Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet döneminde
Atatürk ve Kürtler (II)
Umum Müfettişlik Bölgeleri Güneydoğu’ya
Umum Müfettişlik
1925 yılında çıkan Şeyh Sait isyanının bastırılmasından sonra Cumhuriyet yönetimi meselenin üzerine daha hassasiyetle yaklaşmaya başladı. Bu yaklaşımla birlikte Cumhuriyet idaresinin Kürt meselesindeki tedbirleri de oluşmaya başladı. Cumhuriyet idaresinin meseleyi çözmek için Takrir-i Sükun Kanunu çıkarttığını ve İstiklâl Mahkemeleri’ni yeniden kurduğunu geçtiğimiz haftaki yazımızda görmüştük. İstiklâl Mahkemeleri’nin çalışma süresinin dolması ile birlikte yerine bir şey konulup konulmayacağı tartışılmaya başlandı.
Bu noktada Umum Müfettişlik kurulması Cumhuriyet idaresinin çözümü oldu. Umum Müfettişlik ya da o dönem kullanılan öz Türkçe karşılığı ile Genel İnspektörlük kurulması önerisi Başbakan İsmet İnönü’den gelmişti. Gerekçe, bu bölgede daha güçlü bir yönetim kurulması gerekliliğiydi.
25 Haziran 1927 tarihinde Umum Müfettişlik Teşkiline Dair Kanun kabul edildi. Bu kanuna göre Umum Müfettişlik Elaziz, Urfa, Hakkari, Bitlis, Diyarbekir, Siirt, Mardin ve Van illerini kapsayacaktı. Görüldüğü üzere bu bölge Kürt isyanlarının merkezi olan Güneydoğu Bölgesiydi.
Umum Müfettişliğe beş yıl bu görevi sürdürecek olan İbrahim Tali Öngören atandı. Bu tercih dikkat çekiciydi çünkü Öngören aynı zamanda milletvekiliydi. Öngören milletvekilliğinden istifa ederek bu göreve geldiğine göre görev oldukça önemliydi. Ancak Öngören’in çok daha önemli bir özelliği daha vardı o da Mustafa Kemal’le birlikte Bandırma Vapuru’na binen ilk kadrodan olması ve o günden beri de Mustafa Kemal’in güvenini hiç kaybetmemesi idi.
Umum Müfettişlik görevine 1935 tarihinde Abidin Özmen’in atanması da üzerinde durulması gereken bir noktadır. Abidin Özmen, Milli Mücadele yıllarında Mudanya Kaymakamıdır. Bu görevini sürdürürken Yunanlılara karşı ajanlık faaliyetini organize eder. Bu görevi sırasında Yunanlara esir düşer. Atina Hapishanesi’nde iki buçuk yıl hapislikten sonra Zafer’le birlikte kurtulur ve yurda döner. O da Mustafa Kemal’in güvenini kazanan kadrolardandır.
Güneydoğu bölgesinde göreve başlayan Umum Müfettişliklerin kapsamı daha sonra genişletilir. İkinci Umum Müfettişlik 1934 tarihinde Trakya’da Edirne, Kırklareli, Tekirdağ ve Çanakkale illerinde kurulur. 1935 tarihinde Erzurum merkezinde Erzurum, Kars, Gümüşhane, Çoruh, Erzincan, Trabzon ve Ağrı illerini kapsayan Üçüncü Umum Müfettişlik kurulur. 1936 yılında ise Bingöl, Tunceli, Elaziz ve Erzincan illerini kapsayan Dördüncü Umum Müfettişlik kurulacaktır.
Bu görevlere atananlar da dikkat çekicidir. İkinci Umum Müfettişliğe İbrahim Tali Öngören geçerken, Üçüncü Umum Müfettişliğe Tahsin Uzer atanır. Tahsin Uzer de başından itibaren Mustafa Kemal’in yanındaki kadrodandır. Dördüncü Umum Müfettişliğe ise Korgeneral Abdullah Alpdoğan atanır. Alpdoğan Paşa, Koçgiri İsyanı’nı bastıran Nurettin Paşa’nın oğludur.
Görüldüğü gibi Atatürk, Umum Müfettişliklere büyük önem vermiş ve bu göreve hep çok güvendiği isimleri getirmiştir. Umum Müfettişliklerin kuruluş tarihi de oldukça dikkat çekicidir. Şeyh Sait İsyanı’ndan sonra Birinci Umum Müfettişlik teşkil edilirken, Ağrı İsyanı ertesinde Üçüncü Umum Müfettişlik, Dersim İsyanı döneminde ise Dördüncü Umum Müfettişlik teşkil edilir. Aslında Dördüncü Umum Müfettişliğin teşkili, Cumhuriyet Yönetimi’nin Dersim’e yönelik hazırlıklarının sonucudur. Zaten Dördüncü Umum Müfettişliklere sadece Korgeneral rütbesindeki askerler atanabilecektir.
Müfettişlik Yasası Atatürk kurdu, Demokrat Parti Kapattı
Umum Müfettişliklerle ilgili aslında önemli bir ayrıntı daha belirtilmelidir. Umum Müfettişlik daha Milli Mücadele sürerken, yani Birinci Meclis döneminde de kabul edilmiştir. Koçgiri İsyanı’nın hemen ertesinde gündeme gelen Umum Müfettişlik idaresine muhalefet şu gerekçeyle karşı çıkıyordu: “Memleketten İstiklâl Mahkemelerini kamilen kaldıralım, memlekete adalet verelim. Adalet için çare İstiklâl Mahkemeleri’ni kaldırmak... Müfettişi Umumilik Kanununda toptan tüfekten bahsediliyor. Bu milletin üzerine hâlâ top ile tüfek ile mitralyöz ile mi yürüyeceğiz?”
Ancak Mustafa Kemal bu tür muhalefeti yenerek Umum Müfettişlik yasasını o dönemde de çıkartmıştı. Çünkü bölücülük, her dönemde insan hakları ve hürriyet laflarının arkasına sığınarak idareyi gevşetmeye çalışmıştır.
Atatürk’ün Cumhuriyet döneminde Umum Müfettişlikle ilgisi de belirtilmelidir. Umum Müfettişlerin çalışmalarını yakından takip eden Atatürk, özellikle Dersim Harekatı sırasında Dördüncü Umum Müfettiş Alpdoğan Paşa’ya büyük destek vermiştir. Nitekim İnönü’nün Alpdoğan Paşa’ya 30 Mayıs 1937 tarihli mektubunda şu sözler dikkati hemen çeker: “... Atatürk sizden bana büyük bir takdir ve memnuniyetle bahsetti. Bilhassa hanımefendinin asalet ve nezaketi ve Sabiha Gökçen’e gösterdiği alaka ve şefkat kendisini pek mütehassis etmiştir.” Bilindiği gibi Sabiha Gökçen, Atatürk’ün manevi kızıdır. Ve Dersim İsyanı’nı bastırmak için havadan bombardıman yapan pilotlarımızdandır.
Umum Müfettişliğin önemi Cumhuriyet idaresinin Kürt meselesine yaklaşımını bizzat yürüten kurum olmasıdır. Bu bakımdan 7-22 Aralık 1936 tarihleri arasında düzenlenen Umum Müfettişler Toplantısı özel önem taşımaktadır. Dersim İsyanı öncesindeki toplantı Cumhuriyet idaresinin olaya yaklaşımını özetler. Şu satırlar Dördüncü Umum Müfettiş Alpdoğan Paşa’nın raporunda geçmektedir:
“...Türkçe bilmeyen çocuklara bu mekteplerde Türkçe öğretiliyor. Türk duygusu aşılanıyor. Tunceli içerisinde dilini unutmuş Türk soyundan insanların kasaba ve nahiyelerle civarına iskanları düşünülüyor. ... Toplu bir Türk camiası vücuda getirecek bu hususta hazırlıktayız. ... Soyadı kanunu mıntıkada takip edilerek Türk soyu adlarının soyadı olarak halka verilmiş olması ve bu adlarla kendilerinin çağrılmasıdır..”
Umum Müfettişliklerin kaldırılması ise Demokrat Parti iktidarı altında olacaktır. Kürt bölücülüğüne kucak açan DP, daha ilk görev yılında bu kurumu lağvedecektir. Kürtçülüğün önde gelen isimlerinden DP Diyarbakır milletvekili Mustafa Remzi Bucak, Umum Müfetişliklerle ilgili görüşmede şu sözleri sarfedecektir: “... Bu memleketin siyasi idare tarihinde kapkara bir leke olarak yer almış olan Umum Müfettişlikler... Bu bakımdan Umum Müfettişlikler, idare ve siyasi tarihimizde iğrenç ve korkunç kanlı sahifeler ilave etmekten başka bir vazife görememişlerdir...”
Aynı Bucak’ın daha sonra Kürdistan’a özerklik verilmesi ve federasyon kurulması için İsmet İnönü’ye başvurduğunu da göreceğiz.
Görüldüğü gibi 1927 tarihinde Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal’in imzası ile kurulan Umum Müfettişlikler 1952 yılında karşıdevrimci Demokrat Partililer tarafından ortadan kaldırılmıştır. Tıpkı köy enstitüleri, Halkevleri gibi...
Birinci Umum Müfettişlik çalışmaları sonuçlarını vermeye başlar. Şeyh Sait isyanından sonra Birinci Umum Müfettişlik bölgesinde Kürt isyanı gerçekleşmez. Ancak Kürt bölücülüğü bu dönemde merkez üssünü Diyarbakır’dan Ağrı’ya kaydırır. 1927 ile 1931 yılları arasında Ağrı’da üç ayaklanma gerçekleşecektir. Bunların en büyüğü ve en önemlisi Üçüncü Ağrı isyanıdır.
İskan Kanunu,
İskan Kanunu Ağrı İsyanı’ndan hemen sonra Cumhuriyet İdaresi’nin Kürt meselesinde yeni bir tedbiri olan İskan Kanunu hazırlanacaktır.
1932 yılında kanun teklifi haline getirilen ve 27 Mayıs 1934 tarihinde yasalaşan İskan Kanunu, gerek gerekçesi gerekse uygulanması açısından son derece önemli bir belgedir.
İskan Kanunu’nun gerekçesinde öncelikle yaşanılan sorunun kökeninin Osmanlı yönetiminde olduğu belirtilir. Gerekçe’nin ikinci sayfasında bu durum şöyle ifade edilir:
“Dini ve emperyalist saltanatın memlekette idame ettiği idarei mutlakanın bünyesi esasen milli temsil siyaseti tatbikine gayrımüsaittir. Mutlakiyet kendi varlığını birbiri ile anlaşamayan unsurların yanyana bulundurulmalarına ve birbirlerile bağdaşmamalarına ve kaynaşmamalarına istinat ettiriyordu. Onun için muhtelif kıtalardan gelen muhacir unsurlar hane hane Türk kasaba ve köyleri içine dağıtılarak eritilip temsil edilmeleri maksadı hiçbir zaman istihdaf edilemezdi. Muhtelif vilayetlere gelen bu halk blok halinde müstakil köy ve mahalle teşkil etmek üzere yerli Türklerin arasına bir ihtilaf unsuru olarak katılırdı. Bunlar yıllarca kendi dillerile mütekellim kaldılar. Bütün Osmanlı devrinde Türkçeyi ana dili olarak bernimseyemediler. Türk ırkına ve harsına mensup muhacirler bile blok halinde ayrı yerleştirilmek yüzünden ırkdaşlarına bütün bir Osmanlı devrinde ısınamadılar.”
Üçüncü sayfada ise Cumhuriyet döneminin uygulamalarına geçilmekte ve şu ifadeye yer verilmektedir:
“Bu dokuz yıl zarfında Cumhuriyet Hükümetince hal ve tavsiyesine muvaffakiyet elveren dahili, harici birçok meselelerden sonra normal bir sistem tahtında milli bünyemizi korumağa, sağlamlaştırmağa, mütecanisleştirmeğe ve milli harsımıza ve muasır medeniyete daha ziyade intibakları matluk olan nüfus kütleleri üzerinde müsmir bir suratte Devlet eli ile işlemeğe Türk nüfusunu kemiyet ve keyfiyetçe inkişaflandırmağa müteveccih bir nüfus siyaseti takip ve tatbikine sıra gelmiştir”
Takip ve tatbik edilecek nüfus siyasetinin ne şekilde olacağı ise şu şekilde belirtilmektedir:
“Yine dahili iskan safahatı cümlesinden olarak ana dili Türkçe olmıyan nüfus terakümlerinin menine ve mevcutlarının dağıtılması şekillerine ve bu suretle hars vahdetinin korunmasına ait tedbirlerin ittihaz ve tatbiki için Hükümete kanuni selahiyet alınması düşünülmüştür.”
İskan Kanunu’nun gerekçesinde de görülebileceği gibi Cumhuriyet idaresi, Türkiye’de Türk nüfusunu -ki bu nüfusun ana dili Türkçe olacaktır- arttırmak için bir nüfus siyaseti izleyecektir. Bu siyasetin gerekçesi ise Osmanlı’nın farklı kavimleri kütleler halinde koruyarak tek bir milli kimlik yaratmaya engel olmasıdır. Osmanlı’nın bu kozmopolit siyasetine karşılık Cumhuriyet idaresi, tek bir Türk kimliği yaratmak için, farklı kavimleri Türklük içine dağıtarak eritecektir!
Türklük içinde hamur oluncaya kadar eritmek
Kabul edilen İskan Kanunu’nda ise bu gerekçeye uygun olarak çok önemli noktalara temas edilmiştir. Yedinci sayfada şöyle ifade edilmektedir:
“Yapmacık Osmanlı topluluğunun bir gün için Türk’e veremediği geniş soluk almayı, Türkiye Cumhuriyeti kendisi için en yüksek, en değerli en büyük amaç yapmıştır... Osmanlı İmparatorluğu Türk’ü başka soylar kazancına çalıştırarak onu yükseltmeyi kendisine ve yaşatmak istediği gemsiz buyrukçuluğuna nasıl bir çürük temel edinmiş ise Türkiye Cumhuriyeti de bütün olgunluğunu Türk varlığından alarak onun dışında hiçbir şey görmemek üzere öz benliğini milletine dayamakla yükselmektedir. Bunun içindir ki Osmanlı İmparatorluğu, değişik ve çetrefil dil söyleyenlerin içinde çalışkan içi dışı ayrı kalmış kümeler kılığındaki insan kalabalıklarının birbirini anlamamaları ve anlaşamamalarında nasıl kendi eğri yaşayışını korumak istiyor idiyse, Türkiye Cumhuriyeti de ancak gönül ve kafa birliği ile dil birliğini göz önüne alarak bir soyun tek çocuğu saydığı Türklüğün iç ve dış güçlerini biletip yükselterek herşeyi ancak bu büyük Türke bağlamayı kendisine ülkü ve amaç yapmıştır.
“... Yalnız muhacir getirerek yerleştirmek düşüncesi bu kanunda yer tutmuş değildir. Burada en canlı ve en köklü düşünce yapılacak iş, yerleştirmenin bilgi yolunda yapılmış olması ile beraber binlerce yıldan beri dönüp dolaşan dağınık Türkleri toplayarak artık bu göçebe yaşayışına bir son vermek ve kültür işini kökünden kesmek için buraya açık ve kestirme kurallar konmuştur. Öteden beri Türk kültürüne uzak kalmış olanların ülkede yerleşerek onlara Türk kültürünü benimsetmek için Devletin yapacağı işler bu kanunda açıkça gösterilmiştir. Türk bayrağına gönül bağlamamış iken Türk yurttaşlığını, kanunun ona verdiği her türlü hakları kullanmakta olanları, Türkiye Cumhuriyeti uygun göremezdi. Bunnu içindir ki, bu gibileri Türk kültüründe eritmek ve onları Türk oldukları için daha sağlam yurda bağlamak yollarını bu kanun göstermiştir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nde Türk’üm diyen herkesin bu Türklüğü Devlet için belli ve açık olmalıdır.”
Görüldüğü üzere İskan Kanunu, tek bir Türklük yaratmak için çıkarılan bir kanundur. Bunun için tek bir Türk kültürü oluşturulması gerekmektedir. Ve en önemlisi de Türkiye Cumhuriyeti kanunlarından yararlananların kendilerini Türklükten bağımsız görmelerini Cumhuriyet idaresinin kabul etmeyeceğidir. Bugünkü tartışmalarla paralel bir biçimde, o günlerde de, bu ülkenin bayrağına, diline tabi olmayıp bu ülke kanunlarının sağladığı haklardan yararlananlar vardı. İşte bu kanundan sonra artık bunlara müsamaha edilmeyecekti!
Ve dahası bugün Atatürk’e maledilmeye çalışılan Türk-Kürt kardeşliğinin tam tersine, İskan Kanunu açıkça şunu söylemektedir:
“Yalnız 1876 yılından sonrakileri ele alırsak, yok olan Osmanlı İmparatorluğu’nda gelip yerleşen değişik dilli ve değişik kültürlü olanlar inanda yerli Türkle birleşik iken bile bunları ayırt edilmeyecek gibi Türk kültüründe yoğrulduklarını söyleyemeyiz. Bunu Türk kültürünün yetiştirici, yükseltici ve yerleştirici gücünün düşüklüğüne veremeyiz. Bu gelenleri Türk kendi topluluğu içine almış iken ve hemen pek çoğu da Türk dilini konuşurken bile Türk kültürünü, Türk duygusunu bilimli olarak taşımaktan sekmişlerdir. İşte bunun içindir ki geçmişte denenmiş olanı bir daha denemek gibi zararlı bir işe girişmekten ise bunu kökünden kesip atmayı isteyen bu madde ile Devlet bu gibi yurda gelenleri ta Türk kültürü içinde eyice eriyip büyük Türklük içinde hamur oluncaya kadar gözü önünde tutmak istemiştir.”
Aşiretlerin Dağıtılması ve Toprak Devrimi
İskan Kanunu, Atatürk’ün Altı Ok programının çok önemli halkasıdır. İskan Kanununun aşiretleri kaldıran kararı aşiret düzenine karşı ulusçuluk tedbiri, aşiretlerin dağıtılması ile birlikte çıkarılan Köylüyü Topraklandırma Kanunu ise halkçılığın önemli bir uygulamasıdır.
Atatürk başta olmak üzere Cumhuriyet yöneticileri Kürtçülüğün, aşiret düzeninde yaşayan bir toplumsal sistemden güç aldığını görüyorlardı. Bu sistemde, topraksız köylü, şeyhin, ağanın esiri idi. Devlet iktidarına karşı bu kırsal alanda ağanın, şeyhin egemenliği söz konusuydu. Devlet kendisine rakip olan bu iktidara göz yumarsa devlet içinde devlet kurulmuş olacaktı. Kürtçülük zaten tam da bu nedenle gelişmişti. Güçsüz Osmanlı padişahları, gerek İran’la gerekse Ermenilerle mücadelede Kürt aşiretlerine destek olmuş, onlara otorite vermişti. Böylelikle Kürt aşiretleri Osmalı karşısında bir güç olmuşlardı. Cumhuriyet’in kurulması ile birlikte varlığı tehlikeye düşen aşiretler, bu konumlarını korumak için gerek Hilafetçiliğe gerekse Kürtçülüğe başvurarak halkı Cumhuriyet devletine karşı ayaklandırıyordu.
O halde Kürtçülükle mücadelenin en önemli tedbiri aşiret yapısının dağıtılması olabilirdi. Ancak bunun için de aşiret egemenliğinden kurtarılacak köylüye toprak dağıtmak gerekirdi. bu ise bir toprak reformunu gerekli kılıyordu. İşte İskan Kanunu bu iki noktada da gereken yasal yolu açtı.
Kanunun 10. maddesi şöyleydi:
“Kanun aşirete hükmi şahsiyet tanımaz. Bu hususta herhangi bir hüküm, vesika ve ilama müstenit olsa da tanınmış haklar kaldırılmıştır. Aşiret reisliği, beyliği, ağalığı, şeyhliği ve bunların herhangi bir vesikaya veya görgü ve göreneğe müstenit her türlü teşkilat ve taazzuvları kaldırılmıştır.
“Bu kanunun neşrinden önce herhangi bir hüküm veya vesika ile veya örf ve adetle aşiretlerin şahsiyetlerine veya onlara izafetle reis, bey, ağa ve şeyhlerine ait olarak tanınmış, kayıtsız şartsız bütün gayrımenkuller devlete geçer.”
İskan Kanunu’nun anılan maddeleri TİP tarafından yayınlanan Sosyal Adalet dergisinde toprak devriminin bir aşaması olarak desteklenmiştir.
Ancak aşiretlerle mücadele alanında önemli bir adım da 27 Mayıs Devrimi’nden sonra atılmıştır. 19 Kasım 1960 tarihinde 2510 sayılı İskan Kanunu’na ek 105. madde eklenmiştir. Bu ek madde uyarınca 55 ağa sürgüne gönderilmiş, toprakları ise köylüye dağıtılmıştır.
Soyadı Kanunu
İskan Kanunu, yukarıda gerekçesinde de açıkça belirtildiği gibi dönemsel, isyan üzerine çıkarılmış bir kanun değildir. 1925 yılından başlayarak 1926, 1927, 1929, 1933, 1934 ve 1935 tarihlerinde toplam 11 adet iskan kanunu çıkarılmıştır.
İlk İskan Kanunu’nun Şeyh Sait İsyanı ve Mustafa Kemal’e yönelik İzmir Suikasti’nin hemen ardından çıkarılmış olması da dikkate değerdir. Çünkü Cumhuriyet’e muhalefet edenler, aşiretlere yaslanmaktadır. Bu aşiretlerle mücadele ise ancak iskan kanunları ile mümkündür.
Aşiretlerle mücadele ile birlikte çıkarılan Soyadı Kanunu da doğru bir yere oturtulmalıdır. Soyadı Kanunu, isyanları önlemek için isyan bölgesinde ikamet edenlerin nüfusa kayıt yaptırmalarını sağlamak, onları aşiret yapısından kurtarmak için çıkarılmıştır.
İskan Kanunu ile aynı yıl çıkarılan Soyadı Kanunu ile birlikte bir de Bakanlar Kurulu tarafından Soyadı Nizamnamesi yayınlanacaktır. Bu nizamnameye göre, Arnavutluk, Çerkeslik, Kürtlük gibi başka milletlere delalet eden soyadları alınamayacaktır. Soyadlarında ek olarak “yan, of, ef, viç, iç, is, dil, pulos, aki, zade, mahdumu, veled ve bin” gibi takılar da kullanılamayacaktır. Soyadları mutlaka Türkçe olacaktı.
Üç bölgeye ayrılan Türkiye
İskan Kanunu’nun en önemli özelliği Türkiye’de tek bir Türk nüfusu yaratmak için Türkiye’nin üç mıntıkaya bölünmesidir. TÜRKSOLU’nun yayınladığı Kürt istilası haritalarından rahatsız olanlar, Atatürk döneminde çıkan bu İskan Kanunu’nda da aynı haritaların kullanıldığını unutmuş olabilirler. Onlar için bu maddeleri burada bir kez daha verelim:
Madde 1- Türkiye’de Türk kültürüne bağlılık dolayısıyla nüfus oturuş ve yayılışının, bu kanuna uygun olarak İcra Vekillerince yapılacak programa göre düzeltilmesi Dahiliye Vekilliğine verilmiştir.
Madde 2- Dahiliye Vekilliğince yapılıp İcra heyetince tasdik olunacak haritaya göre Türkiye iskan bakımından üç nevi mıntıkaya ayrılır.
1 numaralı mıntıkalar: Türk kültürlü nüfusun tekasüfü istenilen yerlerdir.
2 numaralı mıntıkalar: Türk kültürüne temsili istenilen nüfusun nakil ve iskanına ayrılan yerlerdir.
3 numaralı mıntıkalar: Yer, sıhhat, iktisat, kültür, siyaset, askerlik, inzibat sebepleriyle boşaltılması istenilen ve iskan ve ikamet yasak edilen yerlerdir.
Yukarıda yazılan iskan mıntıkalarının tesdikli haritasında, zamanla ortaya çıkacak ihtiyaca göre değişiklikler yapılması Dahiliye Vekilliği’nin teklifi üzerine İcra Vekilleri Heyeti kararına bağlıdır.”
Görüldüğü üzere devlet Kürtçülükle mücadele için bir nüfus planlaması yapacaktır. Burada iki tür önlem vardır, birincisi aşiretlerin dağıtılması ile birlikte Kürtlerin, Türk bölgeler içine serpiştirilerek Türk kültürü içinde eritilmesi, ikincisi ise Türk kültürlülerin ve Türk muhacirlerin, Kürtlerin yoğun olduğu bölgelere iskanı ile buralarda da Türk kültürünün geliştirilmesi.
Kürtler Mahalle Kuramaz
Burada bizim Kürt istilası olarak ortaya koyduğumuz, Kürtlerin Batıya yerleşerek oralara da kendi aşiret ve köy kültürlerini taşıyarak Türkleri asimile etmeleri olgusu üzerinde de durmak gerekir. İskan Kanunu’nun 11. maddesi böylesi bir tehlikeyi görmüş ve buna karşı şu tedbiri getirmiştir:
Madde 11- A- Ana dili Türkçe olmıyanlardan toplu olmak üzere yeniden köy ve mahalle, işçi ve sanatçı kümesi kurulması veya bu gibi kimselerin bir köyü, bir mahalleyi, bir işi veya bir sanatı kendi soydaşlarına inhisar ettirmeleri yasaktır.
B- Türk kültürüne bağlı olmıyanlar veya Türk kültürüne bağlı olup da Türkçeden başka dil konuşanlar hakkında harsi, askeri, siyasi, içtimai ve inzibati sebeplerle, İcra Vekilleri Heyeti Kararıle, Dahiliye Vekili lüzumlu görülen tedbirleri almağa mecburdur. Toptan olmamak şartıle başka yerlere nakil ve vatandaşlıktan iskat etmek de bu tedbirler içirndedir.
C- Kasabalarda ve şehirlerde yerleşen ecnebilerin tutarı belediye sınırları içindeki bütün nüfus tutarının yüzde onunu geçemez ve ayrı mahalle kuramazlar.
Görüldüğü gibi Atatürk döneminde çıkarılan İskan Kanunu ile Kürtlerin mahalle ve köy kurmaları yasaklanmıştır!
Türklerin Kürtleşmesi
İskan Kanunu’nun Türklerin kendi milli kimliklerini unutmasına karşı, güncel olarak söylersek Kürtleşmesine karşı da bir tedbir olduğu ortadadır. Meclis’te Kanun görüşmeleri sırasında Samsun mebusu Ruşeni Bey şunları söyler:
“Son üç dört asır zarfında saltanatın yarattığı hastalık maalesef Türk kanına yerleşmiş ve Türk yabancı Müslüman soyları arasında kaldıkça Türklüğünü unutarak o soylara karışmağa müstenit olmuştur. Bugün Mısır’da, Filistin’de, Suriye’de, şurada burada Araplaşan Türkler yüzbinlerle baliğ olmaktadır. Halbuki tabiatta her zihayatın bir miğdesi vardır. Miğde mutlak canlı şeyler yemekle yaşar. Yani yaşayan yaşayanı yiyerek yaşar. Ferdin miğdesi olduğu gibi milletlerin de miğdesi vardır, o da insanları ve kümeleri yiyerek yaşar...
“... Şimdi bir de dini ve dili ayrı olan soyları ele alalım. İmparatorluk devrinde düşmanlardan gördükleri yardımlarla, aldıkları imtiyazlarla öyle bir noktaya varmışlardı ki, her doğan çocuk Türk düşmanı olarak doğmuş, Türk yurduna zarar vermek üzere büyümüştür. Bunlar yavaş yavaş kendi kültürleri, kendi ülküleri, kendi servetleri ve kendi yaşayışları ile Türk’e karışmamak için o kadar ileri gittiler ki, kendilerinin bile olmıyan dilleri benimsemişler, onu konuşarak bizden ayrılmışlardır”
Dahiliye Vekili Şükrü Kaya da bu duruma değinerek İskan Kanunu ile birlikte aynı zamanda dil davasının da halledileceğini belirtir.
Devlet Türkten başka Millet tanımaz
Atatürk döneminde alınan tedbirler elbette İskan Kanunu ile sınırlı tutulamaz. Atatürk ve dönemi başından itibaren Türklük üzerine Cumhuriyet’in edilmesine sahne olmuştur:
1- Daha 1922 yılında Büyük Taarruz’dan sonra millete beyanname yayınlayan Başkomutan Mustafa Kemal burada, “Kurtuluş Savaşı’nı birlikte veren Türklerle Kürtlere” değil, “Büyük asil Türk milletine” seslenir!
2- 1924 Anayasası Encümeni, Türkiye’deki millet meselesini şu şekilde formüle eder: “Devlet Türkten başka millet tanımaz. Memleket dahilinde hukuku müsaviyeyi haiz başka ırktan gelme kimseler bulunduğundan, bunların ırki ayrılıklarını ayrı bir milliyet olarak tanımak caiz değildir.”
3- Atatürk 1926 yılında kendisini Türk milliyetçisi olarak tanımlar: “Biz doğrudan doğruya milliyetperveriz ve Türk milliyetçisiyiz. Cumhuriyetimizin mesnedi Türk camiasıdır. Bu camianın efradı ne kadar Türk harsıyle meşbu olursa o camiaya istinat eden cumhuriyet de o kadar kuvvetli olur”
4- Aynı şekilde Başbakan İnönü, 1925 yılında şunları söyler: “Biz açıkça milliyetçiyiz ve milliyetçilik bizim yegane birlik unsurumuzdur. Türk ekseriyetinde diğer unsurların hiçbir nüfuzu yoktur. Vazifemiz Türk vatanı içinde Türk olmıyanları behemehal Türk yapmaktır. Türkleri ve Türklüğe muhalefet edecek anasırı kesip atacağız.”
5- Bugün kimileri tarafından Kemalizmin ideoloğu olarak lanse edilen Atatürk’ün Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt “Türk’ün en kötüsü Türk olmayanın en iyisinden iyidir. Geçmişte Osmanlı İmparatorluğu’nun bahtsızlığı ekseriya mukadderatını Türklerden başkasının idare etmiş olmasıdır.” der!
6- Başbakanlık’ın 1925 tarihli kararnamesine göre Kürtlüğe asimile olma tehdidi altında bulunan Malatya, Elaziz, Diyarbekir, Bitlis, Van, Muş, Urfa, Ergani, Hozat, Erciş, Adilcivaz, Ahlat, Palu, Çarsancak, Çemişkezik, Ovacık, Hısnı Mansur, Behisni, Arga, Hekimhan, Birecik ve Çermik vilayetleri ve kaza merkezlerinde, hükümet ve belediye dairelerinde ve diğer idari şubelerde, okullarda, çarşı ve pazarlarda Türkçeden başka dil kullananların hükümet ve belediye emirlerine karşı gelmek suçundan cezalandırılması kararı alınmıştır!
7- 1928 yılında “Vatandaş Türkçe konuş!” kampanyası başlatılmıştır. Atatürk de “ Türk milletindenim diyen insan, herşeyden evvel ve mutlaka Türkçe konuşmalıdır. Türkçe konuşmayan bir insan Türk kültürüne, topluluğuna bağlılığını iddia ederse buna inanmak doğru olmaz” demiştir.
8- Atatürk Medeni Bilgiler kitabında şu uyarıyı yapar: Bugünkü Türk milleti siyasi ve içtimai camiası içinde kendilerine Kürtlük fikri, Çerkeslik fikri ve hatta lazlık fikri veya Boşnaklık fikri propaganda edilmek istenmiş vatandaş ve milletdaşlarımız vardır. Fakat mazinin istibdad devirleri mahsulü olan bu yanlış tevsimler, birkaç düşman aleti, mürteci beyinsizden maada hiçbir millet ferdi üzerinde teellümden başka bir tesir hasıl edememiştir”
Görüldüğü üzere Atatürk ve Cumhuriyet’te, Kürtçülerin işine yarayacak bir malzeme yoktur. O nedenle mürteci beyinsizlerin, hertürlü Türk kılığındaki hain o pis ellerini Atatürk’ten ve Cumhuriyet’ten çeksinler.
Atatürk ve Cumhuriyet, Türklerindir!
http://www.turksolu.com.tr/93/basyazi93.htm
.
..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder