3 Aralık 2015 Perşembe

CUMHURİYET SATILDI MI.





CUMHURİYET  SATILDI MI.,




Cumhuriyet gazetesinin başına hangi ismin geçeceği konuşuluyor…Cumhuriyet Gazetesi’nin yeni İmtiyaz Sahibi Koç Grubu’ndan mı olacak? CUMOK’LAR BU İŞE NE DİYECEK? MUSTAFA BALBAY NEDEN TEMSİLCİLİKTEN ALINDI
ÇEŞİTLİ HABER VE GÖRÜŞLERİ DERLEDİK EN SICAK HABER AKŞAM GAZETESİ’NDEN…

AKŞAM GAZETESİ HABERİNE GÖRE İNAN KIRAÇ VAKFIN YENİ BAŞKANI OLACAK…Ve elbette Cumhuriyet’in başyazarı da yine İnan Kıraç’ın istediği isim olacak
Gürkan Hacır / AKŞAM
Milli burjuvazimizin kontu, ulusalcı cephenin başına geçiyor…
Cumhuriyet Vakfı Başkanı ve Cumhuriyet Gazetesi Başyazarı İlhan Selçuk’un cenazesine Rahmi Koç’la birlikte katılan İnan Kıraç’ın Cumhuriyet Vakfı’nın başına geçeceği konuşuluyor. Peki İş dünyasındaki başarısı ve sosyal yaşamda gösterdiği heyecanla tanıdığımız İnan Kıraç kimdir? İşte çocukluğundan eğitimine, iş hayatından eşine ve kızına kadar bütün yönleriyle bir İnan Kıraç portresi…
Sol düşünceye samimiyetle inanmış aydınlarımızın dile getirdikleri bir fikir vardır. ‘Bizim işçi sınıfından önce milli burjuvamızı yaratmamız lazım’ Evet bütün sorun burada yatıyor. Biz doğru dürüst bir burjuva sınıfı yaratabilseydik belki her şey daha yerli yerinde olacaktı. Sayısı bir elin parmaklarını geçmeyecek ‘milli burjuvamızın’ en önemli örneklerinden biri İnan Kıraç’tır. İlhan Selçuk’un ölümüyle boşalan Cumhuriyet Vakfı’nın başkanlığına o geliyor. Cumhuriyet gazetesinin sahibi olan vakfın yönetimine İnan Kıraç’ı alabilmek için Şükran Soner istifa ettirildi. Emekten ve soldan yana mücadele veren bir gazetenin başına Türkiye’nin en büyük patronlarından birinin geçmesi sizi şaşırtabilir.
Şaşırmayın… Kıraçlar’ın ve İnan Kıraç’ın hikayesini dinleyin.
Ali Numan Kıraç, ziraat mühendisiydi. 30′lu yılların başında Atatürk tarafından yüksek ziraat tahsili yapmak için yurtdışına gönderildi. Yeni evliydi. Güzeller güzeli eşini Ankara’da bırakıp Amerika’ya gitti. Ziraat eğitimi aldı. Amerika’da yeni zirai teknikler öğrendi. Dönüşünde onu önemli görevler bekliyordu. Atatürk Orman Çiftliği’nin kuruluşunda bulundu. Ama asıl önemli çalışması Atatürk’ün ölümünün ardından oldu. 2. Dünya Savaşı’nın bitimiyle Amerika’nın başlattığı Marshall yardımlarının dağıtımında görev aldı. Mehmet Barlas’ın babası Cemil Sait Barlas’la beraber kime hangi yardım dağıtılacaklarına karar veriyorlardı. Şimdi burada duralım ve biraz komplocu düşünelim.
TÜRK TRAKTÖR’Ü KİM KURDU?
İlk büyük yardım paketi ne için oldu? Zirai aletler… Türk çiftçisini pulluktan ve kara sabandan kurtaracak traktörler ithal edildi. Ama hibe olarak. Tabii çiftçiye hibe edilmedi. Devlet bedelsiz aldığı traktörleri uzun vadeli krediyle köylüye sattı. ‘Mineapolis Moline’ adını taşıyan bu ilk traktörlere, köylü sarı traktör adını takmıştı. Bu ilk ithal paketin ardından yerli üretim planlandı. Çünkü traktörler büyük ilgi görmüştü. 1955 yılında Ziraat Bankası ortaklığıyla Mineapolis Moline- Türk Traktör ortaklığı kuruldu. Peki, nereye dersiniz. Tabi ki Atatürk Orman Çiftliği’ne. Peki Türk Traktör’ün Türk sermayedarı kim oldu dersiniz. Elbette Koç Grubu. Vehbi Bey her zaman olduğu gibi sezgilerinin gücüyle erken davranmış ve bu sektördeki yerini almıştı.
Ali Numan Bey’in Atatürk Orman Çiftliği’ndeki evinin yeni misafiri vardı. 1927′de dünyaya gelen ilk oğluna Atatürk, Can ismini koymuştu. İkinci çocuğa ise İnan ismi verildi. İnan 1937 doğumluydu. O Eskişehir’de dünyaya geldi. Soyadı kanununda ise kuru tarım çalışmalarında dolayı Ali Numan Bey’e yine Kıraç soyadı Atatürk tarafından verilmişti.
Can Kıraç da babası gibi ziraat tahsili yaptı. Ama önce Galatasaray Lisesi, sonra ziraat mühendisliği. Milli Türk Talebe Birliği Başkanlığı da yapan aktif bir öğrenciydi. Mezuniyeti sonrası ilk işe başladığı yer, baba dostu olan Koç Grubu oldu. Babası Ali Numan Bey’in kuruluşunda öncülük ettiği Türk Traktör’de işe başladı. Peki kimin yardımcısı olarak. Bernard Nahum! (Nahum’un oğlu Jan Nahum da tıpkı Kıraç’lar gibi Koç Grubu’nda üst düzey yöneticilik yaptı. Vehbi Bey çok vefalıydı.) Bernard Nahum’un, Marshall yardımlarının tevzii komisyonunda görevli olduğunu hatırlatmama gerek yok sanırım.
İnan Kıraç’tan uzaklaştığımızın farkındayım. İnan Kıraç da tıpkı ağabeyi gibi Galatasaray Lisesi’nde okudu. Ardından City College Business’ta okudu. Eğitiminden sonra o da ağabeyi gibi Koç Grubu’nda çalışmaya başladı. Ormak A.Ş. ilk işyeri oldu.
İMAM NİKAHINA MUSEVİ ŞAHİT
Ankara Palas’taki bir yemekte Vehbi Bey’in kızı Suna’yı dansa kaldırmak istedi. Suna istemem dedi. Ama İnan Bey yılacak gibi değildi. Birkaç yıl aradan sonra Suna Hanım’ı buluşmaya ikna etti. Buluşacakları yer Pelit Pastanesi’ydi. Suna Hanım ağırdan alınca İnan Bey beklemekten sıkıldı ve soluğu Koç’un merkezinde aldı. Evlenme teklifi de orada geldi. İdolü, patronu Vehbi Bey’e bu kez damat olacaktı. Suna Hanım babasının fikrini sordu. Vehbi Bey olumlu baktığını söyledi. Evlendiler. Suna Hanım hatıralarında İnan Kıraç’tan başta hoşlanmadığını ama giderek çok sevdiğini yazıyor. Ama önce İslami geleneklere uygun olarak imam nikahı kıyılacaktı. İmam nikahının şahidi bir museviydi. Bernard Nahum.
Evlilikle birlikte İnan Kıraç’ın Koç Grubu’ndaki yükselişi de hızlandı. 1970′de Tofaş Genel Müdürü, 1980′de ise Koç Holding Başkan Yardımcısı oldu. Çalışkan, prensipli ve görev adamı olması Vehbi Bey’in de beğenisini kazanmıştı.

Ama çok istemelerine rağmen bir türlü çocuk sahibi olamıyorlardı. Evlat edinmeye karar verdiler. Çocuk Esirgeme Kurumu’na başvurdular. İstekleri ikiz kız çocuğu evlat edinmekti. Ama isteklerine uygun ikiz bulunamadı. Dört aylık başka bir kız bebek gösterildi. Çok sevdiler. Ama İnan Kıraç, Vehbi Bey’den kalma bir alışkanlıkla davrandı. ‘Biz kararımızı yarın bildirelim’ Vehbi Bey her kararını mutlaka bir gün düşündükten sonra alırdı. O da öyle yaptı. Ama İnan Bey’in bir şartı daha vardı. Bu küçük bebeği muayene ettireceklerdi. Ancak sonra vazgeçtiler. Ve İpek Kıraç ailelerinin yeni ferdi olmuştu.
‘TOFAŞ BENİMDİR’
Şimdi burada da bir parantez açalım. İpek Kıraç’ın Koç Grubu’ndaki hisselerinin neden düşük olduğunu aile dışında kimse anlamadı. Nihayet Suna Hanım’ın anı kitabı çıkınca öğrendik ki İpek evlatlık alınmıştı. Ama bu duruma ailenin devamını sağlayan Rahmi Bey’in çocukları itiraz etmişlerdi. Çünkü Vehbi Bey’in kızlarının çocuğu olmamıştı. Ailenin bu büyük mirası Rahmi Bey’in çocukları ve İpek arasında paylaşılacaktı. Durum (!) ayarlandı, İpek’in hissesi küçültüldü. Koçlar’da miras konusu oldukça ilginçtir. Vehbi Bey 1996′da öldüğünde aile içinde şiddetli bir tartışma yaşandı. Merhum Sevgi Gönül’ün, ‘Tofaş benimdir’ diyerek gidip şirket merkezine oturduğu ve daha sonra zor ikna edildiği konuşulur. (Neden birileri Koçlar’ın gerçek hikayesini yazmaz anlayamıyorum. Karalamak veya hakaret etmek gerekmiyor. Ama Türkiye’nin bu en büyük sanayici ailesinde neler yaşandığını, neden öğrenmiyoruz da buram buram reklam kokan uyduruk biyografilere talim ediyoruz.)
Vehbi Bey’in ölümünün ardından pek hissettirilmese de şirket içinde bir çalkantı yaşandı. İnan Kıraç, ‘Kıraça Holding’i kurdu.

(Biraz dedikodu yapmak gerekirse torun Koçlar’la arası hiç iyi olmadı.) Yönetim kurulu başkanı oldu. Bu arada Suna Hanım da amansız bir hastalığa yakalanmıştı. ALS. İnan Bey eşinin bakımı için tüm imkanları seferber etmekle kalmadı, bizzat kendi de yakından ilgilendi. Kızı İpek’in de isteğiyle bir bakıcı ordusuyla Suna Hanım yaşatıldı.
İnan Kıraç’ın bir başka özelliği de vakıf yöneticiliğiydi. Çok sayıda vakıf ve derneğin hem kuruluşunda bulunmuş hem de yöneticiliğini yapmıştı. Ama bunlar sizi yanıltmasın. Türkiye’nin en büyük vakıflarından söz ediyorum.
Galatasaray Vakfı, Darülaceze Vakfı, Alliance Vakfı, Tema Vakfı, Yeditepe Vakfı… Liste uzun. Şimdi de Cumhuriyet gazetesinin ait olduğu Cumhuriyet Vakfı.

İnan Kıraç hırslı bir kişiliktir. Bu öyle bir haldir ki, İnan Bey kafasına koyduğu hedefi mutlaka gerçekleştirir. Galatasaray Spor Kulübü’nde onun istediği başkan olur. Daha doğrusu şöyle diyelim İnan Kıraç’ın onay vermediği hiçbir kimse başkan olamaz. (Bknz: Adnan Polat – Adnan Öztürk yarışı) Galatasaray Üniversitesi ise tamamen onun yönetimindedir. Yani şöyle düşünün. İnan Kıraç, ziraat mühendisi bir bürokrat babanın oğlu olarak doğdu ama hırsı çalışkanlığı ve sadakatiyle Türkiye’nin bütün kudret noktalarına uzanmayı başardı. Koç Üniversitesi’nin yanına Galatasaray’ı koydu. Mütevazı koşullarda kurulan Sadberk Hanım Müzesi’ne görkemli bir Pera Müzesi’ni ekledi, Devasa Koç Holding’in hemen yanı başına Kıraça Holding’i tutundurdu. Hep kendine Vehbi Bey’i örnek aldı. Onun çizdiği yoldan ayrılmadı.
İlhan Selçuk’a çok yakındı. Cenaze töreninde Rahmi Bey’le beraber vakur duruşu, ‘Bu Cumhuriyet sahipsiz değil’ der gibiydi.
Kültür sanat eğitim ve spordan sonra şimdi medya dünyasına da uzanıyor. İlhan Selçuk’tan boşalan Cumhuriyet Vakfı’nın başkanlığına o geliyor. Milli burjuvazimizin kontu bu kez Cumhuriyetin aydınlık sularında kaptanlık yapacak. Ve elbette Cumhuriyet’in başyazarı da yine İnan Kıraç’ın istediği isim olacak.
CUMHURİYET’İN “GERÇEK SAHİBİ”…
86 yıl önce Cumhuriyet gazetesi yayına başladığında, Yunus Nadi ilk sayıdaki “Cumhuriyet’i Okuyuculara Sunuş” yazısında şunları söylüyordu:
“Cumhuriyet’in siyasi programı isminden belli olduğu gibi, onu yayımlayanların siyasi hayatlarından da bellidir. Cumhuriyet, Türkiye’de büyük kavgalarla elde edilmiş tarihi bir sonuçtur. Biz elde edilmiş bir amaç uğrunda fiilen çalışmış insanlarız. Memlekette bu muzaffer ve galip fikrin çok kuvvetli taraftarları vardır. Cumhuriyet memlekete mal olmuş bir fikirdir. Biz onun temsilcisi ve koruyucusuyuz. Bu temel düşünce göz önünde tutulduktan sonra kesin olarak söyleriz ki, gazetemiz ne hükümet gazetesi ne de bir parti gazetesidir. Cumhuriyet, sadece cumhuriyetin, bilimsel ve yaygın ifadesiyle demokrasinin savunucusudur.”
Yunus Nadi’nin 1924’teki saptaması dikkat çekicidir:
“Cumhuriyet’in siyasi programı isminden belli olduğu gibi, onu yayımlayanların siyasi hayatlarından da bellidir.”
Bugünün Cumhuriyet gazetesinin siyasi programı nedir peki?
Mustafa Balbay’ın “Ergenekon Savcıları”na hak verir tarzda Ankara Temsilciliği’nden alınması, son birkaç yıl içinde Bertan Onaran, İzzettin Önder, Korkut Boratav gibi yazarlar gazeteden uzaklaştırılırken, bugün Kürşat Başar ve Tuna Kiremitçi’nin Cumhuriyet’te kalem oynatmaya başlaması, Cumhuriyet’in siyasi programının ne olduğu ve gazetede kimin borusunun öttüğü konusunda düşünmeyi zorunlu kılıyor.

Mustafa Balbay’ın gazetenin Ankara Temsilciliği’nden alınmasını “ilk müebbed cezamı aldım” şeklinde değerlendirmesi bile, aslında Cumhuriyet’te yaşananlar hakkında bir fikir vermeye yeter. Balbay’ın maruz kaldığı muameleye tepki gösteren Oktay Akbal ve Ataol Behramoğlu’nun yazılarına son vermesi de yeteri kadar aydınlatıcıdır. Ne var ki adı Cumhuriyet ile özdeşleşmiş yazarların çoğu bu gelişmeler karşısında ya suskun kalmış ya da görünüşü kurtarmaya yönelik sıradan açıklamalar yapmakla yetinmişlerdir. Örneğin Hikmet Çetinkaya, 19 Nisan tarihli Cumhuriyet’te yayınlanan “Balbay Cumhuriyet’in Başının Tacıdır” başlıklı yazısında şöyle diyordu:
“Bu gazetenin milyon dolarları, parası pulu yoktur. Sadece okurlarına güvenir. Balbay’ı satmadık, satmayız. Satmak isteyenler olursa, ilk karşı koyacak olan yine bizleriz.”
Oysa Balbay, Cumhuriyet için ne anlama geldiği konusundaki düşüncelerini “İlk ağırlaştırılmış müebbedi bana gazetem verdi!” diyerek bizzat kendisi açıkladı. Onun için Çetinkaya ve bazı Cumhuriyet yazarlarının, Mustafa Balbay için köşelerinden övgüler düzmesi görünüşü kurtarmaya yönelik olmaktan başka anlam ifade etmiyor. Çetinkaya’nın ifade ettiği gibi, Cumhuriyet Balbay’ı sattı mı, satmadı mı, bunun tartışması ayrıdır. Ama şurası açıktır ki, Cumhuriyet gazetesi Balbay’dan da Çetinkaya’dan da İlhan Selçuk’dan da önemlidir ve esas olan onun satılmamış olmasıdır. Bu bağlamda Çetinkaya’nın “bu gazetenin milyon dolarları, parası pulu yoktur. Sadece okurlarına güvenir” sözleri daha da anlam kazanıyor.
Gerçekten öyle midir peki? Cumhuriyet, gerçekten okurlarına mı güvenir? İlhan Selçuk’un sıklıkla yinelediği gibi Cumhuriyet bir holding gazetesi değil midir gerçekten?
Bu sorulara kişisel önyargılardan bağımsız bir şekilde yanıt verebilmek için İlhan Selçuk’un, Saygı Öztürk’ün Belgelerle Ergenekon (Doğan Kitap, İstanbul 2008) isimli kitabında tamamına yer verilen (s.339-363) ifadesinde yer alan kimi açıklamalara bakmak gerekir. 22 Mart 2008 tarihinde Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü’nde alınan ifadesinde İlhan Selçuk’a soruluyor:
“Soru: 22.02.2008 günü Murtaza Çelikel ile yaptığınız telefon görüşmesinde Murtaza Çelikel’in “Aysel Hanım sizi evinde yemeğe çağırıyor, elçiye zeval yoktur. Osman Berkmen, Mehmet Emin Karamehmet, bir de Sanayi Odası Başkanı gelecek” dediği tespit edilmiştir. Görüşmeyi yaptığınız Murtaza Çelikel kimdir?
İlhan Selçuk: Murtaza Çelikel bir işadamıdır. Bülent Ecevit’in yakın dostudur.
Soru: Yemeğe katılacak olan Osman Berkmen, Mehmet Emin Karamehmet ve Sanayi Odası Başkanı ile aranızda nasıl bir ilişki vardır? Yemeğe katıldınız mı? Yemekte hangi konular konuşuldu? Açıklayınız?
İlhan Selçuk: Osman Berkmen, Mehmet Emin Karamehmet’in çok güvendiği bir işadamıdır. Benim de dostumdur. Mehmet Emin Karamehmet, holdingteki ortağımızdır. Aynı zamanda medya grubu başkanıdır.” (Belgelerle Ergenekon, s. 353)
Murtaza Çelikel, Osman Berkmen, Mehmet Emin Karamehmet gibi işadamları İlhan Selçuk’un dostlarıdır. Üstelik Mehmet Emin Karamehmet “holdingteki ortağımızdır.”
Peki, bu holding, hangi holdingdir? “Holding gazetesi” olmadığı iddia edilen Cumhuriyet’in holdinglerle ve holding patronları ile işi ne?
“Cumhuriyet gazetesinin şu andaki hissedarları ve gazete yönetimi” hakkında İlhan Selçuk’un verdiği bilgiler şöyledir:
“Cumhuriyet gazetesinin asıl sahibi Cumhuriyet Vakfı’dır. Cumhuriyet Vakfı’nın iştiraki olan birden çok şirket vardır. Gazeteye finansman temin etmek amacıyla vakfın bünyesinde Yenigün Holding AŞ isimli şirket, bu şirketlerden birisidir. Bu şirketin hissedarları; Turgay Ciner, Mehmet Emin Karamehmet, Aydın Doğan’dan İnan Kıraç’a kadar yaklaşık 185 kişidir.” (Belgelerle Ergenekon, s.343)
İlhan Selçuk bu durumu, “laik Atatürkçü işadamlarımızdan destek alıyoruz. İlhan Kıraç Vakıf Danışma Kurulu Başkanımız oldu. Ayrıca Koç Grubu’ndan Hakan Gören isimli şahıs da Vakıf Yönetim Kurulu üyeliğine seçildi. Biz Vakıf yönetim Kurulu’nu ismen daha da zenginleştirmeye çalışıyoruz” sözleriyle açıklamaktadır. (Belgelerle Ergenekon, s. 354)
Böylece Turgay Ciner, Aydın Doğan, Rahmi Koç gibi işadamları “Atatürkçü” oluyor ve Cumhuriyet de onlardan destek alıyor! İlhan Selçuk’un bahsettiği isimler genelde kamuoyunun bildiği tanınmış işadamlarıdır. Peki, Hakan Gören kimdir?
Bu konuda Mustafa Balbay’ın olduğu iddia edilen günlükler ilginç bir ipucu vermektedir. Medyada Ergenekon davasının “İkinci İddianame”si olarak bilinen ve İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’ne 2009/188 no ile sunulan iddianamenin dayandığı ve mahkemeye kanıt olarak sunduğu kaynaklardan biri olan, Cumhuriyet gazetesi Ankara temsilcisi ve yazarı Mustafa Balbay’a ait olduğu iddia edilen günlüklerde yer alan GUNMAR05.TXT adlı dosyada, ‘İS’nin 21-25 Mart Ankara Ziyareti’ başlığı altında yazılanlar Cumhuriyet’in geçtiğimiz yıllarda sermaye kesimi ile kurduğu ilişkiler hakkında ilginç ipuçları vermektedir. Balbay günlüğüne şunları kaydetmiş:
“İlhan Selçuk 21 Mart gecesi saat 23.00 sıralarında Ankara’ya karayoluyla geldi. Telefonla yolda konuştuk, ‘haberler iyi, otelde konuşalım’ dedi. 23.30 sıralarında odadan konuştuk. KOÇ iki temsilcisini göndermiş, Hakan Görür, Bülent Özaydınlı ve bir kişi daha.
‘İlhan Abi, biz görevli geldik…her türlü desteği veriyoruz. İki milyon dolarlık destek…Bunu reklam avansı olarak veriyoruz…İşbirliğini sürdürmek istiyoruz.’
İlhan Selçuk çok sevinçli, ‘Yırttık Balbay, bu iş tamam, haydi hayırlısı’ dedi.”
Mustafa Balbay’ın olduğu iddia edilen bu günlüklerde adı geçen Hakan Görür, İlhan Selçuk’un “Vakıf yönetim kurulu üyeliğine seçildi” dediği Koç Grubu’ndan gelen Hakan Gören isimli kişi midir acaba?
Hikmet Çetinkaya ya da herhangi bir Cumhuriyet yetkilisi, önce çıkıp bu soruya yanıt vermelidir! Eğer bu iki isim aynı kişiyse, Koç Holding 2 milyon dolarlık reklam avansı karşılığında bir adamını Cumhuriyet Vakfı’nın Yönetim Kurulu’na sokmuş ve Cumhuriyet de bu şekilde “yırtmıştır”!
Ama dostlar arasında 2 milyon doların lafı mı olur? “Solcu” ve “emekten yana” olduğu iddia edilen İlhan Selçuk değil midir, “Rahmi Koç benim dostumdur” (Belgelerle Ergenekon s. 353) diyen? Turgay Ciner, Mehmet Emin Karamehmet, Turgay Ciner, Şevket Sabancı gibi ünlü işadamlarıyla dostluk ve iş ilişkileri içinde olan İlhan Selçuk değil midir?
Ne ilginçtir ki, Mustafa Balbay’ın olduğu iddia edilen günlüklere göre, İlhan Selçuk’un bu Ankara ziyaretini yaptığı yıl içinde, Türk sanayiinin amiral gemisi TÜPRAŞ özelleştirme adı altında KOÇ-SHELL ortaklığına devredildi. Ve “solcu” ve “emekten yana” olduğu iddiasındaki Cumhuriyet gazetesi ve İlhan Selçuk, TÜPRAŞ özelleştirmesini alkışlarla selamlıyordu. Örneğin Cumhuriyet yazarlarından Orhan Bursalı, 15 Eylül 2005 tarihli yazısında şunları söylüyordu:
“TÜPRAŞ, Koç’a hayırlı olsun. Cesareti ve kararlılığı için kutlarım. Stratejik davrandığı için de… ”
Hemen ertesi gün İlhan Selçuk da, Orhan Bursalı’yı destekledi:
“Orhan sevinmiş. Ne yalan söyleyeyim, ben de çoğu kişi gibi sevindim, bu milletin malını kökü dışarıda şeriatçılara ucuza pazarlamak isteyen bu iktidardan korkuyorum… Koç, yüreğimize su serpti, TÜPRAŞ’ı kurtardı.” (Cumhuriyet, 16.9.2005)
Cumhuriyet’in TÜPRAŞ özelleştirmesini alkışlaması karşısında birçok Cumhuriyet Okuru şaşkınlığını gizleyememiş, tepki göstermişti. Zira yazılarında “emekten yana” ve “antiemperyalist” olduğunu söyleyen İlhan Selçuk nasıl böyle konuşabilirdi? “Emekten yana” ve “solcu” İlhan Selçuk, Türkiye sermayesinin ağır topu Koç’un TÜPRAŞ’ı satın almasını nasıl alkışlayabilirdi? Üstelik işin içinde SHELL ortaklığının da olması, bu talanı “yüreğine sular serpilerek” alkışlayan İlhan Selçuk’un antiemperyalistliğini sorgulanır kılıyordu. Bir yazsısında “Solu ben şöyle tanımlıyorum: Emperyalizme karşı durmak… Alın terinden yana olmak…” (Sol, Cumhuriyet, 8.4.2004) diyen İlhan Selçuk, şimdi alın terinden değil sermayedar Koç’tan yanaydı ve İlhan Selçuk’un alkışladığı Koç’un yanında da emperyalizmin ağır toplarından SHELL vardı!
Ama ilhan Selçuk rahattı! “Satılmadık Bir Cumhuriyet Kaldı…” başlıklı 20 Mart 2005 tarihli yazısında “Adı lazım değil, bir gazetenin manşetinde fotoğrafımı gördüm, altındaki haberi okuyunca anladım ki ben Cumhuriyet’i satıyormuşum…” diyor ve soruyordu:

“Satıldı mı Cumhuriyet ?”
Sorunun yanıtını şimdi öğreniyoruz! Meğer Koç, sadece İlhan Selçuk’un yüreğine su serpmekle kalmamış, Cumhuriyet’e de 2 milyon dolar serpmiş! Eh doğal olarak İlhan Selçuk da “komşuda pişer, bize de düşer” düşüncesiyle olsa gerek, TÜPRAŞ KOÇ’a gidince seviniyor:

“Dostu düşmanı çatlatan bu sonuçtan elbette mutluyuz; Bugün borcumuz harcımız yok, keyfimiz tıkırında…” (Cumhuriyet, 20.3.2005)
Öte yandan Cumhuriyet Okurlarını uyutmak için bildik masallar yineleniyordu:
“CUMOK nedir? Cumhuriyet Okuru’nun kısaltılmış adıdır… Elinizdeki gazetenin satılıp satılmadığını herkesten önce o bilir. Nerden bilir? Başyazısından, köşe yazılarından… Haber başlığından… Noktasından, virgülünden, havasından, renginden, kokusundan…”
Gerçekten de Cumhuriyet Okuru daha sonra gazetenin yazılarına, yazarlarına, rengine, kokusuna baktı ve Cumhuriyet’in satılıp satılmadığını gördü. Çünkü Cumhuriyet’in KOÇ’tan aldığı avanslara karşılık verdiği hizmetler sadece TÜPRAŞ özeleştirmesi için şakşakçılık yapmakla sınırlı kalmadı. Örneğin özeleştirme uygulamalarına karşı çıkan ve TÜPRAŞ’ın özelleştirmesini de eleştiren ekonomi yazarlarından Prof. Dr. İzzettin Önder’in yazılarına son verildi. Daha sonraki süreçte Korkut Boratav gibi sosyalist ekonomistler uzaklaştırıldı. En sonunda da Bertan Onaran gazeteden dışlandı.
Ama İlhan Selçuk’un 10.12.2005 tarihli Cumhuriyet’te yayınlanan “Yaşanan Olayın Püf Noktası” başlıklı yazısına bakılacak olursa “…Cumhuriyet sermaye gazetesi değildir… Bizde patron yok!”
Ve bugün de aynı masalları Hikmet Çetinkaya okuyor:
“Bu gazetenin milyon dolarları, parası pulu yoktur. Sadece okurlarına güvenir.”
“Öyle yalanlar vardır ki kabahati, söyleyen ağızdan ziyade dinleyen kulaktadır” der bir Arap atasözü… Ne yapalım ki Cumhuriyet Okurları, bu tür masallar dinlemekten hoşlanıyorlar!
Oysa sadece “okurlarına güvenen”(!) Cumhuriyet, Bertan Onaran’a dayanamadı, İzzettin Önder’i hazmedemedi, Korkut Boratav’ı benimseyemedi. Bu üç yurtsever aydınımız da, “solcu” ve “Atatürkçü” Cumhuriyet gazetesinden uzaklaştırıldı.
Neden?
Onaran, Önder ve Boratav, belki birçok konuda farklı düşünüyor olabilir, ama üçünün de ortak paydası sermayeye karşı emekten yana olması ve ulus-devletin kazanımlarını savunmasıdır. Bu yazarlarımızın yazılarında AB’ye övgüler bulamazsınız, sermaye kesimine dalkavukluk yoktur. Onun için bu üçlünün, İlhan Selçuk’un “Cumhuriyet AB’ye girmekten yanadır; bu fikir çeşitli zamanlarda dile getirilmiştir.” (Cumhuriyet, 21.12.2005) şeklinde tanımladığı Cumhuriyet’te yeri yoktu. Bu nedenle son birkaç yıl içinde, Cumhuriyet okurunu uyutarak atılan adımlarla, Korkut Boratav, İzzettin Önder ve Bertan Onaran Cumhuriyet’ten koparıldı. Boratav, Önder ve Onaran’a katlanamayan Cumhuriyet, Tuna Kiremitçi ve Kürşat Başar’ı bağrına bastı ama!
Kamuoyu, Kürşat Başar’ı televizyonda yaptığı programlardan tanıyor. Bir programda, yemek masası etrafına topladığı konuklarla sohbet ediyor “yazarımız”… Bir başka kanalda ise “Başka Yerde Yok” isimli eğlencelik bir sohbet programı yapıyordu. Ama sanırım birçok kişi Kürşat Başar’ın, şu anda yayınlanmakta olan İkinci Cumhuriyetçi, mandacı TARAF gazetesinin öncülü olan Yeni Yüzyıl gazetesinde yazarlık yaptığını unutmuştur. Kürşat Başar, Cumhuriyet’ten önce TARAF’ta yazıyor olsaydı eğer, yer yerinden oynardı herhalde… Çünkü bugünlerde Taraf’a muhalif olmak moda! Ama Başar’ın, geçmişte Yeni Yüzyıl’da kalem oynatmış olması o kadar tepki yaratmıyor. “Hafıza-ı beşer nisyan ile malul” çünkü… Şöyle meraklı biri Yeni Yüzyıl arşivlerini bir karıştırsa, Kürşat Başar’ın eski yazılarında ne inciler bulur kimbilir!

Cumhuriyet’in bağrına bastığı diğer “yazarımız” da Tuna Kiremitçi… Onu da tanıtmaya gerek yok, zira yeteri kadar “ünlü”… Ama Tuna Kiremitçi’nin “ulusalcı” ve “Atatürkçü” Cumhuriyet’e nasıl uyum sağlayacağını gösteren ufak bir örnek sunalım hemen.
Radikal gazetesinin AB’yi pazarlamak için çıkardığı parasız ek, Kriter dergisinde 1 Eylül 2008 tarihinde yayınlanan bir söyleşide Tuna Kiretmiçi’ye soruluyor:
“Türkiye’nin üyeliğini engelleyen en önemli nedenler nelerdir?”
“Cumhuriyet’in çiçeği burnunda yazarı” şöyle yanıt veriyor:
“Ulus devlet olmayı tam başaramadık. Gerçi “ulus devlet” dediğimiz de pek matah bir şey olmadığından bu iyi mi oldu kötü mü oldu açıkçası emin değilim.” Cumhuriyet Okurları, Mustafa Kemal’in 1924’te Yunus Nadi’ye “İstanbul’a git, Cumhuriyet’i çıkart” demiş olmasıyla övünür dururlar, bu tür örnekler vermeyi pek severler. İşte şimdi, 1924’te Atatürk’ün emriyle kurulan Cumhuriyet’te “ulus devlet dediğiniz de pek matah bir şey olmadığından…” diye laflar yumurtlayan biri yazacak. “Başka yerde yok”!
Bütün bu gelişmeler çerçevesinde yanıtlanması gereken bir soru daha var sanırım:
İyi de neden şimdi?
Bu bağlamda “Mustafa Balbay’ın olduğu iddia edilen günlüklerde geçen İlhan Selçuk ile yapılmış bir konuşma daha bir anlam kazanıyor. Mustafa Balbay’ın notlarına göre “İlhan Selçuk 14 Eylül Pazar akşamı Ankara’ya geliyor.” Akşam Kent Otel’de baş başa Balbay ile görüşüyor. Şunları söylüyor Selçuk:
“Diyelim ki ben bir gün… öldüm. O gün ne olacak? Karar verin. O gün gazetede herkes bir tarafa gidecektir. Kimi Koç’a, Sabancı’ya gidecektir. Kimi, Çapan’a, zaten gazete içinde adamları var. Benim yaşadıklarım, tecrübem, en güvenilir olarak Turgay’ı (Turgay Ciner-S.A) gösteriyor. Hiç beni aldatmadı. Ne dediysem yaptı. Gözü kara, dediğini yapıyor. Bana Sabah’ın bilançolarını gösterdi, hep kârda…”
Allah uzun ömür versin, İlhan Selçuk daha ölmedi. Ama gazetede yapılan şu son operasyon çerçevesinde etkin olduğu iddia edilebilir mi? Bu soruya ister “evet”, ister “hayır” şeklinde yanıt verin, sonuç değişmeyecektir!
1924’te Yunus Nadi, “Cumhuriyet’in siyasi programı isminden belli olduğu gibi, onu yayımlayanların siyasi hayatlarından da bellidir… Gazetemiz ne hükümet gazetesi ne de bir parti gazetesidir” diyordu. Bugünün Cumhuriyet’i ise “Atatürkçülük”, “solculuk”, “emekten yana olmak” gibi sıfatlarla çizgisini ve tarafını gözlerden saklamaya çalışan bir sermaye gazetesidir artık!
İlhan Selçuk, yıllar önce yazdığı bir yazısında şunları söylüyordu:
“…Kurtuluş Savaşı’ndan sonra yüzümüzü döndüğümüz Batı, bu yurdu istila etmek isteyenlerin Batısı değildi. Atatürk’ün Batısını anlamak isteyenler Kemalizm’in ne olduğunu bilmek zorundadırlar. Kemalizm, ekonomisiyle, hukukuyla, ahlakıyla, eğitimiyle, sömürgecilik ilkelerine bağlanmış bir Batı’yı örnek almadı… Biz bu Batı’yı önce yurdun topraklarından kovmuştuk. Ama silah kuvvetiyle bu ülkenin topraklarına giremeyen Batı, yıllarca sonra kılık kıyafet değiştirerek dost kılığında gelmiş başköşeye kurulmuş… Hangi Atatürk? Biz Atatürk’e de, Kemalizm’e de ihanet edeli yıllar ve yıllar oluyor… Atatürkçülük bir laf değildi… Varlığımızı kaybetmek pahasına yaşadığımız bir büyük tarihi serencamdan çıkarılmış bir netice idi. Biz onu bırakıp, on beş yıldan beri, fosilleşmiş sömürgeci Batı’nın peşine takılmışız. Bugün çektiğimiz büyük ıstırapların sebebi başka nedir ki ?” (Batı” , Yeni Krallar… Yeni Soytarılar, Çağdaş Yay., İstanbul, 1974 , s.9-11)
Ama “aynı” İlhan Selçuk, üstelik bir de alay eder gibi, Cumhuriyet’in ilanının 81. yıldönümünde, 29 Ekim 2004’te yazdığı bir başka yazısında, AB hakkında artık şu değerlendirmeyi yapıyordu:
“AB’nin durumu daha ilginç! Bu örgütün laik ve demokratik kurallar temelinde bir uygarlık oluşumunu simgelediği kesindir; Türkiye bu uygarlık hedefine yönelik pusulayı Atatürk ‘ten beri benimsemiştir; yol haritamızı değiştirecek değiliz…” (İlhan Selçuk, “Kurtuluşun Önkoşulu” Cumhuriyet, 29.10.2004)
Nereden nereye… “Fosilleşmiş, sömürgeci Batı”yı, şimdi, büyük devrimci Mustafa Kemal Atatürk’ün “çağdaş uygarlık” hedefi ile paketleyip, “bir uygarlık oluşumu” olarak milletin önüne koyan Cumhuriyet gerçekten bağımsızlıkçı ve Kemalist midir bugün?
Yanıtı yine İlhan Selçuk veriyor:
“Hangi Atatürk? Biz Atatürk’e de, Kemalizm’e de ihanet edeli yıllar ve yıllar oluyor… Atatürkçülük bir laf değildi… Varlığımızı kaybetmek pahasına yaşadığımız bir büyük tarihi serencamdan çıkarılmış bir netice idi. Biz onu bırakıp, on beş yıldan beri, fosilleşmiş sömürgeci Batı’nın peşine takılmışız.”
“Cumhuriyet Okurları” şimdi otursunlar da düşünsünler bakalım:
Gazetenin gerçek sahibi kimdir? Cumhuriyet satılmış mıdır, satılmamış mıdır?
Serdar Ant İLK KURŞUN GAZETESİ SAYI 40

Serdar Ant-/-“CUMHURİYET” KİME GÜVENİR?
Hikmet Çetinkaya, 19 Nisan tarihli Cumhuriyet’te yayınlanan “Balbay Cumhuriyet’in Başının Tacıdır” başlıklı yazısında şöyle diyor:
“Bu gazetenin milyon dolarları, parası pulu yoktur. Sadece okurlarına güvenir. Balbay’ı satmadık, satmayız. Satmak isteyenler olursa, ilk karşı koyacak olan yine bizleriz.”
Balbay’ın Cumhuriyet için ne anlama geldiğini, bizzat kendisi açıkladı:
“İlk ağırlaştırılmış müebbeti bana gazetem verdi!”
Onun için Çetinkaya ve bazı Cumhuriyet yazarlarının, şimdi Mustafa Balbay için köşelerinden övgüler düzmesi görünüşü kurtarmaya yönelik olmaktan başka bir anlam ifade etmiyor. Çetinkaya’nın dediği gibi, Cumhuriyet Balbay’ı sattı mı, satmadı mı, bunun tartışması ayrıdır. Ama şurası açıktır ki, Cumhuriyet gazetesi Balbay’dan da Çetinkaya’dan da Selçuk’dan da önemlidir ve esas olan onun satılmamış olmasıdır. Bu bağlamda Çetinkaya’nın “bu gazetenin milyon dolarları, parası pulu yoktur. Sadece okurlarına güvenir” sözleri ayrı bir anlam kazanıyor.
Gerçekten öyle midir?
Cumhuriyet, gerçekten okurlarına mı güvenir?
İlhan Selçuk’un sıklıkla yinelediği gibi Cumhuriyet bir holding gazetesi değil midir gerçekten?
Bu soruya kişisel önyargılardan bağımsız bir şekilde yanıt verebilmek için İlhan Selçuk’un, Saygı Öztürk’ün Belgelerle Ergenekon (Doğan Kitap, İstanbul 2008) isimli kitabında tamamına yer verilen (s.339-363) ifadesinde yer alan kimi açıklamalara bakmak gerekir.
22 Mart 2008 tarihinde Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü’nde alınan ifadesinde İlhan Selçuk’a soruluyor:
“Soru: 22.02.2008 günü Murtaza Çelikel ile yaptığınız telefon görüşmesinde Murtaza Çelikel’in “Aysel Hanım sizi evinde yemeğe çağırıyor, elçiye zeval yoktur. Osman Berkmen, Mehmet Emin Karamehmet, bir de Sanayi Odası Başkanı gelecek” dediği tespit edilmiştir. Görüşmeyi yaptığınız Murtaza Çelikel kimdir?
İlhan Selçuk: Murtaza Çelikel bir işadamıdır. Bülent Ecevit’in yakın dostudur.
Soru: Yemeğe katılacak olan Osman Berkmen, Mehmet Emin Karamehmet ve Sanayi Odası Başkanı ile aranızda nasıl bir ilişki vardır? Yemeğe katıldınız mı? Yemekte hangi konular konuşuldu? Açıklayınız?
İlhan Selçuk: Osman Berkmen, Mehmet Emin Karamehmet’in çok güvendiği bir işadamıdır. Benim de dostumdur. Mehmet Emin Karamehmet, holdingteki ortağımızdır. Aynı zamanda medya grubu başkanıdır.” (Belgelerle Ergenekon, s. 353)
Murtaza Çelikel, Osman Berkmen, Mehmet Emin Karamehmet gibi işadamları İlhan Selçuk’un dostlarıdır! Üstelik Mehmet Emin Karamehmet “holdingteki ortağımızdır.”
Peki, bu holding, hangi holdingdir? “Holding gazetesi” olmadığı iddia edilen Cumhuriyet’in holdinglerle ve holding patronları ile işi ne?
“Cumhuriyet gazetesinin şu andaki hissedarları ve gazete yönetimi” hakkında İlhan Selçuk’un verdiği bilgiler şöyledir:
“Cumhuriyet gazetesinin asıl sahibi Cumhuriyet Vakfı’dır. Cumhuriyet Vakfı’nın iştiraki olan birden çok şirket vardır. Gazeteye finansman temin etmek amacıyla vakfın bünyesinde Yenigün Holding AŞ isimli şirket, bu şirketlerden birisidir. Bu şirketin hissedarları; Turgay Ciner, Mehmet Emin Karamehmet, Aydın Doğan’dan İnan Kıraç’a kadar yaklaşık 185 kişidir.” (Belgelerle Ergenekon, s.343)
İlhan Selçuk bu durumu, “laik Atatürkçü işadamlarımızdan destek alıyoruz. İlhan Kıraç Vakıf Danışma Kurulu Başkanımız oldu. Ayrıca Koç Grubu’ndan Hakan Gören isimli şahıs da Vakıf yönetim kurulu üyeliğine seçildi. Biz Vakıf yönetim Kurulu’nu ismen daha da zenginleştirmeye çalışıyoruz” sözleriyle açıklamaktadır. (Belgelerle Ergenekon, s. 354)
Böylece Turgay Ciner, Mehmet Emin Karamehmet, Aydın Doğan, Rahmi Koç gibi işadamları “Atatürkçü” oluyor ve Cumhuriyet de onlardan destek alıyor!
İlhan Selçuk’un bahsettiği isimler genelde kamuoyunun bildiği tanınmış işadamlarıdır. Peki, Hakan Gören kimdir?
Bu konuda Mustafa Balbay’ın olduğu iddia edilen günlükler ilginç bir ipucu vermektedir. Medyada Ergenekon davasının “İkinci İddianame”si olarak bilinen ve İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’ne 2009/188 no ile sunulan iddianamenin dayandığı ve mahkemeye kanıt olarak sunduğu kaynaklardan biri olan Cumhuriyet gazetesi Ankara temsilcisi ve yazarı Mustafa Balbay’a ait olduğu iddia edilen günlüklerde yer alan “GUNMAR05.TXT adlı dosyada, ‘İS’nin 21-25 Mart Ankara Ziyareti’ başlığı altında” yazılanlar Cumhuriyet’in geçtiğimiz yıllarda sermaye kesimi ile kurduğu ilişkiler hakkında ilginç ipuçları vermektedir. Balbay günlüğüne şunları kaydetmiş:
“İlhan Selçuk 21 Mart gecesi saat 23.00 sıralarında Ankara’ya karayoluyla geldi. Telefonla yolda konuştuk, haberler iyi, otelde konuşalım dedi. 23.30 sıralarında odadan konuştuk. KOÇ iki temsilcisini göndermiş, Hakan Görür, Bülent Özaydınlı ve bir kişi daha.
‘İlhan Abi, biz görevli geldik… her türlü desteği veriyoruz. İki milyon dolarlık destek… Bunu reklam avansı olarak veriyoruz… İşbirliğini sürdürmek istiyoruz.’
İlhan Selçuk çok sevinçli, ‘Yırttık Balbay, bu iş tamam, haydi hayırlısı’ dedi.”
Mustafa Balbay’ın olduğu iddia edilen bu günlüklerde adı geçen Hakan Görür, İlhan Selçuk’un “Vakıf yönetim kurulu üyeliğine seçildi” dediği Koç Grubu’ndan gelen Hakan Gören isimli kişi midir acaba?
Hikmet Çetinkaya ya da herhangi bir Cumhuriyet yetkilisi, okura masal okuyacaklarına önce çıkıp bu soruya yanıt vermelidir!
Eğer bu iki isim aynı kişiyse, Koç Holding 2 milyon dolarlık reklam avansı karşılığında bir adamını Cumhuriyet Vakfı’nın Yönetim Kurulu’na sokmuş ve Cumhuriyet de bu şekilde yırtmıştır!
Ama dostlar arasında 2 milyon doların lafı mı olur? “Solcu” ve “emekten yana” olduğu iddia edilen İlhan Selçuk değil midir, “Rahmi Koç benim dostumdur” (Belgelerle Ergenekon s. 353) diyen? Turgay Ciner, Mehmet Emin Karamehmet, Turgay Ciner, Şevket Sabancı gibi ünlü işadamlarıyla dostluk ve iş ilişkileri içinde olan İlhan Selçuk değil midir?
Oysa ne diyordu 10.12.2005 tarihli Cumhuriyet’te yayınlanan “Yaşanan Olayın Püf Noktası” başlıklı yazısında İlhan Selçuk:
“…Cumhuriyet sermaye gazetesi değildir… Bizde patron yok!”
Ve ne diyor bugün Hikmet Çetinkaya?
“Bu gazetenin milyon dolarları, parası pulu yoktur. Sadece okurlarına güvenir.”
Hadi canım sende!
Serdar Ant-/-“ CUMHURİYET ” KİME GÜVENİR?


“Böyle bir darbe düşünülmüş onu biliyoruz”


CUMHURİYET GAZETESİ NEREYE KOŞUYOR?


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder