2 Mart 2016 Çarşamba

DOGU VE GÜNEYDOGU ANADOLU’YU PKK TERÖRÜNE HAZIRLAYAN NEDENLER BÖLÜM 2



DOGU VE GÜNEYDOGU ANADOLU’YU PKK TERÖRÜNE HAZIRLAYAN NEDENLER BÖLÜM 2 



b. Sosyo-Kültürel ve Ekonomik Yapı 

Sosyolojik açıdan Dogu Anadolu’nun bir bölümü ile Güneydogu Anadolu’nun dikkati çeken en önemli özelliklerinin basında feodal yapının varlıgı 
gelmektedir. Bu yapı bölgenin daglık kesimlerine dogru gidildikçe kendini daha bariz hissettirmektedir. Örnegin Sanlıurfa’da mevcut olan asiret yapısı ile 
Hakkari’deki asiret yapısının farklılıkları vardır. Sanlıurfa’daki yapıda fertler asirete daha zayıf baglarla baglı iken, Hakkari’de daha kuvvetli baglarla baglıdır. 
Bu durum, devlet kurumlarının daha az etkin olmasının ve arazi yapısının sertlesmesinin bir sonucu olarak ferdî ve ailevi güvenligin ön plana çıkması ile 
izah edilebilir. Can ve mal güvenligi açısından asiretin sagladıgı koruyucu semsiyeye karsılık, asiret kurallarına uyma zorunlulugu kendiliginden ortaya çıkmaktadır. 

Agalık kurumu esas olarak büyük toprak mülkiyetine dayanmakla birlikte, özellikle asiret iliskileri söz konusu oldugunda bu kurumda farklı ekonomik ve toplumsal iliskiler görülür. Özellikle devlet gücünün yetersiz oldugu, kamusal hizmetlerin halka ulastırılamadıgı bölgelerde agalık bir toplumsal kurum olarak, halkla devlet arasındaki boslugu doldurmaktadır. Bölgenin siyasal tarihine bakıldıgında her siyasal partinin aga ve asiret destegini kazanabilmek için statükocu tavır sergiledigi ve siyasal iktidarların da mevcut yapının korunması konusunda destek oldukları görülmektedir. 

Asiretlerle ilgili olarak dikkati çeken bir baska önemli husus, yörenin sosyo-antropolojik ve etnolojik yapısı hakkında sistematik arastırmaların son 
derece az sayıda ve yetersiz olusudur. Asiret yapısı kendi içinde kabilelere ayrılmaktadır. Bazen bir asiret on veya daha fazla kabileye bölünmektedir. Her 
asiret bir reis veya aga, bey gibi cemaat liderleriyle temsil edilmektedir. Bu topluluk liderleri, görevi babadan ogula intikal ettirilmek suretiyle yürütürler.4 

Eski Basbakanlardan Bülent Ecevit, Güneydogudaki sorunu, Kürt sorunu olarak degil etnik özellikler tasımayan feodal bir sorun olarak görmektedir.5 Olaylara bu çerçevede baktıgımızda bölgenin kendine has bir sosyo-kültürel yapısı oldugu gözlemlenmektedir. 

2’nci Abdulhamit döneminde kurulan Asiret Mektepleri, asirete mensup aga, seyh veya beyin yakınlarını egiterek saray terbiyesi vermek suretiyle asiret 
olgusuna yeni bakış açıları kazandırmayı amaçlamaktaydı. Cumhuriyet 
döneminde baslatılan okullasma, idarî örgütlenme, belirli oranda sanayilesme, teknolojik yararlandırma ve yeni kalkınma projeleri yine de aşiret - kabile  
yapısında istenilen sosyo - ekonomik ve kültürel bütünlesmeyi saglayamamıstır. 

4 Orhan Türkdogan, Etnik Sosyoloji, Timaş Yayınları, stanbul, 1998, s. 562. 

5 Hasan Cemal, Kürtler, Dogan Yayıncılık AS., stanbul, 2003, s. 327. 

Asiret bilinci, asiret mensubiyet duygusu –asiretin dokusu zayıflamış olsa bile asiret olgusunu eritememistir. Yörede, önemli cemaat kurulusları kendilerini 
asiret dısında düsünememektedir. Toplumsal kimligin dinamizm kazandıgı günümüzde, asiret-kabile suuru da güçlenmeye baslamıstır.6 

Güneydogu Anadolu bölgesinin çogu kesimlerinde, bir erkegin evlenerek sahip oldugu hanımların sayısı, onun gücünün bir göstergesini yansıtmaktadır. Bu kapsamda Sırnak bölgesinde yaptıgımız arastırmalarda aga, asiret reisi veya varlıklı erkeklerin tamamının birden fazla hanıma sahip olduklarını tespit ettik. Hanım sayısı mevzusu, asiret liderleri arasında konusulan önemli sohbet konularındandır. Erkekler hanım sayısının çoklugu ile birbirlerini kıskandırmaya ve eş sayısı bakımından birbirlerini etkilemeye çalısırlar. Evlilik çagına gelmiş olan bir genç kızın kiminle evlenecegine, geleneklere uygun olarak aile büyükleri karar vermektedir. Bu baglamda genç kız, geleneklerle beslenen psikoloji ile güçlü bir erkegin himayesinde olma duygusuyla ikinci veya üçüncü eş olmayı tercih etmektedir. 

Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Saglıgı Anabilim Dalı Ögretim Üyesi Prof.Dr.Nuran Elmacı, geçtigimiz yıl kadınlarla ilgili yaptıgı arastırmalarda7, “ kuma ” olgusunun Güneydogu Anadolu Bölgesi’nde çok yaygın oldugunu belirlediklerini, kırsal alanda hâkim olan asiret yapısının çok esli evliliklerde etkili oldugunu ve çok çocuk ile asiretin güçlü olmasının saglandıgı düsüncesinin hâkim oldugunu tespit etmistir. 

Diyarbakır Dicle Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölüm Baskanı Doç.Dr.Ahmet Cihan tarafından yapılan “Töre ve Namus Cinayetlerine 
Üniversite Gençliginin Bakısı ve Toplumdaki Yeri” konulu arastırma sonucuna göre 8 ; Töre ve Namus cinayetleri zaman tüneli içerisinde azalma egilimi 
göstermiş olsa bile, basta Dogu ve Güneydogu Anadolu bölgeleri olmak üzere, geleneksel iliskilerin daha belirgin bir sekilde sürdürüldügü ve toplumun diger 
kesimleriyle henüz tamamıyla bütünlesemeyen yerlesim bölgelerinde varlıgını devam ettirdigidir. 

Bölgede yaptıgımız arastırmalarda baslık parası veremeyecek durumda olan erkeklerin, “ Daha Ucuz ” oldugu için Kuzey Irak’ta yasayan Irak vatandası 
bayanlarla evli olduklarını tespit ettik. Bununla birlikte, bölgede bulunarak arastırma yaptıgımız iki yıllık süre içerisinde evlilik gayesi ile gayri resmî yollarla 
sınırdan Türkiye’ye girme girisiminde bulunan birçok genç kıza sahit olduk. 

Yöre insanı ailedeki çocuk sayısını erkek çocuk sayısı olarak ifade etme egilimindedir. Bu nedenle ailenin gerçek çocuk sayısını ögrenebilmek için ayrıca 
kız çocuk sayısını da sormak gerekmektedir. Bu yaklasım biçiminde ana düsünce, kız evlatların ailede geçici bireyler oldugu, ailenin asıl varlıgının 
erkeklerden olustugudur. Bir baska deyisle kız evlatları, aile içerisinde bugünü var, yarını yok olan emanet fertler olarak görülmesinden kaynaklanmaktadır. 

6 Türkdogan, a.g.e., s. 559, 560. 

7 http://www.ntvmsnbc.com/news/180517.asp. 

8 http://www.ntvmsnbc.com/news/235880.asp. 


Baslık parası alma gelenegi de bu düsünceye yansıyınca, ailedeki kız çocuklarının çarsıda-pazarda satılan bir maldan öteye bir degeri kalmamaktadır. 
Bu durum, kızlara “ Savasçı veya Militan” gibi unvanlar vererek kisilik kazandıran örgütün isini kolaylastırmakta, örgüte katılmaları konusunda gerek kendilerinin 
gerekse ailelerinin güçlük çıkarmamaları sonucunu dogurmakta ve onların kendilerini ispatlama gayretleri, erkek örgüt mensuplarına eylemleri konusunda 
ivme kazandırmaktadır. 

1984’ten itibaren Dogu ve Güneydogu Anadolu bölgesinde yasanan terör nedeniyle canlarını ve mallarını güvenceye almak için göç eden insanlarla 
yapılan anketin, ailelerdeki çocuk oranlarına iliskin sonuçları söyledir. Çocuk sayısı 4 (%7), 5 (%13), 6 (%22.3), 7 (%25.8), 8 (%10.2), 9 (%11.5), 10 (%4.8). Bu rakamlar bölgede dogurganlık oranının oldukça yüksek oldugunu göstermektedir. Çünkü bölgede 4 ve daha fazla çocukları olanların oranı % 97.6 
dır.9 

Bölge insanı, sahip oldukları çocuk sayısının çoklugunu, soyunu sürdürebilmek için ölüm ihtimallerini de dikkate alarak, “ya birkaç tanesi telef olursa” veya “Allah verdi” diye baslayan bir cümleyle izah etmeye çalısmaktadır. Bilindigi gibi, “telef olmak” ifadesi genelde ölen hayvanlar için kullanılan bir tabirdir. Hiçbir anne ve babanın çocugunu böyle bir yaklasım ile görmedigi veya göremeyecegi bir gerçektir. Saglık hizmetlerinin yetersizligi ve bilinçsizlik, çocukların tedavisinde aileleri hayvanlar için olusan mantıga sürüklemistir. Hangi yaklasımla olursa olsun, aile imkânları ile yetistirilemeyecek sayıda sahip 
olunan çocuk, toplumsal bir sorun olmuş ve bilâhare terör örgütlerinin eleman kaynagı hâline gelmistir. 

Kırsal kesimlerdeki aileler çocuklarını aile ekonomisine katkı saglaması gereken bir unsur olarak görme egilimindedirler. Bu nedenle onları egitim vererek hayata hazırlamak yerine çalıstırmayı yeglerler. Örnegin baba, sürüyü otlatırken çocuk, kuzuları otlatmaya gönderilir. Özellikle hayvancılıkla geçinen Dogu ve Güneydogu Anadolu bölgelerinde aileler, bu baglamda çocuga ihtiyaç duyarlar. Ancak, arazi ve kaynak yetersizliginin fazla çocugun yükünü kaldıramayacak durumda oldugunu dikkate almazlar. Bölgenin nüfusa oranlı ekonomik verileri de bunu göstermektedir. 1987 yılı fiyatlarıyla 1990 yılında Türkiye’de kisi basına düsen gayrisafi yurt içi hâsıla 1.487.082 TL iken bu rakam Dogu Anadolu bölgesinde 615.865 TL, Güneydogu Anadolu bölgesinde 

890.773 TL’dir.10 Bu rakamlar, söz konusu bölgelerde kisi basına düsen gayrisafi yurt içi hâsılanın 1990 yılında Türkiye ortalamasının yarısına yakın bir 
degerde oldugunu göstermektedir. Türkiye’nin batısında, ailelerdeki agırlıklı çocuk sayısı iki-üç iken bu yörelerde altı-yedidir. Aile mevcudu açısından 
batıdaki iki aile, Dogu ve Güneydogudaki bir aileye karsılık gelmektedir. Gayrisafi yurt içi hâsıla açısından da aynı sonuca ulasılmaktadır. Bununla 
birlikte Türkiye’de, hâlen dahi giderilememiş olan ve bir faciayı andıran gelir dagılımı adaletsizligi mevcuttur. 

9 Mustafa Aksoy, Sosyal Bilimler ve Sosyoloji, ALFA Yayınları, stanbul, Ocak 2000, s.144. 

10 Yesim Kustepeli, Dokuz Eylül Üniversitesi sletme Fakültesi, internet sitesi 
( www.deu.edu.tr/userweb/yesim.kustepeli/dosyalar/gelir-sbe.pdf). 


Prof.Dr.Nusret Fisek tarafından çocuk ölüm oranları konusunda yapılan arastırmalara göre, 1967 yılında Türkiye genelindeki bebek ölüm oranı binde 
153, 1968 yılında Ankara, stanbul ve zmir sehirlerindeki bebek ölüm oranı binde 106’dır.11 Türkiye’nin saglık imkânlarının en yogun oldugu kesimlerdeki 
bebek ölüm oranları binde 106 ise, mantıksal bir yaklasımla saglık imkânlarının gittikçe azaldıgı Dogu ve Güneydogu Anadolu’ya dogru gidildikçe bu oran binde 
200’ler civarına çıkacaktır. Çocuk ölüm oranı sveç’te binde 14, Çekoslovakya’da binde 21, Kolombiya’da binde 83’dür. Devlet statistik Enstitüsünün verilerine göre Türkiye genelindeki bebek ölüm oranı 1965-1970 yılları arasında binde 158, 1970-1975 yılları arasında binde 140, 1975-1980 yılları arasında ise binde 110’dur. CIA-The World Factbook verilerine göre 2004 yılında bu oran binde 42.62’dir. Ülkenin kalkınması ile birlikte bebek ölüm oranlarında bir iyilesme oldugu gözlenmektedir. Ülkelerin gelismislik düzeylerinin artması ile birlikte ülke insanları bilinçlenmekte ve nicelikten ziyade nitelige önem vermeye baslamaktadırlar. Ancak olumlu ve hızlı bir sekilde degisimi arzu edilen bu süreç, yavaş ilerlemekte ve özellikle Türkiye’nin bölgesel kosullarına göre farklılıklar arz etmektedir. 

PKK terör örgütünün lideri Abdullah ÖCALAN, örgüte eleman bulma konusunda militanlarına talimat verirken; “Kürdistan’da her ailede basıboş dolasan çocuklar var. Kızlı-erkekli her aileden iki üç tanesini alırsanız yüz binlerce insan eder. O kadar da zor degil, zaten aile reisleri bunları beslemekten acizdir. Çoguoglunu ve kızını gönüllü verir, öyle dövünüp sızlanmazlar. Sonra o gençler de sevinerek yanımıza gelirler. Evlerinde çogu huzursuz, aile içinde egreti duruyorlar. Gençlik bunalımlarını en yogun biçimde yasıyorlar. Kolundan tuttunuz mu kolayca cepheye getirirsiniz. Biraz da ilk geldiklerinde ortamı güzellestirdiniz mi evlerinden ayrıldıklarına sevineceklerdir.” diyerek bu bölgedeki çok çocuklulugu, bunun getirdigi zorlukları, sosyal yapıdan kaynaklanan anlayısı ve bütün bunlara dayanarak “Kürt milliyetçiliginin yayılması” anlamına gelen militan edinme yöntemlerini çok iyi bir sekilde özetlemektedir. 

Terör öncesinde yörenin en önemli geçim kaynagı büyük ölçüde küçükbaş hayvancılık idi. Tarıma elverisli olmayan arazi yapısı, ahır hayvancılıgından ziyade küçükbaş hayvan yetistiriciligini âdeta dikte eder özelliktedir. Küçükbaş hayvancılık ile ugrasan insanlar tabiatın kurallarına göre hareket ederler. Yemi hayvanın ayagına getirmez, hayvanı yemin yanına götürürler. Bu durum genel anlamda asiretlerin, daha dar anlamda ailelerin ve nihayetinde bireylerin sürekli olarak göçebe bir yasam tarzı sürmelerine neden olur. Küçükbaş hayvan yetistiriciliginde, hayvanların saglıklı beslenmesini saglayabilmek için günün serin oldugu aksam, gece ve sabah vakitlerinde daglarda otlatılması, havanın sıcak oldugu gündüz vaktinde dinlendirilmesi gerekir. 

11 Rahmi Dirican, Saglık Yönetimi, Türkiye’de Saglık Hizmetlerinin Gelistirilmesini Engelleyen Faktörler, Türk Tabipleri Birligi Merkez Konseyi, 1997 (  http://www.ttb.org.tr  ). 

Hayvanların bu beslenme biçimi, hayvanların basında bulunan kimselerin (çoban ve ailesinin) günlük yasam tarzını olusturur. Baska bir ifade ile bu yasam biçimi, sürekli sürüsünün basında dag-taş dolasan, gecesi gündüze karısmıs, yalnız ve anti-sosyal bir yasam biçimidir. Bu yasam biçimi ile elde edilen gelir, hiçbir zaman refaha yansıtılmaz ve yansıtılamaz. Zenginlik, refahtan alınan pay yerine, elde mevcut hayvan sayısı ile ifade edilir olmustur. Yine aynı sekilde devlet zoru ile kazandırılan egitim ve ögretimin de sosyal hayata yansıtılamadıgı için egitimin gerekliligi sorgulanır hâle gelmistir. Bunun neticesi olarak ailelerde, çocugu okula gönderme egilimi yerine göndermeme egilimi olusmustur. 

Bölgede görüstügümüz vatandaslar tarafından, terör öncesi dönemde, halkın hayvancılıkta ve kaçakçılıkta uzman oldugu ifade edilmistir. Aslında 
kaçakçılık, hayvancılık yaparken elde edilen birikimlerin kullanılmasından ibarettir. Hayvanların daglarda otlatılması esnasında ögrenilen gedik, geçit, 
magara, su kaynagı, bölgeye hâkim olan kesimler, sıgınaklar v.s. kaçakçılık esnasında bir bilgi birikimi olarak degerlendirilmektedir. 

Hayvancılık-kaçakçılık iliskisine benzer sekilde, küçük baş hayvan yetistiriciligi ile ortaya çıkan yasam biçimi, tıpkı teröristlerin 1984 yılından sonra Güneydogu Anadolu’da ortaya koydukları yasam biçimini andırmaktadır. Yani geceleri eylem için dağ taş dolasmak ve gündüzleri gecenin yorgunlugunu gidermek üzere dinlenmektir. Bu kapsamdan olmak üzere, hayvanların daglarda otlatılması esnasında ögrenilen magara, geçit, su kaynagı, sıgınak gibi araziye 
iliskin bilgi birikimleri, terörün fiilî olarak basladıgı yıllarda teröristlerin en büyük üstünlüklerini olusturmustur. 

Dogu ve Güneydogu bölgelerimiz üzerinde yapılan arastırmalar, özellikle Devlet Plânlama Teskilâtının (DPT) kurulmasıyla (1961) agırlık kazanmıstır. DPT bünyesinde yabancı uzman olarak incelemeler yürüten Frederic W. Frey’in söz konusu bölgelere iliskin hazırladıgı rapora göre, Dogu ve Güneydogu Anadolu bölgelerinin kapalı cemaat yapısı asagıdaki beş temel unsurla açıklanmaktadır. 

-Yoksulluk, 
-Köylülerin dış dünyayla kısmen alakasının kesilmesi ve yalnızlık içine itilmiş olmaları, 
-Hareketsizlik, 
-Okur-yazarlık oranının düsük olması, 
-Tevekküle dayalı kaderci bir dünya görüsünün hâkim bulunmasıdır.12 

1984 yılına gelinceye kadar ortaya büyük bir degisiklik konamamıstır. 

Her ne kadar tarafların kullandıgı hetorik böyle bir izlenim verse de, Kürt sorununu; Kürtler, Araplar veya Türkler arasında ya da Kürtler ve merkezî 
hükümetler arasında bir çatısma olarak görmek dogru degildir. Bölge pek çok iç çatısma ve rekabetin bulundugu karmasık bir toplum yapısına sahiptir. Kürtlerin 
arasında birçok Kürt olmayan azınlık yasamaktadır ve sosyal ve ekonomik iliskilerin olusturdugu karmasık aglarla birbirine baglanmıslardır.13 

Sanatçı Yılmaz Erdogan, Kürtlügünü ve Türklügünü söyle anlatıyor: “Ben kendini net olarak tarif etmiş birisiyim. Kürt kültüründen ne aldıysam, Türk kültüründen de o kadar beslendim. Çünkü ben Ankara’da büyüdüm. O egitim formasyonunu aldım. Benim kimligimdeki etnik unsurlara, nereden ne gelmisse basım gözüm 
üstüne demiş ve onun üstüne bir hayat kurmuş birisiyim. Dolayısıyla içimdeki Kürt’le Türk arasında herhangi bir problem yok. Olmamıstır da. Belki de Kürt 
sorununun çözümünü de burada bulmak gerekir. Bu saatten sonra artık yapacak baska bir sey yok. Yapmaya da gerek yok. Çünkü iyi bir demokrasi, bu 
iki kimlige de iyi gelir. Ben simdi Kürtçe bir uzun hava duydugum zaman hemen direkman Kürt oluyorum. Yani iliklerime kadar hissediyorum onu. O duyguyu da 
benden kimse alamaz. Ama saglam bir bozlak duydugumda da hemen Türk oluyorum.” 14 diyerek iki kültür arasındaki farkı ve birinden digerine geçisin 
kolaylıgını dile getirmektedir. Bu geçisin bu denli kolay ve basit olması, birbirine sözde yabancı iki kültürü yasamak zorunda olan bir insan için bu kadar kolay 
olmayabilirdi. 

12 Türkdogan, a.g.e., s.552. 

13 Martin van Bruinessen, Kürtlük, Türklük, Alevîlik, letisim Yayınları, 2000, s .8, 9. 

14 Milliyet Sanat Dergisi, Aralık 2002 sayısı, s. 66. 

3 CÜ  BÖLÜMLE DEVEM EDECEKTİR..,



...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder