6 Haziran 2016 Pazartesi

IRAK’IN KUZEYİ İÇİN.., YANILGILAR VE GERÇEKLER



IRAK’IN KUZEYİ  İÇİN..,  YANILGILAR VE GERÇEKLER 


Yrd.Doç.Dr.Sait YILMAZ
Beykent Üniversitesi Stratejik Araştırmalar Merkezi (BÜSAM) Müdürü, 
saityilmaz@beykent.edu.tr 

Yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin dış politikasının esası Lozan’da kazanılmış hakların korunması, kısaca statükonun devamı idi. Bu politika ülkenin atlattığı badirelerin yaralarının sarılması ve ulus-devlet yapısının güçlenmesi için gerekli zamanı sağlayacaktı. Bu genel politika içinde Atatürk boş durmamış , Lozan öncesinde de olduğu gibi Irak’ın ve kuzeyinin durumunu yakından takip etmiş, burada gizli cemiyetler kurmuş, propaganda faaliyetlerine girişmiş, aşiretler ile işbirliği yapmıştır.

 Ancak sonraki yönetimler pasifimize döndü, Irak’taki gelişmelere hiç hazırlık yapmadılar, gerekli kadrolar oluşturulmadı. Irak’taki merkezi yönetim ile işbirliği 
merakı öne çıkarken, kuzeyde Türkmenlere nasihat etmekten öte bir şey yapılmadı. Kuzeyde Türkmenler, Araplaştırma ve Kürtleştirme ile asimile edilirken sessiz ve pasif kalındı, hatta göz yumuldu. Erbil bir Türk şehri idi ama bugün silindi. Bugün ise hem Lozan hem de Ankara Antlaşması çatırdarken, bu ihmal devam etmektedir. 

1990’larda kendi elleriyle Kürt devletini kuran Türkiye, ne yazık ki ABD korkusu ile kendi toprağına da hapsolmuştur. 

Dış Politikada Yanlıslar ve Sapmalar 

AKP hükümeti 2002 sonunda iktidara gelmeden önce zaten ‘de facto’ bir ‘Kürt devletçiği’ geçmiş yönetimlerin hataları ile oluşmuştu. 2007 yılına kadar Irak’ın 
bütünlüğünün korunması ve bunun için de sadece merkezi Irak yönetiminin muhatap alınması yönündeki ülke politikamızda bir değişiklik olmamıştı. Her ne kadar AKP hükümeti 1 Mart 2003 tezkeresi ile Irak’ın kuzeyinde meydanı Kürtlere ve Kürt - ABD ittifakına bırakmış ve ABD’den önce Irak’ın kuzeyine girmeye hazır TSK.lerinin girişine yeşil ışık yakmamış olsa da Irak’ın bütünlüğüne bakışı ve kuzeydeki Kürt yönetimi ile ilişkilerin seyrinde en azından uygulamada farklı bir yaklaşım olmamıştı. 

AKP politikalarındaki değişimin köşe taşı 5 Kasım 2006 tarihinde Başbakan Erdoğan’ın, ABD Başkanı Bush’a Washington’da yaptığı ziyaret ile başladı. 
Bu tarihten sonra Ankara’nın Irak’ın kuzeyine ve PKK terörü ile mücadeleye yönelik politikalarında önemli değişimler ve sapmalar başladı. 

Bu değişimleri Üç başlık altında toplayabiliriz. 

- Görüşmelerin ardından Irak’ın kuzeyine ABD’nin icazeti ile yapıldığı ve Kürt yönetim bölgesi dışındaki bölge için izin verildiği belli olan, büyük çaplı bir 
askeri harekat yapıldı. ABD, Kürt bölgesinin hassasiyetine o kadar dikkat ediyordu ki bizzat Bush tarafından operasyonun uzamaması ve kısa sürede bitirilmesi için sık sık uyarı yapıldı. Harekât istendiği gibi kısa sürede bitti ve bundan sonra Irak’ın kuzeyine askeri harekât büyük ölçüde hava kuvvetleri ile sınırlandırıldı. Bunun için de ABD’nin istihbarat desteği ile PKK’ya havadan darbe vurulduğuna kamuoyu inandırılmaya çalışıldı. 

- İkinci değişim alanı 2007 yılına kadar Irak ve kuzeyine ilişkin o döneme kadar anlayış birliği sağlayan devletin kurumları arasında oldu ve kurumlar arası 
ayrışma başadı. Hükümetin ABD ile pazarlığın sonucu olarak iki yeni uygulaması ortaya çıkmıştı; PKK için Irak’ın kuzeyindeki yönetimin ve ABD’nin şefaatine 
karşılık Irak’ın kuzeyi ile ilişkilerin yapılandırılması ve Türkiye içindeki Kürtlere yönelik (demokratik) açılım gündeme geldi. 


Bu işte - dönemin uzatmalı MDT müştesarı gibi, kurumlar içinde iktidardan beklentileri olanlar etkin roller aldılar. Asıl ayrım TSK. ile yaşandı ve bu dönemden sonra Irak’a TSK.nın bakışı ile hükümetin bakışı arasındaki makas açılmaya başladı. 

- Üçüncü sapma ise Türkmenler ile ilişkilerde yaşanmaya başladı. 

Hükümet, Türkmenlere olan ilgisini tamamen kaybetmeye başladı. Üstelik Türkmen yapılanmaları değiştirilerek susturulmaya, baskı altına alınmaya çalışıldı. 
Türkmenler içinde İslamcı yapılanmaya yönelik uygulamalar başladı. Türkmenlerden seslerini yükseltmemeleri, uyum sağlamaları, varlıklarını çok hissettirmemeleri istendi. 
Bunu yaparken de kamuoyuma garip bir söylem sunuldu; “Irak meselesine Irak’ın kuzeyinden, hatta tüm Irak üzerinden değil tüm Orta Doğu gözünden bakmalıyız”. 
Bu Türkmenlerin ihmal edilmesinin kılıfı olmak yanında bölgeye ideolojik bakışın da çerçevesi oldu. 

Bütün bu politika değişikliklerinin günahını sadece AKP’ye yüklemek haksızlık olur. Irak’ın kuzeyindeki petrol pastasından kendine pay çıkarmak isteyen 
Türkiye’deki büyük medya-sermaye tabanından Şirketler TÜSİAD vasıtası ile hükümete baskı yaparak kendi ceplerini doldurmak uğruna Kürdistan’ı kendi elleri ile kurmak için harekete geçtiler. 300 kadar Şirket bölgeyi ekonomik olarak kalkındırmak kandırmacası altında ceplerini doldururken, Kürdistan’ı da kurmaktadırlar. İşte bu medya-sermaye tekeli, bir ABD askeri öldüğünde bunu derhal ana haber bülteninde haber diye verirken her gün öldürülen onlarca Türkmen haber olmamakta, Irak’ın kuzeyindeki gelişmeler kamuoyunun gözlerinden kaçırılmakta, Türkmenlerin durumu ile ilgili bırakın bir program yapma, hiçbir Türkmen’den görüş bile alınmamaktadır. 

Irak’ın kuzeyindeki pastanın meraklısı sadece İstanbul Burjuvazisi değil, yeşil sermaye ve Anadolu’da olup ta Avrupa pazarına giremeyenlerdir. Bunların içinde eski MHP kökenli pek çok kisi de bulunmaktadır. 

Irak’ın Kuzeyi ile İlgili Yanılgılar ve Gerçekler.; 

Tabii ki Irak ile ilgili her şey kötü yapılmıyor yani işini iyi yapanlar da var. Özellikle Bağdat’ta çalışan dışişleri mensuplarının bölgeyi iyi bilen bürokratlar 
olduklarını ve çok ciddi çaba sarf ettiklerini duyuyoruz. Bu çalışmaların Irak’taki merkezi yönetim ile ilişkilerde önemli bir etkinlik sağladığını, hatta İran ve ABD’nin çalışmalarını dengelediklerini öğreniyoruz. Ayrıca Musul, Basra ve Erbil’de açılan konsolosluklar da Türk dış politikasının yürütülmesinde önemli birer merkez olacaklardır. Ancak, hükümetin “ Biz yapamazsak onlar yapacak, içinde olalım ” ya da “ ilişkilerimiz çok iyi olursa PKK’yı dışlarlar” şeklinde algılatmaya çalıştığı düşünsel temel Kürdistan’ı kurmaktan ve birilerine rant sağlamaktan öteye bir sonuç vermeyecektir. Dolayısı ile bu yanılgı tüm emeklerin boşa gitmesi sonucunu doğuracaktır. 

Irak’ın kuzeyindeki sosyal yapılanmanın ve gerçek durumun resminin iyi okunması doğru çözümün bulunmasında anahtar rol oynamaktadır. 

Bu bölgede bugüne kadar bize yansıtılanların tersine ya da henüz yeni fark ettiğimiz ve gelişmekte olan pek çok trend bulunmaktadır. Şimdi bu gerçekleri ve değişimleri ortaya koyalım. 


- Irak’ın kuzeyindeki aşiret ve feodalite yapısı süratli bir değişim içindedir. Aşiret yapıları dönüşmekte ve farklılaşmaktadır. Talabani’nin KYP’sinin egemen olduğu Erbil’den Hanekin’e kadar olan bölgede artık aşiret yapıları eskimiş, aşınmış, gücünü kaybetmektedir. Burada artık sanayici ve elit bir tabaka dinamizmi 
oluşmaktadır. Özellikle Süleymaniye Şehirleşme kültürüne oldukça intibak etmistir. KDP’nin etkin olduğu Duhok ve Musul’da aşiretçilik hala gücünü sürdürmekle beraber Erbil, aşiretçilikten Şehirleşmeye hızla ilerlemektedir. Musul’un Kürt aşiretleri KDP’ye karşı ve Araplar ile işbirliği yapmaktadırlar. Bu coğrafyadaki Kürt taraflarının belirleyici unsuru aşiret kimliğinden gittikçe partileşme kimliğine kaymaktadır ve artık taraflar KDP ve KYP taraftarı olarak tanımlanmaktadır. Buradaki asıl tehlike Irak’ın kuzeyindeki ekonomiyi elinde tutan Barzani’nin petrol parası ile aşiret ve yerel grupları satın almasıdır. Bu paranın kaynağı acilen kesilmelidir. Bunun için en iyi formüllerden biri Irak ile ticareti Irak’ın kuzeyi ile değil geri kalanı ile yapmak ve Ovaköy’den başlayıp Telafer üzerinden Bağdat’a uzanan bir otoyol inşa etmektir. 
Unutulmamalıdır ki Irak’ın asıl zenginliği güneydedir. Irak’ın kuzeyindeki halkın %75’i yönetiminden maaş aldığı İşlerde çalışmaktadır ve bu da KDP ile iyi ilişki 
demektir. Buradan asıl çıkarılması gereken ders Barzani’nin kurduğu bu tezgah yerine bölgede Türkiye’ye bağlı bir Kürt burjuvazisi yaratmaktır. Bunun da yolu Barzani’yi bertaraf ederken onun yerine Türkiye’ye bağlı ama içlerinden bir aday koymaktır. Bu Aday -  buraya kadar ifade etmek istediğimizin özeti olarak, aşiret değil artık elit tabakanın içinden gelmelidir. 

Aday ile ilgili düşüncelerimiz saklıdır. 

- İkinci bölüm gerçekler Türkmenler ile ilgilidir. 

Irak’ın kuzeyi ile ilgili haritalarda yer verdiğimiz Türkiye’de Ovaköy’den güneye açılan ve Kerkük’e kadar uzanan Türkmen bölgesi artık erimektedir. On yıllarca Irak’ın kuzeyini Türkmenlere değil Kürtlere bakarak düşündük, Türkmenleri ihmal ettik ve onlara nasıl bir rol biçeceğimize karar veremedik. Bunda Türkmenlerin de Türkiye’yi yanlış yönlendirdiği ya da birlik olmadığı gibi nedenler öne sürülebilir. Siyasi tecrübeleri olmayan Türkmen liderler içinde siyasi kayırma ve rant peşinde koşanlar özellikle ITC yozlaşmaya yol açanlar oldu. Bugün Irak’ın kuzeyindeki Türkmen yapılanmasının ciddi bir reorganizasyona ihtiyacı olduğu kesindir. Bunun da ötesinde uygulanan 
yanlış politikalar ve ayırımcılıklar neticesinde Türkmen nüfus gittikçe Kürt ve Arap nüfusa dönüşmektedir. Irak’ta Türkmen nüfus her biri yaklaşık %50 oranında Şii ve Sünnilerden meydana gelmektedir. Uygulanan yanlış politikalar neticesi Şii Türkmenler hala mezhepçi yaklaşımla diğer Türklerden uzaklaşmakta ve diğerlerine entegre olmamaktadır. Kısaca Irak’ın kuzeyinde Kürt yönetiminin güçlenmesi Türkmenlerin de onlara entegre olmasını hızlandırmakta, Türkmenler Kürt ve Arap kimliğini tercih etmektedir. Şii Türkmenleri kazanmak, İran etkisini kırmak için de çok ciddi sosyal projeler bir an önce yürürlüğe konulmalıdır. Bu projeler Musul, Erbil gibi yerlerde yaşamak için Türkmen kimliği yerine Kürt ya da Arap kimliğini tercih edenleri geri döndürecek, mezhepçiliğin önüne geçecek dönüşümleri sağlamalıdır. 

Irak’ın parçalanmasının kaçınılmaz hale gelmesi önemli bir olasılıktır. Böyle bir durumda Türkiye’de bir Türkmen devleti kurmak için gerekli alt yapıyı hazırlamalıdır. 

Bunun için Türkmen birliği sağlamak ve gerekli bilinci oluşturmak yanında nüfus yoğunluğu sağlamak için göç de gereklidir. Diyala gibi bölge dışında yoğun Türklerin yaşadığı yerlerden bölgeye nüfus takviyesi yapılmalıdır. 

- Türkiye’nin üçüncü büyük yanılgısı Irak’ın kuzeyindeki sorunu PKK terör örgütünün faaliyetlerine indirgemesi ve bu sorunu ABD ile işbirliği ve AB üyelik 
süreci ile birlikte çözeceğine inanmış olmasıdır. 

Hâlbuki Irak’ın kuzeyindeki çıkarlarımız PKK terör örgütünün ortadan kaldırılması ile sınırlı değildir. 
Türkiye’nin önceliği Irak’ın kuzeyinde bir Kürt devletinin kurulmasının önlenmesidir. Üstelik Barzani tasfiye edilmeden PKK’yı tamamen tasfiye etmek de mümkün değildir. 
Türkiye ise PKK’nın tasfiyesini ABD ve Barzani’den beklemektedir. Bağımsızlık hayali kuran, milliyetçi ve iç dinamizme oynayan Barzani’den PKK terörüne karşı destek beklemek bir yana Barzani’nin böyle bir inisiyatifi hele askeri sahada almasını ummak ayrı bir körlüktür. 
PKK, daha çok Süleymaniye’de yoğundur ve burada zaten Barzani’nin bir etkisi yoktur. Terörle mücadele ancak kendi güç ve kaynaklarına dayanılarak sürdürülebilir. 
ABD ve Barzani’nin PKK’yı ortadan kaldırmak bir yana bize gerçek bir destek sunmalarını beklemekle bile büyük saflıktır. 
ABD, sadece hedef saptırmakta, PKK karşılığı Irak’ın kuzeyinde bir Kürt devleti kurarak kendi çıkarlarını sağlamayı garanti altına almaktadır. 

Özetle Türkiye’nin öncelikli hedefi eğer Kürt devletinin kurulmasını önlemek ise hedefte Barzani’nin tasfiyesi vardır. Aksi takdirde burada yeni bir Lübnan’a hazır olmalıyız. Gerek Barzani’nin gerekse PKK’nın Irak kuzeyinden tasfiyesi ise ABD’nin dümen suyundan ve AB reformları ile mümkün değildir. Demokratik açılım ya da reform isteyenler aslında terör örgütüne istediklerini savaşmadan kazandırmak isteyenlerdir. Kısaca ABD’den korkmadan ve sonu belirsiz 
AB sürecinden çekinmeden Irak’ın kuzeyinde büyük ölçekli bir askeri operasyon için gerekli koşullar beklenmeli ve ortamın şekillendirilmesi için gerekli hazırlıklar yapılmalıdır. 

Gerçek Resim ve Neler Yapılmalı 

Irak’ta 07 Mart 2010 seçimleri sonrası yeni hükümetin kurulması çalışmaları devam etmektedir. Görünen resim; seçimlerin galibi Irakiye Listesi’nin lideri 
Allavi’nin hükümeti kurma çabasının önünün kesildiği, Şii Maliki’nin işbirliği yapacağı gruplar ile birlikte kuracağı hükümette tekrar başbakan olacağı, Talabani’nin Cumhurbaşkanlığı’na devam edeceği ve yardımcılarından birinin Şii, diğerinin Sünni olacağı yönündedir. Sünnileri memnun etmek için ise Allavi’ye Meclis Baskanlığı teklif edilebilir. Kısaca yeni dönemde de Şii partiler ve yönetim anlayısı öne çıkacaktır. Seçimler ve hükümetin kurulma sürecinde İran ve ABD belirleyici rol oynadığı ortaya çıkmıştır. Türkiye’deki medya, seçimin hemen sonrasında Irakiye Listesini desteklemekle Türkiye’nin ne kadar akılcı davrandığının propagandasını yapmış ancak kısa süre sonra doğru kişiye oynanmadığı ortaya çıkmıştır. Seçimden sonra yaşanan siyasi gelişmeler ve oluşan yeni koalisyon Irak’taki hükümet ya da Başbakan değişiminin iktidarın muhalefet, muhalefetin ise iktidar olabileceği bir demokratik yapının kurulamamış olmadığının açık bir göstergesi olarak görülebilir. 

Her ne kadar partiler ve listeler etnik-mezhepsel siyasetten uzak dursa da hala Irak’ta siyaset, etnik-mezhepsel temelde algılanmakta ve yapılmaktadır. Seçimin Irak’a istikrar getirip getirmeyeceği belli değildir. Bundan önce yapılan her seçim Irak’ta yeni bir Şiddet dalgası ve istikrarsızlık üretmiştir. 
Bu seçimin galibi olan Irakiye’nin önemli unsurlarının sistemden dışlanması da benzer bir etki yaratacaktır. Özellikle ABD’nin 2011’de büyük ölçüde çekilmesini tamamlamasını müteakip Şiilerin Sünniler üzerinde baskısını artırması ve Sünnilerin saldırılarının artırması beklenebilir. ABD, 140 bin askerle Irak’ta güvenliği sağlayamadı ama taraflar arasında çok kırılgan bir siyasi süreç yarattı. ABD’nin bundan sonra ne askeri olarak Irak’a dönmesi ne de çekildikten sonra taraflar üzerinde siyasi yönlendirme yapması beklenemez. 

ABD’nin bugüne kadar ki güce dayalı ve tarafları pek dinlemeyen anlayışı 2011’den sonra serbest kalacak ve İç Savaşı başlatacak parametreleri tekrar 
harekete geçirebilir. 

Irak’ta Şii ve Sünnilerin barışma ihtimali yok ve birbirilerine karşı Şimdilik Kürtleri kullanıyorlar. Ancak Araplar, ABD’nin çekilmesinden sonra mazlum olarak görmedikleri Kürtleri de yok etmenin hesaplarını yapmaktadır. Bu nedenle Kürtler, Türkiye’den değil çok şüphelendikleri Araplardan korkuyorlar. Ancak Türkiye’nin himayesine girmek, Musul ve Kerkük’ü kaybetmek anlamına gelebileceğinden ABD ve PKK kartı ile statülerini koruma ve kazanım peşindeler. Nitekim ABD’nin Irak’ın kuzeyindeki yönetim ile gizli bir anlaşması ve planları bulunmaktadır. 

Enerji ve ekonomi alanında özel bağlantılar kurulmuştur. 

Diğer yandan Kerkük konusunda Türkiye’nin Barzani’yi ikna ettiği ve bir gizli anlaşma olduğu söylentisi bölgede yaygındır. PKK’yı yok etme gücü olmayan Barzani, PKK için ABD ile birlikte demokratik yollarla çözüm tavsiyesi yaparken kendisi Türkmenleri her gün katlediyor, Susturuyor, Kimliklerini değiştirmeye zorluyor. Barzani, sadece Irak’ta değil, Güneydoğu Anadolu ve Türk İş ve Medya dünyasında taban yaparken ABD’ye ve Irak’ın kuzeyinde kalacağını düşündüğü yabancı güçlere güveniyor. 

Türkiye kadro ve vizyon olarak dün olduğu gibi bugün de Irak ile ilgili gelişmelere hazır değildir. Uzun vadeli ne bir politikamız ne de bir çalışanımız vardır. 
Türkiye, birkaç yüz İş Adamının kendi cebini doldurması dışında Irak’ta sürekli kaybediyor, Kendi bölünmesinin tabanı olacak Kürt yönetimini besliyor, PKK 
bataklığının büyümesi ve devamına göz yumuyor, Türkmen varlığının artan hızla erimesine sessiz kalıyor. 
Irak’ın kuzeyinde şu veya bu şekilde kurulmuş Türkmen teşkilatlarını da ideolojik yaklaşımlarla bozuyor, değiştiriyor. Bölge medyanın karartmasından sadece Irak’ın kuzeyinde eğitilen ve desteklenen PKK’nın yaptığı eylemler söz konusu olunca yani terör nedeni ile çıkabiliyor. Türkiye’den destek bekleyen Türkmenler ise deneyimsizliklerinin sonucu olarak Türkmen varlığının ve bilincinin korunması işini geçmişte ellerini yüzlerine bulaştırdılar. Bugün ise Türkiye’nin ideolojik adam değiştirmeleri nedeni ile kırgın bir kesim yanında, kendilerini daha da sessiz kılmaya çalışan anlayış karsısında Türkmen varlığı bocalamakta, erimektedir. 

AKP politikalarına dönecek olursak, geçmişte Irak’ın bütünlüğünü önceliğe alan ve Federalizme bile karşı çıkan politikamız önce sadece coğrafi olarak bir Kürt 
yönetimine sonra Anayasa’da tarif edilen federasyon anlayışına kaydı. Şimdilerde ise Irak’ın kuzeyinde federe bir devletin kabulüne kaymaktadır. Bunun nedeni ise Irak’ın parçalanmaya gittiğinin artık anlaşılması ve bir B Planı’nın olmamasıdır. Bunun günahı daha çok geçmiş hükümetlere aittir. Çünkü Irak’ta büyük resmi görmek yerine sadece tehdide odaklandık. Kürtlere karşı Şii ve Sünni Araplardan yararlanmak için geç kaldık. Kürt devletinin yanında Türkmen devleti kurmak için gerekli alt yapıyı hazırlayamadık, Türkmenleri ihmal ettik. Kısaca Kürdistan’ı engelleyecek veya yanında alternatif olacak bir oluşumu hazırlayamadık. 

Peki, nasıl bir B planımız olmalı idi ? 

Irak’ın parçalanmaması ve bütünlüğü için elimizden gelen çabayı gösterirken, bunun kaçınılmaz olması halinde neler yapacağımıza ilişkin bir plandan bahsediyoruz. 

Bu plan; 

- Kürt devletinin önüne set çekmek için merkezi yönetimden kopan diğer gruplar ile işbirliği yapmanın hazırlığını sağlamalıdır. Eğer bir Kürt yönetimi kurulacaksa bu Türkiye’ye müzahir aşiret ve elit yapılar içinden desteklenecek bir yapılanma ile Türkiye’nin kontrolünde olmalıdır. 

- Bir Türkmen devleti kurabilmek için Türkiye sınırları ile Kerkük arasında bugün Türkmen varlığının iyice sönükleşmeye başladığı bölgede nüfus, coğrafi 
bütünlük, birlik ve siyasi bilince sahip bir Türkmen konsantrasyonu sağlanmalıdır. 

Sonuç olarak, 

Irak’taki trendler yaklaşık on yıl içinde ülkenin parçalanacağını göstermektedir. Irak’ın parçalanması en çok Araplar için tehdittir. Kürtler, Irak yönetiminde gittikçe daha etkin hale gelmektedir. Türkiye, bunun için çok ciddi bir (Şii-Sünni) Arap politikası izleyerek ve bu gruplar ile çeşitli senaryolar üzerinde çalışarak gevşek bir federasyon dâhilinde kuzeyde bir Kürt devleti oluşumunu önlemeli, Kürt devletinin kurulması kaçınılmaz olduğu takdirde kendi kontrolüne 
almalı ve hemen batısında bir Türkmen devleti kurmak için gerekli koşulları sağlamalıdır. Parçalanma süreci başladığında Irak’ın kuzeyinde Türkmenlere karşı büyük katliamlar ve soykırım girişimleri yapılacağından Türkmenlerin kendilerini savunabilmesi için gerekli kabiliyetler geliştirilmelidir. Bölgede siyasi, ekonomik ve sosyo-kültürel yönleri ile tam bir dönüşüm sağlanabilmesi için Irak’ın kuzeyinin askeri kontrol altına alınması ve ardından yeniden yapılanmanın sağlanması için gerekli alt yapı ve yumuşak güç kurgusu hazırlanmalıdır. 


Yrd.Doç.Dr.Sait YILMAZ 
Beykent Üniversitesi Stratejik Araştırmalar Merkezi (BÜSAM) Müdürü, 
saityilmaz@beykent.edu.tr 


****

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder