8 Mart 2016 Salı

Oslo Dosyası Yeniden Açılacak



Oslo Dosyası Yeniden Açılacak,




Muhalifler ellerine Oslo sopasını almış sallıyorlar.
Peki sadece muhalifler mi? Sizce bu sopa Oslo’da “gözlemci ülke” olan İngiltere’nin daha doğrusu ABD’nin elinde yok mu? Bütün tutanaklar onlarda…
“Paralel” derken KCK’yı kastetmek
Bülent Arınç’ın “Dolmabahçe’yi Tayyip Bey biliyordu” açıklamasından sonra alevlenen “paralelci” tartışması kelimenin tam anlamıyla “cambaza bak” oyununa dönüştü. Tartışma konusu aslında o “paralel” değil; diğeri yani KCK’nın Saray ve MİT’in izniyle güneydoğuda kurduğu paralel terör “devlet”i…
Abdullah Gül muhalif kabul edilen eski bakanlar Sadullah Ergin, Hüseyin Çelik ve Bülent Arınç ile görüşmeler yaptıktan sonra; Tayyip Erdoğan’ı Saray’ında ziyaret etti. Ancak ilginç bir şekilde bu bir yumuşama süreci başlatmadı. Hatta grubun artık açık sözcüsü gibi davranan Hüseyin Çelik, Ahmet Hakan’a kendisinin paralelcilik ile suçlanması ilgili çok sert açıklamalar yaptı:
“Eğer kamuya ait bir şeyin tahsisi suçsa, o zaman kavgalı olmadığımız dönemlerde çeşitli tahsisler yapan Tayyip Bey veya diğer bakanlar ya da bizim yetkili etkili olan bütün arkadaşlarımız da suç işlemiş demektir. Böyle saçmalık olur mu? 1 Kasım’ı çok iyi okumak lazım. 1 Kasım’da vatandaşın bir kısmı bize kahrede kahrede oy verdi.”
Kısacası ipler kopmuş.
Tayyip’e Oslo sopası
Arınç doğru ve stratejik bir adım attı: Muhalif hareketi Dolmabahçe meselesiyle başlattı.
Yani aslında sadece Dolmabahçe sahiplenilmiyor; aynı zamanda Tayyip Erdoğan, Hakan Fidan ve yanlarındakiler PKK ile işbirliği yapmakla ve sonra da bugünkü kan gölüne neden olmakla suçlanıyor!
Buradaki ironik durum Tayyip ve yandaşlarının son 6 ayda kendilerine muhalif herkesi PKK’lılık ile suçlamasıdır. Ancak bu oyun bu sefer tutmadı. Çünkü Gül, Arınç, Çelik ve Ergin AKP-PKK ittifakı ve işbirliği ile ilgili her şeyi biliyorlar.
Şimdi oynadıkları oyun şu: “Eyyy Tayyip Bey. Sen çözüm sürecini rotasından çıkardın. PKK’ya çok koz verdin. Her yer silah deposu oldu. Şimdi de geri dönülmez bir çatışma ortamı oluştu. Bundan sonrasından sen sorumlusu…”
Haklılar mı? Tayyip konusunda haklılar. Ama kendilerinin sorumlu olmadığı noktasında haksızlar.
Zaman gazetesinin yazarı Mümtaz’er Türköne olayın püf noktasını ve AKP cephesinin en zayıf karnını bildiği için (bir zamanlar o da oradaydı) işin nereye doğru gittiğini gizlemeden açıkladı:
“Şimdi bu hataların hesabı sorulacak ve işler yeniden yoluna sokulacak. Ergenekon veya Balyoz gibi geniş sanık kadrosu olan uzun soluklu bir dava, muhtemelen ‘Dolmabahçe davası’ adıyla gündemdeki yerini alacak. Bugünün güvenlik bürokrasisi ve silah yığınağı yapan PKK’ya ‘dokunmayın’ diyen valiler, yan yana sanık sandalyesinde oturacak. Devlet başka türlü düzen tutmaz. Saray’a muhalif AK Parti çevrelerinin gördüğü ışık işte bu…”
Yani kısacası muhalifler ellerine Oslo sopasını almış sallıyorlar.
Peki sadece muhalifler mi? Sizce bu sopa Oslo’da “gözlemci ülke” olan İngiltere’nin daha doğrusu ABD’nin elinde yok mu? Bütün tutanaklar onlarda…
Bilindiği gibi Norveç polisi görüşmeleri dinledi. Hiç de çekinmediler bunu açıklamaktan. Eh zaten Almanya “büyük devlet”, onlar “doğal olarak” Tayyip’i her saniye dinliyor, Tayyip’in kendi ifadesiyle.









Arınç doğru ve stratejik bir adım attı: Muhalif hareketi Dolmabahçe meselesiyle başlattı. Yani aslında sadece Dolmabahçe sahiplenilmiyor; aynı zamanda Tayyip Erdoğan, Hakan Fidan ve yanlarındakiler PKK ile işbirliği yapmakla ve sonra da bugünkü kan gölüne neden olmakla suçlanıyor! Buradaki ironik durum Tayyip ve yandaşlarının son 6 ayda kendilerine muhalif herkesi PKK’lılık ile suçlamasıdır. Ancak bu oyun bu sefer tutmadı. Çünkü Gül, Arınç, Çelik ve Ergin AKP-PKK ittifakı ve işbirliği ile ilgili her şeyi biliyorlar.






Ordu savaşacaksa neden Saray yönetsin?  
Arınç doğru ve stratejik bir adım attı: Muhalif hareketi Dolmabahçe meselesiyle başlattı. Yani aslında sadece Dolmabahçe sahiplenilmiyor; aynı zamanda Tayyip Erdoğan, Hakan Fidan ve yanlarındakiler PKK ile işbirliği yapmakla ve sonra da bugünkü kan gölüne neden olmakla suçlanıyor! Buradaki ironik durum Tayyip ve yandaşlarının son 6 ayda kendilerine muhalif herkesi PKK’lılık ile suçlamasıdır. Ancak bu oyun bu sefer tutmadı. Çünkü Gül, Arınç, Çelik ve Ergin AKP - PKK ittifakı ve işbirliği ile ilgili her şeyi biliyorlar.
Arınç ve Gül’e yakın ve hâlâ Saraycı olmamış az sayıdaki liberal yazar ise aynı sopanın “Ordu içindeki Ergenekon benzeri şahin bir grup”un da elinde olduğunu ileri sürüyor.
Ben şahsen Ordu içinde böyle bir grubun varlığına pek ihtimal vermiyorum. Hatta Ergenekon sürecindeki ağır çözülme ve teslimiyet TSK’da ne yazık ki hiçbir zaman böyle çelik bir çekirdek olmadığını göstermiş oldu adeta. Ancak 13 yıldır ezilen, kuşatılan, yetkileri kuşa çevrilen, komutanları tutuklanan bir silahlı kuvvete siz birden diyorsunuz ki: “Gir burayı tekrar kurtar. Her şey serbest biz hata yapmışız.”
Sizce bu silahlı kuvvet üzerine düşen görevi yaparken geçmiş hatalardan ve ihanetlerden dolayı ödediği bedellerin hesabını sormaz mı?
Ayrıca güneydoğudaki teröre karşı mücadeleyi Davutoğlu’nun veya Efkan Ala’nın yönetmediği kesin. Peki, Tayyip Erdoğan yönetiyor mu? Hayır! O Evkador’a şekil vermekle uğraşıyor. Eskiden valiler güya yönetiyordu güvenlik politikasını. Şimdi elbette böyle bir durum da yok. Adamları Tayyip bir sattı tam sattı! TSK, JÖH ve PÖH derken; resmen savaşan bir devlet var orada.
Eğer savaşan silahlı güçler, var olmayan kukla bir hükümet ve güya her şeye muktedir ama ortalıkta görülmeyen bir padişahı dinlemeden, mecburen kendileri inisiyatif alıyorsa; bir noktadan sonra der ki; “biz savaşıyoruz, biz bedel ödüyoruz, biz sorumluluk üstleniyoruz neden Saray yönetsin?”
“TSK içinde paralelciler varmış”, “en esas Ergenekon hâlâ oradaymış” söylentileri aslında Tayyip’i korkutmak için öne sürülen argümanlar. Olaya bilimsel yaklaşmak yeterli. Böyle gruplara hiç gerek yok. Elinde silah olan ve o silahı sürekli kullanmak zorunda olan bir güç; her zaman için bir iktidar odağıdır.
Asker de sivil siyasetin emir kulu olmak ister, risk almak istemez. Ama barış ve istikrar döneminde. Savaş döneminde esas büyük tehlike ve risk sadece emir kulu olmaktır. Hele emir verenler iyice şirazeden çıktıysa.
Zincirin iki zayıf halkası: Fidan ve valiler
Şimdi bir zinciri düşünelim. Bu zincir çok kalın gözüküyor. Tayyip bununla herkesi sarmış sarmalamış ve tutsak almış. Acaba?!
Bir zincirin gücünü kalınlığı ve uzunluğu belirlemez. En zayıf halka ne kadar güçlüyse zincir de en fazla o kadar güçlüdür zira o halka kırıldığında zincir kopar gider.
