3 Aralık 2015 Perşembe

27 MAYIS DARBESİ VE TALAT AYDEMİR, Yassı ada duruşmaları ve Yazılamayanlar 1

27 MAYIS DARBESİ VE TALAT AYDEMİR,   
Yassı ada duruşmaları ve Yazılamayanlar 1



Başarısız bir darbecinin trajik hikayesi : Talat Aydemir olayı


Türkiye’nin son 50 yıllık tarihini anlatmaya kalktığımızda dönüm noktaları olarak ister istemez darbe tarihlerinin üzerinde durmak zorunda kalırız. Bugün hala varlığını sürdüren rejimin temel kurumları ve kurumlar arasındaki ilişiklerin formu darbe dönemlerinde şekillenmiştir. 

27 Mayıs 1960 askeri darbesi hep Menderes, Polatkan ve Zorlu’nun idamları ile anılır. Oysa darbe döneminin artık pek anımsanmayan iki önemli idam cezası daha vardır. 

1962 ve 63’te iki defa darbeyle hükümeti devirmeye çalışan Albay Talat Aydemir ve Binbaşı Fethi Gürcan’ın idamı. (radikal)

Bundan 45 sene önce 31 Ekim 1963'te Askeri Yargıtay, Talat Aydemir, Fethi Gürcan, Osman Deniz ve Erol Dinçer'in idamına ilişkin kararı onadı. Meclis Talat Aydemir ve Fethi Gürcan'ın cezalarını onaylarken diğer iki idam hükümlüsünün cezasını müebbede çevirdi. 

Gürcan 27 Haziran 1964'de Aydemir ise 5 Temmuz 1964'de idam edildi. 
Bu idam orduda, hiyerarşi dışı, alt kademelerinin inisiyatifiyle gerçekleşen 27 mayıs darbesinin yarattığı hizipleşmeyi bir hizaya sokarken, daha sonraki darbelerin de ast üst ilişkisi içinde gerçekleşmesinin önünü açtı. 

Milli Güvenlik Kurulu’nun kalıcılaşmasının en büyük nedenlerinden birisi de kuşkusuz bu albaylar cuntası girişiminin yarattığı travmadır.

SONUN BAŞLANGICI 

Aydemir için idama giden yol ne tuhaftır ki yıllardır gerçekleşmesi için ordu içindeki komitacı örgütlenmeler içinde yer aldığı darbeyi kaçırmasıyla başlamıştır. O sıra Güney Kore’de olduğu için 38 kişiden oluşan Milli Birlik Komitesi içinde yer alamamıştır. Bu hem onun kendisini hep biraz dışlanmış hissetmesine neden olmuş hem de daha sonraki süreçte darbenin esas öznesi alt kademe subayların tasfiyesiyle yeni bir odak olarak ortaya çıkmasını sağlamıştır.

Aziz Vatandaşlar; 

Bugün demokrasimizin içine düştüğü buhran ve son müessif hadiseler dolayısıyla ve kardeş kavgasına meydan vermemek maksadıyla Türk Silahlı Kuvvetleri memleketin idaresini ele almıştır… 

27 Mayıs 1960 sabahı Albay Alparslan Türkeş’in radyodan okuduğu darbe bildirisi bu sözlerle başlar. ‘Son müessif hadiselerle’ Cumhuriyet’in kurucularından İsmet İnönü’ye yönelik Ege ve Kayseri’de yapılan saldırılarla, DP’nin muhalefete yönelik tahkikat komisyonunun öğretim üyelerine yönelik cezalandırmaları sonucu başlayarak ölüme ve üniversitelerin kapatılmasına giden öğrenci eylemler kast edilmektedir. 

Bir de tabiî ki Harbiyelilerin 21 Mayıs’ta yaptığı meşhur sessiz yürüyüş vardır.

Ardından demokrasiye geçişe yönelik girişimler hız kazandı. 6 Ocak 1961’de Kurucu Meclis toplandı. Bu Meclis’in görevi öğretim üyelerinin hazırladığı Anayasa Taslağının meşruluğunu sağlamaktı. 61 Anayasa’sı bugüne kadar gelen kurumlarıyla Türkiye’deki güçler dengesini yeniden kuran metindir. 

Anayasa mahkemesi, Milli Güvenlik kurumu, üniversitelerin özerkliği, ifade özgürlüğünün genişlemesi, sendika hakkı bu dönemin ürünüdür. Ayrıca sonradan kaldırılan senato ve seçimlerde nisbi temsil sistemi de getirilmişti. 
13 Ocak’ta siyasal yasaklar kaldırıldı. 9 Temmuz 1961’de Anayasa oylandı ve yüzde 61.7 ile kabul edildi. 15 Ekim 1961’de seçimler gerçekleşti. Seçim sonuçları TSK için tam bir hayal kırıklığıydı. 

Bu tarihlerde hızla demokrasiye geçilirken aynı zamanda devrilen DP iktidarının yargılama süreci gerçekleşti. Sanıklar aleyhine üç ceza, dokuz yolsuzluk ve yedi anayasayı ihlal davası açıldı. 123 kişi beraat etti. 

31 kişi ömür boyu hapse mahkum edildi. 418 hafif ceza, 15 idam cezası verildi.

Menderes, Zorlu ve Polatkan idam edildi. Birçok kişiye göre demokrasiye geçiş kararını alan Generallerin tasfiye ettikleri orta kademe subayların ordu içinde örgütlediği baskıya karşı verilmiş ödündür bu idamlar.

Seçimler ordu içindeki rahatsızlığı tam anlamıyla ayyuka çıkaracak bir şekilde sonuçlandı. İnönü yüzde 36.7, Adalet Partisi yüzde 34.7,DP geleneğinden gelen Yeni Türkiye Partisi yüzde 13.4, sonradan başına Alparslan Türkeş’in geçeceği CMKP ise yüzde 13.4 oy aldı.

İsmet İnönü rahatsızlığı fark etmişti: “Ortada bir yandan ikinci bir ihtilal olacağı rüzgarı, bir yandan da 27 Mayıs’ın intikamı alınmaya çalışılıyor havası estirilmeye çalışılıyor…” 

9 Şubat’ta İstanbul Balmumcu’da, başkanlığını Korgeneral Refik Tulga’nın yaptığı ve 59 subayın katıldığı toplantıda, 28 Şubat’ı geçmeyecek şekilde, hiyerarşik düzen içinde askeri bir müdahale yapılması kararı alındı. 

Fakat bu süre içinde İnönü ve Subay müdahaleyi engellemek için ciddi bir çalışma yaptılar ve toplantıya katılanlardan bir kısmını pasifize ettiler.

Talat Aydemir darbeyi şu gerekçelere dayandırıyordu:

1- 27 Mayıs ihtilalinin hedefine ulaşmamış olması, 

2- 27 Mayıs 1960’tan önceki durumda olduğu gibi halkın 2 gruba ayrılmış olması ve “Milli Birlik” ruhunun yaratılamamış olması, 

3- Parlamento içinde bir kısım siyasilerin maksatlı tutumları ile silahlı kuvvetlerin halk ile karşı karşıya getirilmiş olması, 

4-Seçim sonrası, siyasi ortamda istikrarlı ve dinamik bir hükümet kurulmayışı yüzünden ülkenin asıl temel davası olan reformların ele alınmayışı,

Yine de Talat Aydemir’in ilk darbe girişiminin onun iradesi ile başladığı söylenemez. 20-21 Şubat’ta Talat Aydemir ve arkadaşlarının harekete geçeceği söylentisi Ankara’da yayılınca onu destekleyen birlikler kendiliğinden harekete geçti Ertesi gün Aydemir durumun farkına varıp alarmı kaldırttı. 

Fakat Genelkurmay Başkanı Cevdet Sunay, gece bunu affetmeyi taylın kararı aldı. Aydemir buna karşı çıkıp Sunay’a üç maddelik bir muhtıra verdi. Muhtıra kabul edilmeyince de darbe başlamış oldu. 

Aydemir tayin haberini alınca, subay taburuna çıkmış ve yeni mezun olmuş 600 Asteğmen’e hitaben konuşma yaparak saat 15.00’te Harb Okulu’nu alarma geçirmişti. Binanın alt katında bulunan cephane açılmış ve mermi dağıtımı başlamıştı. Zaten Hava Kuvvetleri’ne 19 Şubat’ta alarm verilmişti. Aydemir yanlısı 229. Piyade Alayı alarma katılmamış, yeni komutan duruma hâkim olmuştu.

> Hükümet tarafından, Çubuk’tan 230. Piyade Alayı, Polatlı’dan Topçu Birlikleri getirilmişti ama bunların komutanları Harb Okulu’na giderek Talat Aydemir’in emrine girdiklerini bildirmişlerdi. Aydemir bu duruma güvenerek Cumhurbaşkanı’ndan şu şartların gerçekleştirilmesini istemişti: 

1- Kendisi ile birlikte emekliye sevk edilen arkadaşlarının yerlerine dönmesi, 

2- 200 milletvekilinin milletvekilliği düşürülecek, eğer olamazsa Meclis’in feshi, 

3- Anayasanın bazı maddelerinin düzeltilmesi, 

İSMET İNÖNÜ: KELLE ALMASINI DA BİLECEKSİN 

Olayları izleyen Başbakan, Bakanlar, Parti liderleri, Genelkurmay Başkanı Çankaya’da toplantı halindeydi. Bu arada Fethi Gürcan, Talat Aydemir’i arayarak köşktekileri enterne etmeye hazır olduğunu söylemiş; Aydemir ise, hepsinin serbest bırakılmasını emrederek; “Bırak gitsinler” demiştir. 

Talat aydemir' in serbest bırakma emrinin peşi sıra inönü aynı zamanda arabulucu olan damadına tarihi cümlesini söyler "kelleni ortaya koyduysan kelle almasını da bileceksin şu andan itibaren biz kazandık!"

Akabinde orduda fazla bir taraftar bulamayan darbe girişimi çözülür. Sabaha karşı okula dönme emri alan Harb Okulu öğrencilerine Genelkurmay’dan verilen emir üzerine, yarıyıl tatilinin de yaklaşması nedeniyle 20 günlük tatil verilmişti. Aynı gün akşam saatlerinde Talat Aydemir, Harb Okulu Alay Komutanı Kurmay Albay Turgut Alpagut, Genelkurmay Harekât Dairesi’nden Kurmay Albay Dündar Seyhan ve Kurmay Albay Emin Arat gözaltına alınmıştır. 

22 Şubat darbe girişimine katılanlar kan dökülmediği için bir ceza almadılar fakat Aydemir ve üç albay ile 69 subay ve 4 astsubayın orduyla ilişiği kesildi

‘HARBİYELİ ALDANMAZ’ 

Başbakan İsmet İnönü’nün, Talat Aydemir’in serbest bırakıldığı 26 Şubat 1962 günü, 22 Şubat Olaylarını değerlendirdiği konuşmasında Harb Okulu öğrencilerinin aldatıldığını belirtmesi sonucunda yeni olaylar çıkmış ve bazı öğrenciler üzerinde ‘‘Harbiyeli Aldanmaz’’ sözleri yazılı bir çelengi Taksim’deki Atatürk Anıtı’na koymuşlardı. Bu sözler, daha sonra 21 Mayıs’ın parolası olarak kullanılmıştır. 

Türkiye bir darbe girişimini atlatmış olmasına rağmen ordunun vesayeti altındaki Meclis’te siyasi istikrar bir türlü sağlanamadı. 24 Haziran 1962’de CHP- CKMP -YTP Koalisyon Hükümeti kuruldu. DP’lilerin genel af ısrarı devam ettiği gibi Menderes’in idam yıldönümü olan 17 Eylül 1962 protesto gösterilerine sahne oldu. B olayın ardından kendisine ‘Milli Devrim Ordusu’ ve ‘Kuvayi Milliye’ ismi takan gruplar İstanbul ve Ankara’da ‘gericilere’ yönelik ağır tehditler içeren bildiriler dağıttılar.

Ardından Celal Bayar’ın 23 Şubat’ta şartlı salıverme olayı gerçekleşti ve bir törene dönüştü. Fakat tepki o kadar sert oldu ki Bayar tekrar gözaltına alındı. 

İşte tam bu dönem aralarında Alparslan Türkeş’in de bulunduğu ‘14’ler Türkiye’ye dönmeye başladı. Bu geri dönüş ve yükselen Kemalist tepki mutlaka Aydemir’in yeniden harekete geçmesini sağlayan önemli motivasyon kaynakları idi.

‘HASTANIZ İYİDİR MERAK ETMEYİN’ 

22 Şubatçıların oluşturduğu Türk Silahlı Kuvvetler Birliği’nin fikir karargâhı, 1963 yılının Mart ayında düzenlediği toplantıda kuvvetleri gözden geçirmişti. Fethi Gürcan’ın bizzat yönlendirdiği Tank Okulu’ndaki Tank ve Süvari subaylarının kursu, Nisan’ın ilk haftalarında biteceği endişesi ile 20 Mart- 20 Nisan tarihleri arasında bir gün ihtilal yapılması uygun görülmüştü 66. Bu ihtilal hareketi, 20 Mart günü Emniyet tarafından öğrenilince bir süre durduruldu. Fethi Gürcan, Cevat Kırca ile Ankara’da ki harekâtın başladığını telefonla bildirmek üzere aralarında “Hastanız İyidir, Merak Etmeyin” parolasını belirlemişlerdi.

İHBARCI ALPARSLAN TÜRKEŞ 

22 Şubatçıların ihtilal yapacağını yurda döndükten sonra Aydemir ile anlaşamayan 14’lerin lideri Alparslan Türkeş, emekli Binbaşı İzzet Köz’den öğrendikten sonra İsmet İnönü’ye haber verdi. İsmet İnönü’nün Türkeş’in ihbarına karşılık “Olmaz öyle şey!” demesinden üç buçuk saat sonra 23.30’da ihtilal fiilen başlamıştır.

22 Şubatçılar Harb Okulu’na girerek alarm vermişlerdi. Turgut Alpagut, Alay Komutanlığı görevini aldıktan sonra okuldaki nöbetçi subay heyetini tutuklatıp başlarına öğrencilerden bir grup nöbetçi dikerek Harb Okulu’na hâkim olmuşlardı. 

Radyo ihtilalciler tarafından ele geçirilip anonsa başlayınca hükümet durumun ciddiliğini anlamış ve tedbirler almaya başlamıştı. Sabaha karşı Genelkurmay Başkanı’nın ültimatomu yayımlandı. Bu ültimatomdan sonra, ihtilalcilerin karargâhı olan Harb Okulu iyice karıştı. Harb Okulu, hükümet kuvvetleri tarafından sarılmıştı.

Saat 05.30’da Mürted Üssü’nden kalkan iki jet uçağına, ihtilalcilerin mevzilerine ateş açma emri verilmiş ve jetler, Harb Okulu’nun yollarına ateş açmışlardı. Bu sırada Harb Okulu’na doğru ilerleyen Muhafız Alayı’nın ileri hattaki birlikleri jetlerin yaylım ateşi açması sonucu dağılmışlardı. Birliğin başında bulunan Binbaşı Cafer Atilla ile iki er şehit olmuşlardı. İhtilalciler de artık her şeyin bittiğine inanmışlardı. 
Olay sonunda Talat Aydemir, Mustafa Pakoba’nın Küçükesat’taki evine gitmiş; ihtilalin öncülerinden Fethi Gürcan da Batı Almanya Elçiliği’ne sığınmıştı. Gürcan ve Karazeybek elçilik mensuplarından “Siyasi mülteci” olarak kabul edilmelerini istemişlerdi. Fakat bu talepleri reddedilmişti. Talat Aydemir ve diğer sanıklar tutuklanarak Mamak Muharebe Okulu’na götürülmüş ve Mamak’taki taş binanın koğuşlarına yerleştirilmişlerdi.

21 Mayıs olaylarında 8 kişi ölmüş, 26 kişi yaralanmıştı. Talat Aydemir’in çantasında yakalanan 44/A Sayılı belgede de; reformları gerçekleştirmek için, biri geçici olmak üzere A ve B diye 2 plan hazırlanmıştı. 

A planı geçicidir. Asker ve sivillerden oluşan 26 kişilik bir konsey kurulacaktı. 6 tabii üyesi olan teşrii vazife yapacak bir güvenlik kurulu oluşacak ve 18 kişiden oluşan icra organı görevini yapacak Bakanlar Kurulu’nu seçecektir. 

Bu plan gerekli reformları yaptıktan sonra dar bölge sistemi ile seçim yapılarak daimi olan B planına geçilecekti. 

Darbe girişimine katılan Bahtiyar Yalta, 20- 21 Mayıs 1963 başarılı olsaydı neler yapacaklarını şöyle anlatmıştı: “20- 21 Mayıs başarılı olsaydı tüm partiler kapatılacaktı yani radikal olunacaktı. 

1- Bütün nüfus kayıtlarını yakacaktık. Adli sicil kayıtlarını, şahsa ait olanlar hariç, devlet ve mahkeme ile ilgili her şey yakılacaktı. Yarın gidin yeni nüfus kâğıdı alın. Sistem sizi suçlu 
yaptı. Bundan sonra kirletmeyin, bundan sonra af yok. 

2- Bölge kalkınmacılığına gidecektik. Üç dört ili birleştirecektik. Başına vali yanına da planlama kurulu oluşturulacaktı. Planlama kurulu 15- 20 kişiden oluşturulacak içinde öğretmen, filozof, pedegog, din adamı, mühendis, maliyeci bulunacaktı.” 
Harekâtın bastırılmasından sonra toplanan Milli Güvenlik Kurulu ile Bakanlar Kurulu, Ankara, İstanbul ve İzmir’ de bir ay süreli “Sıkıyönetim” ilan etmişti 
Ankara Sıkı Yönetim Komutanlığı, sanıklar için üç ayrı mahkeme kurmuştu. 1 Numaralı Sıkı Yönetim Mahkemesi ihtilalin asıl sanıklarını, 2 Numaralı Sıkı Yönetim Mahkemesi Harb Okulu öğrencilerini, 3 Numaralı Sıkı Yönetim Mahkemesi ise, ihtilalden sonra ihtilalciler lehine teşebbüste bulunanları yargılayacaktı.

İdam cezası alan ihtilalcilerin avukatları, TBMM Dilekçe Karma Komisyonu’na başvurarak ölüm cezalarının müebbet hapse çevrilmesi için özel af isteğinde bulunmuşlar ancak reddedilmişti. 

ECEVİT İDAM EDİLSİN DİYOR...

Fethi Gürcan’ın oğlu anlatıyor: “Babam ve Aydemir’in idam kararı Meclis’e geldiğinde ise, büyük bir baskı uygulanıyor ve çok az bir farkla “İdam edilsin" kararı çıkıyor. Bülent Ecevit... Çok ilginç bir isim, değil mi? Herkes zanneder ki, şair ruhlu, idamlara karşı, ama değil... Bülent Ecevit, idam için oy kullanıyor.”

Karar verildikten sonra Mamak Askeri Cezaevinde, 26 Haziran 1964’te sabaha karşı 03.30’da Fethi Gürcan’ın 5 Temmuz günü ise Talat Aydemir’in idam hükmü infaz edilmiştir. 


* 27 Mayıs 1960 Askeri Darbesi

27 Mayıs darbesi, 1950'de iktidara gelen Demokrat Parti'nin (DP) Türkiye'yi gitgide bir baskı rejimine ve kardeş kavgasına götürdüğü gerekçesi ile Türk Silahlı Kuvvetleri içerisindeki bir grup subayın 27 Mayıs 1960 sabahı ülke yönetimine tamamıyla el koyması sonucu gerçekleşen darbedir.

1950'den itibaren seçimleri düzenli olarak kazanan DP, 10 yıl boyunca iktidarda kaldı. Bu süreçte, erken seçim ve yoğun muhalefete rağmen, Adnan Menderes'in başbakanlığında kurulan son hükümet; 27 Mayıs 1960'ta ordunun yönetime el koymasıyla devrildi.

1961'de, Yassıada'da kurulan askeri mahkemede yargılanan Menderes, Zorlu ve Polatkan idam edildi. Menderes'in yönetimindeki DP'nin iktidarı sırasında 1955'te gerçekleşen, 6-7 Eylül olayları da yaşandı. 

27 Mayıs sabahı gerçekleşen darbenin kısa kronolojisi:

1 Mayıs'taki sokağa çıkma yasağı nedeniyle evlerinde kalan İstanbullara rağmen, dışarıda iki protesto gösterisi düzenlendi. Başbakan Menderes, radyodan bir açıklama yaparak "Memleketimiz ne bir ihtilal karşısındadır, ne de ihtilalin sözde haklı sebepleri bu ülkede mevcuttur" dedi. Bunalımın aşılması için cumhurbaşkanının istifasını isteyen Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Cemal Gürsel'e iki ay zorunlu izin verildi ve izin sonunda emekliye ayrılacağı bildirildi.

5 Mayıs'ta Ankara Kızılay Meydanı'nda üniversite gençliği büyük bir protesto gösterisi düzenledi. Göstericilere hitap etmek isteyen Menderes itilip kakıldı.

6 Mayıs'ta İsmet İnönü NATO ülkeleri gazetecileriyle bir basın toplantısı düzenledi ve serbest seçimle iktidarın değişmesini istedi. Bu sırada gezilerine devam eden Adnan Menderes 15 Mayıs'ta İzmir'de, 17 Mayıs'ta Manisa'da konuştu.

21 Mayıs'ta Harp Okulu öğrencileri sessiz bir yürüyüş gerçekleştirdi. Bunun üzerine, Menderes, Yunanistan gezisini iptal etti.

22 Mayıs'ta Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı haberleşmeye sansür koydu. Gece 20:00'den sabah 05:00'e kadar sokağa çıkma yasağı ilan edildi.

24 Mayıs günü muhalefet meclisi terk etti ve mecliste konuşmalar yasaklandı.

Ülkenin içinde bulunduğu durumu açıklamak için yurt genelinde gezilere çıkan Menderes, 25 Mayıs'ta Eskişehir'de bir açıklama yaptı. Tahkikat Komisyonu'nun üç ay sürecek çalışmasını kısa sürede bitireceğini belirtti. Tahkikat Komisyonu, Nisan 1960'da oluşturuldu ve mecliste İsmet İnönü'nün kuvvetli tepkisiyle karşılaştı.

Komisyon üyeleri, askeri adli amirler ile sorgu ve sulh hakimlerine verilen yetkilerin tamamına sahip olarak, soruşturmanın yürütülmesi için her türlü yayını yasaklama hakkına sahipti. Soruşturmaya itiraz edenlerin hapis cezasıyla cezalandırılmasını öngören komisyon, Menderes'in çalışmalarını erken bitireceğini açıkladığı komisyon. (Aynı komisyon üyeleri, darbe sonrası Bakanlar kurulu üyeleriyle birlikte Harp Okulu'na götürüldü. Genelkurmay Başkanı Rüştü Erdelhun da gözetim alındı.)

27 Mayıs günü Menderes Kütahya yolunda tutuklandı ve Ankara'ya getirildi.

Ordu Yönetime El Koydu

27 Mayıs saat 04:36'da Ankara Radyosu'ndan Kurmay Albay Alparslan Türkeş tarafından yapılan bir anonsla ordunun yönetime el koyduğu bildirildi. Başlangıçta kısa bir süre belirsizlik olsa da, bir süre sonra ihtilalcilerin İstanbul ve Ankara'da yönetime el koydukları anlaşıldı.

Cumhurbaşkanı Celal Bayar ve o sırada Eskişehir'den Kütahya'ya geçen Başbakan Menderes gözaltına alındı. Girişimin lideri ilan edilen Orgeneral Cemal Gürsel, saat 16:00'da radyoya bir açıklamada daha bulundu ve ihtilal süresince meclis yerine yasama organı şeklinde çalışması için kurulan Milli Birlik Komitesi'nin üyelerini açıkladı. Yeni bir anayasa hazırlanması istedi.

28 Mayıs'ta Milli Birlik Hükümeti kuruldu.

30 Mayıs'ta İçişleri Bakanı Namık Gedik intihar etti.

Yassıada duruşmaları;

1. Köpek davası (14 Ekim 1960 - 24 Ekim 1960) 
2. 6-7 Eylül olayları davası (20 Ekim 1960 - 5 Ocak 1961) 
3. Bebek davası (31 Ekim 1960 - 22 Kasım 1960) 
4. Vinileks şirketi davası (4 Kasım 1960 - 26 Kasım 1960) 
5. Dolandırcılık davası (8 Kasım 1960 - 3 Aralık 1960) 
6. Arsa davası (8 Kasım 1960 - 26 Kasım 1960) 
7. Ali İpar davası (15 Kasım 1960 - 19 Ocak 1961) 
8. Değirmen davası (18 Kasım 1960 - 3 Aralık 1960) 
9. Barbara davası (21 Kasım 1960 - 20 Aralık 1960) 
10. Örtülü ödenek davası (25 Kasım 1960 - 2 Şubat 1961) 
11. Radyo davası (29 Kasım 1960 - 26 Aralık 1960) 
12. Topkapı olayları davası (2 Aralık 1960 - 17 Nisan 1961) 
13. Çanakkale olayı davası (27 Aralık 1960 - 10 Mart 1961) 
14. Kayseri olayı davası (9 Ocak 1961 - 20 Nisan 1961) 
15. Demokrat İzmir davası (12 Ocak 1961 - 5 Mayıs 1961) 
16. Üniversite olayları davası (2 Şubat 1961 - 27 Temmuz 1961) 
17. İstimlak davası (17 Nisan 1961 - 21 Haziran 1961) 
18. Vatan Cephesi davası (27 Nisan 1961 - 5 Eylül 1961) 
19. Anayasa ihlali davası (11 Mayıs 1961 - 5 Eylül 1961) 

Ekim 1960'ta başlayan Yassıada duruşmalarında, Demokrat Parti yöneticileri yargılanmaya başladı. 14 Ekim'de gerçekleşen ilk davada konuşan Adnan Menderes'in ardından öğleden sonra gerçekleşen celsede konuşan eski cumhurbaşkanı Celal Bayar, Afganistan kralının kendisine görevi sırasında hediye ettiği Afgan tazısını bin liraya bir iktisadi devlet teşebbüsüne neden sattığını açıkladı.

Sebep olarak "çeşme yaptırmasını" gösteren Bayar'ın davası, anayasayı ihlal davasına bağlandı. Bayar ayrıca, Kurtuluş Savaşı'ndan kaçmak ve İstanbul'daki 6-7 Eylül olaylarından sorumlu tutularak, Dışişleri Bakanı Fuat Köprülü ve eski İstanbul Valisi Fahrettin Kerim Gökay'la birlikte yargılandı. Gizli yapılmasına karar verilen bu dava sonunda ilk celse tamamlandı.

31 Ekim'deki duruşma "bebek davası"yla başladı. Eski başbakan Menderes'in soprano Aynur Aydan'la olan ilişkisinden doğan gayri meşru bebeğin, doğumdan hemen sonra ölümüyle ilgili olan davada, doktorlar çocuğun erken doğduğu için yaşayamadığını belirtti. Davalar sürerken Milli Birlik komitesi tasfiye edildi ve İkinci Gürsel Hükümeti kuruldu. 

İdam kararları 

Bu sırada Yassıada duruşmalarına, Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı İnönü'ye Topkapı olayları sırasında düzenlenen suikast girişimi davasıyla devam edildi. Dava sonunda, anayasa ihlaliyle suçlanan Celal Bayar ve Adnan Menderes'in de aralarında bulunduğu 15 kişinin idamı istendi. Duruşmalar sırasında kalp krizi geçiren Lütfi Kırdar öldü.

14 Ekim 1960'ta başlayan Yassıada davaları, 15 Eylül 1961'de karara bağlandı ve toplam 19 dosyada toplanan davalar anayasayı ihlal davasıyla birleştirildi. 592 sanıktan 288'i için idam istendi. 15 sanık idam cezası alırken, 31'i müebbetle cezalandırıldı. 418 sanıkta çeşitli cezalara çarptırıldı. Menderes, intihara kalkıştı. Cezaları onaylanan Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan 16 Eylül günü sabaha karşı idam edildi. 17 Eylül'de, de Adnan Menderes İmralı adasında idam edildi.

İdamların ardından, Ekim ayında seçimler yapılır ve ordu müdahalesiyle Cemal Gürsel cumhurbaşkanı seçilir. Kasım ayında da, CHP-AP koalisyonu kurulur. Böylelikle on yıl boyunca iktidarda kalan Demokrat Parti'li Menderes yönetimi, Türkiye tarihinin ilk askeri müdahalesi sayılan 27 Mayıs ihtilaliyle devrilmiş olur. İdam kararları tarihe, Türkiye demokrasinin bir utancı olarak geçerken, İngiltere Kraliçesi ve Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Başkanı Kennedy'in idamları önleme çabaları da sonuçsuz kalır.

Celal Bayar ve 27 Mayıs Darbesi

"İnsanların cenneti, cehennemi dünyadaki hayatlarıdır. Biraz da hakları var, bazen insana en büyük ceza, kendi hatalı hayatı oluyor. Eğer, İsmet Paşa, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası'nı bir tek olaya dayanarak, çıkarttığı bir tek kararname ile merkez ve şubeleriyle birlikte kapatmamış olsaydı, Meclis'in tahkikat encümeni kurmasından belki hiç kuşkulanmayacak, kendisi ve partisinin komünistlerle iş birliği yaptığı belgelenmeyecek ve böylece Türkiye demokrasi tarihine 27 Mayıs ayıbı hiç girmeyecekti..."

Bu sözler, Türkiye Cumhuriyeti'nin 3. Cumhurbaşkanı, 27 Mayıs'ın birinci derecede muhatabı Celal Bayar'a ait.

1986 yılında Tercüman Gazetesi'nin 27 Mayıs'ı yazı haline getirmesini istediği İsmet Bozdağ'ın görüştüğü Bayar'ın anlatımında 27 Mayıs ile ilgili bazı bilinmeyenler gözler önüne seriliyor. 

Bir Bakıma Doğrudur

Kitapta, Celal Bayar'ın anıları, 27 Mayıs ve Gerekçeleri adlı söyleşiyle başlıyor. Bayar, 27 Mayıs ile ilgili düşüncelerini ilk olarak şöyle özetliyor:

"Beni 27 Mayıs`ın mağduru sayarlar, bir bakıma doğrudur. Bu yüzden hapsedildim, bu yüzden -kollarım arkamda bağlı- idam sehpasının altına kadar gittim. Bu yüzden insanlık haklarım elimden alındı ve ikinci sınıf vatandaş muamelesi gördüm. Bunca cefaya ve kahra uğramış insana mağdur demek, elbette yanlış olmaz. Fakat bunca iftiraya, bunca kasıtlı suç yamama gayretlerine, bunca yalan yayınlara, demeçlere, yorumlara rağmen, -bir adalet mercii olmaktan çok- bir siyasi hesaplaşma kurumu vasfında olan Yassıada Mahkemesinden sonra yüzünün akı ile topluma geri dönmek ve mağduru olduğu bir dönem hakkında fikri sorulur kişi olmak, hangi kula nasip olmuştur. Hiç tereddütünüz olmasın. Devletimin uğradığı bu kazanın, bu fiili durumun muhasebesini, bir mağdur gibi değil, dünyada aradıklarını, beklediklerini bulmuş, yaşını, başını almış, tecrübeli bir devlet adamı dikkati ve sorumluluğu ile yapmaya çalışacağım."

27 Mayıs Anayasası

27 Mayıs nedir? sorusuna kaleme aldığı Başvekilim Adnan Menderes adlı kitapta yanıt bulduğunu belirten Celal Bayar, "1961 Anayasasına 27 Mayıs Anayasası diyenler vardır, bu görüşün doğru olduğunu sanmıyorum" diyor. Bayar, bu yöndeki görüşlerini de şöyle aktarıyor: 

"Çünkü 27 Mayıs, Halk Partisi ile Demokrat Parti arasında sürdürülen Anayasa tefekkürü buhranının milleti usandırıp bezdirdiği bir anda alınmış fiili bir durumdur. Türk Silahlı Kuvvetleri adına radyolara el konduğu andan itibaren, durmadan tekrar edilen slogan, hareketin hiçbir parti ve zümreye karşı yapılmadığı ve kardeş kavgasını önleme gerekçesiyle hareket edildiğinden ibarettir. Buna bir ihtilal diyebilir miyiz? Tabii ki hayır. 
Çünkü ihtilal, mevcut devlet statüsünü temelinden değiştiren bir fikre dayanır. Bir tefekkür kaynağı ve bu tefekkür kaynağının beslendiği bir halk tabanı vardır. İktidara, kendi fikrini uygulamak, devlet-vatandaş münasebetlerini yeniden çizmek için gelmiştir. 27 Mayıs`ta bunlar yoktur. Öyleyse, buna ihtilal diyemeyiz." 

Bayar, 1961 Anayasası'na ilişkin görüşlerini de, "Ben memleketimin gerçeklerine saygısı olan bir insanım. 1961 Anayasası`nın demokratik hiçbir temel fikrine karşı olmadığımı, bu düşüncelerimin içinden ifade etmek isterim" şeklinde dile getiriyor.

Asılmaya Gidiyorduk

Yassıada'da ölüme mahkum edildikten sonra kararın infazı için bir hücumbot içinde İmralı Adası'na doğru yola çıktıklarında yaşadıklarını da Bozdağ'a anlatan Bayar, o sırada yaşanan bir olayı da şu cümlelerle özetliyor: 

"Arkadaşların hepsi, büyük bir vakar içinde sükunetlerini muhafaza ediyorlardı. Bu kadar yıl sonra açıkça söylüyorum; korkmamıştım, arkadaşlarımda da hiçbir korku belirtisi yoktu. Belki o anda her biri, zihinlerinde bir muhasebe yapmakta ve ailesini düşünmekteydi. Sessizliği dağıtmak için son kabinemizin Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu'ya yüksek sesle sordum: Fatin Bey, işi bıraktığımız zaman Ortak Pazar için yaptığımız müracaat ne safhadaydı? Sorumu duyan muhafızlar şaşırdılar, adeta duyduklarına inanmadılar. Biz asılmaya gidiyorduk ve konuştuğumuz mevzu, Ortak Pazar'a yaptığımız müracaattı. Rahmetli Zorlu, çok sakin bir sesle anlatmaya başladı, arkadaşlar dikkatle dinliyorlardı. İmralı`ya böyle geldik..."

İnsana En Büyük Ceza

Kitaptaki, "İnsana En Büyük Ceza Kendi Hayatıdır" başlıklı bölümde ise Celal Bayar, 27 Mayıs ile ilgili farklı görüşlerini şöyle aktarıyor:

"İnsanların cenneti, cehennemi dünyadaki hayatlarıdır. Biraz hakları da var, bazen insana en büyük ceza, kendi hatalı hayatı oluyor. Eğer, İsmet Paşa, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası'nı bir tek olaya dayanarak çıkarttığı bir tek kararname ile merkez ve şubeleriyle birlikte kapatmamış olsaydı, Meclis'in Tahkikat Encümeni kurmasından belki hiç kuşkulanmayacak, belki yapılan tahkikat sırasında, kendisi ve partisinin komünistlerle iş birliği yaptığı da belgelenmeyecek ve böylece Türk demokrasi tarihine 27 Mayıs ayıbı hiç girmeyecekti. Ve yine hiç şüphe etmiyorum bir 27 Mayıs olup bittisi başarıya ulaşmamış ya da hiç yapılmamış olsaydı, ne ordu içinde cuntalar kurulacak, ne 12 Mart, 12 Eylül müdahaleleri yapılacak, ne de demokrasi dejenere edilebilecekti. Ama ne yazık ki, çivi bir kere yerinden oynadı.

Bence, 27 Mayıs düğümünün çözüldüğü nokta, Meclis Tahkikat Encümeni kurulması kararı alındığı gün İsmet Paşa'nın Meclis'te yaptığı konuşmadır..."


Silahlı Kuvvetler Birliği 'nin başarısız müdahale girişimlerinin ardından örgütün üst düzey yöneticilerinden birisi olan Talat Aydemir de Kore Savaş Birliği'ndeki görevinden dönmüştür. Aydemir , ülkeye dönüşünün ardından Silahlı Kuvvetler Birliğiyle anlaşmazlığa düşer. 

Silahlı Kuvvetler Birliği Başkanı Cevdet Sunay; 'Seçimler yapılmış, Meclis toplanmış, ardından da İnönü başkanlığında hükümet kurulmuştur. Yani bir müdahaleye gitmenin zamanı değildir. Ben hükümet kurulurken İnönü 'ye söz verdim', diyecek, Aydemir ise Sunay 'a karşı çıkarak 'Ben bu davaya baş koydum. Kararımdan dönmem' diyerek rest çekecek ve Silahlı Kuvvetler Birliği ile yolunu ayıracaktır. Bu andan itibaren Aydemircilerin İnönücülüğe karşı
Atatürkçülüğe dönüş mücadelesi başlamış olur 

Aydemirciler İnönü 'yü Atatürk 'e karşı çıkmakla suçluyor

Talat Aydemir Silahlı Kuvvetler Birliği ile olan bağını kopartırken bütün eleştirilerini de İnönü üzerinde yoğunlaştırıyordu. Aydemir, İhtilalin güçlü albayı ve CHP'nin iktidara biran önce gelmesi için MBK ile anlaşmalı olarak demokrasiye geçişin hesapları yapıldığı tezine sert çıkışlar yapan kişi olarak tanınmaktaydı.

27 Mayıs 'ın seçimlerle tasfiye edildiğini ve Atatürkçülüğe değil İnönücülüğe dönüldüğü gerçeğini gören Aydemirciler İnönü 'yü ağır biçimde eleştiriyorlardı: '...memleketi yönetme sanatı çoktan geçmişti. Çevirdiği entrikalar faydadan çok zararlı oluyordu. Bölücü bir zihniyeti vardı. Bu taktiğini 27 Mayıs 'tan sonra en gözde örgüt olan Silahlı Kuvvetler Birliği içinde de tatbik etti... Örneğin demokratik Anayasa savunucusuydu fakat kendisi için anayasa mevcut değildi. Diğer bir deyimle partilere, örgütlere, kurumlara ve halka anayasanın gereklerini gösteriyordu fakat kendisi anayasanın üstünde ve dışında kalan bir imtiyazlıydı. Hırslı bir politikacıydı ve yaşı hırsını yenememişti. Atatürk 'e karşı çıkışları da hırsını yenememiş olmasındandır. Atatürk bile onu affetmemiştir.'

Aydemirciler; Halk iradesini hakim kılmanın yolu devrimdir

Talat Aydemir liderliğindeki 22 Şubatçılar 27 Mayıs'ın toplumsal bir devrim hedefiyle yola çıktığını ancak gelinen aşamada iktidarın CHP-AP iktidarına teslim edilerek 27 Mayıs 'ın asıl hedefinden saptırıldığını düşünüyorlardı. Ülkeyi 27 Mayıs'a sürükleyenin bizzat parlamenter sistem olduğunu savunan Aydemirciler parlamentarizme karşı devrim fikrini öne çıkarıyorlardı.

Osman Deniz ve Cevat Kırca iktidarın İnönü ve AP 'ye teslim edilmesine şu sözlerle karşı çıkıyorlar:

'Düzen değişikliğine gitmek kaçınılmazdı ve şekilci demokrasilerde düzen değişikliğine seçim sandıklarından geçilerek varılamazdı. Seçim sandıklarında varolan zihniyet demagojiye bağlı kaldıkça, oportünizme hizmet ettikçe ve aldatılan halk kitlelerinin bilinçlenmesi fanatik engellerle önlendikçe sandıktan çıkanlar daima tutucu zihniyetin sahipleri olmakta devam edecek, böylece düzen değişikliği arzusundaki devrimciler iktidara gelemeyeceklerdir.'

'Şekli demokrasilerde var gibi görünen milli irade gereği aslında yanıltıcıdır. Şöyle ki oy sahibi olan kitlelerin neyi istediği ve kime hizmet ettikleri şuuru aldatıcı metodlarla bozulmakta ve seçim havası içinde iktidar etme hırsına kapılanların yanıltıcı telkinleriyle yaratılan hayali bir irade hakim kılınmaktadır. Gerçekte iddia edilen milli irade değil, hayali bir iradedir.'


'Böyle olunca da halkın yararını dile getiren devrimler yoluyla varmak isteyen kadrolar ülkenin kaderine sandıktan geçerek el koyamamaktadırlar. Bu yol kapanınca da devrimcilerin yönetime geçmesi sandık dışından olabilecektir. Bu yolun adı ihtilaldir.'

20/21 Mayıs 1963 

Üst düzey komutanlardan teğmenlere kadar birçok subay emekli edilerek Ordu 'dan uzaklaştırılırken Başbakan İnönü Meclis 'te yaptığı konuşmada 'Harp Okulu öğrencileri aldatılmıştır' diyerek olayların büyüklüğünü örtbas etmeye çalışır. Bu açıklamanın gazetelere yansımasıyla birlikte ertesi gün İstanbul 'a izinli gelen Harp Okulu öğrencileri Taksim Cumhuriyet Anıtına üzerinde 'Atatürk ve Türk Ulusu ... Harbiyeli aldanmaz yazan bir çelenk bırakacaklardır.

22 Şubat 'ta yaşanan başarısızlığa rağmen 22 Şubatçılar yeni bir harekete girişmekte gecikmeyeceklerdir. 20/21 Mayıs 1963 gecesi ikinci bir deneme daha gerçekleştirilir. Yapılan planda Meclis 'in feshedilmesi bakanlıkların işgali, Genelkurmay ve kuvvet komutanlıklarının kontrol altına alınması öngörülüyordu. İstanbul ve Ankara 'da başlayan yönetime el koyma girişiminde ilk adım radyo istasyonlarının ele geçirilmesi ve ihtilal bildirisinin okunmasıydı.

Planın ilk aşaması başarıyla uygulanmış, Ankara 'daki radyo istasyonu ele geçirilerek Silahlı Kuvvetlerin içinde bulunulan kötü duruma son vermek için yönetime el koyduğu anonsuyla ihtilal duyurulmuş oluyordu. Ancak radyo binasına giden tank birliği henüz emniyeti sağlamadan yapılan ihtilal duyurusu karşıt güçleri hemen harekete geçirmişti.

Basit birkaç hata bütün planları bozmuş ve başarısızlığa yol açmıştı. 21 Mayıs denemesinin başarısız olmasının ardından Talat Aydemir , Binbaşı Fethi Gürcan , Yarbay Osman Deniz ve üsteğmen Erol Dinçer tutuklanmış ve yapılan yargılama sonucunda idam cezasına çarptırılmışlardı.

Daha sonra Erol Dinçer ve Osman Deniz idam edilmekten kurtulmuşlarsa da Aydemir ve Gürcan idam edilmişlerdi. Böylece 22 Şubat 1962 ve 21 Mayıs 1963 tarihlerinde gerçekleştirilen iki girişimin liderleri ortadan kaldırılmış ve 27 Mayıs 'ı yeniden devrimci rotasına oturtma çabaları sonuçsuz kalıyordu.

Ben ihtilalciyim, bugün serbest kalsam yine ihtilal yaparım!

Devrim yapma amacıyla harekete geçen ve bu girişimlerinin bedelini hayatlarıyla ödeyen subaylar yargılanmaları aşamasında da devrimci bir tavır sergilemişlerdir. 22 Şubatçıların liderlerinden Fethi Gürcan devrimci bir subayın karakterini yargılama aşamasında yaptığı savunmasında ortaya koyacaktır: 'Ben ihtilalciyim. Bugün serbest kalsam yine ihtilal yaparım. Benim giremeyeceğim garnizon yoktur. Girdiğim garnizonu da harekete geçirir ve ihtilal yaparım.'

Bu konuşmayı yaptığı sırada Gürcan kendisini bekleyen sonun farkındadır ancak yine de ideallerinden taviz vermeyecek kadar devrimci bir bilince sahiptir ve bu sözlerin ardından mahkemece idamla cezalandırılır ve asılarak idam gerçekleştirilir.

Aydemir ve Gürcan 'ın idam edilmelerinin ardından 1459 Harp Okulu öğrencisinin okulla ilişiği kesilir ve büyük bir tasfiye operasyonuna girişilir. Bu hareketlere katılan subay sayısı o kadar fazlaydı ki Ordu içinde girişilen tasfiye operasyonu bir noktadan sonra yarıda bırakılmak zorunda kalındı.

27 Mayıs Darbesi

27 Mayıs Darbesi[1], 27 Mayıs 1960'ta yapılan ve Türkiye Cumhuriyeti tarihinde gerçekleşmiş ilk askerî darbe[2]. Ayrıca 27 Mayıs Askerî Müdahalesi[3] ya da 27 Mayıs İhtilâli[4] olarak da anılır. Darbe emir komuta zinciri içinde yapılmamıştır; 37 düşük rütbeli subayın planlanları ile icra edilmiştir. Kritik mevziler bu subayların ellerindeki asker ve silahlarla önce ordudaki komuta kademesinin etkisiz hale getirilmesi ile ele geçirilmiştir. Sonra cumhurbaşkanı ve hükümet üyeleri tutuklanarak, hükümet; 235 general ve 3500 civarında subay (daha çok albay, yarbay, binbaşı) emekliye sevk edilerek, ordu; 1402 üniversite öğretim görevlisi görevden alınınarak ve bazı üniversiteler kapatılıp el konularak, üniversiteler; 520 hakim ve yargıç görevden alınınarak, yargı kontrol altına alınmıştır. [5] [6]
Darbeden sonra darbeyi planlayan ve ıcraa eden 37 düşük rütbeli subay ve Emekli Orgeneral Cemal Gürsel in oluşturduğu Millî Birlik Komitesi ülke yönetimini üstlendi.
1950 yılında iktidara gelen Demokrat Parti'nin ülkeyi gitgide bir baskı rejimine ve kardeş kavgasına götürdüğü gerekçelerini [7] ileri sürerek Türk Silahlı Kuvvetleri içerisinde bir grup subay, 27 Mayıs 1960 sabahı ülke yönetimine bütünüyle el koydu.[8] 37 subaydan oluşan Millî Birlik Komitesi bu harekat ile anayasa ve TBMM'yi feshetti, siyasi faaliyetleri askıya aldı, Cumhurbaşkanı Celâl Bayar, Başbakan Adnan Menderes başta olmak üzere birçok Demokrat Partiliyi tutuklattı. Genelkurmay Başkanı Orgeneral Rüştü Erdelhun, İstiklal Savaşı kahramanlarından Ali Fuat Paşa, Kore gazisi Tahsin Yazıcı ve emekli olduktan sonra DP'den milletvekili seçilen eski Genelkurmay başkanı Mehmet Nuri Yamut da tutuklananlar arasındaydı.
3. Ordu Komutanı Orgeneral Ragıp Gümüşpala'nın, eğer darbenin lideri kendisinden daha kıdemli değilse ordusuyla Ankara'ya yürüyüp isyancıları yakalayacağını söylemesi üzerine darbeden haberi olmayan Emekli Orgeneral Cemal Gürsel Milli Birlik Komitesi'nin başına getirildi.[9] Bu darbenin daha sonraki yıllarda meydana gelen askeri darbelerden farkı[10], Türk Silahlı Kuvvetleri emir komuta zinciri içinde yapılmamış olmasıydı;[11] nitekim dönemin Genelkurmay başkanı da yönetime el koyan askeri güçler tarafından tutuklanmıştı.


2. BÖLÜMLE  DEVAM EDECEK,

.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder