Mevlüt Çavuşoğlu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Mevlüt Çavuşoğlu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

14 Ekim 2021 Perşembe

SÖKE SÖKE

SÖKE SÖKE






Suay Karaman 
suaykaraman1@gmail.com 
28 Haziran Pzt 00:26
Azim ve Karar Sitesindeki yazımı iletiyorum.
https://azimvekarar.net/soke-soke/

SÖKE SÖKE
Suay Karaman

15 Aralık 2020 tarihinde TBMM’de konuşan Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, İYİ Parti Bursa Milletvekili Ahmet Erozan'ın “Bütçeyi iktisatlı kullanın. Yılın ikinci yarısı alacağız.” sözlerine yanıt verirken; “Ülkede seçim yok. Seçim olsa da iktidarın size verilmeyeceğini biliyorsunuz.” demişti. Bu söylemde muhalefetin seçim kazanamayacağını şimdiden bilmek anlamı mı vardır ya da muhalefet seçimi kazansa bile, AKP’nin iktidarı bırakmayacağı mı bildirilmektedir?
26 Mayıs 2021 Çarşamba günü AKP genel başkanı Tayyip Erdoğan parti grubunda yaptığı konuşmada, İYİ Parti genel başkanı Meral Akşener'in Rize’nin İkizdere ilçesinde yaptığı esnaf ziyaretinde yaşananları anımsatarak, “Yine dua et ki gelin hanıma çok ileriye gitmeden ders verdiler. İkizdere yetmedi, Çayeli'ne gittin. Orada da gerekeni yaptılar. Daha neler olacak neler...” ifadelerini kullandı. Bu söylem ülkenin içinde bulunduğu durumun daha da kötüye gideceğinin ve iç karışıklıklar çıkartılacağının habercisidir.

24 Haziran 2021 Perşembe günü partisinin 57 milletvekiliyle bir araya gelen AKP genel başkanı Tayyip Erdoğan, milletvekillerinin iller hakkında anlattığı sorunları dinledi. Bir milletvekilinin, “eskiden, çocuklar çobanlık yapıyordu. Şimdi eğitim zorunlu olduğu için kimse çobanlık yapmıyor. Liseden sonra ben okudum, ‘çobanlık mı yapacağım’ diyorlar” sözlerine Tayyip Erdoğan şöyle yanıt verdi; “Çobanlık kötü bir meslek mi? Bütün peygamberler çobandı. Hepiniz çobansınız, hepiniz sürünüzden mesulsünüz.” Her şeyin birbirine karıştırıldığı bu ortamda AKP genel başkanına anımsatmak gerekir: seçmen sürü değildir, milletvekili çoban değildir, kendisi de sürü sahibi değildir. Yapılacak seçimlerde seçmen, sürü olmadığını kanıtlamalıdır ve çoban yerine de kendisini gerçek anlamda temsil edecek milletvekilini seçmelidir.

26 Haziran 2021 Cumartesi günü AKP genel başkanı Tayyip Erdoğan, Kanal İstanbul adını verdikleri ucubenin açılışı olduğu belirtilen Sazlıdere Köprüsü'nün temel atma töreninde yaptığı konuşmada dikkat çeken açıklamalarda bulundu: “Ülkemizin gelişmesi yolunda atılan adımlara bir yenisini ekliyoruz. Bugün Türkiye'nin kalkınma tarihinde yeni bir sayfa açıyoruz. Kanal İstanbul'a acaba bu proje neden gerekliydi? Gecikmeli de olsa bugün bu temeli nasıl atıyoruz? Bu ülkede sizler şu ana kadar Yavuz Sultan Selim Köprüsü'nü yaptık, bugün Kanal İstanbul için nasıl çıldırıyorsanız orada da öyle çıldırdınız. Marmaray'ı yaptık, yine aynı şekilde önümüzü kesmeye çalıştınız. Çılgınlar gibi, ama yaptık. Avrasya Tüneli'ni yaptık. Onun da önünü kesmek istediniz. Osmangazi'yi, İstanbul-İzmir yolunu yaptık, onların da önünü kesmeye çalıştınız. 

Bu hususlarda en küçük bir eksiklik, usulsüzlük olsaydı çoktan ortaya çıkardı. Yatırımcıları tehdit ediyorlar. 'Biz geliyoruz, geldiğimizde size ödeme yapmayacağız, bu yatırımları elinizden alacağız.' Bankaları tehdit ediyorlar, hızlarını alamayıp projeye ilgi duyan ülkeleri tehdit ediyorlar. Bu ne terbiyesizliktir! Devletlerde devamlılık esastır, bunlar devlet terbiyesi de görmediler. Sizler nasıl devlet yönetimine talipsiniz ya? Söke söke sizden bu paraları uluslararası tahkim yoluyla da alırlar. Bunları da öğren. Bunlar tam manasıyla çaylak. 

Devlet yönetimi nedir haberleri yok. Bankalara ödeme yapmazmış... “

   Uluslararası Tahkim Yasası 21 Haziran 2001 tarihinde TBMM’de kabul edilmiş ve 5 Temmuz 2001 tarihinde 24453 sayılı Resmî Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Tahkim Yasası; ulusal varlıkları yağmalamanın uluslararası yeni bir boyutudur. Tahkim; yabancı sermaye ile ortaklık yapmak isteyen yerli sermayenin, Türk hukukunu devre dışı bırakma oyunudur. Tahkim, enayi yöneticiler açısından; yabancı sermayeyi çekmek için, cumhuriyet hukukuna saplanan bir hançerdir. Günü geldiğinde bu yasaya öncülük edenler de, çıkartanlar da yargıdan kaçamayacaklardır.

Birilerine peşkeş çekmek için, rant sağlamak için AKP iktidarının ucube projesi olan Kanal İstanbul, ekonomik, şehircilik, ekolojik, askeri ve stratejik yönleri ile yanlıştır, çevre ve doğa düşmanıdır, tüm bölgenin ekosistemini yok edeceği gibi Marmara Denizi’ni de bitirecek olan bir ihanet projesidir. Bu projeye destek verenler bu işin hukuki ve siyasi sonuçlarına katlanmayı da bileceklerdir. Tayyip Erdoğan’ın “söke söke uluslararası tahkimle alırlar” söylemi, Kanal İstanbul ihalesi üzerinden, sonrasında yapılacak ödemeleri düşündüğünü göstermektedir. 

Belli ki seçimle iktidardan gideceklerini artık kendileri de yavaş yavaş kabul etmektedirler. Devlette devamlılık esastır ama alınan komisyonların da gereği yapılır.

19 yıldır ülkemizin getirildiği durum ortadadır. Ekonomik kriz toplumu delmiş, açlık, işsizlik, yoksulluk yurttaşların belini bükmüş, tarım, hayvancılık, sanayi çökmüş, üretim bitmiş, laik ve bilimsel eğitime son verilmiş, hukuksuzluk alıp başını gitmiş, demokrasi dışı tutum ve davranışlar büyük boyutlara ulaşmış, mühürsüz oylarla rejim değiştirilmiştir. Bu gerçekler açıkça ülkemizin çok kötü yönetildiğinin kanıtıdır. Bunların yanında Ege adalarımız işgal edilmiş, ülkemizin saygınlığına gölge düşürülmüş, yer altı ve yer üstü zenginliklerimiz peşkeş çekilmiş, ulusal değerlerimiz de özelleştirme adıyla yok edilmektedir. Ancak ne olursa olsun bunları yapanların, onay verenlerin çok iyi bilmesi gerekir ki, bütün bu yapılanların hesabı er ya da geç yargıda “söke söke” görülecektir.   

Azim ve Karar, 28 Haziran 2021.
http://groups.google.com.tr/group/kotanlartr?hl=tr?hl=tr 
Adresinde bu grubu ziyaret edin
Not:Grupta gönderilen, alınan ya da grup içi yazılardan, iletilerden ve her türlü sunumlardan yazarları ve iletileri gönderenler sorumludur. 
Grup sahipleri ve yöneticiler kesinlikle sorumlu tutulamaz.
Saygılarımızla
kotanlartr@googlegroups.com
https://groups.google.com/g/kotanlartr/c/4xAkFRul3lg/m/pZSyu9hLBQAJ?pli=1


***

16 Ocak 2021 Cumartesi

COVID-19 SONRASI DÖNEM: DAHA FAZLA REKABET Mİ YOKSA DAHA FAZLA İŞBİRLİĞİ Mİ YAŞANACAK? TAKDİM VE AÇILIŞ

COVID-19 SONRASI DÖNEM: DAHA FAZLA REKABET Mİ YOKSA DAHA FAZLA İŞBİRLİĞİ Mİ YAŞANACAK?  TAKDİM VE AÇILIŞ





TAKDİM 
Sadece birkaç ay öncesinde, dünyanın içinden geçmekte olduğu muazzam değişimi hiç kimse tahmin edemezdi. 
Halihazırda, tek bir milleti dahi teğet geçmeyen COVID-19 milyonlarca insana bulaştı ve şimdiye kadar yüzbinlerce can aldı. Bunun yanı sıra, uluslararası ve yurtiçi insan etkileşimi neredeyse tamamen durdu. Türkiye de dahil olmak üzere, bazı ülkeler pandemi eğrisini aşağı doğru çekmeyi başarmış olsa da, maalesef toplam aktif vaka sayısı artmaya devam ediyor. 

Şu veya bu şekilde, COVID-19 her birimizin hayatına tesir etti ve aklımıza gelen her şeyi etkiledi. Bütün ülkeler bu sürece dahil ve küresel işbirliğine şimdi her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyuyoruz. Gerçekten, pandemi uluslararası sistemdeki bazı ciddi eksiklikleri ortaya çıkarırken, virüse karşı ortak mücadelemizi kesintiye uğratacak tartışmaları erteleyerek, bu kritik zamanı krizin üstesinden gelmek için birlikte çalışarak kullanmak zorundayız. Zaman, farklılıklarımızı bir kenara bırakma ve kafa kafaya vererek, hepimizin iyiliği için rekabet yerine işbirliğine odaklanma zamanıdır. 
Türkiye, Sayın Cumhurbaşkanımızın önderliğinde, virüsü kontrol altında tutmak ve Türk halkı üzerindeki etkilerini en aza indirmek için gerekli tüm adımları atmakta dır. Kurumlarımızın yorulmak bilmeyen çabaları ve vatandaşlarımızın çok değerli desteği sayesinde pandeminin zirve noktasını geride bırakmayı başardık ve normalleşmeye doğru ilerliyoruz. Pandeminin başlangıcından bu yana diğer ülkelerle ve ilgili uluslararası kuruluşlarla çabalarımızı koordine ediyor ve deneyimlerimizi paylaşıyoruz. Ayrıca, diğer ülkelere destek sağlıyor ve küresel çabalara katkıda bulunuyoruz. 

Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı bu süreçte şüphesiz önemli bir rol oynamakta. Ülkemizdeki ve dünyanın dört bir yanındaki özverili diplomatlarımız, yurtdışındaki vatandaşlarımıza ve yabancı meslektaşlarına ulaşarak çalışmalarını aralıksız sürdürüyorlar. Bakanlığımızın yeni kurulan Koordinasyon ve Destek Merkezi COVID-19’la ilgili operasyonumuzu yönlendirirken, 7 gün 24 saat esasına göre çalışan Çağrı Merkezimiz vatandaşlarımızdan gelen binlerce yardım talebini etkin bir şekilde işleme alarak sonuçlandırıyor. Şimdiye kadar, 130 ülkeden 85.000'in üzerinde vatandaşımız yurdumuza getirildi ve önümüzdeki haftalarda birçoğunun daha güvenli bir şekilde geri dönüşü için gerekli düzenlemeleri 
yapıyoruz. 

Halkımızın sağlığına öncelik veriyor ve bu doğrultuda konsolosluk çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Aynı zamanda, şekillenmekte olan yeni jeopolitik ortama hazır olmak zorundayız. COVID-19 küresel siyasi ve ekonomik düzeni nasıl etkiliyor? COVID-19 sonrası dünya nasıl bir yer olacak? Yeni uluslararası ortam hangi fırsat ve tehditleri beraberinde getirecek? Bir yandan beyin fırtınası yapıp bu sorular üzerinde düşünürken, diğer yandan bu hususlara ilişkin değerlendirmelerinden faydalanmak amacıyla değerli uzman ve akademisyenlere ulaştık. Bakanlığımız ile akademik dünya arasında bir köprü görevi gören Dışişleri Bakanlığı Stratejik Araştırmalar Merkezi (SAM) akademik düşünceyi Bakanlığımıza etkin biçimde taşıyor. SAM birkaç hafta önce “COVID-19 Sonrası Küresel Sistem: Eski Sorunlar, Yeni Trendler” ismini taşıyan ve 26 değerli Türk akademisyenin makalelerini içeren bir kitap yayımladı. Vakitlice hazırlanan, ilgi çeken ve aydınlatıcı bu kitabın ülkemizdeki karar vericiler ve düşünürlerin masalarında daha şimdiden yer bulmasından memnuniyet duyuyoruz. 

SAM daha sonra aynı soruları dünyanın farklı yerlerinden bir grup öndegelen entelektüele yöneltti ve “COVID-19 Sonrası Dünya: İşbirliği mi Rekabet mi?” isimli kitap, tüm bu beyin gücünden istifade edilmek suretiyle ortaya çıktı. 

Hiç düşünmeksizin bu kitabı, pandeminin neden olduğu kaydadeğer jeopolitik belirsizlik döneminde karar alıcıları destekleyecek en önemli akademik çalışmalar dan biri olarak tanımlayabiliriz. Yazarların her birine vizyonlarını bizimle 
paylaştıkları için teşekkür ediyorum. Dışişleri Bakan Yardımcısı Yavuz Selim Kıran ile SAM ekibine özenli çalışmaları ve Antalya Diplomasi Forumu’na kitabın hayata geçirilmesi sürecindeki kaydadeğer katkıları için ayrıca teşekkürleri mi sunuyorum. Bu kitapta paylaşılan tüm fikirlerin, hepimiz için daha iyi bir gelecek sağlamaya matuf çabalarımızda bize yardımcı olacağına inanıyorum. 

Mevlüt ÇAVUŞOĞLU 
Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı 

COVID-19 SONRASI DÖNEM: DAHA FAZLA REKABET Mİ YOKSA DAHA FAZLA İŞBİRLİĞİ Mİ YAŞANACAK? 

***


COVID-19 SONRASI DÖNEMDE KÜRESEL YÖNETİŞİM 

Prof. Richard FALK

Princeton Üniversitesi Albert G. Milbank Uluslararası Hukuk Emeritus Profesörü ve Kaliforniya Üniversitesi Orfalea Küresel Araştırmalar Merkezi Araştırmacısı, 

ABD Küresel Yönetişim, Uluslararasıcılık, Uluslararası Örgütler, ABD-Çin Rekabeti, Çok Taraflılık,Jeopolitik, Biyolojik Tehditler,
 
Giriş 

COVID-19 sonrası dönemde küresel yönetişim hakkında tahminlerde bulunurken hem temkinli hem de net olmak önem taşımaktadır. Temkinli olunmalıdır. Zira Koronavirüs salgınının ne zaman biteceği de dahil olmak üzere birçok belirsizlik bulunmaktadır. Salgın ekonomi tamamen yeniden açıldığında mı bitecektir? Birçok ülkeye dağıtılmak üzere bir aşı geliştirilip hazır olduğunda mı? Ulusal hükümetler, DSÖ veya BM Genel Sekreteri tarafından bittiği ilan edildiğinde mi? Yoksa ekonomi ve toplumsal kalıplar yeniden normal göründüğünde mi? 

Küresel yönetişim için alternatif gelecekler tasarlanırken, özellikle de beklentiler, gerekli olanlar ve arzu edilenler arasındaki ayırımı belirlerken net olmak da aynı derecede önem taşımaktadır. Net olmak küresel yönetişimle, halihazırda 
işleyen devlet merkezli dünya düzeninin koşullu ve yapısal eksikliklerini birbirinden ayırmakla da ilgilidir. Örneğin, dünya düzeninin önemli bir boyutu olan küresel liderliğin kalitesi ABD ve Çin'in tutumlarına ve yönetim önceliklerine, ayrıca 
BM Genel Sekreteri gibi önemli ahlaki otorite figürlerinin ve güçlü özel sektör menfaatlerinin etkilerine bağlıdır. Buna karşılık, COVID-19 krizinin yanı sıra iklim değişikliği, küresel göç ve uzun süren iç kargaşalardan oluşan ortak sınamaları 
çözmek için gerekli olan küresel işbirliğine ulaşmada yaşanan başarısızlıklar, sorun çözme konusunda yaşanan koşullu ve yapısal sınırlamalara işaret etmektedir. Devletler, özellikle de daha büyük ve daha varlıklı olanlar, küresel ve insani çıkarları göz önünde bulundurma konusunda isteksiz olmakta ve ulusal çıkarın kendilerine hizmet eden tanımlarını benimsemektedir. 

Bu nedenle küresel sınamalara karşı yapılan yönetişim müdahaleleri genel olarak hayal kırıcı olmaktadır. 

Dijitalleşmenin bölgesel olmayan karşılıklı bağlılığı ile milliyetçiliğin bölgesel zihniyeti arasındaki uyumsuzluk başka bir gerilim kaynağıdır. Belki de küresel yönetişime ilişkin en ciddi gerilimler, birkaç siyasi aktörün jeopolitik manevraları 
(örneğin, Güvenlik Konseyi’nin veto hakkına sahip daimi üyeleri) ile yasalar karşısında daha hesap verebilir hale getirilen normal devletler arasındaki etkileşimden kaynaklanmaktadır. Bu faktörler II. Dünya Savaşı’ndan sonra en büyük yönetişim sınaması olarak aniden ortaya çıkan COVID-19’dan çok önce de mevcuttu. 

COVID-19’dan Çıkarılacak Yönetişim Dersleri 

Yönetişime ilişkin COVID-19’un ortaya koyduğu en açık ders, küresel ölçekli sınamalara dair büyük belirsizlik dönemine, istikrarsız dünya düzenine ve zamanlaması bilinemiyor olmakla birlikte yaklaşan tehditlere karşı yeterince 
hazırlıklı olunmadığıdır. Bu duruma iki farklı müdahale yolu mevcuttur. Birincisi, hükümetler ve halk tarafından, salgının önümüzdeki dönemde sağlık dışı konulara olası etkileri göz ardı edilerek, gelecekteki yeni salgınlarla daha etkili müdahale 
için sağlık politikalarının ve kapasitesinin daha merkezi hale getirilmesine duyulan ihtiyacın kabul edilmesidir. Bu yaklaşım, generallerin gelecekteki savaşlar için planlar yapmak yerine son savaşın hatalarını düzelttiklerine ilişkin tarihi kabule 
uygun olacaktır. 
Egemen devletlerin siyasi liderlerinin kısa vadeli performanslarıyla değerlendirilme leri ve bu liderlerin görev sürelerinin gelecekte ortaya çıkacak tehlikelerin somutlaşmasından önce sona ereceğini varsayma eğiliminde olmaları nedeniyle küresel yönetişim bağlamında sorunlar ortaya çıkmaktadır. 
Küresel sağlıkla ilgili olumlu düzenlemeler, Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ) bütçesinin, bağımsızlığının ve yetkisinin salgınlar hakkında uyarı, tedaviye ilişkin öneriler ve güvenilir bilgi sunabilmesini temin etmek için büyük ölçüde artırılması nı hedeflemelidir. Bu aynı zamanda, özellikle ekonomik açıdan daha zor durumda olan ülkelerde eş zamanlı adımlar atmak ve sorunlarla mücadelede bilgi, yetenek ve maliyet paylaşımıyla işbirliğine dayalı usuller ve yetenekler geliştirmek anlamını taşımaktadır. Fiiliyatta bu, kriz yönetimine vurgu yapan küresel sağlık politikasına ilişkin iyi yönetişim uygulamalarını belirleyecek ve uygulayacak ölçüde yeterli düzeyde finanse edilmiş küresel yeterlilik anlamına gelmektedir. 

Bu tür olumlu düzenlemelerin yerine getirilmesi halinde, uluslararası kurumları güçlendirme, egemen devletlerin yeteneklerini artırma ve tüm sosyal etkileşim seviyelerinde önceden hazırlık ve işbirliği düzenlemelerine duyulan ihtiyacın farkına varma arasında bir uyum sağlanabilecektir. 

Bu bağlamda, devlet merkezli dünya düzeninin uyarlanabilir politika potansiyeli, küresel yönetişim yapılarında herhangi bir temel değişikliğe ihtiyaç duyulmadan harekete geçirilecektir. 
Bu politika odaklı yaklaşımın başarısı, başta Amerika Birleşik Devletleri olmak üzere önde gelen ülkelerin uyguladığı küresel liderliğin kalitesine de bağlı olacaktır. Temel endişe, ABD’nin küresel etkisinin, II. Dünya Savaşı sonrası dönemde olduğu gibi anlayış ve taahhütler açısından uluslararası nitelikte mi, yoksa Trump’ın başkanlığı döneminde olduğu gibi içe dönük ve ulusal nitelikte mi olacağıdır. Bu hususta, 2020’de Trump’ın dört yıl için bir kez daha seçilip seçilmemesi gibi muğlaklık arz eden faktörler, COVID-19 krizi sona erdikten sonra küresel liderliğin yönünü saptamada belirleyici olabilecektir. Ayrıca, milliyetçi yönelimin salgın etkisini yitirdikçe devam etmesi, hatta güçlenmesi halinde Afrika ve Asya’daki ittifaklar da dahil olmak üzere diğer siyasi güçleri liderlik boşluğunu doldurmaya teşvik etmesi mümkündür.

    Milliyetçiliğin bunun yanında öngörülemeyen birçok sonuçla birlikte dünya ekonomisinde güçlü bir küreselleşme karşıtı eğilime yol açma olasılığı da bulunmaktadır. 

Sağlık Sektörünün Ötesinde. 

COVID-19 hususunda geniş ölçüde paylaşılan “hepimiz birlikteyiz” anlayışının, iklim değişikliği, nükleer silahlar, küresel göç, aşırı yoksulluk ve biyolojik çeşitlilik kaybı sorunlarına daha fazla küresel müdahaleyi olanaklı kılıp kılmayacağı sorusu önem taşımaktadır. Sağlık sektöründe yaşanan hızlı ve derin değişikliklerden alınan derslerin sağlık alanının dışında uygulanması, öncelikle, daha küresel ve geleceğe yönelik liderliğin ortaya çıkıp çıkmamasına bağlı olacak. Ancak, bu bile alışılagelmiş işleyişe dönülmesi baskısını yaratan kemikleşmiş belirli ekonomik çıkarlara sahip muhalefetin üstesinden gelinmesinde yeterli olmayabilecektir. 
Sağlık sektörünün iyileştirilmesi ve uluslararasılaştırılması konusunda belirli bir dirençle karşılaşılsa da, fosil yakıtların, savunma sanayinin, robotbilim ve otomasyonun düzenlenmesi hususlarındaki direnç çok daha güçlü olacaktır. 

Bu nedenle, COVID-19 deneyiminin sağlık dışı konularda politika oluşturma sürecinde dikkate alınmasını sağlamak, sadece devletler düzeyindeki ileri görüşlü liderliğe değil, küresel tehditlere karşı uzun süreli ve insani bir yaklaşım arayan 
popüler hareketler üzerinden toplumsal baskı oluşturulmasına da bağlı olacaktır. Bunun etkili olması halinde, Paris İklim Değişikliği Anlaşması (2015) ve İran Nükleer Program Anlaşması’nda (JCPOA) (2015) ön plana çıkarılan bu tür 
işbirliği yaklaşımlarının yeniden inşasını ve geliştirilmesini kolaylaştıracak enternasyonalizmi ve çok taraflı anlaşmaları destekleyen yeni bir siyasi atmosfer ortaya çıkabilir. 
Esas itibarıyla, COVID-19 sonrası beklentiler, siyasi uyum potansiyelinin, en endişe verici küresel sınamaları azaltmak ve böylece devlet merkezli küresel yönetişime olan güveni yeniden inşa etmek için yeterli düzeyde artırılıp 
artırılamayacağı ile ilişkilidir. Başka bir deyişle, bu beklentiler “dünya hükümeti” veya “devlet sonrası dünya düzeni” gibi yenilikçi dünya düzenine ilişkin kavramlar vasıtasıyla güçlü işbirliği ve kontrol mekanizmalarından ibaret küresel yönetişimin dönüştürülmesi anlamına gelmemektedir. 
Diğer küresel tehditler özellikle varlıklı toplumları doğrudan hedef alırsa, küresel yönetişime daha jeopolitik bir yaklaşım, yenilenmiş bir ABD enternasyonalizmi veya çevre ya da ekonomiye ilişkin acil bir durum karşısında Çin ile ABD ya 
da Rusya ve ABD’yi bir araya getiren yeni koalisyonlar altında ortaya çıkma olasılığı taşımaktadır. Bu da küresel yönetişimin jeopolitikte ve stratejilerini her zaman devletlerarası diplomasi ve uluslararası hukukun kısıtlamaları dışında kalarak sürdürmüş olan büyük güçlerin rolünde yapısal bir değişim anlamına gelmemektedir. Amerika Birleşik Devletleri ve daha az ölçüde Çin sınırlarının çok ötesine uzanan bir mevcudiyet ve nüfuzla “küresel devletler” olarak algılanmakta dır, ancak siyasi çerçeve ağırlıklı olarak “devlet merkezli” olmaya devam etmektedir. 

COVID-19 sonrası dönem için üretilen makul senaryolarda, devlet merkezli dünyaya ve jeopolitik boyutlarına karşı yapısal bir sınama için yeterli bir gerekçe bulunmamaktadır. Küresel yönetişimin mevcut biçimine ilişkin üzerinde en çok tartışılan yapısal özellikler kapitalizmin son aşaması olan neoliberalizmin eşitsizliği ve küresel ısınmayı tetiklediğine yönelik iddialar ile ultra-milliyetçiliğin, 21. yüzyılın gerçekleri göz önüne alındığında gerici bir devlet davranış biçimi olduğuna dair görüştür. 

Sonuç 

COVID-19 salgınının ortaya çıkmasının hepimiz için büyük bir şaşkınlık yaratmasına benzer bir şekilde, COVID-19 sonrası dönemde de insanlığın muazzam bir belirsizlik içinde yaşadığını bir kez daha hatırlatan büyük sürprizlerle 
karşılaşacağız. Bu bilinçle, küresel yönetişime en mantıklı yaklaşım ihtiyatlı davranmayı gerektirir. İhtiyat için en iyi rehber, ilk aşamada tehditlerin derecelerine ilişkin kesinlik aramadan, bilimsel bilgi ve ilgili uzmanları dikkate alan tedbirli olma ilkesidir. Liderlerimiz tedbirli olma ilkesini uygulayan politikalarla rehberlik etmeyi öğrenirlerse, bu COVID-19 deneyiminden çıkarılacak en büyük ders olacaktır. 


***

11 Ocak 2021 Pazartesi

COVID-19 SONRASI DÖNEM, DAHA FAZLA REKABET Mİ YOKSA DAHA FAZLA İŞBİRLİĞİ Mİ YAŞANACAK?

COVID-19 SONRASI DÖNEM, DAHA FAZLA REKABET Mİ YOKSA DAHA FAZLA İŞBİRLİĞİ Mİ YAŞANACAK? 


Mevlüt Çavuşoğlu, Yavuz Selim KIRAN ,COVID-19, Aşı, Sonrası Dönem,
Yavuz Selim KIRAN 
T.C. Dışişleri Bakan Yardımcısı 

SAM Yayınları 
ANTALYA DiPLOMASi FORUMU
COVID-19 Sonrası Dünya: İşbirliği mi Rekabet mi? 

Dışişleri Bakanımız Sayın Mevlüt Çavuşoğlu’nun Takdim yazısında vurguladığı gibi, Türkiye, Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın liderliğinde Koronavirüs pandemisine karşı mücadelesinde ilk aşamayı başarılı biçimde tamamlayarak ikinci aşamaya geçti. 
Bu dönem, “ Yeni normal ”e kademeli dönüş sürecini başlatan “ Kontrollü Sosyal Hayat ” olarak nitelendirilebilir. 
Karşı karşıya olduğumuz meydan okumanın boyutu ve şu ana kadarki başarı hikayemiz, Türkiye’nin kurumsal ve operasyonel yeteneklerinin açık bir kanıtıdır. 

Türkiye’nin kapsayıcı sağlık sistemi, donanımlı hastaneleri ve yetkin sağlık çalışanları pandeminin başarılı biçimde üstesinden gelinmesinde etkili oldu. Ülkemizin başarısının altında, Cumhurbaşkanımız Sayın Erdoğan’ın liderliğinde son 18 seneyi aşkın süredir sağlık sisteminde sağlanan kapsamlı dönüşüm ile hastanelere yapılan yatırım yatmaktadır. 
Dışişleri Bakanlığımız krizin başlangıcından bu yana 145 Ülkede bulunan 246 Dış temsilciliği ile aktif bir rol oynamaktadır. Bakanlığımız özellikle yurt dışında bulunan vatandaşlarımıza destek sağlanması ile Türkiye’nin COVID-19 bağlantılı çabalarının diğer ülkelerle ve ilgili uluslararası kuruluşlarla koordine edilmesinde etkili olmaktadır. 
Bakanımız Sayın Çavuşoğlu’nun talimatlarıyla, pandeminin neden olduğu zorlukların üstesinden gelebilmek amacıyla tüm imkanlarımızı seferber ettik; bir Koordinasyon ve Destek Merkezi (DKDM) kurduk ve Konsolosluk Çağrı Merkezi mizin çalışma odağını değiştirdik. 
DKDM’yi; zor durumda kalan vatandaşlarımızın dünyanın tüm bölgelerinden ülkemize getirilmeleri, yurt dışında yaşayan ve pandemi nedeniyle hayatları olumsuz etkilenen vatandaşlarımızın desteklenmesi, Türkiye’nin diğer ülkelere ve topluluklara yaptığı sağlık yardımlarının yürütülmesi ve sınır geçişleri ile ticaret akışıyla ilgili sorunların çözülmesi gibi çok sayıda işlevi yerine getirebilecek şekilde donattık. 
Pandeminin başlangıcından bu yana 130 ülkeden 85.000’in üzerinde vatandaşımızı ülkemize getirirken, aynı zamanda 1120 diğer ülke vatandaşlarının tahliye uçaklarımızla ülkelerine ulaşmalarını sağladık. Ayrıca, ülkemizde bulunan 36.000 yabancının 90 ülkeye tahliyesini gerçekleştirdik. 
Hasta vatandaşlarımızı ücretsiz olarak tahsis ettiğimiz ambulans uçaklarla ülkemize getirerek tedavi altına alıyoruz. 
Koşullar nedeniyle tahliye edemediğimiz vatandaşlarımızın her birine de destek oluyoruz. 
Türkiye girişimci ve insani dış politika anlayışıyla ve işbirliği ile dayanışmaya duyulan ihtiyacın bilinciyle, 125 ülke ve 3 uluslararası kuruluşa tıbbi yardımda bulundu. Bu Türkiye’yi dünyada en fazla tıbbi yardımda bulunan 3. ülke haline getirdi. Sağladığımız tıbbi malzemeler arasında yoğun bakım ünitelerinde hayat kurtarılmasını sağlayan, kendi üretimimiz vantilatörler de bulunuyor. Türkiye bunun yanı sıra, virüse karşı aşı bulunmasına yönelik yürütülen uluslararası çabalara da aktif biçimde katılım sağlıyor. Özetle, Türkiye bir kez daha küresel bir oyuncu ve tüm insanlığın iyiliği için güvenilir bir ortak olduğunu kanıtlamıştır. 
Bakanlığımız vatandaşlarımızın refahı, emniyeti ve güvenliği için yürüttüğü lojistik çalışmalara ek olarak, Türkiye’nin sert sularda emniyetli biçimde seyrini sağlamaya yönelik stratejik düşünce de üretiyor. COVID-19 bağlamında küresel siyasete ilişkin literatür, uluslararası ilişkiler uzmanlarının görüşlerini paylaşmalarıyla hızlı biçimde oluşuyor. Biz takip ettiğimiz bu analizlerden faydalanıyoruz ve aynı zamanda yeni yeni şekillenmeye başlayan bu literatüre aktif biçimde katkıda bulunuyoruz. 

Bugün dünyanın her bir yanındaki hükümetler, vatandaşlarını son derece bulaşıcı ve ölümcül bir virüsten korumak gibi büyük bir sorumluluğun gereğini yerine getiriyorlar. Sosyal ve ekonomik yansımalarına bakmaksızın insanlar arası etkileşimleri kısıtlamaktan ve günlük yaşamlarımızı buna göre yeniden tasarlamaktan başka seçeneğimiz bulunmuyor. Uluslararası ilişkiler alanı da bu virüsten bağışık değil. Gerçekten de, bugünün uluslararası ortamındaki belirsizlik seviyesi daha önce örneği görülmemiş bir düzeydedir. COVID-19 diğer başka şeylerin yanısıra, ulus devletleri, uluslararası kuruluşları, küresel yönetişimi ve büyük güç rekabetini de etkilemiş bulunmaktadır. 

COVID-19'dan sonra dünya nasıl olacak? Daha fazla rekabet mi yoksa daha fazla işbirliği mi yaşanacak? Pandeminin devam ettiği ve ne zaman sona ereceğinin kimse tarafından söylenemediği bir dönemde bu sorulara cevap aramak oldukça zor bir iş. Bununla birlikte, ilk belirtiler pandeminin maalesef uluslararası ilişkilerde daha önce var olan rekabetçi eğilimleri güçlendirdiği yönünde. COVID-19 ortaya çıkmadan önce devletler, özellikle daha zengin olanlar oldukça bencilleşmiş ve küresel meselelerde sorumluluk almayı daha az tercih eder duruma gelmişlerdi. Küresel yönetişim baskı altındaydı. 
Uluslararası kuruluşlar ilgili kalabilmenin mücadelesini veriyorlardı. Azalan küresel işbirliği, artan milliyetçilik ve büyük güç siyasetiyle el ele ilerliyordu. Küreselleşmeden uzaklaşma artmıştı; evrenselcilik ve kural temelli uluslararası düzen çırpınıyordu. COVID-19 tüm bu gelişmeleri öne çıkardı ve hızlandırdı. 
Mevcut uluslararası sistemin; uluslararası toplumun COVID-19 krizi ile sosyal, siyasi ve ekonomik etkilerinin üstesinden gelmesinde ne derecede etkisiz olduğu bugün belirgin biçimde kanıtlanmış durumda. Belirgin olmayan husus ise bu konuda ne yapacağımız. Önümüzde iki alternatif bulunuyor: her devletin kendi yoluna gittiği artan soyutlanma veya devletlerin uluslararası kuruluşları yeniden şekillendirdiği ve küresel sorunlara küresel çözümler bulunabilmesi amacıyla imkanlarını birleştirdikleri güçlendirilmiş çok taraflılık. Bizim, insanlık olarak, küresel siyasi ve ekonomik sorunları aşmanın yanı sıra çevresel, kültürel ve sağlıkla ilgili sorunlara çözümler üretebilecek, kabiliyeti yüksek, kaynakları geniş ve güçlü irade sahibi uluslararası kuruluşlara ihtiyacımız bulunuyor. Pandemi bunu net biçimde ortaya koydu. Tüm ülkeleri kendi ihtiyaçları ve imkanları doğrultusunda işbirliğine sevk edebilecek kurumsal yaklaşımları ele almak iyi bir başlangıç noktası olabilir. 
COVID-19 halihazırda trajik biçimde çok sayıda can kaybına, küresel ekonomik durgunluğa, işsizlik oranlarının tırmanmasına ve gelişmekte olan ülkelerde fakirliğin artmasına neden oldu. İleride başka zorluklarla da karşılaşılması muhtemel. 
Bununla birlikte, COVID-19 bu ölçekte deneyimlediğimiz ilk kriz değil. İnsanlık bugüne kadar başka çok sayıda pandemiye maruz kaldı. Her krizden daha da güçlenerek çıkmış olmamız iyi haber. Bu nedenle bu pandemide aşırı karamsar olmamız ve bugüne kadar müştereken inşa ettiklerimizi terk etmemiz için bir neden bulunmuyor. Uluslararası kuruluşları reforma tabi tutmaya ve güçlenmelerini sağlamaya katkıda bulunmak her devletin çıkarınadır. Dünya daha fazla belirsizliğe ilerlerken, ülkelerin birlikte çalışmalarına duyulan ihtiyaç zorunlu hale gelmiştir. İlk görev COVID-19’un yok edilmesidir. Bir sonraki aşamada, gelecekte karşılaşılabilecek tıbbi acil durumlar gibi küresel meydan okumalara gerektiği şekilde hazırlıklı olabilmemiz, insani ve kalkınma yardımları sağlayabilmemiz, göç ve mülteciler konusuyla uygun biçimde ilgilenebilmemiz ve çatışmaları çözümleyebilmemiz için uluslararası sistemin yeniden şekillendirilmesine odaklanmalıyız. 
Cumhurbaşkanımız Sayın Erdoğan’ın “Dünya Beşten Büyüktür” görüşünü hatırlatır biçimde, adil bir dünya düzenine duyulan ihtiyaç herkes için bir kez daha aşikar hale gelmiştir. Pandemi, insanlığın aynı gemide olduğunu ve bu gemiyi güvenli biçimde sağlık, adalet ve refah limanına ulaştırmanın hepimizin görevi olduğunu göstermiştir. Türkiye, COVID-19 sağlık kriziyle mücadelede sergilediği başarılı performansıyla ve uluslararası koordinasyon çabalarına aktif desteğiyle, söz konusu görevin yerine getirilmesinde tecrübelerini paylaşmaya ve katkı sağlamaya hazırdır. 
Diğer tüm büyük küresel krizlerde olduğu gibi, bu pandemi de belirli tehditler ortaya çıkarmış ve yeni fırsatlar sunmuştur. Uluslararası toplumun ileride bugün olduğu gibi acı çekmesinin önüne geçmek ve devletlerin bir sonraki pandemiye karşı tek başlarına mücadele etmek zorunda kalmalarını engellemek için risklere hazırlıklı olmalı ve fırsatları değerlendirmeliyiz. İşbirliği ve dayanışma bu nedenle kaçınılmazdır. 

***

26 Aralık 2020 Cumartesi

Çavuşoğlu: "Kıbrıs'ta sıfır asker Rüyasından uyanın"

 Çavuşoğlu: "Kıbrıs'ta sıfır asker Rüyasından uyanın"


2 Ocak 2019

Türkiye Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Türkiye'nin Ege'de 'oldu bittilere' izin vermediğini ve sahil güvenliğimizle ilgili birimlerimiz dahil, Deniz Kuvvetlerimiz dahil bazı olumsuz adımlar atıldığı zaman da gerekenin yapıldığını söyledi.

Çavuşoğlu, Yunanistan'a da bir uyarı yapıyoruz: 'Sizin bir şımarık çocuğunuz var'. Milli Savunma Bakanlarına öyle söylüyorlar, 'Bizim bir şımarık çocuğumuz var' diyorlar. 'Şımarık çocuğunuza sahip çıkın da bizim güvenlik güçlerimizin elinden bir kaza çıkmasın', bunu hatırlatıyoruz." diye konuştu.

Çavuşoğlu, Jandarma ve Sahil Güvenlik Akademisi Başkanlığının düzenlediği konferansta katılımcılara hitap etti.

Türkiye'nin bu tutumunun son derece dostane bir uyarı olduğunu söyleyen Çavuşoğlu, şunları kaydetti:

"Durup dururken gerginliği arttırıcı söylemler içinde bulunmanızın veya bir kayacığa ya da adacığa çıkmanızın bir faydası yok, size bir şey getirmez. O yüzden hem Ege'de hem de Doğu Akdeniz'de özellikle hidrokarbon rezervlerinin değerlendirilmesi konusunda çıkarlarımızı korumak için gereğini yapıyoruz. Şimdi artık Kıbrıs'ın hemen batısında ve Kıbrıs'ın doğusunda, kuzeyinden güneyine doğru KKTC'nin bizi davet ettiği yerlerde ve münhasır ekonomik bölgemizde, Kıbrıs'ın batısını söylüyorum, kazılarımıza da başlıyoruz. Eskiden sismik gemilerimizle, Barbaros Hayrettin Paşa ile gidiyorduk ama şimdi artık platformumuz var. Birincisi geldi, başladı Alanya-1 bölgesinde. İkincisi de ocak ayında geliyor. Karadeniz yerine oraya gönderiyoruz. Sondajımıza başlıyoruz ki, ağzımızdan bir söz çıkıyorsa bir kere bunu yerine getireceğiz. İkincisi, Doğu Akdeniz'de, Kıbrıs'ta Kıbrıs Türk halkının ve Türkiye'nin haklarını sonuna kadar koruyacağımızı dost da düşman da bilsin. Ege sorunları da bu kapsamdadır."

Akdeniz'deki sondaj çalışmalarına ilişkin Çavuşoğlu, "Eskiden sismik gemilerimizle, Barbaros Hayrettin Paşa ile gidiyorduk ama şimdi artık platformumuz var. Birincisi geldi, başladı Alanya-1 bölgesinde. İkincisi de ocak ayında geliyor. Karadeniz yerine oraya gönderiyoruz." Dedi.

Kıbrıs'ta kalıcı çözüm için çaba sarf ettiğini söyleyen Çavuşoğlu, "Hayal içinde olanlara da hatırlatıyoruz, hatırlatmak zorundayız. Sıfır garanti, sıfır asker hayal bile olamaz, 'Böyle bir rüya görüyorsanız uyanın' diyoruz." ifadelerini kullandı. Neyin, nasıl müzakere edileceği belirlenmeden bir müzakereye başlamanın zaman kaybı olduğunu söyleyen Çavuşoğlu, Türkiye'nin Ege etrafında ve Doğu Akdeniz'deki çıkarlarını da savunmaya devam edeceğini vurguladı.


http://www.kibrispostasi.com/c36-TURKIYE/n272644-cavusoglu-kibrista-sifir-asker-ruyasindan-uyanin-02012019


12 Eylül 2019 Perşembe

AB' den Suriyeli Mülteciler İçin Türkiye’ye 1,5 Milyar Euro

AB' den Suriyeli Mülteciler İçin Türkiye’ye 1,5 Milyar Euro


14 Mart 2019


Belçika’nın başkenti Brüksel’de Birleşmiş Milletler (BM) ve Avrupa Birliği (AB) öncülüğünde yapılan Suriye'nin ve Bölgenin Geleceğinin Desteklenmesi" konferansında konuşan AB Dış Politika Şefi Federica Mogherini AB’nin Suriyeli mültecileri barındıran Türkiye’ye destek için 1,5 milyar euro vereceğini söyledi.

Bu para Ankara ve AB arasında Türkiye’nin topraklarındaki mültecilerin Avrupa’ya geçmesini önlemesi için yapılan anlaşma kapsamındaydı. AB Türkiye’ye bugüne kadar Suriyeli mülteciler için 3 milyar euro yardım yaptı.

ABD Suriyeli Mülteciler için Türkiye’ye 81 Milyon dolar aktaracak


Konferansa katılan ülkelerden ABD’nin Dişişleri Bakanlığı da Suriye’ye yapılan yardımların miktarıyla ilgili bir açıklama yaptı. Buna göre ABD 2019-2020 Mülteci Destek Programı kapsamında Suriye’ye ve bölgeye 397 milyon dolardan fazla insani yardım yapacağını açıkladı.

Böylece ABD’nin Suriye’deki krize yönelik yaptığı yardımın miktarı krizin başlamasından bu yana 9,5 milyar dolara yükselecek.



Açıklamada ABD’nin Türkiye’ye Suriyeli mültecilere destek için 81 milyon dolar vereceği belirtildi. Böylece Türkiye’ye Suriye’de insani krizin tırmandığı 2012’den bu yana yapılan yardım 814 milyon doları bulacak.



ABD bu yıl Suriye’ye 135 milyon dolar, Lübnan’a 97 milyon dolar, Ürdün’e 57 milyon dolar, Irak’a 18 milyon dolar ve Mısır’a 6 milyon dolar yardım yapacağını, bölge genelinde ihtiyaçların karşılanması için ayrıca 3 milyon dolar bağışlayacağını duyurdu. Açıklamada ABD’nin Suriye insani krizi için bu yıl harcayacağı paranın 397 milyon dolar, toplamda krizin başlamasından bu yana harcadığı paranınsa 9,5 milyar dolar olduğu belirtildi.

Çavuşoğlu: “Daha hızlı çözümlere ihtiyacımız var”


Konferansın açılış konuşmasını Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu yaptı. Cenevre görüşmelerinin yanı sıra Astana sürecinin şiddeti azaltma konusunda etkisinin altını çizen Çavuşoğlu Anayasa Komitesi kurulmasının son aşamasına gelindiğini kaydetti ve bunun Suriye'de BM denetiminde adil ve özgür seçimlerin gerçekleşmesi için ortam sağlayacağını söyledi.

Çavuşoğlu, İdlib Gerginliği Azaltma Bölgesi’nin de Türkiye ile Avrupa'ya yeni bir göç akınının önüne geçme konusunda başarılı olduğunu bildirdi.

Çavuşoğlu, ABD’nin Suriye’den çekilmesinin ardından siyasi boşluğun oluşmasının ve terör örgütlerinin ve rejimin durumu istismar etmesinin engellenmesi gerektiğini hatırlattı.


5,6 milyon Suriyeli’nin başta Lübnan, Ürdün ve Türkiye olmak üzere komşu ülkelere sığındığını belirten Çavuşoğlu birçok ülkenin mültecilerin durumuna duyarsız kaldığını da sözlerine ekledi.

Lübnan ve Ürdün gibi Türkiye’nin de 3,6 milyon mülteciye kapılarını açtığını hatırlatan Çavuşoğlu “Bugüne kadar Türkiye'de yaşayan Suriyeliler’e 37 milyar dolar harcadık. Suriyeliler yerel halkla barış ve uyum içinde yaşayabilsin diye kapsamlı bir sosyal uyum politikası benimsedik. Çabalarımız sayesinde 1 milyon okul çağındaki Suriyeli’den 650 bini eğitimine devam ediyor. İki yılda eğitime katılım oranını yüzde 30'dan yüzde 62'ye çıkardık" dedi.

Çavuşoğlu, Türkiye'nin çabalarını tek başına sürdürmesinin ise mümkün olmadığını bildirdi ve “Daha iyi ve hızlı çözümlere ihtiyacımız var" dedi.

Konferansta BM’nin mültecilerle ilgili daireleri, sivil toplum örgütleri ve düşünce kuruluşları Suriye’de 400 binden fazla kişinin ölümüne, mülteci akınına ve Suriye’nin komşularıyla Avrupa’da istikrarsızlığa yol açan çatışmaların sona ermekten hala uzak olduğu uyarısında bulundu.


Suriye’de halkın yüzde 80 kadarı yoksulluk içinde yaşıyor, mülteciler şiddet, mecburi askerlik ya da hapise girme korkusuyla ülkelerine dönmekten çekiniyor. Şu ana kadar Suriye’den kaçanların sayısının 6 milyon kadar olduğu sanılıyor. Bu kişilerin yaklaşık 4 milyonu Türkiye’de. Geri kalanı Ürdün ve Lübnan gibi ülkelerde zor koşullarda yaşıyor.

BM, bu yıl yaklaşık 3,3 milyar doların sadece Suriye’ye, 5,5 milyar doların ise Suriyeli mültecilere ev sahipliği yapan komşu ülkelere yardım için gerektiğini vurguladı. BM’ye göre 11,7 milyon Suriyeli hala yardımlarla hayatta kalıyor. 6 milyon Suriyeli de ülke içinde yer değiştirmek zorunda kaldı.

Avrupa Birliği bu yıl Suriyeli mülteciler için 560 milyon euro ayırdığını duyurdu. AB aynı miktarı gelecek yıl ve 2021’de de ödemeyi planlıyor.

https://www.amerikaninsesi.com/a/ab-sur%C4%B1yeli-%C4%B1c%C4%B1n-turk%C4%B1yeye-15-milyar-euro-verecek/4828914.html

***

5 Mart 2019 Salı

Akdeniz'de doğalgaz ittifakı dışında kalan Türkiye alternatif arıyor,

Akdeniz'de doğal-gaz ittifakı dışında kalan Türkiye alternatif arıyor.,




doğal gaz üretim
doğal gaz üretim

İsrail’in Tamar ve Leviathan sahaları ile Mısır’ın Zohr sahasında çıkartılan doğal gazın Güney Kıbrıs'ta Afrodit sahasında çıkarılan gaz ile birlikte AB ülkeleri için alternatif bir doğal gaz tedarik kaynağı haline gelmesi, bu ülkeler arasındaki enerji işbirliğini gündeme getirdi.

AB tarafında da desteklenen EastMed doğal gaz boru hattının inşasına ilişkin görüşmelerde sona yaklaşıldı. İtalyan ENI ve Fransız Total firması tarafından ihalesi kazanılan 3 numaralı sahada da zengin doğal gaz kaynaklarının bulunduğuna yönelik bilgilerin kamuoyu ile paylaşılması Kıbrıs, İsrail ve Mısır gazının AB için alternatif bir doğal gaz tedarik kaynağı olabileceğine yönelik düşünceyi kuvvetlendiriyor.
Doğu Akdeniz’e kıyıdaş ülkeler tarafından AB’nin desteğiyle doğal gaz etrafında örgütlenen işbirliği, başlangıçta temel politikasını Doğu Akdeniz’de kendisiyle beraber en uzun kıyı hattına sahip olan Mısır ile imzalanacak bir Münhasır Ekonomik Bölgeler (MEB) sınırlandırma anlaşmasına yoğunlaştıran Türkiye’yi alternatif arayışlara itti.

–– ADVERTISEMENT ––
Türkiye her ne kadar 1982 Deniz Hukuku Sözleşmesi’ne taraf olmasa da Doğu Akdeniz’de Münhasır Ekonomik Bölgeler'in kıyıdaş ülkelerinin katılımıyla ilgili ülkelerin kıyı uzunluğunu esas alan hakkaniyet ilkesi çerçevesinde belirlenmesini savunuyor. Rum kesiminin, Ada’nın tamamını temsil ederek Mısır, Lübnan ve İsrail ile yaptığı MEB sınırlandırma anlaşmaları, Türkiye tarafından hem KKTC’nin haklarının korunması hem de bazı noktalarda kendi muhtemel MEB sınırlarının ihlal edildiği gerekçesiyle kabul edilmiyor.

Akdeniz'de Askeri gerginlik artabilir

1982 Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi’nde tanımlanan MEB’in aksine, Kıta Sahanlığı'nın ilgili ülke tarafından ilan edilme zorunluluğu yok. Türkiye resmi olarak duyurmasa da teamül hukuku haline gelmiş Kıta Sahanlığındaki ilgili kıyıdaş ülke haklarını kullanmayı düşünüyor. Bu politika doğrultusunda KKTC ile Kıta Sahanlığı Sınırlandırma Antlaşması 2011 yılında imzalandı. 11 Şubat 2018 tarihinde 3 numaralı parselde İtalyan ENİ firması adına sismik araştırma yapan Saipem 12000 adli geminin faaliyetleri Türk Deniz kuvvetleri unsurları tarafından Muhtemel Kıta Sahanlığını ihlal ettiği gerekçesiyle engellendi.
Rum Yönetimi, Fransa’ya hava ve deniz üslerini kullanma hakkı tanıdı. Bu hakkın Fransız donanması tarafından Total ve Eni ortaklığının ilerleyen zamanlarda yapacakları sismik araştırma ve sondaj faaliyetlerine destek amaçlı olarak kullanılması bölgedeki askeri gerginliği daha da arttırma potansiyeline sahip.

Türkiye KKTC'ye üs inşa edecek mi?

Mısır’ın da dahil olmasıyla oluşan bölgesel ittifak ve AB’nin desteği Türkiye’yi oyunun kurallarını değiştirmeye zorluyor.
Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu'nun açıklamasını bu yönde değerlendir mek gerekiyor. Daha önce sismik gemisi Barbaros Hayrettin Paşa tarafından araştırma yapılan KKTC, Mersin ve İskenderun sahalarında tekrar bir sondaj faaliyetinin yapılabileceğini beklemek olası. Ancak bu faaliyetten Türkiye’nin amacının petrol veya doğal gaz çıkarmaktan ziyade, diğer aktörleri kendisiyle işbirliğine zorlamak olması akla daha yatkın geliyor.
Türk Deniz Kuvvetleri tarafından KKTC’de, Ada'nın güneyindeki İngiliz üsleri gibi egemen bir Türk üssünün inşası konusunda Türk Dışişleri Bakanlığı'na yapılan teklifin gündeme getirilmesi de bu düşünceyi destekliyor. 
Söz konusu düşüncelerin ne kadarının eyleme dönüştürülebileceği ise büyük bir soru işareti. Bu tür söylemleri diplomatik olarak tarafları müzakere masasına çekmek için yapılan faaliyetler olarak okumak daha doğru. 
Avrupa'nın gaz tedarikinde tekel konumu korumak isteyen Rusya önemli aktör
Ayrıca dikkatlerden kaçırılmaması gereken bir diğer belirleyici aktör de, AB’nin doğal gaz tedarikindeki tekel konumunu devam ettirmek isteyen Rusya. Hem AB hem de Türkiye’nin alternatif tedarik kaynaklarına sahip olması, doğal gazı ekonomik ve diplomatik bir aparat olarak kullanan Rusya için istenen bir durum değil.
Nitekim Rusya Doğu Akdeniz’de yaşanan bu gelişmelere sessiz kalmayacağını da 1-8 Eylül arasında 24 gemi ve 2 denizaltı ile 34 uçağın katılımıyla icra edilen tatbikat ile gösterdi.
Tatbikat esnasında Ruslar tarafından Girne ve Mersin arasındaki sahaya yönelik olarak yayımlanan tehlike ilanı, hem KKTC hem de Türk karasuları nı ihlal etmişti. Ruslar bu hareketle söz konusu bölgede yapılanilecek bir sondaj faaliyetine karşı olumsuz bir tavır takınanilecekleri ni göstermişti.
Bölgede yaşanan gelişmelerin her gün Türkiye’yi yalnızlığa ittiği böyle bir dönemde, Türkiye tarafından yapılacak bir sondaj faaliyeti domino etkisi yaparak denizde bir çatışmanın fitilini ateşleyebilir.

***

31 Ekim 2018 Çarşamba

Yeni yılda Hükumete Yüz Nakli!

Yeni yılda Hükumete Yüz Nakli!


Arslan Bulut


     Akdeniz Üniversitesi’nde yüz nakli yapılan hastalar, yeni yıla yeni yüzle girerken, AKP hükümetinin yüzüne de estetik ameliyat yapıldı. Yolsuzluk operasyonundan sonra 10 bakan değiştirildi. Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı olarak ilk konuşmalarından birini yapan Fikri Işık ise “Bugün yolsuzluktan filan bahsediyorlar. Önemli olan toplum vicdanıdır. Mahkemeler, bazen ‘kanunu uygulayalım’ der ama hukuku uygulamayabilir. Toplum vicdanının adalet terazisi hiç şaşmaz. Sayın Başbakanımız şiir okudu diye mahkûm edilmişti ama o kişi Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanı. Biz o noktada önce Allah’a, sonra milletimize güveniyoruz” dedi. 

Tayyip Erdoğan da, “ Kararı Millet verir ” diyor! Peki millet, hırsızlığı onaylar mı?

***
Bu durumda, eski İçişleri Bakanı Muammer Güler’in deyimiyle, oğlunun “pinti” olduğuna inanacağız çaresiz! Muammer Güler, oğlunun yatak odasında yedi kasa ve para sayma makinesi ile 1.5 milyon dolar bulundurma sebebini böyle açıklamıştı. Yine Halkbank Genel Müdürü’nün evinde ayakkabı kutularının içinde 4.5 milyon dolar bulundurmasının sebebinin de “saflık” olduğuna inanacağız. Başbakan böyle demişti. Hem sonra bu para, imam-hatip lisesi yaptırmak içindi değil mi? Bir de Bosna’ya Yunus Emre Üniversitesi kuracaklardı? Yani genel müdür, bu parayı evinde dini amaçlar için saklıyordu! 
Önemli olan toplumun buna inanıp inanmadığı dır. Zaten, “isterseniz porno kasetlerini çıkarın, inanmayız” diyen destekçileri de var, bilmem neresinin kılı olanlar da... 

Bütün mesele, iktidarın eskiyen, çürüyen yüzünü yenilemekti, genç bakanlarla onu da yaptılar. 


***
Tıpkı Muaviye’nin Küfeli tüccarın erkek devesini Şamlılara dişi deve diye kabul ettirebilmesi gibi değil mi? İyi de bu çıplak gözle görünen yolsuzluklar ne olacak diye sorduğunuzda cevap hazır: İmam-Hatip yaptıracaktım!
- AB Bakanlığı ve Baş müzakereciliğe atanan Mevlüt Çavuşoğlu’nun babası Osman Çavuşoğlu da “Seviniyoruz, Başbakanımızı Allah gönderdi. Başbakanımızın takdiriyle de oğlum bakanlığa geldi. Türkiye’ye hayırlı olsun, Türkiye için çalışsın istiyorum” diyordu zaten!

AKP Bursa Milletvekili Hüseyin Şahin ise Başbakan Tayyip Erdoğan’ı överken “O’na dokunmak ibadettir” demişti! Tayyip Erdoğan, bu şirk kokan ifadelerle ilgili hiçbir açıklama yapmamıştı! 


***
CHP İstanbul Milletvekili, emekli müftü İhsan Özkes, Tekin Yayınevi’nden çıkan “Emevi Siyaseti; Dinin Saltanata Dönüşmesi” adlı kitabında “Emevi halifeleri kendilerini Allah, Kur’an ve Peygamber adına hareket edenler olarak tanıtırken, muhaliflerini de Allah, Kur’an ve Peygamber karşıtı göstermişlerdir. Hz. Muhammed’in sevgili torunu Hz. Hüseyin bile Yezit tarafından Kerbela’da Allah adına (!) hunharca şehit edilmiştir” diyor: 

“Şayet, ‘şeytanın dahi aklına gelmez’ diyebileceğiniz entrikalarla karşılaşıyorsanız ve bunların 1400 yıl önceki Emevi versiyonunu biliyorsanız, asla şaşkınlık içinde olmazsınız. Günümüzde yaşananlarla ilgili sanki ‘kimi siyasetçiler Muaviye ile sabah akşam görüşüyorlar mı?’ diye düşünebilirsiniz. Emevilerin uygulamalarıyla günümüz politikalarının bu kadar örtüşmesine ‘tarih tekerrür ediyor’ diyebilirsiniz.

O gün, Müslümanlar eğer haksızlık karşısında yekvücut olsalar ve Hakk’a ayna olmak için melun Yezit’e biati değil, baş vermeyi tercih eden Hz. Hüseyin’in yanında olmayı seçselerdi; İslam dünyası bugün kardeşlik, eşitlik, adalet, hakça paylaşım ve demokrasi konularında dünyanın yıldızı olurdu. Ne acıdır ki o günlerin baskı, şiddet ve istismarı günümüze uyarlanmış olarak devam etmektedir.” 

Kısacası, AKP’nin yüzü, Emevi yüzüdür vesselam!

***