DOĞU VE GÜNEYDOĞU ANADOLUYU etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
DOĞU VE GÜNEYDOĞU ANADOLUYU etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

2 Mart 2016 Çarşamba

DOGU VE GÜNEYDOGU ANADOLU’YU PKK TERÖRÜNE HAZIRLAYAN NEDENLER BÖLÜM 4







DOGU VE GÜNEYDOGU ANADOLU’YU PKK TERÖRÜNE HAZIRLAYAN NEDENLER BÖLÜM 4


3. PKK Terörünü Hazırlayan Nedenler 

a. Sosyo-Politik Nedenler ,

27 Mayıs 1960 askerî müdahalesi sonrasında kabul edilen 1961 Anayasası ile saglanan geniş özgürlük ortamı, dünya genelinde hüküm süren Soguk Savasın ideolojik çatısmaları ile Türkiye’de de kabul görmeye baslayan Marksizm fikri, bir süre sonra özellikle gençler arasında taraftar buldu. 
Marksizm, Dogu Anadolu’dan üniversitelere gelen bir kısım ögrenciler için olaylara yeni bir yorum getiriyor, bir ideoloji olarak tüm sorunlara sistematik 
cevaplar veriyordu. Bu ideolojik sekillenme, sonuçta hem bir yöntem, hem de politik ittifaklar için vazgeçilmez ve zengin bir zemin olusturuyordu. Ön plândaki 
ortak payda ise Sosyalizm’di.45 

1976 yılına kadar Türkiye genelinde gençlik tamamen politize oldugu ve yine o zamanlar çok sayıda grup ve dernek var oldugu için gençligin büyük bir bölümü bu grup ve derneklerin etrafında toplanmıstı.46 Türkiye’de otorite boslugunun olustugu, her gün onlarca insanın katledildigi ortamda, basta ögrenciler olmak üzere birçok kesim Türkiye’nin bu durumdan kurtulusu için çareler üretirken, Dogu ve Güneydogu Anadolu’nun gençligi bunlar bahane edilerek Kürtçülük propagandası ile egitilmislerdir. 

Baslangıçta Türkler ile Kürtlerin devrimini birlikte gerçeklestirmek üzere yola çıkmıslarsa da, bir noktadan sonra ayrısma baslamış ve “Kürt Marksistler” artık bagımsız örgütlenmeye baslamıslardır. 

Bu kapsamda, basında sürekli islenen Dogu Sorunu, 1967 yılından itibaren Türkiye sçi Partisi önderliginde bir dizi mitinge konu oldu. “Dogu 

45 Nihat Ali Özcan, PKK( Kürdistan sçi Partisi) Tarihi, deolojisi ve Yöntemi, Avrasya Stratejik 
Arastırmalar Merkezi Yayınları, Ankara, 1999, s. 21. 

46 Ahmet Aydın, Kürtler, PKK ve A.Öcalan, Ankara, 1992, s.42. 


Mitingleri” illegal Türkiye Kürdistan Demokrat Parti (T-KDP), Fikir Kulüpleri Federasyonu (FKF) ve Türkiye sçi Partisi (T P) iş birligi ile gerçeklestiriliyordu. 
Bu mitinglerde ilk defa Kürtçe pankartlar tasındı ve Kürtçe siirler okundu.47 Ayrıca büyük sehirlerde “Dogu geceleri” düzenlenerek özellikle genç ögrenciler 
arasında Marksist ideoloji dogrultusunda “Kürtlük” düsünceleri uyandırılmaya çalısıldı.48 

1961 Anayasasını müteakip, 1963 yılında istanbul’da kurulan ve İstanbul Üniversitesinin çesitli fakültelerinde faaliyet gösteren Avrupa Kürt Talebe Cemiyeti, 1968 yılında merkezi Diyarbakır’da kurulan Türkiye Kürdistan 
Demokrat Partisi, 1974 yılında kurulan ve özellikle zmir, stanbul ve Diyarbakır’da faaliyet gösteren Devrimci Dogu Ocakları Kültür Dernekleri, Türkiye Kürdistan Sosyalist Partisi, 1976 yılında Kawacılar, Kürdistan Ulusal Kurtulusçuları ve 1978 yılında Kürdistan sçi Partisi (PKK) kurularak özellikle Dogu ve Güneydogu Anadolu bölgesinde olmak üzere yurt genelinde Kürtçülük faaliyetlerinde bulunmuslardır.49 
İlk temellerinin atıldıgı 1974 yılından itibaren PKK, çalısmalarına yogun bir sekilde baslamış ve bu kapsamda ilk olarak Güneydogu Anadolu 
bölgesindeki diger sol örgütleri kendi eylem alanından atabilmek için mücadele etmis, özellikle Halkın Kurtulusu, Devrimci Halkın Birligi, Kürdistan Ulusal 
Kurtulusçuları (KUK) ve Devrimci Dogu Kültür Ocakları (DDKD) gibi örgütleri sindirerek bölgedeki etkinliklerini silmistir. Bu arada olusturdugu halk 
mahkemeleri ile kanlı infaz sahneleri düzenleyerek yöre halkı üzerinde baskı kurmus, 1980 yılına gelindiginde oldukça geniş kesimler örgüte kazandırılmıs, 
düsman olarak görülen kesimler ise etkisiz bırakılmıstı.50 

1980 askerî yönetimiyle birlikte özellikle Türkiye Solunun üzerindeki baskıların artması, sol örgütlenmelerde önemli ölçüde dagılmaya yol açarken Türkiye’de bulunan birçok sol örgüt liderleri gibi PKK önderi de Suriye’ye ve diger Avrupa ülkelerine kaçtı. Bu arada 1980 askerî darbesi sonucu yapılan 
tutuklamalarla dolan Diyarbakır ceza evi, PKK’nın kadro gelistirmesine zemin hazırladı ve yeni kadroların egitimi çalısmalarında önemli bir rol oynadı. PKK 
merkez komitesi üyesi Kemal Pir’in “Kürdistan özgürlük mücadelesinin kalbi Diyarbakır’da, Diyarbakır’ın kalbi de zindanda atmaktadır.” ifadesi, PKK’lıların 
yogun olarak bulundukları ceza evlerinin birer egitim merkezi hâline getirilmiş oldugunu göstermektedir. 51 

12 Eylül Askerî harekâtı ile birlikte yurt dısına çıkan 300 civarında PKK militanı 1981-1982 yılları boyunca FKÖ kamplarında egitilmislerdir.52 
PKK terör örgütü, yurt dısı baglamında ASALA terör örgütü ile 1980’li yıllarda iş birligine gitmiş ve Türkiye’ye karsı güç birligi olusturmuslardır.53 

47 Dogu Devrimci Kültür Ocakları dosyası, Ankara, 1975, s.237. 
48 Dogu Devrimci Kültür Ocakları dosyası, a.g.e., s.242. 
49 M. Sami Denker, Uluslararası Terör, Türkiye ve PKK, Bogaziçi Yayınları, stanbul, 1997, s. 50-55. 
50 Denker, a.g.e., s. 59. 
51 Emin Gürses, Ayrılıkçı Terörün Anatomisi, İRA-ETA-PKK, Baglam Yayıncılık, İstanbul, 1997, s. 85. 


Sonuç olarak 1984 yılına gelindiginde Kürtçülük temelinde PKK’nın kadroları olusturulmus, militanları yetistirilmis, yurt dısı baglantıları tamamlanmış 
ve bilâhare PKK’nın eylem alanı olarak seçecegi Güneydogu Anadolu zemini kısmen hazır hâle gelmistir. 

b. Sosyo-Kültürel Nedenler 

Kültürel degisim sosyal yasamda da birtakım degisimler meydana getirmekte, daha dogrusu sosyal yapıda kültürel degisim ile paralellik 
göstermektedir. Toplumda geçerli olan deger yargıları ve bunların benimsenisi zaman içerisinde degisikligeugramakta, söz konusu degerler çagın ihtiyaçlarına 
göre degismektedir. Ancak sosyal yapıdaki ve degerlerdeki degisim çok hızlı olursa ve toplumun genelini kapsayacak özellik tasımazsa, problemler baş 
göstermekte, sosyal dengenin bozulmasını gündeme getirmektedir. 

Tarih, dil, örf ve adetler, sanat ve edebiyat eserleri gibi kültür unsurları ulusal karakterlerin sürekliligini gösterir. Bunlar arasındaki gelismeci ve 
tekâmülcü bagın koparılması toplumda anormal belirtilerin görülmesine yol açar. Bu anormal belirtiler genellikle anarsi, siddet ve sosyal çözülme olarak kendini 
gösterir. Esas itibariyle de siddet ve anarsi taraftarları da özellikle kültür, dil, din, ahlâk, aile ile ilgili kavramlarda kargasalık yaratarak toplumu ve onu olusturan fertleri neyin dogru neyin yanlış oldugunu bilmeyecek bir duruma getirmek ve böylece kendi sundukları reçeteyi itirazsız kabul etmelerini saglamak amacını güderler. 

Çocugun sosyallesmesinde ailenin rolü tartısılamaz. Ancak ailelerin bu vazifeleri ni yeterince yerine getirememeleri, terörist veya siddet yanlısı kisilerin 
yetismesinde basamak olmaktadır. Ailelerin yasalara ve yerlesik degerlere baglı gençler yetistirememelerinin bir baska nedeni, siyasal kutuplasmanın artık 
ailelerin etkisini asacak ölçüde yabancılasmış gençler meydana getirmesidir. 

Ailenin bıraktıgı bosluk okullarda, yurtlarda, siyasal dernek ve kuruluslarda çok yogun olarak sürdürülen, ideolojik pompalama ile doldurularak, deyim yerinde ise programlanmış insanlar meydana getirmektedir. Yoksa hiç tanımadıkları toplulukları, ilgisiz çocukları ve kadınları öldürmek için saldırmak sosyallesmis, saglıklı düsünen ve duyarlı bireyler için kolay olmasa gerektir. 

Bölgenin sosyo-kültürel yapısını da dikkate alarak bu kapsamda asagıdaki sonuçları çıkarmamız mümkündür. 

Bölgenin kültür yapısı Anadolu’da var olan kültürden farklı degildir. Özellikle yörede dokunan halı ve kilimlere yansıtılmakta olan motifler Türk 
kültürünün özelliklerini tasımaktadır. İslamiyetten kaynaklanan kültür ögeleri söz konusu bölge için geçerli oldugu kadar bütün Türkiye için de geçerlidir. 
Bir baska ifade ile bölge, kültür yapısı açısından Türkiye’nin diger bölgelerinden farklılık arz etmemektedir. Ancak ran’a dogru yaklastıkça Fars, Irak ve Suriye’ye dogru yaklastıkça Arap toplumunun kültür özelliklerini de bulmak komsu olmaktan kaynaklanan kaçınılmaz bir sonuçtur. 

52 Ümit Özdag, Türkiye, Kuzey Irak ve PKK, Avrasya Stratejik Arastırmalar Vakfı Yayınları, Ankara, 1999, s.34. 

53 Ercan Çitlioglu, “Yunanistan, ASALA ve PKK’nın Ortak Düsmanı Türkiye”, Cumhuriyet Gazetesi, 8, 9, 10 Eylül 1998 



Devlet kurumlarının yeterince islevsel olmadıgı, egitim seviyesinin yetersiz oldugu bir ortamda; tarım ve hayvancılıkla geçinen yöre insanı, kisisel 
ve toplumsal haklarını güvence altında bulundurabilmek, doganın zorlukları karsında hayatta kalabilen aile birey sayısını azamîde tutabilmek adına çok 
çocuga ihtiyaç duymaktadır. 

Bölge, Türkiye’de nüfus artış hızının en yogun oldugu kesimdir. 19751980 yılları arasında Türkiye genelindeki ortalama nüfus artış hızı %2.06 iken, Siirt’te %3.17, Hakkari’de %4.19, Diyarbakır’da %3.56’dir.54 Yıllık nüfus artış hızından da anlasılacagı üzere özellikle Güneydogu Anadolu bölgesinde yogun bir genç nüfus mevcuttur. Bu sonuç, Türkiye’nin yetersiz ekonomik ve sosyal imkânları içerisinde faydadan çok zarar getirmistir. Bu durum özellikle gençlere yeterli egitimin verilememesine, gelir dagılımında adaletsizlige, sosyal imkânlardan yeterince istifade edememeye, gelir dagılımındaki makasın gittikçe açılmasına ve nihayet patlamaya hazır bir bombanın olusmasına neden olusturmustur. 

Cumhuriyet döneminde alınan sosyal tedbirler sayesinde zayıflatıldıgı iddia edilse de, yörenin ortak özelliklerinden birisi asiret yapısına sahip olmasıdır. Bu asiret yapısı her kademede elestirilen bir konu olmasına karsın, özellikle siyasi partiler tarafından vatandasa ulasmanın en kolay yolu olarak görülmüş ve agalık sisteminin ortadan kaldırılması yerine prim verilerek sosyal bir kurum gibi kullanılmıstır. Bu baglamda, asiret yapısı sisteminden ötürü 1984 
yılına kadar olan süreçteki isyanları Kürtçülük temeline dayalı isyanlar olarak yorumlayamayız. Çünkü, benlik duygusu gelismemiş olan ve asiret reisinin istekleri dogrultusunda hareket eden kisilerin, milliyetçilik bilinci ile hareket etmeleri mümkün görülmemektedir. 

Kürt milliyetçiligi var olabilir, ancak bu seviye asiret reisleri seviyesinin altına düsmemistir. 

Bölgede alevî, safii ve sünni mezhebine mensup insanlar yasamaktadır. 

İslamiyetin çok eslilige müsaade ediyor anlayısından hareketle, çok eslilik, erkek açısından gücün, bayan açısından güçlünün himayesinde olmanın psikolojisine bürünmüstür. Zaman içerisinde bölgenin gelenekleri arasında bir konu olarak yerini almıstır. Bu durum babanın, annenin ve erkek kardeslerin kız çocuguna bakış açısını olumsuz etkilemistir. Oysa toplumun bir yarısı yetersiz ve alınıp satılabilen bir esya gibi görünürken diger yarısının mükemmeliyetinden 
söz etmek mümkün degildir. Bu çarpık yapı, kendini yenileme egiliminde olan diger bölgeler arasındaki makasın açılmasına neden olan bir baska hususu 
olusturmaktadır. 1984 tarihinden itibaren Güneydogu Anadolu bölgesinde baslayan PKK terör örgütü eylemleri ve faaliyetleri, bölgenin yukarıda ortaya koydugumuz zafiyet alanlarını örgüt için faydalanılacak birer nokta olarak ele almış ve istifade etmistir. 

54 Basbakanlık Devlet statistik Enstitüsü, Türkiye statistik Yıllıgı 1981, Ankara, 1981, s.32. 

PKK terör örgütünün silahlı mücadeleye baslaması ve bilâhare olayın tabana yayılması ilk kez ortaya çıkan bir durumdur. Ancak bu katılımda gönüllülük, benimsemislik ve psikolojik mensubiyetten ziyade, terörün ruhuna uygun olarak, korku ve dehset yaratarak halkın katılımı saglanmıstır. Bunun sonucu olarak hemen hemen bütün asiretlerden terör örgütüne katılımlar olmustur. Baslangıçta dar bir kadro ile baslayan eylemler, yukarıda belirttigimiz hususlar bir araya getirilerek “ Kürt realitesi ”nin tanınması ( “Kürt realitesinin tanınması” ) noktasına ulastırılmıstır. 55

c. Ekonomik Nedenler ,

Ekonomik sartların zorlugu, insanları maddî yönden etkiledigi gibi psikolojik ve moral yönden de etkiler. Bu nedenle, toplumdaki dengesiz gelir dagılımı, terör odakları için yararlanılması gereken en önemli unsurlardan biridir. Konu propaganda malzemesi yapılarak, mümkün oldugunca istismar edilmeye 
çalısılmaktadır. Dolayısıyla, egitim verilmemis, cahil insanlar ekonomik eksikliklerden dolayı istismara çok müsaittirler. Arastırmalara göre eylemlere 
katılan militanların büyük çogunlugunu bu insanlar olusturmaktadır. 

Ekonomik ve sosyal hayattaki hızlı gelismeler birçok olumlu sonuçlar dogurmakla birlikte hassas dönemde bulunan bir gençlik kesiminde uyumsuzluk ve dengesizliklere de yol açabilmektedir. Ülkemizdeki temel koruyucumüesseselerin eksikligi veya yetersizligi bu uyumsuzlukları artırıcı rol oynamaktadır. Ekonomik gelir ve büyüme, sosyal bütünlesme ile desteklenmiyorsa sistem aksayabilmekte dir. 

Köylerden, varoslardan ve gecekondu semtlerinden gelen yoksul, yarı aç, çatısmacı, mutsuz ve ezilmiş ailelerin çocukları terör için en elverisli 
malzemeyi olusturmaktadır. Kısaca sefalet ve baskı, terörü doguran etkenlerdir.56 

Bununla birlikte, ülkede mevcut olan ve bir türlü giderilemeyen gelir dagılımı adaletsizligi de terörü körükler mahiyettedir. 

Genelde hayvancılıkla geçinen Dogu ve Güneydogu Anadolu bölgesinin, Tarım ve hayvancılık temeline dayalı bir toplum yapısına sahip olan Osmanlı döneminde, ekonomik açıdan ülkenin diger kesimlerinden bariz bir farklılıgı olmadıgı, Cumhuriyet döneminde ise gelismekte olan Türk ekonomisine gerekli katkıyı saglayamadıgı gibi saglanan imkânlardan da yeterince istifade edemedigi, ancak bu durumun ülke genelinde birçok bölge ve kesim için de söz konusu oldugu degerlendirilmektedir. 

55 Cemal, a.g.e., s.268 (Hasan Cemal, 25 Kasım 2002 günü (E) Korg. Hasan Kundakçı ile yaptıgı söyleside Kundakçı Pasa, “Bu arada Özal’ın “Kanımda Kürt kanı var.” gibi sözleri, Demirel’in “Kürt realitesi” demesi, bunlar da moral bozucuydu. Kararlılıgı olumsuz etkiledi. “O zaman ben ne diye savasıyorum ki?” diye mırıldanmalar basladı. Durum üstünlügünün teröristlere geçtigi bir dönem 
yasandı 1990-1993 arası ...) 

56 Pulat Y.Tacar, Terör ve Demokrasi, Bilgi Yayınevi, Ankara, 1999, s.51. 


ç. Egitim Sistemi ,

Hemen söylemek gerekir ki, egitim, insanların ve yıgınların, düsüncelerini ta köklerinden alıp degistirebilecek olan unsurların basında gelmektedir. Bugün ekilen ve yarın toplanacak olan fikir ve inançları anlayabilmek için, zemini yani tarlayı iyi incelemek gerekir. Bir ülkede gençlige verilen egitim imkânı, bu memleketin yarın ne olacagı hakkında geniş fikirler ortaya koyabilecek niteliktedir. 

Toplumların huzuru, egitimin her bakımdan bilimsel olmasına baglıdır. Dolayısıyla egitim ne kadar yeterli ve ne kadar yol gösterici olursa, fertler o 
kadar mükemmel ve faydalı, ne kadar yetersiz ve olumsuz ise, o derece ilkel ve zararlı olur. Ailenin, okulun, kurumların ve medyanın görevi, insana müspet 
karakter kazandırarak, onu, topluma hizmet için etkileyip yönlendirmek, devletin görevi ise, bu egitimi mümkün kılmak ve denetlemektir. Sunu göz ardı etmemek gerekir ki; yıkıcı unsurların önemle üzerinde durdukları ve öncelikle yararlanmak istedikleri yerler egitim kurumlarıdır.57 

Mustafa Aksoy’un, terör nedeniyle Dogu ve Güneydogu Anadolu’dan batıya göç eden insanlar üzerinde yapmış oldugu anketinde ortaya koydugu üzere, bir genelleme yaparak yöre insanının egitim seviyesinin oldukça düsük oldugunu söyleyebiliriz. Bu insanlardan üniversite tahsilli olanların sayısı %0.2, 
lise tahsilli olanların sayısı %0.3, ortaokul tahsilli olanların sayısı %2.5’lere kadar inerken, ilkokul tahsilli olanların oranı % 35.3’e, okuryazar olmayanların 
oranı ise % 50.8’lere çıkmaktadır.58 

Bölgede yasayan insanlar Türkiye’nin ve dünyanın degisen kosullarına ayak uyduramamıslar ve sürekli kapalı bir toplum içerisinde kalmıslardır. 
Egitimin verilememesinden ziyade algılanamaması, bölgenin batıdan gelen Türk, dogudan gelen Fars ( ran) ve güneyden gelen Arap (Irak) kültüründen 
etkilenmeye açık olması, arazi ve yılın büyük bir bölümünde etkili olan kötü hava kosullarının egitim ve ögretim kosullarını olumsuz etkilemesine neden 
olmustur. Cumhuriyet dönemi verilerine göre 2000 yılına gelindiginde Türkiye’nin okuryazar oranı %85.6 iken, Sırnak’ta okuryazar oranı %46.25 
(erkeklerde %65.80, kadınlarda %23.92), Siirt’te okur yazar oranı %59.30 (erkeklerde %77.17, kadınlarda %40.86)’dır.59 Bu konu bölgenin geçmisten beri süre gelen ortak sıkıntılarından birisini olusturmustur. 

Üniversite yıllarına kadar Tunceli’de Türk örf ve adetlerine göre yetisen ve bilâhare Tunceli Lisesini bitirerek 1973-1974 ders yılı döneminde Hacettepe 
Üniversitesi Sosyal Bilimler Fakültesi Ekonomi bölümüne kaydını yaptıran Sahin DÖNMEZ; “Bu üniversitede "Millî sorun: Kürt sorunu" adı altında bazı yeni 
konuların tartısmaya baslandıgını ve bir ulustan söz edildigini anlattılar. Ben Kürtlerin bir ulus olarak kabul edilip edilemeyecegi konusuna yabancı idim. 
Türk kültürü ile yetismiş ailemden böyle bir terbiye almış oldugumdan, önce Kürtlerin bir ulus olarak varlıgını kabul edemedim. Ancak daha sonra benimsedigim Marksist düsüncenin etkisi ile Kürtlerin bir ulus olarak kabul edilmesi gerektigi görüsünü kabul ettim. Zaten birçok arkadasım benim gibi önce Komünizmi benimsedi ve sonra Kürt meselesini kabul etti. Bu strateji PKK’nın en büyük silahıdır. PKK bünyesine alınan insanların beyinlerine Marksizm ısıgında tarihi gerçekler saptırılarak Kürtçülük sırınga edilir.” 60 demektedir. 

57 Genelkurmay Baskanlıgı, Anarsi, Terör ve Uluslararası Terörizm, Genelkurmay Basımevi, Ankara, 2001, s.53. 

58 Aksoy, a.g.e., s. 145. 

59 http://www.gap.gov.tr/Turkish/egitim.html. 

60 http://www.diyarbakir.pol.tr/teror/terornedenleri.htm. 


PKK terör örgütünün Tunceli sorumlusu Yıldırım Merkit de sunları ifade etmektedir; “12 Eylül öncesi Türkiye genelinde oldugu gibi Tunceli’de de 
okullarda verilen egitim, gençligi gelecege hazırlamaktan çok uzaktı. Derslerin çogu ezbercilige dayanmakta idi. En önemlisi derslerden önce ögrencilere 
Marksist felsefe ögretilmekte idi. Liseden mezun olan ögrenci harita üzerinde Türkiye’nin bir akarsuyunu bile gösteremiyordu. Kısacası Tunceli lisesi o 
zamanlar bir egitim kurumu degil, Marksist felsefeye hizmet eden, komünist ve bölücü örgütlere militan yetistiren bir enstitü hâline gelmisti. Diger orta dereceli 
okullar, hatta ilkokullar bile Tunceli lisesinden farksızdı. Ögretmenlerin büyük bir kısmı çocuklara alfabeden önce, baglı oldugu örgütün sloganlarını ögretmekte 
idi. Bir toplumun kalkınması için mutlaka kavranılması gereken dersler, "burjuva kültürü burjuvaya hizmet eder" gibi gülünç iddialarla ögrencilere verilmekte idi. 
Bu anlayısa karsı çıkan ve sayısı çok az olan ögretmenler de fasist olarak nitelendirilerek ve dövülerek uzaklastırılırdılar.”61 

İnsan yasamında egitimin yeri, tartısılmaz bir öneme sahiptir. Toplumlar egitim sayesinde gelecegi yakalayabilmektedirler. Egitime yapılan yatırım uzun 
vadede kendisini olumlu olarak hissettirmektedir. Egitimsizlik ise cahillik demektir. Cahil insanlar baskaları tarafından kullanılmaya, basın veya diger 
vasıtalarla yapılan propagandalara karsı daha hassastırlar. Onları kullanmak ve yönlendirmek daha basittir. Bölgede faaliyet gösteren PKK terör örgütü bu 
konuyu da çok iyi tespit ederek kendi lehine kullanmıstır. Bu amaçla eylemlerini öncelikli olarak ögretmenlere ve okullara yöneltmis,ögretmenleri katletmiş 
ve okulları yakmıstır. Bu sayede çocukları daglara çekebilmek daha kolay olmustur. 

d. Psikolojik Nedenler 

Kisisel becerisi, yetisi, yetenegi yetersiz veya çalısarak statü kazanmak istemeyen tembellik egilimi olan insanlar, içinde bulundukları toplumsal durumu, konumu, rolü, yeri begenmezler. Toplum tarafından engellendiklerini; ilgi, sevgi, saygı görmediklerini düsünürler. lgi görmek, saygınlık kazanmak, kendilerini gerçeklestirmek için saldırgan davranıslara ve siddet eylemlerine deger ve yer veren davranış kalıplarını ve örneklerini kullanırlar. Bununla birlikte doyumsuzluk ve hüsran duyguları da terörizme yatkınlık egilimini artırır.62 

Terör örgütlerinin eleman kaynagının büyük bir çogunlukla 15-25 yaş arası gençler oldugunu görmekteyiz. Çocukluktan eriskinlige geçiş dönemi olarak ifade edilen bu dönem 13 ile 25 yasları arasını kapsar. Bu geçiş dönemi sırasında olması gereken hususlardan biri de benimseme duygusunun pekismesidir. 
Bu kavram, kisinin geçmisinin devamı ve bir gruba ait olma duygusunun bir karısımıdır. Kisinin kendi özünü ve cemiyet içindeki yerini bulması manasına gelir. Bu yılların esas sorularını, “Ben kimim?, Benim yerim neresidir?” gibi sorular teskil eder. 

61 Diyarbakır Polisi, a.g.y. 

62 Denker, a.g.e., s. 14. 

Teröre Neden Basvurulur? Bu soru belki de sorabileceklerimiz arasında en önemlisidir. Eger teröre neden basvuruldugunu bulabilirsek, onu kontrol 
etme sansımız da olabilecektir. “Terörün nedeni sudur” deme gücümüz yoktur. Çünkü farklı terör olaylarının arkasında özellikle farklı nedenlerin olması 
muhtemeldir. Bu farklıkları unutmadan bir ortak nokta aramaya çalıstıgımızda ''terörün bir insan davranısı'' oldugu olgusu, tek bir ortak nokta olarak karsımıza 
çıkmaktadır. 

Terörün nedeni kaynak paylasımı olabilir. Terör örgütleri kendi kaynaklarını (politik ve/veya ekonomik) artırmak amacıyla terör eylemlerine 
basvururlar ancak bu, onların neden barısçıl yollarla degil de, siddete basvurduklarını açıklamakta yetersizdir.63 

Terör ve teröristle ilgili çıkarsamaların yapılabilecegi önemli bir alan sosyal psikolojidir. Sadece sosyolojik, siyasi ya da ekonomik nedenler dısındaki 
daha “insanî” nedenlerin arastırılması bize terör hakkında birtakım ipuçları verebilir. Yapılan incelemelerin bir bölümü sorunun temelinde birçok psikolojik 
nedenlerin olduguna da isaret etmektedir.64 

Dünya üzerindeki varlıgını bireysel olarak degil de, baska insanlara referansla açıklayan bir insanın bu referans grupları dogrultusunda karar vermeye çalısacagı, gruba uyum gösterecegi ve tek basına yapamadıgı/yapmaya cesaret edemeyecegi eylemleri grup içerisindeyken rahatlıkla yapacagı bilgisi mantıklı gelmektedir. 

İnsan davranısları üzerinde çalısmalar yapan Tajfel ve Turner, insanların dogustan nesne, olay ve diger insanları sınıflama egilimi içerisinde oldugunu, bu egilimin, insanların, “biz” ve “onlar” olarak gruplasmalarına yol açtıgını ortaya koymustur. Konuyu teyit eder vaziyette, yaptıgı arastırmalarda kisileri gelisigüzel gruplara bölerek onlara gelisigüzel isimler veren Tajfel, bir süre sonra her grubun kendi özdesligini gelistirdigini ve diger grubu yargılamaya basladıgını görür. Ona göre, hangi gruptan isek, o grubu “iyi”, diger grubu “kötü” görme egilimi gelistiririz.65 

Dogru yöne kanalize edilememiş olan ve gençlik sorunları yasayan bir kısım gençlerin, olumsuzluk adına kullanılabilmesi her zaman söz konusudur. 

63 Kevin Lanning, “Reflections on September 11: Lessons From Four Psychological Perspectives”, Analyses of Social Issues and Public Policy, pp:27-34. (http://www.asap-spssi.org/pdf/asap021.pdf). 

64 Tacar, a.g.e., s. 50. 

65 Tajfel, H.&Turner, J.C., “An ntegrative Theory of ntergroup Conflict. n W.G. Ausiton (Ed.)”, The Social Pschlogy of ntergroup Relatios, Belmont, CA.:Wadsworth, 1979. 


Daha sonraki dönemde PKK terör örgütüne katılan gençlerin ortalama yaslarının 15-16 olması, terör örgütleri tarafından gençlerin gençlik psikolojilerinin kullanıldıgının teyidi niteligindedir. 


e. Dış Destek ,

Gerek Osmanlı gerek Türkiye Cumhuriyeti döneminde cereyan eden toplam 40 adet Kürt isyanından 9 adedinin Osmanlı/Türkiye’nin bir baska ülke ile mücadele hâlinde oldugu dönemlerde gerçeklestigini, bununla birlikte 11’inde dış güçlerin açık tahriki ve desteginin oldugunu “Kürt isyanları” bölümünde ifade etmistik. Bu destek 1939 yılına, yani 2’nci Dünya Savası’nın baslangıç yıllarına kadar devam etmistir. Savaş ve daha sonra Soguk Savasın belirsizlik ortamındaki yıllarında Türkiye’ye duyulan ihtiyaç yüzünden bir dönem bu destege ara verilmis, 1970’li yıllardan sonra yeniden canlandırılmaya baslanmıstır. 

1974 yılında Kıbrıs Barış Harekâtı’nın gerçeklestirilmesinden hemen sonra, Ermeni terörü baslamıs, silah kaçakçıları Bulgaristan ve Suriye’de üslenerek Türkiye’yi silah deposu hâline getirmis, 1979 yılında terörist bası Abdullah Öcalan Suriye’ye geçerek himaye görmeye baslamıs, 12 Eylül 1980 yılında Türkiye’deki terör olayları doruk noktasına ulasmıstır. 

PKK hareketinin dogusunda, kuruldugu bölgede etkinligini artırmasında ve uluslararası boyut kazanmasında Suriye özel bir konuma sahiptir. Suriye, 
Türkiye’nin zararına olacak muhalif çabalara, ortam hazırlama ve himaye gösterme politikasına hiç de yabancı degildir. Müstakil bir siyasal güç hâlinde 
ortaya çıktıgı tarihten itibaren bu politikayı terk etmemistir. ngilizler tarafından Osmanlı egemenligine karsı gelistirilen bu politikada Arap milliyetçiliginin etkisi 
büyük olmustur. Milliyetçilik duygusu ile körüklenen ve savaş sonrası Arapları memnun etmeyen Türkiye-Suriye sınırı ile Hatay sorunu, düsmanlıgın canlı 
tutulmasında etkili olmustur. Buna Suriye ekonomisinde belirleyici olan ve Türkiye’den tecrit edilen Ermenilerin de eklenmesi bu politikalara zemin 
hazırlamıstır. 

İsrail, Irak’ta yasayan Kürtleri stratejik bir unsur olmanın ötesinde, İsrail’in bazı tarihî baglar ile baglı oldugu bir unsur olarak görmektedir. 1982’de Lübnan’ı yeni isgal etmiş olan İsrail’in Basbakan Yardımcısı ve Dısisleri Bakanı Samir, 1983’de Türkiye’nin Kuzey Irak’ta PKK’ya yönelik harekâtını, “Türkiye’yi Kürdistan’ı isgal altında tutan devletlerden birisi”66 olarak niteleyerek olaya bakış açısını ortaya koymustur. 

10 Agustos 1920 tarihinde Osmanlı Yönetimince imzalanan Sevr Barış Anlasmasının Ermeni ve Kürtlere iliskin maddelerinde “Dogu Anadolu’da 
bagımsız bir Ermenistan Devleti kurulacak, bu devletin sınırları Amerika tarafından saptanacak.”, “Dogu Anadolu’da özerk bir Kürdistan Devleti 
kurulacak ve bir süre sonra bagımsızlıgını tam olarak elde edecek” 67   denmektedir. 

66 Özdag, a.g.e., s.188,189. 
67 Yılmaz Diktas, Gaflet, Dalalet, Hıyanet, Toplumsal Dönüsüm Yayınları, 2’nci Baskı, stanbul, 2003, s.28. 


Ermenilerin, Batı devletlerinin Kürt politikasında en önemli unsur oldukları birçok olay ve belge ile sabittir. Türk topraklarında hiçbir zaman bir devlet kurabilecek çoğunluğu sağlayamayacakları şuurunda olan Ermeni liderler, Kürt meselesine destek vermeyi en önemli politikaları olarak değerlendirmişlerdir. Başta ngiltere olmak üzere birçok devlet de Kürt meselesini bir Ermeni meselesi olarak görmüştür. Açık bir ifade ile Kürt adı verilen unsurlar bölgede kurulması düsünülen Ermenistan devletinin kurulusunu kolaylastırmak için bir araç olarak mütalâa edilmislerdir. Bu politikanın açık bir belgesi 17 Agustos 1919 tarihli Sir Arthur Hirtzel’in düsüncelerini, “ Kürt meselesi Ermeni meselesidir... İkisi ayrılamazlar.” 68  Şeklinde vurgulanmasıyla ifadesini bulmustur. 

PKK terör örgütü, Avrupa ile baglarını 1980 öncesi dönemde “ Sempatizan düzeyinde ” kurmus, 12 Eylül 1980 askerî müdahalesi ardından daha fazla zayiat vermemek ve dagılmayı önlemek için militanlarını yurt dısına çıkarma kararı almıstır. Bu karara istinaden militanların bir kısmı Suriye’ye kaçarken, bir kısmı da Avrupa’ya geçmek için en önemli ara konaklama yeri olarak Yunanistan’ı kullanmıslardır.69 

Dogu ve Güneydogu Anadolu bölgesindeki terörün dogup büyümesinde, bölgenin, Türkiye’den toprak talebi olan Ermenistan ve Suriye’ye, 
Kürt nüfusun yogunluklu olarak yasadıgı ran, Irak ve Suriye’ye, Arap ülkesi olan Irak ve Suriye’ye komsu olmasının olumsuz etkisi çok büyük olmustur. 1978 
yılında, Kürtçülük gibi tarihî derinligi olan ve uygun bir zeminde dogan bebege, önce komsular, bilâhare Batı sahip çıkmaya baslamıstır. Bunun aracılıgıyla kimi 
ülkeler Sevr’in öngördügü Ermenistan ve Kürdistan’ı kurmayı; Suriye, Hatay’ı topraklarına katmayı; kimi Arap ülkeleri Türkiye’nin Arap kültüründen 
uzaklastırılmış olmasının hıncını almayı; Yunanistan, Ege ve Kıbrıs üzerindeki isteklerini kabul ettirmeyi; Rusya, sıcak denizlere çıkmayı; kimi ülkeler ise 

Türkiye üzerinden politik ve ekonomik çıkarlar elde etmeyi amaçlamıslardır. Bahse konu ülkeler, amaçlarının gerçeklestirilmesinde kullanılmak üzere, 
istikbal vadettigini degerlendirdikleri bu örgütün gelismesi için, uygun ortam ve destegi saglamıslardır. 

4. Sonuç 

Sonuç olarak, bölgenin 20’nci yüzyılın icaplarına cevap veremeyecek sosyo-kültürel yapısı, bu yapının ortaya koydugu sorunlar ve bu sorunların, 
devletin imkânsızlıklarının veya ihmalinin bir sonucu olarak dıssal bir bakısla “ Bölgenin kasıtlı olarak geri bırakıldıgı ” Şeklinde algılanmasına neden olmustur. 
1961-1980 yılları arasındaki dönemde Türkiye ortamı, 1961 Anayasası’nın özgürlükçü yapısı kötüye kullanılarak, devlet otoritesinin kayboldugu, fikir çatısmalarının silahlı çatısmaya dönüstügü, yasa dısı örgütlerin kurtarılmış bölgeler ilân ederek kendi otoritelerini kurdukları bir noktaya gelmistir. 

68 Çay, a.g.e., s. 510. 
69 Özcan,a.g.e., s. 289. 


Bu arada, 1978 yılında silahlı mücadele anlayısıyla kurulan PKK terör örgütü, benimsedigi strateji ile bölgenin sosyo-kültürel degerlerindeki zafiyetlerini (agalık sistemi, çok çocukluluk, egitim durumundaki yetersizlik, küçükbaş hayvancılıkla özdeslesen yasam tarzı, kız evlatlarının mal gibi görülmesi vs.), cografi yapıyı (sınır bölgesi olma, arazinin daglık yapısı) ve ekonomik kosullar daki yetersizlikleri istismar ederek örgüt stratejisi dogrultusunda kullanmıstır. 

Bu baglamda, Türkiye’ye hasım olan devletler, Türkiye’nin dengelerini sarsmak maksadıyla baslangıçta terör örgütünü kullanma politikası izlemisler, bilâhare bu politikalarını genisleterek, tarihte de defalarca yasandıgı üzere, Kürtleri kullanma politikasına dönüstürmüşlerdir. 

Bu inceleme neticesinde son söz olarak sunu söylemek mümkündür. Dogu ve Güneydogu Anadolu’da 1984 yılında baslayan PKK terörü, öncelikle sosyo kültürel degerlerdeki zafiyetlerin ve yetersiz ekonomik kosulların birikimi olarak ortaya çıkmıs, bilâhare bu olumsuz ortamın dış güçler tarafından kendi menfaatleri dogrultusunda kullanılmaya baslanmasıyla birlikte tırmanma egilimine girmistir. 

Türkiye topraklarında gözü olanlar, kendi ülke menfaatleri geregi olarak Türkiye Cumhuriyeti’ne istemedigi seyleri yaptırmak isteyenler, Türkiye’nin güçlü bir devlet olmasından ziyade güçsüz bir devlet olarak varlıgını sürdürmesini kendi ülke çıkarları için daha uygun görenler geçmiste oldugu gibi gelecekte de Türkiye Cumhuriyeti’nin yumusak karnı gibi görülen Dogu ve Güneydogu Anadolu bölgesindeki insanları kullanmaya devam edeceklerdir. 
Günümüzde de bunun net isaretleri mevcuttur. Bu topraklarda sonsuza kadar birlik, beraberlik ve huzur içinde yasamak azminde olan Türk halkı ve Türkiye 
Cumhuriyetinin Dogu ve Güneydogu Anadolu bölgesinin ekonomik, sosyokültürel ve egitim sorunlarını içine alan bilimsel temellere dayalı bir politika olusturarak uygulamasının uygun olacagı degerlendirilmektedir. Böylece Batılıların, insan hakları, demokratiklesme gibi kavramları bahane ederek ülke içerisindeki Kürtleri kullanma politikaları da bosa çıkartılmış olacaktır. 


KAYNAKLAR: 

AKSOY, Mustafa;Sosyal Bilimler ve Sosyoloji, ALFA yayınları, stanbul, Ocak 2000. 

AKGÜL, Suat;“Dogu syanları (1806-1938)”, Journal of Army Academy, 4’üncü cilt, 2’nci sayı, Ankara,1994. 

Anabritanika, Cilt 14, s.188. 

AYDIN, Ahmet; Kürtler, PKK ve A.Öcalan, Ankara, 1992. Basbakanlık Devlet statistik Enstitüsü, Türkiye İstatistik Yıllıgı 1981, Ankara, 1981. 

BOZKURT, Muhsin; “Türkçe Dil Bayragmız” (http://muhsinbozkurt.net/turkiyegercegi/Turkcedilbayragi.htm ). 

BLAU, Joyce; “The Kurdish Language and Literature” 
( http://www.institutkurde.org/ kpweba/kurdora/llitt. htm ). 

BRUİNESSEN,Martin van; Kürtlük, Türklük, Alevilik, İletisim Yayınları, 2000. 

CEMAL, Hasan; Kürtler, Dogan Yayıncılık AS., İstanbul, 2003. 

ÇAY, Abdulhaluk; Her Yönü İle Kürt Dosyası, Levent Ofset Matbaacılık ve Yayıncılık Tic.Ltd.Sti., stanbul, 1994. 

ÇETİNER, Selahattin; “ Kürtlerin Tanıtılması ”, Harp Akademileri Bülteni, Temmuz 2004, Sayı 208. 

ÇETİNER, Selahattin; Sorunlarıyla Dogu ve Güneydogu Anadolu Gerçegi, Türk Silahlı Kuvvetleri Mehmetcik Vakfı Yayınları, Ankara, 2003. 

ÇİTLİOGLU, Ercan; “ Yunanistan, ASALA ve PKK’nın Ortak Düsmanı Türkiye ”, Cumhuriyet Gazetesi, 8, 9, 10 Eylül 1998. 

DENKER, M. Sami; Uluslararası Terör, Türkiye ve PKK, Bogaziçi Yayınları, İstanbul, 1997. 

DİRİCAN, Rahmi; Saglık Yönetimi, Türkiye’de Saglık Hizmetlerinin Gelistirilmesini Engelleyen Faktörler, Türk Tabipleri Birligi Merkez Konseyi, 1997 
http://www.ttb.org.tr ). 

Dogu Devrimci Kültür Ocakları Dosyası, Ankara, 1975. FANY, Messoud; La Nation Kurde et Son Evolution, Paris, 1933. 

FIRAT, M. Serif; Dogu İlleri ve Varto Tarihi, Millî Egitim Basımevi, Ankara, 1961. 
Genelkurmay Baskanlıgı, Anarsi, Terör ve Uluslararası Terörizm, Genelkurmay Basımevi, Ankara, 2001. 

GÜRSES, Emin; Ayrılıkçı Terörün Anatomisi, İRA-ETA-PKK, Baglam Yayıncılık, İstanbul, 1997. 

http://vizyon2003.tubitak.gov.tr/teknolojiongorusu/paneller/enerjivedogalkaynaklar/raporlar/raporedk.pdf. 

JENKİNS, Brian M.; International Terrorism: A New Mode of Conflict, California, Crescent Pubs., 1975. 

KUSTEPELİ, Yesim; Dokuz Eylül Üniversitesi sletme Fakültesi, İnternet sitesi.
www.deu.edu.tr/userweb/yesim.kustepeli/dosyalar/gelir-sbe.pdf ). 

KÜÇÜKSAHİN, Ahmet; Sırnak Asiretleri ve Terör, Yayımlanmamış Doktora Tezi, Ankara, 1999. 93 

LANNİNG, Kevin; “Reflections on September 11: Lessons From Four Psychological Perspectives”, Analysis of Social Issues and Public Policy. 
(  http://www.asap-spssi.org/pdf/asap021.pdf  ). 

MACKENZ E, D.N.; “The Origins of Kurdish”, Transactions of the Philological Society, 1961. 

Milliyet Sanat Dergisi, Aralık 2002 sayısı. 

ÖZCAN, Nihat Ali; PKK (Kürdistan İsçi Partisi) Tarihi, deolojisi ve Yöntemi, Avrasya Stratejik Arastırmalar Merkezi Yayınları, Ankara, 1999. 

ÖZDAG, Ümit; Türkiye, Kuzey Irak ve PKK, Avrasya Stratejik Arastırmalar Vakfı Yayınları, Ankara, 1999. 

PAMUKOGLU Osman; Unutulanların Dısında Yeni Bir Sey Yok, Harmoni Yayıncılık, İstanbul, 2003. 

SEKBAN, M. Sükrü;Kürt Meselesi, Kon Yayınları. 

SEFEROGLU, Sükrü Kaya;Anadolu’nun İlk Sakinleri Kürtler, Türk Kültürünü Arastırma Enstitüsü. 

SÜKAN, Faruk; İhanetler Karsısında Türkiye, Ankara, 1995. 

SIRVAN, Dr.;Zamane Kurd/Kürt Dili, İstanbul, 1976. 

ÜSÜMEZSOY, Sener;Avrasya’da Devrim Türk Jeostratejisi, İleri Yayınları, İstanbul, 2004. 

TACAR, Pulat Y.;Terör ve Demokrasi, Bilgi Yayınevi, Ankara, 1999. 
TAJFEL, H.&Turner, J.C.; “An Integrative Theory of Intergroup Conflict. in W.G. Ausiton (Ed.)”, The Social Psychology of Intergroup Relatios, Belmont, CA.:Wadsworth, 1979. 

TÜRKDOGAN, Orhan;Etnik Sosyoloji, Timaş Yayınları, stanbul, 1998. 

www.meteor.gov.tr/2003/iklim/turiklimi/turkiyeiklimi.htm. 

www.ntvmsnbc.com/news/180517.asp. 

www.ntvmsnbc.com/news/235880.asp. 

www.gap.gov.tr/Turkish/egitim.html. 

www.diyarbakir.pol.tr/teror/teror_nedenleri.htm. 

www.sinanoglu.net. 


http://docplayer.biz.tr/search/?q=OSMAN+PAMUKO%C4%9ELU&page=7


..



DOGU VE GÜNEYDOGU ANADOLU’YU PKK TERÖRÜNE HAZIRLAYAN NEDENLER BÖLÜM 3




DOGU VE GÜNEYDOGU ANADOLU’YU PKK TERÖRÜNE HAZIRLAYAN NEDENLER BÖLÜM 3


c. Tarihî Kosullar 

(1) Kürt Kimligi, 

Kürtlerin etnik kökeni konusunda tarihçiler arasında görüş birligi mevcut degildir. Kökenleriyle ilgili görüş ayrılıklarının yanı sıra, Kürtlerin tarihlerinin 
baslangıcına iliskin olarak da çok az bilgi mevcuttur.15 
Kürtlerin kökeninin (soylarının), Turanî oldugu, Mezopotamya’nın birtakım eski kavimlerine dayandıgı, atalarının İran’ın eski topluluklarından Medler oldugu, 
Araplara dayandıgı, Ermeniler ile aynı ırktan oldukları savları yer almaktadır.16 

(a) Kürtlerin Karduk kökenli oldugu görüsü: Bu tez, Rus sarkiyatçılarından Nikitin’in Kürtler isimli kitabında yer almıstır. 
Ünlü sarkiyatçılardan M. Hartman, Th. Nol Deck, Veiss Bach gibi yabancı yazarlar ve bazı Türk tarihçiler bu görüsün bir yakıstırma oldugunu ortaya çıkarmıslar ve Nikitin’in tezini kabul etmemislerdir.17 

(b) Kürtlerin Med (İran) kökenli oldugu görüsü: Bu görüs, dogu bilimleri uzmanı Rus Vladimir Minorsky tarafından ortaya atılmıstır. Minorsky 1933 
yılında üç dilde yayımlanan ansiklopedinin Kürtler maddesini yazan bilim adamıdır. Ancak bu zat 1938 yılında Brüksel’de yapılan oryantalistler 
toplantısında sundugu bilimsel tebliginde “ Kürtler İskit ya da Med asıllıdır ”  İran’la ilgilidir demekten de geri kalmamıstır.18 diyerek ilk görüsünden kısmen vazgeçmisse de, dil benzerligi bakımından 


15 Anabritanika, Cilt 14, s.188. 

16 Abdulhaluk Çay, Her Yönü İle Kürt Dosyası, Levent Ofset Matbaacılık ve Yayıncılık Tic.Ltd.Sti., İstanbul, 1994, s. 33-39. 

17 Selahattin Çetiner, “Kürtlerin Tanıtılması”, Harp Akademileri Bülteni, Temmuz 2004, Sayı 208, s. 89. 


D.N.MacKenzie, Kürtçe diyalektlerinin az sayıda olsa da ortak kimi özelliklerinin oldugunu kabul eder, ancak diger ranî dillerle de ortak kimi özelliklerinin bulundugunu belirterek Minorsky’nin görüsünü elestirir. MacKenzie’ye göre, Kürtçe’nin temel özellikleriyle diger ranî diller arasında sistematik bir karsılastır ma, Kürtçe’nin bir dizi önemli farkından dolayı Med dilinden ayrıldıgını göstermektedir. Kürtçe’de güçlü bir güneybatı ranî dil etkisi görülmektedir, oysa Med dili özellikle bir kuzeybatı ranî dilidir. Bölgede konusulan iki akraba ranî dil olan Zazaca ve Guranî, kesin bir sekilde kuzeybatı 

İranî dil ailesindendir. Kurmanci ve Soranî diyalektleri arasındaki farklılıkların çogu Goranî’nin Soranî diyalekti üzerindeki kayda deger etkisine baglıdır.19 
MacKenzie’nin, Minorsky’i oldugu kadar Kürt milliyetçi ideologlarını da hedef alan mesajı, Kürtlerin ortak kökenlere ve temel kültür birligine sahip 
olmadıklarıdır. Sırnak bölgesinde PKK'lı bir teröristin not defterinden tespit ettigimiz kadarıyla terör örgütünün, Kürtler hakkında üyelerine verdigi bilgiler söyledir: 

“Kürtler, Türklerden ayrı bir ırk olup, Avrupa'dan Orta Asya'ya göç ederek Urartu ve Medleri olusturmuslardır. Hint-Avrupa dilini konusan Kürtler, 
Mezopotamya'ya yerlesmislerdir. Alevi-Sünni diye ayrılarak Türkler tarafından birbirine düsürülerek çıkarları dogrultusunda kullanılmaktadırlar. Türkiye'nin 
1950'den sonra bölgede kapitalizmi gelistirmesiyle, 1970'li yıllarda tamamıyla ihaneti seçmiş bir Kürt halkı olusturulmustur. Uyanıs, 1976'dan sonra büyük 
sehirlere giden Kürt gençleriyle olmustur.”20 Bu ifadelerden de anlasılacagı üzere Kürtçülük adına mücadele ettigini iddia eden PKK terör örgütü, Medler’in 
Kürtlerin ataları oldugu fikrini benimsemistir. PKK terör örgütüne liderlik yapmış olan terörist Abdullah Öcalan’ın, 2003 yılında yayımlanan “Özgür nsan 
Savunması” adlı kitabından da Kürtlerin ataları olarak Med’leri kabul ettigi anlasılmaktadır. 

(c) Kürtler Arap kökenlidir görüsü: Bazı Arap gezginleri ile Mesudî ve Ebu İshak gibi tarihçileri tarafından öne sürülen bir görüstür. Bitlis Sancak Beyi 
Serifhan Bitlisî’nin yazdıgı, Kürtlerin geçmisini anlatan ve 1597 yılında Osmanlı Padisahı 3’üncü Mehmet’e sundugu kitabında; Kürtlerin Oguz Kagan’dan beri 
büyük Türk Camiasına mensup olduklarını yazmasıyla çürütülmüstür.21 

(ç) Kürtler Ermeni kökenlidir görüsü: Ermenilerin arasındaki yaygın kanaate göre Kürtlerin bir kısmı Ermeni soyundandır. Aynı sekilde bazı Kürt 
aydınları da bugünkü Ermenilerin çok eski çaglarda Kürtlerden ayrılmış kardesleri oldugu inancındadır.22 Bu iddianın tamamen siyasi amaçlı olarak ortaya atıldıgı anlasılmaktadır. 

(d) Kürtler Turan (Türk) soyundandır görüsü: Kürtlerin Türklerle aynı soydan oldugunu savunan Türk ve Yabancı Bilim Adamları çoktur. Türklerle 
Kürtlerin aynı kökenden, soydan oldukları görüsü Orta Asya’da Yenisey Irmagı kollarından Ulukem Çayı’na karısan Elegeş Suyu kıyısında M.S. 7’nci yüzyılda 
(650’lerde) Orhon alfabesiyle Türkçe olarak yazılmış olan ve Elegeş (Yenisey) yazıtı diye isimlendirilen anıttaki ifadelere dayandırılmaktadır. Bugün Kürt adı ile 
Türk’ten ayrı bir millet olarak nitelendirilmeye çalısılan “Kürt Türkleri”, tarih boyunca diger Türk boyları ile aynı cografi alanda hep yan yana görülmüslerdir. 
İç Asya’dan Macaristan’a, Kafkasya’dan Mezopotamya’ya kadar her yerde bir arada bulunmuslardır. Günümüzde de ran’da olsun, Suriye’de olsun, Irak’ta 
olsun, içinde Türkmen veya herhangi bir Türk boyunun bulunmadıgı bir Kürt yerlesim yeri bulunmamaktadır.23 

TBMM’nin 23 Ocak 1923 tarih ve “Türkiye’nin Asya’da güney sınırı, Musul sorunu” konulu 21 sayılı tutanagında “Kürt halkının ran kökenli oldugu 
öne sürülmüstür. Oysa bu iddiayı, Kürtlerin Turan kökenli oldugunu kabul eden Encyclopedia Britanica yalanlamaktadır. Zaten Anadolu’yu tanıyanlar bilirler ki, 
gelenek ve görenek bakımından, Kürtler, hiçbir yönden Türklerden farklı degildirler. Ayrı diller konusmakla birlikte bu iki halk; soy, inanç ve görenek 
bakımında tek bir bütünü meydana getirmektedir...” diye kayıtlara geçirilmistir. 

Konuya iliskin diger görüsler su sekildedir. M. Serif Fırat’ın, Dogu illeri ve Varto Tarihi adlı eserinde “Yavuz Sultan Selim döneminde Kürt diye vasıflandırılan bu daglı Türk kardeslerimiz, ayrı ayrı subelere mensup uzak ve yakın çağ Türkleri dir”24 diye ifade edilmektedir. 

1881 Diyarbakır Ergani dogumlu ve önceleri siyasi Kürtçülük davasının atesli savunucusu, Kürt Terakki ve Teavün (Kalkınma ve Yardımlasma) cemiyeti 
kurucularından Dr. Mehmet Sükrü Sekban, uzun süren ve geniş arastırmalarının sonunda gerçegi buldugunu belirterek, 1933 yılında Paris’te Fransızca olarak yayınladıgı “Le Probleme Kurde (Kürt Meselesi)” isimli kitabında; “Medler Kürtlerin Ecdadı (Kökeni) degildir. Kürtler Ari veya Sami ırklarından da degildir. Kürtler Turan soyundandırlar. Antropolojik olarak saf Türk olan Türkmenle Kürdü birbirinden ayırt etmek güçtür”25 demektedir. 

Muhtar Kutlu’nun Savak, smail Besikçi’nin Alikan asiretlerinde yaptıkları alan arastırmaları; her iki asiretin Kürtçe konusmalarına ragmen, kültür degerleri, inançları ve töreleriyle tamamen Türk kültürünü yansıttıklarını tüm belge ve verileri ile ortaya koymaktadır. 

Hollanda Kürdoloji Enstitüsü arastırmacılarından Marti Van Bruinessen, baslangıçta Kürtleri diger bir ırkla birlestirirken, son defa yaptıgı alan arastırmasında Kürtleri Irak, İran ve Türkiye Kürtleri diye üçe ayırdıktan sonra, Kürtlerin birbirinden farklı kökenleri olsa gerek diyor ve hatta Kürtlerin Turanî bir kavim oldugu seklindeki görüsünü bazı yerlerde belirtmekten çekinmiyor ve “Kürdistan’da bütün asiretler mutlaka aynı kökene sahip olma durumunda degildir. Çevrede bazı Kürt asiretleri Türklesmisken, bazıları da Kürtlesmislerdir. Yörede Alevîlerin büyük çogunlugu Türk soyludur. Kürt degil Türktürler” 26 diye ifade etmektedir. 

Siyasi Kürtçülerin 1970’lerden beri dillerinden düsürmedikleri Seref Han-ı Bitlisî’nin Serefnamesi, 1990’lı yıllarda elestirilmeye baslanmıstır. Çünkü, 
Serefname, büyük ölçüde Kürtlerin kökenlerinin Asyatik oldugunu, Bügdüz soyundan geldigini daha 1590’lı yıllarda ileri sürmüstür. Simdi, bu Kürt tarihi, 
Musa Anter tarafından agır sekilde lânetlenmekte ve “ Zaten Bitlis hanları, Serefname’nin yazarı Emir Seref Han dâhil, asırlardan beri Kürt milletinin yüz 
karasıdır.” denmektedir. Böylece Seyh İblisi Bitlisî de bu suçlamalardan kendisini kurtaramamıstır.27 


18 Selahattin Çetiner, a.g.e., s. 89. 

19 D.N.MacKenzie, “The Origins of Kurdish”, Transactions of the Philological Society, 1961, s. 68, 86. 

20 Ahmet Küçüksahin, Sırnak Asiretleri ve Terör, Yayımlanmamış Doktora Tezi, Ankara, 1999, s. 43. 

21 Çay, a.g.e., s. 37,38. 

22 Messoud Fany, La Nation Kurde et Son Evolution, Paris, 1933, s. 45,55. 

23 Sükrü Kaya Seferoglu, Anadolu’nun lk Türk Sakinleri Kürtler, Türk Kültürünü Arastırma Enstitüsü, 
Ankara 1982, s.43. 

24 M. Serif Fırat, Dogu lleri ve Varto Tarihi, Millî Egitim Basımevi, Ankara, 1961, s. 7. 

25 M.Sükrü Sekban, Kürt Meselesi, Kon Yayınları, s. 38,39. 

26 Çetiner, a.g.e., s. 93. 

27 Türkdogan, a.g.e., s. 142. 


Anadolu’da Kürtlerin yasadıkları bölgelere Kürtler, kısmen Türkmenlerle beraber gelmislerdir. Dogu Anadolu’daki, bugün Kürt bölgeleri denilen ve tarihten beri var oldugu ileri sürülen bölgeler, aslında Türkmen bölgeleridir. Arap ve Ermenilerden fethedilerek Türkmenlestirilmistir. Daha sonra Sultan Yavuz, 
bu Türkmenleri Kızılbaş diye suçlayarak Safi Kırmançları bölgeye getirerek yerlestirmistir. Bu bölgedeki birçok Türkmen kabilesi Sultan Selim’in hısmına 
ugramamak için Harezmce (Zazaca) ve Goranice konusmaya baslamıstır ve Zazalasmıslardır.28 

Bu noktadan hareketle, 12’nci yüzyıla gelinceye kadar Türkiye, ran, Irak, Suriye dâhil olmak üzere tarihte Kürdistan olarak anılmış bir bölge mevcut degildi. Kürdistan kelimesini ilk kullanan (sadece Cibal civarı için) Selçuklu Sultanı Sancar (1086-1157)'dır.29 Selçuklular devrinden evvel Kürdistan tabiri 
bilinmedigi için, Kürtlere müteallik mütalâalar Araplar tarafından ekseriya Zavzan, Hilat, Armaniya, Azarbaycan, Cibal, Fars v.b. mevzuları vesile ile 
verilmekte idi. Diger taraftan, resmî olarak Kürdistan isminin siyasi olarak Zagroslarda güneybatı ran için kullanılması bu olguyu karsımıza 
çıkarmaktadır.30 

1800’lere gelindiginde, özellikle 3 Kasım 1839’da Gülhane Hattı Hümayununun ilânından sonra, Tanzimat Fermanı hükümlerinin yerine getirilmesine yardım için davet edilen Avrupalı uzmanların yönlendirmeleri neticesinde Sadrazam Mustafa Resit Pasa (1800-1858) tarafından 1842 yılında Osmanlı topraklarında yeni bir mülkî idare yasası kabul edilmiş ve bu kanunla Türk mevzuatına, idare yapısına yeni terimler girmistir. 


28 Sener Üsümezsoy, Avrasya’da Devrim Türk Jeostratejisi, İleri Yayınları, istanbul, 2004, s. 59. 

29 http://www.sinanoglu.net. 

30 Üsümezsoy, a.g.e., s. 59. 


Bunlar arasında 1847 yılında Kürdistan vilayeti ile 1850 yılında Lazistan sancagının kurulması dikkat çekicidir. 1864 yılına gelince böyle bir düzenlemenin uygun olmadıgı görülmüş olmalı ki, yasa ve bu tarz vilayet yapılandırılması yürürlükten kaldırılmıstır.31 Etnik isimle adlandırmaların bazı Osmanlı sultan ve diger yöneticilerinin çok hosuna gittigi, bununla hâkimiyet alanlarını genislettiklerini düsünerek yabancılara karsı güçlü görünmek gayretkesligi oldugu da düsünülebilir. 

Arastırmaların belge ve kanıtlarla ortaya koydugu somut bir gerçek ise; Türk-Kürt birlikteliginin, bütünlesmesinin, dayanısmasının ve kardesliginin, 
beraberliginin çok geniş bir cografyada çok uzun bir tarihi süreç için geçerli oldugudur. 

Türk kavimlerinin Orta Asya’dan Kars-Van-Bitlis bölgelerine göçlerinden önce Ahlat’ı ziyaret eden Nasır-ı Hüsrev ( ranlı Sair 1003-1061) bu yörede 
Arapça, Ermenice ve Farsça konusuldugundan söz ettigi hâlde Kürtçe konusuldugundan ve Kürtlerden hiç bahsetmemistir. Hitit, Asur, Roma, Kuman, 
Bizans, Sasani, Urartu, Arap, Ermeni, Pers, Selçuklu, lhanlı gibi devletlerin, konumuzla ilgili bölgelerde hüküm sürdükleri dönemlere ait eserlerde; tabletler, 
yazılı taslar, mezarlar, süs esyaları, mühürler, damgalar, madalyonlar, sikkeler (madeni para) vs. arkeolojik, etnografik ve mimari buluntularda, kalıntılarda 
Kürtlere ve tarihlerine ait kayıtlara, emarelere rastlanılmamıstır. Bu amaçla Kars, Van, Erzurum müzelerinde, Ankara’da Anadolu medeniyetleri, stanbul’da 
arkeoloji müzelerinde yapılan arastırmalarda, Kürtlerle ilgili tarihi bir obje, eser bulunamamıstır. Oysa Lidyalılardan itibaren Anadolu’da yasamış 
hemen hemen bütün beylikler ve devletlere (Roma, Bizans, Pers, Selçuklu, lhanlı, Ermeni, Osmanlı vd. gibi) ait arkeolojik eserler müzelerde ve koleksiyoncularda bulunmaktadır.32 

1984’ten itibaren Dogu ve Güneydogu Anadolu bölgesinde yasanan terör nedeniyle canlarını ve mallarını güvenceye almak için göç eden insanlarla 
yapılan anket neticesinde elde edilen sonuçlar su sekildedir. Etnik köken olarak kendilerini “Kürt” niteleyenler %28.9, kendilerine Kurmanc diyenler %29.1, Zaza diyenler %9.7, Arap diyenler %3.5 oranındadır. Kendisini Türk olarak hissedenlerin oranı %19.8 olup, Azerî olarak nitelendirenlerle (0.6) birlikte bu oran 20.4’tür.33 

Sonuç olarak Kürtlerin kökeninin hangi ulusa veya nereye dayandıgı konusundaki görüslere netlik kazandırılamamıstır. Bununla birlikte Kürt olarak 
ifade edilen toplulukların kimler oldugu da bilinmemektedir. Ancak gelinen noktada, yörede Kürtlük bir üst kimlik olarak ortaya çıkmış 
veya çıkartılmış ve buna dayanılarak, Kürt halkı vardır o hâlde bir Kürt devleti de olmalıdır. Kürt halkı kendi kendini yönetmelidir noktasına tasınmıstır. 
Söz konusu bölgelerin ekonomik bakımdan tarihsel geri kalmıslıgı bu baglamda yorumlanarak, o yörede yasayan insanların Kürt oldukları için kasıtlı olarak geri 
bırakıldıgı noktasına tasınmıstır. Bu konu, yöre halkı arasında islenerek terörün dayandırıldıgı bir unsur hâline dönüstürülmüstür. 


31 Çetiner, a.g.e., s. 83. 

32 Çetiner, a.g.e., s. 83. 

33 Aksoy, a.g.e., s. 145. 


Oysa yapılan anketler Dogu ve Güneydogu Anadolu bölgelerinde de, Türkiye’nin diger bölgelerinde oldugu gibi kökeni farklı olan Türk vatandasları oldugunu ortaya koymaktadır. Bu yaklasım, kendilerini Kürt olarak nitelendiren sahısların veya toplulukların çesitli menfaat grupları veya bölgede menfaati olan devletler tarafından kullanılmaları sonucuna götürmüstür. 

(2) Kürt Dili 

Kürtçe lügat çalısmaları konusunda akla ilk gelen isim, Rusların Erzurum Konsoloslugunu yapmış olan Augüste Jaba’dır. Erzurum’da iken Molla 
Mesut Beyazî’den ögrendigi bilgilere dayanarak Kürtçe lügat hazırlıklarına baslamıs; hazırladıgı ve Kürtçe ilk lügat olarak bilinen deneme 1860 yılında 
yayımlanmıstır. Çarlık Rusya’sı Petersburg Bilimler Akademisinin istegi üzerine Ferdinand Justi, A.Jaba’nın bu “Kürtçe–Fransızca Sözlük”ü üzerinde çalısmış 
ve 1879 yılında Petersburg’da yayımlanan bu sözlüge bir ön söz yazmıstır. Justi’nin lügatında 8378 kelime bulunmaktadır. Bu kelimelerin kökenini 
arastıran ve bu konuda ciddî çalısmalar yapanların arasında ilk basta gelen isimlerden birisi Rus bilim adamı V.Minorsky’dir. Minorsky, Jaba’nın lügatında 
bulunan sözde Kürtçe kelimelerin kökenlerini söyle tespit etmiş ve sıralamıstır. 

Bunlardan; 
3080 kelime Türkçe, 
2230 kelime Farsça (bunun 1200’ü eski ran dillerinden Zend dialekti), 
2000 kelime Arapça kökenlidir. 
8378 kelimeden geriye kalan 1068’i ise diger bölgesel lisanlara ait ve de mensei bilinmeyen sözcüklerdir. 

Bunlardan; 

37 kelime Pehlevi dialekti, 
220 kelime Ermenice, 
108 kelime Keldanice, 
20 kelime Gürcüce, 
300 kelime ise kökeni bilinmeyenlerdir. 

Kürtler çok sayıda farklı lehçe kullanırlar; bu lehçeleri konusanların çogu öteki lehçeyi anlamazlar.34 Bu durum gayet normaldir. Çünkü yılın hemen 
hemen dokuz ayında geçit vermez sarp arazide sürdürülen kapalı ve tutucu hayat, dış dünya ile teması kısıtlamıs, bu yüzden neredeyse asiret sayısında 
lehçe olusmustur. Dış dünya ile teması olan kesimlerde de yabancı hâkim dillerin etkisinde kalmıslar, karma bir dil konusmaya baslamıslardır. Türkiye 
Kürdistan Demokrat Partisi eski Genel Sekreteri Dr. Sıvan, Kurmanci, Sorani, Zazaki, Gorani, Hevremani lehçelerini saydıktan sonra, “Bunların yanı sıra, 
büyük asiretlerin ve vadilerin de kendilerine özgü birtakım siveleri vardı” demektedir.35 

Dil içerisindeki kelime sayılarına bakıldıgında ran’ın batısında, Türkiye’nin dogu ve güneyinde ve Irak’ın kuzeyindeki bölgede yasayan insanlar büyük ölçüde Türk, Fars ve Arap kültürleri ile kısmen de Ermeni ve Gürcü kültürlerinin etki alanında kalmıslardır. 

Kürtçe’nin Kürtler arasında ortak bir konusma-yazma ve egitim dili olmamasına ragmen; çesitli Kürt toplulukları ve asiretleri tarafından anlasılabilir tek bir Kürt dili yaratma gayretleri, emperyalist politikaların ve onların paralelindeki Kürtçülerin 19’ncu asır ortalarından itibaren, baslıca hedefi olmustur. Daha sonraları bir Kürt Edebiyatı yaratma gayretlerine de girismislerdir.36 

Dili anlasılmaz hâle getiren bu duruma halk tepki göstermektedir. Bunun da ötesinde asıl sorun, Kurmanci’nin diger dil veya lehçeleri (Zazaki, Gorani, Luri, Sorani, Bahtiyari, Feyli, Leki, Kelhuri, Mukri, Sexbızıni, vb.) konusanlara dayatılmasında yasanmakta, bölgedeki diger dilleri/lehçeleri konusanlar, Kurmanci konusup yazmaya zorlanmaktadırlar.37Büyük ölçüde birbirini anlamayan 20 adet degisik lehçelerin tamamı Kürtçe dili ortak paydası 
ile ifade ediliyor. Paris Üniversitesinde ortak Kürt dili yaratma gayreti ile Kurmanci edebiyatı olusturulmaya çalısılmakta, bunun yanı sıra “Türkiye’de üç 
milyon Kürdün konustugu ‘Zaza/Dimli’ lehçesinin gelistirilmesini ilk tesvik eden kurum” olması itibarıyla da ögünmektedir.38 Oysa Kürtler Zazaları Kürt olarak, 
Zazalar da kendilerini Kürt olarak kabul etmemektedir. Aynı sekilde bazı çevrelerce Kürdistan olarak ifade edilen bölgede sadece Kürtler 
yasamamaktadır. Kendilerini Kürt olarak kabul etmeyen Zazalar ve Türkler de yasamaktadır. Bunların birbirlerine oranı küçümsenemeyecek ölçüdedir. 
Kürtlerin daha yogun olarak yasadıgı bölgeleri Kürdistan olarak ifade etmek yanlış anlamalara neden olabilecegi gibi o bölgede yasayan diger grupların 
görmezlikten gelinmesi anlamına da gelmektedir. 

Mustafa Aksoy tarafından yapılan anketin evlerde konusulan diller konusundaki tespitleri su sekildedir. Kurmanci % 50.5, Türkçe % 33.2, Zazaca % 12.8, Arapça % 2.3 olmak üzere sıralanmaktadır.39 Bununla birlikte gerek Kırmanci’de gerekse Zazaca’da cümlenin diziliş sırası Türkçe kurallara göredir (özne+tümleç+yüklem). Bütün bu sonuçlar karsısında Prof.Veber, “Kürt lisanı bir lisan halitası (alısım) da degildir. Belki bir kelime halitasıdır” demistir.40 

Olayları kendi çıkarları dogrultusunda yorumlamak isteyen kesimler; 


34 Bruinessen, a.g.e., s. 9,10. 

35 Dr. Sırvan, Zamane Kurd/Kürt Dili, stanbul, 1976, s. 28,29. 

36 Selahattin Çetiner, Sorunlarıyla Dogu ve Güneydogu Anadolu Gerçegi, Türk Silahlı Kuvvetleri Mehmetcik Vakfı Yayınları, Ankara, 2003, s. 70,71. 

37 Muhsin Bozkurt, “Türkçe Dil Bayragmız” ( http://muhsinbozkurt.net/turkiyegercegi/ Turkcedilbayragi.htm). 

38 Joyce Blau, “The Kurdish Language and Literature” ( http://www.institutkurde.org/ ikpweba/kurdora/llitt. htm ). 

39 Aksoy, a.g.e., s. 145. 

40 Seferoglu, a.g.e., s.33 

Kürtçe vardır, dolayısıyla Kürtler millettir, bu millet bir devlet kurarak kendi gelecegini kendisi tayin etmelidir yaklasımı içerisine girmislerdir. Oysa yapılan 
arastırmalar bu yaklasımı teyit etmemektedir. Kürtçe adı altında, lehçelerini de içerisine alacak bir dil bulunmamaktadır. Yörede yirmiye yakın lehçe ve dil 
konusulmaktadır. Kürtçenin birer lehçesiymiş gibi lanse edilen dilleri konusanlar birbirleri ile anlasamamaktadırlar. Kürtçe olarak kabul edilen dil ise Kurmancadır. Bölgede dil birligi söz konusu degildir. Bu diller ve lehçeler bölgenin konumuna uygun olarak Fars, Arap, Ermeni, Rus ve Türk 
kültürlerin den ve dillerinden etkilenerek olusmustur. Ancak Kurmancanın türevleri seklinde degillerdir. PKK terör örgütü de bu durumu istismar 
edenlerden olusmustur. Her toplumun kendi dilini konusma hakkı oldugunu vurgulayarak bunu bir kültür zenginligi olarak gösteren kesimler dahi, birbirini 
anlamayan kesimlerin kendi dillerini gelistirme yerine Kurmanci ögrenmelerini saglamaya çalısmaktadırlar. Buna tesvik edenler ve bu konuda çalısma 
yapanların Kürtlerden ziyade Avrupalılar olmaları da düsündürücüdür. 



(3) Kürt İsyanları ,

Kürtler genel olarak ran, Türkiye ve Irak sınırlarının kesistigi bölge ve çevresindeki daglık kesimlerde yasamaktadırlar. Buna ilâve olarak Suriye’de ve 
Türk’ün bulundugu diger ülkelerde de mevcuttur. Söz konusu bölge, güneyde Musul-Kerkük bölgesindeki ve kuzeyde Bakü bölgesindeki petrol yataklarını ve 

İpek yolunu kontrol altında bulundurabilmektedir. Daha ötesi, Irak’ın Musul-Kerkük bölgeleri Kürt bölgesi içerisinde kabul ettirilmeye çalısılmaktadır. Ayrıca 
Kürt sorunu adı altında böyle bir sorunun varlıgı ve sürekli canlı tutulması, Türkiye, İran, Irak ve Suriye’nin çesitli vesilelerle iç islerine karısma imkânı 
dogurmaktadır. Baska bir ifade ile Kürtleri koz olarak elde bulundurmak, yeri ve zamanı geldigi zaman bu kozu kullanmak bir tasla beş kuş vurmak anlamına 
gelmektedir. Yani Kürt kozu ile Türkiye, İran, Irak, Suriye ve Kürtlerin kendileri baskı altında tutulabilmektedir. Kürtlere bagımsızlık vaatleri ile bünyesinde Kürt 
bulunan ülkelerde ise Kürt devleti kurdurma tedirginligi yaratılarak baskı aracı olarak kullanılmaktadır. 
Hasan Cemal, 5 Aralık 1989 tarihinde günlügüne düstügü bir notta, Ugur Mumcu’nun bugünkü (5 Aralık 1989) yazısındaki; “ABD ve öteki Batılı 
ülkeler niçin birdenbire bu kadar Kürt yanlısı oldular? Bu soruya yanıt aramak zorundayız. ABD için sorun; ran, Irak ve Türkiye’nin birer bölümünü 
kapsayacak bir Kürt devleti üzerinde simdiden egemen olmak ve olası petrol yataklarını bu Kürt devleti aracılıgıyla elinde tutmaktır. Kürtler üzerindeki 
Amerikan mandacılıgı hazırlıgına kimse “sosyalizm”, “marksizm” ya da “devrimcilik” etiketi yapıstırmamalıdır. ABD emperyalizmi gerçekten 
“emperyalizm” ise Kürt sorununun bu kadar canlı tutulmasında bu emperyalist siyasetin güttügü amaç niçin göz ardı ediliyor?” diye ifade ettigi bölümü ile ilgili 
olarak Ankara’daki Amerikan büyükelçisi Morton Abramowitz’in kendisini telefonla arayarak sunları söylemistir. “Amerika’nın böyle bir politikası yok. 
Türkiye’yi destabilize etmek, bölmek gibi bir politikası yok. Biz bu konuya insan hakları açısından yaklasıyoruz. nsan hakları sorunları yok mu Türkiye’de?”41 

İfadeden de anlasılacagı üzere ABD bu kez Kürtleri insan hakları adı altında Türkiye’ye karsı bir baskı aracı olarak kullanmaya baslamıstır. 1979 yılına ait CIA raporunun bir bölümünde “Irak, ran’daki Kürtleri ayaklandırmak için Celal Talabani’yi kullanıyor”, bir baska bölümde ise “1972’de Sovyetler Birligi-Irak Dostluk Antlasması imzalanınca, Kürtlere Moskova destegi sona erdi. Barzani her geçen gün ran sahına daha çok dayanmaya basladı.” ifadeleri yer almaktadır.42 Bölgedeki devletlere hükmetmek isteyen veya kabul edilemez isteklerini kabul ettirmek isteyen güçler tarihleri boyunca Kürtleri kullanmıslardır. 

Türkiye’deki etnik yapıyı bozmak, huzur içinde yasayan insanlarımızı birbirine düsürerek, kendi çıkarları dogrultusunda kıskırtmak, gerektiginde ellerine silah ve cephane vererek terörü ve isyanı tesvik etmek Batılıların tarih boyunca uyguladıgı bir projedir. Söz konusu projeyi, Osmanlı Devletini yok etmek, Türkleri Orta Asya’ya sürmek için hazırladıkları ve stanbul Hükümetine kabul ettirdikleri “ Sevr Anlasması ”yla da hayata geçirmeyi denemislerdir. 

Güneydogu Anadolu’da yasayan halkın kimligini dil, din, tarih asiret, milliyet yapılarını dikkate alarak Kürt, Türk, Arap, Ermeni v.s. demek mümkün 
görülmemektedir. Bölge dügümler yumagı seklindedir. Bütün bunlara ragmen her ülke ve menfaat grupları kendi çıkarları dogrultusunda olayları çarpıtarak 
bölgedeki insanları su veya bu nedenle kullanmaktadır. 

Osmanlı Devleti’nin eski gücünü kaybetmeye baslamasından itibaren genellikle Rusya ve ngiltere’nin güdümünde birtakım iç karısıklıklar olusturulmaya baslanmıstır. Bu dönemde ilk isyan 1806-1808 yılları arasında meydana gelen Babanzade Abdurahman Pasa isyanıdır. Abdurahman Pasa, Osmanlı Devleti’nin Süleymaniye’ye atadıgı bir valiyi tanımayarak isyan baslatmıstır. Süleymaniye Valiligi’ne kendisinin atanmasını istemesinden dolayı tamamen sahsî hırstan kaynaklanan bu isyanı günümüz Kürtçü yayınları ilk millî isyan olarak nitelendirmektedir. 1812 yılında isyan girisimi tekrarlanmıstır. 
Konunun dikkat çeken tarafı söz konusu olayların Osmanlı Devleti’nin Rus savası ve Sırp İsyanıyla ugrastıgı döneme denk gelmesidir. 

Siyasi Kürtçülük faaliyetinin ilk kez Mısır’da ngiltere’nin tesvikiyle olusturuldugunu görmekteyiz. Mısır’da 1898 tarihinde Mithat Bedirhan 
tarafından Kürdistan adlı bir gazetenin çıkarılmaya baslanması Kürtçülük faaliyetleri açısından önemli bir dönüm noktası olarak kabul edilmektedir. Bu 
gazete daha sonraları Avrupalı devletlerin destegi ile Cenevre, Londra, Folkton gibi yerlerde çıkmaya devam etmistir. Gazete tam olarak Avrupalı emperyalist 
devletlerin hâkimiyetine girdikten sonra iki esir halkın yani “Ermenistan ile Kürtlerin çıkar birligini savunan” bir yayın politikası izlemeye baslamıstır. 

Mondros Mütarekesinden sonra Osmanlı Devleti’nin zor durumundan yararlanmak isteyen ngiltere, İstanbul’da birtakım Kürt cemiyetlerinin 
kurulmasına destek vermistir. Cumhuriyetin ilk yıllarında ngiltere’nin Kürtçülük hareketlerinin baş tesvik ve tahrikçisi olmaya devam ettigini görüyoruz. 

41 Cemal, a.g.e., s. 307. 

42 Cemal, a.g.e., s. 319, 320. 


Bunlardan 1924 yılındaki Nasturî syanı Musul’un Türkiye’ye geri verilmesi ihtimalini ortadan kaldırmak maksadıyla, ngiltere tarafından Nasturilerin tahrik 
edilmesiyle meydana gelmistir. Nasturi isyanından hemen sonra, Seyh Sait isyanının da benzer gerekçelerle Türkiye’nin Kerkük ve Musul bölgesini ele 
geçirme ihtimaline karsı ngiltere tarafından organize edildigini görüyoruz. Seyh Sait isyanı kısa sürede bastırılmış ancak Musul ve Kerkük bölgeleri ve dolayısıyla petrol bölgesi Türkiye’den çalınmıstır. 

Bu olaylardan sonra isyan tesebbüsleri tam olarak bitmemistir. Bölge halkının sosyal yapısı ve asiret hayatı geregi, asiret ileri gelenleri, seyhler, seyitler, agalar, beyler cahil kitleyi kendi menfaatleri dogrultusunda çesitli maceralara sürüklemislerdir.43 

1984 yılına gelinceye kadar gerek Osmanlı, gerekse Türkiye Cumhuriyeti döneminde Dogu ve Güneydogu Anadolu bölgesinde irili ufaklı toplam 40 adet baskaldırı meydana gelmistir. Bu olaylar irdelendiginde asagıdaki, sonuçlara ulasılmaktadır.44 

İsyanlardan 15 adedi Osmanlı’nın son dönemlerinde, 25 adedi Cumhuriyet döneminde gerçeklestirilmistir. 

Osmanlı döneminde (Millî Mücadale yılları dâhil) 7 adet, Cumhuriyet döneminde 2 adet olmak üzere toplam 9 adet isyan, Osmanlı/Türkiye’nin bir 
baska ülke ile mücadele hâlinde oldugu dönemlere denk gelmektedir. 

Söz konusu 40 isyanın 11’inde dış güçlerin açık tahriki ve destegi mevcuttur. 

İsyanların yogun olarak yasandıgı dönem 1919-1937 yılları arasıdır. İsyanların tespit edilebilen nedenleri arasında birinci öncelikle otoriteyi kabul etmemek, sahsî hırs ve intikam alma istegi, ikinci öncelikle vergi vermemek ve sapka giymek istememek gelmektedir. Kürtçülük temeline dayanan isyan sayısı sadece iki adettir. İsyanların tamamına yakınında elebası olarak asiret liderleri veya şeyhler rol almıslardır. Osmanlı’nın veya Türkiye Cumhuriyetinin çesitli vesilelerle bölgedeki güç ve etkinliginin azaldıgı dönemlerde isyan daha sıklıkla görülmüstür. 

İsyanların tespit edilebilen nedenleri arasında birinci öncelikle devlet otoritesini kabul etmeme (%17), ikinci öncelikle sahsî hırs ve intikam alma istegi 
(%15), üçüncü öncelikle vergi vermeme ve sapka giymek istememe (%12) gelmektedir. Kürtçülük temeline dayanan isyan sayısı sadece iki adettir (%5). 
Söz konusu 40 isyanın 11’inde (%27) dış güçlerin açık tahriki ve destegi mevcuttur. Buna ilâve olarak 5 adet (%12) isyan, Osmanlı / Türkiye’nin bir başka ülke ile mücadele hâlinde oldugu dönemlere denk gelmektedir. 

43 Faruk Sükan, hanetler Karsısında Türkiye, Ankara, 1995, s. 113, 115, 117, 121. 

44 Suat Akgül, “Dogu syanları (1806-1938)”, Journal of Army Akademy, 4’ncü cilt, 2’nci sayı, Ankara,1994, s. 100-113. 

Bu noktada dikkati çeken bir baska husus, Kürtçülük adına faaliyette bulunan kisilerin büyük bir çogunlugunun ya stanbul’da ya da Avrupa’da ikamet 
ediyor olmalarıdır. Kürtlerin yasadıgı bölgelerde meydana gelen isyanların tamamı ya Osmanlı Devleti/Türkiye Cumhuriyeti ile mücadele içinde bulunan 
devletlerin, Osmanlı’yı/Türkiye’yi baska bir cephede çatısmaya sokarak kendi yükünü hafifletmek isteginden veya asiret reislerinin kisisel nedenlerinden 
kaynaklanmaktadır. 

Kürt asiret yapısı içerisinde tabanın olaylara müdahil olması söz konusu degildir; özellikle isyan olaylarında bazı asiretler olaylara istirak ederken bazı 
asiretler istirak etmemistir. Bu sonuçların da gösterdigi gibi olaylara istirak etme veya etmeme kararları halktan ziyade asiret reislerine aittir. Tabanın katkısı yok 
denecek ölçüdedir. Bu yaklasım Kürt milliyetçiligi konusu için de aynıdır. Genelde bu olayda rol alanlar, tabandan ziyade sehirlerde veya yurt dısında 
oturan elit kesim olmustur. 


4 CÜ  BÖLÜMLE  DEVAM EDECEKTİR



..