Cumhuriyet Halk Partisi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Cumhuriyet Halk Partisi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

3 Aralık 2020 Perşembe

ATATÜRK'TEN SONRA BUGÜNLERE NASIL GELDİK? BÖLÜM 1

ATATÜRK'TEN SONRA BUGÜNLERE NASIL GELDİK? BÖLÜM  1 



Cüneyt Arcayürek 
Detay Yayımcılık-Şubat 2008 
Derleyen: 
Halit YILDIRIM 
22 Ağustos 2008 
www.altinicizdiklerim.com 


Mustafa Kemal Paşa, çağdaş bir cumhuriyete yönelen bütün devrimlerini 1922 ile 1932 yılları arasında, on yıla sığdırdı. Devrimleri bu kadar kısa süre içinde gerçekleştirmesi, kimi yazarlar tarafından, yaşama veda ettikten sonra eleştirildi. 
Dediklerine göre, devrimler zamana yayılarak gerçekleşseydi, ulus tarafından sindirilecek, daha az saldırıya uğrayacak, daha az eleştiri konusu olacaktı. Fakat Mustafa Kemal Paşa'nın bildiği bir gerçek vardı: kafasında yılardır kurguladığı çağdaş cumhuriyeti oluşturacak devrimleri ancak kendi zamanında, sarsılmaz iradesiyle gerçekleştirip uygulamaya koyabilirdi. 

Öngördüğü devrimler kendisinden sonra acaba gerçekleşebilir miydi? 
Evet, Gâzi gerçekçi idi. Nitekim bir ara CHP ile ilgili bir konuyu önüne getiren Recep Peker, “Paşam neden Cumhuriyet Halk Partisi yazıyorsunuz. Benim partim yazsanıza!” demiş, Mustafa Kemal'den şu kısa yanıtı almıştı: “Cumhuriyet Halk Partisi'nin (veya fırkasının) benden sonra benim partim olarak kalacağını nereden bilebilirim?” 
Dün Söylediklerinden Bugüne Bakarsak... 
2 Temmuz 1932'de toplanan Birinci Türk Tarih Kongresi'nin son günlerinde Atatürk, tarih öğretmenlerini ve öğretim üyelerini Gâzi Orman Çiftliği'nde çaylı bir toplantıya çağırdı. İki saat konuştu. Bu arada öğretmenlerden biri Atatürk'e sordu: 
· “Paşam, din lüzumlu bir şey midir? 
· Halifeliğin kaldırılması iyi mi olmuştur?” 
Atatürk, bu sorulara şu yanıtı verdi: 
“Evet, din lüzumlu bir müessesedir. Dinsiz bir milletin devamına imkân yoktur. Din, Tanrı ile kul arasındaki kutsal bir bağlılıktır. Dinden maddi çıkar sağlayanlar (bugünküler gibi) alçak kişilerdir. İşte biz bu duruma karşıyız... 
... (Bugün de AKP gibi) bütün hükümdarlar hep dinî alet edindiler... 
... Fakat bunca asırlarda olduğu gibi, bugün dahi, (bu sözü sanki bugünleri görüyormuş gibi 1932'de söylüyor) halkın cehaletinden ve taassubundan istifade ederek, bin bir türlü siyasî ve kişisel amaç ve yarar için dinî alet ve vasıta olarak kullanmak girişiminde bulunanların... varlığı... bizi bu zeminde söz söylemekten henüz alıkoyamıyor... 
... Masum halka... beş vakit namaz dışında... vaaz ve nasihat etmek... belki ömründe hiç 
namaz kılmamış olan bir politikacı tarafından vaki olursa, bu hareketin hedefi anlaşılmaz olur mu?...”

Sonuç olarak: Atatürk, dinin özüne ve aslına bağlıydı. Bid'atlere, hurafelere, dinin yarar ve siyaset çıkarlarına alet edilmesine karşıydı. 
Atatürk dinin değil, din istismarcılarının karşısındaydı. 
“...Duraklamaksızın diyebilirim ki, bugünkü İslam dinî başka, Peygamber'in zamanındaki İslam dinî başkadır. Gerçek İslamiyet, yaratılıştan gelen mantıklı bir dindir. Hayalleri, yanlış düşünceleri, boş inançları hiç sevmez, özellikle nefret eder...” 
Prof. Fahri Kayadibi, Atatürk'ün dinî, gerçek dindarı ve din adamını öven... Müslümanlıktan dolayı iftihar ettiğini dile getiren çok sayıda sözü ve konuşması olduğunu yazıyor. “O, dinin özüne ve aslına bağlıydı. Din istismarcılarının karşısındaydı. Atatürk'ü din düşmanıymış şeklinde göstermek ya kasıtlıdır ya da bilgisizlikten kaynaklanmaktadır” diyor. 

Yaşamı boyunca, Türk halkına gerçek dindarlığın, “bugünkü İslam dininin başka, 
Peygamber'in zamanındaki İslam dininin başka olduğunu, mantıklı bir din olan gerçek İslamiyet'in düşleri, yanlış düşünceleri, boş inançları hiç sevmediğini, özellikle nefret ettiğini” anlatmaya çalıştı. 

Atatürk'ün yanından ayrılmayan, yanından ayırmadığı Ali Kılıç (Kılıç Ali) anlattı: 
“İlk Meclis'te bir gün lâiklik konuşuluyordu. Gâzi Mustafa Kemal Paşa o gün Meclis'e başkanlık ediyordu. Meclis'in tanınmış din alimlerinden bir üye kürsüye geldi. Alaylı bir tavırla:

'Arkadaşlar, bir lâikliktir gidiyor. Affedersiniz ben bu lâikliğin anlamını anlayamıyorum' diye söze başlarken oturuma başkanlık yapan Mustafa Kemal Paşa, dayanamadı, oturduğu yerden elini kürsüye vurarak:'Adam olmak demektir Hocam, adam olmak!’ Soru yanıtlanmıştı”. 

Uzun İnce Bir Yol Lâiklik resmiyet kazanacağı tarihe kadar ince uzun bir yolda çeşitli aşamalardan geçti. 

1920'de kurulan TBMM'de kabul edilen anayasada egemenliğin kayıtsız şartsız millete verilmesiyle lâikleşme sürecinde ilk adım atıldı. 

Dinci devletin dayanağı olan saltanatın 1922'de ortadan kaldırılmasından ve yerine ulusal egemenlik temeline dayanan Cumhuriyet'in 1923'de ilan edilmesinden sonra, 1924'de halifelik de kaldırıldı. 

Böylece, dinin devlet üzerindeki etkisi kırıldı, 1928'de Anayasa'dan “Devletin dinî İslamdır” maddesi kaldırılarak anayasa, bu süreçte devlet, hukuk, eğitim ve kültür lâikleştirildi. Hukukun lâikleştirilmesi Şeriye Vekâleti'nin (bakanlığının) kaldırılması ile başladı. Bunu yasalar izledi. 

1924'de dinî içerikli hukuk kitabı olan mecelle kaldırıldı. Şeriye Mahkemeleri kapatıldı. 1926 yılında kabul edilen Medeni Kanun'la kadın haklarında yasal düzenlemeler gerçekleştirildi. Bunu borçlar, ticaret ve ceza yasaları izledi. 
1931 ve 1934'de kadınlara seçme-seçilme hakları verilerek hukuk alanında lâikleşme tamamlandı. 

Bu gelişmenin önderliğini yapan Atatürk, eğitim sistemindeki lâikleşmeyi, din etkisinden arındırılmış okullar ve eğitim programlarına çağdaş öğeleri ve kuralları yerleştirerek sağladı. 

Bir dizi devrim sırasıyla yasalaştı. 

Örneğin bin yıllık Arapça yazısına son verilerek kültür alanında lâikleşmeye ilk adım atıldı. 
Ve... 
Atatürk'ün ölümü üzerinden yarım yüzyıl geçtikten sonra dinci gelişmelerin odak noktasında duran Erdoğan; meydanlarda, resmî demeçlerinde “Elhamdülillah şeriatçıyım...Millet isterse lâiklik elbette gidecek” diyebilme özgürlüğüne kavuştu. 
Anadolu insanının başörtüsünü siyasal simge türbanla özdeşleştirdi. 

Bugün Atatürk'ün bin bir emekle kurduğu “modern Türkiye”nin cumhurbaşkanı ile 
başbakanın eşleri çağdaş Türk kadınını türbanlı başlarıyla yurt dışında da temsil ediyor. AKP'li bakanların ve milletvekillerinin eşlerinin çoğunluğu halka Kuran emri diye yutturdukları türban takıyor.

Atatürk'ü sâdece yakından tanımak mutluluğu dışında Atatürkçülüğü, devrimlerini ve lâik Cumhuriyet'in kazanımlarını ve nimetlerini sindiren usta bir yazarın, F.R. Atay'ın, O'nun ölümünün 20'nci yılındaki yazısından – izninizle – kimi alıntılar yapmak istiyorum. 

“Keşke 1938'den On Yıl Sonra Ölseydi...Kurtuluşumuzu tamamlardık...” 
“Keşke 1919'dan on yıl önce Türklüğün başına geçseydi... 
Ne Balkan Savaşı'na fırsat verirdik, ne de Birinci Dünya Savaşı'na girerdik. 
Ve keşke 1938'den sonra ölseydi... 
Kurtuluşumuzu tamamlardık. ''

Söyleyiniz bana, sağdan yazı devam etseydi Latin alfabesini alabilir miydik? Medeni Kanun'u alabilir miydik? Eğitim birliğini yapabilir miydik? Medreselerin yeniden hortlamasına engel olabilir miydik?.. 

... Atatürk, 1965 Türkiyesi ilim ve teknik kadrosunun dörtte birini bulsaydı, çoktan bütün işlerimizi bitirmiş olurduk. Meclislerimizde kürsü arkasına eskiden Arapça 'Danışınız!' sözünü asardık. Sonra onu 'Hakimiyet milletindir' sözü ile değiştirdik... 
Gerçekte Atatürk partisi millet içinde değil, Atatürkçülük dediğimiz her şey kendi partisi içinde azınlıkta idi. Ölümünden sonra parti güdümü bu inançsızların eline geçti. Ne yazık ki Atatürk'ün başladıklarını severek, bilerek, benimseyerek tamamlayacak olanlar, o öldükten sonra yetişmişler ve Onsuzluk yüzünden eski şekilci ve statükocu Tanzimat bürokratları engelini sökememişler, sonunda da henüz ne devrimlere ısınan, ne eğitimden geçen halk yığınları 
çoğunluğunun seli içine atılmışlardır...
... Bugün kendilerine reformcu diyen korkak ikbalcilere bakınız: Türk çocuklarının on binlercesine medrese ilkokullarında medeniyet düşmanlığı ve Türkiye halkının milyonlarcasına cami kürsülerinde Atatürk devrimleri düşmanlığı telkinleri yapıldığı bilinirken susmakta değil midirler?...” 

Karşı Devrimin Başlangıcı 

Kimi bilim adamlarına göre; karşı devrim hareketleri, Atatürk'ün ölümünden sonra başladı (1938) ve çok partili yaşamla birlikte, 1945-46'da ilk meyvelerini verdi. 
1950, 14 Mayıs seçimlerinde 27 yıldır süregelen CHP iktidarını deviren Demokrat Parti iktidarında ivme kazandı. 

DP iktidarını izleyen iktidar dönemlerinde de gelişti... 
Karşı Devrim Uygulamaları 
Karşı Devrim Kronolojisi” listelerinde şu tarihler dikkati çekiyor: 
· 4 Şubat 1949: İki “meczup” Meclis'te ezan okuyor. 
· 15 Şubat 1949: İlkokullarda isteğe bağlı olarak din derslerine başlanması önerildi. 
· 1 Mart 1950: (27 Mayıs seçimlerine iki ay 27 gün kala) millî Şef İnönü'nün 
cumhurbaşkanı, CHP'nin tek başına iktidarda olduğu tarihte, hükümet, Atatürk'ün 
çıkarttığı Tekke ve Türbelerin Kapatılmasına Dair 677 Sayılı Yasa'yı yürürlükten 
kaldırdı. Türk büyüklerine ait olanlar ve sanatsal değer taşıyanlar Millî Eğitim 
Bakanlığı'nca halka açıldı. İlk aşamada açılan türbe sayısı 19. 
· 12 Nisan 1950: Mareşal Fevzi Çakmak için düzenlenen cenaze töreninde gericiler dinî siyasete alet ederek gövde gösterisi yaptı. 
· 1948 – 1949: İlkokullara, ailelerin isteğine bağlı olmak koşuluyla, okul içinde ve ders saatleri dışında din dersleri konuldu. 
· MEB'e bağlı “İmam-Hatip Yetiştirme Kursları” açıldı. Hacca gideceklere döviz 
verilmesi için izin çıktı. 
· Ankara Üniversitesi'ne bağlı İlahiyat Fakültesi açıldı. 
· İmam Hatip Kursları okula dönüştürüldü. 
· 1950: Tekke ve Zaviyelerle Türbelerin Kapatılmasına İlişkin Kanun'da değişiklik 
yapıldı. Türk büyüklerine ait olanlar ve sanatsal değer taşıyanlar MEB'ce halka açıldı. 

Ve... Gerçeği Yansıtan Sonuç 

Prof. Dr. Çetin Yetkin bir dönemin ayrıntılarını açıklayan değerli Karşı Devrim – 1945–1950 kitabının hemen baş sayfalarında, “araştırmanın İsmet İnönü'yü eleştirmek amacıyla yapılmadığının” altını çiziyor ve şunları yazıyor: 
“İnönü, Atatürk değildir. Öyle olmadığı gibi, bu kitabın sayfalarını çevirdikçe göreceksiniz ki, Atatürk'ün birçok eserini ters yüz eden, yıkan da İnönü'nün ta kendisidir. Hemen söyleyelim: 

İmam hatip okullarının ve ilahiyat fakültelerinin, tekke ve zaviyelerin açılması, okullara din dersi konulması ve birçok geriye dönüşler, İnönü zamanında gerçekleştirilmiştir... 

Karşı devrim, 

Atatürk'ün ölümü ile eş zamanlı olarak gündeme gelmiştir...” 
Yargıtay Başkanı İmran Öktem, 1 Mayıs 1969 günü öldü. 3 Mayıs 1969'da Ankara Maltepe Camisi'nde yapılan cenaze töreninde büyük olaylar çıktı. Bir “kalabalık” cenaze namazının kılınmasını engellemeye çalıştı. Cami görevlileri görevlerini yerine getirmekten kaçındı. Olaylar sırasında camide bulunan ve saldırganlar arasında kalan CHP Genel Başkanı İsmet İnönü'yü korumak amacıyla Kara Kuvvetleri Komutanlığı Topçu Dairesi Başkan Vekili Tuğgeneral Nabi 
Alpartun tabancasını çekti. İnönü – yakınında bulunanların söylediğine göre – CHP Ankara İl Başkanı Rauf Kandemir'e “Namazı kılınacak, namaz kılınmadan gitmem” dedi. 

Gericiler grubunun baskısından etkilenen veya onlara uyan imamlar da direnişe katılınca, namazı 27 Mayıs Millî Birlik Komitesi Hükümeti'nin bakanlarından Abdullah Polat Gözübüyük'ün ağabeyi İzzet Gözübüyük kıldırdı.

Olay, tam anlamıyla bir irtica olayı idi. İsmet İnönü, olayları değerlendirirken “Her 
manasıyla kesin ölçüde bir 31 Mart Vakası'dır” dedi. 

1965'teki genel seçimde tek başına iktidara gelen Adalet Partisi'nin genel başkanı Süleyman Demirel, başbakandı. Olay hakkında “Hadise gayet üzücüdür” demekle yetindi. 

7 Mayıs 1969'da Yargıtay Başkanı'nın cenaze töreninde, camide yaşanan irtica olayını ve olaylarını yaratanları protesto etmek için hukuk adamlarının geniş ölçüde katıldığı ve Anıtkabir'de sonuçlanan görkemli bir yürüyüş yapıldı. 
Cenaze töreninde alışılmışın dışında bir eylem gerçekleştiren gericilerin bu hareketindeki nedeni açıklamak gerekiyor. 

Olaydan bir yıl önce Yargıtay Başkanı İmran Öktem; lâikliği yorumlarken ünlü Fransız düşünürü Voltaire'in bir sözünü tekrarlayarak “Tanrı'yı da insan yaratmıştır” demiş, bu sözü “malum” çevrelerin tepkisine yol açmıştı... 
İmran Öktem, ölümünden bir yıl önceki konuşmasında şunları söylemişti: 
“...Cumhuriyet rejimini yıkmak ve hilâfet rejimi kurmak, Türk Milleti'ni dinî esaslara dayanan bir hukuk düzenine sokmak isteyen ve bunun için gizli ve açık çalışan mistik hezeyan halindeki bir avuç meczup, ruh hastası veya dinî, kazanç meta haline getirmiş kimseler, saf ve cahil yurttaşın en temiz varlığını, itikadını, imanını geçim vasıtası yapmış olan bezirgânlar – o bezirgânlar ki, dinin emrettiğini yerine getirmezler, yasak ettiklerini gizli gizli yaparlar ve fakat dindar görünürler - evet bunlar ve bir takım hurafeleri dinî esaslar gibi göstermeye kalkan ve bu 
suretle halkı uyuşturan kökü dışarıdaki yurt düşmanları daima hüsrana uğrayacaklar dır...” 


***

24 Ağustos 2019 Cumartesi

DEMOKRAT PARTİ İKTİDARI (1950.1960) ve BASIN. BÖLÜM 6


DEMOKRAT PARTİ İKTİDARI (1950.1960) ve BASIN. BÖLÜM 6


     Kağıt tahsisi konusunda (la yine DP'yi tutarı gazetelere, tirajlarına göre büyük ölçüde kağıt verilmiş, tarafsız ve muhalif gazetelere ise bu alanda çok hasis davranılmış, hatta muhalif bir derginin 1958 Temmuz'unda kağıdı kesilmiştir.53 
     3 Kasım 1958'de Ulus gazetesi bir ay süreyle kapatıldı; yazı işleri müdürü İhsan Ada tutuklandı. Bu, Ulus'un üçüncü kapatılışıydı. 31
     1 Kasımda ise Akis'i yayımlayan Metin Toker, hükümete danışmanlık yapan Nihat Erime hakaret ettiği gerekçesiyle bir yıl hapis cezasına çarptırıldı. 
     Aralık 1958'de Adalet  Bakanı Esat Budakoğlu Meclis'te, 1954'den Mayıs 1958'e kadar 238 gazetecinin mahkum olduğunu açıkladı.
     25 Nisan 1959'da Ulus gazetesi yeniden 4. kez bir ay süreyle kapatıldı. Mayıs başlarında Ege'nin muhalefetini dışa vuran '' Demokrat İzmir Gazetesi '' 
bir grup saldırgan tarafından tahrip edildi.

     2 Mayıs günü İnönü'nün İzmir de karşılanışıyla ilgili harer ve fotoğraflar ve CHP Liderinin o günkü demeci için de yayın yasağı konuldugu. Bu ve benzeri 
olaylarla ilgili olarak verilen yayın yasakları ve toplatma kararlan da geniş eleştirilere yol açtı.
Yalnızca Mart 1954-Mayıs 1958 yılları arasında 1161 gazeteci hakkında kovuşturma yapılmış ve bunların 238'i mahkum edilmiştir.54


*** Ertesi gün Cumhuriyet Gazetesi sütunları  yayımlanıyor ve şu açıklamayı yapıyordu: " Gazetemiz basılırken zabıta, lnönü'nün  demecine ait neşir yasağını 
tebliğ etti ve onun nezaretinde sahife kalıplarında kazıntılar yapıldı; basılan gazeteler de polis tarafından müsadere olundu." Cumhuriyet, 3 Mayıs 1959.

1959 yılı başlarındaki gergin siyasal ortamda gazeteler kapatıldı, Gazeteciler hapse atıldı, Uygulanan Sansür yüzünden gazetelerin birinci sayfalarında son 
anda çıkanlan haberler nedeniyle beyaz başlıklar görülmekteydi. ** 

1959 - 1960 Mayıs'ı arasında basın davalarının sayısı alabildiğine artmıştı.

1959 yılının Mart ve Nisan ayları, DP iktidarı ve taraftarlarının hırçınlıklarının doruğa çıktığı aylardı. 16 Mayıs 1959'da Ulus Gazetesiyle Akis Dergisinin yayını
yasaklandı. CHP'nin yayın organı durumundaki Ulus gazetesinin bir aylığına kapatılması çok sert tepkilere yol açarken, bir yurt gezisinde bulunan CHP Genel
Başkanı İsmet İnönü Uşak'ta saldırıya uğrayarak atılan bir taşla başından yaralandı. Olay, gazetelerde 8 sütuna manşetten verilirken, İnönü'nün söylediği 
sözler, son anda yasaklandığı için gazetelerin birinci sayfaları beyaz boşluklarla çıktı. Mayıs ayı ise iktidar - muhalefet kavgasının doruğa çıktığı bir aydı. 
Mayısın ikinci günü İzmir'de büyük olaylar meydana gelmiş, DP'nin İL  Merkezi'ne dinamit konmuş, 3 Mayıs tarihli Milliyet'in bu kez de manşeti beyaz çıkmıştı. 
Bir gün sonra İstanbul'a gelen İsmet İnönü Topkapıda yine saldırıya uğramış, olayın basına yansıması son anda getirilen bir yasakla yine engellenmişti.55 

   İktidar tüm bu olayların basın tarafından yönlendirildiğini belirtmekteydi.

3 Temmuz'da İnönü'nün CHP İstanbul İl Merkezinde yaptığı basın toplantısının metninin yayımlanması hükümetçe yasaklandı.
1959 yılının sonlarında, DP İktidarının muhalefete karşı artık hiç tehammülü kalmamıştı. Osman Bölükbaşı, 10 ay hapse mahkum oldu. 
Kısa bir süre sonra da Ahmed Emin Yalman'ın Vatan gazetesi kapatıldı. Yönetimin gazeteler üzerinde kurduğu sansür baskısı alabildiğine artmış, Sansürle yetinmeyen yönetim, gönderilen yasaklara uyulup uyulmadığını kontrol etmek amacıyla gazetelerde polis bekletmeye başlamıştı.56

 1960 başlarında iktidarın gazetecilere yönelik baskıları da birbirini izleyen tutuklamalara* dönüştü. Aynca gazete kapatma uygulamaları da sürmekteydi. 
Basın tarihine " Pulliam Davaları " adıyla geçen davaların bir çoğu sürüyordu.** 

**  Bu ortamda Milliyet dünyada yılın adamı olarak Fransa Devlet Başkanı Charles De Gaulle'ü seçerken, DP'nin gazetelere ve gazetecilere karşı olan 
sert tutumuna bir tepki olarak da Türkiye'deki Yılın Adamını "Hapisteki Türk Gazetecisi" olarak belirtilmişti. Milliyet, 1 Ocak 1959.

Kim'den Şahap Balcıoğlu, Vatan'dan Naim Tirali ve Selami Akpınar 16 şar ay hapse mahkum oldular ve ceza evine kondular. 72 yaşındaki Ahmed Emin 
Yalman da 15 ay 16 günlük cezasını çekmek üzere 7 Mart 1960 da cezaevine alındı ancak  11 Mart'ta hastaneye gönderildi, 15 Nisan'da da hastalığı 
nedeniyle Serbest bırakıldı. Akis. Kim ve Vatan birer ay, Ulus gazetesi iki ay kapatıldı. Dünya gazetesinden Falih Rıfkı Atay, Bedii Faik ve Yekta
Ragıp Önen bir süre yargılandılar. Daha sonra Dünya ile iyi ilişkiler kuran Menderes, Davalardan vazgeçti. Pulliam Davaları bütün dünyada yankılar uyandırdı.  Ankara'ya protesto telgrafları yağdı.

1960'da DP'nin muhalefetle ve basınla ilişkileri alabildiğine gerginleşti.  30 Nisan 1960'da basının şiddetli muhalefeti karşısında Menderes Sarol'a 
"  Elimizde derdimizi gerçekleri millete anlatacak Radyo dan başka silah kalmadı.  Bunca yardım, Bunca dostluğa rağmen gazeteler karşımızda cephe aldılar. 
Bugünden, İtibaren vatandaşlarımıza Radyodan ben konuşacağım" demiştir.57

*  Cemil Sait Barlas, Oktay Yerel, Cemalettin Ünlü, Tarık Halulu, Yusuf Ziya Ademhan, Beyhan Cenkçi çeşitli davalardan mahkum olmuşlardı. 
    Tüm bu gazeteciler 27 Mayıs'ta serbest bırakıldılar.
** Amerika'da Indianapolis ve Arlzona Republle gazetelerini çıkaran Eugen Pulliam, Menderes'le görüşmek için Türkiye'ye gelir. Daha önce görüşme isteği 
kabul edilen Pulliam ve eşi Hilton'da üç gün beklerler. Üç gün sonra Başbakan'ın gemiyle İzmir'e gideceği ve kendisiyle gemide görüşeceği. söylenir. 
    Güvertede Pulliam'la karşılaşan Menderes "böyle bir görüşmeden haberinin olmadığını" söyler ve görüşmeyi reddeder.
    Pulliam da ABD'ye dönüşünde iki sert yazıyla "1957 seçimlerinden sonra hüküm süren kin ve nefret havasından ve basına yapılan baskılardan" söz eder. 
    Bu yazılar, Vatan, Dünya ve Ulus gazetelerinde, Kım, Akis ve Altıok dergilerinde yayımlandı.
    Menderes'in izniyle bu yayınlar hepsi için dava açıldı. Davalar 1959 ve 1960 yıllarında sürdü. Ayrıntılı bilği için bkz. A. KABACALI, a.g.e., s. 259-260 ; 
A. E. YALMAN, a.g.e., s. 341-342.

Sıkıyönetimin hemen ardından 28 Nisan Ulus ve Akis'in sorumluları sorguya çekildi. Komisyon Sıkıyönetime gönderdiği yazılarla   Ulus, Akis, Dünya, Kim ve
Demokrat İzmir'in ve matbaalarının kapatılmasını bildirdi. 29 Nisan'da Forum ve 30 Nisan'da Cumhuriyet, 4 Mayıs ta Yeni Sabah, 8 Mayıs'ta Milliyet kapatıldı.
Milliyet'in yöneticileri Tahkikat Komisyonu üyesi olan ve aynı zamanda Gazeteci olan Bahadır Dülger tarafından sert bir tavırla geri çevrildiler. 
Böyle bir ortamda Menderes İzmir'e gitmiş, İktidar gazeteleri " DP kalesi" olarak  bilinen İzmir'de 300 bin kişinin Menderes'i karşıladığını bildirmiş, 
Akşam. Gazetesi karşılanışın havadan çekilmiş bir fotoğrafını yayınlamıştı. Bu fotoğrafta kalabalığın Fazla olmadığı görülüyordu. Akşam aynı gün kapatıldı.

1950-1960 arasında 867 gazetecinin mahkumiyetiyle sonuçlanan 2300 Basın davası açılmıştır.58 
1956-1960 arasındaki dört yılda gazetecilere tam 57 yıllık hapis cezası verilmişti.59

SONUÇ

Basın, bugün olduğu giti DP iktidarı döneminde de siyasi bir arena olma ve gündeme yön verme niteliklerini taşımaktaydı. 
Bu arenada hem iktidar hem de muhalefet karşılıklı saldırılarda bulunmuş tur. DP iktidarı  süresince CHP'nin geçmişine saldırı sürmüş, kamu oyunda CHP'nin eski saygınlığını  kazanması olasılığı arttıkça  DP de baskıcı tutumunu artırmıştır. Saldırgan tutum kişisel hakaretleri de içine almıştır.
Örneğin İnönü'nün 7 Ekim 1952 'de Manisa konuşması Üzerine Çıkan olaylar Zafer'de " Milli Münafık'ın Meşum Tahrikeri Tesirini Gösterdi '' 60 
Manşetiyle yer almıştı.

DP ve onun genel başkanı Adnan Menderes iktidarları süresince basından yayarlanarak kamuoyunun desteğini kazanmak istemişlerdi. Fakat "Demokrasi" 
bayrağı altında seçimleri kazanmasına rağmen ekonomik ve toplumsal vaatlerini gerçekleştireremeyip, toplumsal kriz yükseldikçe basının muhalefeti de artmıştı. 
Bunun üzerine Menderes tarihi yanılgılarından birini yaşayarak baskıcı yasal düzenlemeler ve yöntemlerle basını susturma yoluna gitmiş, DP yanlısı basını da resmi ilanlar, kağıt ve arsa tahsisi gibi yöntemlerle desteklemiştir.

1959 Aralık ayında bütçe görüşmeleri sırasında basınla ilgili Sarol'un hazırladığı rapordaki görüşler DP'nin basını değerlendirmesi açısından önemlidir. 
Sarol basının tek parti hükümeti boyunca iktidarın organı olarak görev yaptığını ve 1950'den itibaren düşünce özgürlüğünü kısıtlayan hükümlerin toptan 
kaldırıldığını belirterek "
Hürriyetlerin en azizi telakki edilen ve üzerine hepimizin titremekle yükümlü bulunduğumuz basın hürriyeti itiraf etmek lazımdır ki 9 yıl süren bu yeni tatbikat
döneminde kendisinden beklenen parlak imtihanı verememiştir. (...) Bu arada iktidarımızın Türk basınının modern ve teknolojik sahada cihazlanması için 
devletten ne ölçüde büyük yardımlar gördüğünü, hükümetin hiçbir iktidar döneminde rastlanmayan sevgiyi, fedakarlığı gazete ve tesislerden esirgemediğini buna karşılık bir kısım gazetelerin hürriyetleri göz göre göre suistimal ederek bizzat kendilerinin hürriyetleri zedeleme yolunu tercih ettiklerini" açıklamıştır.61 

Görüldüğü gibi DP iktidarının son döneminde bile baskıcı tutumu savunarak basın " Parlak İmtihan verememek "le suçlanmıştır .

Tüm bu baskıcı yöndeki değişmelere rağmen dönemin ilginç özelliklerinden birisi, siyaset adamlarının kendilerine yakın gazete ve dergilerde makaleler yazması,
düşüncelerini bu şekilde iletme yoluna gitmesidir. Örneğin İnönü ve Nihat Erim'in Ulus'ta, Celal Bayar ve Menderes'in Vatan ve Zafer'de, Fuat Köprülü'nün 
Kudret'te makaleleri yayımlanmıştır. .

1950-1960 arasındaki iktidar-basın ilişkisindeki tüm gerilime rağmen bu dönem, bugün hala etkililiğini sürdüren Milliyet, Hürriyet gibi gazetelerin de içinde
bulunduğu pek çok gazetenin yayımlanmaya başladığı, baskı teknikleri ve yeni gazetecilik anlayışlarıyla tirajların 100 binin üzerine çıktığı,
 (Özellikle 1955'den sonra) bir dönem olmuştur. Bu durum DP'nin yanısıra başka bir Sosyo-Ekonomik çalışmanın konusunu oluşturan (Geleneksel yapının 
kırılması, Pazar Ekonomisinin gelişmesi vb.) nedenlerin de sonucudur.

27 Mayıs 1960 İhtilali'nin hemen ardından kurulan 30 Mayıs 1960 Tarihli Cemal Gürsel Hükümeti ise " Cumhuriyetin başlıca mesnetlerin den biri" olarak 
özgür basını, göstermektedir.


DİPNOTLAR;

1. Hıfzı TOPUZ, Türk Basın Tarİhi, İstanbul, Gerçek Yayınevi, 1972, s. 170.
2. Nilgün GüRKAN, Demokrasiye Geçişte Basının Rolü' (1945-1950), Ankara, A.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Doktora Tezi, 1994, s.93 .
3. Ulus,1 Temmuz 1946.
4. Nuran DAGLI, Belma AKTORK (haz.), Hükıimetler ve Programları (1920-1960), Ankara, TBMM Yay., 1988, s.119. Ayrıca bkz. İfade Ozgürlügü Hapiste,
    Ankara, Çağdaş Gazeteciler Derneği Yayınları, 1994,  s.431.
5. Alpay KABACALI, Türk Basınında Demokrasi!, Ankara, Kültür Bakanlığı Yay., 1994, s. 201. .
6. a.g.e., s.423.
7. N. DAĞLI  ,1988, s.145, Ayrıca bkz. İfade Özgürlügü Hapiste, ÇGD Yay., 1994, s.433.
8. İfade Özgürlügü Hapiste, ÇGD Yay.,1994, s. 433.
9. Cem EROGUL, Demokrat Parti Tarihi ve İdeolojisi, Ankara, İmge Kitabevi Yay., 1990, s. 48.
10. Ali GEVĞİLİLİ, Yükseliş ve Düşüş, İstanbul, Bağlanı Yayınlan, 1987, s. 86.
11. Cumhuriyet, 2 Ağustos 1951.
12. N. DAGLI ve AKTÜRK, a.g.c.,s.163; Ayrıca bkz. İfade Özgürlüğü Hapiste, 1994, s. 435.
13. N. DAGLI ve AKTÜRK, a.g.e.,s.164; Ayrıca bkr.. İfade Özgürlüğü Hapiste, 1994, s. 435. .
14. Mükerrem SAROL, Bilinmeyen Menderes C.1.I1, İstanbul, Kervan Yay. 1983, s. 177.
15. A. KABACALI, a.g.e., s. 230; Korkmaz ALEMDAR, " Demokrat Parti ve Basın ", Tarih ve Toplum, Mayıs 1986, s. 53.
16. Cumhurlyet, 7 Haziran 1950.
17. M. SAROL, a.g.e., s. 257 -258
18. a.g.e.,s. 259
19. Ahmed Emin YALMAN, Yakın Tarihte Gördüklerim ve Geçirdiklerim (1945 - 1970), (Baskı yeri ve tarihi belirtilmemiştir), s. 322.
20. M. SAROL, a.g.e., s. 560. .
21. a.g.e., s. 622-624 .
22. Orhan KOLOĞLU, Osmanlıdan Günümüze Türkiye'de Basın, İstanbul, İletişim Yay., 1992, s. 70.
23. M. SAROL, a.g.e., s. 206-207.
24. Milliyet, 4 Temmuz 1955. 
25. Tayfun TÜRENÇ, Erhan AKYILDIZ, Gazeteci, İstanbul. Milliyet Yay., 1986, s. 145-146.
26. a.g.e., s. 150.
27. K. ALEMDAR, İletişim ve Tarİh, Ankara, İmge Yay., 1996, s. 143-147.
28. A.E. YALMAN, a.g.e., s. 298 -301.
29. Fuat Süreyya ORAL, Türk Basın Tarıhı Cılt n, Ankara, Sanayii Nefise Matbaası, 1973, s. 184.
30.C. EROĞUL, 1990 , a.g.e., s. 61. '' Meclis görüşmeleri sırasında kabul edilmeyen bir madde bu konuda aydınlatıcı bir örnek olabilir. 
     1950 yasa tasarısının 3 ı. Maddesi şöyle düzenlenmişti: " Rızaları hilafına şahısların hususi veya aile hayatları hakkında ima tarikiyle dahi olsa yayında bulunanlar, suçtan zarar görenin şikayeti üzerine 2 aya kadar hapis veya 200 liradan 2000 liraya kadar ağır para cezasına mahkum edilirler." 
     Maddenin görüşülmesi sırasında Cezmi Türk, Nadir Nadi ve Sıtkı Yırca1ı farklı biçimlerde karşı çıkmışlar, savunusunu ise Bahadır Dülger yapmıştır. 
     Dülger, basının serbest olması yarunda kişilerin aileleri, özel. hayatları, şeref ve haysiyetlerin korunması gerektiğini vurgular. "Bir adamın
namusluluğunun veya namussuzluğunun kıstasını bir gazeteci eline verebilir miyiz?" diye de sorar. Sıtkı Yırcalı kamu yaşamında görevalan kişilerin 
yaptıkları her şeyin milletin denetiminde olması gerektiğini savunur. Bu denetimi basın yapacaktır, " eğer bu şekilde, umumi de olsa, hususi de olsa 
bütün müesseselerimizin kontrolünü ele almazsak, basın hürriyetini buraya teşrnil etmezsek başka türlü hakimiyetlerin kurulmasına vesile hazırlamış oluruz" der. Madde Yırcalı'nın teklifiyle metinden çıkartılır.
31. N. DAGLI ve AKTÜRK, a.g.e., s. 169; Ayrıca bkz. İfade Özgürlügü Hapiste, İstanbul, ÇGD Yay., 1994, s. 436.
32. a.g.e., s. 169; Aynca bb. İfade Özgürlüğtü Hapiste, İstanbul, ÇGD Yay., 1994. s. 436.
33. a.g.e . s. 170; Aynca bkz.. İfade Özgürlüğü Hapiste, İstanbul. ÇGD Yay., 1994, s. .437.
34. A. KABACALI, a.g.e., s. 237-238.
35. M. SAROL, a.g.e., s. 427 .
36. Cumhurlyet. 6, 8, 25 Ocak 1956.
37. M. SAROL, a.g.e., s. 678-679.
38. Emin KARAKUŞ, İşte Ankara. Istanbul, 1977, s. 368-370 .
39. H. TOPUZ, a.g.e., s. 188.
40. Seniye YüCEL, İktidar ve Basın Kartı, Ankara, ÇGD yayınları, 1995, s. 11.
41. Ahmet DANIŞMAN, Basın Özgürlüğününü Sağlanması Önlemlerı, Ankara, A.Ü. BYYO Yayınları No: I, 1982, s.150 - 151
42. K. ALEMDAR, 1996, a.g.e., s. 134.
43. a.g.e., s. 136.
44. E. KARAKUŞ, a.g.e . s. 433.
45. A. KABACAU, a.g.e., s. 234.
46. Cumhurlyet, 6 Şubat 1951. i
47. Cumhurıyet, 25 Haziran 1990. (Mehmet Ali Sebük ile görüşme)
48. a.g.e., S. 238.
49. Cumhurlyet, 19' Mart I955.
50. Devir, 28 Ağustos 1954, S.l.
51. Devir, 28 Ağustos 1954, S.l.
52. T. TÜRENÇ, a.g.e., s. 166.
53. H. TOPUZ, a.g.e., s. 192 .
54. H. TOPUZ, a.g.e., s. 193.
55. T. TORENÇ, a.g.e., s. 178.
56. a.g.e., s. 185.
57. M. SAROL, a.g.e., s. 1003.
58. 0. KOLOOLU, a.g.e., s. 69.
59. Metin TOKER, Demokrasimizin İsmet Paşalı Yılları, Demokrasiden Darbeye (1957-1960), Ankara, Bilgi Yay.,1991, s.. 94.
60. Zafer, 9 Ekim 1952.
61. M. SAROL, a.g.e   s 834


****

DEMOKRAT PARTİ İKTİDARI (1950.1960) ve BASIN. BÖLÜM 4

DEMOKRAT PARTİ İKTİDARI (1950.1960) ve BASIN. BÖLÜM 4



1956 Basın Kanunu değişikliğinin Mecliste görüşüldüğü sırada Adalet Bakanı Köktürk, her hürriyet gibi basın hürriyetinin de bir sınırı bulunduğunu, devletin
vatandaşın şeref ve haysiyetlerini korumakla yiikümlü bulunduğunu belirterek tasarının kabulünü istemişti. Bunun üzerinc İsmet İnönü söz alarak hayatının 
en sert ve ağır konuşmalarından birini yaparak bu yasayla iktidarın polis devleti olma yolunda ilerlediğini belirtmiştir. 
Menderes ise konuşmasında " Demokratik nizamın ancak bu kanunlarla sağlanacağını" söyler.37 
Aynı konuşmada  Menderes 1950 Basın Kanunu ile basın özgürlüğünü sağlamakla büyük bir hata işledinini söylemiştir. 
Bu keskin dönüşün ve kısıtlamaların temelinde ekonomik krizin boyutlarının yükselmesi yatmaktadır.

Meclis'teki görüşmeler sırasında CHP'den ısmet İnönü, Hürriyet Partisi'nden Turan Güneş, Millet Partisinden Osman Bölükbaşı tasarıları eleştirdiler. 
Prof. Turan Güneş, " İngiltere'de kamu Çıkarı açısından gazetecilere hakaret hakkı bile tanındığını, özel yaşamın da 'ispat hakkı' dışında bırakılmadığını 
ve her durumda kamu çıkarının esas alındığını anlattı"; her iki yasanın da anayasaya aykırı olduğunu söylemiş, " Bunlar şiddet kanunlarıdır. 
İktidar bir polis devleti olma yolundadır " demiştir.38

O gün kabul edilen, ertesi gün yürürlüğe giren 6733 Sayılı yasa, Basın Kanunu'nun kimi maddelerini değiştirdi. Bu değişikliklerle basın özgürlüğü sınırlanıyor; Her türlü yoruma elverişli, dolaylı ve örtülü sansüre yönelik hükümler getiriliyordu.
Sorumlu müdür olabilmek için lise öğrenimi zorunlu kılınıyordu. Ayrıca 6 aydan fazla hapis cezasına çarpılanlar sorumlu müdür de muhabir de olamayacaklardı. 

Yanıt ve düzeltme yazılarının yayınlanmasını zorlayıcı koşullar öngörülmüştü. " Kanun, nizamname veya resmi teşekküllerce ittihaz olunun karar gereğince 
gizli yapılan toplantılar" daki görüşmelerin, alınan kararların ya da gizli soruşturmaların ve aşamalarının, yargı mercilerinin görüşmelerinin yayımlanması yasaklanıyordu. Türk Ceza Kanunu'nun 141-142 .. maddelerine ve aşağıda sözü edilecek yasaya göre mahkumiyete karar verilirse, o yayın bir aydan üç aya kadar mahkeme kararıyla kapatılabilecekti. 32. Madde, " Memleket ahlakını, aile nizamını bozacak veya cürüm işlemeye teşvik veya tahrik edecek şekilde heyecan uyandıracak tafsilat ile hakiki veya hayali vakıaları hikaye veya tasvir veya tersim edenler"i cezalandırıyordu. 
Yayınları, içeriğinden söz ederek satanlar da cezalandırılacaktı. Gazeteci sanıkların mahkumiyetleri kesinleşmeden tutuklanmalarını engelleyen 39. Madde hükmü de kaldırıldı. İmzasız yazıların sahibi sorulduğunda 24 saat içinde savcıya bildirilecek, " Memleket ahlakını, Aile nizamını" bozmak 1000 liradan 
10.000 liraya kadar cezalandırılacaktı.

1954'de çıkarılan" Neşir Yoluy'ta veya Radyo ile İşlenecek Bazı Cürümler Hakkında Kanun", kimi maddeleriyle birlikte adı da değiştirilerek, "Neşir Yoluyla veya Radyo ile Yahut Toplantılarda İşlenen Bazı Cürümler Hakkında Kanun" adını aldı.  Bu değişiklik de Basın Kanunu değişikliğiyle birlikte, 7 Haziran 1956'da kabul edildi, 8 Haziran'da yürürlüğe girdi. Bu yasa, Namus, Şeref ve saygınlığa 
dokunacak, resmi sıfatı olanları küçük düşürecek nitelikte yayınlarla devletin saygınlığına dokunacak, halkın devlete güvenini sarsacak ve zorunlu ihtiyaç 
maddelerinin fiyatlarının değişmesine yol açacak nitelikte yazıları cezalandırıyordu.

   Neşir yoluyla veya radyo ile namus, şeref ve haysiyete tecavüz edilmesi veya hakarette bulunulması bir yıldan üç yıla kadar hapis, 3 bin liradan 1O bin liraya 
kadar para cezası gerektiren suçlar haline getirilmişti *

      *27 Mayıs'tan sonra kurulan" Antidemokratik Yasaları Ayıklama Komisyonu", Basın Kanunu değişikliklerinden birçoğunun ve anılan yasanın kaldınlması 
      gerektiğini belirtti. Bu görüşler doğrultusunda gereken yapıldı. Hukukçulardan oluşan komisyon. " Neşir '' Yoluyla veya Radyo ile Yahut Toplantılarda İşlenen Bazı Cürümler Hakkında Kanun"u şöyle değerlendir mekteydi: "... Hürriyetin suistimal edildiği bahanesi. Hürriyete vaki tecavüzlerde daima vesile ittihaz edilmiştir. Nitekim 6334 ve 6732 sayılı kanunlara ait mazbatalarda 'matbuat hürriyetinin kötüye kullanılması teşebbüs ve ihtimallerini
önlemek ve bu suretle bu hürriyeti zararlı hale gelmekten korumak maksadı' ile hareket olunduğu yazılı bulunmaktadır. Halbuki şeref ve haysiyetler böyle bir hususi kanun olmaksızın pek uzun bir müddet korunabilmiştir. Kanunda yer alan ( ... )  İstihkar ve istihfaf (aşağılama ve küçümseme) hissi telkin edebilecek yahut müphem ve suizanı davet eyleyecek mahiyette: neşriyat', ' suiniyet  maksadı mahsusa müstenid neşriyat bazı merciler aleyhine tahrik edici neşriyat' gibi ibarelerde, ceza hukukunun, aradığı katiyet yoktur. Demokratik bir ceza hukukuncm esası, neyin suç olduğu ve neyin suç olmadığı hususunda, yazıl bilgi sahibi olmak yolundaki vatandaş hakkını bu müphem ibarelere teslim etmek imkansızdır. 
      Sınırı belirsiz suçlar, hürriyete karşı ciddi bir tehlike teşkil eder. Nitekim bu kanunun tatbikatı, bu mülahazılayı  tamamıyla teyid etmiştir. 
      Basın suçlannın unsarlarını malüm olmamasından,  her hürriyet gibi basın hürriyeti de zarar görür. Zira cemiyet hadiseleri hakkında fikir yürütmek, 
tenkid etmek hürriyeti ceza tehdidi altında bırakılırsı, bu hürriyetin kullanılması veya mahkumiyete rağmen kullanılması yoluna gidilecektir ki, her iki davranış da modern bir cemiyet bünyesinde vahim sonuçlar yaratır." Ayrıntılı bilgi için bkz.. A. KABACALI, a.g.e., s. 252-253.
....

   Bu yasa değişiklikleri " Tepkiler yaratmıştı, Uluslararası Basın Enstitüsü (IPI), aylık dergisinde şu eleştiriyi yöneltiyordu: " Yeni kanunlar sıkıyönetimin 
kaldırıldığı gün yürürlüğe girmiştir. Bunlar sıkıyönetimi aratmayacaktır. Halkı telaşa düşürecek haberlerin yayılması yasak edilmiştir. 
Bir parti içerisinde görüş ayrılıkları olduğunu yazmak yasaktır. 
Meclis toplantılarının yazılması sınırlandırılmıştır. Cezalar ağırlaştırılmış, sorumluluklar artırılmış, haberleşme olanakları daraltılmıştır. Yeni kanunlar basın özgürlüğü için çok ağır bir tehdit sayılır. Enstitü, Türk basınının çok büyük bir 
çoğunluğunun yeni tedbirleri, protesto etmesini sevgiyle karşılar, Basın özgürlüğünün ve demokratik kuruluşların korunması için savaşan Türk gazetecilerinesaygılarını bildirir. "39

   DP hem içte hem de dışda artan muhalefeti yumuşatmak için 5. Hükümet programında geri adım atmıştır. 5. Menderes Hükümeti (25 Kasım 1957- 27 Mayıs1960) programında ise " Memleket nizam ve istikrarını zedeleyecek ölçüsüzlükler" belirtilerek bunlann yeniden Yaşanmaması için tedbir almak zorunluluğu açıklanmaktadır.
Programda" ...Demokrasilerde matbuat rejimlerinin  haiz olduğu ehemmiyeti izahtan müstağni addederek matbua  ait mevzuat  tatbikatada bizzat hürriyet 
nizamını zedeleyecek bazı boşlukların ve eksikliklerin mevcıutiyetine işaret etmek lüzumuna kaniiz. Bunların suratle gözden geçirilerek halledilmesni ele alacağız" 
cümlelerine yer verilmektedir. Bu dönemde DP Hükümeti, yalnızca yasalar düzenleyerek değil etkili başka bir yönteme başvurarak ekonomik baskılar uygulamıştır. 
Gazete ve dergi kağıtlarının dışarıdan ancak ' Devlet tekelince alınması kararlaştırılmış'tır. .

    Resmi İlanlar Sorunu: 

   DP'nin Resmi ilanlar konusundaki tutumu DP iktidarının ilk günlerinden itibaren kendi yayın organlarını destekler yönde olmuştur. İlan dağıtımıyla ilgili ilk düzenleme 13 Eylül  1950 'de yapılmıştır. İlanların verilmesi sırasında gazetelerin niteliklerine bazı sınırlamalar getirilmiştir. 
4 Temmuz 1951 'deki ikinci düzenleme ile resmi ilanların dağıtımı Bakanlığın takdirine bırakılmıştır.*
* 31 Mart 1952'de İstanbul Gazeteciler Cemiyeti Tarafından verilen bir yemekte Vakit'ten Hakkı Tank Us resmi ilanların bir düzene sokularak, bazı 
gazetelere iltimas edilmek suretiyle basın özgürlüğünün tehlikeye düşürülmesinin önüne geçilmesini istedi. Bunun üzerine bir konuşma yapan Menderes,  basın özgürlüğünün bütün demokratik özgürlükler arasında en sağlam garantiye dayandığını,  Hükümetin bazı gazetelere ayrıcalık tanımasının söz konusu olmadığını ileri Sürmüştür  Ayrıntılı bilgi için bakınız: F. AHMAD, a.g.e., s. 95, Menderes'in aksi görüşüne rağmen Ağustos 1952'de Tekirdağ İl Kongresinde, parti aleyhine yazı yazan gazetelerin resmi ilanları kesilerek cezalandırılmaları istenmiştir. Bkz. Cumhuriyet, 18.8.1952.

Demokratların gazeteleri 'Lehimizde' ve 'Aleyhimizde' diye iki gruba ayırması da bu tarihlere rastlamaktadır. Ekonomik baskının önemlilik derecesini o 
'dönemde gazete sahiplerinin gazeteleri dışında kazanç yolları olmadığı düşünüldüğünde anlamak daha olasıdır.

11 Temmuz 1953'deki üçüncü düzenleme ile 1951'deki madde yürürlükten kaldırılmış, ilan verilirken gazeteler arasında ayrım gözetilmeyeceği yalnız, milli birlik ve beraberliği tehdit eden gazetelere İlan verilmeyeceği belirtilmiştir. 1953 yılında yayımlanan resmi ilan kararnamesinin sonunda şu hüküm vardır: 
"Kategoriler ve her kategori için tayin edilecek nispetler de ilanların gazetelere verilen bedelleri Baş vekaletçe vazifelendirilen bir komisyon tarafından 
tespit olunur." Bu hüküm iktidarın basın üzerindeki resmi ilan kılıcı durumundadır. '
5. Hükümetin kuruluşundan yalnızca iki gün sonra 27.11. 1957 Tarihinde 4/9714 Sayılı Kararname'yle ilk defa özel ilan ve reklamlar bazı hukuki kayıt ve koşullara
bağlanmış, Resmi İlanlar Şirketi'ne.* yeni bir hak tanınmıştır. Bu hakla bütün özel ilan ve reklamların Resmi İlanlar Şjrketi aracılığından geçirilerek 
yayınlanması zorunlu kılınmış,  Türk Basın Birliği aracılığı ile yayımlattıkları ilan ve reklamlar için alacakları komisyon oranı %10 olarak saptanmıştır.40 
* 1931 yılına kadar hiçbir kayda bağlanmayan Resmi İlanlar , 20.7.1931 tarihli kararnameyle gazetelere "Türk Maarif Cemiyeti" kanalıyla verilmesi karara 
bağlanmıştı.
    Cemiyet bu işi 1943 yılına kadar özel bir şirket aracılığıyla yürütmüş, 1943 yılındaki bir kararnameyle aracılık hakkı Cemiyetten alınarak Basın Birliği'ne 
verilmiştir. Birliğin birçok gazeteyle birlikte kurduğu Türk Basın Birliği Resmi ve Ticari lIanlar Şirketi ise 1957'de kurulan Resmi İlanlar Şirketi'ne kadar 
görev yapmıştır.

Basını resmi ilan ve reklamların yanısıra özel ilan ve reklamlar kanalıyla da kontrol eunek amacını güden bu durum, 27 Mayıs Devrimi'yle son bulmuştur.41
Bu Uygulamanın sonucu olarak DP'nin yaymorganı Zafer ile CHP'nin yayın organı Ulus arasında şöyle bir ilan dağıtımı ile karşılaşılmaktadır:42

          1958                          1959                 1960 ( 27 mayısa kadar )   
Zafer   963. 248                  1.234.884           403.364
Ulus    456. 397                     542.867           212.248

İlan ve Reklam konusunda DP'nin' tutumunu sergilemede en iyi yol şu genel rakamları vermek olacaktır:43

....


1.7.1950  31.12.1959  Arasında  gazetelere verilen Resmi İlan ve Reklam tutarlarları.;

Cumhuriyet                                                         2.653.704
Milliyet                                                               2.271.437
Hürriyet                                                              2.269.643
Vatan                                                                 1.641.145
Tercüman                                                            1.139.578
Havadis                                                               1.146.882
Apoyevmatini                                                            91.460
Son Posta                                                            2.145.394
Yeni İstanbul                                                       1.817.612
Zafer-Zafer AkşHm Postası                                     7.114.330
Hürses                                                                1.021.926
Ankara Telgral'                                                     1.083.296
Ulus                                                                      930.953
Son Havadis                                                           690.418



Resmi ilanlarla ilgili olarak DP'nin yaptığı Son düzenleme 3 Ağustos 1959'da ilan dağıtımının incelenmesinin Basın Yayın ve Turizm Bakanlığınca yapılması 
koşulunun getirilmesi olmuştur.

1960 Düzenlemesi: Baskıcı yasal düzenlemelerin sonuncusuna gelince, DP'nin isteğiyle İnönüyü Yeşilhisar'da engelleyen 3 Albayın* bir gün sonra istifası
Menderes iktidarının orduya güvenmemesinde ki haklılığı gösteriyordu. Basına ve orduya güvenemeyeceğini düşünen DP bu kez Meclise dönüp 
18 Nisan 1960'ta 2247 sayılı " CHP ve bir kısım basının faaliyetlerini tahkike memur Meclis Tahkikat Encümeni "nin kurulması hakkında karar çıkarıldı. 
* Selahattin Çetiner, Bahri Yazır, Osman Özcan.

  Bu karar 7 Nisn'da toplanan DP Grup toplantısında görüşülmüş, " Bu muhalefet" ve Bu basın"la ülkenin yönetilemeyeceğine karar vermeleri sonucunda ortaya çıkmıştı. Tahkikatın selayeti açısından ilgili her türlü haberin yayımlanması, dolayısıyla mecJis görüşmelerinin de yayımlanması yasaklandı.

  Meclisteki tartışmalara konulan yayın yasağı yüzünden  Gazeteler tarihi oturumla ilgili yayım yapamıyorlarsa da İsmet İnönü'nün o oturumda söylediği 
" Artık, sizi ben bile kurtaramam" Sözleri ertesi gün gençler arasında dolaşıyordu. Yasağın çıktığı gün İnönü'nün meclis konuşmalarını " Meclis müzakerelerinin aleni olması" esasına dayanarak basan Ulus gazetesinin matbaası sabaha karşı saat beş dolaylarında basıldı ve gazetelere el konuldu.44 

Baskından kaçırılan  gazeteler de CHP' milletvekillerince satıldı. Meclise dönük haberleri yayınlayamayan basın bunun üzerine Kore'deki öğrenci hareketlerine
yoğun biçimde yer vermeye başladılar. 27 Nisan 1961 Taıihinde 7468 sayılı yasa ile " Meclis Tahkikat' Encümeni'nin Vazife ve Salahiyetleri Hakkında Kanun" 
çıkarıldı.
Basınla ilgili önemli hükümler den biri de şuydu:  Her türlü yayının yasak edilmesi halinde bu yasalta uymayan gazete ve dergilerin basım ve dagıtımı önlenir. 
Yayın yasaklarına ısrarlı şekilde uymayan yayınlar kapatılır."
28 Nisan'daki öğrenci hareketleri üzerine sıkıyönetim ilan edildi. Böylece ülkede üç başlı bir yönetim gündeme geldi: 
Hükümet, Tahkikat Komisyonu ve Sıkıyönetim.

5. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

DEMOKRAT PARTİ İKTİDARI (1950.1960) ve BASIN. BÖLÜM 3

DEMOKRAT PARTİ İKTİDARI (1950.1960) ve BASIN. BÖLÜM 3



II- BASKICI EĞİLİMLER

  Demokrat Partisinin 1950'lerin başlarındaki tutumunun ' Beyaz Devrim'den ' Beyaz Terör'e dönüşmesi başta basın, üniversite gibi toplumsal kurumlara 
yönelik baskıcı eğilimlerinin sonucudur.30

  DP'nin basına yönelik olumsuz gelişmeleri daha çok izlediği ekonomik ve siyasal politika ile ilgilidir. DP iktidarının özellikle ikinci yarısından itibaren toplumsal yaşamdaki değişmeler (Köylerden kentlere göçler, kentlerin kapalı alan olmaktan çıkmaları, yeni varlıklar sınıfının oluşumu vb.) her kesimde hoşnutsuzluklar  yaratmaya başlamıştı. Toplumsal muhalefet potansiyelleri artarken basına uygulanan yasaklar elbette öteki toplumsal kurumlara da ülkeyi çözümsüzlüğe  doğru götürmekteydi.
Hükümet, toplumsal muhalefet devlet aygıtlarıyla ne derece baskı altında tutulursa o ölçüde yok edilebilir yanılgısını yaşıyordu ..
1950 Basın Kanunu çıkarılırken Mecliste yaşanan tartışmalar, DP' nin basının denetimi konusunda henüz ortak bir tutumun oluşmadığını göstermekteydi*
    Baskıcı önlemlerin ilk işaretleri 2. Hükümet programında kendini göstermekteydi.
    2. Menderes Hükümeti (9 Mart 1951-17 Mayıs 1954) Programında , Kökü dışarda olan teşkilatın faaliyetini fikir harriyeti çerçevesi içinde mütalaa etmek 
ve masamaha ile karşılamak bizim için mümkün değildir. 31 denmekte, bu tür faaliyetleri düşünce özgürlüğü ile asla ilgili görmediklerini açıklamaktadırlar. 
Programda yer alan ilk programın da da izah ettiğimiz! gibi, birinci hedefimiz kanuni kıstaslar elde etmektir;

   Türk hakimine ' bu nev'iden suçları' teşhis edip cezalandırabilmek imkanlarını vermek lazımdır " cümlesi dikkat çekmektedir.32 
Programın basınla doğrudan ilgili olan bölümünde ise "... Matbuat hürriyetini hatta bütün hürriyetlerin teminatı saymak çok yerinde olur. 
Bu itibarla matbuat hürriyeti nin büyük bir hürmet ve hassasiyetle muhafazasına çalışılacağını hiçbir tereddüt e mahal bırakmayacak katiyetle ifade etmek
isteriz.

    "Ancak, hiçbirimizin gözünden kaçmadığını ve bütün arkadaşları ve hakiki matbuat hürriyetine samimi olarak bağlı bulunan matbuat müntesiplerini 
mustarip ettiğine eminiz ki, Şahsa hakaret, İftira, Teşhir ve hatta şantaj mahiyetini taşıyan bir takım neşriyat alıp yürümüştür.. 

    Bu kabil neşriyaz ın fikir, tenkid ve matbuat hürriyeti ile ve amme menfatinin müdafaasiyle bir alakası olmadığını söylemeye lüzum yoktur. 
Bu tarzda neşriyat kanunu usul ve müeyyidelerin noksan oluşunun delilini teşkil eder. Bu itibarla hürriyet nizamını layık ı ile tatbik eden büyük demokrasilerde 
mevcut olan hüküm ve müeyyidelerin tetkikini ve bunların bir tasarı halinde,  Yüksek Meclise arz ve teklifini kararlaştırmış bulunuyoruz.,,33 

A_ Baskıcı Yasal Düzenlemeler.,

   1950 Kanunu'nun getirdiği olumlu hava fazla uzun sürnemiş, 2. Menderes Hükümeti basının işleyişini zorlaştırıcı önlemleri gündeme getirmeye başlamıştır.
1953 Düzenlemesi: 14153 Temmuz'unda daha önce sıfat ve hizmetlerinden dolayı bakanlara yapılan hakaretin takibi şikayete bağlıyken, artık savcının, bakanın olur'unu alarak re'sen takibine bırakılması kabul edilmiştir. Muhalefetteki basın bunu "iktidarı kaybetmekten korktuğu için, kendi durumunu kurtarmayı tasarlamak", iktidar yanlısı basın ise " ortalıktaki anarşik manzaraya son vermek" olarak değerlendirdi. 
Bu dönemde DP'nin ekonomik ve siyasal alanda yeterli olmadığını gören basının muhalefetini artırdığı görülmektedir.
1954 Düzenlemesi: İki düzenleme olmuştur. Birincisi 9 Mart'da basın davalarına bakacak mahkemeler konusunu düzenlerken İkincisi yeni yasa çıkartmak
olmuştur. 1954 yılının ilk aylarında tasarı olarak getirilen " Neşir Yoluyla Veya Radyo İle İşlenecek Bazı Cürüm ler Hakkında Kanun" 9 Mart 1954'de kabul edildi. 
Yasa, özgürlükleri önemli ölçüde sınırlamaktadır. Bu Anayasaya göre Namus, Şeref veya Haysiyete, Tecavüz edilmesi, itibar kırıcı yayın yapılması, özel veya 
aile durumunun rıza alınmadan teşhiri 6 aydan 3 yıla kadar hapis ve 1000 liradan 10 bin liraya kadar para cezası ile cezalandırılabilecekti. 

Bu suçlar resmi sıfatı olanlara karşı işlendiğinde ceza üçte birden yarıya kadar artırılabilecek ti. Yine bu yasa, devletin siyasi ve mali itibarını sarsacak veya
halkın telaş ve heyecanlanmasına neden olacak yalan haberlerin yayınını bir yıldan Uç yıla kadar hapis. 2500 liradan az olmamak üzere para cezası ile 
cezalandırıyordu. Üstelik suçlanan gazeteciye de iddiasını ispat etme hakkı dı verilmiyordu.
....

Ispat Hakkı: 

   1956'da adı biraz değiştirilerek daha da sıkılaştırılan ve basın özgürlüğünü önemli ölçüde zedeleyen bu yasa, " Ispat hakkı " tartışmalarını da başlattı.
" Ispat hakkı " gazetecilere yayımladıkları haberler dolayısıyla haklarında dava açılması halinde haber konusu iddiayı ispat etme hakkını vermeyi ve ispatın 
davalının durumunu etkilemesini öngörüyordu. Tasarı görüşülürken, Adalet Komisyonu Başkanı Halil Özyörük, hakaret davalarında Bakanlar ve bazı yüksek 
memurlar için " İspat hakkına cevaz olamayacağını " öne sürmüş; o arada yazı işleri müdürlerini " baldırı çıplaklar " diye nitelemiş; bu da gazetelerde protesto 
yazılarının yayımlanmasına yol açmıştı.34

2 Mayıs 1955'de Fethi Çelikbaş ve 10 DP milletvekili Meclise " Ispat hakkı " önergesi verdiler. Basına bu hak tanınmadıkça milletvekili, devlet memuru gibi devlet görevlilerini kuşku altında bırakacaklarını ileri sürdüler. Önerge ceza yasalarında da değişiklik gerektirdiği gerekçesiyle reddedildi. 
Bunun üzerine bu on Milletvekili* Partiden istifa etti, Dokuz milletvekili* de partiden atıldı. Bu temizlemenin altında yatan gerçek ise Ispatçıların parti içi muhalefeti güçlendirerek Menderes'i kongrede yenilgiye uğratma isteklerinin varlığıydı. Basın bu konuyu uzun süre gündeminde tuttu. 
11 Kasım 1955'de Sarol Devlet Bakanlığından istifa etti.

    Sarol'a göre " İspat hakkı " konusunun adeta ülkenin tek sorunu hale gelmesi Akis dergisi ve bir kısım muhalefet gazetelerinin işbirliği sonucudur.35* 
Bununla birlikte Sarol Basın Yayın Umum Müdürlüğü'nün bütçesi komisyonda görüşülürken basın için istenen " İspat hakkı "nı desteklediğini belirtti ve 
Menderes tarafından bu konuyu tekrar açması nedeniyle azarlandı. .

3. Menderes Hükümeti (17 Mayıs 1954- 9 Aralık 1955 ) ve 4. Menderes Hükümeti (9 Aralık 1955-25 Kasım 1957) programlarında genel anlamda özgürlüklere değinilmekle birlikte basın. ve düşünce özgürlüğüne ilişkin açıklamalara yer verilmemiştir. Bununla birlikte 3. Menderes Hükümeti döneminde 30 Haziran 1954'00 seçim kanununa değişiklik getiren dört maddenin birisi radyonun siyasal partilere kapatılmasıyla ilgiliydi. Bu maddeye dayanarak iktidar radyoyu hükümet adına istediği gibi kullanacaktı.
DP'nin, 1954 seçimlerinde kazandığı başarıya dayanarak antidemokratik yönde ilerlemesi, değişik kesimlerin eleştirilerine hedef oluyordu. 
Bu dönemde iktidarın hoşuna gitmeyen demeçler veren öğretim üyeleri Bakanlık emrine alındı. Bunlardan birisi DP iktidarı için " Demokrasi değil Kakokrasidir"  diyen Hukuk Fakültesi Profesörü Bülent Nuri Esen'dir.

* Bu milletvekilleri Fethi Çelikbaş, Enver Güreli, İbrahim Öktem, Raif Aybar, Şeref Kamil Mengü, Muhlis Bayramoğlu, Ekrem Alican, Turan Güneş, 
Mustafa Ekinci ve Kasım Küfrevi'ydi.
*DP'den atılan dokuz milletvekili Fevzi Lütfi Karaosmanoğlu, Ekrem Hayri Üstündağ, Safaettin Karanakçı, Ragıp Karaosmanoğlu, İsmail Hakkı Akyüz, Behçet Kayaalp, Ziyyat Ebüzziya, Mustafa Timur, Sabahhaddin Çıracıoğlu'ydu.

** Feroz' Ahmad'ın değerlendirmesine göre ise ispat hakkı tartışmaları, DP içindeki muhalefetin Menderes'e karşı partiyi toparlayacakları bir platform sağladı. 
Parti içinde ve dışında sınırlı bir ilgi konusuydu ve sıradan seçmenler için bir sorun bile değildi.
Ayrıntılı bilgi için bkz. Feroz AHMAD, Demokrasi Sürecinde Türkıye (1945-1980), İstanbul, Hil Yayınları, 1992, s.13.

Bu dönemdeki uygulamalar sonucunda Türkiye için çok partili düzenin hala söz konusu olmadığı belirtilmektedir. Çünkü iktidarın baskıcı tutumu sonucunda 
sağsız ve solsuz bir demokrasi yürürlükteydi.
"Ispat Hakkı" konusunda baş gösteren ve giderek derinleşen anlaşmazlık dolayısıyla DP'den ayrılanların 1955 sonlarında Hürriyet Partisini Kurmalan ve 
muhalefetin şiddetini artırması, DP ileri gelenlerinin basına, muhalefete  ve Üniversite çevrelerine sert eleştiriler yöneltmelerine yol açıyordu.
Ocak 1956'da Bunların İktidara cephe aldıklarını belirtti ve konuşmasına" istersek bugün canlarına ot tıkayabiliriz " cümlesiyle son verdi.36
1956 Düzenlemesi: Bununla birlikte 1954'teki değişikliği yeterli görmeyen DP Hükümeti 1956'da yeni sınırlamalar getimiş iki yasa daha çıkarmıştır. 
Bu yasalardan Birincisi; " Yayın Yoluyla ve Radyo ile işlenen Suçlar Kanunu" na yeni maddeler eklenmesi, İkincisi ise Basın Kanunu'nda bazı değişiklikler 
yapılmasıdır. 1956 yılında DP Meclis grubuna getirilen Basın Kanunu'na ilişkin tasarı gazeteciliği ve gazeteleri. Gazete haberlerini, yorumlan sınırlayan 
bununla birlikte yanıt ve düzeltme haklarını genişleten yeni hükümler getiriyor du. Tasarıyı hazırlayan Adalet Bakanı Avni Köktürk " eldeki kanunun ihtiyaçlara 
cevap vermekten uzak bulunduğunu, tatbikatta şeref ve haysiyetlerin her vesile ile ayaklar altına alındığını gösterdiğini" açıklamış ve getirilen kısıtlamaları 
belirtmişti. Bakan bu açıklamaları bir kısıtlama olarak görmüyor, aksine bundan sonra uydurma haberler yerine kaliteli ve gerçeğe uygun yayımlar yapılacağını 
düşünüyordu. 1950 Basın Kanunu'nun iyi incelenmeden aceleye geldiği belirtilmişti. Bu düzenlemeyle, yazı işleri müdürleri ve muhabirlerin 
" Sorumluluğun anlamını bile bilmeleri " için lise mezunu olmaları koşulu getirilmiş, 30.
Maddede yer alan yasak yayımların sınırı biraz daha, genişletilmiş, bu arada gizli olan yasaların yayımı yasaklanmış, bu yasağa Meclis grup müzakerelerinin 
yayını da eklenmişti. ' Bu yasaklamalar sırasında insanlar düşüncelerini basın yoluyla açıklayamayınca DP ile ilgili  Düşüncelerini broşürlere basarak 
dağıtma yoluna gitmişlerdi. Menderes bu durum karşısında ne yapılacağını bilemiyor sıklıkla " bunlara nasıl cevap verilir ve tekzip edilir? " 
sorusunu soruyordu.

4. CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***