Cüneyt Arcayürek etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Cüneyt Arcayürek etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

3 Aralık 2020 Perşembe

ATATÜRK'TEN SONRA BUGÜNLERE NASIL GELDİK? BÖLÜM 2

ATATÜRK'TEN SONRA BUGÜNLERE NASIL GELDİK?  BÖLÜM 2


ATATÜRK, BUGÜNLERE NASIL GELDİK,Cüneyt Arcayürek, Recep Peker, Cumhuriyet Halk Partisi,İsmet İnönü,

Yüreğimde, kafamda ve anılarımdaki İsmet İnönü'yü... 

Ölümünün 34. yılında (2007), İsmet İnönü ve başarıları, hizmetleri üzerine pek çok şey söylendi. Anıtkabir'deki mezarında yapılan törene, Cumhurbaşkanlığı dâhil devletin sivil asker önde gelenleri, tabii Ömer ve Erdal'ın ölümünden sonra hayattaki son evladı Özden Toker ve çocukları katıldı. 

Buraya ölümünün 34'üncü yılında bir belediye başkanının, İsmail Ünal'ın sözlerini almayı yeğliyorum...İnönü'yü kısa fakat özlü biçimde anlatıyor: 
“...İsmet İnönü, önce asker, sonra Cumhuriyet'in iki numaralı kurucusu, siyaset adamı, Mustafa Kemal'in başbakanı, daha sonra iktidarını çok partili rejime geçişte devreden lâik bir devlet adamı, muhalefet lideri ve partisinin genel başkanlığını devrederken de yeni genel başkanını ceketini ilikleyerek karşılayan dev bir liderdi. İşte bugün böyle bir dev lideri anıyoruz. CHP'nin önderini anıyoruz...” 

...Ve Liste 

İmam hatip açan hükumetler: 

1951-1959: Adnan Menderes 19 adet 
1962-1963: İsmet İnönü 7 adet 
1965-1971: Süleyman Demirel 46 adet 
1974-1975: Bülent Ecevit 29 adet 
1975-1978: Süleyman Demirel 233 adet 
1978-1979: Bülent Ecevit 4 adet 
1979-1980: Süleyman Demirel 36 adet 
1984-1989: Turgut Özal 90 adet 
1990-1992: Mesut Yılmaz 23 adet 
1992-1993: Süleyman Demirel 12 adet 
1994-1995: Tansu Çiller 13 adet 
1995-1997: Diğer hükumetler 97 adet 
Rekor Süleyman Demirel'de: 327! 

Kenan Evren: “Cennetlik” 

1982 Anayasası'na okullarda zorunlu din derslerini koyduran asker; Kenan Evren'dir.

Danışma Meclisi anayasa üzerindeki çalışmalarını bitirmiş ve metin son şekli verilmek üzere beş orgeneralden kurulu Millî Güvenlik Konseyi'ne sunulmuştur. 
Tutanaklara göre, din dersleri konusuna gelindiğinde Kenan Evren; - diğer generallerin karşı çıkmasına karşın – din derslerinin zorunlu olmasında ısrar etmiştir. Söylediği özetle şudur: 

Babalardan annelerden mektuplar alıyorum. Öldüğümüzde çocuğumuz başımızda dua edemeyecek mi? 

Bu gerekçe ile millî eğitimde zorunlu din dersleri anayasaya konuldu. 
Milliyet'in İnternet sitesinde yayımlanan bir röportajda; Fethullah Gülen, Kenan Evren için şöyle konuşuyor: 

“...Evren Paşa demokrasinin kesintiye uğraması ve daha pek çok açıdan tenkit edildi. Ancak din derslerini mecburi yapmakla yararlı bir iş yapmıştı. Gençlerin çoğu onun bu icraatı vesilesiyle din eğitiminden nasip almışlardır. Yaptığı iş o kadar büyüktür ki, doğrusunu Allah bilir, hiçbir sevabı olmasa bile bu icraatı ona yeter. Cennete gidebilir...” 

...Bay Fethullah Gülen geliyor! 

Amerika'da ABD'nin himayesinde bir çiftlikte yaşıyor; ancak Gülen cemaati, TV 
istasyonları, dergileri, gazeteleri ve kaynağı asla anlaşılamayan maddi olanaklarıyla hemen her yerde, devlet içinde, medyada, hâttâ futbol kulüplerinde söz ve etki sahibi. 

“Laik devlet yapısını değiştirerek dinî kurallara dayalı bir devlet kurmak amacıyla yasa dışı örgüt kurup bu amaç doğrultusunda faaliyette bulunmaktan” sanık olarak Devlet Güvenlik Mahkemesi'nde muhakeme edilen Fethullah Gülen; 10 yıl kadar hapis cezası ile yargılandı. Ancak karar kesin hükme bağlanmadan Rahşan Affı ile ve beş yıl içinde aynı suçu işlememek kaydıyla cezası ertelendi. 

İddianamede yazıldığına göre, günümüzde Nurcular; “Gazeteciler, Şuracılar, Fethullah Gülen'ciler, Yazıcılar” olarak faaliyet göstermektedir. 

Yine iddianamede yazıldığına göre; Nurculuğun lâik cumhuriyete ve Atatürk'e karşı bir hareket olduğunu görebilmek için Nur Risalelerine bakmak gerekmektedir. Barla mektupları sayfa 53: Atatürk'ü kastederek “Tek gözlü Deccal, ya iman et, ya dünyanın maskarası olacaksın” denilmiştir. 

“Sönmez” adlı risalede (sayfa 21-22) Atatürk kastedilerek “Ayasofya Camisi'ni put haneye, meşiat makamını kızlar lisesine çeviren bu adamı sevmemenin bir suç olması imkânı var mıdır” denilmiştir. 

İddianamede “Fethullah Gülen Grubu” çeşitli yönleriyle anlatılıyor: 
“Amaç: Devletin tüm sistemlerinde İslam hükümlerini egemen kılarak teokratik bir İslam diktatörlüğü kurmaktır” denildikten sonra ayrıntılara geçiliyor: “Fethullah Gülen, demokratik usuller ile ılımlı İslam görüntüsü ile kamufle edilmiş yöntemi... Toplumun önemli bir kısmı tarafından kabul görmesine neden olan yurt içi ve yurt dışındaki okulları vasıta olarak kullanması... 

Papa ile görüşerek sâdece Türkiye'de değil, dünyadaki Müslümanları yönetmeyi amaçlayan ruhani liderliğe olan ilgisi... siyasî parti, kişi ve bâzı devlet kadroları tarafından kabul görmesi nedeniyle hedefine ulaşmada devlet rejimini istismar etmesi... dinî ve siyasî yapısını sürekli canlı tutan kaynağı belirsiz finans kaynağı ile... ülkemizdeki en güçlü ve etkin irticai yapılanma olarak değerlendirilmiştir”. 

Stratejisine gelince: Fethullah Gülen, İslamcı ideolojik bir yaklaşımla, bulunduğu legal yolu muhafaza ederek sahibi olduğu etken mali gücü ile: 

A) Bünyesinde bulunan vakıf, okul ve dershaneleri kullanarak eğitilmiş gençlerden oluşan bir taban oluşturmak, 

B) Devletin bütün kadrolarında, bütün bürokraside, Millî Eğitim Bakanlığı ve Emniyet teşkilatında kadrolaşmak, 
C) Yurt dışında, Türkiye'de kurulacak siyasal İslam'a sempati ile bakacak bir gençlik oluşturmak istemektedir. 

Çizilen hoşgörü ve barış tabloları ile bâzı devlet çevrelerini etkileyen Fethullah Gülen, hedefine ulaşıncaya kadar kamuoyu faaliyetlerine destek verdiği imajını yaratarak, toplumun gerçeği görmesinin önünü, ılımlı görünüşü ve demokrasi şemsiyesine sığınarak kesmektedir.

Cumhuriyet düzenine 'kefere düzeni' diyen bu şahıs, bugün bu düzeni ister görünerek bâzı kesimleri bu davranışına inandırabilmektedir. 

Fethullah Gülen oluşturduğu öğrenci seçme ekipleri ile köy ve semtleri dolaşarak zeki ve becerikli öğrencileri seçmekte, sağladığı imkânlar ile kendisine bağlamaktadır. Gülen'in düşünceleri öğrencilere evlerde, okullarda, kamplarda beyin yıkama metotları ile öğretilmektedir. Bu toplantılarda Atatürk devrimleri ile toplumun İslam'dan ve inançtan uzaklaştırıldığı için Deccal (Ahir zamanda ortaya çıkacak fitnenin başı) olarak tanıtılmaktadır. 

Gülen Grubu planlı, programlı, sinsi çalışmalarının önünde tek engel olarak Türk Silahlı Kuvvetleri'ni görmektedir. 

...Türk Silahlı Kuvvetlerini ele geçirme amacıyla sızma politikasını sessiz ve derinden devam ettirmektedir... 

...Türk Silahlı Kuvvetleri mensupları arasına sızma çalışmalarının yanı sıra subay ve astsubay çocuklarını kendi okullarına ve dershanelerine kaydettirmeye, yetiştirilen bu çocukları askeri okullara sokmaya çalışmaktadır... 

...Silahlı Kuvvetler içinde yapılanabilmek ve ileride etkinliğe kavuşabilmek amacıyla yeni projeler üretilmeye başlanmış, bu çerçevede askeri okullarda okuyan öğrenciler önce fiili hedef olarak belirlenmiş kültür düzeyi yüksek, kendine bağlı, türban takmayan bayanların askeri öğrenciler ile tanışmaları ve evlenmeleri nin sağlanabilmesi için gerekli vasatı hazırlayacak bir yapılanmaya gitmiştir. 

Fethullah Gülen bu yöntemle 10 yıl içinde (demek ki yaklaşık 2010'larda) Türk Silahları Kuvvetleri içinde söz sahibi olacağı bir konuma gelmeyi planlamaktadır... 
Yurt dışı faaliyetleri: “...Gülen Grubu 1992 yılında başlattığı yurt dışına açılım sonucu 35 ülkede 6 üniversite ve yüksek okul, 236 lise, 2 ilkokul, 8 yabancı dil ve bilgisayar merkezi, 6 üniversiteye hazırlık kursu, 21 öğrenci yurdu olmak üzere toplam 279 eğitim kurumunu faaliyete geçirmiştir...” 

“Fethullah Gülen'in oluşturduğu örgüt... devletin lâik yapısını yıkmak amacıyla kurulmuş olup, istişare kurulu, bölge imamları, semt imamları, ev imamları gibi illegal yapılanmayla bütün ülkeyi bir ağ gibi sarmıştır...” Ve lâkin: 

İstediği zaman yurda dönmesine yeşil ışık değil, ışıklar yakılmasına karşın... orada yaşamını sürdürüyor ve bir rivayete göre, Molla Humeyni'nin Tahran'a dönüşüne benzer görkemli bir karşılamayla Türkiye'yi onurlandırmayı düşünüyormuş!... 
Bu memleketi 1960'lardan bu yana yönetenler: 

Süleyman Demirel, Bülent Ecevit'ten sonra Recep Tayyip Erdoğan da Fethullah Gülen'e şapka çıkardı. Yalanlanmayan haberlere göre ABD gezilerinden birinde Hoca Efendi'yi ziyareti bile programlamıştı. 

Yıllardır Türkiye'yi Nakşi-Süleymancı-Milli Görüş desteği ve dayanışması altında AKP'nin de, özellikle Güneydoğu kökenli milletvekillerinin çok büyük bölümünün Fethullahçı olduğu biliniyor. 

Eski Dış işleri Bakanı Cumhurbaşkanı Sn. Abdullah Gül'ün dış işleri bakanlığı döneminde 2003 yılında dış işleri görevlilerine gönderilen bir kripto ile, diplomatlardan bir cemaati desteklemelerini istediği bilinmekte. 
Türkiye Cumhuriyeti'nin 10'uncu, lâik, demokratik, sosyal ve hukuk devletinin Çankaya'daki son savunucusu ve koruyucusu Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer; görev süresinin sona ermesine yakın bir tarihte...13 Nisan 2007'de İstanbul Harp Akademileri'nde ulusal ve uluslararası konulara ilişkin görüşlerini açıklayan önemli bir konuşma yaptı. 

Sayın Sezer; “...Türkiye'yi çağ dışı rejime sürüklemek isteyenlerin demokrasiden söz etmelerinin bir oyun olduğu görülmektedir...” diyor ve şunları söylüyordu: 
“... Türkiye'de siyasal rejim, Cumhuriyet kurulduğundan beri, hiçbir dönemde günümüzde olduğu kadar tehlikeyle karşı karşıya kalmamıştır. Lâik Cumhuriyet'in temel değerleri ilk kez açıkça tartışma konusu yapılmaktadır. İç ve dış güçler bu konuda aynı amaç doğrultusunda çıkar birliği içinde hareket etmektedir”.

“...Dış güçler, Türkiye'nin İslam ülkelerine model olabilmesi için öncelikle siyasal rejiminin 'lâik Cumhuriyet'ten 'demokratik Cumhuriyet' adı altında, 'Ilımlı İslam Cumhuriyeti'ne dönüştürülmesini öngörmektedirler. 

Ilımlı İslam, devletin sosyal, ekonomik, siyasal ve hukuksal düzeninin din kurallarından belli ölçüde etkilenmesi anlamına gelmektedir. 

Bu niteliğiyle Ilımlı İslam modeli, İslam'ı kabul eden diğer ülkeler için bir ilerleme sayılsa da , Türkiye Cumhuriyeti yönünden büyük bir geriye gidiş, daha açık söylemiyle 'irticai' bir modeldir.” 

“Üç Önemli Gerçek” 

“...İşin dikkat çekici yanı, Türkiye Cumhuriyeti rejimini Ilımlı İslam'a dönüştürmek için dış ve kimi iç odakların çıkar birliği yapmaları ve bunu demokratikleştirme adı altında gerçekleştirmeye çalışmalarıdır. 
Oysa bu odakların bilmesi gereken üç önemli gerçek vardır: 

1. Birincisi, ister 'ılımlı', ister 'köktenci' olsun, din devleti ile demokrasinin yan yana getirilmesi, tarihe ve bilime ters düşen bir yaklaşımdır. 

2. İkincisi, Ilımlı İslam'ın çok kısa sürede radikal İslam'a dönüşmesi kaçınılmazdır. 

3. Üçüncüsü de, Türkiye devleti, rejim seçimini, Cumhuriyet'in kuruluşuyla birlikte 84 yıl önce yapmıştır. 

Bu rejim, Atatürk ilke ve devrimleriyle Atatürk ulusçuluğuna bağlı, demokratik, lâik, sosyal bir hukuk devleti temelinde biçimlenen aydınlanmacı ve çağdaş bir rejimdir. Türk devriminin genel amacı, aydınlanma çağını yakalamak ve Türk toplumunu çağdaşlaştırmaktır...” 

İŞTE: 

RECEP TAYYİP ERDOĞAN'IN SÖYLEMLERİYLE ATATÜRK'TEN SONRA GELDİĞİMİZ “BUGÜNLERİ” SERGİLEYEN KANITLAR 

“...Kendi yaptıkları Anayasa'ya sâhip çıkmıyorlar. Demek ki ayık kafayla değil sarhoş kafayla hazırlamışlar. Dört senede delik deşik olmasının nedeni bu...” 
“...Atatürk'ün önünde sap gibi duruyorlar...” 
“...Yahu bu millet istedikten sonra lâiklik tabii elden gidecek yahu... Sen bunun önüne geçemezsin ki... yâni zorla bu milleti elinde tutmaya gücün yetmez. Millete rağmen bu iş yürümez zâten...”
“...Ben diyorum ki Türkiye'de laisizm şeriatı var, var mı var...” 
“...Hem lâik hem Müslüman olunmaz. Ya Müslüman olacaksın ya lâik. İkisi bir arada ters mıknatıslanma yapar...” 
“...Türkiye'de yaşayanların yüzde 99'u Elhamdülillah Müslüman olduğunu söylüyor. O zaman yüzde 99'un 'Elhamdülillah şeriatçıyım' demesi de lâzım. Ben elhamdülillah şeriatçıyım...” 
“...Benim referansım İslam'dır...” 

Millî egemenlik, millî devlet, lâiklik gibi kavramların “kimsenin tekelinde” olmadığını söyleyen Erdoğan: “Bu kavramların demokratik gelişmeye paralel şekilde yeni anlamlar kazandıkları, hayatın ve dünyanın bütün ile değişime açık oldukları unutulmamalıdır...” diyor. 

AKP hükümetinin sessiz kaldığı Kemalizme karşı AB'den sesler: 

Türkiye-AB Ortak Parlamento Komitesi Başkan Yardımcısı Andrew Duf: “...Kemalist milliyetçi sorunuyla yüzleşmeli...

Atatürk'ün devlet binalarındaki fotoğrafları artık indirilmeli...”


***

ATATÜRK'TEN SONRA BUGÜNLERE NASIL GELDİK? BÖLÜM 1

ATATÜRK'TEN SONRA BUGÜNLERE NASIL GELDİK? BÖLÜM  1 



Cüneyt Arcayürek 
Detay Yayımcılık-Şubat 2008 
Derleyen: 
Halit YILDIRIM 
22 Ağustos 2008 
www.altinicizdiklerim.com 


Mustafa Kemal Paşa, çağdaş bir cumhuriyete yönelen bütün devrimlerini 1922 ile 1932 yılları arasında, on yıla sığdırdı. Devrimleri bu kadar kısa süre içinde gerçekleştirmesi, kimi yazarlar tarafından, yaşama veda ettikten sonra eleştirildi. 
Dediklerine göre, devrimler zamana yayılarak gerçekleşseydi, ulus tarafından sindirilecek, daha az saldırıya uğrayacak, daha az eleştiri konusu olacaktı. Fakat Mustafa Kemal Paşa'nın bildiği bir gerçek vardı: kafasında yılardır kurguladığı çağdaş cumhuriyeti oluşturacak devrimleri ancak kendi zamanında, sarsılmaz iradesiyle gerçekleştirip uygulamaya koyabilirdi. 

Öngördüğü devrimler kendisinden sonra acaba gerçekleşebilir miydi? 
Evet, Gâzi gerçekçi idi. Nitekim bir ara CHP ile ilgili bir konuyu önüne getiren Recep Peker, “Paşam neden Cumhuriyet Halk Partisi yazıyorsunuz. Benim partim yazsanıza!” demiş, Mustafa Kemal'den şu kısa yanıtı almıştı: “Cumhuriyet Halk Partisi'nin (veya fırkasının) benden sonra benim partim olarak kalacağını nereden bilebilirim?” 
Dün Söylediklerinden Bugüne Bakarsak... 
2 Temmuz 1932'de toplanan Birinci Türk Tarih Kongresi'nin son günlerinde Atatürk, tarih öğretmenlerini ve öğretim üyelerini Gâzi Orman Çiftliği'nde çaylı bir toplantıya çağırdı. İki saat konuştu. Bu arada öğretmenlerden biri Atatürk'e sordu: 
· “Paşam, din lüzumlu bir şey midir? 
· Halifeliğin kaldırılması iyi mi olmuştur?” 
Atatürk, bu sorulara şu yanıtı verdi: 
“Evet, din lüzumlu bir müessesedir. Dinsiz bir milletin devamına imkân yoktur. Din, Tanrı ile kul arasındaki kutsal bir bağlılıktır. Dinden maddi çıkar sağlayanlar (bugünküler gibi) alçak kişilerdir. İşte biz bu duruma karşıyız... 
... (Bugün de AKP gibi) bütün hükümdarlar hep dinî alet edindiler... 
... Fakat bunca asırlarda olduğu gibi, bugün dahi, (bu sözü sanki bugünleri görüyormuş gibi 1932'de söylüyor) halkın cehaletinden ve taassubundan istifade ederek, bin bir türlü siyasî ve kişisel amaç ve yarar için dinî alet ve vasıta olarak kullanmak girişiminde bulunanların... varlığı... bizi bu zeminde söz söylemekten henüz alıkoyamıyor... 
... Masum halka... beş vakit namaz dışında... vaaz ve nasihat etmek... belki ömründe hiç 
namaz kılmamış olan bir politikacı tarafından vaki olursa, bu hareketin hedefi anlaşılmaz olur mu?...”

Sonuç olarak: Atatürk, dinin özüne ve aslına bağlıydı. Bid'atlere, hurafelere, dinin yarar ve siyaset çıkarlarına alet edilmesine karşıydı. 
Atatürk dinin değil, din istismarcılarının karşısındaydı. 
“...Duraklamaksızın diyebilirim ki, bugünkü İslam dinî başka, Peygamber'in zamanındaki İslam dinî başkadır. Gerçek İslamiyet, yaratılıştan gelen mantıklı bir dindir. Hayalleri, yanlış düşünceleri, boş inançları hiç sevmez, özellikle nefret eder...” 
Prof. Fahri Kayadibi, Atatürk'ün dinî, gerçek dindarı ve din adamını öven... Müslümanlıktan dolayı iftihar ettiğini dile getiren çok sayıda sözü ve konuşması olduğunu yazıyor. “O, dinin özüne ve aslına bağlıydı. Din istismarcılarının karşısındaydı. Atatürk'ü din düşmanıymış şeklinde göstermek ya kasıtlıdır ya da bilgisizlikten kaynaklanmaktadır” diyor. 

Yaşamı boyunca, Türk halkına gerçek dindarlığın, “bugünkü İslam dininin başka, 
Peygamber'in zamanındaki İslam dininin başka olduğunu, mantıklı bir din olan gerçek İslamiyet'in düşleri, yanlış düşünceleri, boş inançları hiç sevmediğini, özellikle nefret ettiğini” anlatmaya çalıştı. 

Atatürk'ün yanından ayrılmayan, yanından ayırmadığı Ali Kılıç (Kılıç Ali) anlattı: 
“İlk Meclis'te bir gün lâiklik konuşuluyordu. Gâzi Mustafa Kemal Paşa o gün Meclis'e başkanlık ediyordu. Meclis'in tanınmış din alimlerinden bir üye kürsüye geldi. Alaylı bir tavırla:

'Arkadaşlar, bir lâikliktir gidiyor. Affedersiniz ben bu lâikliğin anlamını anlayamıyorum' diye söze başlarken oturuma başkanlık yapan Mustafa Kemal Paşa, dayanamadı, oturduğu yerden elini kürsüye vurarak:'Adam olmak demektir Hocam, adam olmak!’ Soru yanıtlanmıştı”. 

Uzun İnce Bir Yol Lâiklik resmiyet kazanacağı tarihe kadar ince uzun bir yolda çeşitli aşamalardan geçti. 

1920'de kurulan TBMM'de kabul edilen anayasada egemenliğin kayıtsız şartsız millete verilmesiyle lâikleşme sürecinde ilk adım atıldı. 

Dinci devletin dayanağı olan saltanatın 1922'de ortadan kaldırılmasından ve yerine ulusal egemenlik temeline dayanan Cumhuriyet'in 1923'de ilan edilmesinden sonra, 1924'de halifelik de kaldırıldı. 

Böylece, dinin devlet üzerindeki etkisi kırıldı, 1928'de Anayasa'dan “Devletin dinî İslamdır” maddesi kaldırılarak anayasa, bu süreçte devlet, hukuk, eğitim ve kültür lâikleştirildi. Hukukun lâikleştirilmesi Şeriye Vekâleti'nin (bakanlığının) kaldırılması ile başladı. Bunu yasalar izledi. 

1924'de dinî içerikli hukuk kitabı olan mecelle kaldırıldı. Şeriye Mahkemeleri kapatıldı. 1926 yılında kabul edilen Medeni Kanun'la kadın haklarında yasal düzenlemeler gerçekleştirildi. Bunu borçlar, ticaret ve ceza yasaları izledi. 
1931 ve 1934'de kadınlara seçme-seçilme hakları verilerek hukuk alanında lâikleşme tamamlandı. 

Bu gelişmenin önderliğini yapan Atatürk, eğitim sistemindeki lâikleşmeyi, din etkisinden arındırılmış okullar ve eğitim programlarına çağdaş öğeleri ve kuralları yerleştirerek sağladı. 

Bir dizi devrim sırasıyla yasalaştı. 

Örneğin bin yıllık Arapça yazısına son verilerek kültür alanında lâikleşmeye ilk adım atıldı. 
Ve... 
Atatürk'ün ölümü üzerinden yarım yüzyıl geçtikten sonra dinci gelişmelerin odak noktasında duran Erdoğan; meydanlarda, resmî demeçlerinde “Elhamdülillah şeriatçıyım...Millet isterse lâiklik elbette gidecek” diyebilme özgürlüğüne kavuştu. 
Anadolu insanının başörtüsünü siyasal simge türbanla özdeşleştirdi. 

Bugün Atatürk'ün bin bir emekle kurduğu “modern Türkiye”nin cumhurbaşkanı ile 
başbakanın eşleri çağdaş Türk kadınını türbanlı başlarıyla yurt dışında da temsil ediyor. AKP'li bakanların ve milletvekillerinin eşlerinin çoğunluğu halka Kuran emri diye yutturdukları türban takıyor.

Atatürk'ü sâdece yakından tanımak mutluluğu dışında Atatürkçülüğü, devrimlerini ve lâik Cumhuriyet'in kazanımlarını ve nimetlerini sindiren usta bir yazarın, F.R. Atay'ın, O'nun ölümünün 20'nci yılındaki yazısından – izninizle – kimi alıntılar yapmak istiyorum. 

“Keşke 1938'den On Yıl Sonra Ölseydi...Kurtuluşumuzu tamamlardık...” 
“Keşke 1919'dan on yıl önce Türklüğün başına geçseydi... 
Ne Balkan Savaşı'na fırsat verirdik, ne de Birinci Dünya Savaşı'na girerdik. 
Ve keşke 1938'den sonra ölseydi... 
Kurtuluşumuzu tamamlardık. ''

Söyleyiniz bana, sağdan yazı devam etseydi Latin alfabesini alabilir miydik? Medeni Kanun'u alabilir miydik? Eğitim birliğini yapabilir miydik? Medreselerin yeniden hortlamasına engel olabilir miydik?.. 

... Atatürk, 1965 Türkiyesi ilim ve teknik kadrosunun dörtte birini bulsaydı, çoktan bütün işlerimizi bitirmiş olurduk. Meclislerimizde kürsü arkasına eskiden Arapça 'Danışınız!' sözünü asardık. Sonra onu 'Hakimiyet milletindir' sözü ile değiştirdik... 
Gerçekte Atatürk partisi millet içinde değil, Atatürkçülük dediğimiz her şey kendi partisi içinde azınlıkta idi. Ölümünden sonra parti güdümü bu inançsızların eline geçti. Ne yazık ki Atatürk'ün başladıklarını severek, bilerek, benimseyerek tamamlayacak olanlar, o öldükten sonra yetişmişler ve Onsuzluk yüzünden eski şekilci ve statükocu Tanzimat bürokratları engelini sökememişler, sonunda da henüz ne devrimlere ısınan, ne eğitimden geçen halk yığınları 
çoğunluğunun seli içine atılmışlardır...
... Bugün kendilerine reformcu diyen korkak ikbalcilere bakınız: Türk çocuklarının on binlercesine medrese ilkokullarında medeniyet düşmanlığı ve Türkiye halkının milyonlarcasına cami kürsülerinde Atatürk devrimleri düşmanlığı telkinleri yapıldığı bilinirken susmakta değil midirler?...” 

Karşı Devrimin Başlangıcı 

Kimi bilim adamlarına göre; karşı devrim hareketleri, Atatürk'ün ölümünden sonra başladı (1938) ve çok partili yaşamla birlikte, 1945-46'da ilk meyvelerini verdi. 
1950, 14 Mayıs seçimlerinde 27 yıldır süregelen CHP iktidarını deviren Demokrat Parti iktidarında ivme kazandı. 

DP iktidarını izleyen iktidar dönemlerinde de gelişti... 
Karşı Devrim Uygulamaları 
Karşı Devrim Kronolojisi” listelerinde şu tarihler dikkati çekiyor: 
· 4 Şubat 1949: İki “meczup” Meclis'te ezan okuyor. 
· 15 Şubat 1949: İlkokullarda isteğe bağlı olarak din derslerine başlanması önerildi. 
· 1 Mart 1950: (27 Mayıs seçimlerine iki ay 27 gün kala) millî Şef İnönü'nün 
cumhurbaşkanı, CHP'nin tek başına iktidarda olduğu tarihte, hükümet, Atatürk'ün 
çıkarttığı Tekke ve Türbelerin Kapatılmasına Dair 677 Sayılı Yasa'yı yürürlükten 
kaldırdı. Türk büyüklerine ait olanlar ve sanatsal değer taşıyanlar Millî Eğitim 
Bakanlığı'nca halka açıldı. İlk aşamada açılan türbe sayısı 19. 
· 12 Nisan 1950: Mareşal Fevzi Çakmak için düzenlenen cenaze töreninde gericiler dinî siyasete alet ederek gövde gösterisi yaptı. 
· 1948 – 1949: İlkokullara, ailelerin isteğine bağlı olmak koşuluyla, okul içinde ve ders saatleri dışında din dersleri konuldu. 
· MEB'e bağlı “İmam-Hatip Yetiştirme Kursları” açıldı. Hacca gideceklere döviz 
verilmesi için izin çıktı. 
· Ankara Üniversitesi'ne bağlı İlahiyat Fakültesi açıldı. 
· İmam Hatip Kursları okula dönüştürüldü. 
· 1950: Tekke ve Zaviyelerle Türbelerin Kapatılmasına İlişkin Kanun'da değişiklik 
yapıldı. Türk büyüklerine ait olanlar ve sanatsal değer taşıyanlar MEB'ce halka açıldı. 

Ve... Gerçeği Yansıtan Sonuç 

Prof. Dr. Çetin Yetkin bir dönemin ayrıntılarını açıklayan değerli Karşı Devrim – 1945–1950 kitabının hemen baş sayfalarında, “araştırmanın İsmet İnönü'yü eleştirmek amacıyla yapılmadığının” altını çiziyor ve şunları yazıyor: 
“İnönü, Atatürk değildir. Öyle olmadığı gibi, bu kitabın sayfalarını çevirdikçe göreceksiniz ki, Atatürk'ün birçok eserini ters yüz eden, yıkan da İnönü'nün ta kendisidir. Hemen söyleyelim: 

İmam hatip okullarının ve ilahiyat fakültelerinin, tekke ve zaviyelerin açılması, okullara din dersi konulması ve birçok geriye dönüşler, İnönü zamanında gerçekleştirilmiştir... 

Karşı devrim, 

Atatürk'ün ölümü ile eş zamanlı olarak gündeme gelmiştir...” 
Yargıtay Başkanı İmran Öktem, 1 Mayıs 1969 günü öldü. 3 Mayıs 1969'da Ankara Maltepe Camisi'nde yapılan cenaze töreninde büyük olaylar çıktı. Bir “kalabalık” cenaze namazının kılınmasını engellemeye çalıştı. Cami görevlileri görevlerini yerine getirmekten kaçındı. Olaylar sırasında camide bulunan ve saldırganlar arasında kalan CHP Genel Başkanı İsmet İnönü'yü korumak amacıyla Kara Kuvvetleri Komutanlığı Topçu Dairesi Başkan Vekili Tuğgeneral Nabi 
Alpartun tabancasını çekti. İnönü – yakınında bulunanların söylediğine göre – CHP Ankara İl Başkanı Rauf Kandemir'e “Namazı kılınacak, namaz kılınmadan gitmem” dedi. 

Gericiler grubunun baskısından etkilenen veya onlara uyan imamlar da direnişe katılınca, namazı 27 Mayıs Millî Birlik Komitesi Hükümeti'nin bakanlarından Abdullah Polat Gözübüyük'ün ağabeyi İzzet Gözübüyük kıldırdı.

Olay, tam anlamıyla bir irtica olayı idi. İsmet İnönü, olayları değerlendirirken “Her 
manasıyla kesin ölçüde bir 31 Mart Vakası'dır” dedi. 

1965'teki genel seçimde tek başına iktidara gelen Adalet Partisi'nin genel başkanı Süleyman Demirel, başbakandı. Olay hakkında “Hadise gayet üzücüdür” demekle yetindi. 

7 Mayıs 1969'da Yargıtay Başkanı'nın cenaze töreninde, camide yaşanan irtica olayını ve olaylarını yaratanları protesto etmek için hukuk adamlarının geniş ölçüde katıldığı ve Anıtkabir'de sonuçlanan görkemli bir yürüyüş yapıldı. 
Cenaze töreninde alışılmışın dışında bir eylem gerçekleştiren gericilerin bu hareketindeki nedeni açıklamak gerekiyor. 

Olaydan bir yıl önce Yargıtay Başkanı İmran Öktem; lâikliği yorumlarken ünlü Fransız düşünürü Voltaire'in bir sözünü tekrarlayarak “Tanrı'yı da insan yaratmıştır” demiş, bu sözü “malum” çevrelerin tepkisine yol açmıştı... 
İmran Öktem, ölümünden bir yıl önceki konuşmasında şunları söylemişti: 
“...Cumhuriyet rejimini yıkmak ve hilâfet rejimi kurmak, Türk Milleti'ni dinî esaslara dayanan bir hukuk düzenine sokmak isteyen ve bunun için gizli ve açık çalışan mistik hezeyan halindeki bir avuç meczup, ruh hastası veya dinî, kazanç meta haline getirmiş kimseler, saf ve cahil yurttaşın en temiz varlığını, itikadını, imanını geçim vasıtası yapmış olan bezirgânlar – o bezirgânlar ki, dinin emrettiğini yerine getirmezler, yasak ettiklerini gizli gizli yaparlar ve fakat dindar görünürler - evet bunlar ve bir takım hurafeleri dinî esaslar gibi göstermeye kalkan ve bu 
suretle halkı uyuşturan kökü dışarıdaki yurt düşmanları daima hüsrana uğrayacaklar dır...” 


***

25 Mart 2020 Çarşamba

BANA YALAN SÖYLEYEN YILLAR., YAZI SERİSİ BÖLÜM 4

BANA YALAN SÖYLEYEN YILLAR., YAZI SERİSİ BÖLÜM 4


Yolsuzluk Ve Rüşvet

Av. Cemil Can.,

2010'da yapılan Anayasa referandumuna bugünleri yaşamamak için “hayır” demiştik. O değişikliklere “evet” deyince; ordumuza “kumpas” kurulabilir, yargı yürütmenin denetimine geçip adalet ortadan kaldırılabilir, iktidarı denetleyen -Sayıştay gibi- kurumlar işlevsiz hale getirilerek yolsuzluk ve rüşvet tavan yapabilir demiştik. Hatta yabancı güçlerin desteği ile iktidara gelen AKP, diyet borcunu ödemek için ulusal çıkarlarımızdan olmadık tavizler verebilirdi. Yıllardır yan yana yaşadığımız komşularımızla, sudan sebeplerle düşman hale getirebilirdik. Zorunlu olmadığı halde Telekom ve Tekel gibi kar eden milli kuruluşlarımız yok pahasına yabancılara satılabilir, yandaşlara peşkeş çekilebilirdi... Dışarıdan aldığımız borçlar, halkın yararlanacağı yatırımlara dönüştürülme yerine, yandaşlara kredi olarak verilerek, bir avuç insanın zenginleşmesi sağlanabilirdi. Bu yolla iktidar kendi zenginlerini yaratıp, borçları her zamanki gibi yoksul halkın sırtına yıkabilirdi... Hepsinden de önemlisi, o anayasa değişikliklerine “evet” demekle, demokratik devletin yaşaması için hayati öneme sahip “kuvvetler ayrılığı ilkesi” ortadan kaldırılabilir ve hükümet egemenlik yetkisini keyfi olarak kullanmaya başlayabilirdi. Bu sonuncusu ise son derece tehlikeliydi, zira rejimin otoriterleşmesi ve demokrasinin yok edilmesi sonucunu doğurabilirdi!.. Din ve dince kutsal sayılan değerleri sömürerek, yoksul kesimlerin desteğini alan AKP iktidarı, halka yakınlığını göstermek için ekonomiye hiçbir katkısı bulunmayan imam-hatip okullarını açmayı sürdürerek, demokrasinin olmazsa olmazı olan “laiklik ilkesini” ortadan kaldırabilirdi... Nitekim kaldırıldı da... Dediklerimizin hepsi bir bir gerçekleşti...
2002-2012 yılları arasında Diyanet İşleri Başkanlığının 5 bin 360 personeli MEB'na atanmıştır. Bu dönemde devlet bankalarının bile genel müdürleri imam-hatipliler arasından seçilmiştir. AKP iktidarında, 5 bin okul imam-hatipe dönüştürülmüştür. Bunlardan mezun olacak imam ve hatipler nerede istihdam edilecekler? Her imam için bir cami yapılacak değil herhalde. 2002'de 74 bin olan Diyanet'in personeli, bugün itibariyle 129 bin 376'ya çıkmıştır. Buna karşılık, 300 binin üzerinde ataması yapılmayan öğretmenimiz var. Diyanet, 5 milyar 442 milyar liralık bütçesi ile genel bütçeden 13 bakanlıktan fazla pay almıştır... Kuran kurslarında yaş sınırının kaldırılmasının ardından, Diyanet İşleri Başkanlığı “Kuran Kursları Okulöncesi Din Eğitimi Projesi” hazırladı. 4-6 yaş arasındaki çocuklara, “oyun ve şarkılarla” temel dini bilgileri öğreteceklermiş... Bütün bunlar yetmiyormuş gibi ana muhalefet partisi yeni CHP'nin Ankara Milletvekili Sinan Aygün de Ayasofya'nın ibadete açılmasını istiyor. Aynı şekilde Tunceli Milletvekili Hüseyin Aygün, Meclis'te cemevi açılması için dava üzerine dava açıyor... Böyle bir devlete “laiktir” denebilir mi?..

Bu sakıncaların tümü, halkoylamasından önce, halka olabildiğince anlatılmaya çalışılmıştır. Anayasa değişikliklerine, bu nedenlerle “hayır” denmesi gerektiği ısrarla vurgulanmıştır. Medya ve iletişim olanaklarının neredeyse tamamına yakını, iktidarın veya yandaşlarının elinde olduğu için onların yalan propagandaları daha etkili olmuştur. Bu yüzden de sonuç “evet” çıkmıştır. Anımsarsınız, o günlerde üzerinde en fazla durulan konulardan biri “pozitif ayırımcılık”tı ve geçen zaman içerisinde tamamen unutuldu gitti!...
Korkulanların neredeyse tamamı gerçekleşti diyebiliriz. 12 yıllık AKP iktidarında; hükümet 400 milyar dolar civarında borçlanmıştır. Şimdilik durdurulabilen ikinci yolsuzluk operasyonundaki yolsuzluğun boyutu ise 100 milyar dolardan fazladır. Gazetelere yansıyan gözaltı kararından anlaşıldığına göre, 41 “işadamı” haksız yere, halkın cebinden 100 milyar dolardan fazla para çalmıştır. Yani toplam dış borcumuzun dörtte biri bunlara gitti. Hortumlanan paraları her halükarda ödeyecek olan yoksul halkımızdır!.. Başbakan'ın “yedirmeyiz” dediği Halkbank'ı çoktan yemişler bile; yüzde 48.9'u yabancılara satılmış olan bankanın, borsada işlem gören hisselerinin ise yüzde 78'i de zaten yabancıların elindeymiş!.. Sayıştay'ın 2012 yılı hesapları ile ilgili hazırladığı rapora göre, 30 Mart 2013 tarihi itibariyle 3 milyar TL üzerindeki batık kredi sayısı 124'tür ve bu şirketlerin bankaya olan toplam 627.7 milyar liralık borcu takiptedir!..

AKP iktidarı ise yolsuzluk ve rüşvet soruşturmalarını engellemeye çalışıyor. Soruşturmalar Başbakanın çocuklarına kadar dayanmış. Hükümet, “soruşturmanın gizliliği”ni ortadan kaldırmak için yasalara aykırı yönetmelik çıkartmanın peşindedir. Soruşturmayı yürüten polisleri görevlerinden alıyorlar. Polisler, savcılığın gözaltı kararını yerine getirmiyor. Hükümetin adamı bir başsavcı, soruşturma yapan savcıları, yalan yanlış belgeleri basına sızdırmakla suçlayıp, dosyayı ellerinden alıyor. Başbakan ise, bu gelişmeler üzerine polis savcılığın emirlerini uygulamalı diyen HSYK'yı hedef gösteriyor. “Yetkim olsa HSYK'yı yargılarım” diyerek, yargının tepesine gözdağı veriyor!.. İktidar bütün bunlara rağmen; utanmazlığın, arsızlığın ve yüzsüzlüğün zirvesinde oturabiliyor...
Sonuç itibariyle, faturası halka çıkacak olan bu gelişmelerin yaşanmaya başlanmasıyla, dolar 2.17' TLyi, avro ise 3 TL'yi aşmış. Faizler yüzde 10.36 seviyesine kadar ulaşmış. Halktan çalınan paralar, ayakkabı kutuları içinde dururken bile çoğalıyorlar. Bir faiz cenneti olan Türkiye'den son 11 buçuk yılda 101 milyar dolar, faiz adı altında transfer yoluyla yurtdışına çıkartılmış... O kadar mı yani demeyin lütfen. Borçlandığımız paraların yarısının trafiği böyledir!.. Yeter ki, parayı takip edebilin yolsuzluğa karışanları, hırsızlık yapanları bulabilirsiniz!..

***
Bu arada İstanbul Cumhuriyet Savcılığı da “Gezi olayları” nedeniyle iddianame düzenleyip, dava açmıştır. İlginç olan, iddianamede Bezmi Alem Valide Sultan Camii'nde içki içildiğine ilişkin bir delil bulunmadığı saptamasına yer verilmiş olmasıdır. Bunun anlamı, tam aksini iddia ederek aylarca ortalığı ayağa kaldıran Başbakan ve arkadaşlarının yalan söylediğidir. Başbakanın utanmadan, sıkılmadan din ve dince kutsal sayılan değerleri sömürüp, istismar ettiği bir kez daha kanıtlanmıştır. Bu yalın gerçeğe rağmen, Başbakan Erdoğan Fetullah Gülen'i eleştirirken; “Kuran, Allah, peygamber diyeceksin ama adın kasetlerle, komplolarla anılacak. Hiç kimsenin bu aziz dine bunu yapmaya hakkı yok” diyerek, Cemaatin Erdoğan'a karşı sözlerini “din”e karşı yapılmış gibi gösterebilmektedir... “Birilerinin topu tüfeği varsa, birilerinin her türlü hilesi varsa, neyi olursa olsun bizim Allahımız var bize o yeter, bize millet yeter...” sözleriyle de din sömürüsünü en acımasız şekilde kullanmaya devam edilmektedir. Yakında “Din elden gidiyor” diyerek, halkın sokağa inmesini isterlerse şaşırmamak gerekir!.. Türkiye baştan başa yolsuzluk ve rüşvetle çalkalanırken, hükümet yandaşlarını yargıya teslim etmiyor. O yüzden olsa gerekir “Kimin ne hesabı varsa, kendilerine güveniyorlarsa 30 Mart'ta seçim var, o seçime girsinler, hesabı orada milletle görsünler” demektedir... Bu ülkenin Başbakanı artık TSK'nın komuta kademesini demir kafese tıkan yargıya güvenmiyor. Bu yüzden iş kendisine gelince, mahkeme yerine sandığı gösteriyorlar!..

***
Birkaç hafta önce, Başbakanın konuşmalarını hazırlayan başdanışmanı Yalçın Akdoğan'ın eniştesi ile eski bakan Suat Kılıç'ın kayınpederinin şüpheliler arasında yer aldığı “112 acil servis yolsuzluğu”nda; yüzlerce müteahhit, 300'e yakın 112 acil servis istasyonu kurdurmak sahtekarlığı ile dolandırılmıştı. Dikkatler ikinci yolsuzluk ve rüşvet soruşturmasına yoğunlaşmışken, böylesine kapsamlı bir soruşturmada takipsizlik kararı verilebilmiştir!.. Belli ki, hükümetin istediği, kabineye doğru gelecek olan soruşturmaları jet hızıyla kesecek savcıların görevde olmasıdır. Başbakan'ın HSYK'yı yargılamak istemesi ve yeni Adalet Bakanı Bekir Bozdağ'in, basın açıklaması yapan HSYK'yı, anayasayı ihlal etmekle suçlaması bu yüzden olsa gerekir!..

***
Görünürde Erdoğan taraftarları ile Gülen taraftarları arasında geçen bu savaş, gerçekte CIA ile AKP arasındadır. 
ABD desteği ile iktidara gelen Erdoğan, iktidar sarhoşluğu içerisinde, gerçek efendisi olan AB ve ABD emperyalistlerine güven vermez 
duruma gelmiştir. Bu nedenle de üzeri çizilmiş ve Erdoğan'sız hükümet arayışları başlamıştır. Kendi deyimleriyle; Erdoğan raf ömrünü tamamlamış, 
deliğe süpürülme zamanı gelmiştir. Bu yerinde saptamanın temel nedenleri şunlardır: Gazze'ye konulan ambargoyu Mavi Marmara gemisi ile 
delmeye çalışmak, Davos'ta ABD'nin tartışmasız müttefiki İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres'e “one minute” diyerek kafa tutmak, 
ABD'yi Suriye'ye karşı savaş ilan etmeye zorlamak, ABD'nin yardımı ile iktidara getirilen ve yine CIA'nın marifeti ile devrilen 
Müslüman Kardeşler Örgütü Lideri Mursi'yi sahiplenmek, uranyum zenginleştirmesi nedeniyle ambargo uygulanan İran'a, altın ihracatı 
yaparak ambargoyu delmek, füze alım ihalesini NATO'ya rağmen Çinli bir firmaya vermeye kalkışmak ve Türkiye'yi Şangay İşbirliği Örgütü'ne 
alması için Putin'e yalvarmak gibi tutarsız politikalardır. Bütün bu gelişmeler Erdoğan'ın AB-ABD kontrolden çıktığının kanıtları olarak kabul 
edilmiş ve ipi çekilmiştir... Sıra Erdoğan'ın boğazına “kıllı örümceğe benzeyen eliyle” ipi çekecek zavallı çingeneyi bulmaya gelmiştir... 

Yolsuzluk ve rüşvete bulaşmayanlar, bulaşanları görmezden gelmez artık. O bakımdan ipi çekecek olanlar da aralarından çıkartılacaktır!.. 

Biraz daha bekleyelim hele. Erken bir seçim ise, iktidarın kurtuluşudur, ona asla yanaşmamamız lazım!..


********


Necdet Paşa’nın hasmı ben ve bu generaller mi?


Sabahattin Önkibar

Gazetelerde çıkan haber şöyleydi: “28 General’e orduevi yasağı”.
Aralarında Nusret Güner, Naci Beştepe, Türker Ertürk, Osman Özbek ve Yaşar Müjdeci gibi generallerin bulunduğu 28 yiğit insana Genelkurmay Başkanı Necdet Özel “Orduevlerine giremezsiniz” dedi.
Peki, bu isimler TSK’yı utandıracak bir haysiyetsizlik mi yaptı?
Tam tersine, TSK’yı haysiyetsiz ilan eden örgütlere boyun eğmeyip medyadan hadlerini bildirdi.
Üstelik bunu bazıları Deniz Kuvvetleri Komutanlığı gibi bir makamı feda ederek, yani bedel ödeyerek yaptılar.
Gayeleri, Peygamber ocağı ve Atatürk Otağı olarak gördükleri şanlı kurumlarını sahiplenmekti.
Necdet Özel bunları ödüllendireceğine cezalandırdı!
Hedef aldığı sadece onlar mı?
Bana da iki ayrı ceza davası teşebbüsünde bulundu. 
Birincisinde gerekçesi, Tayyip Erdoğan’ın Barzani ile beraber katıldığı Diyarbakır seyahatinde şehitlerimiz için “boşuna öldüler” ifadesini kullanmasını eleştirmem.
“Şehitleri sahiplendin diye nasıl suç duyurusu yapılır” demeyin; Necdet Özel’in görevlendirdiği askeri savcı yaptı bunu.
Aynı şekilde tarikatçı iki gazetenin art arda Genelkurmay Karargâhı’nda ağırlanıp onlara mülakatlar verilmesini “Genelkurmay tarikata mı girdi” başlığı ile yazdığım ironik bir esprimi de ihbar etti.
Ağlamak mı, gülmek mi lazım bilmiyorum.
PKK ve F tipi örgüte karşı duruşları ortada olanların, TSK’ya sahiplenmeyi namus bilen bizlere takındığı bu tutum söyleyin aslında neyi anlatıyor?
Komplolarla esir alınan silah arkadaşlarının hukukunu  koruyamayan Necdet Özel  bakın nelerle uğraşıyor!
İmamla müftünün suç ortaklığı belgesi
Bir ceza davası.
Dosya Yargıtay’da. Yargıtay’daki “Cemaat İmamı” karar için dosyanın özetini Hocaefendiye yani Pensilvanya’ya gönderiyor ve oradan gelen emirle hüküm veriliyor. 
Bunu anlatan kim mi?
O davanın görüldüğü süreçte Adalet Bakanı olan Mehmet Ali Şahin. 
Aynı Şahin Yargıtay’daki o cemaat imamını tanıdığını da  ifade ediyor.
Hayır, bu rezil tablo sadece Yargıtay’ın ne hale getirildiğini değil, aynı zamana AKP iktidarının onlara nasıl göz yumduğunu gözler önüne seriyor; çünkü o imamın önünü açan müftülük makamında kendileri oturmaktadır. 
Eğer bugün malum çatışma yaşanmasaydı Mehmet Ali Şahin bu olayı anlatacak mıydı?.. Hayır.
Evet, devletin içinde örgüt kesin de, ona yardım ve yataklık edenler de var...
İkisi de behemehal temizlenmelidir.

Hırsız ve TGB!

Geçtiğimiz Cumartesi günü. Kızılay’ın en kalabalık yerinde yürüyorum.
TGB’li olduğu flamasından belli olan pırıl pırıl bir genç bağırıyor:
-Hırsız vaaaar....Hırsız vaaar....
Benzer bir çığlık diğer köşeden yine TGB’li bir kızımızdan:
Hırsız vaaaar, hırsız vaaar.
Bir üçüncü daha ötelerden:
Hırsız vaaar, hırsız vaaar.
Abartısız yürüyen o büyük kalabalığın tamamı bu muhteşem manzarayı başlıyor  alkışlamaya.
Baktık iki polis gencimizi yakalamış. Halk anında elinden alıyor.
Ve dün Fenerbahçe-Kayseri maçında on binler tek ses tek yürek:
“Her yer rüşvet, her yer yolsuzluk...”
Selam sana Kadıköy, selam sana Türkiye Gençlik Birliği.
Bu ateşi siz yaktınız, yolunuz açık olsun!
ATV-Sabah ve Korkmaz Yiğit!
ATV ile Sabah’ı Kalyon İnşaat satın aldı, dediler ama bu matematiğe aykırı.
Öyle; çünkü Kalyon gibi eti-budu belli bir şirketin 1 küsur milyar dolara böyle satın almayı yapabilmesi eşyanın tabiatına aykırı.
Ayrıca basın sektörü rantabl yani kârlı bir sektör değil. Tersine zarar ediyor. Dolayısı ile hiçbir işadamı bu kadar büyük bir parayı kâr etmeyen ve gelecek bağlamında siyasi riskleri sinesinde barındıran bir medya kurumuna bağlamaz.
Realite bu ise bu satın alma nasıl ve niçin mi?
Onu savcılık soruşturması ile öğrenecektik ama engellendi.
Ancak engellenmeye rağmen şu söylenti ya da soru dillerdedir:
-İddia edildiği gibi bu satın almada büyük ihaleler alan 10 büyük grup 100’er milyon dolar vermiş midir? Vermemiş ise Kalyon hangi kaynak ya da kredi ile bu satın almayı yapmıştır?
Aha buraya yazıyorum. Gün gelecek bu konu bağlamında 10 tane Korkmaz Yiğit davası misali davalar açılacak.
En Tayyipçi Rıdvan!
Şükrü Saracoğlu Stadı’nda Başbakan’a karşı yapılan tezahüratları kınıyormuş.
Çünkü Tayyip Erdoğan iyi bir Fenerbahçeli imiş ve ülkeye büyük hizmetler yapmışmış.
En kahraman, pardon en Tayyipçi Rıdvan böyle diyor.
Bana bak Rıdvan Dilmen, Fenerbahçe sana babandan miras mı ki Tayyip’e peşkeş çekiyorsun?
Kimsin sen, böyle bir şey senin hakkın ve haddin olabilir mi?
Şike olayının perde gerisinde kimler niçin vardı, biz senden iyi biliyoruz.
Hem sen spor yorumcusu musun, AKP sözcüsü mü?
Amacın Erdoğan’a şirinlik ise Fenerbahçeyi kullanma, buna izin vermeyiz.
Fenerbahçe senin sermayen değil Rıdvan Efendi.


**********

Hırsızlar Nerede?

Arslan Bulut.,

Yolsuzluk operasyonu, Tayyip Erdoğan ve AKP yöneticilerinin dilini çözdü. İyi de oldu. Böylece, paralel devlet dedikleri yapının milli orduya, milli istihbarata operasyon yaptığını itiraf ettiler. Son olarak AKP Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Ali Şahin’in itirafı, meseleyi hâlâ anlamak istemeyenlere bir ders gibidir. Şahin, aslında irticanın ne demek olduğunu açıklamış, çok açık bir örnekle adeta tanımını yapmıştır. 

Mehmet Ali Şahin, Karabük’te “Önemli bir holdingin başında bulunan bir kişi hakkında bir ceza davası var ve mahkûm olmuş. Yargıtay’da ‘cemaatin imamı’diye nitelendirilen kişi, ismi bende saklı, bu dosya ile ilgili ne karar verilmesi gerektiği hususunu dosyanın kısa bir özeti ile birlikte Pensilvanya’ya göndermiş. Hoca efendi, ‘Adalet neyi gerektiriyorsa ona göre karar verin’demiş” diye konuşmuştu. 
Şahin, “Komutanınız ‘Falan yere gideceksiniz bayrağı falan yere dikeceksiniz’ dediğinde, siz, ‘Ben bağlı olduğum tarikat liderine bir sorayım’diye düşünürseniz orada disiplin olmaz. Yargıda böyle bir düşünceyle hareket edilirse o yargıda adalet tecelli eder mi? Emniyet’te eder mi? Ama maalesef bizim yargımızda da emniyetimizde de böyle bir yapı oluştu” demişti. 
Yargıtay hâkiminin temyiz makamı olarak Yargıtay’ı değil, Pensilvanya’yı görmesi veya bir subayın komutanı yerine tarikat liderinden emir alması, irticanın ta kendisidir. Dolayısıyla Türkiye’nin irticaya karşı ciddi bir eylem planına ihtiyacı vardır! 
Din istismarı öyle bir boyutlara vardı ki Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, cami balkonundan siyasi konuşma yaptı. Bu da irticanın açık bir örneğidir 
CHP İstanbul Milletvekili İhsan Özkes, “Bir bakan caminin avlusundan, o ilin belediye başkanını da alıyor ve vatandaşa hitap ediyor. Bu dinin siyasallaştığının belgesidir. Dinimiz dindar görünenler, din kisvesi altında görünenler tarafından ayaklar altına alınıyor. Bu gidişat dinde, Antalya’da olan 6 şiddetindeki depremden daha fazla bir sarsıntıdır” dedi.  

*** 

19 Eylül 2004 tarihinde bu sütunda yayınladığım bir fıkrayı hatırladım. Fıkranın başlığı “Hırsızlar nerede?” şeklindeydi. 
Uzun yıllar İran’dan ayrı kalmış bir genç memleketine dönmüş. Hava alanından taksiyle Tahran’a giderken şoföre bir tütüncüde durmasını söylemiş. 
Şoför sormuş: 
-Tütüncüden ne alacaksın? 
-Sigara alacağım. 
-Beyim, sigara artık camilerde satılıyor. 
-Niçin?!
-Savaş dolayısıyla her şey karneye bağlandı. Gıda maddelerini, sigarayı imamlar dağıtıyor.
-Peki ama ibadet nerede yapılıyor? 
-Üniversitelerde! 
-İyi ama eğitim aksamıyor mu, eğitim nerede yapılıyor? 
-Hapishanelerde! 
-Hırsızlar, vurguncular nerede peki? 
-Onlar hükümette! 

***

İran’ın İslâmcı yönetimi bu fıkranın yazarı Daruş Şaygan’a hiç dokunmamıştı. Biz bu fıkrayı yayınladığımızda, “Kıssadan hisse; politik irade hırsız ise milli güç unsurları da hiçbir işe yaramaz!” demişiz. 
Nihat Genç ise bütün bu olayları değerlendirdiği son yazısında “1960’lı yıllarda başlayıp kısa sürede önce Orta Doğu sonra dünyayı kasırga gibi savuran İslamcılık İdeolojisi’nin, acılar dersler trajediler dolu yıkılışına şahit oluyoruz” tespitini yaptıktan sonra şöyle diyor: 
“Giyim kuşam tarzları, örgütlenme biçimleri, Batı’ya ve modernizme karşı kullandıkları söylem biçimleri, vs., Irak’ta Dava, Mısır’da Müslüman Kardeşler, Türkiye’de Milli Görüş vs., bir devrin sonuna gelindi, an itibarıyla enkaz kaldıracak adamları dahi kalmadı, an itibariyle ’orada kimse var mı?’diye seslenecek bir el uzatacak insan yüzüne çıkacak yazarları kalmadı, tam bir infilak, yer yarıldı yerden pislik volkanı fışkırdı, ideoloji yok oldu.. Berlin Duvarı’nın yıkılıp Sovyetler’in çökmesi gibi Müslüman topraklarda, insana, siyasete, hayata musallat olup toplumu ortadan ikiye bölen bir büyük kara duvar yıkıldı..” 


******

Usta Hangi Hususta?

Hikmet Çetinkaya.,

Çık bakalım içinden nasıl çıkacaksın, duvara mı toslayacaksın, kutuları mı çıkaracaksın, dinlemeleri mi, çelik kasaları mı? 
Memleketin halleri ortada... 
Savcı var, yargı var! 
Cemaat! 
Din kardeşliği buraya kadar! 
Meydanları dolu olabilir o ayrı bir konu... 
Hep aynı hikâye, anlat anlatabildiğin kadar. 
Eski ortaklar, din kardeşliği, alkol yasağı... 
Ebelek, göbelek! 
Sen haykır haykırabildiğin kadar, paralel devlet, çete, örgütlü güç falan diye... 
Doğruluk payı var mıdır yok mudur, o çeteleşme nasıl yapılmıştır, sen benden daha iyi bilirsin be usta! 
***
Yapma, eyleme! 
Önceki gün yine gümbür gümbürdün, savcıya dokundurdun: 
“Orada bir savcı iş takip ediyor...” 
Ustam iktidar sensin, yeni mi öğrendin! 
Gereğini yapsaydın! 
İlle Fatih Belediye Başkanı’nın gözaltına alınmasını mı bekledin! 
Ya sana Akhisar’da evinin balkonundan ayakkabı kutusu gösteren kadını niçin gözaltına aldırdın?.. 
Suç mu ayakkabı kutusu göstermek? 
Nerede demokrasi ve özgürlükler? Nerede hukuk devleti? 
Eski darbeler, yeni darbeler... 
Yolsuzluk ve rüşvet iddiaları... 
Boyoz ve balyoz... 
Milletin artık masal ve maval dinlemeye zamanı yok... 
Ya yürü yolsuzlukların üzerine ya da sus! 
***
Kasalar, masalar, takalar, seyre doymayıp bakanlar... 
Kurtar beni Paşam, büyük suçum var bağışla. 
Kimin eli kimin cebinde değil usta! 
Vallahi değil billahi değil... 
Akıllar karıştı... 
Paralel duruş, oldu paralel devlet! 
Elinde terazisi olmayan yargı... 
Şafak operasyonları, belediye başkanına iftira atan iş takipçisi savcı... 
Şu 17 Aralık depremi ve ortaya dökülen kutucuklar... 
Kasalar, masalar... 
Kaç çelik kasa vardı usta, söylesene! 
O günü anımsıyorum, Türkiye’de neler olduğunu... 
O soğuktan ölen çocukları, trafik kazasında can veren gencecik öğretmenleri... 
Yüreğim yangın yeri, canım sıkkın mı sıkkın! 
Geçmiş zaman masalları, hüzünler, dayanılmaz acılar... 
İşkenceler, ölümler! 
***
Masumiyet karinesinin 17 Aralık’ta gündeme gelişi, geçmişteki gözaltıları anımsatmıştı bana... 
Kim kime düşman şimdi? 
Cemaatin günahları çok usta, buna eyvallah ama ya o görevden alınan Bayraktar’ın giderken yaptığı açıklamaya ne dersin? 
Operasyon tartışmaları, komplo teorileri, iç düşman ve dış düşman... 
Evde bulunan çelik kasalar... 
Ayakkabı kutusu... 
Kamu bankasının genel müdürünün evindeki milyon dolarlar... 
Unutuldu. Halkbank’ın hedefte olmadığını bakan ve banka yönetimi açıkladı. 
Çünkü bankanın borsadaki hisselerinin yüzde 70’i yabancılarındı... 
Unutuldu bunlar usta! 
Unutturma, yürü üstüne yolsuzlukların... 
Kimseyi koruma, kollama... 
Varsa devlet içinde paralel devlet çıkar ortaya! 
***
Adalet Bakanı HSYK’ye bildiri yasağı koydu... 
Demek ki ucu iktidara dokundu! 
Bak, polis yanında, plastik mermiler ve TOMA’lar her yerde... 
Çık her şeyi açıkla... 
Açıklayamıyorsan hiç konuşma! 
Tarikatların, cemaatlerin ne olduğunu biliriz be usta... 
Ak medyayı, kara medyayı tanırız! 
Geçmişte darbeci paşalarla nasıl iş tuttuklarını, 1982 Anayasası’na nasıl “evet” oyu verdiklerini, 28 Şubat’ta okullarının anahtarlarını hangi paşamıza vermek istediklerini... 
Biliriz hangi siyasilerin hangi şeyhin elini öptüğünü! 
Sen de bilirsin usta bizim bildiğimiz kadar! 
Susurluk’u, Çiller özel örgütünü, o kanlı infazları, cinayetleri... 
JİTEM’i usta JİTEM’i... 
***
Piyasa düzenini soygun düzenine dönüştürenler, dağları, ovaları yağmalatıp, çokuluslu şirketlere peşkeş çekenler... 
Bu ülkede bilinmez mi hiç! 
Şimdi köşeye sıkıştın be usta... 
Usta ne diyorsun bu hususta?  


****


2013: Çarpışma Yılı

Mehmet Ali Güller.,

2013’ün son gününe girdik. İleride bu yılın Türkiye’nin aydınlık tarihinde çok önemli bir viraj olduğu yazılacaktır.
Gerçekten de oldukça sıcak, hareketli, büyük olayların sahnelendiği tarihi bir yıl oldu. 
Bize göre bu yılın hepsi birbirine bağlı beş önemli olayı vardı:
1) Öcalan açılımı
2013’ün ilk çeyreği, Öcalan’ın Erdoğan’a yazdığı biat mektubu sonrası başlayan “çözüm süresiyle” geçti. Bu süreçte AKP ile PKK mutabakat yaptı ve 3 aşamalı bir plan üzerinde anlaştı:
Belli bir tarihe kadar ateşkes yürütülerek halka “bak cenaze gelmiyor” denilecek ve bölünme perdelenecek. O zaman dilimi içerisinde toplum AKP’nin “akil adamları” tarafından son aşamaya hazırlanacak ve en sonunda da özerklik ilan edilecek!
Devamında ise PKK’nin Büyük Kürdistan için Suriye ve İran’da kullanılması hedefi vardı.
2) Haziran ayaklanması
Ancak Haziran’da dünya halk hareketleri tarihine geçecek bir gelişme yaşandı. Türkiye, 80 ilde ayağa kalktı. 40 gün boyunca Türkiye’nin dört bir tarafında AKP Hükümeti karşıtı eylemler gelişti.
Emekçisi, öğrencisi, aydını ayaklandı... Sosyalisti, Kemalist’i, Ulusalcısı, Millicisi ayaklandı... Kadını, erkeği, yaşlısı, genci, hele de genci meydanlara bağımsızlık ve özgürlük andı yazdı. Şehitler verdi, yaralandı ama geri adım atmadı!
Bu 40 gün içerisinde AKP hükümeti kelimenin gerçek anlamıyla sallandı, sarsıldı... Daha 17 Mayıs’ta Obama’yla Beyaz Saray’ın bahçesinde mutluluk pozları veren, daha iki hafta önce “oyumuz yüzde 52” diyen Erdoğan, Haziran’da iktidardan düştü!
Evet, Erdoğan iktidarını kaybetti, sadece hükümetini koruyabildi. İktidarını kaybeden bir hükümet de, yaptığı mutabakatları ve önüne konulan planları gerçekleştiremedi. 
Haziran Ayaklanmasının en önemli sonuçlarından biri AKP-PKK ortaklığıyla yürütülen çözüm sürecini, daha doğrusu Türkiye’nin çözülmesi sürecini durdurmasıydı.
3) Bölünme anayasası çöpe
Haziran Ayaklanması sadece Öcalan Açılımı’nı değil, Yeni Anayasa sürecini de ortadan kaldırdı. Özerklik ilan edilerek federatif bir yapıya götürülecek olan Türkiye’nin bölünme anayasası, Haziran’da ayağa kalkmış Türk milletine rağmen çıkarılamazdı. Nitekim yılın üçüncü çeyreğinde iflası ilan edildi!
Böylece Yeni Anayasa içinde başkanlık sistemini getirmeyi ve başkan olmayı planlayan Erdoğan’ın hayali de ortadan kalktı!
4) Gladyo içi hesaplaşma
Yılın son çeyreğine girerken AKP ile Cemaat dershaneler konusunda kıran kırana bir çarpışmaya girdi. Mücadelenin ikinci aşamasında kasetler ve belgeler servis edildi. Erdoğan tam Cemaate yönelik büyük bir operasyona hazırlanırken, Cemaat ön aldı ve yolsuzluk operasyonu başlattı. 
Olay sadece bir çıkar çatışması ya da yolsuzluk meselesi değildi elbette... Sistem çökmüş, rejim kokuşmuş ve zayıflayan ABD’nin kumanda ettiği Gladyo yarılmıştı. Kısacası Gladyo içi bir çarpışma yaşanıyordu Türkiye’de ve kaynağı da aslında Haziran Ayaklanması’ydı. Haziran’da milyonlar ayağa kalktığı için hedefindeki kuvvetler çözülmeye ve dağılmaya başlamıştı...
5) AİHM’in ‘soykırım yalanı’ kararı
Yılın son ayına girilirken, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nden (AİHM) Türkiye için çok önemli bir karar çıktı. AİHM, İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek’in İsviçre aleyhine 2008’de yaptığı başvuruyu karara bağladı. AİHM, Perinçek’i haklı buldu ve İsviçre’nin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin ifade özgürlüğünü düzenleyen 10. maddesini ihlal ettiğine karar verdi.
Bu kararla birlikte Türkiye, Batı merkezli “Ermeni soykırımı” yalanlarını püskürtmüş ve 2015 yılında Ankara’ya yapılacak ağır baskıya karşı uluslararası hukuku arkasına almış oldu. 
Yolsuzluk operasyonu tartışmaları sırasında hak ettiği önemi göremeyen bu gelişme, Türkiye’nin yarınları için olağanüstü önemliydi ve dış politikada bir milat demekti!
Evet, 2003 böyle geçti. Yarın, yani 2004’ün ilk gününde, çarpışma yılından çözüm yılına geçtiğimizi anlatacağız. 
Aydınlık bir yeni yıla giriyoruz, şimdiden kutlu olsun.


************


Önce hesap ver, Sonra hesap sor!

Hasan Demir.,

Hesap vermesi gerekenler nasıl hesap sorabilir ki?    Yolsuzlukla mücadele söz konusu olduğunda kendilerine güvenmememiz için ne kadar sebep varsa onların cümlesi bizzat Erdoğan üretimidir.
Kombassan’ı, Yimpaş’ı, Jet Fadıl’ı, İhlâs Finans’ı unutmuş değiliz. Cümlesi “İslâmi Holding”ti ve cümlesinin bir yerlerinde RP vardı, o günlerde RP çatısı altında siyaset yapan Erdoğan ve pek çok AKP’li bulunuyordu. Bu hesaplar Başbakan olduğunda Erdoğan’ın önüne konulunca verilen cevaplar insanın aklını dumura uğratacak ağırlıkta oldu. 
Almanya’da Türk vatandaşlarının katıldığı bir toplantıya katılan Erdoğan, Avrupa Türkleri Dayanışma Derneği Başkanı Muhammed Demirci’nin bu holdinglere para kaptıran mağdurlar adına talepte bulununca, “1 milyon kişi para verdi deniyor. 1 milyon kişi bu parayı hangi evrak karşılığında verdi” diye küplere bindi. Erdoğan bilmiyor muydu, bu paraların makbuz karşılığı toplanmadığını? Bal gibi biliyordu.
O günlerde Kanal 7’nin kurulması için Almanya da cami cami dolaşan Kombassan Başkanı Haşim Bayram bakınız neler diyordu:
“Bismillahirrahmanirrahim. Birlikte utanmadan seyredebileceğimiz bir TV kanalı çalışmalarının yapıldığını söylemiştim. (...) Kâr zarar ortaklığı üzerine çalışan Yeni Dünya İletişim A.Ş. isimli bir şirket kuruldu. 
Kardeşlerim; şimdi kâr zarar ortaklığı üzerine çalışıyor şirket. Yalnız ben hemen şunu belirteyim: Kâr zarar ortaklıkta ben televizyonu sadece maddi kâr gibi düşünen bir insanlarla yola çıkmak istemem. Bunun manevi kârından dolayı ortak olursam, ondan dolayı ortak olmak isterim diyen insanlar lazım bize.” 
Avrupalının en ağır işlerinde ailesinin rızkı için çalışan insanlar Haşim Bayram ve beraberindekilerin bu sözleri üzerine “Allah’ın rızasını kazanmak” ve “Cihat sevabı almak” için yüz milyarlarca Mark, kilolarca altın verdi. Aynı usulle Türkiye içinde de paralar toplandı, kadınlar kollarındaki bileziklerini sıyırdılar. Ben nicelerine şahit oldum.
“Kâr Zarar” ortaklığı masalı ile Yozgat Merkezli Yimpaş kuruldu. Ticareti gayrimillî unsurların elinden almak iddiası ile kurulan Yimpaş da Kombassan gibi milletin alın terini, gurbetçinin onlarca yıllık birikimini sermaye yaptı ve ortalıktan kayboldu. Sonra duydu ki, Yimpaş Rusya Federasyonu ve ondan kopmuş ülkede milyonlarca dolarlık şirketler kurmuş, hükümetin içli dışlı olduğu Gazprom’la ortaklığa gitmiş. Kâr etmeyen bir şirket bu devasa yatırımları nasıl yapabilir? İyi de, Yimpaş’a alın terini veren Türk insanı ve gurbetçilerin paraları nerede? Kombassan’ın başına gelen Yimpaş’ın da başına geldi. Ve Erdoğan partisini kurduğunda bu şirketin avukatlarını da AKP’de kurucular arasına aldı, Meclis’e taşıdı.
İhlâs Finans mağdurlarına da devletin icra organı olarak hükümetin başı Erdoğan sahip 
çıktı mı?
Hayır...
Deniz Feneri e.V. Davası’nı biliyorsunuz. İddianameden bir kesit sunalım:
“Hiyerarşinin üst kademeleri, talimatı verenler ve asıl suçu işleyenler Türkiye’de.” (Alman hakim Dr. Johann Müler)
“Türk polisine yazı yazdım ve işbirliği yapmalarını istedim. Bana, ‘Bu konuda uluslararası polisiye işbirliğini gerektirecek bir durum yoktur,’ diye cevap verdiler.” (Frankfurt Kriminal Polis Şefi Alexander Böhm)
“Bana ne Deniz Feneri’nden!” (Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin)
Şimdi Başbakan çıkıyor meydanlarda bas bas bağırıyor:
“Babamın oğlu olsa hesabın sorarız!” 
Böyle bir sicil varken biz sizin bu sözlerinize nasıl inanalım? 
Üstelik soruşturma açan savcıları ve savcıların emrinde çalışan polisleri doğrayıp, iddianamede suçlu olarak gösterilenler için, “Onlar hayırsever insanlardır” diye yargıyı etkilemeye çalışırken...

**********


Soruşturmaları Örtme Çabası…

Cüneyt Arcayürek

Meydan meydan geziyor; ta ki yolsuzluk ve rüşvet olaylarıyla üstüne çöken kâbustan kurtuluncaya dek… 
Acaba ülke AKP kâbusundan kurtulabilecek mi? 
Soruyu yanıtlayacak tek olanak var: 
Şayet bu ülkenin insanlarında insafın zerresi varsa; RTE’nin meydan meydan gezerek yolsuzluk iddialarını, iktidarını karalamaya, devirmeye yönelik darbe girişimleridir palavrasını yutar ve.. 
…elindeki tek demokratik silahı kullanarak artık ne olduğu ve olacağı bilinen bu Başbakan’a oy vermezlerse, ancak o zaman aydınlık günler gelebilir... 
Oysa kutu kutu dolarların üstünü korkuyla örtmeye çalışacağına ufak bir işaret, maile pazar gezisinin bir durağı olan Akhisar’da yaşandı. 
Bir kadın, sonradan öğrenildi ki emekli, maaşı ile geçinemeyen bir kadın; yaşamsal sorununu RTE’ye ayakkabı kutusu göstererek anlatmaya çalışmış. Polis kadını oracıkta yaka paça gözatına almış.
Gezi eylemlerine katılmak yasak… Dershaneleri kapatmaya karşı çıkmak yasak ve bu toplumsal olaylar, hükümeti, daha doğrusu bulunmaz Hint kumaşı sanki, başbakanlarını devirme girişimi..
…bu sallama saplantılara ek olarak şimdi yolsuzluk ve rüşvet sotuşturmasını açan savcıyı darbe yapmaya çağırdı diye suçluyorlar.. 
Ayakkabı kutusunu RTE’ye göstermek, suç sayılır hale geldi, geliyor.

***
Memleketi gül gibi yönetiyorlarmış da 11 yıldır iktidara paralel, devlet içinde devlet dediği çeteleri on, on beş gün önce dört bakanın kabine dışında kalmasına önayak olan ilk yolsuzluk soruşturması ile anlayıvermişler. 
Kim inanır bu palavra gerekçeye ve bu çetelere savaş açan RTE’nin yolsuzlukları darbe gösteren meydan konuşmalarına
İçişleri Bakanı Erkan Ala da ezelden AKP’li olduğunu, daha doğrusu müsteşarlık görevindeyken bile iktidarla iç içe ve emrinde olduğunu kanıtlayan ve dünün ünlü siyasetçilerine parmak ısırtacak ustalıkta bir siyasetçi gibi iktidarın yolsuzlukları örtme çabalarına katkıda bulunan açıklamalar yapıyor.
Başbakan’ın örtme çabalarına da Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Ali Şahin bir örnek veriyor: 
“Yargıtay’da cemaatin imamı diye nitelendirilen bir kişi varmış. Kendisini tanıyormuş. İsmi bende saklı diyor. Bu kişi bir holdingin başındaki şahsın dosyasıyla ilgili ne karar verilmesi gerektiği hususunu Pensilvanya’ya (ABD’de Fethullah Gülen’in yaşadığı yer) gönderdi.”
O günden bugüne bu konuda sesi çıkmayan bakanın, o sırada hükümete gerekli bilgiyi vererek Yargıtay’da cemaatin imamı diye nitelenen üye hakkında gerekli kovuşturmanın veya soruşturmanın yapılmasını sağlayacak girişimlerde neden bulunmadığını bugün söylemiyor.
Söyleyemiyor; zira eski müsteşar; o sıralarda, sonradan “cemaat ne istediyse verdiğini itiraf eden” Başbakan’a bağlı.
Eski müsteşar bugün bu olayı neden açıklıyor. O günlerde susmak zorunda.
Çünkü o günlerde iktidarla gül gibi geçinen ve bu hoşgörü döneminde devlet içinde yuvalanan, şimdi devlet içinde çeteleştiğini söylediği bir cemaat yok!

***
Başbakan yönetmelik değişikliğiyle önlediği 100 milyarlık ikinci soruşturmayla; İçişleri Bakanı Efkan Ala’ya göre, “Başbakan’ın evlatlarına çamur bulaştırmak isteniyor.”
Başbakan ise meydanlarda “Babamın oğlu da olsa yolsuzluk yaptı ise gözünün yaşına bakmam” diyor, ama oğlu Bilal hakkında da soruşturma başlatılacağı haberi gelince.. 
...yüksekten atan bütün afralar tafralar zınk diye stop ediyor. 
Oğlumuz Bilal’in 2 Ocak’ta savcılığa gitmesini engellemek amacıyla bir gecede adli kolluk yönetmeliğinde değişiklik yapıveriyor:
Savcının polise talimatını yerine getirmesini engelleyen bu değişiklik anayasa ve kimi yasalara aykırı.
Kim açıklıyor bu gerçeği: Yüksek Savcılar ve Hâkimler Kurulu... 
Aynı gün ardından Danıştay da yürütmeyi durdurma kararı veriyor. 
Başbakan’a ve yeni Adalet Bakanı’na göre, asıl HSYK’nin kararı anayasaya aykırı ve üstelik Danıştay’ı etkilemek için alınan bir karar!

***
Üstünü Örtebilmek için soruşturmaları başka yönlere saptırmaya çalışan bu hükümetle dal budak salmış yolsuzluk ve rüşvet olaylarının üstüne gidilebilir mi?
Yargının bağımsızlığı korunabilir ve hukukun üstünlüğü sağlanabilir mi? 
Soruları yanıtlayacak, elbette evet diyecek tek bir kişi var. 
O da yargıyı baskı altında tutan, hukukun üstünlüğünü koruduğu ve savunduğunu iddia eden, ama aksine uygulamalarıyla ünlenen tek bir kişi:
O da ne yazık ki anayasasında sosyal, laik ve hukuk devleti olduğu yazılı bu ülkenin Başbakanı: RTE!


***

YETER ARTIK.., İÇİMİZ YANIYOR..

Son 2 günde 34 şehit, 35 yaralı verdik. Son 2 haftanın toplamındaki şehit sayımız 55 civarında, yaralı sayımız 60-70’i buldu. Ortada dolaşan başka rakamlar var; bunlar doğru mu, değil mi ya da ÖSO ve SMO ile mi, değil mi bilemiyoruz. Bildiğimiz, rakamlar önem arz etse de maalesef şehitlerimizin fazla önem arz etmediği hissine kapılmamızdır.

“Şehitlerin kanı yerde kalmayacak, intikamları alınacak” sözleri kimleri rahatlatıyor, bilemeyiz ama biz acayip derecede rahatsızız:

    Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’nin terörle ve terör unsurlarıyla mücadelesinde yanındayız. Sınır güvenliğini sağlama noktasında aldığı ve alabileceği tedbirlerin arkasındayız. Ama bunun ortak akılla yapılması gerekir.
    Şehitlerimize sebep olan güçler kimlerse tam hesap sorulmalıdır. Rejim Güçleri’nin hem arkasında, hem ortasında, hem önünde Rusya’nın olduğunu bildiğimiz halde neden Rusya’dan hesap sormuyoruz?
    5-6 Mart’ta Erdoğan’la Putin arasında yapılacak görüşmeyi niye iptal etmiyoruz. İki haftada hem Suriye hem de Libya’da 60’a yakın şehit vermemize sebep olan Rusya Askerî Heyetleri ile müzakereleri askıya almak gibi bir tedbir niçin düşünülmez?

    Tek bir günde gelen 33 şehit için yas ilân edilmeyecekse bu ‘y’, ‘a’, ‘s’ harfleri ne işe yarıyor?
    Perşembe gecesinden Cuma günü için okunan selâları şehitlerimizden niçin esirgedik. Diyanet, İdlip Şehitlerini hutbe konusu yaptı sağ olsun ama gıyabî cenaze namazları hep başka milletlerin kayıplarında mı kılınacak?
    NATO’nun acil toplantısı doğru bir hareket te TBMM niçin ‘acil toplantıya çağrılmaz?
    Millî birlik ve beraberlik demek feci şekilde katledilen ve cenazelerini bile nakilde büyük zorluklar yaşadığımız Anadolu evlatları için TV’lerdeki dizileri, yarışma programlarını; Lig müsabakalarını ve sâir etkinlikleri iptal ederek acıyı ruhumuza banarak ortak hissiyatı yaşatmak değil miydi?
    Sığınmacıların salınması ne kadar sıkıntıda olduğumuzun göstergesi; peki 9 yıldır demografik dengemizin bozulmasının millî bütünlüğümüzü tehdit ettiğini söyleyenlere özrü bırakın bundan sonra danışılacak mı?
    STK’lar, sendikalar ve meslek odaları “Şehitler ölmez, vatan bölünmez”li yürüyüşler için izin mi bekliyor?
    Askerimizin hava desteği olmadan ve kara bağlantısı olmayan yerlere sürülmesi nasıl bir taktiktir? 

Canımız ciğerden yandı. Ne Amerikane Rusya, büyük devletlere güvenilemeyeceğini çok acı bir şekilde bir daha tecrübe ettik. Birbirimize sahip çıkmaktan başka çıkışımız yok. Ama böyle zamanda bile muhasebeyapmayacaksak tarih bizi tekerine toz yapar. 

Kanın, gözyaşının ve göç hareketlerinin hiç eksik olmadığı Balkanlar – Kafkaslar – Ortadoğuüçgeninin orta yerinde yaşıyorsanız herkesten daha fazla akıl ve stratejiüretmeniz lâzım gelir. Lütfen futboldan yaşamın her alanına yayılan siyasî tarafgirliklerişehit cenazeleri söz konusu olduğunda yutun. Ve başka şehit cenazeleri görmemek için kolektif aklı kullanarak sinerji üretelim.
O da sivil hayatta emir-komutaylaolmaz, sorgulamaylave bilinçli destekleolur.

Son olarak; Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı Harekâtlarında “Reis bizi Afrin’e götür” diyenleri hep beraber İdlip’te Mehmetçiğimize sivil kalkan olmayaçağırıyoruz. Bari bir işe yarayalım ve sessiz yapraklar gibi düşen çocuklarımızın sınır boylarına yayılan kokusunu duyumsayalım.
                                              

KOCAELİ AYDINLAR OCAĞI
Yönetim Kurulu 

http://www.kocaeliaydinlarocagi.org.tr/


***

BANA YALAN SÖYLEYEN YILLAR., YAZI SERİSİ BÖLÜM 1

BANA YALAN SÖYLEYEN YILLAR., YAZI SERİSİ BÖLÜM 1



BANA YALAN SÖYLE YENİ YIL.,

Hep Beddua olmaz.

2014

Yılmaz Özdil

Hep beddua olmaz.
Dua da lazım.
*
Kızlı-erkekli…
Tayyip Erdoğan’sız yıllar dilerim.
Amin


***


Yılın Şeyleri...,

Melih Aşık.,

* Gezi’de penguen gösteren kanallar: Yılın kanalı!
* Geri çekilen PKK’liler: Yılın sanalı.
* ‘Camide içki içtiler’: Yılın yalanı.
* Örtülü Ödenek: Yılın talanı.
* Fatih Terim: Yılın elemanı.
* RTE: Yılın “el aman”ı
* Halkbank: Yılın bankası!
* RTE - Barzani: Yılın kankası.
* Akil adamlar: Yılın (kullan - at) maşası.
* Özel Bey: Yılın AK paşası.
* Kadına şiddet, kadın cinayetleri: Yılın illeti.
* “Değerli yalnızlık”: Yılın zilleti.
* Beleş makarna ve kömürcüler: Yılın milleti!
* “Paralel devlet”: Yılın devleti.
* AKP’li Burhan Kuzu’nun, “Bu yolsuzluklar yeni mi oldu” tweeti: Yılın gafı.
* RTE’ye göre Halkbank Genel Müdürü: Yılın safı.
* “Devlet içinde çeteler var”: Yılın lafı.
* Halkbank: Yılın KİT’i.
* “Sık bakalım, sık bakalım”: Yılın hit’i
* Eli sopalı, palalı AK milisler: Yılın it’i.
* Jöleli yalaka: Yılın yiğidi!
* Muharrem İnce: Yılın hatibi.
* ATA’nın, ANA’nın müdavimi kalemler: Yılın katibi.
* İlahiyatçı Hayrettin Karaman’ın “Bazı durumlarda yolsuzluklar görmezden      gelinebilir” lafı: Yılın fetvası.
* Yurtsever askerlere darbeci damgası: Yılın iftirası.
* Ayakkabu kutusu: Yılın kutusu.
* Faiz lobisi: Yılın kötüsü.
* “İktidarımız döneminde 2.5 milyar ağaç diktik”: Yılın atışı.
* ABD ile Cemaat’in RTE’yi gözden çıkarması: Yılın satışı.
* Biber gazı: Yılın gazı.
* 11 yıldan sonra hâlâ aynı masallara inanan safdiller: Yılın kazı.
* Devletin Güneydoğu’daki hal-i pür melali: Yılın enkazı.
* Çocuğa şiddet ve çocuk tacizleri: (Maalesef bu yıl da) Yılın ayıbı.
* Hugo Chavez, Turgut Özakman ve Gezi’de yitirdiklerimiz: Yılın kayıbı.
* “Yeşiller geldi bey”: Yılın şifresi.
* “Yeşiller”in ayakkabı kutularındaki video görüntüleri: Yılın deşifresi.
* “Camide içki içildi” yalanına katılmayan müezzin Fuat Yıldırım: Yılın hocası.
* Milli eniştemiz Rıza Zarrab: Yılın kocası.
* Malum şahsın İsviçre’deki hesapları: Yılın fiskosu.
* Anayasa Uzlaşma Komisyonu: Yılın fiyaskosu.
* Yalçın Akdoğan’ın “Milli orduya kumpas kuruldu” lafı: Yılın itirafı.
* Cemaat - iktidar anlaşmazlığı: Yılın ihtilafı.
* Gezi isyanı: Yılın itirazı.
* Malumu ilana gerek yok: Yılın hırsızı.
* Hâlâ vatandaşın yüzüne utanmadan bakan’lar: Yılın arsızı.
* Simit: Yılın azığı.
* Simite gelen yüzde 40 zam: Yılın kazığı.
* Başbakan tarafından ikide bir ağlatılan Bülent Arınç: Yılın yazığı!
* Hac sonrası tesettüre giren AKP’li kadın milletvekilleri: Yılın hacısı.
* “RTE’nin g... nün kılıyım” diyen kadın: Yılın bacısı!
* Silivri, Hasdal, Hadımköy ve Sincan’daki kahramanlar: Yılın acısı.
* Düğün dernek: Yılın filmi.
* Elazığ Müftülüğü’nün depreme karşı hatim indirmesi: Yılın ilmi!
* “Obama’nın sesini özledim”: Yılın özlemi.
* “Her yer yolsuzluk, her yer rüşvet”: Yılın gözlemi.
* “Hıırsııızzzz vaaaarrrr”: Yılın isyanı.
* Yüzde 50’nin hafızası: Yılın nisyanı.
* Gezi gençliği: Yılın gururu.
* Beşiktaş Çarşı: Yılın grubu.
* “Allah onların evlerine ateşler salsın, yuvaları yıkılsın”: Yılın bedduası.
* “N’olur bu bedduayı kabul et ya Rabbim”: Yılın duası.
* Fethiyespor: Yılın “yüce”si.
* Malum başsavcı: Yılın cücesi.
* Davulcu Vedat: Yılın eylemcisi.
* Egemen Bağış: Yılın eğlencesi.
* TOMA: Yılın aracı
* İhalelerden alınan “AK bağışlar!”: Yılın haracı.
* Çocuk gelinler: Yılların dramı.
* Duran adam: Yılın adamı.
* Hak, hukuk, adalet: Yılın paspası.
* Türk ordusuna tuzak: Yılın kumpası.
* Antikapitalist Müslüman İhsan Eliaçık: Yılın solcusu.
* RTE: Yılın yolcusu.




2014 AKILDA KALANLAR..,

Bir yılı daha uğurlarken gündemimiz; davalar, duruşmalar, hapishaneler, yolsuzluklar, hırsızlıklar, yalanlar, komplolar, kumpaslarla dolu...
Ama dünya yine de haklılardan yana dönüyor...
Kapılar kapanırken kapılar açılıyor.
Halkımız artık genci yaşlısıyla...
Sokağa çıkıyor, sesini yükseltiyor...
Ahlaksızlığın, namussuzluğun üzerine yürüyor.
Yol uzun ve zahmetli ama sonu aydınlık.
Pek çok şey artık eskisi gibi olmayacak.
Tüm okurlarımıza...
Umut ışıklarının çoğaldığı bir yeni yıl diliyor...
Tevfik Fikret’in umudunu paylaşıyoruz:
“Düşen elbet kalkar koşar varır...
Kara taştan su damla damla akar...
Birikir sonunda bir gümüş göl olur...
Arayan hakkı en sonunda bulur...”
Kabre girdikten sonra “sevap-günah tanımını değiştirmeye” çalışıp, görevden aldıkları “sual melekleri” yerine yandaş atamaya çalışan
merhuma “iktidar” denir...

***

Başsavcı “ 2 yıldır neyle uğraştığını bilmediğim savcılar var” diyor.
Yıllardır kimse dokunmadığına göre “muhalifler üzerinde çalıştıkları” varsayılıyordu demek...

Akif Kökçe

VAKIF.,

CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu Başbakan’ı suçluyor:

İhale veriyorsun rüşveti de götür vakfa yatır diyorsun.  Kim o vakfın sahibi? Çocukları ve yandaşları.”

Başbakan da vakfa yapılan teberruları:

- Aynısı ÇYDD gibi vakflara da yapılıyor, diye savunuyor...
Doğru... Ancak ÇYDD iki günün biri denetleniyor...
Kılıçdaroğlu’nun sözünü ettiği vakfın denetlendiğini ise duymadık.
TÜRGEV de denetlenmeli... Üstelik bağımsız bir kuruluşa yaptırılmalı bu iş...
Aksi takdirde kuşkular asla silinmeyecektir.


******

Arslanlı Yol Yılına Girerken.,

Dr. Doğu Perinçek.,

Bu köşede 2012 yılının son gününün başlığını Erkan Önsel arkadaşım hatırlattı:
“Umut yılından karar yılına”

2013 Karar Yılı oldu

2013 yılı gerçekten de “Karar Yılı” oldu. Türkiye, Arslanlı Yol’a girdi. 2013 yılında yaşadıklarımızın toplamı, tarihsel olarak budur. 
Tayyip Erdoğan+Gül+Gülen ortaklığının kader yılı
Abramowitz, 2013 yılının Tayyip Erdoğan için “kader yılı” olacağını söylemişti. Yalnız Tayyip Erdoğan değil, Abdullah Gül ve Fethullah Gülen hep birlikte kaybettiler. Alınlarındaki yazı bölünmek ve yıkılmaktı. Olan odur. Aralarındaki çatışmanın galibi yoktur. Hep birlikte yıkılıyorlar.
- Açılım kapandı.
- Yeni Anayasa girişimi bozguna uğradı.
- Türk Ordusuna ve İşçi Partisi’ne kumpasın altında kalıyorlar.
- Fethullahçı Gladyo’nun “inine girme”yi planlayanlar, dünkü iktidar ortaklarıdır.
- Sıcak para diktası çatırdıyor.
Türk milleti, bu koşullarda Arslanlı Yol’a girerek, 1945’te başlayan Küçük Amerika dönemini kapatma kararını vermiştir, yeni yönelişi belirlemiştir.
Milletin kararı
Bilinçlerini Atlantik sistemine teslim etmiş olanlar, beş yıldır Tayyip Erdoğan’ı ABD’nin deliğe süpürdüğünü söyler dururlar. Halka güvenleri yoktur. Umutları, Atlantik ötesindedir, Arslanlı Yol’da değildir. 
Oysa AKP’yi bölen ve yıkılışa götüren karar, milletin kararıdır. AKP’yi yıkan eylem de milletin eylemidir. Artık Türkiye’de rüzgâr, Atatürk Devriminin rüzgârıdır. Halkı avlama kavramları da değişmektedir. İstiklal Savaşı değerleri tavan yapmaktadır. 
Bölge ve dünya koşulları Arslanlı Yol’un önünü açıyor
Yalnız ülke koşulları değil, bölge ve dünya koşulları da Arslanlı Yol’un önünü açıyor. 
- Suriye’de Arslanlı Yol kazandı.
- Mısır’da gericilik yıkıldı.
- ABD, İran’a diş geçiremedi.
- Emperyalist sistemin bunalımı derinleşiyor.
- Başta Çin ve Hindistan Asya’nın yükselişi sürüyor.
- Avrupa’da ABD denetiminden kurtulma eğilimi yükseliyor. 
Türkiye’yi kuşatan çember yarıldı
Türkiye’yi kuşatan çember yarılmaktadır.
- Ermeni soykırımı yalanı, Türkiye’yi bölme taarruzunun bir cephesiydi. Kuşatma ordan yarılmıştır.
- Bölücülük çıkmaza girmiştir. Çünkü ABD Suriye’de ve Irak’ta yenilmiştir. Rojava’da karşıdevrimciliği hayal kırıklığına uğramıştır. Arslanlı Yol, Kürdümüz dahil bütün Türk milletini birleştiriyor, birleştirecektir.
- ABD’nin ve bölücülüğün çıkmaza girmesiyle birlikte Türkiye’de liboşçuluk ve PKK’nin kuyruğundaki Neo Solculuk, vatansız ve köksüz sahte solculuk da kolsuz kanatsız kalacaktır. 
Arslanlı Yol’un başındayız ufkumuz açık
Önümüzdeki 2014 yılı, Arslanlı Yol yılı olacak!
Şu anda yolun başındayız. Koşullar zorludur, bunalım ve hesaplaşma koşullarıdır. Ancak Türk milletinin ufku açılmıştır. 
- Yerel seçimlerde Arslanlı Yol modelinin başarılarını yaşayacağız.
- Çankaya, 2014 yılında yeniden Atatürk’ün Çankayası olacaktır. 
Sıcak para diktasının bunalımı hızlı derinleşirse, AKP iktidarı 2015 yılını göremeyecektir. 
Her koşulda 2014 yılında Türkiye’nin sorunlarının Arslanlı Yol’da Kemalist Devrim rotasında çözüleceğini gösteren olgular güçlenecektir.
Arslanlı Yol’un fedailerine, emekçilerine, bütün halkımıza 2014 yılında, aydınlıklar, esenlikler, güzellikler, başarılar dilerim.


***

Bana Yalan Söyle Yeni Yıl…

Erdal Atabek

Bana yalan söyle yeni yıl. 
Her şeyin daha iyi olacağını söyle. Bütün sıkıntıların geride kalacağını, şu yaşlı 2013 ile üzüntülerin biteceğini, gelecek günlerin çok parlak olacağını söyle bana ne olur. 
Çocuk olduğum zamanlar ne güzeldi. Annem babam bana en akıllı çocuk olduğumu, en güzel çocuk olduğumu, ilerde en güzel yerlerde olacağımı söylerlerdi. Bana dileklerini söylerlermiş de ben de sahi sanırmışım. Olsun, iyi etmişler de beni bir güzel avutmuşlar. Sonra, hayatın gerçekleri denen şeylerle karşılaşınca nasıl üzülmüştüm. 
Gerçekler çok üzücü oluyor. Kaldıramıyorum. Gerçekler ağır geliyor. İyisi mi sen bana yalan söyle. Zaten öyle yapıyorsun ya. 
Tam 31 Aralık gecesi saat 24’te geri sayım başlıyor. Aman da aman, yeni yılla giriliyor. Her şey nasıl da düzeliyor, nasıl da iyileşiyor. Dertler tasalar eski yılla gidiyor. 
Yaşasın yeni yıl. Aşk, para, mutluluk yeni yılla geliyor. 
Yaşasın yalanlar. 
Sen beni dinle: Bana yalan söyle. 

***
Biz yalana alışığız yeni yıl. 
Başımızdakiler yıllardır bizi yalana alıştırdı. Biz de yalanla yaşamaya alıştık. 
“Bak gelirimiz arttı” diyorlar, inanıyoruz. Bizim gelirimiz artmıyor ama olsun, demek ki artmış diyoruz. 
“Memlekette demokrasi var” diyorlar, inanıyoruz. Ortada öyle bir şey görmüyoruz ama olsun, demek ki varmış diyoruz. 
“Adalete teslim ettik” diyorlar, inanıyoruz. Ortada adalet görünmüyor ama olsun, demek ki varmış diyoruz. 
“Yolsuzluk iddiaları bize komplo” diyorlar, biz inanıyoruz. Demek ki komploymuş diyoruz. 
“Marmaray Aksaray’da tasarlanmıştı” diyorlar, inanıyoruz. Biz inanırız. Büyükler ne söylerse inanırız. 
“Yalan da olsa söyle, hoşuma gidiyor” lafı bizim icadımızdır. Biz hoşumuza gitmeyen gerçeğin yerine yalanlar dinlemeye bayılırız. Yalanı çok severiz. Yalan dinleriz, yalan söyleriz, yalandan seviniriz, yalandan üzülürüz. 
Hayatımız yalan olmuş arkadaş. 

***
Yeni yıl, bana yalan söyle. 
Yalan söyle ki, bu memlekette kendimi mutlu hissedeyim. 
Yalan söyle ki, sevgilimin beni hayat boyu seveceğine inanayım. 
Yalan söyle ki, bunca ahlaksızlığı ahlak sanayım. 
Yalan söyle ki, yıllarca okumanın işe yarayacağını düşüneyim. 
Yalan söyle ki, dürüst olmanın iyi olduğuna inanayım. 
Yalan söyle ki, kendimi bu yalanların içinde sanmayayım. 
Yalan söyle yeni yıl. 
Bana yalan söyle. 

***
Bilir misin yeni yıl, yalanların renkleri vardır. 
Beyaz yalan, güya zararsızdır. İnsanı sıkışık durumlardan kurtarır. 
Mavi yalan vardır, sonsuz aşkın sadakatini söyler. 
Pembe yalan vardır, geleceğin çok güzel olacağı avuntusunu dile getirir. 
Kırmızı yalan vardır, can yakar, arkadan vurur. 
Kara yalan vardır, kara çalar. 
Eflatun yalan vardır, birisine kendini hoş hissettirir. 
Sarı yalan vardır, insanları birbirine katar. 
Sen bana hepsinden söyle yeni yıl. 
Yeter ki bana beni gösterme. 
Benim ne korkak olduğumu, benim ne çıkarcı olduğumu, gerçekleri görmemek için başımı kuma nasıl gömdüğümü söyleme bana. 
Sakın bana gerçekleri söyleme. Ağır gelir, kaldıramam. 
Sen bana yalan söyle... 
Ben de senin adını “yalan yılı” koyayım…

2. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,


***