaltında kalmayı önleyemeyeceği de bilinmekte.

    Türkiye “Hitlere hayır derken, yenik duruma düşmüş müttefiklerden bir hayır gelmeyeceğini biliyordu.-Polonya, Romanya, Yunanistan, Yugoslavya örnekleri ortada idi.-Stalin’e hayır denildiği tarihte de Türkiye dünyada yanlık idi.



    Kuvvetin Terkibi ve Moral Kat Sayısına Dair



    Bir ferdin, bir toplumun, bir ordunun moral gücünü metrik sistemle ifade, ölçümleme zordur.

    Ordunun aktüel savaş gücünün moral gücüyle maddi gücünün terkibi olduğu düşünülebilir.

    Maddi güç ölçülebilen, sayıla bilen fizik, mekanik, aritmetik, değerlendirmeye girebilen faktörler toplamıdır.

    Moral güç ise maddi gücün beşeri çarpanıdır. Kat sayısıdır. Moral güç maddi gücü kullanan insanın, beşeri unsurun imanı, bilgisi, becerisidir.

    Aktüel savaş gücü; kuvvet = Moral güç x (maddi güç faktörleri toplamıdır).

    Moral güç bir katsayı olduğu için moralin zayıflaması, düşmesi ölçüsünde-maddi güçler toplamında bu değişme olmasa dahi – aktüel savaş gücü düşer.

    Moral katsayısı sıfır ise aktüel savaş gücüde sıfır olur.

    Tarafların maddi güçleri sayısal yönden eşitse moral katsayısı yüksek olan üstünlük kazanır.

    Moral katsayısının yüksekliği maddi güçler arasındaki nispetsizliği giderebilir.

   Morali yüksek olan taraf kendisinden sayısal planda; maddi güçte kat kat üstün olan tarafı dengeleyebilir, yenebilir.

    Manevi gücün, moralin çarpanları olan iman, mefkure, bilgi, beceri nitelik unsurlarıdır. Bilgi , beceri ilgili toplumun bilim teknikte , ekonomide , teşkilatlanmada gelişme seviyesiyle eğitimiyle ilgilidir.

    Maddi güç de morali etkiler.


    Tarafların aynı bilim ve teknoloji düzeninde olmaları eşit bilgi ve beceriye sahip bulunmaları halinde moral katsayısı sayısal nispetsizliği dengelemede daha çok önem kazanır.
Milletçe mensubu bulunduğumuz kutlu inanç sistemi, geleneksel kültürümüz iman, maneviyat, moral üstünlüğünün gücü on kat katlayabileceğini belirlemekte en az iki kat arttırmaya sağlamasını hedef almaktadır.

    Kur’an-ı-Kerim’in savaşla, savaş morali ile ilgili ayetleri şöyledir.

    Enfal Suresi:

     (8-64) Ey Peygamber! İnanları savaşa şevklendir. Eğer sizden sabırlı (metin) yirmi kişi bulunursa iki yüze galip gelirler. Eğer sizden yüz kişi olursa Kâfirlerden (Hak düşmanlarından) bin kişiye galip gelirler. Çünkü onlar anlamazlar güruhudurlar.

    (8-66) Şimdi Allah yükünüzü hafifletti. Sizde zayıflık olduğunu bildi.O halde sizden sabırlı (azimli) yüz kişi bulunursa iki yüzü yenerler.Sizden bin olursa Allah’ın izniyle iki bin kişiye galip gelirler.Allah sabredenlerle (dayananlarla) beraberdir.

    Toplumların moral, ahlaki, kültürel yapısında, seciyesinde bağlı bulundukları inanç sistemlerinin dinin, meshebinin, kutsal kitaplarının önemli bir yeri olduğu sabittir.

    Kıt’alarımızı, kışlalarımızın duvarlarında gördüğümüz, eski kuşakların hafızalarında kayıtlı “Bir Türk askeri on düşmana bedeldir” sözünün kaynağının Kuran olduğu anlaşılmaktadır. Bu söz , bu hüküm tarafların silah ve teçhizatları , araç ve gereçleri ikmal imkanları aynı nitelikte ise MORALİ yüksek olan tarafın moral kat sayısının azami 10’a kadar yükselebileceğini , hasmın 10 kat sayısal üstünlüğünü alt edebileceğini ifade etmektedir.

    Amaçlanan, beklenen askeri moral kat sayısı 2’dir.

     Atatürk’ün Türk ordusu için düstur olarak benimsediği milli güvenlik siyasetine temel kıldığı ilkede bu doğrultudadır.

    “Türk ordusunun bir (çüz’ü tamı) birliği, muadilini behemahal malup  eder ; iki mislini tevkif ve tespit eder.Şimdilik bundan fazlasını talep etmiyorum çünkü fazlasını milletimizin meftur olduğu cengaverlik zaten temin etmektedir.Fakat kıymeti behemahal muhafaza etmek lazımdır.

    Bunu askeri bir esas düstur olarak nazar-ı dikkatte tutmalıdır. Bu noktayı bilhassa bütün arkadaşlarımdan talep ederim. Türk ordusunun bir cüz’i tamı müadilini behemahal malup , iki mislini tevkif ve tespit eder.Bu kıymet mahfuz kaldıkça teşkilatımızı sevk ve irademizi bu hedef ve gayaye yürüttükçe , Türkiye’nin her türlü taarruzdan , tecavüzden masun ve mahfuz kalacağına kimsenin şüphesi kalmaz”.(Şubat 1924)

    Türkiye’nin her türlü taarruzdan, tecavüzden masun ve mahfuz kalması için Türk insanının, Türk toplumunun moral değerlerinin korunması ile birlikte bilimde, teknikte silah ve techizatı temin edecek ekonomik yapıda hasımlarının, yaşanan çağın gerisinde kalmaması gerekir.

    Bir milletin ve silahlı kuvvetlerinin savaş gücünü, moralini yıkmayı etkisizleştirmeyi hedef alan saldırıların sıcak savaş haliyle hudutlu olmadığı asla dikkatten olmadığı asla dikkatten kaçırmamalıdır.

    Özel harbin, dolaylı saldırının önde gelen yöntemi hasmın manevi gücün çözmek, çürütmektir.



3 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR


..


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder