Saddam etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Saddam etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

7 Eylül 2018 Cuma

IRAK KÜRT BÖLGESİNİN JEOPOLİTİĞİNE İLİŞKİN STRATEJİK ÖNGÖRÜLER. BÖLÜM 7

 IRAK KÜRT BÖLGESİNİN JEOPOLİTİĞİNE İLİŞKİN  STRATEJİK ÖNGÖRÜLER. BÖLÜM 7



ÜÇÜNCÜ BÖLÜM 

SEÇENEKLER VE TEMEL DEĞİŞKENLER BAĞLAMINDA SEÇENEKLERİN YORUMLANMASI 

3.1. Seçenekler 

“Irak Kürt bölgesinin jeopolitiğine ilişkin stratejik öngörüler” konulu çalışmanın seçenekleri (Hipotezleri) üç olasılıklı tespit edilmiştir; 

i. Irak’ın Kuzeyindeki Kürt bölgesi yönetimi hukuken bağımlı, fiilen bağımsız bir devlet gibi hareket edebilir. 
ii. Irak’ın Kuzeyindeki Kürt bölgesi yönetimi bağımsız bir devlet olabilir. 
iii. Irak’ın Kuzeyindeki Kürt bölgesi yönetimi federal veya konfederal yapıda sürebilir. 

Üçüncü seçenek, halihazırda Irak’taki mevcut uygulamaya en yakın olan durumdur. Farklı olan seçenekler, ilk iki seçenektir. İlk iki seçenek olan, 
“ Irak’ın Kuzeyindeki Kürt bölgesi yönetimi hukuken bağımlı, fiilen bağımsız bir devlet gibi hareket edebilir veya bağımsız bir devlet olabilir” in temel değişkenlerine ait ayrıntılar aşağıda verilmiştir. 

3.2. Temel Değişkenler Bağlamında Seçeneklerin Yorumlanması 

Seçeneklerin oluşumunu etkileyen, belirleyici olan temel değişkenler üçüncü bölümde ayrıntılı olarak ele alınmıştır. Aşağıda, seçeneklerin belirlenmesinde rol oynayan temel değişkenlere ilişkin yürütülen mantık ve gerekçeleri açıklanmıştır. 

ABD Politikası

 Irak’ın işgalinden (2003) önce, KDP lideri Barzani; AB’yi, Rusya’yı ve Çin gibi kıtasal güçlerin çekincelerini kaale almayan süper güç ABD’ye şartlar öne sürebilmiştir. Barzani, Saddam’dan sonra, Kuzey Irak’ta Kürtlere özerklik verilmesini, petrol bölgesi Kerkük’ü Kürdistan’ın başkenti olarak resmen tanımasını ve hiçbir ülkenin Irak’a müdahalesine izin vermemesini ABD’den talep etmiştir. ABD yönetimi, Kürtlerin taleplerini çıkarları gereği ciddiye almıştır. Bu esnada NATO üyesi ve ABD’nin sıkı müttefiki (kimi uzmanlara ve siyasilere göre Stratejik ortağı) Türkiye’de ABD’den taleplerde bulunmuştur. Bu taleplerden bazıları; Kürt grupların bağımsızlık düşüncelerinin ve Kerkük’ün Kürt grupların eline geçmesinin engellenmesidir.261 

Türkiye’nin ABD çıkarlarını etkileme kapasitesinin Kuzey Iraklı Kürt gruplar kadar olmadığı veya ABD’nin Kuzey Irak Kürt bölgesindeki çıkarlarının, müttefiki Türkiye’deki çıkarlarından fazla olduğu zamanla anlaşılmıştır. Türk hükümetinin istekleri ABD tarafından ciddiye alınmamıştır. 

30 ocak 2005'te sandık başına giderek geçici hükümet üyelerini belirleyen Irak halkının başına262 Kürt lider Talabani Cumhurbaşkanı, Kürt Zebari’de dışişleri bakanı olarak seçilmişlerdir. İlk kez daimi bir hükümet için 15 aralık 2005'te yapılan seçim sonrasında da Kürt Cumhurbaşkanı ve dışişleri bakanı koltuklarını korumuşlardır. Geçici anayasaya, Kerkük’ün Kürt bölgesine dahil edilebilmesi için 2007’de referandum öngören ilgili anayasa maddesi, ABD’nin gözetiminde ve onayı ile konmuştur. Irak’ta çoğunluğa sahip Şii’ler, “Kerkük Irak’ındır” diyen Caferi’yi Başbakanları olarak ABD’ye kabul ettiremezken, gelişmeleri demokrasi ile açıklamak yetersiz kalmaktadır. 

 Irak Anayasası'na yerleştirilen federasyon, bölge için yeni bir olgudur. Arap veya İslam ülkesinde böyle bir yapı yoktur. Bazı Batılı ülkelerde işleyen 
federasyonun, islam ülkelerinin ekonomik, demokrasi ve laik yapıları dikkate alındığında, federasyonun başarılı olacağını söylemek zordur. Mevcut Irak 
Anayasa’sı Irak’ı paramparça edecektir. 263 

Kürt parlamentosunun toplanması, Kürt özerk hükümetinin kurulması, Kürt silahlı güçleri peşmergelerin dağıtılmaması veya merkezi hükümetin 
kontroluna verilmemesi, Irak’ın kuzeyindeki Kürt oluşumunun “devlet gibi” müstakil hareket edebilmekte olduğunu göstermektedir. ABD başkanı 
Bush’un KDP lideri Barzani’yi Beyaz Saray’da ağırlaması,264 bazı ülkelerin Kürt bölgesinde konsolosluklar açma çabası, Kürt oluşumun devlet gibi 
müstakil hareket edebilmesini kolaylaştırmaktadır. 

Barzani, Washington’a ABD’nin tahsis ettiği özel uçakla gitmiştir. Siyasi uzmanlar Talabani’nin ardından ABD’ye giden Barzani’nin, Oval Ofis’te 
ağırlanmasının sadece bir jest olduğu yorumunu yapmaktadırlar. Devlet başkanı gibi bir protokolun uygulanmasını sadece jestle açıklamak eksik olacaktır. Irak Devlet Başkanı Celal Talabani ise Barzani’nin ziyaretinin Irak Kürdistan kimliğinin ABD yönetimi tarafından tanınması anlamına geldiğini savunmuştur. 

KDP lideri Barzani’nin Türkiye’yi hedef alan, Kürt sorununun bir realite olduğunu, bundan dost ve komşu ülkelerin rahatsız olmamaları gerektiği ve 
Kürtlerin de devlet kurma hakkı var şeklindeki konuşmalarını, ABD’den bağımsız yaptığı düşünülmemelidir.265 

ABD’nin önde gelen gazetelerinden Los Angeles Times, Mesut Barzani’nin liderliğindeki Kürdistan Demokrat Partisi’nin (KDP) Norveçli DNO şirketi ile yaptığı anlaşma çerçevesinde, 2005 Kasım ayının son haftasında Zaho kentinin yakınlarında petrol aramaya başladığına dikkat çekmiştir. 
ABD’nin öncülüğündeki 2003 işgalinden bu yana yeni arama faaliyetlerini öngören ilk anlaşma, Bağdat’ta siyasi liderlerin şaşkınlıkla tepki göstermesine 
yol açmıştır. Türkiye’nin Ovaköy’de bir sınır kapısı açmasına ABD onay vermezken, Norveç’li bir firmanın ABD onayı olmadan, ABD işgali altındaki 
topraklarda petrol arayabileceğini düşünmek gerçekçi olmayacaktır. ABD, Irak’ın Kuzeyindeki Kürt oluşumun, “Bir devlet gibi” hareket etmesine zemin 
hazırlamaktadır.266 

Körfez savaşından sonra (1991) oluşturulan güvenli bölge sayesinde, Irak’lı Kürtler “ayrı bir devlet” gibi davranabilmişler, yönetim tecrübesi edinme 
fırsatını ABD sayesinde bulmuşlardır. KDP ve KYB arasındaki silahlı çatışma ve anlaşmazlığı ABD, 1998’de Washington Anlaşması ile gidermiştir. 
Ardından 4 Ekim 2002’de “Kürdistan Ulusal Meclisi” nin toplanması ve “Kürdistan Anayasa” taslağının oluşturulması kararlaştırılmıştır. Toplantıda 
Daniel Mitterand bizzat onur konuğu olarak katılırken, ABD Dışişleri Bakanı Powel, mesaj çekerek birlik ve beraberliğin önemini vurgulamıştır. 

Irak Kürdistan Demokrat Partisi (KDP) lideri ve ’Kürdistan Bölge Başkanı’ Mesut Barzani, “Kürdistan” olarak nitelendirdiği Kuzey Irak’ta kesinlikle Irak bayrağını kullanmayacaklarını, dünyadaki diğer halklar gibi Kürtlerin de bağımsızlık hakkı bulunduğunu savunmaktadır. Kürt lider Irak bayrağının Kürtlere baskı, zulüm, katliam günlerini anımsattığını, bu nedenle değişmediği müddetçe bu bayrağı “Irak Kürdistanı” olarak nitelendirdiği bölgede asmayacaklarını söylemektedir. “Kerkük-Kürdistan” isimli internet sitesinde de açıklamaları yayınlanan Barzani, Kürtler’in kendi kaderini tayin etme hakkı bulunduğunu, Kürtler’in bu hakkı kullanmak için imkan bulmaları halinde hiç geciktirmeden bu hakkını kullanacaklarını ileri sürmektedir. 

Barzani, medya organlarında yer alan 8, 6 ya da 4 yıl sonrasındaki referandumdan söz eden haberlerin önemli olmadığını söylemektedir; 

"Bizim temel problemlerimiz; Kürdistan’ın sınırları, Kürdistan Peşmerge’sinin rolü, doğal kaynaklar, kadın hakları ve demokrasidir. Eğer şimdi gerekli olan 
şeyleri yapmazsak, bu fırsatın bir kez daha önümüze çıkıp çıkmayacağı belli değil. Biz, Kürt ve Kürdistanlılar olarak neyi ne kadar talep edersek 
azdır. Bazıları taleplerimizi aşırı buluyor. Arapların, taleplerimize ve gönüllü federasyon isteğimize teşekkür etmeleri gerekiyor. Kürtler, bu yılın birinci 
ayının 30’unda yapılan referandumda yüzde 98 oranında bağımsızlık istediklerini beyan ettiler..... 
........Kürtçe resmi bir dil olmalı ve sadece Kürdistan yönetimindeki bölgede değil. Kürtçenin Irak’ın güneyindeki bir kentte de resmi olmasını söylemiyoruz; ancak devletin resmi belgelerinde, haberleşmelerinde, verilen kararlarda, örneğin; para, posta pulu, pasaport ve diğer tüm resmi belegelerin 
her iki dilde; Kürtçe ve Arapça yazılması gerektiğini savunuyoruz..... Kürdistan’ın sınırlarının belirlenmesi, Kerkük, Hanakin, Şıngar, Zımar ve diğer kasabaların durumu Geçici Temel Yasanın 58. maddesine göre çözülmelidir. Eğer 58. madde yerine getirlirse, başarılı olacağız ve bu konudaki kaygılarımız 
giderilmiş olacak. Ne var ki, Araplar 58. maddenin gereklerini yerine getirmek istemiyorlar...... Peşmerge hiçbir devletin emriyle kurulmamıştır ve hiç kimsenin 
emriyle de ortadan kaldırılamaz. Peşmergenin rolü değişebilir; bunun için bir mekanizma bulunabilir.." 267 

Geçici temel yasanın 58. maddesinin, ABD’nin onayı olmadan temel yasa içersinde yer alamayacağı unutulmamalıdır. 

Türkiye’nin Durumu 

Irak’ın Kuzeyinde bir Kürt devleti kurulmayacağına Türkiye’nin inanması veya inandırılması önemli bir adımdır. Çünkü, Türkiye’nin jeopolitik gücü, Kürt oluşumun devletleşmesine veya kurulabilse bile yaşamasına engel olmaya yetecektir. KYB lideri ve Irak Devlet Başkanı Celal Talabani, Kuzey Irak'taki Kürtlerin bağımsız bir devlet kurmak gibi bir niyet ve girişim içerisinde bulunmadıklarını, bağımsız bir Kürdistan’ın sadece bir rüya olduğunu açıklaması ihtiyatlı karşılanmalıdır.268 ABD'nin Bağdat büyükelçisi Zalmay Halilzad’ta, Iraklı Kürtlerin bağımsızlığının söz konusu olmadığını ve Kürtlerin bunu istemediğini söylemektedir.269 

ABD yönetimi, sık sık Irak’ın toprak bütünlüğünün önemini vurgulamaktadır. Ancak, uygulamada ise Irak’ın toprak bütünlüğünü zayıflatabilecek gelişmeleri teşvik ettiği veya seyirci kaldığı görülmektedir. Süper hegemon güç ABD, Irak’ta asayişi ya sağlayamamaktadır yada bir iç savaş çıkmasını bekler görünmektedir. Irak’ta bir direniş olduğu ve bu direnişi ABD’nin durduramadığı bir vakıadır. Bir Şiilerin ibadet yerleri, bir Sünnilerin ibadet yerleri bombalanmaktadır. Bu arada İngiliz özel birliklerinin sivil yerel kıyafetle ve patlayıcılarla yakalanmaları, kafalarda soru işaretlerine yol açmaktadır. ABD, Irak’lıların kendilerine karşı mücadele etmelerini değil, birbirleri ile mücadele etmelerini bekler görünmektedir. Bu arada Kürt bölgesinde ciddi terör olayları olmaması da hayli düşündürücüdür. İngiliz askerlerinin patlayıcılarla Şii bölgesinde yakalanması, Kürt bölgesindeki asayişin gerekçesini bir nebze de olsa açıklamaktadır. 

Türkiye’nin; Kerkük, bölücü terör örgütü PKK kampları ve Türkmen hassasiyetlerini dikkate alacağını söyleyen, ama uygulamada tam tersini 
yapan ABD politikalarına güveni sarsılmıştır.270 Üstelik Türk askerinin kafasına çuval geçiren “stratejik ortak” ABD, Türk kamuoyu tarafından tehdit 
olarak görülmeye başlanmış, ulusalcılık dalgasının hızla yükselmesine yol açmıştır. Türkiye’nin hassasiyetleri konusunda ABD’nin somut adımlarını 
görmeden, Türk kamuoyunun ABD’ye inanması zor görünmektedir. ABD’nin Irak’ın Kuzeyinde olası bir Kürt devleti projesini gündemde tutuyor olması, iki 
olasılığı akla getirmektedir. Birincisi, ABD’nin Kürt devleti projesi vardır, ikincisi, ABD Kürt kartını kullanarak, başta Türkiye olmak üzere bölge ülkeleri 
üzerinde kullanmak istemektedir. Kürt devleti projesi var ise, Türkiye’den, Irak’taki Kürt oluşumun ayakları üzerinde durmasına ve himaye edilmesine 
katkı sağlayacak politikalar geliştirmesi istenecektir.271 Çekiç Güç ve Keşif harekatı ile Kürt devleti oluşumuna bilerek veya bilmeden, doğrudan katkı 
yapan Türkiye 272, doğmakta olan yeni bir devletin güçlenmesini çıkarlarına aykırı bularak katkı yapmak istemeyecektir.273 ABD isteklerine direnen 
Türkiye’nin direnci, başta ekonomi alanında olmak üzere, Asayiş, Terör,274 Laik-Antilaik kutuplaşmaları vb. konular üzerinde yürütülecek operasyonlarla275 kırılmak istenecektir.276 Türkiye, etnik ve mezhep çatışmaları tetiklenerek istikrarsızlığa itilmek istenecektir.277 Teşbihte hata olmaz, Türkiye’ye ölümü gösterip (bölünme), sıtmaya (Kürt oluşumun devletleşmesine) razı etmeye çalışacaklardır. 278 Gazeteci Necati Doğru, Diyarbakır’da meydana gelen sokak eylemleri hakkında köşesinde şöyle demektedir; olaylar, ......ilki 80 yıl önce denendi. 

Arkasında İngiltere vardı. Başarılı olunamadı. Bu ikincisidir. Arkasında ABD var. 

Birinci süper (ABD) ve ikinci süper (AB) karar birliği, ağız birliği, istek birliği, dünyayı kendi çıkarları için yeniden biçimlendirme birliği yaptı. Ortadoğu''da 
bölünmüş Türkiye planına "uygundur" işareti çakıyorlar. Irak, İran ve Anadolu''dan bölünüp koparılmış topraklar üzerinde "Büyük Kürdistan kurulmasına" da maddi manevi güç veriyorlar...”279

 Bazı gelişmeler, önümüzdeki dönemde Türkiye’nin direncinin kırılmak isteneceğini göstermektedir. 

Bir süredir TSK’nin Türk Milleti üzerindeki inandırıcılığı ve itibarını sarsıcı gelişmelerin arkasında dış güçlerin olması, ihtimal dahilindedir. 
Türkiye’nin, karşılaşabileceği her türlü iç ve dış tehditler karşısında son güvencesi TSK’dir. Türkiye’nin savunma refleksleri, mücadele direnci 
kırılmak istenmektedir.280 

Ankara Ticaret Odası (ATO) Başkanı Sinan Aygün, Türkiye'nin güney sınırındaki mayınlı arazilerin temizlenerek organik tarıma açılması projesine yabancı ilgisinin boşuna olmadığını ve kuşkuyla baktıklarını, projenin yabancıya verilmesinin sakıncalı olduğunu belirtmektedir. Mayın temizleme işinin 49 yıllığına ''yap-işlet-devret'' formülü ile ihale edilecek olmasını da eleştiren Aygün, bölgedeki gelişmeler dikkate alındığında, ''ihaleye İsrail'in ilgi göstermesinin'' kafa karıştırdığını iddia etmektedir. Aygün’e göre; 49 yıl sonra bu arazilerin İsrail'e satılmayacağını kimse garanti edemeyecektir. Osmanlı Kıbrıs'ı böyle kaybetmişti. İsraillilerin bölgeye ilgisi Tevrat'taki 'vaad edilmiş topraklar' meselesini akla getirmektedir. Mardin'de 49 bin, Hatay'da 36 bin, Kilis'te 34 bin, Gaziantep'te 15 bin, Urfa'da 55 bin, Şırnak'ta 16 bin dönüm vatan toprağının 49 yıllığına yabancılara tahsis edilmesi, güvenliğimizi tehdit edecektir. Bütün bunlar bu yana bölgede petrol olduğu ortaya çıkmıştır. 49 yıllık kira müddeti boyunca bölgedeki petrol kimin olacağı da önemlidir.281 Sinan Aygün’ün işaret ettiği hususları, “Vaad edilmiş topraklar” ve “Büyük Kürdistan“ın Akdenize çıkışı projeleri ile birlikte değerlendirilmesinin, “büyük resmin” tam olarak görülmesine katkı sağlayabileceği düşünülmektedir. 

 Türkiye’nin zayıf düşürülmesinde ve baskılar karşısında direncinin zayıflatılmasında, Batının, Ermeni konusunu kullandığı, İçişleri eski bakanı 
Sadettin Tantan tarafından da dile getirilmektedir. Türkiye’yi soykırım suçlusu ilan ederek, Türkiye Cumhuriyeti’ni yıkmayı amaçlayan bir çalışma, uzun 
yıllardır yabancı gizli servisler ve yabancı üniversiteler tarafından yürütülmekte dir. Sözde Ermeni soykırımı ile ilgili Türkiye’de gerçekleştirilen toplantılar, parayla yapılan ısmarlama toplantılardır. Düzenleyenlerin, Amerika, Avrupa Birliği ve Soros'la bağlantıları bulunmaktadır. Amerikalı Ermeniler, AAA adlı bir birlik oluşturarak sözde soykırımı dünyaya kabul ettirebilmek için yılda 15 milyon dolara yakın bir para harcamaktadırlar. İçişleri Eski Bakanı Tantan; 

< ‘’ Amerikalı Ermenilerin AAA adlı kuruluşu, Soykırım Anıtı ve Soykırım Müzesi’nin destekleyicisi, Soykırım Ansiklopedisinin de yayıncısıdır. 
Ayrıca, 55 bin gence Ermeni tarihi, kültürü ve dili ile özellikle, soykırım eğitimi vermektedir. Gençlik kampları ve olimpiyatlar düzenlemektedir.  
Amacı, Türkiye’yi sözde soykırımı kabul etmeye zorlamaktır’’ 282 >  demektedir. 

Irak’ın Parçalanması

    ABD, işgal sonrası Irak’ta düzeni sağlayamamıştır. Sağlamak istemediğine dair bulgular da bulunmaktadır. Eski Dışişleri bakanı Powel ve Pentagon’un generalleri, Irak’ta can güvenliğinin ve düzenin sağlanabilmesi için daha fazla asker talepleri, başta neo-con Savunma Bakanı Rumsfeld ve bazı yetkililer tarafından dikkate alınmamıştır. Savunma Bakan yardımcısı Paul Wolfowitz, Irak’ta barış ve düzen için yüzbinlerce asker gerekeceğini söyleyen Genelkurmay Başkanı Eric Shinseki’yi açığa almıştır. Yağma olayları geniş ölçekte Irak’ı sararken, Savunma Bakanı Rumsfeld; “Olur böyle şeyler..” demiştir. Sonuç olarak, orta sınıf Iraklılar kentlerden ve ülkeden kaçmaktadır.283 Kargaşa ve istikrarsızlığa, oradan iç savaşa doğru kayabilecek bu gelişmeler, bilinçli bir tercih olabilir mi sorusunu akla getirmektedir.284 

Şii ve Sünni grupların ibadet yerlerinin bombalanması,285 Şii ve Sünni mezhep çatışmasını çıkarlarına uygun bulan güçler tarafından yapıldığını akla getirmektedir.286 Irak’ta bilim insanlarına yönelik öldürme ve bombalama eylemleri, belirli bir stratejik düşüncenin eseri gibi görünmektedir. Bütün 
olanlara rağmen, Şii ve Sünni ileri gelenleri, bombalama eylemlerinin287 arkasında ABD-İngiliz ve İsrail güçleri bulunduğunu açıklamakta, birlik ve 
beraberlik çağrıları yapmaktadırlar. Irak’ın toprak bütünlüğünü savunulamaz hale getirmek ve Dünya kamuoyunu, Irak’ın üçe bölünmesine rıza göstermesini sağlamak,288 etnik ve dini gruplar arasında patlak verecek bir iç savaş ile mümkün olacaktır. Amerikalı uzmanlarda açık açık Irak’ın289 bölünme ihtimaline herkesin hazırlanması gerektiğinden söz etmektedirler. 

 Ortadoğu uzmanı gazeteci H. Mahalli, Irak’ta 150.000 insan öldüğünü belirtmektedir. Bir başka uzmanda, Irak’ın diken üstünde hızla federal 
parçalanmaya doğru gittiğini tespit etmektedir. Üniter Irak’ın yerine, üç mikro siyasi birim oluşmaktadır. Batı bölgesel entegrasyonlarla ulus devlet 
sorununu aşmaya çalışırken, İslam dünyası amip gibi bölünmeye zorlanmaktadır. 290

 Bölge Kürtlerinin İşbirliği 

ABD-İran ilişkileri, Şah döneminin sona ermesi ile inişe geçmiş ve ABD politikaları açısından risk oluşturmuştur. Körfez güvenliğine büyük önem 
veren ABD, Körfez Bölgesinin güvenliğini gözden geçirmek zorunda kalmıştır. İslam devrimi sonrası, İran, terör örgütlerine verdiği destekle İsrail’inde güvenliğini tehdit etmiştir. İsrail, Hizbullah tehdidinin kaynağının İran olduğunu düşünmektedir. Cumhurbaşkan’ı Ahmedinecat’ın İsrail’in yok edilmesine dair demeci, bu tehdidin sürdüğünü göstermektedir. 

ABD’nin ulusal güvenlik stratejisinde önem verdiği hususlardan biride serbest piyasa ekonomisinin Dünyada işlemesi ve petrol ticaretinin dolarla yapılması ve petrol arzının ABD kontrolünde bulunmasıdır. Irak’ın işgal edilmesi ile yüzde 10 daha petrol üzerinde kontrolünü artıran ABD, İran petrolünü de kontrol edebilirse, bir yüzde 10 daha petrol üzerindeki kontrolunu artırmış olacaktır. Böylece, Ortadoğu’nun bilinen yüzde 65 civarındaki petrol rezervlerinin kontrolunun tamamı ABD’ye geçmiş olacaktır. ABD, kendisine rakip olabilecek güç merkezlerinin oluşmasının önüne geçmesi bu şekilde mümkün olabilecektir.291

 ABD’nin İran’ı hedef haline getirmesinin altındaki gerçek nedenin bu olduğu ileri sürülebilir. Tabii ki İsrail’in güvenliği açısından nükleer bir İran’ın varlığı da önemli bir etkendir. Ancak, İran nükleer enerji üretmese dahi ABD operasyonu na maruz kalabileceği, ABD Dış işleri Bakanı Rice tarafından da ifade edilmiştir. 

İran’ın ABD politikalarına uyumlu hale getirilmesi veya işgal edilmesi veya bölünmesi, özerk bir Kürt bölgesinin oluşumuna neden olacak, Irak’taki 
Kürt bölgesi ile işbirliğini ve zamanla birleşmesini de gündeme getirecektir. Bu noktadan itibaren, Türkiye’nin bağımsız Kürdistan devletini engelleyebilme olasılığı kalmayacaktır. Türkiye, bir iç savaş, buna bağlı olarak dış müdahale ve bölünme olasılığı ile karşılaşabilecektir. 

 Dünya Siyonist örgütünün yayın organı “Kivunim” dergisinde 1982’de Oded Yinon imzalı, “İsrail için strateji” isimli makalede, Irak hakkında yapılan 
öngörü hayli ilginçtir; 

“ Irak etnik ve mezhebi temeller üzerinde bölünecektir. Kuzeyda bir Kürt devleti, Ortada bir Sünni ve güneyde bir Şii devleti.”292 

İsrail’in güvenliği bakımından bu bölünmenin şart olduğu ileri sürülmüştür. İsrael Shak, “The Zionist Plan for the Middle East” adlı eserinde 

Suriye için yapığı öngörü şu şekilde yer alır;293 

“ Suriye etnik ve dini yapısına uygun olarak olarak çeşitli devletlere ayrıştırılacaktır. Kıyıda bir Şii-Alevi devleti, Halep bölgesinde bir Sünni devleti, Şam’da buna düşman bir başka Sünni devleti, Havran-Kuzey Ürdün-Golan bölgesinde de bir Dürzi devleti. Bu yapı, barış ve güvenliğimizin garantisi olacaktır. Bu hedef, erişebileceğimiz kadar yakındır.” 

ABD, Suriye’nin bazı politikalarından rahatsızlık duymaktadır. Suriye'nin elinde bulundurduğu bazı kozlar, İsrail ve ABD için oldukça yüksek bir maliyet ödemelerine sebep olmaktadır. Bu nedenle, Suriye’nin zayıflatılması ya da tüm kozlarının elinden alınması amaçlanmaktadır. Eğer Suriye'nin İsrail-Filistin barışını etkileme potansiyeli, Irak'ta istikrarı bozma gücü elinden alınabilirse ve Lübnan'daki etkinliğine son verilebilirse, pazarlık yapma ve baskılara dayanma gücü de o oranda zayıflayacaktır. Uzun vadede 

ABD'nin Suriye'ye yönelik hedefi, siyasal ve ekonomik yapılanmasına ilişkin değişim göstermesidir.294 

Türkiye’nin AB Süreci 

Diyarbakır’da meydana gelen kepenk kapattırma, sivil itaatsizlik ve bölgenin Türkiye’den ayrı bir yer olduğunu kabul ettirmeye yönelik eylemler, 
devlet otoritesini yok etmek amacını taşımaktadır. Bu eylemlerin gelişme göstermesinde AB politikalarının büyük bir payı bulunmaktadır. Ayrıca 
ABD’de bütün gücüyle bu sürece destek vermektedir.295 

Washington’un Türkiye politikasındaki en önemli önceliğini, Milliyet Gazetesi Washington temsilcisi Yasemin Çongar, üst düzey bir ABD yetkilisine atfen, köşesinde açıklamaktadır; 

 “...Türkiye ile ilişkilerde çok önemli konular var, ama sonra bir de AB var. Türkiye’yi AB yolunda tutmak, Türk Hükümetinin ‘AB için çok şey yaptık, karşılığını alamadık, seçime kadar duralım ‘ demesini önlemek; AB’nin Türkiye’nin cesaretini kırmamasını sağlamak, bizim güncel önceliklerimiz...”296 

Bir başka kaynakta ABD Dışişleri Bakanı Rice’ın, Türk meslektaşı Gül’e “AB, reformları yavaşlattığınızı düşünüyor, ne yapıp edin, bu izlenimi 
silin..” mesajı verdiğini belirtmektedir.297 Sadi Somuncuoğlu’nun AB üyeliği ile ilgili çarpıcı yorumları bulunmaktadır; 

 “....AB üyeliği ile dayatılan yeni Sevr’in de 4 temel ayağı var....Avrupa Bölgesel ve Azınlık Dilleri Çerçeve Sözleşmesi, Ulusal Azınlıkları Koruma Çerçeve Sözleşmesi, (Bunları, imzalayan AB veya Avrupa Konseyi üyesi ülkeler tarafından dahi uygulanmadığını, daha önemlisi Avrupa müktesebatından 
sayılmadığını, kendi raporlarıyla ortaya koyduk.) İkiz Sözleşmeler diye bilinen Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi ve Ekonomik Sosyal ve Kültürel Haklar 
adlı sözleşmeler.... 

...Bu 4 sözleşmenin tamamı da, sadece Türkiye üzerinden varılmak istenen hedefin değil, Batı’nın Türkiye’yi istismarının ve nasıl bir “salam” politikası 
uyguladığının en somut örneğidir. AB önce imzalamamız için bastırdı, hemen ardından yetkisi ve hakkı olmadığı, ayrıca hiçbir üye veya aday ülkeden 
istemediği halde, çekincelerimizi kaldırmamızı talep etti. Ve nihayet bu talep, ısrardan öte şarta dönüştü. Ama biz halâ “Ne istiyorsunuz, niyetiniz ne?” diye 
sormuyoruz.... 

...... Çünkü Anayasa’nın 42.maddesinin, yani devlet okullarında Türkçe dışında öğretimi yasaklayan maddesinin gözden geçirilmesi, Türkçe dışındaki ana 
dillerin öğreniminin teşvik edilmesi, siyasi partilerin Türkçe dışında propaganda yapması yasağının kaldırılması isteniyor Etnik, dilsel, tarihi ve kültürel 
ortaklığı olan, ancak farklı ülkelerde yaşayan toplulukların irtibatı için teklif edilen kavram ise şu; Akraba Devletler. Sanki teröristbaşı, Barzani, 
Talabani’nin “Kürt Konfederasyonu” veya yöneticilerimiz eliyle son aylarda gündemimize sokulmaya çalışılan Güneydoğu-Kuzey Irak ekonomik 
birlikteliği, ya da Kuzey Irak’a “ağabeylik” formülleri tarif ediliyor, değil mi?....” 298

 Ümit Özdağ, PKK terör örgütünün Suriye, İran, ABD ve AB ülkeleri tarafından desteklendiğine dikkat çekmektedir; 

“Terör örgütü PKK, bir avuç çapulcu değildir. PKK, vekaleten bir savaş yürütüyor. Bu örgüt 19841988 yılları arasında Suriye ve İran’dan, 1988-1991 
yılları arasında Suriye, İran ve Almanya’dan, 1991’den 2003’e kadar Suriye, İran ve AB’den, 2003 yılı sonrasında ise ABD’den aldığı vekalet ve cesaretle Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı, bir terörist mücadele görüntüsü adı altında savaş yürütüyor.... 
....Türkiye, PKK’nın arkasındaki güçlerle savaşmaktadır. Artık bu çatışmanın son 10 senesine, nihai sonucun alınacağı döneme girilmiş durumda. ‘Sorun insan hakları ve demokrasi sorunu’ dediler, ‘Kopenhag kriterlerine uyun’ dediler. Bütün bunlar yapıldıktan sonra utanmadan ‘siyasal referandum’ dediler. Amaç, Türkiye’nin federal bir devlet haline getirilmesi. Bu sebeple AB çözüm değil, Türkiye’nin çözülmesidir” 299 

Erol Manisalı, Türkiye’nin AB üyeliği sürecinde, 6 Mart 1995''teki Gümrük Birliğini ihanet, 17 Aralık 2004'te kabul edilen belgenin de bu ihanetin devamı, tam bir sömürgeleştirme belgesi olarak görmektedir. Manisalı’ya göre, AB, Türkiye'yi kesinlikle AB içine almayacak, Üstelik, bekleme odasında iğfal ederek özel statüye götürecektir. Bütün koşulları yerine getirmiş dahi olsa, Türkiye’nin AB üyeliğini referanduma götüreceğini açıklayan ülkeler bulunurken, bu gerçeği görmeyenleri aptallıkla ve Türkiye'nin AB mandası olmasını desteklemekle itham etmektedir. Manisalı’ya göre; Kürdistan, Büyük Ermenistan, Patrikhane projeleri AB'nin Türkiye politikasının ayrılmaz bir parçası olmuştur. 300 

İşçi Partisi Genel Başkanı ve Aydınlık yazarı Doğu Perinçek, Avrupa Birliği'nin Türkiye'ye üyelik için ön şart olarak ileri sürdüğü bütün dayatmaların arkasında ABD bulunduğunu iddia etmektedir. Bu iddiasını, ABD Temsilciler Meclisi Uluslararası İlişkiler Komitesi'nin 15 Eylül 2005 günü aldığı karara dayandırmaktadır. Avrupa Birliği'nin Türkiye'nin önüne koyduğu bütün şartlar desteklenmekte ve Türkiye'nin bunları kabule "zorlanması" gerektiği açıkça belirtilmektedir. ABD kararının 5. maddesi aynen şöyledir: 

“...ABD Kongresi, (...) Türkiye Cumhuriyeti'nin Avrupa Birliği üyeliği görüşmelerini aşağıdaki koşullarla destekler: A. öncül devleti olan Osmanlı 
İmparatorluğu'nun işlediği Ermeni Soykırımı suçunu kabul ederse: B. Ermenistan Cumhuriyeti ve Ermeni halkı ile yakınlaşma içine girerse; ve C. Avrupa Birliği'nin üyelik görüşmeleri için saptadığı diğer ölçütleri yerine getirirse...” 301 

Gazeteci Güler Kömürcü, Katılım ortaklığı belgesi ile AB’nin Türkiye’nin “Su” yu üzerinde, Fırat ve Dicle nehirleri üzerinde denetim hakkı istediğini ve bu hususun Türk Halkından gizlendiğini ileri sürmektedir. Gelecekte “su”yun petrolden değerli olacağı göz önüne alındığında, AB, Ortadoğu’nun su vanasını elinde tutmak istediği sonucuna ulaşılmaktadır. Bu durum, Türkiye’nin egemenliğini sınırlandıran bir davranış olacaktır. 302 

Türkiye’nin Önemi 

Soğuk Savaş döneminde Türkiye’nin Doğu ve Batı arasında jeostratejik konumu, küresel mücadele planları içersinde Türkiye’nin de yer almasına yol açmaktaydı. Soğuk Savaşın sona ermesi ile Türkiye’nin artık jeostratejik öneminin kalmadığı ve Batıda ağırlığının eskisi gibi olamayacağı ileri sürüldü. Ancak, uluslar arası terörizm ve her geçen gün enerjiye olan bağımlılığın artması, Ortadoğu ve Orta Asya’nın önemini ön plana çıkarmıştır. Küresel güç mücadeleleri ve NATO’nun ağırlığının doğuya doğru genişlemesi, Türkiye’nin jeostratejik konumunu yeniden önemli kılmıştır. Türkiye, Avrupa, Asya ve Afrika kıtalarının kesişim noktası olan Ortadoğu’da yer almaktadır. Ortadoğu, üç kıtaya açılan bir kapı, üç kıta arasındaki geçiş güzergahlarının kavşak noktasıdır. Türkiye’de Ortadoğu’da bulunmaktadır. 

T.C eski Başbakanlarından Ecevit’e göre; Ortadoğu’da Türkiye’nin istemediği bir plan hayata geçirelemez. Türkiye, ABD’nin Karadeniz’deki düşüncelerini 
etkileyebilecek, Kafkaslardaki gelişmeleri yönlendirebilecek, İran’a karşı olası bir harekatta ABD’nin üstündeki yükün büyük kısmını alabilecek, Irak’ta ABD’nin beklediği desteği verebilecek, İsrail’in güvenliğine katkıda bulunabilecek, Doğu Akdeniz’de güç gösterisinde bulunabilecek, Ege ve Balkanlarda tarihten gelen nüfuzunu kullanabilecek nitelik ve nicelikte bir bölge devletidir. 

Türkiye’yi ziyaret eden ABD Başkanı Clinton, TBMM kürsüsünden, 21. yüzyılın belirlenmesinde Türkiye’nin tutumunun büyük rol oynayacağını belirten bir konuşma yapmıştır. Bazı uzmanlar, Avrasya güç mücadelesinde Türkiye’nin konumunu tahterevallinin ortasındaki denge noktasına benzetmektedir. Türkiye olmadan Avrasya güç oyunu sürdürülemeyecektir. Avrasya güç mücadelesinde, Türkiye’nin seçeceği taraf ağır basacaktır. 

ABD’de bulunan Yahudi Lobilerinin yönetim üzerindeki ağırlığı, ABD’nin Türkiye’den vazgeçip, geçmeyeceğini belirleyecek kriterlerin başında gelmektedir.303 Türkiye, bölgede İsrail için nefes borusudur.304 

Türkiye İsrail’i yalnızlıktan kurtarmakta, stratejik güvenlik sağlamaktadır.305 İsrail ve Yahudi lobisi, Türkiye’den ve Büyük İsrail’in güvencesi olacak 
Kürdistan’dan vazgeçmek istemeyeceklerdir. Belirleyici olacak olan, ABD politikalarının Amerikalıların çıkarlarına göre mi, Yahudilerin çıkarlarına 
göre mi şekilleneceğinde yatmaktadır.306 1998’de “Jerusalem Times”da yer alan, 

Köktendincilik ve Borç Paranın tehlikeleri ve siyaseti, Yazar, Kevin PHİLLİPS, .....Evanjelik Hristiyanların, devletin İncil’de yazılanlara göre yönetilmesi 
gerektiğine, İsa’nın gelmek üzere olduğuna, Armegeddon’a inanan Güney Vaftiz Klisesinin nasıl büyük bir güç elde ettiğini, ABD seçmenin yaklaşık üçte birini etkisi altına alarak muhafazakar partinin siyasi gündemi belirlemeye başladığını gösteriyor...   
Hristiyan ve Yahudi köktendinciliğin Şii Ayetullahlardan aşağı kalmadığını, toplam borçların 30-40 trilyona dayandığını işgallerin esas amacının petrolü 
ele geçirmek amacıyla olduğunu savunmaktadır.... ABD İsrail’i bu şekilde desteklemeye devam etmesinin nedenini de, ABD’deki Yahudi Lobisinin, özellikle AIPAC adlı örgütün etkisine bağlıyor. Bush döneminde bu etki iyice artmış, çünkü dış politikada üst düzey yöneticileri Chaney, Rumsfeld, Wolfowitz, Perle, Libby vb. özellikle İsrail’e yakın bir grup....” 

Makalenin başlıca argümanları şöyle özetlenebilir: 

“ABD yönetimi kendi ve birçok müttefikinin güvenliğini bir kenara bırakıp, başka bir devletin, İsrail’in çıkarlarının savunulmasına öncelik vermektedir. 
ABD bugüne kadar İsrail’e toplam 140 milyar dolar yardım yaptı. Her yıl dış yardımların beşte biri olan 3 milyar dolar (İspanya kadar zengin olduğu halde) 
İsrail’e gitmektedir. Yardım alan öteki devletlerden farklı olarak İsrail, bu paraları nasıl harcadığına dair hesap vermemektedir.   
ABD, İsrail’e NATO müttefiklerine vermediği istihbaratı vermekte, nükleer silah edinmesine göz yummaktadır. Uluslararası alanda avukatlığını üstlenmiş olan Washington, İsrail’i eleştiren 32 Güvenlik Konseyi kararını veto etmiştir. 

Eğer İsrail, ABD bakımından stratejik değere sahip olsa ve İsrail’i desteklemesi için ahlaki bir gerekçe bulunsa, bütün bunlar anlaşılabilirdi. 
Oysa İsrail stratejik bakımdan ABD’nin sırtında bir yük. İsrail’le yakın ilişkiler, ABD’nin Arap dünyasıyla ilişkilerini bozuyor. ABD bu yüzden terörizme 
hedef oluyor. İsrail sadık bir müttefik gibi de davranmıyor; ABD’ye karşı casusluk yapan devletlerin başında geliyor. İsrail devleti, Amerika’nın demokratik değerleriyle uyuşmuyor: İsrail bir Yahudi devleti olarak kurulmuştur ve 1,3 milyon Arap kökenli vatandaşına ikinci sınıf muamele yapmaktadır. 
İsrail’in kuruluşu Yahudilere karşı işlenen suçlara bir cevaptı, ama masum bir üçüncü tarafa, Filistinlilere karşı işlenen suçlara yol açmış, İsrail’de hiçbir 
hükümet Filistinlilerin haklarını tanımaya yanaşmamıştır. 

ABD’nin İsrail’e verdiği desteğin tek açıklaması, İsrail lobisinin rakipsiz gücüdür. Amerikalı Yahudilerin hepsi bu lobinin parçası değildir. 
Üçte biri İsrail’e duygusal bir bağlılık duymamaktadır; Çoğu Filistinlilerle barış yanlısıdır ve Irak’ın işgaline de karşı çıkmıştır. Ancak bir kısım Amerikalı Yahudi, 
ABD’nin dış politikasını etkilemek üzere bir dizi çok güçlü örgüt kurmuştur. Neomuhafazakar akım içinde yuvalanmış olan İsrail lobisi, Hıristiyan Siyonistlerden de destek almaktadır. Lobinin iki ana stratejisi var: Yürütme ve yasama organlarını baskı altına almak; kamuoyunda ve öncelikle medyada İsrail’in olumlu bir imaja sahip olmasını sağlamak. Kongre’de İsrail’i kimse eleştirememektedir; çünkü lobi, eleştirenlerin yeniden seçilmemesi için seferberdir. İsrail’i eleştirenler “Türkiye hakkında konuşma vakti geldi” isimli bir makalede, Türkiye karşıtı seslerin yükselmekte olduğunun işareti görülmelidir.307 

Washington’da Pentagona bağlı Ulusal Güvenlik Üniversitesi’nin Ortadoğu uzmanlarından ve Milli Harp Akademisi Öğretim üyesi Kamal Beyoghlow’a göre, Washington, Türkiye ile stratejik ortaklığını Kuzey Irak yüzünden bozmayacaktır.308 

Gazeteci yazar ve Ortadoğu uzmanı Hüsnü Mahalli, 20.09.2005 tarihli Akşam Gazetesindeki köşesinde, ABD Temsilciler Meclisi Uluslararası İlişkiler Komitesi’nin Ermeni tasarısını kabul ettiğinden söz etmektedir. Komite'nin Musevi üyesi Tom Lantos'un, 1 Mart tezkeresi ve Türkiye'nin Suriye ile ilişkilerini bahane ederek tasarıyı desteklediğinden söz edilmektedir. Kabul edilen iki tasarıya göre, Türkiye'nin soykırım iddialarını kabul etmesi, Erivan ile yakınlaşması, ABD Başkanı'nın soykırım konusunu dış politikaya yansıtmasını ve 24 Nisan'ın resmen tanıması istenmektedir. Yıllardır Amerika'da bulunan gazeteci Savaş Süzal'a göre, Yahudi lobileri isteseydi tasarılar engellenebilirdi. Süzal ayrıca, Temsilciler Meclisi Başkanı Denis Hastert'in tasarıları yakında gündeme alacağını söylemektedir.309 

İSRAİL ’in TUTUMU 

İtalya’da yayımlanan La Stampa gazetesi, Kuzey Irak’taki Kürtlerin emekli İsrail askerleri tarafından eğitildiklerini yazmıştır. La Stampa, İsrail’deki Yediot Ahronot gazetesine dayandırdığı haberde, İsrail ordusundan emekli olan onlarca askerin, tarım uzmanı ve mühendis kimliği altında Kuzey antisemitizmle, Yahudi-düşmanlığıyla suçlanarak susturulmaktadır. Oysa Batı ülkelerinde İsrail’i eleştirenlerin hiçbiri İsrail’in var olma hakkını sorgulamıyor; İsrail Filistinlilere yaptıkları insan haklarına ve uluslararası hukuka aykırı olduğu için eleştiriliyor....” 

Irak’a gittiklerini belirtmektedir. Kuzey Irak’a gidiş gerekçelerini, Kürtlere terörle mücadelede yardımcı olmak olarak açıklamaktadırlar. 310

 Gazeteci İbrahim Karagül, Yenişafak’ta yayımlanan yazısında, İsrail’in Irak'ta, hem kendi timleri hem de taşeron örgütleriyle operasyonlar yaptığını, 
Kuzey Irak'ta emekli asker ve istihbaratçılarıyla Kürt birliklerini eğittiğini belirtmektedir. The New Yorker dergisinde Seymour Hersh'ün yazısıyla 
patlayan ve Türk-İsrail ilişkilerinde krize neden olan Kuzey Irak'taki faaliyetlerinden sonra, petrol boru hatlarına yönelik saldırıların arkasından 
İsrail istihbarat teşkilatı Mossad'ın ve taşeron örgütlerinin yer aldığını yazmaktadır. ABD ve İngiliz işgalinin koruması altında Bağdat, Kuzey Irak ve 
ülkenin bir çok bölgesinde üsler kuran İsrail’in direnişçilere, dini liderlere ve akademisyenlere karşı operasyonlar yaptığı ileri sürülmektedir. Türkiye'ye 
gelen Kerkük-Yumurtalık boru hattı, Irak işgalinden bu yana sürekli bombalanırken, üç boru hattından ikisi saldırıya uğrarken, Suriye üzerinden 
Akdeniz'e ulaşan, İsrail tarafına giden boru hattına hiçbir saldırı 
yapılmamaktadır. 311 

İsrail Devletinin, Irak’ın toprak bütünlüğü konusunda hiçbir zaman kaygı duymadığı azılı düşmanının toprak bütünlüğüne kayıtsız kaldığı, İsrailli 
bazı uzmanlar tarafından dile getirilmektedir. 312 

ABD müdahalesi sonrası Irak’ta yaşanan Sünni, Şii ve Kürtler arasında çatışmalar ve bölünmeler, İsrail’in işine gelmektedir.313 

1982 yılında Yale Üniversitesinin yayımladığı, Kürt Yahudisi olan öğretim üyesi Yona Sabar tarafından yazılan, “Kürdistan Yahudilerinin Halk Edebiyatı: Antoloji” başlıklı kitap, başlangıçta sıradan bir antropolojik çalışma muamelesi görmüştür. Los Angeles'teki Californiya Üniversitesi'nde görev yapan Yona Sabar’ın kaleme aldığı kitap, büyük çoğunluğu Kuzey Irak'ta yaşayan Kürt Yahudileri'nin hayatına ışık tutmaktadır. Yona Sabar'ın kitabında Barzani ailesi ile ilgili bilgi vermektedir. Sabar'ın verdiği bilgiye göre, 16. ve 17. yüzyılda bölgede yaşayan ailelerin en ünlülerinden biri Barzani ailesiydi ve bu aileye mensup hahamların kurduğu Yahudi eğitim kurumları büyük bir itibara sahiptir. Amerikan reformcu Yahudileri tarafından tam bir yüzyıl sonra kabul edilecek olan ilk kadın haham da Samuel Barzani'nin kızıydı ve ismi de Asenath Barzani'dir.314 

TERÖR

Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi'nde (AKPM), 21.05.2006’da imzaya açılan bir bildiride PKK/Kongra-Gel'e 'derhal silah bırak' çağrısı yapıldı. AKPM'deki Türk heyetinin girişimiyle imzaya açılan yazılı bildiride, PKK/Kongra-Gel'in son zamanlarda Türkiye'de yeniden insanların hayatına mal olan terör faaliyetlerine başladığı not edilerek, örgütten 'derhal ve koşulsuz biçimde terör eylemlerini durdurması ve silah bırakması' istenmektedir. 'Her türlü politik talep ve amaca demokratik yollardan başvurulması gerektiği' görüşünün de yer aldığı bildiride, terörizmin demokratik kurumlar ve uluslararası güvenlik için en önemli tehditlerden biri olduğu vurgulanmakta ve hiçbir şekilde meşru kılınamayacağı 
belirtilmektedir. 'Siyasi taleplerin sadece demokratik süreç çerçevesinde gerçekleştirilebileceğine" atıfta bulunulan bildiride, örgütün, son günlerde bir 
çok insanın hayatına mal olan terör eylemlerini artırması, sert bir biçimde kınanmaktadır. 315 

Avrupa Birliği Karma Parlamento Komisyonu (KPK) Eşbaşkanı Hollandalı Yeşil Milletvekili Joost Lagendijk, Türkiye'de Kürtlerin PKK'nın şiddet taktiğine dur demek zorunda olduklarını, Kürt siyasetçilerin bu cesareti göstereceklerini beklediklerini söylemiştir. “Güneydoğuda Sivil Haklar” konulu toplantıya katılmak üzere 06.05.06 günü Diyarbakır'a gideceğini belirten Lagendijk, Diyarbakır'da Kürtlere şiddet yanlılarının taktiklerine boyun eğmemeleri çağrısı yapacağını, şiddet eylemlerini yapanların çok ciddi bir hata içinde olduğunu açıklamıştır.316

 Irak’ın Kuzeyinde bölücü terör örgütüne ait kamplar, özellikle Kandil Dağı bölgesinde bulunmaktadır.317 AB sürecinde, Kürtlere yönelik bazı 
hakların tanınması ve AB’nin terör örgütünün silah bırakma çağrıları, terör örgütünün siyasallaşma çabaları ile örtüşmektedir. AB, daha çok demokrasi 
ile sorunların çözüleceğine ve bu çerçevede silahlı eylemleri kınamasına ve tavır takınmasına rağmen, bölücü örgüt kamplarının Irak’ın kuzeyinde hala 
bulunuyor olması, ABD’nin İran operasyonunda bölücü terör örgütünden yararlanmayı akla getirmektedir.318 Kandil Dağı'nda PKK'nın İran'daki 
uzantısı PJAK liderlik kadrosuyla görüşen İngiliz The Sunday Telegraph muhabirleri, İran'daki etnik grupları harekete geçirmeye çalışan ABD'nin 
PJAK'a Tahran rejimine karşı işbirliği teklif ettiğini ileri sürmektedir.319 

Musul ve Kerkük’ün statüsü ve Türkmenlerin güvenliği 

 ABD Dış işleri Bakanı Rice’ın Ankara’yı ziyaretinde, Türk Hükümeti Kerkük hassasiyetini ortaya getirmiştir. Gerek Başbakan, gerekse Dışişleri 
Bakanı, Kerkük’ün Irak’ın toprak ve siyasal bütünlüğü açısından “Kilit” rol oynayacak bir öneme sahip olduğunu vurgulamışlardır. Türkiye Başbakanı, 
ABD Dışişleri Bakanı Rice’a , Kerkük konusunda şu mesajları vermiştir; 

“...Irak küçük bir Ortadoğu, Kerkük de küçük bir Irak’tır. Nasıl Irak’ta istikrar sağlanmadan Ortadoğu’da sağlamak mümkün değilse, Kerkük’te de istikrar sağlamadan Irak’ı bir arada tutmak mümkün değildir. Kerkük’ün bu özelliğini unutmamak gerekir. Bu nedenle de Kerkük bir etnik grubun veya bir bölgenin idaresine bırakılmamalıdır. Kerkük’ün iç dengeleri bozulursa, bu Irak’ın iç dengelerini de etkiler. Türkiye bu konuda tarihten gelen özel bir konuma ve hassasiyete sahiptir..Kerkük bu özellikleri sebebi ile özel bir statüye sahip olması gerekir. Bundan sonraki süreçte bu doğrultuda gayret edilmelidir. Etnik üstünlük kurmaya yönelik bir çaba gösterilmemelidir. 2007’ye kadar bir oldu bitti yaratılması önemli sorunlar doğurur.....” 320 

Bugüne kadar Türkiye’nin taleplerini ve hassasiyetlerini ABD’nin dikkate aldığını söylemek gerçekçi olmayacaktır. 

İngiliz yayın kuruluşu BBC Güneydoğudaki (Diyarbakır’daki) son olayları değerlendirirken "Bölgesel başkent Diyarbakır" ifadelerini kullanmıştır. İngiltere Dışişleri Bakanlığı da Diyarbakır’ı bölgesel başkent olarak tanımlamıştır. Bir soru üzerine, İngiltere Dışişleri sözcüsü, "Bölgede ’Diyarbakır’ın başkent olduğu’ şeklinde bir inanış olduğunu ve bakanlığın Türkiye masasının kendilerine böyle bir ifade kullanılması için tavsiyede bulunduğunu" cevabını vermiştir. "Diyarbakır Kürt bölgesinin başkentidir" diyen Fransız Yeşiller Partisi Milletvekili Helene Flature’dir. Avrupa Parlamentosu Başkanı Borrel, Türkiye’yi ziyaretinde gazetecilere, "Ankara’dan sonra Kürdistan’a gideceğiz" demiştir. Avrupa Parlamentosu heyetinde yer alan Çek Parlamenter Ransdorf ise Türkiye’yi ziyaretinde Diyarbakır Belediye Başkanı Osman Baydemir’e "Kürdistan’a katkı sunmaya çalışıyoruz" demiştir.321 

Çağdaş uygarlık düzeyine çıkabilmek, düşünce özgürlüğünün, insan haklarının ve hukukun üstünlüğünün bulunduğu ortamlarda mümkün olabilir. 
Türkiye, demokrasisini geliştirmek, Avrupalı olmak istemektedir. AB’nin, hiçbir üye ülkeden istemediği koşulları Türkiye’den istemesi, 1960 Anlaşmalarına aykırı olarak Kıbrıs Rum kesimini AB’ye alması ve şimdi de Türkiye’den Kıbrıs konusunda taviz vermesini istemesi, Türkiye’nin etnik ve mezhep hassasiyetlerini kaşıması, terör örgütüne ait TV kanallarına ülkelerinde yer vermeleri vb, üzerinde düşünülmesi ve “Avrupa Birliği Türkiye’den ne istemektedir?” sorusu cevaplanması gereken husustur. E.Semih Yalçın Türkiye’nin AB’ye girme çabalarına karşı, AB’nin Türkiye’den ne isteyebileceğine dair yorumu aşağıda sunulmuştur; 

   “...Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne girme yolunda gösterdiği çabalar ve bu yönde sürdürülen faaliyetlerin zaman zaman başarısızlıkla sonuçlandığı dönemlerde 
“Şark Meselesi henüz bitmedi mi?” sorusu ister istemez akılları meşgul etmektedir. XIX. yüzyılda diplomatik bir terim olarak karşımıza çıkan “Şark Meselesi” güncelliğini hâlâ muhafaza etmekte ve Batı tarafından zaman zaman karşımıza farklı kılıflar ve başlıklar altında çıkarılmaktadır..... XX. yüzyıla gelindiğinde ise Cumhuriyet’in kuruluşu ve Lozan’ın imzalanması ile bitmiş olduğunu zannettiğimiz bu siyasetin karşımıza “Büyük Ortadoğu Projesi” gibi değişik adlar altında takdim edildiğini görmekteyiz. Takdim sırasında ise millî ve mânevî kıymet hükümlerimiz dejenere edilmeye çalışılmış, etnik ve mezhep çatışmaları çıkartmak için farklı taktik ve yöntemler insan hakları ve demokratikleşme gibi isimler altında sunulmuştur. Her ne şekilde ortaya çıkarsa çıksın Şark Meselesi hâlâ Batının zihninde unutulmayan ve zamanı geldikçe Türk milletinin önüne değişik şekillerde getirilmeye çalışılan bir projedir. Bu durumun en son delili ise günümüzde “Büyük Ortadoğu Projesi” adıyla takdim edilen ve Batı medeniyeti orijinli siyasî ve sosyal politikaların gündemimizi işgal etmesidir...”322 

AB, değişik etkinlikler adı altında bir çok konuya, sivil toplum kuruluşuna finans desteği sağlamaktadır. AB’nin bazı finans desteklerinin Türkiye’nin hassasiyetlerini kaşımak amacıyla verildiğini düşünenler de bulunmaktadır.323 

Anıl Çeçen, Özellikle Avrupa Birliği süreci ve bu doğrultudaki uyum paketlerinin, Türkiye'nin, İsrail'in istediği yapıya dönüşmesini sağlamak için kullanıldığını söylemektedir.324 

Kürt oluşumun ekonomik yeterliliği ve Güvenliği 

Irak’ın Kuzeyi, yetişmiş insan gücüne, sanayiye sahip değildir. Piyasada en fazla Türkiye’den gelen ürünler görülmektedir. Kamyonlarla yapılan petrol ticareti ve Habur sınır kapısından alınan ücretle ekonomisini ayakta tutmaya çalışmaktadır. 

 Habur Sınır kapısından giren Türk araçları, kamyon başına 20 dolar ödemekte, günlük yaklaşık 150.000 USA doları, yıllık 14 milyon dolar civarında Kürt Bölgesine gelir kazandırmaktadır. 325 

Bir başka kaynağa göre ise; Kürt Bölgesi, Habur sınır kapısından yılda 1 milyar dolar, Irak petrollerinden ise 600 milyon dolar gelir almaktadır. 
Son zamanlarda hareketlenen yatırımların arkasında bu gelirlerin olduğu ileri sürülmektedir.326

 Mayıs 2006’da Türk Ordusunun Irak sınırına yığınak yapması ve olası sınır ötesi bir harekatın gündeme gelmesi, Türkiye’den Irak’a geçiş yapan günlük ortalama kamyon sayısının 1000’den 200’e düşmesine yol açmıştır.327 

Irak’ın Kuzeyindeki Kürt oluşum, ekonomik bakımından Türkiye’ye ihtiyaç duymaktadır. Türkiye’nin Habur sınır kapısını kapatması, Kürt oluşuma ekonomik ambargo anlamına gelecektir. 

Çeşitli sivil toplum kuruluşlarının ve ülkelerin ekonomik yardımları, şimdiden, Türkiye'den “Kuzey Irak''a göçü teşvik etmektedir. Türkiye'deki bütün mal varlığını satıp Kuzey Irak''a yerleşen ailelerin sayısı gittikçe artmaktadır. Kuzey Irak''ta bulunan yeni petrol kaynakları ve Kerkük’te bulunan zengin ve maliyeti ucuz petrolün, 2007''de Kerkük''ün Kürt denetimine hukuken de girmesinden sonra, Kuzey Irak''ta kişi başına düşen gelir hızla 8000 doların üzerine çıkacağı hesaplanmaktadır. Kişi başına düşen gelirin 1000 Dolar olduğu Türkiye’nin Güney Doğusundaki bazı yerleşim yerlerine nazaran, Dohuk'un çekiciliği daha da artacaktır..328 

Washington Post, Kerkük'ün statüsünü 2007'de referanduma götürmek için bastıran Kürtlerin kitleler halinde kente göç ettiğini yazmaktadır. Kürt oluşumun ekonomik potansiyeli ve arkasındaki ekonomik gücü göstermesi bakımından önemlidir. Kentte Kürtler için iki odalı evlerden oluşan gecekondu siteleri kurulurken, birçok Kürt stadyum, hapishane veya boş arazilerde derme çatma yapılarda kalmaktadır. Gazeteye göre birçok cadde, bina, okul hatta köyün Arapça isimleri Kürtçeye çevrilmektedir. Kürdistan Yurtsever Birliği, Kürt ailelere 5 bin dolar vermektedir. Arap ve Türkmen siyasiler Saddam devrildiğinden beri 350 bin Kürt'ün kente yerleştiğini, ABD'li albay Don Blunck ise dönenlerin sayısını 'onbinlerce' diye ifade etmektedirler.329 

Kuzey Irak her anlamda Türkiye'ye muhtaç durumdadır. Uçakların Türkiye’nin hava sahasını kullanmak zorunda olması dahi bu durumu açıklamaya yetecektir. 

Irak’ın Kuzeyinde kurulacak olası bir Kürt devletinin güçlü komşuları olacaktır. Bir tarafta Farslar, diğer tarafta Türkler ve Güneyde Araplar. Köklü devlet deneyimi bulunmayan, bürokrasisi, eğitim kurumları ve yetişmiş insan gücünden yoksun bir Kürt devleti, yüzyılların içinden süzülerek gelen tecrübe ve birikime sahip, köklü devletlere karşı kendini yeteri kadar savunamaz. Sürekli ABD ve İsrail desteği ile kendi ayakları üzerinde durması için uzun zaman gerekir. Oysa dünya yeni bir paylaşımın başlangıcındadır. Kafkaslarda, Orta Asya’da ve Avrasya genelinde çetin bir mücadele söz konusudur. Şu aşamada olası bir Kürt devleti kurulması için ne kadar uygun bir fırsat söz konusu ise, bölgesel ve hatta küresel dengelerin bozulması için de o kadar uygun ortam söz konusudur. 

Olası Kürt devletinin güvenliğini garanti altına almak isteyen merkezi güçler, basında Kürtlerin Türklerle federasyona gitmek istedikleri haberlerini yaymışlar ve Türkiye’nin yönetim sisteminin federasyona döndürülmesinin, hem güneydoğu sorununun çözümünde, hem de Irak’ın Kuzeyindeki Kürt 
devletinin güvenliğinin sağlanmasında en iyi yol olacağını ileri sürmüşlerdir. Kerkük petrollerini dünyaya pazarlayarak zenginleşme ihtimali olan Türkiye, 
federasyonu kabul ederse, Kürt devleti Türkiye’nin güvencesinde büyüyüp serpilme imkanına kavuşacaktır.330 

Bu arada, Türkiye’nin Kuzey Irak’ta bir çok ihale aldığı, çok para kazandığı, Türklerin buradaki piyasadan pay kapmaları gerektiği basında bir çok kez yer almıştır. Bütün bu gelişmelerin esasını, Kürt devletini himaye edilmesini sağlayacak bir mekanizma oluşturmaktır. 

Irak’ın Kuzeyindeki Kürt oluşumun, politik hedeflerine ulaşabilmesinin şartlarında bir tanesi de, Kürt grupların bir araya gelerek güç birliği 
yapabilmelerine bağlıdır. Bu birliği iki kısımda düşünmek mümkündür. Birincisi, K.Irak’taki Kürt oluşumun kendi içinde, bir siyasi yapı altında toplanabilmeleri, İkincisi, bölgede yaşayan Kürt unsurlarla iletişimin kurularak işbirliği yollarının araştırılmasıdır. 

Irak’ta Mevcut stratejik akılda, bu konuda benzer şekilde düşünmektedir. Iraklı Kürt grupların (Aşiretlerin) aralarındaki anlaşmazlık ve çatışmaların sona erdirilmesi için çaba harcanmıştır. Hala da harcanmaktadır. Her ne kadar aşiret liderlerinin bir araya gelebilmeleri, aşiretlerin kaynaştığı anlamına gelmemelidir. Aşiretler arasındaki en ufak bir anlaşmazlığın, çatışmaları tekrar başlatabilme ihtimalini bulundurduğu, gözden uzak tutulmamalıdır. 

KDP ve KYB arasındaki silahlı çatışma ve anlaşmazlığı ABD, 1998’de Washington Anlaşması ile gidermiştir. Ardından 4 Ekim 2002’de “Kürdistan Ulusal Meclisi” nin toplanması ve “Kürdistan Anayasa” taslağının oluşturulması kararlaştırılmıştır. ABD Dışişleri Bakanı Powel, mesaj çekerek birlik ve beraberliğin önemini vurgulamıştır. 

11 Kasım 2005’te Erbil’de Amerikan-Kürt Kongresi düzenlenmiştir. Bu konferansa, İran, Suriye, Türkiye Kürtlerinin temsilcileri de katılmıştır. Kimi 
uzmanların “Bağımsız Kürdistan Konferansı ” dediği konferansta şunlar tartışılmıştır; 

i. Suriye, İran ve Türkiye'de bağımsız Kürt federal bölgelerinin kurulma olanakları. 
ii. Böyle bir olasılık durumunda karşılaşılması muhtemel zorluk ve engeller. 
iii. Bağımsızlık yolunda Kürt halkının motivasyonu. 
iv. Irak'taki olası Kürt devletinin komşu ülkelere etkileri. 
v. Bağımsızlık durumunda bölge ülkelerinin muhtemel engellemelerine karşı Kürtlerin karşı koyma yöntemleri... 

Konferans esnasında gündeme getirilen konular ve öneriler, Amerikalılar tarafından dikkatle takip edilmiştir. Konferans sonunda oluşan ortak görüş; “şimdilik” Kürtlerin bulundukları ülke sınırları içinde mücadele ederek “Irak Kürtlerinin” elde ettiği haklara benzer haklar elde etmesini sağlamaları” olarak ortaya çıkmıştır.331 

8 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.

***

IRAK KÜRT BÖLGESİNİN JEOPOLİTİĞİNE İLİŞKİN STRATEJİK ÖNGÖRÜLER. BÖLÜM 6

IRAK KÜRT BÖLGESİNİN JEOPOLİTİĞİNE İLİŞKİN  STRATEJİK ÖNGÖRÜLER. BÖLÜM 6


2.4. Kürt Oluşumun Ekonomik Yeterliliği ve Güvenliği 

Bugün anlaşmış görünen KDP ve KYB'nin anlaşmazlıklarının altında politik amaçlar bulunmaktadır. KYB giderek kendisini çok etnikli bir Irak'ın bir parçası olarak görmekte, federalizm fikrini desteklemektedir. KDP ise federal bir devlet fikrine çok sıcak bakmamakta ve giderek özgür bir Kürdistan devleti için çalışmaktadır. ABD'ye yönelik bu ciddi ayrımın temel nedenlerinin başında, grupların ekonomik gelişmişlik düzeyleri gelmektedir. KDP, Irak ve Türkiye arasındaki tek geçiş yeri olan Habur sınır kapısını kontrol etmektedir. Yıllardır süren yoksulluk ve uluslararası yaptırımlardan sonra, Iraklılar bugün başta Türk malları olmak üzere her türlü tüketim maddesine büyük gereksinim duymakta dırlar. Irak'ın her köşesinde Türk ürünlerine rastlamak mümkündür. Bunlar Irak'a Habur üzerinden girdiği için bu kapının gelirinin tümü KDP bölgesini tek başına kontrol eden Barzani Aşiretine gitmektedir. 
(Irak'taki bir ABD yetkilisine göre, KDP Habur'dan her gün geçen üç bini aşkın kamyon ve TIR'ın her birinden Habur'da ve kendi bölgesi içindeki kontrol noktalarında yüzlerce dolarlık 'teftiş ücreti' almakta ve bu şekilde yılda 300 milyon doları aşan miktarda para kazanmaktadır).224 

KDP'nin finansal bağımsızlığı sadece her gün Habur'dan kazandığı paradan ibaret değildir. Parti son on yıl boyunca Habur'dan elde ettiği geliri kendi bölgesindeki siyasi gücünün de yardımıyla buradaki iş dünyası üzerinde bir tekel oluşturmakta kullanmıştır. Netice olarak bugün KDP ve Mesud Barzani Aşireti çok zengin bir yatırım portföyüne sahiptir. KDP bölgesinde bugün birçok Barzani şirketi mevcuttur. 1997'de kurulan ve KDP'ye ait olan Kani firması, tek başına sigara ithal etmektedir. Bunun yanı sıra, KDP lideri Mesud Barzani'nin yeğeni Şirvan Barzani KDP bölgesinin telekomünikasyon ve cep telefonu piyasalarını tek başına kontrol eden Korek Telekom adlı bir kuruluşun başındadır. Bir zamanların siyasi partisi KDP şimdi büyük bir aile şirketi ve yatırım imparatorluğuna dönüşmüştür. Ekonomik açıdan kendisini özgür hisseden ve siyasi açıdan kendine yeten 
KDP'yi Irak'ın geri kalanı pek fazla ilgilendirmemektedir. KDP'nin ekonomik gücü en çok KDP başkenti Erbil'de gözlemlenebilmektedir.225 

Suriye, ABD ile yapılan anlaşmalar gereği Musul’a elektrik sağlamakta, Irak ile ticari ilişkilerini sürdürmektedir.226 

2.5. İran’ın Kuzey Irak Kürt Politikası 

1904 yılında İran’da petrolün bulunması ve 1908’de çıkarılmaya başlanması ile birlikte İran’ın jeostratejik konumu tüm dünyanın dikkatini çekecek bir konuma yükselmiştir. İran, soğuk savaş dönemi boyunca yapılan stratejik hesapların daima içinde olmuştur.227 

Irak-İran ilişkileri, Irak kurulduğundan beri Şat-ül-Arap başta olmak üzere sınır anlaşmazlıklarına konu olmuştur. Irak’ın dar bir alandan uluslararası denizcilik ağına bağlanmasının verdiği zaafiyet, Kuveyt’i ele geçirmek veya Verbe ve Bubiyan Adalarını ele geçirmek istemesine neden olmuştur. Emperyalist güçlerin bölgeye gelişiyle birlikte, Şat-ül-Arap üzerindeki İran-Irak ihtilafı şiddetlenerek artmıştır. 

7 Mart 1974’te İran ve Irak arasında sınır çatışmalarının sona erdirilmesi ve ateşkes görüşmeleri başlamıştır. Irak, İran’ı her türlü yollarla sıkıştırmak istemiş, İran’da buna karşılık Kürt gruplarına aktif destek vermiştir. Kürt gruplarının Irak birliklerine ağır zayiatlar verdirmesi, Irak’ın İran ile arasında bulunan Şat-ül-Arap sorunu dahil sınır sorunlarını çözen Cezayir antlaşmasını imzalamasına yol açmıştır. 

Emperyalist ve yayılmacı güçlerin İran’a yönelik tehditleri tarihsel sürece bakıldığında daima Irak sınırlarına yakın, batısından gelmiştir. İran’ın batı sınırlarının uzunluğu 1800 km’dir. Irak sınırı 1350 km, Türkiye sınırı 450 km’dir. Osmanlı İmparatorluğu bu bölgeye bir asra yakın hakim olmasına rağmen, daha doğusuna geçmeye gerek görmemiştir.228 

Kürt Federe Devleti’nin 4 Ekim 1992’de ilan edilmesi, Türkiye, İran ve Suriye’yi rahatsız etmiş, dışişleri bakanları 14 Kasım 1992’de Ankara’da bir araya gelmişlerdir. Ortak görüş, bölgede bir Kürt devletine izin verilmeyeceği olmuştur.229 

KDP ve KYB arasındaki mücadele, çatışma düzeyinde devam ederken Paris Kürt Enstitüsü ve Fransız hükümeti arabuluculuğa soyunmuş, tarafları Paris’te 23 Temmuz 1994’te bir araya getirmişlerdir. Türkiye, İran ve Suriye bu toplantıdan ciddi rahatsızlık duymuşlar, 23 Ağustos 1994’te Şam’da toplanarak bir anlamda Paris toplantısına karşılık vermişlerdir. Şam toplantısından çıkan sonuç; bölgede bir Kürt devleti kurulmasına onay verilmeyecektir. 

KDP ve KYB arasında uzlaşma sağlama çabaları 1995 yazında da sürmüştür. ABD’nin KDP ve KYB’yi bir araya getirme çabaları sonucu Dublin süreci başlamıştır. Bu süreçten rahatsız olan İran ve Suriye PKK’yı kullanarak süreci baltalamaya çalışmıştır. İran ve Suriye, 10 Eylül 1995’te Talabani ve Öcalan’ın katıldığı bir toplantıyı Şam’da gerçekleştirmişlerdir. Bir hafta içinde, KDP ve KYB liderleri Tahran’da bir araya gelmişlerdir. Tahran yönetimi, Irak Yüksek Devrim Konseyi ile anlaşarak , 5000 kişilik gücünü KDP ve KYB arasına sokma kararı almıştır. Bu birlik, Süleymaniye güneyinden Kuzey Irak’a girmiştir.230 
İran, bölgede faaliyet gösteren İslami Kürt hareketi üzerinden politika geliştirmeye çalışmıştır. Talabani ile anlaşan İran, 2000 personel ve 100 zırhlı araçtan oluşan askeri gücünü, Süleymaniye yakınlarındaki bir kampa 20 Temmuz 1996’da konuşlandırmıştır.231 

Tarih göstermektedir ki, Batıdan İran’a yönelik bir tehdit oluştuğunda İran Ruslara yanaşmıştır. 
ABD tehdidi altındaki İran, bugünde Rusya’ya  yanaşmaktadır. Aynı Rusya, İran kendisinden uzaklaştığında, İran’daki etnik unsurları kullanmaktan çekinmemiştir. 1945-1946’da Azerbaycan Demokrat Fırkasına Mahabat Kürt Cumhuriyetini kurdurmuştur. 

ABD’nin Irak’ı işgali ile başlayan süreç, İran’a bir takım yararlar sağlamıştır. Irak’ın %65’ni oluşturan Şiiler, Saddam rejimi altında ezilmekte iken, ABD işgali sonrası Irak’ın yönetiminde söz sahibi olmalarına yol açmıştır. Şiiler üzerinden Irak’ta etkin olan İran, Irak’ın parçalanması halinde etkinliğini güney ve güney batıya doğru genişletecektir. Bahreyn, Şii nüfus açısından üçüncü sırada bir ülkedir. Lübnan’dan başlayan Şii hilalin ucu, Irak, İran ve Pakistan’a kadar uzanmaktadır.232 Ürdün Kralı, Irak'ta İran yanlısı bir hükümetin iş başına gelmesi konusunda uyarı yaparak; Irak, İran, Suriye ve Lübnan'ı içeren bir Şii hilalinin oluşturulmasının amaçlandığını belirtmiştir.233 (Şekil-5) 





Şii Hilali Şii Hilali 
Şekil-5 

1970 ve 1980’lerde Irak Kürtlerini, Irak’a karşı destekleyen İran olmuştur. 1990’larda ise Irak Kürtlerini Irak’a karşı destekleyen Türkiye olmuştur. Bu esnada İran, Irak’ın yanında yer almıştır.234 

ABD'nin Irak’ta başarılı olması, İran'ın çıkarları aykırıdır. Irak'ın işgal edilmesiyle ülkedeki siyasi ve askerî dengelerin değişmesi, İran'ın Irak'taki rolünü artırmıştır. ABD'nin Irak’taki başarısı, İran’ın ABD ile sınırdaş olması ve güvenliğine tehdit oluşturması anlamına gelecektir. 

2.6. Suriye’nin Kuzey Irak Kürt Politikası 

ABD işgalinden önceki Irak yönetimi ile Suriye yönetimi benzer ideolojik temelleri olan dikta yönetimleriydiler. Ülkelerin İdeolojik temelini Arap milliyetçiliği oluşturuyordu. 1978 yılında Suriye-Irak birliği projesi başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Pan-Arap hareketi, gerçekleşmesi uzak bir hedef olarak algılanmıştır. 

Benzer bir ideolojiye rağmen, İran-Irak savaşında Suriye, İran’ı desteklemiştir. İran ve Suriye arasındaki bu yakınlaşma, İran petrollerinin Suriye’ye nakledilmesi anlaşması ile gelişmiştir. O dönemde, Suriye, Irak’a ait petrol boru hatlarını kapatmıştır. Suriye’nin Irak’a karşı düşmanca tutumları 1986’dan itibaren değişmeye başlamıştır. 235 

1979 İran Devrimi ile ortak düşmanların varlığı, Tahran ve Şam yönetimini birbirlerine yaklaştırmıştır. Bölgesel güç dengesinde bir tarafta İran-Suriye ittifakı, diğer tarafta Türkiye-İsrail bloğu yer almaktadır. İran ve Suriye, ABD’yi, doğal kaynaklarını sömüren, bağımsızlıklarını tehdit eden emperyalist bir güç olarak görmektedirler. İran’la olan yakınlaşma, Suriye’ye Lübnan’daki İran yanlısı Şii milisleri yönlendirme avantajı sağlamıştır. Suriye, Irak’ın zayıflamasına yönelik politikalar izlese de, Bağdat’ta İran yanlısı bir Şii yönetimine sıcak bakmadığını belli etmiştir. Irak’ın bir başka güç tarafından işgal edilmesini kabul edilemez bir gelişme olarak görmüştür. Tahran ve Şam arasındaki ittifak ilişkileri sıcaklığını korurken, Suriye, İran’ın Arap Birliği içindeki önemli partneri olmaya devam etmektedir.236

 1975-1989 yılları arasında yaşanan Lübnan iç savaşında Suriye ve Irak karşıt grupları desteklemişlerdir. 1991 Körfez Savaşında Irak’a karşı koalisyon oluşturan ABD’nin yanında yer almıştır. 1997’de Irak ve Suriye arasında ilişkiler gelişme göstermeye başlamıştır. Bu sefer, Irak’a müdahale etmeye hazırlanan ABD’ye en sert tepki gösteren, Irak’ın toprak bütünlüğünü savunan ülkelerin başında Suriye gelmiştir. Kuzey Irak’ta kurulacak bir Kürt devleti, Suriye’nin Kuzey Doğusunda yaşayan Kürtleri kendileri ile birleşmeye götürebileceğinden veya otonomi isteyebileceklerinden dolayı, Suriye’yi endişelendiren bir husus olmuştur. Dolayısı ile Suriye, Kürt devleti oluşumunu çıkarlarına aykırı bulmaktadır. Mart 2004’te Kamışlı’da meydana gelen Kürt kalkışması, böyle bir olasılığın varlığını göstermektedir. Suriye’de bulunan 1.7 milyon Kürt nüfusun 200 bin kadarının vatandaşlık hakları yoktur.237 

Suriye, Irak Geçici Yönetim Konseyinin meşruiyetini tanımak istememiştir. Uluslararası toplantılarda bu hususa karşı çıkmasına rağmen Suriye bu 
politikasında başarılı olamamış ve Kasım 2004’te Irak Geçici Hükümetini tanımıştır.238 

Suriye’nin politikası, her zaman Kürtleri kullanarak Irak ve Türkiye’nin istikrarını bozmaya yönelik olmuştur.239 Suriye bir taraftan KYB’yi 1975 ‘ten 
beri desteklerken, diğer taraftan Kürtlerin bağımsızlık girişimlerinden de rahatsızlık duymuştur.

Kamışlı İslam Merkezi Başkanı Kürt alim Şeyh Muhammed Maşûk elHaznevi’nin öldürülmesi bir anda Suriye’yi karıştırmıştır. Kürtler başta Halep 
ve Kamışlı olmak üzere çeşitli yerlerde gösteriler yapmışlardır. İsrail’e yakınlığıyla bilinen bir internet sitesinde ABD’nin Beşşar Esed’i devirmek için 
düğmeye bastığı ileri sürülmüştür.240 

2.7. Diğer aktörlerin Kuzey Irak Kürt Politikası 

AB, Rusya ve Çin, Irak’ın Kuzeyindeki Kürt bölgesinin jeopolitiğine tesir edebilecek güç merkezleri olarak değerlendirilmiştir. 

2.7.1. AB’nin Kuzey Irak Kürt Politikası 

İran’da 1904’te petrolün bulunması ve British Petrol şirketinin kurulması ile birlikte, İngiltere’nin uluslararası deniz ticaret yollarının açık tutulması stratejik çıkarlarına, petrol gerekçesi de ilave edilmiştir. İngiltere’nin o dönemlerde stratejik düşüncesi, Güney Asya sularına hakim olmak, deniz ticaret yollarının ve sömürgelerinin güvenliğini sağlamaktır. Bu maksatla iki temel politika belirlemiştir. Bu iki temel politika; Süveyş Kanalı’ndan, Malakka Boğazı’na kadar olan bölgenin deniz hakimiyetini ve çıkarlarına tehdit oluşturabilecek, krize neden olabilecek noktaları, bölgeleri kontrol altında tutacak askeri gücü elinde bulundurmaktır.241 

20 Yüzyılın başlarında petrolün bulunması ile stratejik hesapların daima içinde kalan İran’ın bu konumunun önemini Almanya’da idrak etmektedir. Schlieffen ve Moltke’nin askeri doktrinlerinin İran’a önem atfettiği ileri sürülmektedir. İkinci Dünya harbi esnasında bir çok Alman vatandaşının Güney İran’a yerleştirilmesine İngiltere sert tepki göstermiştir. Günümüzde de Almanya’nın İran’a önem verdiğini gösteren politikaları gözlemlenmektedir.242

 Ortadoğu’nun Avrupa’ya yakınlığı, tarihsel bağları, zengin enerji kaynakları ve Avrupa’nın enerji ihtiyacının önemli bir bölümünü Ortadoğu’dan karşılaması, 
Avrupalı şirketlerin bölgede önemli yatırımlarının bulunması, Avrupa’nın bölge ile olan ilişkilerinde belirleyici olan hususlardır. 
Avrupa açısından Ortadoğu’nun iki ana güvenlik sorunu bulunmaktadır; Arapİsrail barışı ve Körfez güvenliğinin tesis edilmesidir. Alternatif enerji 
kaynakları bulununcaya kadar, Ortadoğu, tüm Dünya için jeostratejik önemini sürdürecektir. Bu önem, aynı zaman da Doğu Akdeniz, Hazar Havzası ve 
Orta Asya’nın kontrol edilmesi, Asya pazarlarına ulaşılması ve enerji kaynaklarının Batı ve Dünya pazarlarına aktarılması bakımından da büyük 
öneme sahiptir. Ortadoğu’daki istikrarsızlıklar, Avrupa’nın sosyal ve ekonomik yaşamını doğrudan etkilemektedir. Ortadoğu’nun yüksek doğum oranı, işsizlik ve az gelişmişlik, terörizme uygun atmosfer oluşturmakta, insan kaçakçılığı ve yasadışı göçler Avrupa’nın güvenliğine risk oluşturmaktadır. 

Genelde AB başkanlık bildirilerinde, Avrupa’daki istikrar ve huzuru, Ortadoğu’daki gelişmelerin doğrudan etkilediğine yer verilmektedir.243 

Ekonomik alanda süper güç olan AB, siyasi ve askeri alanda aynı etkinliğe sahip değildir. Kriz bölgelerine müdahale etmede yeterli askeri güce sahip olmadığı gibi, AB üyesi ülkelerin farklı çıkarlarının ortak bir noktada buluşturulama masından dolayı, karar verme sürecinde ortak bir karar alamamaktadırlar. 11Eylül terör saldırıları ile ABD, terörizmle sürekli bir savaş içinde olduğunu söylerken, AB farklı düşünüyordu. AB, terörizmle savaşın silahla değil, daha insani yöntemlerle yapılması gerektiğini söylüyordu. AB içersinde ABD politikalarından farklı düşünenlerin başında Almanya, Fransa ve Belçika gelmekteydi. ABD politikalarına destek verenlerin başında ise, İngiltere, İtalya ve İspanya gelmekteydi. Ardından Orta ve Doğu Avrupa ülkeleri de Almanya ve Fransa’ya karşı tavır aldılar. Avrupa, ABD karşısına süper rakip olmak isterken, kendi içersinde “Eski” ve “Yeni” Avrupa diye bölünmüştür. ABD Savunma Bakanı Rumsfeld, Almanya Fransa eksenini kastederek “Yaşlı” Avrupa deyimini kullanmıştır. 

ABD’nin Irak işgali, ABD-AB ilişkilerindeki gerilimi artırmış, buna paralel olarak AB içindeki bölünmede artmıştır. Almanya-Fransa ekseni liderleri ABD’yi eleştirirken, Polonya Devlet Başkanı da ABD’yi destekleyen açıklamalar yapmaktaydılar. Irak işgali, Avrupa’nın bir bütün olarak dış politika oluşturamayacağının, kriz bölgelerine askeri müdahalede bulunamayacağının göstergesi olmuştur. Ekonomik alanda ABD’ye rakip olabilecek gücü olan AB’nin politik alanda ABD’ye rakip olamayacağı görülmüştür. Almanya–Fransa ekseni, ABD ile tartışmalarının içersine Rusya’yı da katmak istemişlerdir. Rusya Devlet Başkanı Yeltsin, 1997 yılında Almanya ve Fransa’ya, ABD hegemonyasına karşı üçlü konsey kurmayı teklif etmiştir. 2003 yılında Irak’ın işgali ile Almanya-Fransa ve Rusya ittifakı yeniden gündeme gelmiştir. ABD, BM’den Irak’a müdahale kararı çıkarmak isterken üçlü tarafından engellenmiştir. Rusya, sadece Irak nedeniyle değil, ABD’nin emperyal güdülerinin sınırlandırılması amacıyla BM sisteminin korunmasına önem vermektedir.244 

Küreselleşme ile karmaşık bir yapıya dönüşen uluslararası sistemde hegemon güç ABD, AB’nin çıkarlarına tehdit oluşturmaya başlamıştır. 

Soğuk savaş döneminde ABD’nin İsrail yanlısı politikalarını, Araplar Sovyetlere yanaşarak dengelemeye çalışmışlardır. Soğuk savaşın bitmesi ile meydana gelen boşluğun AB ve Japonya tarafından doldurulması, Arap Birliği İş konseyi toplantılarında Araplar tarafından dile getirilmiştir. 

AB ile Irak arasında belirgin bir siyasi ilişki olmamakla beraber, 1992’den beri Irak’a insani yardım konusunda AB başı çekmiştir. Saddam, soğuk savaş dönemi sonrası konumunu sağlamlaştırmak amacıyla Avrupa ülkeleri ile iyi ilişkiler kurmaya çalışmış, özellikle Fransa ile ilişkilerini derinleştirmiştir. İlişkilerini geliştirmeye çalıştığı diğer ülkelerin Rusya ve ÇHC olduğu görülmüştür.245 

Irak’ın işgali öncesinde AB’nin çözüm için BM işaret etme politikası, İşgalden sonrada devam etmiştir. İşgalden sonra Irak’ın yapılandırılmasının BM çatısı altında olması gerektiği vurgulanmıştır. AB Komisyonu 1 Haziran 2004’te “AB ve Irak” ilişkilerine ait bir belge yayınlamıştır. Belge, AB’nin 246;Irak’taki temel çıkarlarını üç ana başlık altında toplamaktadır 

-Demokratik ve istikrarlı bir Irak, 
-İşleyen bir Pazar ekonomisinin kurulması, 
-Irak’ın uluslararası sisteme ekonomik ve siyasi entegrasyonunun sağlanması. 

2.7.2. Rusya’nın Kuzey Irak Kürt Politikası 

Soğuk savaş döneminde Irak, Moskova’nın bölgesel müttefiki olmuştur. Moskova, Irak üzerinden Akdeniz’e ve Akdeniz üzerinden Batı’ya baskı yapabilmeyi hesaplamıştır. Bu stratejik hesabı etkileyen uluslararası politika ve coğrafya, Moskova’ya iki seçenek sunmaktaydı; Birincisi İran, Azebaycan’ı, Irak, Suriye ve Doğu Akdeniz. İkinci seçenek, Afganistan, İran, Hürmüz Boğazı ve Umman Denizi’dir.247 

Moskova ile Irak arasındaki askeri ve politik alanda gelişen işbirliği, Moskova’nın Kürtleri elinde bir koz olarak tutma düşüncesinden vazgeçirmiş ve Irak yönetimi tarafından Kürtlerin katliama maruz kalmasına yol açmıştır. 

 ABD başta olmak üzere Batı, Moskova’nın bu stratejilerine karşı Irak’ın parçalanabilmesi için ayrılıkçı Kürtleri İran üzerinden desteklemiş ve  kullanmıştır. Moskova ve Irak ise, İran Kürtlerine destek vermişlerdir. Bu dönemde Kürtler, küresel ve bölgesel güçlerin maşası konumunda olmuşlardır. Kürtler, bugünde başta ABD olmak üzere bazı güçlerin maşası olma konumlarını sürdürmektedirler. 

Irak ve İran’ın tecrit edilmesini ve içten çökertilmesini hedefleyen Çifte Muhasara politikasına muhalefet edenler olmuştur. Irak’la olan ticaretlerinin 
zarar gördüğünü söyleyen Rusya, Çin ve Fransa gibi ülkeler bu politikaya karşı çıkmışlardır. Japonya ve Batı Avrupa ülkeleri ise İran ile olan ticari ilişkilerinin zarar gördüğünü belirtmişlerdir. Katar, Birleşik Arap Emirlikleri ve Basra Körfezi ülkeleri Çifte Muhasara politikasının uzamasından hoşlanmamışlardır.248

 23 Aralık 1997’de Rusya’yı ziyaret eden KDP’nin yöneticisi Sami Abdurrahman, Rusya Dışişleri Bakan yardımcısı ile görüşmüştür. Rusya, sorunların Irak’ın toprak bütünlüğü içinde çözülmesi konusunda görüş birliği içinde olduklarını açıklamışlardır.249 

ABD, Irak’a yaptırım uygularken, muhalefeti bir araya getirmeye çalışırken, Rusya, Irak’a daha fazla yaklaşmıştır. 

1990’daki Körfez Krizi sırasında Gorbaçov liderliğindeki Rusya, ABD ile birlikte uyumlu politikalar geliştirmeye özen göstermiştir. BM’de Irak’a yapılacak harekatı veto etmemiştir. Yeltsin döneminde Rus muhafazakarlar Irak’a olan yaptırımların kaldırılmasını seslendirmeye başlamışlarsa da, ABD ile uyumlu politikalar sürdürülmüştür. 1996’da Primakov’un Dışişleri bakanı olması ile Rusya’nın Irak politikasında değişim başlamıştır. Primakov Ortadoğu sorunlarına ilgi göstermeye başlamış, Irak’ta bu ilgiye cevap vermiştir. Rusya, ABD’nin tek taraflı politikalarından dolayı çıkarları zarar gören Fransa ve Çin’i Rusya’nın yanına çekerek, Irak’a olan yaptırımların BM’de kaldırılmasına çalışmıştır. Rusya, Ekim 1997’de BM Güvenlik Konseyinde ABD’nin Irak tasarısını veto etmiştir. 1998’de Yeltsin; 

“...Rusya hiçbir koşulda ABD’nin Irak’ı bombalamasına izin vermeyecektir...” şeklinde konuşmuştur. Bu sırada ABD, Irak’ı vurmak için Güvenlik konseyinden yeni bir karar çıkarılmasına gerek olmadığını dile getirmiştir. Rusya, Fransa ve Çin’i yanına alarak Güvenlik Konseyinde üçlü bir blok oluşturmuştur. 250

 Rusya’nın Primakov döneminde Irak’la ilgili dış politikası üç temel esasa dayanıyordu. Birincisi, Rusya’nın hala Dünya siyasetinde var olduğunu 
göstermek istemiştir. İkincisi, Irak’tan alacağı 8 milyar doları tahsil etmek istiyordu. Uygulanan yaptırımlar sürdükçe, Rusya Irak’tan alacaklarını tahsil 
edemeyecekti. Üçüncü neden ise, Rus petrol ve doğal gaz şirketlerinin Irak’ta yürüttükleri projelerdi. Ambargo devam ettikçe bu projelerin uygulanması zor olacaktı. 

1 Ocak 2000’de Rusya Devlet Başkanı olan Vladimir Putin, Irak Savaşına giden sürecin öncesi ve sonrasında Rus dış politikasını belirleyen önemli aktör olmuştur. Irak’a yönelik yaptırımların kaldırılması yönünde çaba harcayan Putin, 11 Eylül saldırıları sonrası ABD’ye açık destek sağlamış, ilişkileri stratejik ortaklık düzeyine çıkarmıştır. Irak Savaşı sonrası Putin’in genel dış politikası, Irak Krizinin barışçı yollardan çözümü, BM’in devreye sokulması, Rusya’nın ekonomik çıkarlarının korunması ve ABD ile dostluğu bozmadan politikaların uygulanması olmuştur.251 

ABD’nin tek taraflı anti-balistik füze anlaşmasından çekilmesi, NATO’nun genişlemesi ve Irak’ın işgali Rusya’yı rahatsız etmiş ve ABD ile AB arasında seçim yapmaya zorlamış ve tercihini Avrupa’dan yana kullanmıştır. Yeltsin; Rusya, Almanya ve Fransa arasında üçlü konsey kurmayı teklif etmiş, 1998 Martında ülke liderleri Moskova’da buluşmuşlardır. Yeltsin, Urallar’a kadar uzanan Büyük Avrupa önerisinde bulunmuştur. 

 Irak savaşı sırasında Putin’in politikaları inişli çıkışlı bir seyir izlemiştir. Kah ABD ile uyumlu hareket etmiş, kah ABD politikalarını Güvenlik Konseyinde veto etmiştir. Saddam rejiminin sona ermesiyle birlikte Rusya, ABD ile daha uyumlu politikalar geliştirmiştir. Rusya’nın resmi politikası, savaş sonrasında da BM’in merkezi rol oynaması, Irak’ın ülke bütünlüğü ve egemenliğinin korunması yönünde olmuştur.252 

Rusya, Irak’tan alacağı 8 milyar doların yüzde 90’ını sildiğini kasım 2004’te açıklamıştır. Rusya ABD karşısında Avrupa ve Çin ile birlikte hareket etmiştir. Irak’ta çıkarlarını korumanın ötesinde, BM sistemini korumak kaygısı taşıdığı ileri sürülebilir. 

2.7.3. Çin’in Kuzey Irak Kürt Politikası 

Geçmişte yaşanan güç mücadeleleri toprak kazanımını esas almıştır. Askeri güç, milli güç unsurları içinde belirleyici bir güç olagelmiştir. 
Günümüzde gelişen ve değişen Dünyada ekonomi uluslararası ilişkilerde temel belirleyici unsur olarak öne çıkmıştır. Büyük güçlerin mücadelesi, ekonomik alanda her geçen gün şiddetini artırarak sürmektedir. 
Ekonominin motorunu ise enerji oluşturmaktadır. Dünyada tüketilen enerji kaynaklarının dağılımında petrol, doğal gaz ve kömürün payı 2002 yılı 
itibarı ile yüzde 80 civarında olduğu görülmektedir. Her geçen gün büyüyen dünya ekonomisinin enerji ihtiyacının yüzde 85‘nin, 2030 yılında da bu kaynaklardan sağlanacağı öngörülmektedir. 

 Çin’in 1993 yılına kadar petrol üretimi, tüketimini karşılamış, bu yıldan itibaren tüketim miktarı artarak devam etmiş ve açık büyümüştür. Petrol tüketimini 
giderek artan biçimde ithalatla karşılamak zorunda kalan Çin için, başta Ortadoğu, Afrika ve Hazar kaynakları olmak üzere petrol sahalarına erişimin, yaşamsal derecede önemi bulunmaktadır. ABD'nin halen yaklaşık yüzde 57 olan ve 2025'de yaklaşık yüzde 70 oranına yükselmesi beklenen ithalat gereksinimi de dikkate alındığında, sınırlı petrol kaynaklarına erişim, küresel ulaşım yollarının ve ticaretin kontrolü mücadelesi önümüzdeki yıllarda sıcak çatışmalara yönelme olasılığını artırmaktadır. ÇHC sanayisi, 2050 yılında ABD’yi geçeceği ve buna paralel olarak enerji ihtiyacının da artacağı beklenmektedir. ÇHC’nin 2010’da petrol ithalat oranının, petrol tüketiminin yüzde 45’ine ulaşacağı ve tüketimin yüzde 80’ninin Ortadoğu’dan karşılanacağı hesaplanmaktadır.253 

Çin petrol şirketleri, Azerbaycan, Kanada, Kazakistan, Venezüella, Sudan, Endonezya, Irak (ABD işgali sonrası imtiyazlarını kaybetmiştir.) ve İran'da imtiyazlar almış durumdadır. İran'ın Yadavaran sahasının geliştirilmesi projesinde pay sahibidir. Sahanın en tepe noktada günde 

300.000 varil üretmesi beklenmektedir. Çin ile Kazak Hükümeti arasında Mayıs 2004'te imzalanan anlaşma kapsamında, Kazak petrolünü Çin'e taşıyacak 700 milyon Dolarlık bir boru hattı inşası tamamlanmak üzeredir. Petrol ihtiyacının yüzde 40'ını ithalatla karşılayan Çin, ithalatın yüzde 6O'ını Ortadoğu'daki petrol üreticilerinden sağlamaktadır. 2004 yılı itibarı ile son iki yılda Çin petrol talebi yılda ortalama yüzde 13'Iük büyük bir artış göstermiştir. 2004 yılında günde 6,4 milyon varil olan petrol tüketiminin, 2030'da günde 13 milyon varile yükselmesi beklenmektedir. Petrol ithalatının 2010'da 4,5 milyon varil/gün, 2030'da 10,5 milyon varil/gün olacağı tahmin edilmektedir. Böylece, petrol tüketiminde ithalatın payı yüzde 75'e ulaşmış olacaktır. Bu da, uluslararası paylaşım savaşımında ciddi bir unsur olarak öne çıkmaktadır.254 

ABD ve koalisyon güçleri tarafından Irak'ın işgalinden önce, Çin Irak'ta petrol anlaşmaları imzalamıştır. Bu girişimler, Çin'in enerji güvenliğine yönelik Ortadoğu'ya verdiği önemi göstermektedir. Irak’ın işgalinin Çin açısından güvenlik sorunu olarak algılanmıştır. Körfez savaşı esnasında ÇHC politikasının iki temel prensibi olmuştur. Bir; Krize bulaşmamak, iki; krize taraf olan her iki kesimle de iyi geçinmektir. ÇHC, II. Körfez Savaşı sonrasında, Irak’a karşı dengeli bir politika izlemeye başlamıştır. Barış ve istikrarın oluşması, ABD hegemonyasına karşı konulması amacıyla BM’in Irak’a uyguladığı yaptırımların hemen kaldırılmasını talep etmiştir. ÇHC, ABD’nin Irak’a olası bir harekatını 
önlemeye çabalamıştır. Çünkü, ticari ilişkilerinin zarar göreceğini ve enerji kaynaklarının kesileceğini görmüştür. ABD’nin İran’a olası bir harekatı 
karşısında BM’den karar çıkarılması yönünde tavır alacağı bilinen ÇHC, Doğu ve Güney Doğu’dan çevrilmesinin yanında Batıdan da Afganistan işgali ile çevrelenmesi, ÇHC’ni kuşatılmışlık duygusuna sürüklediği ve nedenle İran’a karşı olası bir harekatta, İran’ı destekleyeceği beklenmektedir. Çinli analistlerde Irak işgalinin kısa vadede terörizmle mücadele amacında olduğunu, ancak uzun vadede ABD’ye rakip olabilecek güçlerin ortaya çıkmasını önlemek amacında olabileceğine dair değerlendirmeler yapmaktadırlar. BOP çerçevesinde Irak’ta kazanılacak başarı, tek partili ÇHC’ni, anti demokratik bir yönetim olduğu gerekçesiyle Batı ile karşı karşıya gelmesine sebeb olabilir. Bu nedenle ÇHC, BOP’tan rahatsızlık duymaktadır. ABD’nin kullandığı ileri teknoloji ürünü silahlar, ÇHC’ni, ordusunu yenileme düşüncesine götürmüştür. Devlet Başkanı 
Jiang Zemin; Çin Ordusunu, ileri teknolojilerin kullanılacağı bir savaşa hazırlamak amacında olduğunu açıklamıştır.255 

Başta ABD olmak üzere; AB, Japonya gibi petrol ve doğal gaz ithalat gereksinim leri hızla artan dünya devleri, Ortadoğu, Hazar ve Afrika topraklarında bulunan kaynaklara yönelik strateji oluşturmakta ve politikalarını da bu stratejilere dayandırmaktadırlar. Gelecekte, petrole yönelik talep artışında en büyük payın sahibi olmaları beklenen Asya'nın diğer ülkelerinin (özellikle Japonya ve Kore), öncelikle Ortadoğu rezervlerine yönelmiş olmaları, ciddi bir rekabetin habercisi olarak algılanabilir. Talebin hızla artması, kaynakların paylaşımında çatışmalara 
neden olabileceği kaçınılmaz görülmektedir. Çin Ortadoğu’ya müdahil olmasıyla son birkaç yıldır ekonomik, politik ve stratejik açıdan büyük genişleme kaydetmiştir. 1990’ların sonundan bu yana, Çin’in bölgeye yönelik politikaları, devlet yönetimindeki üç büyük enerji şirketinin hedefleriyle birleştirilmiştir. 

ÇHC Ortadoğu’da zaman zaman farklı politikalar izlemiştir. İlk zamanlar uluslararası konulara ideoljik yaklaşırken, (1950’lerde Araplar arasındaki Batı karşıtı hareketlere anti emperyal hareketler olarak yaklaşmıştır..) son zamanlarda ekonomik çıkarlar açısından yaklaşmaktadır. Bölge ülkelerine silah satarak petrol almanın yollarını araştırmıştır. Körfez ve Irak Savaşları ile ABD’nin Körfez’e hakim olarak enerji kaynaklarını kesebileceği ihtimali, ÇHC’ni Ortadoğu ülkeleri ile daha yakından ilgilenmeye itmiştir. Çin ekonomik gelişmeye verdiği önem kadar Çin’in askerî modernizasyonu için de destek arayışına girmiş ve İran-Irak savaşında (1980-1988) her iki tarafa da silah satmıştır. Aynı zamanda 
1980’lerde F-10 savaş uçakları geliştirmek için de İsrail ile işbirliği yapmış, 1988 yılında Suudi Arabistan’a CSS-2 orta menzilli (1800 Km.) balistik 36 
adet füze satışı gerçekleştirmiştir.256 2002’de ilk serbest ticaret bölgesini Arabistan’da açmıştır. İsrail ile 1990’larda diplomatik ilişki kurmasıyla, 
denge kurmaya çalışmıştır. İsrail’den teknoloji gerektiren silah alımlarını ABD engellemiştir. Çin İsrail ilişkileri, ABD’nin tesiri altındadır.257 Libya ve 
Suriye ile M-9 balistik füzelerin satışı konusu da müzakereler yürütmüş, ancak Washington, Çin’in bu adımdan vazgeçmesi için baskı yapmıştır. 

İran-Irak Savaşının bitimi sonrasında yalnız kalmış olan İran, ÇHC’den konvansiyonel ve bazı kitle imha silahları almış, İran Devlet Başkanı 
Rafsancani’nin 1992’de Pekin’i ziyaretinden sonra Çin, İran’ın nükleer proğramında yer almıştır. ÇHC, ithal ettiği petrolün yüzde 17’sini İran’dan 
karşılamaktadır. ÇHC ve İran, bölgede yabancı güçlere karşı olduklarını, ABD’nin insan haklarını bahane ederek müdahalelerde bulunmasını uygun bulmadıklarını birlikte ifade etmişlerdir. ÇHC’nin Uygur bölgesinde Türk ve Müslüman nüfus ile sorunları bulunmaktadır. Türkiye’nin Orta Asya’da etkin olmasının önüne geçebilmek içinde İran ile ilişkilerini geliştirmek istemektedir. 

2002 yılından beri, Çin, enerji ihtiyacını karşılamak için uluslararası piyasalardan ithalat yapmak yerine, Ortadoğu’daki kritik öneme sahip hidrokarbon kaynaklara sahip olmak için büyük çaba sarf etmektedir. Çin’in, enerji güvenlik stratejisinin bir parçası olarak Ortadoğu üzerindeki vurgusunu devam ettireceği ve yoğunlaştıracağını öngörmek için her türlü neden bulunmaktadır. Bunun içinde ABD ile askerî bir çatışma ihtimali de bulunmaktadır. Çin’in petrol arayışı su götürmez şekilde ABD’nin Ortadoğu’daki nüfuzuna karşı yeni bir rakibin ortaya çıkışı demektir. Bu rekabet ihtiyatlı bir biçimde idare edilmez ise, çok alanlı konularda ikili bir anlaşmazlığın ortaya çıkması ve bunun da ABD’nin bölgedeki stratejik çıkarlarına zarar vermesi kaçınılmazdır. 258 

Çin’in batısında bulunan Sincan Uygur Özerk (Doğu Türkistan) bölgesinde Uygur, Kazak ve bir miktar Kırgız yaşamaktadır. Sincan-Uygur özerk bölgesinde yaşayan Türk kökenli Uygur ve Kazaklarla Türkiye’nin akrabalık bağları bulunmaktadır. Türkiye, Çin ile ilişkilerini dostane tutmakta, burada yaşayan akrabalarını Çin yönetimine karşı kışkırtmaktan kaçınmaktadır. Buna rağmen, Çin’in, Sincan bölgesindeki olası bir gelişmeyi dikkate alarak, Orta Asya ile Kafkasya bölgelerine olan yaklaşımı farklıdır. Orta Asya’da hareket özgürlüğünü garanti etmek istemektedir ve bu nedenle Batıyı Kafkaslarda meşgul etme ve durdurma çabasındadır. Bunun için İran ve Rusya’ya dolaylı yardımlar yapmakta ve Ermenistan’ı silahlandırmaktadır. 
Çin, Ermenistan’ı destekleyerek Azerbaycan’ın güvenliğini tehdit etmekte ve Türkiye’nin Kafkaslardaki çıkarlarını zora sokacak politikalar geliştirmektedir. 
Böylece ileride, Doğu Türkistan-Uygur sorunun gündeme getirilmesini engellemek istediği düşünülmektedir. 259 Bu konuda Rusya ile uyum içinde 
olan Çin, Türk etkisinin daha ileri gitmemesini hedefleyen politikalar içerisindedir. 
Kürdistan Demokrat Partisi (KDP) Lideri Mesut Barzani, Çin'in Bağdat Büyükelçisi Yang Hung Lin ve bazı Çinli işadamlarıyla Selahaddin’de görüşmüştür. KDP'nin yayın organı Xebat gazetesinin haberine göre, Barzani’nin çeşitli temaslarda bulunmak üzere Çin'e gideceği belirtilmektedir.260 Küçük devletler, etnik unsurlar merkezi güçler tarafından daima kullanıla gelmişlerdir. Barzani ile Çin arasında başlayan temaslar, Çin’in de Kürt kartını kullanma düşüncesinde olabileceğini göstermektedir. Kuzey Irak’taki Kürt oluşum, ABD’den istediği desteği bulamadığı andan itibaren, Çin’in desteğini arayabileceği ve Kürt kartının Çin tarafından da kullanılabileceği öngörülmektedir. 


7 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.


***

15 Aralık 2017 Cuma

KUZEY IRAK TÜRKİYE İLİŞKİLERİ, BÖLÜM 5

KUZEY IRAK TÜRKİYE İLİŞKİLERİ, BÖLÜM 5


5. 2010’lar: Bölgesel Kürt Yönetimi ve Türkiye 

5.1 Bölgesel Kürt Yönetimi ve Irak 

2010’lu yıllara gelindiğinde Kürdistan Bölgesel Yönetimi ile Irak Merkezi Hükümeti arasındaki anlaşmazlıklar daha da derinleşmiştir. Petrol paylaşımı konusundaki anlaşmazlıklar, Kerkük dahil tartışmalı bölgelerin durumundaki belirsizlik anlaşmazlıkların kaynağı olmuştur. 2009 yılında yapılan seçimlerden sonra Kürtler, Irak’ta diğer partilerle kuracakları ittifakları söz konusu sorunlarına çözüm getirip getirmeyeceğine göre şekillendirmişlerdir. Kürtler seçim sonrası koalisyon arayışlarında 19 maddelik bir liste hazırlamış ve hükümeti kurabilecek güçte bulunan Allawi ile Maliki’ye sunmuştur. Listede anayasanın 140. maddesinin en geç iki yıl içerisinde uygulanması, Kürt partilerin koalisyondan çekilmesi durumunda hükümetin düşmesi, peşmerge güçlerinin maaşlarının Irak Savunma Bakanlığı tarafından ödenmesi, petrol yasası taslağının onaylanması gibi talepler yer almıştır.35 Allawi bu talepleri büyük oranda reddederken, Maliki bazılarını kabul edip Kürtlerle anlaşmış ve hükümeti kurmuştur. 2011 Şubatına gelindiğinde Irak Başbakanı Nuri El Maliki, Kürdistan 
Bölgesel Yönetimi’nin yaptığı petrol anlaşmalarının geçerliliğini tanımış ve böylece 2006 yılından beri devam eden petrol anlaşması imzalama yetkisinin kimde olduğuna dair anlaşmazlık çözülmüştür.36

2012 Nisan ayında ise yeni bir petrol gerginliği açığa çıkmıştır. Bağdat, Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin taahhüt ettiği petrol miktarını ihraç etmediğini ileri sürerek bölgedeki petrol şirketlerinin alacaklarını ödememiş böylece Kürt Bölgesi ile merkezi hükümeti tekrar karşı karşıya gelmiştir. Bunun üzerine Kürdistan Bölgesel Yönetimi Kerkük-Yumurtalık petrol hattına verilen ham petrolü kesmiştir.37 Ağustos ayında petrol ihracının yeniden başlamasına rağmen kriz bitmemiştir. Bunun üzerine şirketlerin alacaklarının ödenmesi için yeni bir adım atılmıştır. Kürdistan Bölgesel Yönetimi Bağdat’ın kontrolünde bulunan Kerkük-Yumurtalık hattı üzerinden yaptığı ihracatı kesmiş ve bölgede faaliyet gösteren ve en yüksek üretimi yapan firma olan Genel Enerji’ye “Kürdistan petrolü”nü ihraç etme izni vermiştir.38 Genel Enerji de bu petrolleri tankerlerle Türkiye’ye ulaştırmış ve buradan dünya pazarlarına sunmuştur. Gerginliğin arttığı bu dönemde merkezi hükümet Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ni %17’lik payını azaltmakla tehdit etmiş ve 2014 yılı bütçe görüşmelerinde de Kürt Bölgesi’nin bütçesini kısmaya çalışmıştır.39 

Bu dönemde Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin geleceğini ilgilendiren bir başka önemli gelişme ise Ekim 2013’te yapılan parlamento seçimleri olmuştur. Seçim iki açıdan önemliydi. 
İlk olarak bu seçimi önceki seçimlerden ayıran yeni parlamentonun Kürdistan anayasası çalışmalarını sonuçlandırması beklentisiydi. Uzun süre boyunca üzerinde tartışılan fakat bir türlü nihayete erdirilemeyen anayasa sorununun aşılması hem kamuoyu tarafından hem de siyasi partiler tarafından seçim öncesinde sıkça dillendirilmiştir. İkincisi, Bölgesel Yönetim’in Ankara ve Bağdat ile ilişkileri de muhalefet partileri tarafından seçim çalışmalarında eleştiri konusu olmuştur. Bu iki parametre bağlamında oluşacak yeni parlamentonun 
önünde Kürdistan anayasa çalışmalarının sonuçlanıp sonuçlanmayacağı, yeni hükümetin iç ve dış politikalarında yeni bir dizaynının söz konusu olup olmayacağı seçimler öncesi tartışmaların temel konusu olmuştur.40 Bunların yanı sıra, KDP ve KYB’nin Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin seçimlerine ilk kez ayrı listeler halinde katılmış olmaları da seçime ayrı bir önem yüklemiştir. Fakat KYB’nin seçimlere Aralık 2012’de beyin kanaması geçiren ve siyasete dönemeyen Celal Talabani’nin yokluğundan dolayı ciddi bir dezavantajla girdiğini de belirtmek gerekiyor. 

Seçim sonuçları açıklandığında Kürt bölgesinde ilk kez KYB üçüncü parti konumuna düşmüştü. Seçimin galibi %37.79 ile Barzani’nin partisi KDP olmuş, seçimin diğer kazananı ise %24.21 ile Kürdistan bölgesinde ikinci büyük parti olmayı başaran Goran Hareketi olmuştur. KYB ise %17.08 oranında oy alarak üçüncü parti konumuna düşmüştür. 

İslami partilerden Yekgirtu %9.49, Komal ise %6.01 oranında oy almıştır. Seçimler eyalet bazında değerlendirildiğinde şu sonuçlar ortaya çıkmıştır: Erbil’de %48.22, Duhok’ta %70.03 oy oranlarıyla KDP en çok oyu alan parti olmuştur. KYB’nin kalesi olarak sayılan Süleymaniye’de ise en çok oyu alan %40.08 Goran Hareketi olmuş, KYB %28.62 oy oranında kalmıştır. Fakat hiçbir parti tek başına hükümeti kuracak çoğunluğu elde edemediği için geleneksel ittifak anlayışı yeniden devreye girmiş ve KDP ile KYB birleşerek hükümeti 
kurmuşlardır. 


Tablo 5: Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi Parlamento Seçimlerinde Partilerin Aldığı Oylar 

30 Nisan 2014’te yapılan Kürdistan Bölgesi Vilayet Seçimleri de Kürt partiler arasındaki dinamikleri fazla değiştirmemiş fakat KYB küçük bir farkla da olsa Goran’ı geçerek tekrar ikinci parti konumuna yükselmiştir. Aynı tarihte Irak genelinde yapılan seçimlerin ise Irak geneli için çok parçalı bir görüntü sunması bunun aksine Kürt partilerin blok hareket edebilme esnekliği Bağdat ve Erbil arasında işgalden itibaren var olan yapısal farkı daha da arttırmıştır. Bağdat siyasal istikrarsızlıkla ve çatışmalarla “başarısız devlet” görüntüsü vermeye 
devam ederken, Erbil siyasal istikrarın kurumsallaştığı ve güvenlik sorunlarının önemli ölçüde çözüldüğü bir de facto devlet görüntüsünü sağlamlaştırmaya devam etmektedir. 

5.2 Türkiye ve Bölgesel Kürt Yönetimi İlişkisi 

2009 ve sonrasındaki gelişmeler Ankara ve Erbil arasında yeni bir dönemin başladığının işaretleriyle doluydu. İlişkilerdeki bu kırılma Türkiye iç siyaseti bağlamında Kuzey Irak ile ilişkilerde güvenlik odaklı bir politika izlenmesi gerektiği konusunda ısrarcı olan askeribürokratik yapının 2008 yılı itibariyle dış politika belirlenmesi sürecinde etkinliğini kaybetmesi ile ilişkili olduğu kadar bazı dışsal gelişmelerin de sonucuydu. ABD’nin 2011’de Irak’tan çekileceğini açıklaması Türkiye’nin Irak’a yönelik ilgisini artırdığı gibi özellikle Erbil 
yönetimi ile hızla gelişen ekonomik ilişkiler, ekonomik işbirliği temelinde bir dış politika izleyen Ankara’yı Irak Kürtlerine yakınlaştırmıştır. ABD’nin Irak’tan çekilmesini açıklaması ile birlikte Kürdistan Bölgesel Yönetimi ve merkezi Irak yönetiminin arasının açılmaya başlaması da Iraklı Kürtleri Türkiye’ye yakınlaştıran bir başka unsur olmuştur (Özcan, 2010b: 175). 

Bu yakınlaşmanın en dikkat çekici adımlarından biri Türkiye tarafında dışişleri bakanı düzlemindeki diplomatik ilişkinin Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Mart 2011’de Erbil’i ziyaret etmesi ve burada Mesut Barzani ile görüşmesinin ardından üst düzeyde seyretmeye başlaması olmuştur. Türkiye’den ilk kez bir başbakanın ziyaret ettiği Erbil’de konuşan Erdoğan, bölgeye yönelik politika değişimlerini şöyle ifade etmiştir: “İktidardaki ilk iki yılımızda Irak denince hep Türkmenler konuşulurdu. Gerilim istemediğimiz için biz de fazla zorlamadık. Sırf Türkmen odaklı politikadan tüm Irak’a bakan politikaya geçmek için çok sabır gösterdik. Önce bürokratla, sonra özel temsilciyle, daha sonra bakanla adım attık. 
Artık bizim gelme zamanımız geldiğini düşününce de Erbil’e geldik.”41 Bu ziyaretten kısa bir süre sonra da, 12 Ekim’de Erbil’de Türkiye Başkonsolosluğu hizmete girmiştir.42 

Erdoğan’ın Erbil ziyareti sırasında ikili ilişkilerde kırılma teşkil edecek bir başka önemli gelişme ise Kürdistan Bölgesel Yönetimi Doğal Kaynaklar Bakanı Aşti Hawrami’nin Erdoğan ile görüşmesi olmuştur (Balcı, 2014). Bu görüşme ile birlikte Ankara’nın Erbil’e yönelik enerji ilgisi önemli ölçüde artmaya başlamış ve enerji ilişkileri 2012 yılına damgasını vurmuştur. 

Türkiye’nin ucuz enerji bulma, Rusya ve İran’a enerji alanında yaşanan bağımlılığı azaltma ve bölge için enerji transfer merkezine dönüşme politikaları Ankara’yı hızla Erbil’e yakınlaştırmıştır. Enerji boyutuna bir de Suriye iç savaşı bağlamında Ankara ve Bağdat’ın arasının açılması ve PKK’nın Suriye’de güçlenmesi eklenince Erbil ile ilişkiler kendisine ciddi yapısal bir dayanak da bulmuştur. Bütün bunların sonucunda, 20 Mayıs 2012’de Türkiye Enerji Bakanı Taner Yıldız, Erbil’e yaptığı ziyaret sırasında Bölgesel Kürt Yönetimi’nin Doğal Kaynaklar Bakanı Aşti Hawrami ile merkezi Irak yönetiminin onayı olmaksızın çeşitli enerji antlaşmaları imzalamıştır. Bu antlaşmalarla Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin petrol ve doğalgaz kaynaklarını Türkiye üzerinden transfer edilmesi öngörülürken bu miktarın günde bir milyon varilin üzerinde olacağı açıklanmıştır. 

2014 yılına gelindiğinde Erbil, Ankara’nın en önemli enerji partneri haline geldiği gibi, Arap Baharı sonrası dengelerin yeniden karıldığı Ortadoğu’da ilişkilerin en iyi yürütüldüğü aktör statüsüne yükselmiştir. Ankara ve Erbil arasındaki bu ciddi yakınlaşma PKK konusuna da yansımış ve Erbil’in desteği ile birlikte Ankara 2012 sonunda yeni bir barış süreci başlatmış ve bu süreç kapsamında PKK militanlarının Kuzey Irak’a çekilmesi öngörülmüştür. 

5.3 PKK ve Bölgesel Kürt Yönetimi 

Mart 2009 tarihinde Irak Cumhurbaşkanı Celal Talabani PKK’nın önünde iki seçenek olduğunu ve PKK’nın ya silah bırakmayı ya da Irak’tan çekilmeyi seçmesi gerektiğini açıklamıştır. 
Talabani’nin bu açıklamasını Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin Başkanı Neçirvan Barzani’nin PKK’nın Türkiye’ye saldırmak için kendi topraklarını kullanmasını eleştirdiği açıklamaları izlemiştir. Irak’taki Kürt liderler ile Türkiye arasındaki bu yakınlaşma PKK’nın Kandil’deki liderlerinden Murat Karayılan’ın tepkisine neden olmuş ve Karayılan “Talabani’nin Türk generalleri memnun etmeye çalıştığını iddia ederek onun Kürt sorununun çözümünde olumlu bir rol oynaması umutlarını kaybettiklerini, kimsenin kendilerini o dağlardan çıkaramayacağını” açıklamıştır (Özcan, 2010a: 165). 2010’da Kürdistan Bölgesel Yönetimi yapılan seçimlerden yaklaşık bir ay sonra Dışişleri Bakanı Müsteşarı Feridun 
Sinirlioğlu, Kuzey Irak’a giderek Mesut Barzani ile seçim sonrası oluşacak muhtemel durumu görüşmüştür. Görüşmenin en önemli gündem maddelerinden biri PKK konusuydu. 

Ankara, Kuzey Irak’ta son dönemde artan hareketlilikle ilgili olarak Türkiye-ABD-Irak arasındaki üçlü mekanizmanın daha iyi işlemesini istemiş ve bu doğrultuda da Erbil’den daha fazla istihbarat talep etmiştir. Bunun gerekçesi olarak da PKK’nın Türkiye-Irak sınırını tekrardan aktif bir şekilde kullanmaya başlaması göstermiştir.43 

Harita 8: Türkiye-Irak Kürdistan Özerk Bölgesi Petrol Boru Hattı 

Bu karşılıklı açıklama ve görüşmelere rağmen 2011 ve 2012 yılları 2004’te ateşkesin bozulmasından sonra PKK ve Türk Silahlı Kuvvetleri arasında yaşanan çatışmaların en şiddetlilerine tanık olmuştur. Özellikle 2011 yılındaki çatışmalar kapsamında kamuoyuna yansıdığı kadarıyla Irak’taki Kürt liderlerin temel politikası PKK eylemlerini eleştirmek ve Ankara’ya destek verileceğini açıklamakla sınırlı kalmıştır. Örneğin, 19 Ekim 2011’de PKK’nın Hakkari’nin Çukurca ilçesinde düzenlediği saldırıda 24 askerin hayatını kaybetmesi 
üzerine Türkiye’ye gelen KDP Başkan Yardımcısı Neçirvan Barzani, hiçbir eylemin Türkler ile Kürtler arasındaki kardeşlik ilişkisini bozmaması gerektiğini dile getirmiştir (Özcan, 2012: 274). 

Önemli bir ayrıntı da 2007 ve 2008 yıllarında olduğu gibi bu tarihte Türkiye’nin sınır ötesi operasyonlarına Iraklı Kürt liderlerden bir tepki gelmemesidir. 
Hakkari saldırısının ardından TSK Kuzey Irak’a havadan ve karadan operasyon başlatmıştır ve dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Tosun, operasyon kapsamında 270 PKK’lının ölü olarak ele geçirildiğini söylemiştir.44 

2012 yılına gelindiğinde Ağustos ayında PKK’nın Kerkük-Yumurtalık Petrol Boru Hattı’na düzenlediği saldırı Türkiye ile kısa süre önce 20 Mayıs’ta çeşitli enerji antlaşmaları imzalayan Bölgesel Kürt Yönetimi’ni rahatsız etmiştir.45 Bu saldırı Erbil’in enerji bağımsızlığı konusunda geliştirdiği yeni strateji bağlamında PKK’nın önemli bir istikrarsızlık unsuru olduğunu ortaya koymuş ve Erbil yönetimini bu konuda adım atamaya zorlayacak bir motivasyon olmuştur. Öte yandan Suriye’de devam eden iç savaşta PKK’ya yakınlığı ile bilinen 
PYD’nin (Partiya Yekitiya Demokrat – Demokratik Birlik Partisi) Suriye’nin kuzeyinde kontrolü ele geçirmesi Ankara ve Erbil’in PKK konusundaki hassasiyetine yeni bir boyut eklemiştir. Dolayısıyla Suriye’deki PYD’nin varlığı Ankara ve Erbil’i PKK konusunda bir başka ortak noktada buluşturan bir etki yapmıştır. 2012 yılı boyunca TSK’nın Kuzey Irak’a yaptığı hava operasyonlarına ses çıkarmayan Erbil, PKK’nın bölgedeki etkinliğinin ortadan kaldırılması noktasında Türkiye ile ortaklaşa bazı adımlar atmaya başlamıştır. Bu politika 
Kürdistan Bölgesel Yönetimi Başkanı Neçirvan Barzani ve PKK’nın üst düzey yöneticilerinden olan Duran Kalkan’ın dolaylı tartışmasında kendisini net bir şekilde göstermiştir. Barzani Türkiye’den Kürdistan bölgesi için umut kapısı olarak söz ederken46 Kalkan, Barzani’yi açıklamalarından ve Ankara ile olan yakınlaşmalarından ötürü sert bir şekilde eleştirmiş ve Kürdistan Bölgesi’nin değil Türkiye’nin Kürdistan Bölgesi’ne muhtaç olduğunu ifade etmiştir.47 

Bu gelişmelerin yanı sıra, Mesut Barzani 20 Nisan 2012’de gerçekleştirdiği Türkiye ziyareti sırasında PKK konusundaki tavrını daha da sertleştirmiş ve şu ifadeleri kullanmıştır: 
“Bundan sonra PKK silahlı yöntemini sürdürürse sonucuna kendi katlanır. Ben PKK’nın Irak Kürdistanı’nda hüküm sürmesine müsaade etmem. Bundan sonraki süreçte savaş Kürt meselesine zarar verecektir. Bu konuyla ilgili PKK beni dinlerse iyi eder”.48 PKK’nın Kuzey Irak’ı bir konuşlanma alanı olarak kullandığı düşünüldüğünde Barzani’nin PKK’nın silah bırakması konusunda zorlayıcı gücü devreye soktuğu da söylenebilir. Üstelik Barzani 2012 yılı itibariyle AK Parti hükümetinin çözüm konusunda bir adım attığına kanaat getirmiş 
ve bu bağlamda aynı ziyaret sırasında PKK ve BDP’ye de çağrıda bulunarak “Türkiye devletinin bu yeni bakışına PKK ve BDP’nin daha fazla destek vermelerinin daha iyi olacağına inanıyorum” ifadelerini kullanmıştır.49 Barzani’nin ziyaret sırasında Başbakan Erdoğan ve AK Parti’nin Kürt açılımları konusunda yetkilendirdiği isim olan Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay ile birlikte Dolmabahçe’deki Başbakanlık Çalışma Ofisi’nde üçlü bir görüşme gerçekleştirmesi, Erbil’in PKK meselesinin çözümü konusunda aktif bir politika izlemeye başladığının göstergesi olmuştur (Balcı, 2013b: 131).

2013 yılıyla birlikte Erbil, Ankara’nın başlattığı barış sürecine mutlak desteğini açıklamıştır. Abdullah Öcalan’ın 21 Mart’ta Newroz mesajında hükümetin Kürt sorunu konusunda kültürel ve siyasi reformlar gerçekleştireceğinden, PKK’nın da ateşkes ilan ederek çekileceğinden bahsetmesi ile50 başlayan barış sürecinde Erbil kritik bir rol oynamıştır. Örneğin, Recep Tayyip Erdoğan’ın Diyarbakır’daki mitingine katılan Mesut Barzani Türkiye’deki çözüm sürecine destek verdiklerini ve atılan adımlardan memnun olduklarını dile getirmiştir.51 

Öte yandan Barzani’nin Diyarbakır’a geldiği gün KDP’nin Facebook sayfasında Türkiye sınırlarını da kapsayan bir Büyük Kürdistan haritası paylaşılması Türkiye’de küçük çaplı da olsa tartışılmış ancak harita kısa bir süre sonra kaldırılarak tartışmaların büyümesinin önüne geçilmiştir. Haritanın sayfada paylaşılması değil ama kaldırılması, KDP’nin Ankara’yla arasını açmak istememesi olarak yorumlanmıştır.52 

6. Sonuç 

Yaklaşık yarım yüzyıllık bir süreye bakıldığında Türkiye ve Irak’taki Kürt gruplar arasındaki ilişkilerin “güvenlik” merkezli bir ilişki olmaktan çıkıp “işbirliği” odaklı yeni bir ilişki doğrultusunda dönüştüğü rahatlıkla söylenebilir. Türkiye uzun yıllar Irak’taki Kürt hareketlerini kendi Kürt nüfusundan duyduğu “tehdit” üzerinden ele almış ve bu nedenle Irak’taki Kürt siyasal hareketlerini tehdit olarak görmüştür. Bunu destekleyen iki temel parametreden bahsedilebilir. Birincisi Irak’ta bir Kürt otonom bölgesinin oluşması ile Türkiye-Irak sınırının Türkleri ve Iraklıları ayıran bir sınır değil aksine Türkiye’deki Kürtler ve Irak’taki Kürtleri bölen bir sınır işlevi gördüğü ortaya çıkacaktır. Bu durum Türkiye’nin ulus-devlet karakterini tahrip eden bir özellik taşımaktaydı. İkincisi Türkiye’nin güneydoğu bölgelerinde bağımsız bir Kürt devleti kurulması amacıyla kurulan PKK’nın, Irak’ın kuzey bölgelerini üs olarak kullanması Ankara için açık bir tehdit anlamına geliyordu. Dolayısıyla uzun bir süre Türkiye Kuzey Irak’taki Kürt siyasal hareketini bu iki parametre ekseninde okumuştur. 

İki gelişme kuzey Irak’a yönelik güvenlik odaklı bakışın değişmesini imkanlı kılmıştır. 

Birincisi daha çok yapısal olarak değerlendirilebilecek ABD’nin Irak müdahaleleri ve bu müdahalelerin ardından kuzey Irak’ta de facto bir Kürt devletinin ortaya çıkması. Bu durum Türkiye’nin değiştirme ya da etkileme gücünün olmadığı bir olgu karşısında politikalarını yeniden gözden geçirmesini gerektirmiştir. İkincisi Türkiye iç siyasetinde 2000’li yılların başında yaşanan iktidar değişikliği Ankara’nın Kuzey Irak’a bakışını önemli ölçüde değiştirmiştir. 

Bu iki temel dinamiğin yanı sıra PKK, enerji ve başka çok sayıda dinamik 2000’lerin ikinci yarısından itibaren Ankara ve Erbil arasında yeni bir ilişki biçiminin kapısını aralamıştır. 2000’lerin ikinci on yılına gelindiğinde ise Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi Ankara’nın en iyi ilişkilere sahip olduğu komşusu haline gelirken, Türkiye siyasetçilerinin bölgesel güç olma hedeflerinde Erbil merkezi bir konum almıştır. Bu değişimin iki önemli etkisi oluştur. Birincisi Ankara PKK sorununu Erbil ile işbirliğine giderek çözmeye başlamış ve bu durum Türkiye için daha esnek bir Kürt siyasetini beraberinde getirmiştir. İkincisi ilişkilerde en önemli dinamik olarak devreye giren enerji konusu bir taraftan Erbil’in otonom gücünü Türkiye üzerinden artırmasına olanak sağlarken diğer taraftan da Türkiye’yi ciddi bir enerji aktörü konumuna taşımaktadır. Fakat bu iki “olumlu” çıktıya rağmen Ankara-Erbil ilişkileri çok önemli risklerle de karşı karşıyadır. Radikal bir çizgi izleyen Irak-Şam İslam Devleti (bkz. Gürler ve Özdemir, 2014) 2014 yılıyla birlikte de facto Kürt devletini ciddi şekilde tehdit etmeye başlamıştır. Yine İran başta olmak üzere bölge ülkelerinin ve Amerika Birleşik Devletleri başta olmak üzere küresel güçlerin bu yeni oluşan duruma yani Bağdat’ta bağımsız hareket eden ve Ankara’ya bir hayli yaklaşan Erbil siyasetine yönelik tavırları henüz netleşmemiştir. 

DİPNOTLAR,

1 “PKK I. Konferansı yapıldı”, Serxwebûn, Ocak 1982, Sayı: 1, ss. 1-8. 
2 “PKK ve I-KDP, Faşist Türk Ordusunun Güney Kürdistan’ı İstilasına Karşı Ortak Direniş Kararı Aldılar” Serxwebûn, Temmuz 1983, s. 10.
3 Rafet Ballı, “Türkiye’ye Dost, PKK’ya Düşmanız”, Milliyet, 28 Ağustos 1987, s. 9.
4 Merkezi Ankara’da bulunan Irak Ulusal Türkmen Partisi oluşacak yeni yönetime meşruiyet kazandıracağı düşüncesiyle seçimlere katılmayı reddetmiştir (Gunter, 1993: 298).
5 Dışişleri Bakanlığı Siyaset Planlama Dairesi Başkanlığı, Önerge Cevaplanma Tarihi: 17.07.1992, Tutanak Tarihi: 25.08.1992 
http://www.tbmm.gov.tr/tutanaklar/TUTANAK/TBMM/d19/c016/b094/tbmm190160940169.pdf 
6 Sami Kohen, “Sözler Şimdi Açık”, Milliyet, 11 Kasım 1998, s. 20
7 Rafet Ballı, “Kardeşliğimizin İlerlemesini İstiyoruz”, Milliyet, 11 Haziran 1991, s. 14. 
8 Rafet Ballı, “Kardeşliğimizin İlerlemesini İstiyoruz”, Milliyet, 11 Haziran 1991, s. 14.
9 Nur Batur, “Ankara-Bağdat İlişkileri Gergin, Jetlerimiz Emir Bekliyor”, Milliyet, 5 Nisan 1991, s.17.
10 “TSK Başıbozuk Müessese Değildir”, Milliyet, 24 Eylül 1992, s. 20. 
11 “Şırnak’ta Gece Baskını”, Milliyet, 20 Ağustos 1992, s. 17.
12 Şekil 8’de görüldüğü gibi Kürt Bölgesi sınırındaki Selahaddin, Musul ve Diyala eyaletleri tartışmaları bölgelerdir.
13 15 Ekim 2005 tarihinde kabul edilen Irak Cumhuriyeti Anayasası, Madde 117. 
14 Kürdistan Bölgesi Seçim Yasası’nda 21 Ekim 2004 tarihinde yapılan ikinci değişiklik, 2. Bölüm. 
15 “Kürt Yönetiminin anlaşmaları geçersiz!”, Haber Türk, 26 Kasım 2007.
16 Rakamlar Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin resmi web sitesinden alınmıştır, bkz. www.krg.org 
17 Fikret Bila, “İşte 10 Yıldır Tartışılan Belge”, Milliyet, 12 Eylül 2013.2008: 2). 
18 “Türkiye’den Kürt yerleşimci tepkisi”, ntvmsnbc.com, 19 Ocak 2005. 
19 Ferai Tınç, “Kürt hükümeti ile yakınlaşırız”, Hürriyet, 15 Şubat 2007.
20 Rakamlar Türkiye İstatistik Kurumu resmi web sitesinden alınmıştır, bkz. www.tuik.gov.tr 
21 Rafet Ballı, “Kuzey Irak’la resmi temaslar başladı, Neçirvan Barzani Türkiye’ye gelecek”, Zaman, 2 Mayıs 2008. 
22 Fotoğraf Kürdistan Bölgesel Yönetimi resmi web sitesinden alınmıştır. 
23 Deniz Çiçek, “Kuzey Irak’taki yatırımların yüzde 70’ini Türkler kaptı”, Akşam, 1 Kasım 2009.
24 Deniz Çiçek, “Kuzey Irak’taki yatırımların yüzde 70’ini Türkler kaptı”, Akşam, 1 Kasım 2009. 
25 Genel Energy web sitesi: http://www.genelenergy.com/ 
26 Rıfat Başaran, “Kuzey Irak’tan ilk petrol ihracatı başladı”, Radikal, 2 Haziran 2009. 
27 Barçın Yinanç, “Devlet Peşinde Değiliz”, Milliyet, 31 Mart 2000. 
28 “Ecevit, Barzani ile Görüştü”, ntvmscnbc.com, 7 Ekim 2000.
29 “Tüm Kürtler PKK’ya karşı birleşmeli”, Hürriyet, 25 Aralık 2000. 
30 “Kürdistan’da Yerel Yönetim Sorunları ve Çözüm Perspektifi”, Serxwebûn, Aralık 2003, (264), s. 21-27. 
31 “Çözümü Zorlaştıran İnkarcı ve İmhacı Siyasettir”, Serxwebûn, Kasım 2003, (263), s. 3. 
32 “Zebari’den PKK sözü”, Sabah, 15 Haziran 2004.
33 “Kürtlerden PKK’ya Silah Bırakma Çağrısı”, Yeni Şafak, 18 Haziran 2004. 
34 “Talabani PKK’yı Kınadı”, Zaman, 22 Haziran 2004.
35 Namo Abdullah, “Kurds send 19 conditions to Allawi and Maliki”, rudaw.net, 18 Ağustos 2010. 
36 “Bağdat, bölgesel yönetimin petrol anlaşmalarını tanıdı”, Hürriyet, 6 Şubat 2011. 
37 “Kuzey Irak petrol ihracatını kesti”, Sabah, 1 Nisan 2012.
38 “Barzani Türkiye üzerinden ilk kez petrol sattı” ntvmsnbc.com, 8 Ocak 2013. 
39 “Irak’ta bütçe krizi derinleşiyor” aljazeera.com.tr, 7 Mart 2014. 
40 Seçim sonuçları www.rudaw.net haber sitesinin seçim özel sayfasından alınmıştır.
41 Abdulhamit Bilici, “Başbakan Erdoğan: Erbil’i ziyaretin zamanı gelmişti ama bu kolay olmadı”, Zaman, 31 Mart 2011. 
42 Ahmet Haşim Muhtaroğlu, “Erbil Başkonsolosluğu açıldı”, Radikal, 12 Aralık 2010.
43 Uğur Ergan, “Barzani’den PKK’ya karşı etkin mücadele istedi”, Hürriyet, 28 Nisan 2010. 
44 “Sınır ötesi operasyonlarda 270 terörist öldürüldü”, Haber Türk, 24 Ekim 2011. 
45 Mehmet Selim Yalçın, Dündar Sansur, “Kerkük-Yumurtalık boru hattında yangın”, Hürriyet, 27 Ağustos 2012. 
46 “Umut kapımız Türkiye kapanırsa Bağdat’a teslim oluruz”, t24.com.tr, 25 Aralık 2012. 
47 “Türkiye Kürt bölgesine Muhtaç”, Milliyet, 26 Aralık 2012. 
48 “Barzani’den PKK’ya rest”, Zaman, 20 Nisan 2012.
49 “Barzani: PKK beni dinlerse iyi eder”, Hürriyet, 20 Nisan 2012. 
50 “İşte Öcalan’ın Nevruz mektubu”, Radikal, 21 Mart 2013. 
51 Uğur Ergan, “Barzani ve “ Diyarbakır’da”, Hürriyet, 16 Kasım 2013. 
52 “İşte Barzani’nin Kürdistan haritası”, Cumhuriyet, 17 Kasım2013.


Kaynakça, 

Anderson, Liam ve Stansfield, Gareth. (2009), Crisis in Kirkuk: The Ethnopolitics of Conflict and Compromise, Pennsylvania: 
University of Pennsylvania Press 
Aykan, Mahmut Bali, (1996), “Turkey’s Policy in Northern Iraq, 1991-95”, Middle Eastern Studies, 32 (4), ss. 343-366 
Balcı, Ali (2013a), Türkiye Dış Politikası, İstanbul: Etkileşim Yayınları 
Balcı, Ali (2013b), “Türkiye’nin Irak Politikası 2012: İki Irak Hikâyesi”, İnat, K., Duran, B., Ulutaş ve U., (Ed.), Türk Dış Politikası Yıllığı 2012, Ankara: 
Seta Yayınları, ss. 119-135 
Balcı, Ali (2014), ‘Enerji’sine Kavuşan Komşuluk: Türkiye-Kürdistan Bölgesel Yönetimi İlişkileri, SETA Analiz Serisi, (94), Haziran 2014 
Bila, Fikret (2007), Komutanlar Cephesi, İstanbul: Detay Yayıncılık 
Bölme, Selin M. (2012), İncirlik Üssü: ABD’nin Üs Politikası ve Türkiye, İstanbul: İletişim Yayınları 
Bölükbaşı, Süha (1991), “Ankara, Damascus, Baghdad, and the Regionalization of Turkey’s Kurdish Secessionism”, Journal of South Asian and 
Middle Eastern Studies, 14(4), ss. 15-36 
Bruinessen, Martin van (2006), Ağa, Şeyh, Devlet, Çeviren: Banu Yalkut, İstanbul: İletişim Yayınları, 6. Baskı 
Danly, J., (2009), The 2009 Elections, Instıtute for the Study of War, Military Analysis and Education for Civilian Leaders 
Charountaki, Marianna (2012), “Turkish Foreign Policy and the Kurdistan Regional Government”, Perceptions, Winter, 17(4), ss. 185-208 
Ferris, Elizabeth, Fellow, Senior, Stoltz, Kimberly, (2008), The Future of Kirkuk: The Referendum and Its Potential Impact On Displacement, 
The Brookings Institution 
Galbraith, Peter (2007), Irak’ın Sonu, Çeviren: Mehmet Murat İnceayan, İstanbul: Doğan Kitap 
Gunter, Michael M. (1993), “A De Facto Kurdish State in Northern Iraq”, Third World Quarterly, 14 (2), ss. 295-319 
Gunter, Michael M. (1996), “The KDP-PUK Conflict in Northern Iraq”, The Middle East Journal, 50 (2), ss. 225-241 
Gunter, Michael M. (1996), PKK-KDP Hostilities. Olson, Robert W. (Ed.), The Kurdish Nationalist Movement in the 1990s, Kentucky: 
The Univeristy Press of Kentucky 
Gunter, Michael M. (2011), Historical Dictionary of the Kurds, İkinci Baskı, Maryland: Scarecrow Pr. 
Gürler, Recep Tayyip, Özdemir, Ömer Behram, “Tevhid ve Cihad Örgütü’n”den “İslam 
Devleti”ne, SETA Perspektif, (60), Ağustos 2014 
ICG (2008), “Turkey and Iraqi Kurds: Conflict or Cooperation?”, International Crisis Group, 
Middle East Report, No: 81, 13 November 
İmset, İsmet G. (1993), PKK: Ayrılıkçı Şiddetin 20 Yılı 1973-1992, Ankara: Turkish Daily News Yayınları 
İnat, Kemal (2006), “Türkiye’nin Ortadoğu Politikası 2005”, Kemal İnat ve Ali Balcı (Ed.), Ortadoğu 
Yıllığı 2005, Ankara: Nobel Yayınları, ss. 1-49 
İnat, Kemal (2008), “Türkiye’nin Ortadoğu Politikası 2006”, Kemal İnat ve Muhittin Ataman (Ed.), 
Ortadoğu Yıllığı 2006, Ankara: Nobel Yayınları, ss. 1-54
Kakayi, Falakaddin (1994), The Kurdish Parliament. Hazelton Fran (Ed.), Iraq since Gulf War: 
Prospects for Democracy, London: Zed Books 
Katzman, Katzman ve Prados, Alfred B., (2006), “The Kurds in Post Saddam Iraq”, CRS Report for 
Congress, Order Code: RS22079, 12 December 
Katzman, Kenneth (2010), “The Kurds in Post-Saddam Iraq”, CRS Report for the Congress, Order 
Code: RS22079, 1 October 
Kısacık, Raşit (2007), Kuzey Irak’a Son Operasyon, İstanbul: Truva Yayınları 
Miroğlu, Orhan (2012), Silahları Gömmek, İstanbul: Everest Yayınları 
Oran, Baskın (1998), Kalkık Horoz: Çekiç Güç ve Kürt Devleti, 2. Baskı, İstanbul: Bilgi Yayınevi 
Oran, Baskın (Ed.) (2005), Türk Dış Politikası Cilt II, 8. Baskı, İstanbul: İletişim Yayınları 
Oran, Baskın (Ed.) (2013), Türk Dış Politikası Cilt III, 1. Baskı, İstanbul: İletişim Yayınları 
Öcalan, Abdullah (2010), Ayaklanma Taktiği Üzerine Tezler ve Görevlerimiz, Abdullah Öcalan 
Sosyal Bilimler Akademisi: Azadi Matbaası 
Özcan, Mesut (2009), “Irak 2007”, Kemal İnat, Muhittin Ataman ve Murat Yeşiltaş (Ed.), Ortadoğu 
Yıllığı 2007, İstanbul: Küre Yayınları, ss. 33-59 
Özcan, Mesut (2010a), “Türkiye’nin Irak Politikası 2009”, Burhanettin Duran, Kemal İnat ve Muhittin 
Ataman (Ed.), Türk Dış Politikası Yıllığı 2009, Ankara: SETA Yayınları, ss. 61-95 
Özcan, Mesut (2010b), “Turkish Foreign Policy Towards Iraq in 2009”, Perception, 15, (3-4), ss. 113-132 
Özcan, Mesut (2012), “Türkiye’nin Irak Politikası 2011”, Türk Dış Politikası Yıllığı 2011, Ankara: 
SETA Yayınları, ss. 265-281 
Özdağ, Ümit (1999), Türkiye, Kuzey Irak ve PKK: Bir Gayri Nizami Savaşın Anatomisi, Ankara: Asam Yayınları 
Özdağ, Ümit (2007), Türk Ordusunun PKK Operasyonları, 5. Baskı, İstanbul: Pegasus Yayınları 
Özdağ, Ümit (2008), Türk Ordusunun Kuzey Irak Operasyonları, İstanbul: Pegasus Yayınları 
Romano, David (2006), The Kurdish Nationalist Movement Opportunity, Mobilization and 
Identity, New York: Cambridge University Press 
Stansfield, Gareth R. V. (2003), Iraqi Kurdistan: Political Development and Emergent Democracy, 
London: Routledge Curzon 

Süreli Yayınlar Gazeteler,

Cumhuriyet 
Haber Türk 
Hürriyet 
Milliyet 
Sabah 
Serxwebûn 
Yeni Şafak 
Zaman

Türkiye’nin hem kendi içerisindeki Kürt vatandaşları ile hem de sınır ötesindeki Irak Kürdistan Bölgesi ile olan ilişkisi Ankara için bir “doğu problemi” niteliğindeydi. Abdullah Öcalan’ın yakalanmasını izleyen süreçte Türkiye’deki iç siyasi gelişmelerin de etkisi ile Ankara’nın Kürt politikasında hayati değişiklikler yaşandı. Özellikle Erdoğan liderliğindeki AK Parti’nin hem iç hem de bölgesel politikalarda daha etkin olabilmenin anahtarı olarak Kürt sorununun çözümünü görmesi bu anlamda önemli adımların atılmasını sağlamıştır. 
Türkiye içerideki Kürt sorununu demokratikleşme çerçevesinde çözerken sınır ötesinde de Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimiyle daha yakın işbirliği kurarak kendisine yönelik olası bir tehdidi eleme yoluna gitmiştir. Böylece Ankara bölgesel siyasette daha emin adımlarla ilerlemeye başlamış, iç barışın sağlanması ve demokratikleşme yolunda hızlı adımların atılması konusunda da önemli ilerlemeler kaydetmiştir. 
Yaşanan bu gelişmeler zorlu süreçlerin ve siyasi çekişmelerin gölgesinde uzun çabaların ardından gerçekleşebilmiştir. 
Bu sürecin uzmanlar, siyaset yapıcılar ve kamuoyu tarafından kapsamlı bir biçimde anlaşılması kat edilen mesafenin ve elde edilen kazanımların doğru okunabilmesi açısından büyük önem taşımaktadır. Bu çerçevede yapılacak bilimsel çalışmalar, saha araştırmaları ve kapsamlı raporlar literatüre katkılarının yanında kamuoyunun aydınlanması açısından da gereklidir. 

Ortadoğu Araştırmaları Merkezi (ORMER)
Kuzey Irak - Türkiye İlişkileri: PKK, Güvenlik ve İşbirliği 

***