Çok Partili Demokrasiye Geçişte etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Çok Partili Demokrasiye Geçişte etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

21 Eylül 2019 Cumartesi

ÇOK PARTİLİ DÖNEME GEÇİŞTEN 27 MAYISA TÜRKİYE'DE SİYASET VE ÜNİVERSİTELER BÖLÜM 2

ÇOK PARTİLİ DÖNEME GEÇİŞTEN 27 MAYISA TÜRKİYE'DE SİYASET VE ÜNİVERSİTELER  BÖLÜM 2



II- CHP HÜKÜMETLERİ DÖNEMİNDE ÖZERK ÜNİVERSİTELERE MÜDAHALE VE TARTIŞMALAR 

CHP iktidarının Üniversitelere özerkliği vermesinden kısa bir süre sonra, hükümetler tarafından müdahalenin yapıldığı yolundaki tartışmalar tekrar 
başlamıştır. 

1- Üniversitelere Öğrenci Seçimi, 

1946'da, yeni hükümeti kurmakla görevlendirilen C.H.P.'den Recep Peker, 14 Ağustos 1946'da Meclis'te okuduğu hükümet programında liseleri bitiren ve olgunluk imtihanı veren bütün gençlerin, burslu ve yatılı olanlar dışında, üniversitelere ve yüksek okullara girebilmesini önleyen kayıtların ve sınavların kaldırılacağını açıkladı 12. Fakat, muhtar üniversitelerde öğrencilerin üniversite ye alınmasının Üniversite Senatosu'nun kararı ile olması 13 dolayısıyla 
hükümet tarafından üniversite özerkliğine müdahale edildiği, lise mezunlarının üniversiteye giriş şartlarının doğrudan özerk üniversite tarafından düzenlenmesi 
gerektiği konusunda tartışmalar başladı 14. 

Özerklik öncesi hükümetlerin tavırlarına benzeyen ve özerkliği dikkate almadan tarafından sergilenen bu tutumdan Recep Peker Hükümeti vazgeçmemiş tir. Hükümetin aldığı bu karar Üniversitelerarası Kurul'da kabul edilerek, hükümetin emrivakisine özerklik içerisinde meşruiyet bulunmaya çalışılmıştır. Üniversitelerarası Kurul, lise olgunluk imtihanlarını başaranların başka bir seçme sınavına tabi tutulmaksızın üniversitelere girmelerini kabul etmişti 15. 

Özerklik sonrası üniversitelerle hükümet arasında karşılaşılan ve tamamen öğretime yönelik olan ilk problemde, hükümetin verdiği karara meşruiyet kazandırılmaya çalışılmış ve siyasi otoritenin kanuna aykırı olarak aldığı karar, daha sonra, başkanı Milli Eğitim Bakanı olan ve ilk defa 1946 yılında kurulan Üniversitelerarası Kurul tarafından düzeltilmeye çalışılmıştır. 

Bu da, özerkliğin nasıl algılandığının bir göstergesidir. 

2- Üniversite ve İdeoloji Tartışmaları, 

T.B.M.M.'de, Ankara Üniversitesi'nin bütçesi görüşülürken, C.H.P. Milletvekili Cemil Barlas, üniversite muhtar olmakla beraber, Türk milliyetçiliğinin beşiği olan bu müessesede sağdan soldan gelecek cereyanlara asla geçit verilmemesi gerektiği hakkındaki sözleri ile yine C.H.P. Milletvekili Reşit Aydınlı'nın sağdan soldan gelen fikirlerin propagandasına fırsat verilmemesi ve "Türk İnkılabı'nın yetiştirdiği alimlerin Atatürk rejiminin prensiplerini telkin etmeleri gerektiği ve kuvvetli esbaba istinat ettiklerini" söylemeleri 16. üniversite ve ideoloji tartışmasını gündeme getirmiştir. 

Bu konudaki tartışmaya Cumhuriyet gazetesi yazarı Nadir Nadi tarafından sert bir yazı ile cevap verilmiştir. Milletvekillerinin üniversite ve muhtariyet gibi önemli bir konuda söz söylerken ciddi olmaları gerektiğini söyleyen Nadir Nadi, "Üniversite, muhtardır ama, ideoloji cereyanlarına meydan vermeyelim" demenin hatalı olduğunu ve üniversitede ilim ve fikir hürriyeti olmasının özerkliğin ilk şartı olduğunu belirtmiştir. Nadir Nadi, ideolojinin cereyanlarına meydan vermeyelim demenin "üniversitenin şeklen hür", "fakat, orada sansüre bağlı resmi bir ilim" müessesesi kurmak demek olacağını söylemiştir17

Nadir Nadi'nin de belirttiği gibi üniversitelerin özerkliğe sahip olabilmesi için ilim ve fikir bakımından hür olması şarttır. Yoksa, serbest alıştırma yapılması mümkün olmaz. Özerkliğin yeni kazanıldığı bir dönemde, bazı milletvekillerinin bu fikirleri, özerklikten ne anladıklarını açıklaması bakımından önemlidir. 

3- Sol Temayüllü Bazı Hocaların Üniversiteden Uzaklaştırılması ve Yargılanmaları 

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi'nde, bazı sosyalist öğretim üyelerinin komünizm propagandası yaptıkları, milliyetçilik aleyhine konuşmalar da ve siyasi telkinlerde bulundukları hakkında iddialar 1946 sonları ve 1947 başlarında yoğunluk kazanmıştı. Bu konu 6 Mart 1947'de Ankara'da üniversite gençliğinin komünizme karşı bir gösteri yapmaları ile yeni bir boyuta ulaşmıştı. 

Bu olaylar üzerine Ankara Üniversitesi Senatosu toplanarak solcu hocalardan Edebiyatçı Prof. Dr. Pertev Naili Boratav, Sosyolog Doç. Dr. Behice 
Boran ve Tarihçi Prof. Dr. Niyazi Berkes'in üniversiteden uzaklaştırılmasını görüşmüştü. Bu toplantıda, bir öğretim üyesinin hangi şartlarda üniversiteden 
uzaklaştırılacağı konusunda tartışmalar olmuş ve "suç" kelimesi üzerinde bir hayli tartışma meydana gelmişti. Prof. Hirsh ile Prof. Esat Arsebük suç 
kelimesinin manasını anlatmışlar ve bunun üzerine senato bunun TBMM tarafından tefsirine karar vermişti. Ancak, daha sonra^Hirsh ile Arsebük, muhtar üniversetinin sık sık TBMM'ye başvurmasını doğru bulmadıklarını ve işin sonunun tehlikeli olacağını düşünerek senatoya bir muhtıra vermişlerdi. 
Fakat senato kararını değiştirmemiş ve Hirsh ile Arsebük senatodan istifa etmişlerdi18

TBMM Milli Eğitim Komisyonu'nun 14 Mayıs 1947 tarihli toplantısında Milli Eğitim Bakanı, A.Ü. Rektörü ve dekanları hazır bulunmuşlardı. 

Toplantıda, Ankara Üniversitesi'nin çok gevşek ve müsamahakâr davranması ve "komünist hocaların Ankara Üniversitesi'nde tekâsüf etmiş olması çok heyecanlı konuşmalara yol açmıştı". Milletvekillerinden Dr. Fahri Kurtuluş ve Emin Soysal, mezkûr üç hocanın hâlâ komünist tahrikleri yapmakta olduklarını örneklerle anlatmışlardı. Fuat Köprülü ile Tahsin Banguoğlu, üniversite senatosunun yedi aydan beri bu mesele üzerinde bir çözüm bulamamasını acı bir dil ile tenkit etmişlerdi. Nureddin Ünen ise, AÜ Rektörü Şevket Aziz Kansu'dan ilmi ve resmi selahiyetine istinaden, bu hocaların "komünist mi, hümanist mi, sosyalist mi veya bolşevik mi?" olduğunu sormuştu. Rektörün cevabı ise "Ben faniyim, bunu kanun tayin etsin" olmuştu. Komisyon toplantılarında, bazı arkadaşlarıyla birlikte Emin Soysal, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi'nin derhal lağvını ve yeniden kurulmasını teklif etmişti. Dr. Fahri Kurtuluş ise, Atatürk'e hürmeten fakültenin isminin değiştirilmesini doğru bulmamıştı. 

Nureddin Ünen de, üç hocanın hatası, senatonun kayıtsızlığı yüzünden bu fakültenin kapatılmasına karşı çıkmış, suç varsa bunu karşılayacak kanunun 
bulunduğunu, "asıl meselenin senatoyu harekete geçirecek bir tesirin vücuda getirilmesi" olduğunu ifade etmişti. Uzun görüşmelerden sonra konu beş kişilik 
bir tali komisyona havale edilmiş, İstanbul Üniversitesi kadrosu tasdik edilirken Ankara Üniversitesi kadrosu ittifakla reddedilmişti 19. 

Bu solcu öğretim üyelerine şiddetli bir tarzda komünistlik suçlamasında bulunan bazı milletvekillerinin, mesela Dr. Fahri Kurtuluş, Turancı fikir taşıdıkları da dikkate alınmalıdır. 

Mecliste meydana gelen tartışmalar, suçlamalar ve belki de en önemli tesir Ankara Üniversitesi kadrolarının Milli Eğitim Komisyonunda reddedilmesi üzerine, Ankara Üniversitesi Rektörlüğü harekete geçerek, "bahis konusu edilen olayları yeniden gözden geçirmek lüzumu"nu duymuştu 20. 

Ankara Üniversitesi Senatosu, solcu öğretim üyeleri hakkında bir hükmün adli mercilerce verilmesini kararlaştırmış ve tahkikçi olarak Hukuk Fakültesi Ceza 
Profesörü Baha Kantar la Doç. Faruk Erem tarafından yapılan tahkikatın sonucunda bir fezleke hazırlanmıştı. Evrakları ile beraber bu fezleke Milli 
Eğitim Bakanlığı'na gönderilmiş ve Bakanlık da bu fezlekeyi Danıştay'a yollamıştı 21. 

Bu arada, solcu hocaların üniversiteden uzaklaştırılması için üniversiteler kanununa "ideolojik telkinlerle uğraşan" öğretim üyelerinin üniversiteden 
ilişkilerinin kesilmesi yönünde bir madde eklenmesi gündeme gelmişti 22. 
Ancak, 22 Aralık 1947 tarihinde, A.Ü. Senatosu'nun sorduğu tefsirin cevabını 
kararlaştıran TBMM Milli Eğitim Komisyonu, solcu hocaların üniversiteden atılmaları konusundaki selahiyetin üniversite senatosuna ait olduğunu 
açıklamıştı 23. 

27 Aralık 1947'de Ankara'da öğrencilerin komünizm aleyhine yaptıkları gösteri üzerine, bu öğretim üyeleri ihtiyati tedbir olarak derslere girmekten 
alıkonulmuştu. Milli Eğitim Bakanlığı mesleki disiplin bakımından herhangi bir yetkisi olmaması dolayısıyla, Ankara Üniversitesi'ne "telkinde bulunmuş"tu 24. 
10-11 Mart 1948 tarihlerinde iki gün süren toplantılar neticesinde A.Ü. Senatosu, Niyazi Berkes, Behice Boran ve Pertev Naili Boratav'ın üniversiteden Uzaklaştırılmasını kararlaştırdı. 

Bu üniversiteden ihraç kararı üzerine, Prof. Pertev Boratav ve Doç. Niyazi Berkes haklarında alınan kararın kanunsuz ve haksız bir muamele olduğunu, Üniversiteler arası Kurul nezdinde itirazda bulunacaklarını söylemişlerdi. 
Bu hocalar, senatonun verdiği kararla "üniversite muhtariyetinin ve akademik hürriyetin aldığı yaranın çok derin" olduğunu, münevverlerin asıl bu noktada düşünmeleri gerektiğini söylemişlerdir 25. Öğretim üyeliği mesleğinden çıkarılma kararlarına Üniversiteler arası Kurul'a başvurarak itiraz eden Behice Boran, Niyazi Berkes ve Pertev Boratav, kendilerinin senatoya verdikleri yazıların dikkate alınmadığını, esasında senatonun öğrencileri Türk Devrim ülkülerine bağlı ve milli karakter sahibi vatandaşlar olarak yetiştirme görevini yerine getirmediğini iddia etmişlerdi. Bu hocalar, kendilerinin öğrencilere "ilim zihniyeti vererek ve Türk milletinin değerlerini ve realitelerini göstermek suretiyle, onları Türk İnkılabının ülkülerine bağlı ve milli karakter sahibi vatandaşlar olarak yetiştirdiklerini" söylemişlerdi 26. 

Üniversiteler arası Kurul'un 22 Şubat 1948'deki toplantısında İstanbul'dan gelen 13 üye ile Ankara'dan 7 üyesi arasında görüş ayrılığı çıkmıştır. 
İstanbul'dan gelen üyeler, bahsi geçen hocaların sol temayüllü olduklarını kabul etmekte, ancak üniversitede komünizm propagandası yaptıklarına dair elde 
kesin ve sabit delillerin olmadığı ve karinelere dayanılarak öğretim üyelerinin üniversiteden uzaklaştıramayacağını savunmuşlardı. 

   Bu toplantıya, solcu   hocaların üniversite çatısı altında kalmalarına karşı olan Milli Eğitim Bakanı Reşat Şemsettin Sirer katılmamıştı. Solcu hocaların tekrar üniversiteye iadelerine karar verilmesi üzerine, Üniversiteler arası Kurul'daki Ankara Üniversitesi delegeleri toplantıyı terk etmişlerdi. Ancak, bu kararın Milli Eğitim Komisyonu ve TBMM temayülüne aykırı olması nedeniyle yeni bir durum ortaya çıkmıştı. Hatta bu hocaların tekrar üniversiteye dönmeleri kararı  karşısın da, tek çarenin üniversitenin lağvedilerek yeniden kurulması tartışılmaya başlanmıştı 27. 

Üniversiteler arası Kurul'un verdiği karar Meclis'te iyi karşılanmamış ve bu hocaların üniversiteden uzaklaştırmak için TBMM'de bir çarenin aranmasına 
başlanmıştır. Bu arada, AÜ Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Yönetim Kurulu, Üniversitelerarası Kurul kararı ile fakülteye dönen solcu hocaların derslere 
girmemesini kararlaştırmış ve bu hocaların derslerini tadil etmiştir 28. Ancak, fakültenin bu kararına rağmen bu hocalar istifa etmemiş ve derslerin yeniden 
başlatılması için faaliyete geçmişlerdi 29. İstifa ettiklerine dair haberleri yalanlayan Niyazi Berkes, istifa edecek bir durumun olmadığını, esas istifa 
edecek kişinin Milli Eğitim Bakanı olduğunu iddia etmişti 30. 

6 Temmuz 1948 tarihinde TBMM'de kabul edilen Ankara Üniversitesi Teşkilat Kanunu ile Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi'nden üç solcu hocanın kadroları iptal edilmiştir. 

Üniversitelerin komünizmle mücadelede görevini yapmadığı hususunda çok şiddetli tenkitler yapıldığı görüşmelerde, ME Bakanı Tahsin Banguoğlu, "kusurlar ortada dururken vasıtaların ortadan kaldırılmasını" uygun görmemiştir. Yani solcu hocaların görevden uzaklaştırılması gerekirken kürsülerin tahsisatları nın iptal edilerek, kürsülerin ortadan kaldırılmasının yanlış olduğunu belirtmiştir 31. Ancak, solcu hocalar, kadroları iptal edilerek üniversiteden uzaklaştırılmışlar dır. Böylece Türkiye'de ilk defa kadroları Meclis tarafından iptal edilerek üniversiteden hoca atılması gerçekleştirilmiştir. 

18 Haziran 1948'de açılan davada öğrenci, öğretim üyesi, Milli Eğitim Bakanlığı yetkilileri şahit olarak dinlenmiş 32 ve bu dava uzun bir aradan sonra 11 Şubat 1950 de bitirilmişti. Neticede Pertev Naili Boratav suçsuz bulunurken, Behice Boran ve Niyazi Berkes üçer ay hapis cezasına çarptırılmıştı 33. 

Milli Eğitim Bakanı'nın doğrudan doğruya üniversiteye müdahale ederek öğretim üyelerini görevden alması ilk defa meydana gelmiştir. Tespit edebildiğimiz kadarıyla da özerklik dönemlerindeki - askeri müdahaleler devirleri hariç- tek uygulamadır. 1946'da üniversitelere özerklik veren CHP'nin esasında bu konuda fazla samimi olmadığı ve özerkliği üniversiteye müdahalede bir engel olarak görmediği anlaşılmaktadır. 

4- Solcuların Atılmasında Hükümetten Farklı Düşünen ve Karar Veren Üniversitelerin Bütçelerinde Kısıtlama Yapılması 

Sol temayüllü hocaların Ankara Üniversitesi Senatosu'nca cezalandırılmaması üzerine, 14 Mayıs 1947'de yapılan TBMM Milli Eğitim Komisyonu toplantısında İstanbul Üniversitesi kadroları aynen kabul edilirken, Ankara Üniversitesi kadroları ittifakla reddedilmiştir 34. 

10 Ekim 1947'de üniversite bütçesi üzerinde Maliye Bakanı Halit Nazmi Keşmiri ile görüşmek isteyen İÜ Rektörü Sıddık Sami Onar ile İÜ Edebiyat Fakültesi Dekanı Ongunsu'nun bu talepleri bakan tarafından reddedilmişti. Bunun üzerine, Rektör ve Dekan, Başbakan Hasan Saka'ya giderek istifa edeceklerini söylemişlerdi. Ancak bu istifalar başbakan tarafından tasvip görmemiş ve problemin çözüleceği ifade edilmişti 35. İstanbul Üniversitesi Senatosu ile merkezi hükümet tahsisatın harcanması konusunda anlaşamamaktadırlar. Hükümet, üniversiteye ayrılan tahsisatın sarfı konusunda nihai söz sahibi olmak istemekte, üniversite ise bu konuda fedakârlık yapmak istememektedir. 

Üniversitelere özerklik verilmesine rağmen, hâlâ eski döneme ait mevzuatın değiştirilmemesi, kadroların daha verimli kullanılmasını engellemektedir. Fakat, en önemli mesele ise üniversitelerde "aşırı solcu profesörler hakkında karara varılamaması" dolayısıyla hükümet üniversiteleri sıkıştırmaktadır. Bütün bunlar üniversitelerin çalışmalarını kötü etkilemekte ve yöneticilerini zor durumda bırakmaktadır. 36. 

Üniversite muhtariyetinin olmasının tabii bir neticesi olarak bütçenin tasarrufu hakkının üniversite senatosuna devredilmesi gerekirken, hükümetin bunu yapmaması 37, özerklik konusunda üniversite ile hükümet arasında görüş ayrılığının mevcut olduğunu göstermektedir. 

İTÜ Rektörü Tevfik Sağlam da 80 kişinin birden kadrodan çıkarılması üzerine istifa etmiş ve fakat senato istifayı kabul etmemişti. Ancak istifada ısrar 
eden Sağlam, yeni kadro ile rektörlük mesuliyetini taşımasının mümkün olmadığını, yapılan kadro indiriminin İTÜ'ye bağlı fakültelerin faaliyetlerini 
müşkül bir duruma düşürdüğünü ve Meclis'in Bütçe Komisyonu'nda üniversite muhtariyetinin ehemmiyetini henüz kavrayamadığı anlaşılan bazı zevat, 
üniversiteyi içeriden zayıflatmaya muvaffak olabileceğini söylemişti. Üniversite Teşkilat Kanunu'nun MEB ile yapılan geniş görüşmeler neticesinde yapıldığını, 
ancak, bütçe komisyonunda yapılan değişikliklerle üniversitelere en ağır darbenin indirildiğini ifade eden Sağlam, muhakkak tasarruf niyetinde olanlara 
bizzat kendilerinin bütçede nasıl tasarruf yapılabileceğini gösterebileceklerini fakat, bu yol tutulmayarak kadrolarda indirim yapılarak, ilim yuvalarının 
boğazına ipin geçirildiğini beyan etmiştir 38. 

Üniversitelerin teşkilat kanununda yapılan indirimlerden Ankara, İstanbul ve İstanbul Teknik Üniversiteleri rahatsız olmuş ve üniversite teşkilat kanununda gerekli tadilat yapılmak üzere tekrar TBMM'ye gönderilmesine karar verilmişti 39. 

5 - Solcu Öğrencilerin Takip ve Mahkemeleri, 

Solcu öğretim üyelerinin Ankara Üniversitesinden atılması çalışmaları yapıldığı bir sırada 60 öğrencinin solcular hakkında bir beyannameyi Bayrak gazetesinde yayınlamaları üzerine, 48 öğrenci de A.Ü. Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesindeki hocalarını öven bir yazıyı Kuvvet ve 24 Saat gazetelerinde yayınlamışlardı. İşte ilk defa solcu öğrencilerin gündeme gelmesi bu hareketle meydana geldi. Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi talebelerinin büyük çoğunluğu rektörden solcu öğrencileri üniversiteden kovmasını istemişlerdi 40. 

Yüksek Ziraat Enstitüsü'nün komünistlerin yuvası olduğu yolundaki iddiaların ortaya konması üzerine bu fakültedeki solcu talebeler hakkında Ankara 5. Asliye Ceza Mahkemesinde dava açılmıştır. Solcu öğrencilerin gizli komünizm propagandası yaptıkları, din ile alay ettikleri, Lenin'in fikirlerini samimi buldukları, Nazım Hikmet'in şiirlerini taşıdıkları, milliyetçilikle alay ettikleri ve "Dünyanın üzerine kızıl damgamızı vuracağız" dedikleri şahitler tarafından ifade edilmiştir 41. 

Sıhhi muayenesi neticesinde mahkûmiyetinin tecili hususunda karar verilecek olan Nazım Hikmet'i destekler mahiyette, İstanbul'da YGT Derneği tarafından 48.000 beyannamenin dağıtılması üzerine bu dernekte arama yapılmış ve bazı evraklar müsadere edilmiştir. Yapılan tahkikatta bu beyannameleri dağıtan YGT Derneği Başkanı İlhami Berktay'la beraber 15 üniversiteli yakalanmıştır. 
Bu gençler 11 Mayıs'tan itibaren açlık grevine başlamışlardır 42. 

6- Üniversiteli Hoca ve Öğrencilerin Siyasetle Uğraşabilmeleri, 

Solcu hocalar-öğrenciler meselesi, yaş haddinden emekliliğe ve kadro indirimlerine üniversitelerin tepki göstermeleri, sebeblerinden üniversitelerin 
siyasetle uğraştıkları yolunda bazı görüşler serd edilmeye başlanmıştır. Bunun üzerine bir açıklama yapan İÜ Rektörü Sıddık Sami Onar, üniversite dahilinde 
hiç kimsenin politika ile meşgul olamayacağını, üniversite dışında ise her öğretim üyesinin kanaatine göre hareket edeceğini, öğretim üyeleri için herhangi bir partide faal vazife almasının mevzubahis olmadığını belirtmiş ve özellikle İ.Ü.'de ne hoca, ne de talebenin siyaset yapmadığını söylemiştir 43. 

Kısa bir süre sonra, İstanbul'da kurulan iki partinin kurucuları arasında iki üniversite öğrencisinin bulunması, üniversite öğrencilerinin siyasetle uğraşıp-
uğraşamayacakları konusunu yeniden gündeme getirdi. Bu hususta İçişleri Bakanlığı konunun çözümlenmesi için üniversiteye müracaat etmişti. Bunun 
üzerine, Ankara, İstanbul ve İstanbul Teknik Üniversiteleri ayrı ayrı inceleyerek birer rapor hazırlamışlardı. 24 Ekim 1949'da ME Bakanı Tahsin Banguoğlu 
başkanlığında toplanan Üniversitelerarası Kurul, öğrencilerin reşid oldukları takdirde üniversite dışında herhangi bir siyasi faaliyete iştirak edebileceklerini 
belirtmekle beraber, öğrencilerin dersleri yerine siyasetle uğraşmalarının arzu edilmediği de ayrıca açıklamıştı 44. 

Öğretim üyelerinin siyasetle uğraşma konusu zaman zaman tartışmalara neden olmuştur. İÜ Tıp Fakültesi'nden Prof. Nihad Reşad Belger'in bir siyasi partinin İstanbul İdare Heyeti Başkanlığinı üstlenmesi İstanbul Üniversitesi yönetimince iyi karşılanmamıştır. 

  Senato, aktif politika ile uğraşan Prof. Belger'i, Fakülte Yönetim Kurulu vasıtasıyla uyararak, bu tür faaliyetlerden kaçınmasını istemiştir 45. 

7- Muhalefetteki Demokrat Parti-Üniversite İlişkileri 

Çok partili siyasi hayata geçişle beraber 7 Ocak 1946'da resmen kurulan Demokrat Parti'nin programında üniversitelerin özerkliğine de yer verilmiştir. 
Yüksek öğretimde keyfiyete önem verilmesini ve bu esasa göre öğretim kurumlarının takviye edilmesini hedefleyen DP'ye göre "Üniversiteler ilmî ve 
idarî muhtariyete sahip olmalıdır. İlmin, tekniğin, güzel sanatların süratle gelişmesini ancak, 'ilmin, sanatın ve her türlü fikir faaliyetlerinin siyasi ve idarî 
müdahalelerden uzak kalmasına bağlı olduğunu beyan eden DP, bunu, "demokrasinin değişmez bir esası olarak kabul" ettiğini açıklamıştır 46. 

Özerklik sonrasında serbestçe örgütlenen ve bağımsız olarak faaliyetlerde bulunan öğrenciler DP ile temasa geçerek bu partiyi tanımaya çalışmışlardır. 

25 Şubat 1947'de, İÜ Talebe Birliği adına Ankara'ya giden öğrencilerden bir grubu DP Genel Merkezini ziyaret ederek, Celal Bayar ve Fuat Köprülü ile görüşmüş ve onlara çeşitli sorular sormuşlardı. Bu görüşme sırasında, bir öğrenci, "İlahiyat Fakültesi'nin kurulmasının ahlakın kuvvetlendirilmesi açısından lüzumlu olduğunu" ve DP'nin dinî tedrisatı desteklemesini istemişti. Bunun yanında milliyetçilik ve sistem hakkındaki sorulara C. Bayar ve F. Köprülü, DP'nin "ne liberal, ne sosyalist, ne de komünist olduğunu, milli bünyeye uygundur siyaset takip ettikleri" cevabını vermişlerdi. 

Ayrıca, DP yetkilileri, "Mütearrız bir milliyetçiliğin" bugün tecviz edilemeyeceğini, şahısların vicdan hürriyetlerine riayete, laik esasların DP tarafından 
benimsendiğini söylemişlerdi 47. 

10 Mart 1947'de İstanbul Üniversitesinden 25 kişilik bir grup DP İl Merkezinde Celal Bayar'ı ziyaret etmişlerdi. Bayar, "Atatürk gençliğinin ehliyetli ve liyakatli" olduğunu söylemişti. Üniversite gençliğinin memleket meselelerine lakayd kalmaması gerektiğini, politikanın yalnız ihtirasa dayanan kötü kısmına itibar etmemelerini temenni eden Bayar, Demokrasi için beklemeye gerek olmadığını, acele olarak "millet demokrasisine" geçilmesini istiyordu. CHP'nin bazı yüksek tahsil talebe birliklerini desteklediğine işaret eden gençlere, Celal Bayar, DP'nin de gençliğin bütün faydalı olan teşebbüsleriyle yakından alakadar olduğunu söylemişti 48. 

Üniversitelerin yaygınlaştırılmasını düşünen DP, Doğu bölgesinde eğitimin yaygınlaştırılmasını ve Doğu'da Fakülte ve Enstitüleriyle bir kültür 
merkezinin kurulması lüzumuna inanmakta idi 49. 

3. CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,

***

ÇOK PARTİLİ DÖNEME GEÇİŞTEN 27 MAYISA TÜRKİYE DE SİYASET VE ÜNİVERSİTELER BÖLÜM 1

ÇOK PARTİLİ DÖNEME GEÇİŞTEN 27 MAYISA TÜRKİYE DE SİYASET VE ÜNİVERSİTELER  BÖLÜM 1



ÇOK PARTİLİ DÖNEME GEÇİŞTEN 27 MAYIS'A TÜRKİYE'DE SİYASET VE ÜNİVERSİTE 

Ali ARSLAN* 
* Doç. Dr., İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, Üniversite,


Türkiye'de Avrupa modelinde yüksek öğretim kurumları ilk önce mesleki eğitim müesseseleri olarak kurulmuş ve Tanzimat döneminde "üniversite" tesis 
edilerek yükseköğretimde yeni bir dönem başlamıştır. 1863,1873 ve 1874 yıllarında yapılan üç başarısız denemeden sonra 1900 senesinde daimi bir 
müessese olarak faaliyet göstermeye başlayan "üniversite" 1933'e kadar Darülfünun olarak adlandırılmıştır. 

1919'da ilmî özerklik ilk defa kanun ile verilmiş ve resmen ifade edilmemesine rağmen özerk bir idarî yapı kurulmuştur. Darülfünun'daki en yetkili yönetici olan Emin'in bütün öğretim üyeleri tarafından, fakülte reislerinin ise fakülte öğretim üyeleri tarafından seçilmesi ve Maarif Nezareti'nce tasdik edilmesi esası getirilmiştir. Darülfünun'da en yetkili organ olan Darülfünun Divanı; Emin ve fakülte reisleri yanında, her fakülte meclisi tarafından seçilen ikişer üyeden meydana gelmektedir. Divan'da idareci olmayan seçilmiş üyelerin sayısı devamlı olarak çoğunlukta olmuştur. Müderris ve muallimlerden oluşan, Meclis-i Müderrisin denilen fakülte meclisleri de fakültelerin en yetkili organı konumuna gelmiştir. Fiili olarak kurulan özerk idarî yapı, 1922'de bir kararname ile tüzel kişilik verilerek kanunî olarak da tanınmıştır. 1924 yılında üniversite işlerini ele alan Cumhuriyet yönetimi, Darülfunun'un ilmî ve idarî özerkliğini kanunlaştırdığı gibi, bu doğrultuda bir talimatname hazırlayarak, 1933'e kadar, 1919 düzenlemesi ile aynı prensipleri içeren özerk bir yönetim sistemi kurmuştur. 

Darülfünun'dan ümit edilen verimin alınamaması üzerine, özellikle 1929 yılından itibaren Darülfünun'da ıslahat çalışmaları başlamıştı. Hükümet, İsviçre'den Albert Malche'ı getirerek bir rapor hazırlatmış ve büyük ölçüde bu raporun doğrultusunda, Darülfünun'dan Üniversite'ye geçilmişti. Üniversite'ye geçişle birlikte ilmî ve idarî özerkliğe son verilerek merkezi bir yönetim kurulmuş, rektör ve dekanlar Maarif Nezareti'nce tayin edilmeye başlanmış ve özerk yapının bir uzvu olan Divan kaldırılmıştır. Ancak, fakülte bazında akademik konularda faaliyet göstermek üzere, Darülfünun'da olduğu gibi, fakülte meclisi uygulaması na devam edilmiştir. Ayrıca öğrencilerin serbestçe dernek kurmalarına da son verilmiştir. 

Üniversite'de merkezi yönetime geçiş, üniversite öğretim üyelerince kabul görmemiş ve 1938'de bizzat üniversite yönetimi özerklik konusunu 
gündeme getirmeye başlamıştır. Ancak, Maarif Vekili Hasan Âli Yücel'in 1944'e kadar özerkliğe karşı olması dolayısıyla bu konuda ciddi bir çalışma 
ortaya çıkmamıştır. Fakat, daha sonra çok partili sürecin başladığı 1945 yılında, özerklik konusunda somut adımlar atılmış ve 1946'da yeniden özerk üniversite 
yönetimini kuran bir Üniversiteler Kanunu yürürlüğe girmiştir 1. 

1946 yılından itibaren Türkiye'nin dış politikada yatığı tercihler dolayısıyla iç politikada da farklı uygulamaların ortaya çıkmaya başlamıştı. 
Bu tarihe kadar Sovyetler ile Batılı ülkeler arasında ana hatlarıyla dengeli götürülen ilişkiler, Batı özellikle de Amerika Birleşik Devletleri taraftarlığına 
dönüştürülerek bozulmuştu. Bunda Sovyetlerin Boğazlarda üs taleplerini de içeren isteklerinin de büyük tesiri olmuştu. Sovyetlerin büyük bir tehdit 
algılaması üzerine oturtulan ve Türkiye'nin de yerine aldığı Batı Bloku'nun siyasetinin tek hedefi neredeyse komünizmle mücadele şeklinde ortaya çıkmıştı. 

Bu siyaset, dış politikada ABD ile neredeyse tam işbirliğine dönüşürken, içeride ise komünizmle mücadele adına, CHP iktidarının daha önce kapattığı İmam-
hatip okullarının yeniden açılması kadar geniş bir alında tezahürleri görülmüştü. 
Bu yeni anlayışa tabi olan CHP ve DP'li bütün iktidarların üniversiteye yönelik politikalarında da aynı anlayışın etkili olduğu muhakkaktı. Bunun en güzel 
örneği de CHP'nin üniversiteden solcu bazı öğretim üyelerini uzaklaştırması idi. 


I - 1946 ÜNİVERSİTELER KANUNU'NA GÖRE ÖZERK ÜNİVERSİTE YÖNETİMİ 

Esas itibariyle Darülfünun yönetim tarzına çok benzeyen 1946 düzenlemesi ile ilk defa birden çok üniversitenin bulunması dolayısıyla koordinasyon amacıyla yeni bir müessese olan Üniversitelerarası Kurul oluşturulmuştur, döneminde olduğu gibi Milli Eğitim Bakanı'na bağlı olan üniversitelerde üst kurul olan ve üniversite rektörleri ile dekanlarından ve senatoların seçeceği birer temsilciden oluşan Üniversitelerarası Kurul'un başkanı da Milli Eğitim Bakanı'dır. DF'da olduğu gibi üniversiteler kanun ile M.E. Bakanı üniversitelerin de başı olarak kabul ediliyor du. Ancak yeni kanunla Bakan'ın üniversite yönetimi kurullarına bizzat katılarak yönetimde etkili olmasına engel konulmuştur. Ayrıca, Bakan'ın tasdik etmesi gereken evrakların tasdikinde de zaman açısından bir sınırlama getirilmiştir2

1. Üniversitelerarası Kurul., 

Millî Eğitim Bakanı başkanlığında üniversitelerin rektör ve dekanlariyle, her üniversite senatosunun kendi üyeleri arasından seçeceği birer temsilciden 
oluşuyordu. Üniversitelerarası Kurul, M.E. Bakanı'nın isteği üzerine, bildireceği yerde toplanırdı. Türkiye'de birden çok üniversitenin ortaya çıkmasıyla bir nevi koordinasyon kurulu ve Bakan'a yardımcı olarak kurulan bir müessesedir. Başkanlığını M.E. Bakanı'nın da yapmasına rağmen Türkiye'de M.E. Bakanlığı dışında üniversiteler üzerinde kurulan ilk kurumdur 3. İsteğe bağlı da olsa, Bakanın bile bazı meseleleri buraya havale etmesi dikkate alındığında, bazı durumlarda Üniversitelerarası Kurul'un kararlarının oluşmasında Bakan'dan daha fazla etkili olabileceği düşünülebilir. 
Ancak müessesenin, sadece Bakan'a bağlı ve Bakan'ın istediği zaman toplanması, Kurulun başkanının M.E. Bakanı olması ve kararların nasıl verileceğinin açıklanmaması dikkate alındığında Üniversitelerarası Kurul'un daha çok istişarî bir müessese veya Bakan'ın kararlarını olgunlaştırdığı bir kurum olarak kabul edilmesine yol açmaktadır. 

2. Özerklik., 

Üniversiteler özerkliğe ve tüzelkişiliğe sahip kurumlardır. Üniversiteleri oluşturan fakülteler de, Üniversiteler Kanunu hükümlerine göre bilim ve yönetim özerkliği ne ve tüzelkişiliğe sahiptirler4. 
1946'da üniversiteye verilen özerklik Darülfünundaki özerklik ile aynı prensipleri içermektedir. Yalnız yeni olarak Üniversitelerarası Kurul devreye girmektedir. Ancak bu müessesenin başkanının Milli Eğitim Bakanı olması dolayısıyla özerklik açısından önemli bir yenilik değildir. 

3. Üniversite Senatosu, 

Üniversitenin en yetkili organı olan Senato'nun başkanı Rektör'dür. Bir önceki rektör, dekanlar ve her fakülte profesörler kurulu tarafından seçilen ikişer profesör Senato'nun üyeleridir. Doğrudan üniversite yönetimine bağlı olan yüksek okulları, Profesörler Kurulu tarafından seçilecek birer üye ile Senato'da temsil edilirlerdi. Seçilen üyelerin görev süresi ikişer yıldı 5. 1934 Î.Ü. Talimat namesi'nde üniversite senatosuna karşılık gelen bir kurum yoktu. 
Ancak, DF Divanı ile Senato arasında büyük bir benzerliğin olduğunu görüyoruz. DF Divanı, rektör, dekanlar ve her fakülteden seçilen ikişer üyeden oluşuyordu. Üniversiteler Kanunu'nun bunlara ilave olarak eski rektör ile doğrudan üniversite yönetimine bağlı okullardan birer seçilmiş üyeyi Senato'ya dahil etmiştir. 

4. Üniversite Yönetim Kurulu, 

Bu kurulun başkanı Rektör'dür. Önceki rektör ile fakülte dekanları ve üniversite dekanları ve üniversite genel sekreteri yönetim kurulunun üyeleridir. 
Üniversite Yürütme Kurulu; kanun ve tüzük hükümlerini, senato kararlarının uygulanmasını sağlayacak tedbirleri alacak ve Rektörün yapacağı bütün işlerde 
kendisine yardım edecektir 6. 

Üniversite Yönetim Kurulu, 1934 Talimatnamesi ile oluşturulan Üniversite Heyeti'ne bir önceki rektörün ilave edilmesiyle Üniversiteler Kanunu'na dahil 
edilen bir müessesedir. Daha hızlı icraat yapmak için ihtiyaç duyulan bu müesseseye, Senato'nun seçilen üyeleri arasından hiç kimsenin dahil edilmemesi, üniversitenin en yetkili organı olan Senato'nun seçilmişlerdeki ağırlığının yönetime yansımasını engelleyen bir yapım oluşmasına yol açmıştır. 

5. Rektör, 

Rektör, üniversite tüzel kişiliğinin temsilcisi ve yönetim işlerinin sorumlusudur. Üniversite kurullarına başkanlık eder ve bunların aldığı kararları uygulardı. Ayrıca, rektör, fakülteler arasındaki düzenli çalışmayı sağlamakla görevliydi. Rektör, fakülte profesörler kurullarının yapacağı ortak toplantıda Ordinaryüs Profesör ve profesörler arasından iki yıllığına salt çoğunlukla her dönem, başka bir fakülteden olmak üzere seçilirdi 7. 

Rektör, 1934'deki ME Bakanlığı'na bağlı bir memur olmaktan kurtarılmıştır. DF dönemindeki en çok oy alan iki adaydan birinin Millî Eğitim Bakanlığı'nca 
tayin usûlü yerine, seçilen tek adayın tasdik edilerek göreve başlaması kabul edilmiştir. 

6. Fakülte Yönetimi, 

Fakülte organları; Genel Kurul, Profesörler Kurulu, Yönetim Kurulu ve Dekan'dan oluşmaktadır. Fakülteler de Üniversiteler Kanunu hükümlerine göre bilim ve yönetim özerkliğine ve tüzel kişiliğine sahiptir 8. 

Profesörler Kurulu, 

Profesörler Kurulu'na fakültedeki bütün ordinaryüs profesör ve profesörler katılırdı. Ayrıca, bir dersi bağımsız olarak yapmakla görevlendirilen 
doçentler ile doçentlerin kendi aralarından seçtikleri iki temsilci de Profesörler Kurulu'na dahil edilmişti 9. 
Profesörler Kurulu, 1934-46 arasındaki Fakülte ile katılan üyeler bakımından aynıdır. 
Ancak Profesörler Kurulu, artık dekanın bir istişarî yardımcısı değil, özerklik dolayısıyla fakültenin en yetkili organı haline gelmiştir. 
Profesörler Kurulu, DF döneminde özerk olan fakültelerin Fakülte Meclisi ile büyük paralellik arz etmektedir. 

Fakülte Yönetim Kurulu, 

Fakülte Dekanı başkanlığında, bir önceki dekan ile Profesörler Kurulu tarafından profesör veya ordinaryüs profesör arasından seçilen üç öğretim üyesinden oluşurdu 10. 

Dekan, 

Profesörler Kurulu tarafından profesörleri arasından iki yıllığına mutlak çoğunlukla seçilecektir. Bir dekanın tekrar seçilebilmesi için dört yıl geçmesi 
şarttır. Dekan, fakülte tüzelkişiliği ve fakülteye bağlı tüzel kişiliklerin temsilcisi ve yönetim işlerinin sorumlusudur 11. 

1946 Üniversiteler Kanunu ile Dekan, Profesörler Kurulu'nun doğrudan seçeceği üç temsilci ve bir de eski dekan ile birlikte fakülteyi yönetmek zorunda bırakılıyor du. Ayrıca, rektörün fakülte organlarına başkanlık etmesi de söz konusu değildi. Bütün bunlara dikkat edildiğinde, dekan fakültede bir amir değil, fakülte tüzel kişiliğinin gerçekten bir temsilcisidir. 


7- Öğrencinin Örgütlenmesi ve Yönetime Katılması, 

1946 düzenlemesi ile öğrencilerin örgütlenebilmesi için 1934'te konulan kayıt ve engeller kaldırıldı. Böylece döneminde olduğu gibi öğrencilerin 
serbestçe örgütlenebilme yolu açılmış oldu. Üniversitede öğrencilerin yönetime katılması söz konusu değildir. 

2. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,

***

11 Ocak 2019 Cuma

1946-1950 YILLARI ARASINDA AYDIN’DA SİYASAL YAŞAM BÖLÜM 32

1946-1950 YILLARI ARASINDA AYDIN’DA SİYASAL YAŞAM BÖLÜM 32




4.2.ÇOK PARTİLİ YASAMIN İLK GENEL SEÇİMİ (21 TEMMUZ 1946) 


4.2.1. Seçimlerin Öne Alınması,


Dört yılda bir yapılan genel seçimler çok partili yasama geçilmesiyle birlikte 
iktidar partisi CHP tarafından bir yıl öne alınmıstır. Bu nedenle VII. Dönem TBMM’si 3 yıl görev yapmıstır. Normalde 1947 yılının Ekim ayında yapılması gereken genel seçimin, 21 Temmuz 1946 tarihinde yapılmasına karar verilmistir. Seçim öncekilerin aksine tek dereceli yapılmıstır ve oy çoklugu esasına dayalı olmustur. CHP, seçimlerinin öne alınmasını çok partili yasama geçilmesiyle meclis çalısmaların aksamasını gerekçe göstermistir. Çünkü milletvekillerinin büyük bir kısmı seçim bölgelerinde zaman geçirmeye baslamıstır. ismet inönü ise CHP’nin seçimleri zamanında yapma niyetinde oldugunu ancak CHP’nin gelisen iç ve dıs sartlar nedeniyle seçimi öne aldıgını söylemistir. inönü’ye göre dünya çok daha bulanık, karanlık, uzun bir sürünceme yolunu tutmustur. Bir yıl sonrası Türkiye’nin önüne çıkacak risk ve ihtimallere karsı temsil süresi bitmis bir meclisle çıkmak dogru olmayacaktır. Yine VII. Dönem Meclis’i, üzerinde yapılan siyasi tartısmalar nedeniyle yıpranmıstı. Dolayısıyla iç ve dıs politika, otoritesi süpheye düsmüs bir meclisle yürütülemezdi.849 Muhalefet ise 
iktidarla aynı görüsü paylasmıyordu. Muhalefete göre CHP tarafından seçimlerin bir yıl erkene alınması seçimlerde DP’yi hazırlıksız yakalamayı amaçlamaktaydı. Seçimlerin erkene alınmasıyla ilgili Adnan Menderes su tespiti yapmıstır: “İsmet Pasa’nın seçimleri bir yıl erkene almasının hikmeti bugün daha iyi anlasılıyor. Aydın gibi bir yerde bile henüz istedigimiz sekilde teskilatlanamadık.”850 TBMM, içte ve dısta ortaya çıkan gelismelere karsı ülke yönetimini daha kararlı hale getirme amacıyla iktidar partisi milletvekillerinin oylarıyla 10 Haziran 1946 tarihinde erken seçim kararı almıstır. 

Ancak muhalefet seçimin tam bir baskın seçim oldugunu yinelemistir.851 Muhalefetin bu iddiasında kısmen haklı oldugunu düsünmekteyim. Çünkü iktidarın seçimleri erkene alabilecegi söylentisinin çıktıgı Mayıs ayında muhalefetin pek çok yerde teskilatlanamadıgı görülmüstür.(*) 
(*) Örnegin Aydın’ın en büyük ilçesi Nazilli’de DP, teskilatını 19 Mayıs 1946 tarihinde kurabilmistir. 

Celal Bayar ve Adnan Menderes, erken seçim kararının TBMM’den geçmemesi 
için çok çaba sarf etmis, Ancak bunda basarılı olamamıslardır. Muhalefet erken seçim kararıyla tam bir sok yasamıstır. Demokrat Parti Genel Merkezi, bu karara karsı strateji gelistirmek için DP il baskanlarını derhal Ankara’ya davet etmistir. Yapılacak toplantıda seçimlerin DP tarafından boykot edilip edilemeyecegi il baskanlarına sorulacak buna göre tavır belirlenecekti. Davet üzerine Etem Menderes önce izmir’e gitmis, buradan Manisa ve izmir DP il baskanlarıyla birlikte trenle Ankara’ya hareket etmistir. Ankara’ya hareketten önce izmir il Baskanı Ekrem Hayri Üstündag, Aydın il Baskanı Etem Menderes ve Manisa il Baskanı Hüsnü Yaman kendi aralarında toplantı yapmıs ve DP’nin seçime katılması tezini Ankara’daki toplantıda savunmaya karar vermislerdir.852 

16 Haziran 1946 tarihinde gerçeklesen Ankara’daki toplantıda DP’nin seçime katılması kararı çıkmıstır. 

4.2.2. Seçim Hazırlıkları 

Partilerin seçim hazırlıkları çok gergin bir atmosferde gerçeklesmistir. Demokrat 
Parti, taraftarlarını meydanlara davet etmistir. Demokrat Parti’nin tertip etmis oldugu bu büyük mitingler o döneme kadar Türk demokrasi tarihinde alısılmadık bir görüntüdür. DP’nin en büyük propaganda silahı tertip etmis oldugu bu mitingler olmustur. Bu mitinglere binlerce kisi katılmıstır. Tek parti yönetimi nedeniyle bu duruma pek alısık olmayan CHP, bu mitingleri anarsi ya da ihtilal hareketi olarak görmüstür. CHP’de önemli konuma sahip olan Falih Rıfkı Atay bu durumu “DP, bir siyasi hareket olmaktan çıkıp bir yıkıcılar ve intikamcılar hareketine dönüsmüstür.”853 diyerek özetlemistir. Seçim sürecinde partiler birbirini sert bir sekilde suçlamıslardır. Siyaset propagandası sınır tanımamıs camilere kadar girmistir. Düzce Müftüsü Mehmet Sıtkı Otluoglu cuma vaazında, “Ey Müslümanlar, su anda Allah’ın emirlerini teblig ve sizleri irsat için bu kürsüye çıktım. Bazı aptessiz Demokrat Parti mensupları halk içine girerek tefrika ve fesat tohumları ekmeye çalısıyorlar. Bunlar mektepleri kaldırmaya bu surette 
halka yaranma amacındadır. Sakın bunların tahriklerine kapılmayınız. CHP’den 
ayrılmayız dogru yol budur.” CHP Demokrat Parti’yi dini alet etmekle suçlarken 
böylece bünyesindeki kimilerinin söylem ve davranıslarıyla kendisi de aynı pozisyona düsmüstür.854 Aydın’daki toplantılarda ise DP temsilcileri CHP’yi inançlar konusunda halka baskı yapmakla suçlamıslardır. Ortam bu kadar gerilmisken seçimlere iki gün kala Aydın’da Çakırbeyli köyü DP ocak baskanıyla, Adnan Menderes’in çiftlik kâhyası öldürülmüstür. Türkiye, seçim dönemine gergin bir atmosferde girmistir. 

Demokrat Partililer iktidarın seçimleri öne alabilecegi dedikodusunun çıktıgı 
Mayıs ayından itibaren seçim çalısmalarını baslatmıslardır. Aydın ilinde Demokrat Partililer en ücra köylere kadar giderek partilerini tanıtmaya çalısmıslardır. Demokratların halka yaklasımı bu partiye olan sempatiyi artıran unsurlardan biri olmustur. Kusadası DP baskanı Dr. Hulusi Buyral, fakir halkın muayenesi ve tedavisi için parasız muayene uygulamasını baslatmıstır. Bu durum bir tellalla halka duyurulmustur.855 Nazilli DP Mütesebbis Heyeti Baskanı Dr. ismail Hakkı Sevkay, DP Bozdogan ilçe merkezinde halkı ücretsiz muayene etmistir. Siyasi partilerin sosyal etkinlikleri memnuniyetle karsılanmıstır. Parti etkinligi dısında yapılan muayene ücreti olan 250 kurusu da DP Bozdogan subesine teberru edilmistir.856 Celal Bayar ve Adnan Menderes 1946 yılı Temmuz ayının ikinci haftası seçim çalısmaları yapmak üzere birlikte Ege gezisine çıkmıslardır. İki lider önce İzmir’de düzenlenen mitinge katıldılar.857 
17 Temmuz 1946 günü, milletvekili seçimlerinden dört gün önce de DP Aydın’da bir miting düzenlemistir.858 Bu mitinge İzmir’deki çalısmalarını tamamlayan Adnan Menderes ve Celal Bayar da katılmıslardır. Mitingde bir konusma yapan Adnan Menderes su konular üzerinde durmustur: 
“ Güdümlü demokrasiden söz ediyorlar. DP hiçbir kimsenin lütfu ve müsaadesiyle kurulmamıstır. DP bir kukla tesekkülü degildir. DP, Türk kanunlarının çizdigi hudut içerisinde yürüdügünden Türk milletinin iftiharına mazhar olmustur… Kimileri Demokrat Parti’nin Rus parasıyla kuruldugunu söylediler. Bu menfur propagandayı köylere kadar yaymak için neler yaptıklarına çogunuz sahit olmustur. Bunu devlet memurlarından bazıları da söylemistir… 
Bu iftiraları atmak için gözlerinin ne kadar kararmıs oldugunu siz tahmin edin. Sahıslarla ugrastıgımız iddiası tamamen uydurmadır. htiras daima bizden uzakta kalacaktır… Devlet reisi(Cumhurbaskanı İnönü), mücadelesine makamının nüfuzunu parti islerine karıstırmakla baslamıstır. Bazı devlet memurlarının (partilere karsı) tarafsızlıklarını muhafaza edememeleri, bundan 
ileri gelmektedir. İktidar partisinin devlet parasından ve vasıtalarından istifade 
etmelerinin de sebebi budur.” 

CHP’ye muhalif gazetelere göre DP’nin Aydın mitingi çok görkemli 
geçmistir.859 Anadolu gazetesi, DP’nin iki liderinin konusmasına kuru bir kalabalıgın katıldıgını ve mitingde coskunun olmadıgını iddia etmistir. Bu toplantılara katılan kimi CHP’liler: “Bizi aldatamazsınız. CHP’ye ve Milli Sef İnönü’ye baglıyız. CHP adaylarına oy verecegiz.” seklinde bagırmıstır. Bu grup, “Dag basını duman almıs” marsını söyleyerek Aydın sokaklarında dolasmıstır. Nazilli’de ise Celal Bayar’ın Dalyan Palas’ta yaptıgı konusması sırasında CHP’li vatandaslar, “Bizi Halk Partisi’nden ancak Allah ayırabilir, baska çaresi yoktur.” diye bagırarak Bayar’ı protesto etmislerdir. Burada DP üyesi Dr. Fuat Köseoglu, Celal Bayar’a Nazilli halkının yanında oldugunu söyleyince, CHP’li vatandaslarla kendi arasında sert bir tartısma yasanmıstır. 
CHP’li vatandaslar Fuat Köseoglu’nun Nazillililer adına söz söyleyemeyecegini belirtmislerdir. Tartısmalar daha sonra CHP idare binasında da devam etmistir. CHP’li vatandaslar, CHP yönetiminden Fuat Köseoglu’nun resmen ihtar edilmesini istemistir. CHP Nazilli İlçe Baskanı Emin Bilgen 21 Temmuz  seçimlerine çok az bir zaman kaldıgını belirterek verilecek oylarla DP’nin ve Fuat Köseoglu’nun tekzip edilecegini söylemis ve heyecanlı kitleyi bu sekilde  sakinlestirmistir. 860 

DP yanlısı gazeteler ise seçim sürecinin basladıgı ilk günden son güne kadar 
büyük baslıklarla vatandası seçime istirak etmeye ve DP’ye oy vermeye davet 
etmislerdir: Gazeteler, “ dare edilen degil, idare eden olmak için reyini Demokrat Parti’ye ver.”861 “Harpte düsmandan korkmayan vatandas! Sandık basında kimden korkacaksın? Korkmadan reyini kullan.” “DP’ye rey vermek kendini hâkim kılmaktır.”862 baslıklarını atarak halktan DP’ye destek vermelerini açık bir sekilde istemislerdir. 

Demokratların yogun seçim propagandası içinde olması CHP’leri de harekete 
geçirmistir. CHP Bölge Müfettisi ile CHP l Baskanı Neset Akkor, Aydın Merkez ve Bozdogan, Nazilli, Söke ilçeleriyle bu ilçelere baglı tüm bucakları seçim nedeniyle dolasmıstır. Buralarda partililerle temaslarda bulunulmus ve milletvekili seçimleri konusunda konusmalar yapılmıstır. CHP ilçe baskanları Aydın’da parti bölge müfettisi ile il baskanı nezaretinde seçim islerini görüsmek üzere bir toplantı yapmıslardır.863 

DP’nin köy çalısmalarından etkilenen CHP milletvekilleri de köy köy dolasarak seçim faaliyetlerine katılmıslardır. CHP’liler de mitingler yapmıs ve degisik etkinlikler de bulunmustur. Örnegin Koçarlı’da pazarın kuruldugu günde CHP tarafından bir açık hava toplantısı düzenlenmis, toplantıda bir konusma yapan Avukat Sahap Gürsel sunları söylemistir: “CHP’nin geçmiste yaptıkları, gelecekte yapacaklarının teminatıdır. 

İnönü ne yalnız bir devlet baskanı ne de yalnız partimizin sefi degildir. O inkılâpların her basamagında Atatürk’ün yanında bulunmustur. Adını Atatürk’ün hizasına kazımıstır. Gönüllerimize nesilden nesle sürüp gidecek bir emanet olarak sevgisini yazmıstır. Onu bir kahraman olarak tanıyoruz ve onun safında toplanıyoruz. inönü bizim için eserinden vazgeçemeyecegimiz bir bastır.” 

Mitingde dinleyiciler sürekli: “Varolsun İnönü, Yasasın nönü’nün Partisi, 
CHP’den ayrılmayacagız, onun eserine bir tasta biz koyacagız.” seklinde tezahürat yapmıslardır. 864 

4.2.3. Seçim Komisyonlarının Tesekkülü 

1946 genel seçimlerinde Aydın ili 426 seçim bürosuna ayrılmıstır. Merkez 
İlçe’de 113, Bozdogan’da 62, Çine’de 83, Koçarlı’da 24, Karacasu’da 24, Nazilli’de 81, Söke’de 39 adet seçim komisyonu kurulmustur.865 1946 seçimleri yapılırken seçimler üzerinde henüz adli teminat yoktur. İl seçim kurulları yada komisyonları idari denetim altında olusturulmustur. Seçim kurullarının bası hâkimler degildir. Aydın’da il seçim kurulu su sekilde olusturulmustur: 
Salim Gündogan (Baskan, Aydın İl Valisi) 

Orhan Çiftçi (İkinci Baskan, Aydın Belediye Baskanı-CHP) 
Etem Menderes (Üye, Demokrat Parti İl Baskanı), 
Ahmet Emin Arkayın (Üye, CHP), 
Rıfkı Ulusoy (Üye), 
Fuat Dürük (Üye), 
Eyüp Sahin (Üye), 
Hüsnü Cihan (Üye), 
Dr. Nuri Erkan (Üye), 
İrfan Salyam (Üye)866 

4.2.4. Adaylar 

CHP Milletvekili Adayları 

CHP Genel Sekreterligi’ne çok güçlü isimler ve sahasında söz sahibi kimseler 
milletvekilligi adaylıgı için basvurmustur. Marko Mercan (Avukat), Ali Rıza Turgut (Bucak Müdür), Lütfi Bilgen (Aydın Veteriner Müdürü), Kemal Gencol (Tütün tüccarı), Nuri Vural (Albay), Enver Agar (Agır Ceza Yargıcı), Nazım Kılıç (Zeytin Mütehassısı), Halit Çayırlı (Tüccar), Hulusi Aksudogan (Tarih ögretmeni), Durmus Hamdi Terzioglu (Çiftçi), Aziz Aydın (Mektup dagıtıcısı), Yılmaz Erpulat (Kooperatif müdürü), Ulvi Alacakaptan (İstanbul Muhakemat Müdürü), Fikret Basaran (İlkögretim müfettisi), Süreyya nan (Ev hanımı), Esat Orhan Aydınoglu (Harp Akademisi Hukuk Profesörü), Zeki Mesud Alsan (Eski Milletvekili, Hukuk Profesörü), Eyüp Sahin (Tüccar ve Çiftçi), Nedim Müren (Yargıç), Fuat Sahin Erlaçin (Eski Aydın Milletvekili ve Belediye Baskanı), Esref Demirag (Demiryolları İsletme Müdürü), Hüsnü Berker (Danıstay üyesi), Salih Kalaycı (Yüzbası), Rıfat Korkut (Yargıç), Enver Arar (Yargıç) gibi isimler CHP’ye Aydın milletvekilligi adaylıgı için basvuran adaylar içerisinde bulunuyordu. Genel Sekreterlik, Aydın milletvekili aday listesini açıkladıgında pek çok kimse kendi isimlerini listede göremeyince hayal kırıklıgı yasamıstır. Kimileri bu duruma aldırmadan CHP’ye baglılık ve hizmetlerini sürdürmüslerdir. Bazı CHP’liler ise olanları sineye çekip büyük bir sessizlige bürünmüslerdir. Sessiz kalmayan ciddi bir kesim ise 
CHP’ye karsı cephe almıstır. Örnegin Eyüp Sahin seçimlere bir hafta kala CHP’den istifa ederek DP’ye geçmistir.867 Daha sonra, Seçim Kurulu’nda yer alan Eyüp Sahin seçilen hiçbir milletvekilinin mazbatalarını Etem Menderes’le birlikte imzalamayacaktır.868 CHP’den istifa edenler arasında emekli müfettis Fikret Basaran da bulunuyordu. Fikret Basaran seçimler sonrası DP tarafından düzenlenen seçimleri protesto mitinginde yaptıgı konusmada CHP’yi açıkça hedef almıstır.869 CHP üyesi Halit Çayırlı CHP Genel Sekreterligi tarafından Aydın milletvekilligi aday listesine adı konmayınca adaylıgını bagımsız olarak koymustur. Bu nedenle CHP, Halit Çayırlı’yı parti mevzuatına ters davranmaktan dolayı partiden ihraç etmistir.870 

1946 Genel Seçimleri CHP Milletvekili Adayları: 

- General Refet Alpman 
- Dr. Mazhar Germen 
- Nuri Göktepe
- Neset Akkor 
- Ahmet Emin Arkayın 
- Emin Bilgen 
- Mithat Aydın 871 

Milletvekili adayları açıklandığında Emin Bilgen ismi hariç CHP’nin Aydın’da 
yeni yüzlere listede yer vermediği görülmüştür. 

Demokrat Parti Adayları: 

1946 milletvekili seçimlerinde DP adaylarının 52’si avukat, 41’i çiftçi, 40’ı 
doktor, 15’i emekli general, 14’ü mühendis, 13’ü ögretmen geri kalanı çesitli meslek sahipleridir. “DP, 49 ilde seçimlere katılmıs ve bu illerden 273 aday göstermistir.”872 
Aydın ilinde DP adayları konusunda pek çok kisinin adı ortaya atılmıstır. 
Nazilli’de Sevki Hasırcı DP’den adaylıgını koymak istemistir. Bu nedenle yasını 
düzeltmek üzere mahkemeye basvurmustur. Eski jandarma karakol komutanlarından ve kömür tüccarı Emin Ünal, DP Mütesebbis Heyeti Üyesi Fabrikatör Ali Nihat Amasya’nın damadı Yüksek Ticaret Okulu Memuru Kemal Topeli’nin DP’den aday olacakların arasında adı geçmistir.873 Albay Ali Rıza’nın Nazilli muhitinden ve DP listesinden aday olacagını açıklamıstır. Bu nedenle kendisi bunu saglamak için trenle İstanbul’dan Nazilli’ye gelmistir. Albayı CHP baskanı ve yüzlerce halk istasyonda karsılamıstır.874 Sonuçta DP Aydın milletvekili adayları olarak su isimleri açıklamıstır: 

-Adnan Menderes (*) 
(*) Aynı zamanda Kütahya milletvekili adayıdır.
-Zekai Kavur 
-Av. Cevat Ülkü (**) 
(**) DP iktidarı döneminde Aydın Belediye baskanlıgı yapmıstır. Daha sonra IX, X ve XI. dönemlerde Aydın milletvekili olarak TBMM’de bulunmustur.
- Ahmet Or 
- Dr. Mükerrem Sarol (***) 
(***)1909 yılı Gediz dogumludur. IX, X. Dönem İstanbul, XI. Dönem Edirne Milletvekili seçilmistir. Menderes Hükümetleri döneminde Devlet Bakanlıgı yapmıstır. 
- Ahmet Vehbi Ayaydın875 Bagımsız Adaylar: 
- Avni Deniz.876 
- Halit Çayırlı.877 

4.2.5. Seçim Sonuçları 

Dönemin seçim sistemi geregince Aydın’da en çok oyu CHP almıs ve buna göre 
Aydın CHP adaylarının tamamı meclise girerken, DP adayları ve bagımsızlardan 
milletvekili seçilen olmamıstır. Anadolu gazetesi, seçimden kısa bir süre sonra sonuçları açıklamıstır. Ancak Anadolu gazetesinin okuyucusuna biran önce bilgi ulastırmak için seçimle ilgili verdigi rakamlar saglıklı olmamıstır.878 Seçim mazbatalarına göre Aydın’dan milletvekili seçilen CHP adaylarının aldıgı oyların kesin dökümü söyledir: 

- General Refet Alpman: 62.058 
- Dr. Mazhar Germen: 58.319 
- Nuri Göktepe (*) 
- Avukat Neset Akkor: 59.460 
- Ahmet Emin Arkayın: 59.432 
- Emin Bilgen: 57.636 
- Mithat Aydın: 59.741 
(*) Mazbatası dosyasında bulunamamıstır 

21 Temmuz 1946 seçimleriyle 1946–1950 yılları arasında görev yapan VIII. 
Dönem TBMM’si olusmustur. Bu dönemde Aydın milletvekillerinin tamamı CHP’lidir. 
1948 senesinde yapılan ara seçimlerinde de bu durum degişmemistir.879
1946 genel seçimleri sonucunda ülke genelinde CHP: 396, DP: 61, Bagımsızlar: 7 Milletvekilligi kazanmıstır. 

Anadolu gazetesinin yazdıgına göre Adnan Menderes ve arkadasları Aydın’da 
CHP’nin aldıkları oyun ancak yarısı kadar oy alabilmistir. Gazetenin belirttigine göre Aydın’da CHP ezici bir çogunlukla seçimi kazanmıstır.880 Milletvekili seçilen Neset Akkor ve Ahmet Emin Arkayın’ın yerine Aydın CHP l dare Kurulu’na, kereste tüccarı Lütfü Taskın ile çiftçi Nail Ergün getirilmistir.881 Aydın’da seçim kaybeden Adnan Menderes Kütahya ilinden milletvekili seçilmistir. Durum Adnan Menderes’e gazeteciler tarafından sorulunca Menderes “Milletimin olgunluguna inanıyorum, halk bizimle beraberdir, Muvaffak olacagımıza eminim.” açıklamasını yapmıstır.882 

4.2.6. Seçimlerle İlgili Yapılan Spekülasyonlar 

Seçimler sonunda itirazlar daha çok Demokrat Parti tarafından ortaya atılmıstır. 
Demokrat Parti, seçimlerde DP aleyhine yolsuzluk yapıldıgını, idari mekanizmanın partiler karsısında tarafsız kalamadıgını iddia etmistir. Bu iddialara göre idare mekanizması eliyle sandık baslarında usulsüzlükler yapıldıgı gibi vatandasa da oyunu iktidar partisine verme konusunda baskı yapılmıstır. CHP müfettisligince hazırlanan seçim raporunda Belediye, 21 Temmuz ve daha sonra il genel meclisi seçimlerinde Aydın ili kaymakamlarının ve valisinin devlet memuru olmalarına ragmen CHP adına çalısmalarından dolayı takdirname ile ödüllendirilmesi ya da 500 lira kadar bir ikramiye ile CHP’ye hizmetlerine devamlarının saglanması parti Genel Sekreterligine teklif edilmistir. Adnan Menderes’e göre bu durum DP’nin iddialarını güçlendirmektedir.883 

Seçimlerde “Açık Oy, Gizli Tasnif” ilkesi uygulanmıstır. DP yanlısı gazeteler 
seçimlerle ilgili pek çok olaydan söz ederken, CHP yanlısı basın nedense sanki 
seçimlerde hiçbir sey olmamıs gibi sessizlige bürünmüstür. Demokrat zmir gazetesinin belirttigine göre seçimler Aydın ilinde olaylı geçmistir. Nazilli’de Demokrat İzmir gazetesi muhabiri seçimi takip etmek için gittigi sandık basından CHP’li Av. Hulusi Çogullu’nun emri ile polis tarafından uzaklastırılmıstır. Polisin ilgili kisinin sözünü dinlemesi DP’liler tarafından garip karsılanmıstır. Zeytinli Mahallesi’nde camide bulunan 81 numaralı sandık basındaki Mal Müdürü Süleyman Bülbül, DP mensuplarının elindeki oy listelerini yırtmıs ve halkın eline CHP oy listelerini verdigi iddia edilmistir. DP mensupları seçim sandıgı civarında oy pusulası dagıtınca polis tarafından tutuklanmıslardır. Yapılan seçim yolsuzlukları seçim kurulu baskanlıgı ile kaymakamlıga bildirildigi halde durum geçistirilmistir.884 Nazilli’de yasanan baska bir olayda “3 numaralı sandık basında ortaokul müdürü Arif Gönendik çok miktarda CHP aday listelerini zarf içine yerlestirip sandık içine atmak üzereyken DP Müsahidi Nuri Baloglu tarafından fark edilmis, durumla ilgili tutanak DP’liler tarafından hazırlanınca 
Baloglu ile Gönendik arasında kavga çıkmıstır. Gönendik’in tutanagı yırtması üzerine yeni bir tutanakla durum Cumhuriyet Savcılıgı’na iletilmistir. CHP’li Nazilli Ortaokul Müdürü Gönendik savcılıkta ‘oy pusulalarını kendisinin atmadıgını bunu DP’lilerin yaptıgını’ iddia etmistir. Savcılık Gönendik hakkında takipsizlik kararı vermistir.885 Aksam saatlerinde oyların sayımı sırasında seçmen imzasıyla kullanılan oylar arasında tutarsızlıklar görülmüstür.886 

DP, ortaya çıkan seçim sonuçlarını, seçimin adil yapılmadıgını belirterek kabul 
etmeyeceklerini açıklamıslardır. Bu amaçla partililer seçim kurullarına gerekli 
itirazlarda bulunmustur. DP yöneticileri seçimlerde sandık baslarında yolsuzluk 
yaptıgına inandıgı kisiler için adli mercilere basvurmustur. Aydın İl Seçim Kurulu’nda yer alan Etem Menderes, DP’li diger arkadasıyla birlikte seçim mazbatalarını imzalamamıstır. Aydın’dan milletvekili seçilen CHP’li adaylar imza eksigi bulunan bu mazbatalarla TBMM’ye gidip burada üye kayıtlarını yaptırmıslardır887. Adnan Menderes ise Meclis’te yaptıgı konusmada bu mazbataların Meclisçe iptalini istemistir. Cumhurbaskanı’na çekilen telgraflarla ve ülkenin degisik kentlerinde düzenlenen mitinglerle seçimlerde yasanan yolsuzluklar protesto edilmistir. Meclis’in toplanmasından sonra da ilgili itirazlar meclis bünyesine tasınmıstır. 

4.2.7. Aydın’da DP Tarafından Düzenlenen 1946 Seçimlerini Protesto Mitingi 

7 Agustos 1946 günü DP Aydın’da büyük bir kalabalıgın katılımıyla seçimleri 
protesto mitingi düzenlemistir. Halk “Onları biz seçmedik” diye haykırmıstır. Mitinge Demokrat İzmir Gazetesi muharriri Burhan Belge de katılmıstır. Belge mitingde yaptıgı konusmada; ‘Dünya’nın gözü önünde yapılan bu seçimlerde Türk milletinin demokratiklesemeyecegi; bu olgunlukta olmadıgı tezi DP’ye yapılan haksızlıklar nedeniyle pekismistir. Biz CHP’nin zulmünün karsısındayız. Ancak su bilinmelidir dısarıdan memleketimize bir tehdit yönelse o zaman kimsenin süphesi olmasın biz CHP’nin yanında olacagız. Bizim parti arkadaslıgımız bir öküz öldü ortaklık bitti mukavelesi degildir. Biz ne bir seçim istirak sirketi nede CHP’yi iktidardan indirme aletiyiz. Biz kanuna inanmıs ve kanun kadar temiz insanlarız. Bunu bir gün karsı tarafta   onaylayacaktır.” 888 derken Dr. Mükerrem Sarol da; ‘Bir köylünün bugday ektigi tarlada çavdarla  karsılasması kadar seçimlerin sukutu hayale ugratıcı oldugunu söyleyebilirim. 
Adnan Menderes buralıdır. Bu muhit onu sevmektedir. Bu insanın böyle bir muhitten seçilememesi ilginçtir. Onlara millet iradesiyle inat etmenin bosa çıkacagını; er geç zaferin millette kalacagını gösterecegiz.’ seklinde konusmustur. DP’nin düzenlemis oldugu söz konusu protesto mitingi, mitinge katılımın fazla olmasını saglamak için Aydın pazarının kuruldugu Salı gününe denk getirilmistir.(*) 
(*) Çok partili yasama geçis sürecinde kır nüfusu, kent nüfusundan daha fazladır. Ulasım vasıtaları henüz yaygın degildir. Köylü acil durumlar dısında sadece pazarın kuruldugu zaman sehre inmistir.

Hükümet meydanında yapılan mitinge merkep ve kagnılarıyla sehre inen pek çok köylünün katıldıgı görülmüstür. Miting, Gençlik ve Cumhuriyet marsları söylenerek açılmıstır. Demokrat zmir gazetesinin yazdıgına göre halk protesto mitingi sırasında ‘Seçilmediler tayin oldular.’ ‘Seçilmeden seçildim diyenler utansın.’ ‘Biz sizi seçmedik; size güvenimiz yoktur.” seklinde dövizler tasımıstır. 

Mitingde CHP’lilerle DP’liler arasında sözlü satasmalar olmustur. Kimi 
CHP’liler ‘İstahınızı 4 yıl sonraya saklayın bos sandalye kalmadı.’ derken kimileri 
‘Utanın 24 yıldır CHP’nin ekmegini yiyorsunuz.’ diye bagırmıstır. Mitingde konusanlar tarafları itidale davet etmistir. Burhan Belge CHP’lilere karsı: ‘Bugün burada DP’nin protesto mitingini yapıyoruz. Kanuni müsaade alarak bu meydanda toplandık. Siz de yarın ya da öbür gün izninizi alıp kendi mitinginizi yapabilirsiniz. Bu miting medeni bir tezahürün ifadesidir. Türk milletinin bu medeni manzarasını bozmayınız. hakkımızı elbette arayacagız 889 diye seslenince Fabrikatör Mehmet Külahcı, Belge’ye “Hak benim degirmendedir.” diye bagırmıstır. CHP’liler çıkan konusmacılara miting boyunca “yalan söylüyorsunuz, vekilleri biz seçtik. Bizi İnönü’nün partisinden ayıramazsınız.” 
diye tepki göstermisler ve “Yasasın nönü, yasasın CHP!” diye slogan atmıslardır. 
Anadolu gazetesi, DP’lilerin Aydın mitingini tam bir fiyasko olarak nitelendirmistir. 
Yine bu gazeteye göre, mitingin Aydın pazarına denk getirilmesine ragmen ancak 1200 kisi katılmıstır. Gazete, mitingde DP’lilerin çocukların ellerine pankartlar tutusturduklarını ifade etmistir.890 



BU BÖLÜM DİPNOTLARI;

849 Feroz ve Bedia Turgay A. (1976), Türkiye’de Çok Partili Politikanın Açıklamalı Kronolojisi(1945- 1971), s.21-22. 
850 Sarol, M. Bilinmeyen Menderes s.39. 
851 Toker, M. (1990), Demokrasimizin İsmet Pasalı Yılları/Tek partiden Çok Partiye Geçis, s.21 
852 Tasvir, 13 Haziran 1946. 
853 Ulus, 4 Temmuz 1946. 
854 Sönmez, S.(1998), 1946-1950 Yılları Arasında iktidar Muhalefet iliskileri Açısından Demokrat Parti’nin İşlevi, s.26. 
855 Demokrat İzmir, 17 Temmuz 1946. 
856 Demokrat İzmir, 24 Mayıs 1946. DP’lilerin bu tip uygulamaları 1946 genel seçimlerinden sonra da devam etmistir. Ancak DP’lilerin 1950 seçimlerinden sonra bu tip uygulamaları devam edip etmedikleri ayrıca arastırılması gereken bir konudur. 
857 Demokrat izmir, 16 Temmuz 1946 
858 Adnan Menderes’in Konusmaları ve Demeçleri-Makaleleri (1991), C.3, s.93.
859 Mitingle ilgili ayrıntılar ve mitingde yapılan konusmaların tamamı için bkz; Demokrat İzmir, 18 Temmuz 1946. Yeni Asır, 18 Temmuz 1946.
860 Anadolu, 18 Temmuz 1946. 
861 Demokrat İzmir, 2 Temmuz 1946. 
862 Demokrat İzmir, 20 Temmuz 1946. 
863 Anadolu, 16 Haziran 1946.
864 Anadolu, 16 Temmuz 1946. 
865 Anadolu, 15 Haziran 1946. 
866 TBMM, TBMM Üyelerine Ait Sicil Defterleri, VIII. Dönem, Defter No:96, Zarf No:6. 
867 Demokrat İzmir, 15 Temmuz 1946. 
868 TBMM, TBMM Üyelerine Ait Sicil Defterleri, VIII. D., Z. No:6, D. No:93, 96, 97, 98, 99, 101, 102. 
869 Demokrat İzmir, 9 Agustos 1946. 
870 BCA, 490.01/139.560.1. 
871 Anadolu, 19 Temmuz 1946. TBMM, TBMM Üyelerine Ait Sicil Defterleri, VIII. Dönem, Zarf No:6, Defter No:93, 96, 97, 98, 99, 101, 102. 
-General Refet Alpman: Emekli Levazım Tümgeneraldir. 1877 yılı stanbul dogumludur.VII ve VIII. dönemde Aydın milletvekili seçilmistir. Adaylık tarihinde Ankara’da ikamet etmektedir. 
- Dr. Mazhar Germen: 1887 Aydın dogumludur Tıbbiye'den mezun olduktan sonra Eskisehir Askeri Hastanesi bastabipligi yapmıstır. TBMM I. Dönem milletvekili olarak seçilmis ve kesintisiz sekiz dönem Aydın milletvekilligi yapmıstır. Ayrıca Birinci Ali Fethi Okyar Hükümetinde, Sıhhiye ve İçtimai 
Muavenet Bakanlıgı yapmıs Türk hekimi ve siyasetçisidir. 
- Nuri Göktepe: V, VI, VII, VIII. dönemlerde Aydın Milletvekili olarak TBMM’de bulunmustur. 
- Neset Akkor: Hukuk Fakültesi mezunudur ve avukattır. Kaymakamlık görevinde de bulunmustur. I. ve VIII. dönem milletvekilidir. Aydın Cumhuriyet Halk Partisi İl İdare Kurulu ile Aydın Baro Baskanlıgı yapmıstır. 
-Ahmet Emin Arkayın: 1928-1931 yılları arasında Aydın belediye baskanlıgı yapmıstır. Uzun yıllar Türk Hava Kurumu Aydın Subesi Baskanlıgını yürütmüstür. 
-Emin Bilgen: Nazilli dogumludur. Nazilli’de çiftçi ve tüccardır. CHP Nazilli lçe İdare Kurulu baskanıdır. 13 senedir bu görevi sürdürmektedir. Milli Mücadelede Aydın cephesinde bulunmustur. 
Katkılarından dolayı İstiklal Madalyasıyla taltif olunmustur. Daha sonra Türk Ocakları baskanlıgı görevinde bulunmus ve Nazilli’de 11 sene belediye baskanlıgı da yapmıstır. VIII. Dönem Aydın milletvekillidir. 
-Mithat Aydın: TBMM 1. ve 2. döneminde Aydın milletvekili, V, VI ve VII. dönemlerde Trabzon milletvekili, VIII. dönemde Aydın milletvekili olarak bulunmustur. 
872 Vatan, 19 Temmuz 1946.
873 Anadolu, 16 Haziran 1946.
874 Demokrat İzmir,3 Temmuz 1946.
875 Demokrat İzmir, 17 Temmuz 1946. 
876 Anadolu, 16 Haziran 1946. Aydın ortaokulu ögretmenidir. 
877 BCA, 490.01/139.560.1. 
878 Anadolu, 23 Temmuz 1946. Anadolu CHP adaylarının aldıgı oyları söyle açıklamıstır: General Refet Alpman: 61.958, Dr. Mazhar Germen: 58.012, Nuri Göktepe: 58.278, Av. Neset Akkor: 59.204, Ahmet Emin Arakayın: 59.219, Emin Bilgen: 57.405, Mithat Aydın: 59.495 
879 Yediyıldız, N. (1996), VIII. Dönem TBMM(1946–1950), s.36 
880 Anadolu, 23 Temmuz 1946. 
881 Anadolu, 2 Agustos 1946. 
882 BCA, 490.01/139.560.1. 
883 Adnan Menderes’in Konuşmaları ve Demeçleri-Makaleleri(1991), C.1, s.95. 
884 Demokrat İzmir, 22 Temmuz 1946. 
885 Demokrat İzmir, 9 Agustos 1946. 
886 Demokrat İzmir, 24 Temmuz 1946. 
887 TBMM, TBMM Üyelerine Ait Sicil Defterleri, VIII. D., Z. No:6, D. No:93, 96, 97, 98, 99, 101, 102. 
888 Demokrat İzmir, 7 Ağustos 1946. 
889 Demokrat İzmir, 9 Ağustos 1946. 
890 Anadolu, 7 Ağustos 1946. 

33 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

30 Temmuz 2017 Pazar

Türkiye’de Çok Partili Demokrasiye Geçişte İç Ve Dış Dinamiklerin Etkileri (1945-1950) BÖLÜM 2

Türkiye’de Çok Partili Demokrasiye Geçişte İç Ve Dış Dinamiklerin Etkileri (1945-1950)  BÖLÜM 2



B. ÇOK PARTİLİ DEMOKRASİYE GEÇİŞTE İÇ DİNAMİKLERİN ETKİLERİ 

Tarihçi Kemal Karpat, Türkiye’de çok partili sisteme geçişi, sosyal yapının farklılaşmasında ve bu farklılaşmanın gerektirdiği çoğulcu, başka bir deyişle 
farklı sosyal ve siyasi grupları bir arada tutabilecek yeni bir sosyal, siyasi denge sisteminin kuruluşu olarak görmüştür. Ona göre bu güç dengesinin ise son yüz 
elli yıl içinde pasif veya savunma modernleşmesi olarak tarif edilebilecek yenileşme hareketlerinin meydana getirdiği ve temelde halk kitlelerine dayanmayan siyasi yapıyı ve onun kültürünü gözden geçirmeyi zorunlu bir duruma sokacağı muhakkaktı (Karpat, 2013: 71-72). 

Buradan hareketle, Türkiye’de demokrasisinin gelişimini ve çok partili yönetim anlayışının benimsenmesini sadece dış dinamiklere ya da İkinci Dünya 
Savaşı’ndan sonra Türk diplomasisinde ortaya çıkan gelişmelere indirgemek elbetteki doğru olmayacaktır. 1946 yılının Türkiye’sinin son yüz elli yıllık tarihi, bu dönüşüme katkı sağlayan ve bu süreci besleyen bir değişme ve yenileşme tarihi olmuştur. Özellikle 1839 yılında, yenilikçi ve muhafazakâr çekişmesinin 
gölgesinde ilan edilen Tanzimat Fermanı ile padişah, sahip olduğu mutlak iktidarı bizzat kendisi sınırlandırmış ve 1876 yılına geldiğimizde ise meşruti idare 
sistemi kabul edilmiştir. Daha sonraki dönemde oluşan siyasal çekişme ortamı ise İttihat ve Terakki dönemini doğurmuştur. 

İttihat ve Terakki ilk kez belli siyasi düşünceleri savunarak bunları yürürlüğe koyacak siyasi örgütün, partinin ortaya çıkmasını sağlamıştır. 1908 Devrimi’nin 
siyasi mimarı olan İttihat ve Terakki Cemiyeti, 1913’te aynı ad altında siyasi partiye dönüşerek yurdun her tarafında şubeler açmış, halkın siyasi hayata 
katılımını sağlamıştır. Her ne kadar karar verme yetkisi merkezde toplanmışsa da İttihat ve Terakki Partisi, taşra aydın ve ileri gelenlerinin siyasi hayata 
katılımının önünü açmıştır. İttihat ve Terakki’ye muhalif olan Hürriyet ve İhtilaf Partisi’nin kurulması, demokrasinin diğer bir koşulu olan ayrı düşünceleri 
savunan muhalefetin ortaya çıkmasını sağlamıştır. Bu dönem aynı zamanda ilke defa çok partili sistemin izlerini taşıyan bir dönem olmuştur. 
(Karpat, 2013: 45). 

Nihayet 1923 yılında Cumhuriyet kuruldu. Cumhuriyetin kurulmasıyla tek partili bir sistem uygulandı ve bu sistem bir-iki küçük istisnayla 1945-1946 yılına kadar gittikçe güçlenerek devam etti. Bu tarihten sonra yeniden çok partili bir siyasal sisteme geçilmesinde elbette ki 1938-1945 yılları arasındaki iç bünyemizde meydana gelen gelişmelerin ve bu gelişmelerin ortaya koyduğu siyasal sonuçlarının önemli tesir ve izleri bulunmaktadır (Akandere, 1998: 145). 
Savaş sonunda, gerek iktisaden egemen sınıflar gerekse yoksul halk kitleleri ve geniş aydın zümre CHP’ye karşı kesin bir tutum içinde bulunuyorlardı. 
Uluslararası planda demokratik rejimler büyük saygınlık sağlamıştı ve Türkiye’de “demokrasi” sözcüğü sihirli bir formül halinde dudaklarda dolaşıyordu. 
Demokrasi demek tek parti, tek şef sistemine “artık yeter!” diyebilmekti ve bunu söyleyecek bir örgütün işareti bekleniyordu (Timur, 2003: 29). 

Demek oluyor ki, Türkiye’de çok partili hayata geçiş sürecinde sosyal yapı ve toplumsal kesimlerin bu süreç içindeki yeri, siyasal muhalefetin oluşmasında 
önemli bir role sahiptir. Bunun yanında, ekonomik durumun bozulması ve bu bozulmaya bağlı olarak halkta beliren hoşnutsuzluk, iktidara karsı güçlü bir 
toplumsal muhalefetin oluşmasına neden olmuştur (Kirman, 2006: 46). 

1. Tek Parti İktidarına Karşı Toplumsal Muhalefetin Gelişmesi Türkiye’de tek partili yönetimden çok partili yönetime geçiş sürecinde ekonomik 
faktörlerin etkisi göz ardı edilemez. Ekonomide uygulanan devletçi ve müdahaleci yönetimin, siyasal hayatta otoriter uygulamalar olarak kendisini gösterdiği söylenebilir. 

Gerçekten de 1930’dan sonra, 1923-1930 yıllarında kabul edilen prensipler ilk olarak 1931 yılında Cumhuriyet Halk Partisi’nin programına, daha sonra da 
1937’de Anayasaya konulmuştur. Bu nedenle hükümetin ekonomik politikalarında değişiklikler olmuş, devlet artan otoriter tutumuna uygun olarak sanayi sektörünün yönetiminde daha büyük sorumluluk yüklenmiştir (Karpat, 2013: 155). 

Cumhuriyet Halk Partisi, egemen toplum kesimlerinden, servetlerini ancak devlet yardımıyla sağlamış, korumuş ve geliştirmiş bir kesimi kendi saflarında 
tutabilmişti. Ancak bu gruplar, toplum kesimleri arasında değil, kendi içlerinde bile sürükleyici bir güce sahip olmaktan çıkmışlardı. Bu nedenle iktidar partisi 
halk nazarında bürokratik bir baskı aracı olarak görülüyordu. Yakup Kadri Karaosmanoğlu bu dönem için “Gerçi benim bildiğim bir Halk Partisi vardı ama, 
teşkilatı valilerin, kaymakamların eline teslim ettikten sonra halk ile ilgisi kesilmiş, bütünüyle bürokratik bir sekil almıştı.”demektedir(Timur, 2003: 29). 

Türkiye II. Dünya Savaşı’na girmemiş olmakla birlikte, 1939-1945 yılları arasında ekonomik siyasal sıkıntılarla mücadele etmek zorunda kalmıştır. Bu 
savaş, sosyal adaletsizliğin ve iktidar baskısının artmasına neden olurken, diğer yandan da isçi, memur, küçük üretici vb. geniş halk kesimlerinin daha da 
yoksullaşmasına neden olmuştur(Çavdar, 1985: 2064). 

Tek parti döneminin son yılları savaş ekonomisi kurallarının hâkim olduğu, devletin ekonomik hayatı denetim altına almaya çalıştığı yıllardır. İkinci Dünya 
Savaşı yıllarında uygulanan iktisadi ve toplumsal politikaların temelini ve hukuki dayanak noktasını Milli Korunma Kanunu oluşturmaktadır. Ekonominin giderek 
kötüleşen bir seyir izlemesi üzerine bir takım ekonomik önlemler alınması zorunlu olmuş ve 18 Ocak 1940’da “Milli Korunma Kanunu” TBMM’nde kabul 
edilerek yürürlüğe girmiştir (Koçak, 1996b: 373). 

İkinci Dünya Savaşı ve bu savaş süresince Türkiye’de izlenen iktisat politikası toplumsal dengeyi sarsıcı sonuçlar doğurdu. Bu dönemde bir yandan enflasyonist bir politika izlenirken, öte yandan da bu politikanın doğal sonuçları olan fiyat artışları baskı ve zabıta yöntemleriyle önlenmek istenmiştir. 1940 yılının başında yürürlüğe konulan Milli Korunma Kanunu da bu enflasyonist politikanın temel dayanağını oluşturuyordu. 

Milli Korunma Kanunu’nun en büyük etkisi işçiler ve köylüler üzerinde görülmüştür. Her iki kesim angarya olarak nitelendirilebilecek çalışma yükümlülükleri altında ezilmiştir (Çavdar, 1995: 376). 

Savaş ekonomisi dönemi sosyo-ekonomik açıdan genel olarak değerlen dirildiğinde; artan devlet masraflarının yeni vergilerle karşılanılmasına çalışılan ortamda sosyal adaletin ortadan kalktığı, sosyal huzurun bozulduğu, toplumda zaten adil olmayan gelir dağılımının daha da kötüleştiği ve savaş zenginleri denilen yeni bir zümrenin türediği söylenebilir (Kirman, 2006: 52). 

Tek parti yönetimi altında Türkiye’de varlık vergisinin yasalaştırıldığı 1942 yılının Kasım ayı, II. Dünya Savaşı koşullarının ülkede oluşturmuş olduğu sıkıntı 
ve darlıktan yararlanan kişi ve çevrelerin vurgunculuğunun, karaborsacılığının, her türlü haksız kazanç sağlamalarının doruğa ulaştığı bir zamandır (Yetkin, 
2007: 205). 

Varlık Vergisi, uygulamada birçok karışıklık ve güçlüklere yol açmış, milletin geniş bir kısmının huzurunu kaçırmıştır. Bu vergi, savaş yılları içinde elde 
edilen servet ve kazançlara hükümetçe el konulmasına imkân vermiştir (Koçak, 1996b: 506). Ancak Vergi miktarının belirlenmesinde kesin bir ölçü yoktur. 
Vergi miktarlarını belirleme yetkisi komisyonlarda görevli kişilerin keyfiyetine bırakılmıştır. Bu durum ise çoğu mükellefin ödeme gücünün üzerinde vergi 
miktarı ile yükümlü olmasına neden olmuş, Türkiye ekonomisinde hâkim sınıflar arasındaki dengeyi sarsmıştır (Yetkin, 2007: 204). Vergi, sağladığı fırsatlarla 
karaborsacıları zenginleştirmiş, buna karşılık küçük esnaf ve işyerlerinin yok olmasına neden olmuştur. Bu durum, geçimini zaten zorlukla sürdüren orta sınıfın daha da yoksullaşmasına neden olmuştur (Lewis, 2000: 300). 

Toprak Mahsulleri Vergisi Kanunu ile büyük ve küçük çiftçi ayrımı yapılmamıştır. Vergi kapsamına giren herkes vergisini vermekle yükümlüdür. Verginin 
toplanmasında büyük ölçüde Toprak Mahsulleri Ofisi görev almıştır. Ancak Ofis’in bazı uygulamaları ve görevli memurların tutumları ofisle üreticiyi karşı 
karşıya getirmiştir. Genel olarak köylüler savaş dolayısıyla olağanüstü tedbirlerin alınması gerektiğini anlıyorlar ama Ofis’in tepeden inme, gerçeklere uymayan 
hareket tarzını ve yükün herkese eşit yüklenmiş olmasını kabul etmiyorlardı (Karpat, 2013: 194). 

Toprak Mahsulleri Vergisi’nin Köy Enstitüleri ve Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu gibi büyük toprak sahiplerinin tepkisini ve direnmesini doğuran icraatlarla 
birlikte toprak ağalarının ve toprak burjuvazisinin CHP iktidarına savaş sonunda cephe almasına yol açan ana etkenlerden biri olduğu görülmektedir (Boratav, 
2002: 265). 

II. Dünya Savaşının tetiklediği kısaca özetlenen iktisadi alanda yaşanan bu sıkıntılar Türkiye’de yirmi yılı aşkın bir süre devam eden tek parti iktidarına karşı büyüyen toplumsal muhalefetin önemli nedenlerinden biriydi. İktisadi sıkıntılardan beslenerek büyüyen bu toplumsal muhalefet doğal olarak iktidara alternatif arayışları hızlandırdı. 

2. Tek Parti İktidarının Demokrasi Algısında Yaşanan Değişim Türkiye’de muhalefet girişiminin başarıya ulaşmasında, iç ve dış koşulların etkisinin yanında, çok partili demokrasiyi ve onun getireceği özgürlükler ortamını ülkesinin gelişmesi açısından yararlı gören aydınların ve siyasilerin etkisi de 
küçümsenmemelidir. Burada özellikle iktidardaki yöneticilerin rolü önemlidir. 

CHP yöneticilerinin batılılaşma istekleri ve bu doğrultuda giriştikleri çabalar ve Cumhuriyetin temelinde var olan liberal fikirlerin çok partililiğe geçişteki 
önemine birçok yazar tarafından işaret edilmiştir. Ayrıca; Cumhuriyet Halk Partisi sözcüleri de Türkiye’de “Halk egemenliğinin tanındığını ve rejimin esasında demokratik olduğunu, bu sebeple Türkiye’de demokrasinin Cumhuriyetin ilanından itibaren var olduğunu söylemişlerdir (Karpat, 2013: 227). 

Yöneticilerin çok partili bir yönetime geçişteki etkilerinin yalnızca Cumhuriyet Dönemi’nin ve tek partinin özellikleriyle açıklanması yanıltıcı olabilir. 
Çünkü bu etki tek başına gerçekten çok önemli olsaydı 1945’den önce de demokrasiye geçilebilirdi. Bu nedenle, yöneticilerin rolü 1945 yılının iç ve dış 
gelişmeleri dikkate alındığında önem kazanmaktadır. Bu gelişmeler, yöneticilerde var olan çoğulculuğa ilişkin düşünsel potansiyeli uygulamaya 
dönüştürmelerinde etkili olmuştur (Kirman, 2006: 51). 

Ülke dışında yaşanan gelişmeler, Türkiye’yi siyasi rejim açısından bir yol ayrımına getirdi. Zira II. Dünya Savaşı sonunda dünya iki kutba ayrıldı ve Türkiye tercihini Batı bloğundan yana kullanmak durumunda kaldı. Ne var ki, tek partili otoriter bir rejimle Batı dünyası içinde yer alması söz konusu olamazdı. 
Cumhurbaşkanı İnönü, Türkiye’yi Batı’ya yakınlaştırmak için rejimde yumuşama anlamına gelecek önemli adımlar attı. Bu, otoriter bir rejimin kendi iradesiyle 
kendi sonunu hazırlamasına tipik bir örnektir. Elbette çok partili hayata geçişi tetikleyen tek faktör bu değildi. Zira yirmi yılı aşan tek parti yönetimi sürecinde 
antidemokratik uygulamalar, savaş koşullarında yaşanan ekonomik darboğaz, karaborsa, CHP’yi halk kesimleri nazarında oldukça güç duruma düşürmüştü. 
CHP seçkinleri çok partili hayatı, partinin halk kesimleri nazarındaki imajını düzeltecek ve onu eski gücüne kavuşturacak bir çıkış yolu olarak düşündüler. 
Ancak belirtmek gerekir ki modernleştirici seçkinlerin vesayet sisteminden daha açık ve rekabetçi bir düzene geçiş için çok da gönüllü oldukları söylenemezdi. 
Diğer taraftan, devlet iktidarını sınırlama ve paylaşma heveslisi güçlü bir girişimci orta sınıf da mevcut değildi. Bu hususta farklı görüşler olmakla birlikte 
değişim daha çok dış kaynaklı faktörlerin bir sonucuydu. Ayrıca CHP elitleri, DP’nin bu kadar kısa bir sürede iktidara gelebileceğini ummuyorlardı. 
1950’de DP’nin iktidara gelmesiyle yirmi yedi yıllık paradigma tersine dönmeye başladı. Artık toplum, devlet ve bürokrasinin değil, bürokrasi, toplumun 
verili taleplerine uygun olarak biçimlenmek zorundaydı (Söğütlü, 2010: 12-13). 

1 Kasım 1945’te Cumhurbaşkanı İnönü, Millet Meclisi’ndeki açılış konuşmasında, demokrasinin faşizmi yendiğinden ve rejimin demokratikleştirilmesi 
gerektiğinden söz etmiştir (Türkay, 2008: 55). 

1945 yılında başka siyasal partilerin kurulmasına imkan tanınmış ve 1946 yılından başlayarak da bu tekelci ve otoriter anlayışın doğurduğu siyasal yapının 
öğeleri birer birer ya bağları gevşetilmiş, ya da tümden ortadan kaldırılmıştır (Büyükkalay, 2011: 74). 

İnönü, İngiltere ve ABD’nin Türkiye’ye karşı bir tutum içine girmelerinin ve ülkeye yönelmiş bulunan “Sovyet tehdidi”ni anlayışla karşılamalarının nedenleri 
arasında ülkenin yönetiminde egemen olan anti-demokratik yapının da olduğunu anlamış bulunuyordu. Sovyetler Birliği’nin bu baskısından kurtulmanın ve bu 
tehdide karşı koyabilmenin tek yolu, ABD ve İngiltere’nin desteğini almaktı. Bu desteğin kazanılması ise, “Savaş Sonrası Dünya Düzeni”nin gereği olan bir 
demokratik rejimin ülkede uygulamaya konmasına bağlıydı (Ekinci, 1997: 309-311). 

Bu anlamda Türkiye’de yönetim anlayışı değişikliği ve bu eksende DP’nin doğuşu, iç dinamiklerin ve dış konjonktürün bileşkesi altında görece biçimde 
gerçekleşmiştir. II. Dünya Savaşı’nın belirleyiciliği altında uluslararası konjonktürdeki gelişmeler de, demokrasiye geçişe önemli ölçüde ivme kazandırmıştır. 
Denilebilir ki, Türkiye’de söz konusu dönemde tek parti iktidarının sonunu getiren faktörlerin gerisindeki temel dinamiklerden biri de, ticaret ve tarım burjuvazisinin kesimsel çıkarları ve bunun sözcüsü olan DP’nin politikaları ile II. Dünya Savaşı’nın galiplerinden biri olan ABD’nin çıkarları arasındaki örtüşmedir. 
Çıkarlardaki bu tekabüliyetin yanı sıra, tek parti iktidarının, hem savaş ekonomisinin neden olduğu bütçe açıklarını finanse edebilmek hem de savaş sonrasında izleyeceği kalkınma politikalarını yürütebilmek için gereksinim duyduğu mali kaynak bula bilme ihtiyacıydı. İşte bu ihtiyaçtır ki Türkiye’nin, ABD’nin önderliğine soyunduğu, temel parametrelerini serbest pazar ekonomisi ve demokrasinin oluşturduğu uluslararası ekonomik ve siyasal düzene eklemlenmesine ivme kazandırmıştır. Mali ve iktisadi krizin yanı sıra siyasal bunalımın da kıskacı altında tek parti iktidarı, uluslararası konjonktürdeki gelişmeler ışığında siyasal, sosyo-kültürel ve iktisadi politikalarını esnetmek durumunda kalmıştır. 

Bu bağlamda, mecliste beliren muhalefet karşısında siyasal iktidar ilk etapta zora dayanmıştır. Bunun açık bir göstergesi ise, sertlik yanlısı olarak tanınan Recep Peker’in 1946 yılında başbakanlığa atanmasıdır. Fakat daha sonrasında iktidar, 12 Temmuz Beyannamesi’nde gözlemlenebileceği üzere, muhalefetle uzlaşma yolunu seçmiştir (Büyükkalay, 2011: 77). 

Cumhurbaşkanı İnönü, tarihe “12 Temmuz Beyannamesi” olarak geçen bildirisiyle muhalefetin de iktidar partisinin koşulları içinde çalışacağı demokratik 
ortam güvencesini vermiş ve bunun sürekli olacağına vurgu yapmıştır. İnönü.nün varmak istediği sonuç, iki partinin birbirlerine güven duymalarını sağlamaktır. “Muhalefet, teminat içinde yaşayacak ve iktidarın kendisini ezmek niyetinde olmadığından müsterih olacaktır. İktidar, muhalefetin kanun haklarından başka bir şey düşünmediğinden emin bulunacaktır”. Bu sözlerden de anlaşıldığı gibi, muhtemel bir güven bunalımı ve bazı zorluklar öngörülse de 12 Temmuz Bildirisi, ülkenin geri dönülmez bir biçimde çok partili sürece geçmiş olduğunu ortaya koyan bir belge niteliğindedir (Akın, 1945: 138). Ayrıca belge tek parti iktidarının demokrasi algısındaki değişimin de en somut göstergesidir. 

3. Çok Partili Sürece Geçiş ve Demokrat Parti’nin Kurulması Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, 1945 yılının 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı töreninde yaptığı konuşmada; “Harp zamanlarının ihtiyatlı tedbirlere lüzum gösteren darlıkları kalktıkça memleketin siyaset ve fikir hayatında demokrasi prensipleri daha geniş ölçüde hüküm sürecektir” diyerek çok partili sürecin sinyallerini vermiş ve onun bu sözleri sadece Türk basınında değil, yabancı basında da büyük ilgi görmüştür (Ayın Tarihi, 1945/138). 

Basın, 1945 yılının ocak ayında TBMM’de Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu tasarısı görüşülürken ortaya çıkan muhalefeti de “ TBMM’de farklı sesler ve isteklerin ifade edildiği bir tartışma ortamı” olarak değerlendirmiştir (Gürkan, 1998: 143). 

İnönü, 1 Kasım 1945’te Meclis’in açılışında bu kez muhalefet partisinin eksikliğinden açıkça söz etmiştir (Sencer, 1974: 194). Bu gelişmeler çerçevesinde Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu tasarısının görüşüldüğü günlerde Meclis’e daha sonra “Dörtlü Takrir” olarak anılacak bir önerge veren Celal Bayar, Adnan Menderes, Refik Koraltan ve Fuat Köprülü tarafından yeni parti 7 Ocak 1946’da kurulmuştur. “Demokrat Parti” adının Amerika’dan esinlenme olup olmadığı konusunda Celal Bayar, gazeteci Metin Toker’e “Bunda Amerika modeli rol oynamadı değil. Orada da bir Cumhuriyetçi Parti, bir de Demokrat Parti yok mu” demiştir (Toker, 1970: 111). 

Tek partili cumhuriyet rejiminin gerçek anlamda ortaya çıkan ilk muhalefet partisi Demokrat Parti (DP), iç dinamikler açısından tek parti döneminin II. 
Dünya savaşında ve sonrasında oluşan sosyo ekonomik ve politik koşullarını yaşayan Türkiye’nin ürünüdür. Savaş yıllarında izlenen ekonomik politikalar sonucu “ Savaş Zenginleri ” olarak adlandırılan bir zümre ortaya çıkmıştır. DP, savaş yıllarında palazlanan ticaret burjuvazisiyle toprak ağalarının, Cumhuriyet Halk Partisi’nde (CHP) simgelenen asker-sivil bürokrasiye karşı bir hareketidir (Acar, 2008: 63). 

Savaş yıllarının enflasyonist politikası altında ezilen geniş halk yığınlarını da yanına alan toprak sahipleri ve ticaret burjuvazisi böylece güçlü bir muhalefet 
oluşturdu. CHP ise, servetlerini ancak parti ve devlet yardımıyla sağlamış, korumuş ve geliştirmiş dar bir egemen sınıfı saflarında tutabilmişti (Timur, 1994: 22). 

Sedat Simavi, seçimlerde DP’nin elde ettiği başarıda basının da payı olduğunu söylemekte ve yeni gelenlerin doğru yolda yürüdükçe halkı yanlarında bulacağını belirtmektedir (Simavi, 1950). 

14 Mayıs seçimlerinin sonucu Amerika’da da memnuniyetle karşılanmıştır. Milliyet gazetesi başyazarı Ali Naci Karacan, Truman’ın tebrik mesajını “resmi 
kurallarının dışına çıkmış ve son derece dostane” bulduğunu belirterek şunları yazmaktadır: 

“Amerika son seçimlere kadar Türkiye’de hakiki bir demokrasi olduğuna kani değildi ve bu seçimler onu en çok bu bakımdan yani görüşecekleri devlet 
adamlarının millete dayandıklarını bilmeleri itibariyle kendilerini tatmin bakımından bir dönüm noktası teşkil etti.” (Karacan, 1950’den akt. Acar, 2008: 65). 

Amerikan basınında da seçim sonuçlarının memnuniyetle karşılandığı görülmektedir. “Türkiye demokrasiye oy verdi” başlıklı yazısında New York Times, “Soğuk harpte Türkiye’nin garp dünyası ile birlikte bizim yanımızda yer almaya devam edeceği beklenmektedir” demektedir. New York Herald Tribune seçim sonuçlarını “Türkiye’nin cumhurbaşkanlığı diktatörlüğünden demokrasiye geçtiğinin bir delilidir” diyerek vermektedir. Philedelphia Inguirer de DP yönetiminin komünizme karşı olmaya ve Rus aleyhtarlığına devam edeceğini belirtmektedir (Ayın Tarihi, 1950/198). Senatör Fulbright ve Mundt Türk demokrasisini övmüşlerdir. Fulbright, DP’nin özel teşebbüse önem vermesi ve Türkiye’de demokrasinin ilk kez tezahür etmesi nedeniyle duyduğu memnuniyeti dile getirmiştir (Acar, 2008: 65). 

SONUÇ 

Türkiye’nin 1945’de çok partili hayata geçmesinde, aynı dönemde “demokrasinin” uluslararası saygınlığının artmış olması ve kendisini ideolojik etki olarak göstermiş olmasının çok önemli bir rolü vardır. II. Dünya Savaşı sonrası, faşist yönetimlerin savaşı kaybetmesi aynı zamanda demokrasinin zaferi olarak yorumlanmıştır. Bütün dünyada demokrasi yükselen değer haline gelmiş, demokratik olmayan ülkeler gözden düşmüş, savaş sonrası ortaya çıkan bu ortamda tek parti, tek şef sistemi ile yönetilen Türkiye’ye yönelik dünya kamuoyunun baskısı artmıştır. Türk yöneticileri bu baskıya daha fazla direnç gösterememiş ve çok partili yönetime geçilmesine izin vermek zorunda kalmıştır (Kirman, 2006: 60). 

II. Dünya Savaşı sonrası ortaya çıkan konjonktür, Türkiye’nin iç ve dış politikasını etkilemiştir. Savaş sonrası gerginleşen Türkiye-Sovyetler Birliği ilişkileri, tarafsız/yansız dış politikanın terk edilerek kapitalist sisteme eklemlenmenin bir gerekçesi olarak gösterilirken, iç politikada da anti-komünizmin artmasının ve sol muhalefetin bastırılmasının gerekçesi olmuştur. Soğuk savaş ideolojisi ve onun en etkin araçlarından olan anti-komünist propoganda, ABD’de üretilerek dünyaya ihraç edilmiştir. Bu koşullar altında kuruluş döneminin resmi ideolojisinin üzerinde şekillenen siyasi ve toplumsal kültür de, 1945 sonrasında değişime uğramaya başlamıştır. Dolayısıyla kültürel değişimde dış etkenlerin belirleyici rol oynadığı açıkça görülmektedir (Acar, 2008: 29). 

Hem ABD dış politikasındaki genel eğilim hem de Türk – Amerikan ilişkilerinin teorik çerçevesinden bakıldığında, Türkiye’de demokrasinin işlemesi veya 
işlememesinin, bu ilişkilerin sürdürülmesi açısından önemli bir unsur ve Türk 
–Amerikan ilişkilerinde dikkate alınması gereken bir parametre olmadığı sonucu çıkarılabilir. Türkiye’de demokrasinin varlığı veya yokluğunun, gelişmesi veya 
geri kalmasının, Türk-Amerikan ilişkilerinin gelişimini etkilemeyeceği düşünüle bilir. Fakat bu çıkarımlar doğru değildir. Zira, Türkiye’de demokrasiye geçiş süreci, Türk -Amerikan ilişkilerinin gelişmesi ile birlikte gerçekleşmiş ve bu her iki süreçteki gelişmeler birbirini kuvvetle etkilemiştir (Çalış, v.d., 2001: 81). 

Savaş sonrasında ortaya etkin olarak çıkan diğer bir süreçte, ekonomik meselelerdir ki tarihin hiçbir döneminde ekonomik sorunlar bu kadar uluslar arası ilişkilerde ağırlık kazanmamıştır. Bugün bütün dünya ülkeleri, siyasal kuvvet dengesi, güvenlik ve barış gibi meselelerden belki de çok daha fazla olarak, ekonomik kalkınma, refah, daha iyi yaşama seviyesi gibi meselelerle yoğun bir Şekilde meşgul olmaktadır. Bunun neticesi olarak da, bugünkü uluslar arası ilişkilerde ekonomik faktör büyük bir ağırlığa sahiptir (Armaoglu, 1984: 419-422). 

Demokratik kuralların tam olarak yerleşmediği Türkiye’de ülke içi veya ülke dışından kaynaklanan ekonomik krizlerin siyasal ve idari hayata etkisi, gelişmiş 
Batı ülkelerinden oldukça farklı olmuştur. Toprak Reformu gibi uygulamalar da değişen dünya bağlamında ortaya atılmış, sonuçları açısından başarılı sayılamayacak ancak bulunduğu dönemde muhalefetin belirmesi açısından faydalı olmuştur (Büyükkalay, 2001, 87). 

İkinci Dünya Savaşı’nın son yıllarına kadar CHP bütün muhalefeti susturmayı başarmıştır. Ancak, İkinci Dünya Savaşı’nın sonlarına doğru faşist-otoriter 
ülkelerin savaşı kaybedeceğinin anlaşılması üzerine tüm dünyada dalga dalga yayılan demokrasi rüzgarına CHP içindeki bazı vekiller de kapılmıştır. Bu durum 
21 Mayıs’ta başlayan bütçe görüşmelerinde açığa çıkmıştır. Artık CHP içinde tek parti dönemi uygulamalarının sorgulanması gündeme gelmekte; Menderes 
tarafından, 1945 yılına kadar duyulmayan milli egemenlik, meclis üstünlüğü ve demokratik rejim konuları bütçe görüşmelerinde dile getirilmektedir. Daha sonra, Menderes, Bayar, Köprülü ve Koraltan verdikleri bir önergeyle CHP hükümetinin uygulamalarını eleştirmişler ve iktidarın daha demokratik esaslara göre çalışması gerektiğini ifade etmişlerdir (Kirman, 2006: 123). 

CHP’ye karsı başlayan muhalefet hareketinin belirginleşmesine yol açan önemli bir gelişme olan “Dörtlü Takrir”, bir bakıma da o dönemdeki tek partili yönetimin uyguladığı siyasi ve sosyal baskıya karsı bir tepki metnidir. CHP’nin bu önergeyi reddetmesiyle birlikte muhalif vekillerin de yeni bir parti kurma yolunda ki çalışmaları hız kazanmış ve nihayet Bayar, 7 Ocak 1946 günü Demokrat Parti’nin kurulduğunu beyan etmiştir. Kanaatimizce, 1945 muhalefeti Cumhuriyet Dönemi’nin en geniş tabanlı halk hareketi olarak doğmuştur (Kirman, 2006: 124). 

II. Dünya Savaşı’nın yarattığı ekonomik sıkıntıların yanında CHP’nin otoriter uygulamaları ve halktan kopuk bir siyaset izlemesi, insanların akın akın DP’ye 
yönelmesine neden olmuştur. Bir diğer önemli husus ise; DP’nin İnönü’nün isteği doğrultusunda anlaşmalı bir parti olarak kuruluğu şeklindeki iddiadır. 
İddianın gerçekliğini sağlamlayacak kişiler arasında kalan sır niteliğinde bir boyutunun olup olmadığını elbette bilmiyoruz. Kuruluş sürecinde Celal Bayar ile 
İnönü arasında bu meyanda bir gizli mutabakat olsa bile, kısa bir zamanda DP’nin büyük bir halk tabanı tarafından kabul görmesi böyle bir yaklaşımın 
kalıcılığını imkan-sız hale getirmiştir. Nitekim 1950 seçimlerinde halkın yarısından fazlasının oylarını alarak iktidara gelen Demokrat Parti rüştünü ispat etmekte hiç zorlanmamıştır. 

Ayrıca siyasi hayatı boyunca bu iddiaları teyit anlamına gelecek bir demokrasi oyununa da tenezzül etmemiştir. 

Celal Bayar’ın Cumhurbaşkanı İnönü ile zaman zaman diyaloğa girerek, iki parti arasında ortaya çıkan anlaşmazlıkları aşmaya çalışmış olması, onun muvazaa 
anlayışıyla hareket ettiğinin bir kanıtı olamaz. Yirmi üç yıllık bir tek-parti yönetiminden sonra birdenbire siyasette çoğulculuğa yönelmenin, gerçekçi bir 
gözle bakıldığında, birtakım sıkıntılar yaratması normaldir ve böyle bir süreç içinde söz konusu bir diyaloğun gerçekleştirilmiş olmasını bir kazanç saymak 
gerekir. Dörtlü Takrir’in CHP’nden ayrılarak yeni bir parti kurmak için önceden tasarlandığı seklindeki iddialar da gerçekleri yansıtmamaktadır. Nitekim takrircilerin DP kurulduktan sonra da ifade ettikleri gibi bu takririn asıl amacı CHP’de bir liberalleşme hareketini başlatmak olsa gerektir (Kirman, 2006: 124). 

Belirtilmesi gereken bir diğer husus ise, Türkiye’nin Birleşmiş Milletler Antlaşması’nı imzalamakla zaten çok partili hayata geçmeyi kabul ettiği gerçeğidir. 

Çünkü Birleşmiş Milletler Anlaşması’nın temel hükümleri bu antlaşmayı imza edecek devletin demokratikleşmesi ve çok partili bir rejime zemin sağlamasını 
zorunlu kılmaktadır. Bu durum ise; Bayar, Menderes, Koraltan ve diğer muhalif vekiller olmasa bile Türkiye’nin o tarihlerde çok partili bir sürece geçiş denemesi 
yapabileceğini ama bu durumun belki SCF’de olduğu gibi bir muvazaa partisi şeklinde olacağı ihtimalidir (Kirman, 2006: 125). 

Sonuç olarak, II. Dünya Savaşı’ndan sonra değişen dünya koşulları ve sürdürülmekte olan otoriter rejimin yarattığı toplumsal hoşnutsuzlukların etkisiyle çok partili parlamenter sisteme geçilmiştir. Türk siyasal hayatında 1946 seçimleri tek parti rejiminden çok partili parlamenter sisteme geçişin ve 1950 seçimleri ise tek parti iktidarına son veren siyasi dönüşümün yani demokrasiye geçişin miladı olmuştur. Elbette sonraki on yıllık periyotlarda gerçekleşen askeri darbeler ya da müdahaleler sıkıntılı süreçlerin yaşanmasına sebep olmuş ise de Türk demokrasisi bu sıkıntılı süreçlerin üstesinden gelerek geride kalmalarını sağlayabilmiştir. 

KAYNAKLAR 

Kitaplar

ACAR, Ayla, Soğuk Savaş Yıllarında Amerikan Kültürünün Türkiye’ye Girişinde Basının Rolü (1945-1960), Marmara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, 
İletişim Ana Bilim Dalı, Genel Gazetecilik Bilim Dalı, Doktora Tezi, İstanbul, 2008. 
AKALIN Cüneyt, Soğuk Savaş ABD ve Türkiye-1, 1. Baskı, İstanbul, Kaynak Yayınları, 2003. 
ARMAOGLU, F., 20.Yüzyıl Tarihi(1914-80), Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara, 1984. 
AVCIOĞLU, Doğan, Türkiye’nin Düzeni,1. Kitap, İstanbul, Tekin Yayınevi, 1975. 
BORATAV, K., Türkiye Tarihi-Çağdaş Türkiye(1908-1980) içinde İktisat Tarihi, Der. Sina AKŞİN, Cem Yayınevi, İstanbul, 2002. 
BÜYÜKKALAY, Betül, Türkiye’de Çok Partili Siyasal Hayata Geçişin Nedenleri, Akdeniz Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 
Uluslar Arası İlişkiler Ana Bilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, Antalya, 2011. 
ÇAKIR, Arif, Marshall Planı Nedir, Türkiye’ye Ne Sağlayacaktır?, Türkiye İktisat Mecmuası, Haziran 1949, Sayı:7. 
ÇALIŞ, Şaban, DAĞI, İhsan, GÖZEN, Ramazan, Türkiye’nin Dış Politika Gündemi, 
Kimlik Demokrasi, Güvenlik, Liberte Yayınları,2001. 
ÇAVDAR, T., Türkiye’nin Demokrasi Tarihi(1839-1950), İmge Yayınevi, İstanbul, 1995._, “Demokrat Parti”, Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, 
C:8 İstanbul, 1985. 
EKİNCİ, N., Türkiye’de Çok Partili Düzene Geçişte Dış Etkenler, Toplumsal Dönüşüm Yayınları, İstanbul, 1997. 
GÜRKAN, Nilgün, Türkiye’de Demokrasiye Geçişte Basın 1945-1950, İstanbul, İletişim Yayınları, 1998. 
HARPER and Brothers, Documents on American Foreign Relations, Published for the Council on Foreign Relations, NewYork, 1948. 
KARPAT, K.H., Türk Demokrasi Tarihi (Sosyal, Ekonomik, Kültürel Temeller), Timaş Yayınları, İstanbul, 2013. 
KİRMAN Emin, Çok Partili Döneme Geçiş Süreci ve Türk Siyasal Kültüründe Muhalefet Olgusunun Gelişimi (1946-1950), Süleyman Demirel Üniversitesi, 
Sosyal Bilimler Enstitüsü Kamu Yönetimi, Ana Bilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, Isparta, 2006. 
KOÇAK, Cemil, Türkiye’de Milli Şef Dönemi(1938-1945), Cilt 2, İletişim Yayınları, İstanbul, 2009. _Türkiye’de Milli Şef Dönemi 1938-1945, İletişim Yayınları, 
İkinci Cilt, İstanbul, 1996b. 
LEWIS, B., Modern Türkiye’nin Doğuşu, Çev: M. KIRATLI., Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 2000. 
MARDİN, Ş., Türk Modernleşmesi (Makaleler 4), İletişim Yayınları, İstanbul, 1992. 
OKTAY, Ahmet, Türkiye’de Popüler Kültür, 5.Baskı, İstanbul, Everest Yayınları, 2002. 
SANDER, Oral, Türk Amerikan İlişkileri 1947-1964, Ankara, 1979, SBF, Yayınları, Sevinç Matbaası. 
SENCER, Muzaffer, Türkiye’de Siyasal Partilerin Sosyal Temelleri, İstanbul, May Yayınları, 1974. 
TİMUR, T., Türkiye’de Çok Partili Hayata Geçiş, İmge Yayınevi, İstanbul, 2003. 
TURGUT, Nükhet, Türkiye’de Siyasal Muhalefet Olgusu ve Anlayışı, Türk Siyasal Hayatının Gelişimi, Edit: Ersin Kalaycıoglu, Ali Yasar Sarıbay, 
Beta Yayınları, İstanbul, 1986, s.443. 
YETKİN, Çetin, Karsı Devrim 1945-1950, 6. Baskı, Antalya, Yeniden Anadolu ve Rumeli Müdafaai-Hukuk Yayınları, 2007. 
ZURCHER, E. J., Modernleşen Türkiye’nin Tarihi, İletişim Yayınları, İstanbul, 2013. 

Makaleler: 

BENHÜR, Çağatay, 1945-1946 Yıllarında Türkiye’de Politik Gelişmelere Genel Bakış, Journal of Qafqaz University, Number 24, 2008. 
DİNÇ, Sait, Atatürk Sonrası Türkiye’de İç ve Dış Politikada Gelişmelere Genel Bir Bakış (10938-1965), Ç.Ü. Türkoloji Araştırmaları Merkezi, Adana, 2008. 
DOĞAN, Naci, Yeni Dünya Düzeni Bağlamında Uluslararası Sitem, NATO’nun Rolü ve Türkiye’nin Stratejik Konumu, Manas Journal of Social Researches, 
Vol.05, Issue 10, 2004. 
GÖNLÜBOL, M. ve H. ÜLMAN, İkinci Dünya Savaşından Sonra Türk Dış Politikası, A.Ü.S.B.F Yayınları, No:509, Ankara, 1982. 
KARACAN, Ali Naci, “Mr. Truman’ın Tebrik Mesajı”, Milliyet, 28 Mayıs 1950. 
TÜRKAY, Orçun, Türkiye’de Asker ve Siyaset, Kitap Yayınevi, 2008, İstanbul. 
TÜRKKAYA Ataöv, “Marshall Planından NATO’nun Kurulusuna Kadar Soğuk Harp”, Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, Eylül 1968, C. 23, No.3. 
SİMAVİ, Sedat, “Değişen Nöbet”, Hürriyet, 21 Mayıs 1950. “Matbuatın Zaferi”, Hürriyet, 22 Mayıs 1950. 
SÖĞÜTLÜ, İlyas, “Cumhuriyet Türkiye’sinde Modernleşme ve Bürokratik Vesayet”, Kocaeli Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi sayı:19, 2010. 

Dergiler ;

Ayın Tarihi, Nisan 1946, Sayı.149.; Mayıs 1945, Sayı: 138.; Mayıs 1950, Sayı.198.; 
Vatan, Şubat 1947