Çukurova Üniversitesi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Çukurova Üniversitesi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

14 Ekim 2021 Perşembe

Yaşanan sel ve Yangın felaketlerinin Günah Keçisi iklim değişikliği mi?

Yaşanan sel ve Yangın felaketlerinin Günah Keçisi iklim değişikliği mi? 



Ya Doğanın İşleyişine Uygun Planlama Yapmayan İnsanın Rolü!


Prof. Dr. İbrahim Ortaş, 
Çukurova Üniversitesi, 
iortas@cu.edu.tr
iortas@cu.edu.tr 
googlegroups.com üzerinden 
16 Ağustos Pzt 15:34
Yaşanan sel ve Yangın felaketlerinin Günah Keçisi iklim değişikliği mi? 
Ya Doğanın İşleyişine Uygun Planlama Yapmayan İnsanın Rolü!

 


Biz insanlar doğanın efendisi değil, doğanın bir parçasıyız. Bütünlük içinde bir arada yaşamak durumundayız.

Özet

Son günlerde yaşanan afetler bilinmeyen ve beklenmeyen gelişmeler değildir. Suyun denize ulaşacağı dere yatağı daraltılmış ve sıfır noktasına yerleşim yerleri yapılmış. Derelerin gerisindeki dağlardaki doğal bitkiler ve ağaçlar kesilmesi sonucu yağışları tutacak bitki kökleri ve toprak zayıflamıştır. Beklenen iklim etkileri ile birim zamanda yağışların artması ile oluşan suyu tutamayan aşınmış toprak ortamından hızla eğim doğrultusunda denize ulaşmak istemektedir. Karadeniz’in coğrafi yapısı gereği derelerde biriken suların akış yönünde daraltılan dereler ve üzerine kurulan HES, Karedeniz otoyolunun çoğu yerde dağdan denize akan küçük derelerin önünü kapattığı veya daralttığı acıkış kanalları ve tomruk/kereste depolarının yaratığı baraj etkisi ve sonrasından kalıba sığmayan büyük su kütlesinin hızla Bozkurt kasabasına dalışı bütünlüklü olarak suç ve suçlunun kim olduğunu anlatıyor. Nerdeyse bile bile kendimizi afete maruz bırakmışız.  Bu durumda kabahat yağışta mı? Yoksa doğanın yolunun tıkanmasına müsaade eden, yanlış yapılanma ve imarları verenler mı? Milyonlarca yıldır sürekli değişim geçiren dünyanın kendi dinamiği bilimsel bilgi ile biliniyor ve an ve an uzaktan da izlenmektedir. Doğayı kendimize uydurmaya değil, kendimi doğanın yasalarına uygun hale getirmemiz gerektiği anlayışını maalesef öğrenememiş ve benimseyememişiz. Unutmayalım yer yer küçük çaplı barajlar yaparak doğadan yararlanıyoruz anacak doğaya gücümüz yetmez. Önemli olan doğaya uygun yaşamayı öğrenmektir. Coğrafya, jeoloji, ekoloji, tarım-toprak bilinmeden ve de anlaşılmadan kent, tarım ve orman yönetimi sağlanamaz. Yaşanan-yaşanacak ciddi afetler önlenemez.

Ne yazık ki doğayı ve bütünü kavrayacak bir eğitim yapımız yanında toplumsal kültürel bir zihin hazırlığımız da yok görülüyor. İleride yaşanacak iklim değişimlerinin yakıcı etkilerine karşı ne denli hazırlıksız olduğumuz görülüyor.

Özet, yaşanan felaketlerin etkisinin önlenmesi veya minimize edilmesi mümkün. İnsanın doğanın ve bilimin öngörüsüne uygun olmayan, her boş bulduğu alanı arsa sanan, kendince kurguladığı eksik ve doğanın yasalarına uygun olmayan can ve mal kaybına neden olmaktadır.
 
Sel Felaketleri Adeta Geliyorum Demiş 

Son 20 günde Karadeniz’de sel felaketleri, Akdeniz ce Egede orman yangınları çok ciddi can, mal ve doğal yaşamın kayıplarına neden oldu. Önce Rize ve Artvin şimdi Kastamonu, Bartın, Karabük ve Sinop’ta kuvvetli sağanak yağış sonrası yaşanan sel felaketleri, can ve mal kayıpları. Sonra Akdeniz ve Ege kıyılarında günlerce devam eden ve halen yer yer devam eden orman yangınları. Orman yangınları, artan kuraklık sıcak iklim ve kıyılara brikmiş insan nüfusunun oluşturduğu betonlaşmaya bağlı oluşan ısı adacıkları ve çevreye rast gele çevreye bırakılan camsı maddeler. Yine can kaybı, mal kaybı, çok sayıda evcil ve doğadaki canlılar yandı. İki yıldır devam eden korona virüs salgını ile yaşamı felç eden felaketler. 

Bütün yaşanan felaketler birer sonuç ve açıklanabilir nedenleri var tabii. Doğanın kendi işleyişi dünde vardı bugünde var.

Ekoloji gözü ile gelişmeleri analiz eden herkes bu gerçeği çıplaklığı ile görürü. Bir çok ülkede seller oluşuyor, daha büyük orman yangınları da oluyor. Başta Karadeniz’deki yağış sonrası oluşan sellerin çevre ve yaşam üzerine bıraktığı etki tamamen insanın yerleşim yeri seçimi ve doğanın 100, 200 yılık işleyişi dikkate alınmadan yapılan yapılaşmalar neden olduğu günlerdir bütün çıplaklığı ile görülmektedir. Ancak bizdeki gibi kimse derelerin içine 10 katlı bina yerleştirmiyor. Dere yatağına sıfır giriş katları olan bina yapılıyor. Hangi ekolojik ve yer bilimine dayalı bilgi ile derenin içine kasaba yerleştirilir, derenin üzerine inşa edilmiş HES, ağaçların kesilmesi sonrası tomrukların depolama üniteleri derenin içine yerleştirilmiş. Son birkaç yılıdır Karadeniz’de yaşanan benzer heyelan ve sellerin yaratığı etkilerin tümü yerleşim yeri yapılanması, ormanlık alanların doğasından koparılarak tek yönlü bitkisel üretime dönüştürülmüş olması yanında Karedeniz otoyolunun önünü kapattığı küçük derelerin akış yönünün engellenmesi. Basına yansıyan bütün görüntüler sellerin akışı yolu üzerindeki küçücük, menfez, köprü, suyun akacağı mazgallar selin büyüklüğüne göre planlanmadığı için 

SUÇLU ve GÜNAH KEÇİSİ İKLİM DEĞİŞİMLERİ. 
 
Ancak hepsinden çok seller, yangın ve korona virüs olguları eko sistemin anlaşılmadığını ve ona göre de önlem alınmadığını gösteriyor.
 
Çevre Sorunlarının Bütünlüklü Olarak Kritik Edilmesi Sürdürülebilir Yaşam İçin Kaçınılmaz
Evrenin ve doğanın işleyişini anlamazsak doğru planlama ve strateji geliştiremeyiz. Sanırım ülkemizin sorunu bu bağlamda çok büyük. Bütün yaşananlardan anlaşılıyor ki insan soyu, yaratılan çevresel sorunların tek sorumlusu olarak, hayvanların, doğanın ve toprağın kıymetini belli ölçüde bilse de bu mevcut şartlarda yeterli olamamaktadır. İnsanoğlunun içinde yaşadığı doğayı, toprağı, suyu ve soluduğu havayı daha iyi anlaması gerekmektedir.
Dünyamız dün olduğu gibi bugünde sürekli değişim içinde, bir tarafta ısınıyor, bir tarafta soğuyor ve iklim değişimleri sürekli yaşanıyor. Yarın daha çok iklim değişimleri ve olumsuz etkileri görülecek. Sorun bugünden öngörüde bulunmak ve yarını planlamaktır.
Haberlere bakıldığında her felaket bölgesinde binlerce insan mağdur, onlarca hava aracı, kara aracı, personel gece gündüz yarım etmek için seferber oluyor. Bu kadar uğraş ve çaba doğanın işleyişine uygun olmayan yapıların sorununu çözeceğe benzemiyor. Büyük ekosistem ve işleyiş felsefesi anlaşılmadan insanlığa rahat olmayacak gibi görülüyor. Bu kadar bedel ve masraf bilimsel anlayışa uygun bir şekilde önceden işi bilen bilim kuruluşlarına harcansaydı, işi bilen nitelikli liyakatli insan yetiştirilseydi daha az sorun yaşayacağımız muhakkaktır.
 
İnsan Faaliyetleri ile Ekosistemi Yaşanılamaz Hale Getiriyor!

Ekosistemi olumsuz anlamda etkileyen her türlü atık, benzer şekilde orman varlığımızı da tehlikeye atmaktadır. Kentlerden toplanan çöplerin yakın geçmişe kadar ormanlık alanlara rastgele bırakılması, ormanların yakılması sonucu birçok canlının yaşam alanının kaybolması, ormanların ve anızların yakılması hem toprağın hem de üstündeki canlıların yaşama haklarının ihlal edilmesi ile sonuçlanmaktadır. Bununla birlikte toprakların amaç dışı kullanılması sonucunda bu alanların üretimin dışında kalması ve toprak-bitki yönetiminin yanlış yapılması, toprağın aşınmasına sebep olmaktadır. Diğer bir tanım ile erozyon oluşmakta ve bunun sonucunda toprak yok olmaktadır. Kısacası topraklarımız ölmektedir. Ayrıca ölen yalnız toprak değil, ekosistem içinde yer alan diğer canlılar da olumsuz etkilenerek, bulundukları ekolojiden uzaklaşmaktadırlar. Toprağın erozyonla ölümünü durduran ağaçlar, diğer bitkilerin kökleri ve kök bölgesindeki mantarlar, aktinomisetler, bakteriler gibi diğer canlılardır. Bu bağlamda ormanın yani ağacın toprağın erozyonunu önlemedeki rolü ve önemi bilinenin de ötesindedir.
 
Biyo çeşitlilik Kayboluyor, Toplum Sağlığı Tehlike Altında…

2 Ekim 2020 tarihli Cumhuriyet gazetesinin arka sayfasında “Bitkiler Yok Oluşla Karşı Karşıya” başlıklı haberde İngiltere’deki Kraliyet Botanik Bahçesi (RBG, KEW) tarafından yayınlanan rapora dayandırılarak bitki türlerinin yok olma tehlikesi ile karşı karşıya olduğu belirtiliyor. Haberde 42 ülkeden 210 bilim insanın katıldığı toplantıda kayıpların başlıca nedenleri olarak, tarım arazileri oluşturmak için yabani yaşam alanlarının tahrip edilmesi, doğal bitkilerin aşırı hasat edilmesi, inşaat sektörünün gelişimi sonucunda toprakların betonlaştırılması, istilacı türlerin yayılması ve çevre kirliliği gibi faktörler ile iklim değişimlerinin yarattığı etkiler gösterilmektedir.  

Sürekli mono kültür tarım nedeniyle bazı bitkilerde zaman içinde cüceleşme (inbreading (akrabalı yetiştirme)) olduğu tespit edilmiştir. Bunların başında Çukurova’da yetişen mısır bitkisi gelmektedir.

Son yıllarda kimyasallara karşı bazı mikroorganizmaların ve bitkilerin dayanıklılığının arttığı belirtilirken, herbisitlere dayanıklılık sağlayan 183 bitki türü tespit edilmiştir. Bugün itibarı ile mera alanlarımız tarım topraklarına dönüşmesi nedeniyle %40 oranında azalmıştır.
Toplumda bir azınlık oluşturan ancak gücü elinde tutan varlıklı kişi ve ailelere, toplumun çoğunluğunu oluşturan yoksul kişi ve ailelerin sahip olduğundan onlarca-yüzlerce kat daha fazla eğitim, kültür, sağlık, gıda eğlence, dinlence ve başkaca olanaklarının sunulduğu bir ortamın insan onuru tarafından arzulanır bir ortam olmaması gibi, dünya ekosisteminin çoğunluğunu oluşturan bitki örtüsü, hayvan ve doğada bulunan diğer canlılara, dünyada azınlıkta ancak baskın tür olan insanlardan daha az yaşam alanı bırakılması da insan onuru tarafından arzulanır bir ortam değildir.
 
Yaşananların Doğa ve İnsanlık Adına Sorgulanması Gerekiyor.

Suların kirlenmesinin felaket niteliğindeki etkilerinin en önemli örneği, Aral Gölü’nün kurumasıdır. Kazakistan ve Özbekistan sınırı arasında bulunan Asya kıtasının ikinci, dünyanın dördüncü büyük gölü olan Aral gölü yanlış sulama, aşırı sulama nedeniyle eski yüzölçümünün %90'ını kaybetmiş durumdadır. Yanlış yönetimden dolayı kuruma noktasına gelmiş olan Aral gölünün yeniden canlılığı kazandırılmaya çalışılıyor. Amuderya ve Siri Derya nehirlerinin sularının Özbekistan’da pamuk ekim alanlarına yönlendirilmesi ile Aral’a taze su akımı durma noktasına gelmiş, diğer yandan kısa sürede meydana gelen tarım topraklarında tuzlulaşma ile mevcut tarım alanlarında tarım yapılamaz duruma gelinmiştir. Buna ek olarak, yanlış yönetim sonucu gölün kuruması ile göl içindeki su ekosistemi ve ondan geçinen milyonlarca insan da olumsuz şekilde etkilenmiştir. Ayrıca, Türkmenistan’da da toprakların tuzlulaşması ile milyonlarca çiftçi üretim yapamaz hale gelmiştir. Bu ve benzeri çok sayıda insanın yanlış kurgulamaları sonucu oluşmuş faaliyetler sonucu oluşmuş felaketler yaşandı ve yaşanmaktadır.

Yaşar Kemal’in 2007 yılında adının verildiği park üzerine 'doğa' için yazdığı mesajda “Bütün yüreğimle inanıyorum ki doğayı yok etmek suçların en büyüğüdür” ifadesi yer almaktadır.
TEMA vakfının bir zamanlar bir sloganı olan “üstünüze vazife olmayan işlere burnunuzu sokun” ifadesi, son yılarda ne olduysa görülmez ve kullanılmaz olmuştur. Yeryüzünü herkesin koruması ve kollaması için bir bekçi, bir komiser, bir müfettiş gibi davranması gereklidir. Bir bekçi gibi etrafındaki çevresel sorunları tespit edecek şekilde dikkatli olması; korunup korunmadığını izlemek için bir komiser gibi davranması; yapılan yanlışları ve aksaklıkları belirleyip enine boyuna incelemesi ve varsa sorunları ilgili yerlere iletmesi yönünden bir müfettiş gibi davranması gerekmektedir. Bu dünyada, bu doğada yaşıyor isek doğanın ve doğanın sürdürülebilirliğinin korunmasından hepimiz sorumluyuz demektir. Çünkü her ne kadar fark etmesek de doğa hepimize yaşam alanı sağlamaktadır.
 
Çevrenin ve Bilimin Sorunu Felsefi Tartışma ile Aşılabilir.

Felsefe doğası gereği irdeler, analiz eder, soru sorar, cevap arar. Felsefe hiç bir zaman çok önce belirlenmiş ve değişmez olduğu belirtilen görüşleri savunmaz. ’Felsefe devingendir ve doğal çelişkinin içinden çıkan bilgiye bakar.

Çevre ve iklim değişimleri konusunda felsefenin söyleyeceği çok şey bulunmaktadır. İnsanın doğa ile olan ilişkisi bugün hala tartışmaya açık olmakla birlikte, insanın geçmişte yarattıklarının ciddi anlamda sorgulanması gerekmektedir.

İnsan sorgulayan bir canlı olarak kendisini, çevresini ve nerden gelip nereye gittiğini arayan yapısı ile kafası sürekli binlerce soru ve tartışmayla meşguldür. Bu bağlamda çoğu zaman bunca sorunun altında yaşam zor gelebilir. Diğer taraftan sorgulamadan yaşamı olduğu gibi kabullenmek çok daha kolaydır. Çevre ve iklim değişimi sorunları, bireysel ve toplumsal bazda doğadan yana anlayışlar ile ele alınmalıdır. Bu duruma yönelik olarak 1854 yılında ABD başkanı Franklin Pierce’a mektup yazan Squamish kabilesinin reisi kırmızı derili Reis Seattle sorunu ve çözümü olan doğru yaklaşımı tek cümlede özetlemiştir: “Doğa insana ait değil, insan doğaya aittir”. Prof. Dr. Ulu Nutku ise bu durumu; “İnsan doğadan malzeme edinir, fakat bunu yapmakla öyle böbürlenir ki, kendisini doğanın efendisi sayar” şeklinde ifade etmiştir. İnsan doğaya hâkim olduğu algısıyla doğanın yapısını bozmuş ve bozmaya devam etmektedir. Bunun sonucunda, bugün çok daha şiddetli çevresel sorunlar ile karşı karşıya gelinmektedir.

Genel olarak yaşanan felaketlerin altında doğa felsefesinin anlaşılmamış olmamız bütün çıplaklığı ile görülüyor. Biz insanlar doğanın efendisi değil, doğanın bir parçasıyız.  Bilim ve felsefe bu sorunun da felsefe ile çözülebileceğini biliyor ve tartışmaya devam ediyor. Felsefe bu konuda yol göstericimiz, içimizdeki ses olacaktır. Eflatun, erdem ve mutluluğun felsefi bilgiyle gerçekleşeceğine işaret etmiştir. Bütün yaşadığımız sosyal ve çevresel sorunlar ve bu konulardaki bilimsel uğraşıların ancak özgür ortamda tartışılarak aşılabileceği unutulmamalıdır. Varoluşumuzun temel sorularını irdeleyen felsefe aynı zamanda kişiye kazandırdığı kritik düşünme ile bireyin özgürleşmesini de sağlamaktadır. Bu bağlamda doğanın yasalarını analiz etmek için araştırmak ve öğrenmek ayrı, doğanın yaslarını öğrendikten sonra, koşullara uygu yaşam ortamları geliştirmek ayrı. 

Doğru teşhis edilmeyen, her yönü ile bütünlüklü anlaşılamayan hiçbir soruna sağlıklı çözüm üretilemez.
 
15 Ağustos 2021,
 Adana

***

Türkiye’nin En Büyük Yangınının Nedenleri ile Ekosistem Biliminin Önemi.,

Türkiye’nin En Büyük Yangınının Nedenleri ile Ekosistem Biliminin Önemi.,



Ibrahim Ortaş 
iortas@cu.edu.tr 
googlegroups.com 
5 Ağustos Per 09:28
Alıcı:
Türkiye’nin En Büyük Yangınının Nedenleri ile Ekosistem Biliminin Önemi, Eksikliğinin Sonuçları

Prof. Dr. İbrahim Ortaş, 
Çukurova Üniversitesi, 
iortas@cu.edu.tr
 
Aynı durumu yaşamamak için yaşana her olaydan ders çıkarmak gerekir.
 
Son bir haftada Akdeniz ve Ege kıyı şeridinde yaşanan orman yangınları aynı zamanda hepimizin canını da yakıyor. Çoğu zaman her tarafta çaresiz insanların yardım çığlıkları yürekleri dağlıyor. Bir o kadar da toprak ve ormanda yaşayan büyük-küçük canlıların çığlıklarını duyuyorum.  

Ekosistemler birçok iç ve dış faktörün eşzamanlı etkisi altında ve kendi doğal yapısı içinde varlığını sürdürür. Karasal eko sistemlerde en etkili faktörlerin başında ortamdaki bitki, hayvan ve mikroorganizma tür çeşitliliği ve zenginliği gelmektedir. Zaman içinde bu tür çeşitliliği ve zenginliği değişik dış etkiler nedeniyle değişime uğrasa da, binlerce-milyonlarca yıldan günümüze varlıklarını koruyabilmişlerdir.  Değişime/bozulmaya neden olan etmenlerin biri de orman yangınlarıdır. Hatta orman bilimcilere göre, mevcut birçok orman ekosisteminde sürekliliğin sağlanması için yangın sistemin ayrılmaz bir parçasıdır. Hatta Akdeniz makilikleri ile iç içe olan çam ormanlarının sürekliliği için orman yangınlarının olumlu etkilerinin de olduğu belirtilmektedir. Günümüzde tarım ve yerleşim yeri açmak için çoğu orman insanlarca yakıldığı için can ve mal kaybına da neden olmaktadır. Bugün mücadele edilen yangınların ülkemizde yaşanan en büyük, en yıkıcı ve en uzun süreli yangınlar olduğu değerlendirilmektedir.
 
Orman Yangınları % 95 İnsan Kaynaklıdır.

Kıyılarda artan insan nüfusu, sorumsuz kişilerin piknik yerlerinde bıraktıkları cam şişeler, kırılıp atılan camlar ve diğer mercek etkisi yapacak malzemeler, sigara izmaritleri vs. alınmayan veya yönetilmeyen önlemlerden dolayı küçük bir noktada başlayan yangınlar hızla yayılmaktadır.

Ülkenin orman varlığı, mevsim etkisi ve olası risk yönetimine uygun olarak yangına karşı uzun erimli yeterli hazırlık ve planlamaların yapılması gerekirdi. Bulunduğumuz iklim kuşağında yazları yağışların olmaması, sıcaklık artışına bağlı toprak neminin azalması, ortamdaki tek ve çok yıllık bitkilerin kuruması nedeniyle yangınlar daha hızlı ilerlemektedir.  
 
Kontrolü Keçi Otlatılması Önemli Bir Biyolojik Yöntem.

Bir diğer konu keçi otlatılmaması dır. Keçiler ortamdaki otları ve ağaç gövdelerinde gelişen sürgünleri tükettiği için yangının gelişmesini engelliyordu. Ancak bugün keçiler doğadan çok kapalı ağıllarda tutuluyor ve sayıları geçmişe kıyasla azaldı. Ayrıca doğal bitki ve hayvan  çeşitliliği de azaldığı için her etki yeni bir sonuç doğuruyor, oluşan sonuç yeni bir etkiye neden olmaktadır. Otlar geçmişte olduğu gibi keçi, dağ keçisi, geyik, tavşan ve diğer ot tüketen hayvanlar tarafından yeşilken tüketilseydi bu kadar kuru ot gelişmez ve yangınlar da hızla ilerlemezdi. Özetle Yangınla mücadelede kontrolü otlatma da önemli olup diğer birçok yönetim yöntemleri ile yangınlar önlenebilir ve en az hasarla kontrol edilerek söndürülebilirdi.  
 
Doğanın Kendini Yenileme Mekanizmaları Var, Müsaade Edilirse Doğa Kendini Yeniler.

Orman yangınları ile çok önemli miktarlarda atmosfere salınan karbondioksit ve diğer gazlar, iklim ve canlıları da etkilemektedir.  Sanayi Devrimine kadar 280 mg/ L (milyonda bir partikül) olan CO2 salınımı sonrasında,  özellikle de son 100 yılda hızla artarak 417 mg L-1 düzeyine ulaşıp iklim değişimlerinin hızlanmasına neden oldu. Bu sonuca göre CO2’in daha çok tutulması için tüm dünyada ağaç sayısının arttırılması şarttır. Orman ve doğal bitki örtüsünün mikro klima üzerine etkisi olduğu gibi yangın sonrası oluşacak yeni iklim de bitki örtüsünün yapısını belirleyecektir.

Yangın Ekologları Prof. Dr. Çağatay Tavşanoğlu ve Prof. Dr. Doğanay Tolunay “Amaç sadece ağaç dikmek olmamalı, ekosistemin korunması için doğanın kendini yenileme kapasitesinin göz önünde bulundurulması gerekir” diyorlar. Ağaçlama yapılacaksa mono kültür olmamalı,   dışarıdan gelecek yeni türler ortama adapte olmazlarsa başka sorunlar da çıkabilir.  Doğanın tüm renklerinin ortamda tekrar buluşmasına müsaade edilmeli. Onun için yanan alanların insandan korunması ve otlatılmanın yasaklanması gerekir. Ağaçlandırmada bölgeye adapte olmuş kızılçam bitkileri aktarılmalı. Aktarmada mikoriza ve doğal toprak ile birlikte aşılanmanın yapılması gereklidir.

Kesinlikte toprağa iş makineleri sokularak işlenmemeli. Yangın sonrası derinlerdeki kökler yeniden gelişebilmekte. Doğanın her zaman kendini koruma mekanizmaları olup kendini koruyacak enstrümanları olmazsa varlığı sürdüremez. Örneğin yangın sonrası yapılan gözlemlere göre, bölgedeki kızılçam gibi bitkilerin kapalı kozalarındaki tohumlar korunmakta ve uygun nem ve sıcaklık koşullarında hızla çimlenerek yeni fidanlar oluşturmaktadırlar. Hatta bazı bitkiler daha gür bir şekilde gelişebilmektedir.

Ormancı arkadaşları dinlediğimde bitki türü, çeşit, boy çap konuları konuşuluyor. Soru toprak- bitki ekosistemi sorunudur. Asıl konu yer yüzeyinin koruyucu tabakası olan toprak ve toprak içindeki en önemli unsur olan organik materyalin ve doğal canlılığın yanmış olmasıdır. Yangın ile oluşan 200-800 0C’lik sıcaklık toprağa belirli bir derinliğe kadar nüfuz ediyor. Her bölge için ayrı ayrı, yangına toprak ve toprak minerallerinin nasıl tepki verdiği araştırılmalıdır. Ve yangın sonrası toprak ve doğal bitki örtüsü ne düzeyde ve ne hızda kendini yeniliyor,  hangi türler kendini daha iyi yeniliyor.
 
Ağaçlandırma Yapılacaksa Ekolojik İlkelere Uygun Olmalıdır.

Genelde yangınlardan sonra yetkililer hemen ağaçlandıracağız türünde iyi niyetli söylemlerde bulunuyorlar. 1995 yılında Gelibolu Şehitliğinde çıkan yangın sonrası hızla ağaçlandırıldı fakat bir süre sonra ağaçların doğal rizosfer ve mikorizası olmadığı için gelişmediği görüldü. Çoğu zaman iyi niyetle başlatılan “ağaç dikme seferberlikleri” beklenen sonucu vermedikleri gibi orman ekosisteminin doğal gelişimine de zarar verebilir. Orman ve toprak ekolojisi bilgisine sahip uzmanlardan görüş almakta yarar var.

Dışarıdan mikoriza, N2 fiksasyonu organizmalarının biyolojik habitatlara dikilecek fidanlara aşılanmasının ne denli önemli etkilerinin olacağının bilinmesi ayrıca önemli. Şu anda yangın sonrası steril bir yüzey var ortada. Ağaçlanma yapılacaksa mikoriza olmadan olmaz. Yüksek yapılı orman bitkileri mikorizasız yaşayamıyorlar. En önemlisi bu aşamada buraları yapılandırmaya müsaade etmeden korumak, sonra da akılcı bir takım toprak teknolojisi yöntemleri ile ekosistemi geliştirecek ve koruyacak çalışmalar yapmaktır. Doğaya diğer hayvan varlıkları habitat da aktarılmalı.

Yangın sonrası canlı varlığı ve organik maddesi yandığı için dokulardaki mineral bileşikler yüzeyde kalmış olup kısmen yeni gelecek bitkiler için önemli besin kaynağıdır. Tabii yeni oluşacak bitki topluluklarının organik madde biriktirmesi çok uzun zaman alacaktır. Onun için belirtilen teraslama, sekileme, doğal ortamda yetişmiş tüplü fidan dikimi ve diğer habitat aktarımı toprak teknolojisi mantığı ile geliştirilmelidir.
Yanan alanların yeniden restorasyonu için korunmalı ve etrafı çevrilerek yeniden bitki ekosisteminin yeniden gelişmesine koruyucu önlemlerin alınması gerekir.
 
Ekosistem / Ekoloji Çalışmaları Yapacak Araştırma Merkezi İhtiyacı Oluşmuştur .
 
Ormanları korumanın en iyi ve en ucuz yolu yanmalarını önlemektir. Bu bağlamda ormanların yanmaması, çıkan yangınların hızlı bir şekilde söndürülmesi veya çok hızlı gelişmemesi,  yanan yerlerin de ekolojilerine uygun olarak restore edilmesi, iklim değişimlerinin olası etkileri konularında ülke çapında ciddi, pek çok uzmandan oluşan bilimsel araştırma birimlerine gereksinim bulunmaktadır. Liyakate dayalı, konuyu bilen araştırma birimlerinin konuları bütünlüklü olarak çözüm odaklı değerlendirmeleri ve sonuçlarının yanmış alanlarda uygulanmalarında yarar görülmektedir.

4 Ağustos 2021, 
Adana

***

Rize ve Artvin'de Yaşanan Sel Felaketi ve Can-Mal Kaybı Önlenebilir miydi?

Rize ve Artvin'de Yaşanan Sel Felaketi ve Can-Mal Kaybı Önlenebilir miydi?



Ibrahim Ortas 
iortas@cu.edu.tr googlegroups.com 
26 Temmuz Pzt 05:48
Rize ve Artvin'de Yaşanan Sel Felaketi ve Can-Mal Kaybı Önlenebilir miydi?
Prof. Dr. İbrahim Ortaş, 
Çukurova Üniversitesi, 
iortas@cu.edu.tr
 
 
Rize ve Artvin'de yaşanan sel felaketi önlenebilir miydi? Sorusu doğal olarak sorulması gereken bir soru. Ülkemizin en yüksek yağışının düştüğü Doğu Karadeniz'de yağışlarla birlikte yaşanan sel ve heyelan çok ciddi de maddi hasara neden olmakla birlikte zaman zaman ölümlere neden olmaktadır. Rize ve Artvin'de yaşanan sel ve heyelanlar sonucu 6 insanın yaşamını yitirmesine neden olan felaket jeoloji, ekoloji, iklim ve toplum bilimi açısından incelemeye değer niteliktedir. Olay ve sonuçları bilimsel olarak açıklanabilir ve önlenebilir nitelikte olduğu görülüyor.
 
Sellerin Temel Nedenleri

Sellerin temel nedeni; dere yataklarına yapılan yerleşim yerleri, 2B yasası ve imar barışı ile eskiden yapılan binaların tescillenmesi, dereler üzerindeki menfez ve köprülerin geriden gelecek debinin yapısına uygun olmayan mühendislik hatalarıdır.

HES, Maden yatakları ve taş ocaklarında oluşan hafriyatların derelerin içine bırakılması sonucu derelerin su akışı alanının daralmakta ve sınırlanmaktadır. Ani olarak birim zamanda düşen yağışların artması sonucu daralan derelerin gerisinde biriken su kitlesinin bentlere yüklenmesi sonucu yüksek miktarda su derelerin içine yapılan yerleşim yerlerini suyun altında bırakmaktadır. Çay tarımı için orman ve doğal alanların tahrip edilmesi sonucu toprağın su erozyonuna açık hale gelmesi. Karadeniz kıyı şeridinde yıllardır benzer heyelan ve seller meydana getirmektedir. Son birkaç yıldır benzer felaketler yaşandı. Ancak bugün yine aynı görüntüler, yine gözyaşı ve acılar.   
 
Bölgenin Jeolojisi ve Topoğrafik Yapısı Çarpık Yapılanmaya Uygun Değil

Karadeniz’in denize paralel yükselen dağ yapısının jeolojik, hidrojeolojik, jeomorfolojik ve topografı yapısı ile oluşan heyelan ve sonrasında seller ile doğrudan ilişkilidir. Bölgedeki kayaç yapısı çoğunlukla Şeyl (shale) tortul kayaç türü olarak tanımlanan ağırlıklı olarak silt ve kil boyutlu ince çökel öğelerinin birleşmesinden oluşan ve çamur taşıdır. Killi ve siltli zeminler eğer çok fazla yağış alırsa toprak su içeriği artar ve eğer arazi yüksek açılı şevler oluşturuyorsa üsteki doygun toprak tabaksının etkisi ile heyelan oluşabilmektedir. Aşırı yağışlar, kar kütleri altında ve depremler sonrası sık sık heyelanlar Şeyl tortul kayaçlarının olduğu bölgelerde meydana gelir.  Bu tür jeolojik yapıların olduğu ve heyelanları tetikleyen mekanizmaların olacağı alanların tespit edilip yerleşim yeri olarak kullanılmaması gerekir.
 
Çay Tarımı ve Toprak-Bitki Yönetimi Yeniden Bilimsel Ölçütlere Göre Yapılmalıdır
Bölgenin jeolojik ve jeomorfolojik yapısının yanında toprak yapısı, bitki örtüsü ve toprak-bitki yönetimi ve arazi planlaması konusunda ciddi sorunlar görülüyor. Heyelan sonrası bölgeden yansıyan görüntülerle birlikte bölgede tek tip çay bitkisinin hakim olduğu alanların altında ve üstünde yerleşim yerlerinin olduğu görülmektedir. % 30-40 eğimli alanların yükseklerine yapılan yerleşim yerleri ve yollar bölgede heyelan için tetikleyici etki yapabilir.
2012 yılında 764 bin dekarda çay tarımı yapılırken 2016 yılında 830 bin dekar alanda çay üretim yapılmaktadır. Tarım orman bakanlığı verilerine göre


Türkiye’de son yıllarda çay üretim alanları %2.4 oranında artmasına karşın toplam üretim artmamıştır. Çay tarımına yeni açılan alanlarda ormanların ve doğal makilik bitkilerin kesilmesi sonucu doğal bitki örtüsü kökleri de yok olmaktadır dolayısı ile toprağı tutacak ciddi bir güç kalmadığı için toprak erozyona açık hale gelerek adeta yaşanan sel felaketlerine davetiye çıkarılmıştır. Doğal bitki örtüsünün tahribatı ile toprağın yerinde tutulmaması ve toprak agregatlaşmasının engellenmesi sağlanmış olmaktadır. Doğanın, ekolojinin yasalarına uygun üretimin yapılmaması durumunda bu tür felaketlerin oluşması kaçınılmaz olacaktır.

Çay bitkisi yetiştiriciliğinde kullanılan Amonyum sülfat ((NH4)²SO4) gübresinin kullanılması ile zamanla toprak pH’sı düştüğü için toprakta agregat oluşamamaktadır. Hal böyle olunca toprak tanelerini bir arada tutacak hiç bir doğal mekanizma sağlanamamaktadır. Birim zamanda yüksek miktarda yağışın düşmesi ile toprak partikülleri yüzey akışına geçmektedir. Kentlerin içinde akan sellere bakıldığında dağların eteklerinde yağışın taşıdığı sedimentler (toprak partikülleri) suyun rengini koyu kahverengileştirmektedir. Bu bağlamda bölgedeki heyelan ve sellerin zararı ile toprak-arazi yönetimi bitki ilişkisi arasında doğrudan bir ilişki bulunmaktadır.
 
Can ve Mal Kaybı Önlenemez miydi?

Evet, konu bilimsel olarak yönetilebilir bir durumdur. Günümüz uzaktan algılama teknolojileri kullanılarak heyelan alanları tespit edilebilir. Yerleşim yerleri ve çarpık kentleşme bilimsel yöntemler ile uygun zeminli alanalar kaydırılabilir.

Doğal bitki örtüsünün önemi mutlaka önemsenerek yer yer şeritvari ekim sistemleri geliştirilebilir. Çay üretimi için gübreleme programları toprak yapısı ve bitkinin ihtiyacına göre belirlenebilir bu konuda Prof. Dr. Burhan Kaçar,  Prof. Dr. Süleyman Taban hocalar ve arkadaşları çok önemli çalışmalar yaptılar. Çalışma raporlarındaki öneriler ne oranda uygulamaya alındı bilemiyorum.

Arazinin yapısına ve yağışın dağılımıma göre gerekli önlem ve zarar azaltıcı çalışmalar yapılabilir. Eğimli alanlara sekileme, istinat duvarı, drenaj ve doğal bitki örtüsü yanında ağaçlandırma çalışmaları yapılarak toprak yerinde tutularak çay üretimi de yapılabilir, sellerde önlenebilir.

Sorun ve çözüm insan bilgisi ve bilinci ekseninde gelişmektedir. Önemli olan doğayı ve doğanın yasalarını ve bu yasaları ne oradan anladık ve de doğadan ne oranda sürdürülebilir bir eksende yararlanıyoruz sorularını cevaplayıp ona göre hareket etmemiz gerekmektedir. Son iki hafta içinde Karadeniz kıyı şeridinde yağışlar sonrası yaşanan felaketler daha öncede yaşandı. Anlaşılan yaşananlardan ders çıkarıp çözüm önerisi geliştirememişiz. Doğayı anlamadan kendimizi doğanın yaslarının üzerinde yer yüzeyinin hâkimi görür ve istediğimiz yere arsa yapar bina dikeriz. İstediğimiz yeri istediğimiz gibi eker biçeriz dersek olacağı bu ve benzeri manzaralar olur.

23 Temmuz 2021, Erdemli-Mersin
kotanlartr@googlegroups.com
https://groups.google.com/d/msgid/kotanlartr/WC20210726024314.090B9D%40cu.edu.tr 
Adresini ziyaret edin.
Ibrahim Ortas iortas@cu.edu.tr 
googlegroups.com üzerinden 
26 Temmuz Pzt 05:52
https://groups.google.com/d/msgid/kotanlartr/WC20210726024628.590B9E%40cu.edu.tr 

Adresini ziyaret edin.

***

MİKRO ORGANİZMALARIN ÖNEMİNİ BİLMEDEN, GELECEĞİMİZ GÜVENDE OLAMAZ

MİKRO ORGANİZMALARIN ÖNEMİNİ BİLMEDEN, GELECEĞİMİZ GÜVENDE OLAMAZ


Ibrahim Ortas iortas@cu.edu.tr 
googlegroups.com 
14 Haziran Pzt 18:20

MİKRO ORGANİZMALARIN ÖNEMİNİ BİLMEDEN, GELECEĞİMİZ GÜVENDE OLAMAZ
Prof. Dr. İbrahim Ortaş, 
Çukurova Üniversitesi, iortas@cu.edu.tr
 
Geleceğin en Popüler araştırma alanı ve mesleği mikrobiyoloji olacaktır.
 
Musilaj-Deniz Salgısı Toplumun Büyük Çoğunluğu Tarafından Tam Anlaşılmadı
Bir önceki paylaşımı ma gelen dönütlerden anladığım kadarı ile toplumun büyük çoğunluğu bilimsel olarak müsilajın nasıl oluştuğunu ve ileride olası etkilerini bilmek ve anlamak istiyor. Ancak çoğu kimse bu kelimeyi ilk defa duyuyor. 

Bir önceki yazının (https://www.facebook.com/iortas? form=MY01SV&OCID=MY01SV) amacı daha çok ekoloji biliminin esasları bilinmeden yıllar içinde doğanın bir etkiye karşı oluşturduğu başka bir tepkiyi anlamadan, fiziksel müdahalelerle müsilajı toplamaya kalkmalarını üzülerek yazdım. Bilimin önemi ve önerileri alınmadan yapılacak işlemler ileride daha farklı olumsuzluklar da çıkarabilir.

Çevreden denize deşarj edilen evsel-sanayi atıkları ve gübre, suda bulunan yosunlar (alg)  için önemli besleyici elementler oldukları için bunların aşırı derecede üremesine neden olur. Özellikle diatomlar gibi pek çok yosun türleri, bu zengin besin ortamından yararlanarak kontrolsüz bir şekilde ürerler. Bu yosunlar, ortama yapısındaki salya şeklindeki koloidal madde olan müsilajı salarlar. Ve bu salya, diğer organizmaların gelişimini de engeller. Ancak asıl tehlike, bunların aşırı bakterileri üremesine neden olmalarıdır. Ortamda ne kadar organik madde varsa, bunları ayrıştırmak için o kadar da bakteri oluşur. Dolayısıyla aşırı derecede üreyen yosunlar ve salgıladıkları salya, bakterilerin çoğalması için mükemmel bir besin ortamı oluşturur. Bu bakteriler aerobik, yani oksijen kullanan organizmalar oldukları için, denizsel eko sistemdeki yaşam kaynağı olan oksijeni azaltırlar. Bu da başta balıklar olmak üzere, diğer canlılar için ciddi bir yaşamsal tehdit oluşturur. Hemen belirtelim ki, soluduğumuz oksijenin %30’u karasal bitkilerde, %70 kadarı da denizlerdeki yosun gibi çoğu mikroskobik olan bitkilerden karşılanır. Oksijen üretilmeyince diğer canlılar bundan ciddi zarar görür, deniz biyo-çeşitliliği bozulur, sonuçta ekosistem çökmeye başlar.
 
Bilimsel İlkelere Göre Sorun Çözümü Halen Geliştirilemedi

Biz karada (toprakta) oluşanı, müsilajı konusu ile ilgilenen bilim insanları olarak biliyoruz, ancak denizde oluşanı müsilajın doğrudan insan yaşamına olan negatif etkisi çok bilinmediği için bugüne kadar çok ciddiye alınmadı. Hatta kirli su köpüğü olarak anıldı. Ancak denizin yüzeyini saran köpüğün bir süre sonra keçe gibi her tarafı sardığı ve nerdeyse insanların üzerinde yürüyeceği kadar bir tabakanın oluşması görünür olunca yetkililer ve basının ilgisini çekti. Ayrıca köpüğün yüzeyi kapsaması deniz dibinde oksijenin yetersiz kalması, fotosentez yapan canlıların işlevlerini sonucu denizin diplerinde ayrı bir müsilaj ve kirlilik oluşmaya başlatır. Denizdeki müsilaj kirliliğinin temizlenmesi yine ağırlıklı olarak ortamdaki mikroorganizmalarca sağlanacaktır. Unutmayalım sayısını bilmediğimiz çok farklı mikroorganizma grupları her ortamda bileşikleri ayrıştırarak besinlerini alıyor ve varlıklarını bu şekilde devam ettiriyorlar. Ortamda asfalt, kömür atığı varsa oradaki karbonu ayrıştıran organizmalar çoğalıyor. Başka bir organik madde varsa onu da ayrıştırır. Hatta denilebilir ki her bileşiği ayrıştıran organizmalar farklıdır. Bazı bakteri grupları duruma göre hem aerob (oksijenli solunum) hem de anaerob (oksijensiz) koşullarda yaşayabilmektedirler. 

Bu bağlamda doğanın işleyişinde önemli rolü olan mikro organizmaları mutlaka iyi anlamak ve amaca uygun olarak da yönetmek zorundayız.    
 
Geleceğin Bilimi Mikrobiyoloji Eksenli Olacaktır.

Gelecek artık mikrobiyolojinin olacaktır. Covid-19 ile birlikte yaşamımızın artık pamuk ipliğinden daha ince bir şekilde mikroorganizmaların elinde oluğunu bilerek bugünden mikrobiyolojiye yatırım yapmak gerekir. Covid-19 salgını ile normal mikroskopta bile göremediğimiz korona virüs organizması bir yıldan fazla zamandır bütün insanlığı adeta dize getirdi. Dünyanın işleyişi önemli ölçüde yavaşladı ve yeni bir dünyanın kapılarını bir mikroorganizma açmış oldu. Gerisini hep beraber düşünelim.
 
10 Haziran 2021. Adana
Not: Sayın hocam, birçoğunuzun e-posta adresi bir şekilde makinemdeki adres defterime yerleşmiştir. Amacım kimsenin zamanını almak ve rahatsız etmek değildir. Hepimizin ortak sorununu bir şekilde dile getirmektir. E-posta bu bakımdan düşüncelerimizi kolay paylaşabildiğimiz bir ortam. Ancak peşinen eğer istenmeden e-posta aldıysanız özür dilerim. Eğer geri bildirimde bulunursanız listeden adresinizi hemen çıkarırım.

kotanlartr@googlegroups.com
http://groups.google.com.tr/group/kotanlartr?hl=tr?hl=tr 
https://groups.google.com/d/msgid/kotanlartr/WC20210614152013.2001E0%40cu.edu.tr adresini ziyaret edin.


***