Şimdi yaz aylarına geri dönelim. Tayyip seçimleri kaybedince birden terör olayları patlak verdi. Tonlarca bombayla askerlerimiz ve polislerimiz şehit edilmeye başlandı. Ve Genelkurmay Başkanlığı çok ama çok kritik bir açıklama yaptı. TSK sadece Van, Hakkari ve Şırnak bölgesinde 2014 yılında 290 kez operasyon için izin istenmiş ama 281 tanesine valiler izin vermemişti.
Tayyip Erdoğan ise ATV’de yayınlanan meşhur “ya 400 vekil ya kaos” içerikli özel röportajında bu konuya değindi ve çok ama çok büyük bir hata yaptı. Valileri suçladı.“Çözüm sürecini yanlış anlamışlar” dedi.
Suç ortaklarına sahip çıkamayan bir diktatör yıkılmaya mahkumdur. Artık bu noktadan sonra Tayyip istese de hiçbir valiye sözünü kolay kolay dinletemez. En azından “barış” veya “savaş” gibi konularda…
Biraz daha önceye gidelim. Tam olarak 7 Şubat 2015’te Ahmet Davutoğlu’nun davetiyle MİT Müsteşarı Hakan Fidan AKP milletvekili olmak için görevinden istifa etti.
Manidar falan değil! Doğrudan mesaj. Çünkü kendisinin terör örgütü KCK’ya yardım ve yataklıktan tutuklanması talebiyle başlatılan ve yarım kalan savcılık soruşturması tam olarak 7 Şubat 2012 günü patlak vermişti.
Peki, Hakan Fidan’ın bu hamlesi üzerine Tayyip Erdoğan ne yaptı? Çıldırdı. Kendi ifadesiyle “kara kutusu” olan Fidan kendisine sormadan böyle bir eylem gerçekleştirmişti.“O konuda kendisine kırgınım” ile başlayan demeçler üstü örtük tehditlere kadar vardı. Ve Hakan Fidan bir şekilde görevine geri döndü. Kısacası Hakan Fidan neredeyse kamp değiştirip, Davutoğlu’nun safına geçecek, kendini garantileyecek ve Tayyip’i satacaktı. Ya da en azından Tayyip böyle algıladı. “Kırgın olmak”ta haklı…
Bürokraside zincirin zayıf noktası belli ki Oslo ve PKK ile yürütülen ortaklık süreci olmuş. Devlet bu gerginliği çok fazla kaldıramaz çünkü ya Tayyip’in başı yanacak ya da 2009-2015 (Habur’dan Dolmabahçe’ye kadar olan dönem) arası görev yapan bütün bürokratların ve bakanların.
Oslo, Gezi, 17 Aralık ve yine Oslo
Askerlerin valilik açıklamasına benzer bir tavır emniyet bürokrasisinde de ortaya çıktı. Kemal Kılıçdaroğlu geçen hafta CHP grup toplantısında Diyarbakır Sur’da tam 400 kere terör örgütü PKK’nın bomba ve silah yığınağıyla ilgili ihbar yapıldığı ancak valiliğin emniyete operasyon izni vermediğini açıkladı.
Dikiş artık patlak veriyor. Valisi, MİT görevlisi, Dolmabahçe’deki Akdoğan’ı, Ala’sı…
Tayyip yeri geldiğinde hepsini satabilir kendisini kurtarmak için… Bunu belli etti. Dolayısıyla artık onlar da Tayyip’i satabilir. Teröristbaşı Apo’nun dediği gibi vatana ihanet ile yargılanacaklar. Bu işin şakası olmaz. Zamanaşımı falan hiç olmaz!
7 Şubat 2012’de Oslo Soruşturması ile AKP-PKK ittifakında önemli bir çatlak ortaya çıktı. Bu bir süreç başlattı. Gezi Olayları ile muhalif kesim gücünü sınadı. AKP ve Tayyip diktatörlüğünün destekçisi, Tayyip için ölmeye hazır sivil faşist bir sokak gücü olmadığı anlaşıldı. 17 Aralık ile birlikte AKP kendi tabanında da meşruluğunu yitirdi. Yolsuzluk ve hırsızlık iktidarın altını çürüttü. Bombalı, hileli, hurdalı olmayan bir seçimi artık Tayyip kazanamıyor.
Bir de dört bakan var dinamit gibi… Valilerden beter başa bela… AKP koalisyon bile yapamıyor bu yüzden. Bakanlar yargıya çıksa beraberlerinde Tayyip’i de dibe çekecekler.


Ve döndük dolaştık; çemberin başına, yeniden Oslo’ya döndük. Bu dosya yeniden açılacak. Ve anlaşılan bu sefer 2012’ye göre hiçbir meşruluğu ve gücü kalmayan diktatörlük tuz buz olacak.


..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder